Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Teşrîn-i Sânî 337


Gök kurşunî. Başım biraz yorgun ve içim titriyor. Gök ziyâsını benim için kısmış gibi; içimde dinlenmek ihtiyacı var, içimde hafif gıcıklayıcı bir tebessüm var. Şimdi İstanbul'un Mütareke'den sonraki ilk günlerini düşünüyorum. Meserret Kırâathânesi'ndekiler bir gün bizim eve toplanmış, propaganda cereyanına bizim de yardım etmemize karar vermişlerdi. Cemal ateşli ve samimî ruhuyla buna çok inananlardan olmuştu. İhsan daha bedbin, yalnız silâh arkadaşlarının yaptığını yapıyordu. Propagandayı millî derdimizin en büyük devası telâkki ediyorduk. Buna Bâb-ı Âli'nin köhne daireleri, hatta şehzadeler ve Pâdişâh bile inanmış, İttihâdcı, İ'tilâfçı bütün bir millet propagandaya atılmıştı. Titreyerek hatırlarım. Dünyanın bütün insanlığı birdenbire alnımıza kötü, karanlık bir damga yapıştırmıştı. Ermeni kıtalini yapan ve medeniyyet düşmanı Almanlarla teşriki mesai eden medeniyyet düşmanları bizdik. Zalim, barbar ve insaniyetin ortadan kaldırması lâzım gelen insanlar bizdik. Bizde ye's filân yoktu, çocuk gibi yepyeni, taptaze ruhlarımızla medenî dünyanın bu fikrini tashih etmeye karar vermiştik. Zalim olmadığımızı, söylenen şeylerin yalan olduğunu ispat eder etmezAvrupa, hakkımızı teslim edecekti. Hem hakkımızı teslim edecekti, hem hakkımızı mütevazı ve şâyan-ı kabûl bir şekle sokmuştuk. Gazeteler, risaleler, makaleler neşredecek, tercüme edip Avrupa'ya gönderecektik, sonra Türk gençliği bunu İstanbul'a giren ecnebilere anlatacaktı. Her genç, ecnebi muhabirlerini arıyor, her kadın kocasının, kardeşinin davet ettiği ecnebilere bu hakikatleri anlatıyor. İstanbul birbirine muhalif düşman anasırıyla hep bunu yapıyordu. Şişli'de bu propagandaları yapan salonların başında annemin salonu vardı. Onun yaşlı başlı ve şâyân-ı hürmet bir hanım olması salonunu bu işler için müsaitbir hâle sokuyordu.

Bütün Darülfünun gençleri, birçok zâbit, bütün Türk Ocağı bununla meşgul. İhsan, Cemal, ben hep bu işteyiz. Benim Hâriciyye'deki mevkiimden istifade ediliyor. Bana iyi lisan bildiğim için bir nevi mümtazinsan diye bakıyorlar. Kimse hepimizin ne kadar çocuk ve gülünç olduğumuzun farkında değil. Fırsatlı, fırsatsız zehirlerini akıtan matbuat bu noktada müttehid. Yalnız içimizde, ırkan Türk olmadığını Mütareke'den sonra gelen bir nevi ilhamla anlayanlar bu işe dahil olmuyorlar, onlar Ermeni ve Rum kardeşleriyle beraber... Onlar da başka bir propaganda oyununda... Her evde, her ictimâda bundan bahsediliyor.

Bu günlerde dikkatle bakınca görüyorum ki bunları başkaları için değil, kendimiz için yaptık. Kendi içimizden kaynadık. Yoksa Fransızca, İngilizce neşriyat; değil Avrupa'da, İstanbul'da bile lehimizde olursa intişâr edemiyordu. Böyle olduğu hâlde bile bu makaleler dişleri dökülmüş, ihtiyar ağızlar gibi, delik deşik çıkıyorlar. Fakat bizim grup bu tarzda hareket etmeyecek, vakur, haysiyetli bir propaganda yapacaktı. Kendi kendimize yüzümüze hata, cinayet diye attıkları şeylerin daha fenalarını onların yapmış olduklarını söyledikten sonra, güya dünya bütün dediğimizi işitmiş ve bize hak vermiş gibi sakin ayrılıyorduk. Davamızın, hakkımızın kuvvetini hissettikçe bunu herkes anladı gibi hissediyorduk. Belki bu derunî çocuk propagandasının en güzel yeri burasıdır. Çünkü İstiklâl Harbi'nde çektiklerimizi çekmek ihtiyarî bir şahadete atılmak için en evvel kendimiz kendimize inanmaya muhtaçtık.

İstanbul'un bir tarafı kangren olmuş bir milletin kalbi gibi cerahat saçarak akıyor, bir tarafı genç, muhalhayallere iman etmiş, yepyeni çocuklar gibi konuşuyor, bütün canıyla bu yeni ve müstakbel dünya rüyasıyla yaşıyor.

Şişli hanım propagandasını "Rodoslular" idare eder. Bunlar, lisan bilirler, alafrangadırlar. En büyüklerini Ankara'nın kurşunî ufkunda hâlâ hatırlıyorum. Uzun, kavî, iyi giyinmiş, canlı bir hanımdır. Siyah gözlüdür. Pembe, keskin hatlı bir yüzü vardır; muntazam açık kanatlı burnu daima etrafında üstüne atılacak hafif kalpli İttihâdcı kadın avı koklar. Kendisi şiddetle ve samimiyetle İttihâdcı düşmanıdır. Bu ihtirasında bazan insanî bir samimiyet vardır. Vapurda, salonda, her yerde aynı facia tavrıyla konuşur. İster iki kişilik küçük bir oda, ister yüz kişilik bir ictimâ salonu olsun daima aynı vaziyet, aynı ses. Otomobilde giderken keskin ve güzel yüzünü yandan bazan görürüm; hep aynı ihtizaz ve ihtilâçla belki içinden İttihâdcılara lânet eden, onlara makineli bir çekiç gibi mütemadiyen vuran nutku bir an durmaz.

Bizim salonda bir gün onu, yüzleri hayli mahzun bir İttihâdcı hanımlarından müteşekkil grup arasında buldum. Bağıra bağıra:

— Sizin Paşanızın sakalından tutup, direğe bağlayıp diri diri yakacağız, sizin beylerin azalarını birer birer koparacağız, hele sizin Paşa yok mu, ağzına kurşun akıtacağız. Yok hanımlar, artık devriniz geçti. Köprü başına sehpaları biz de kuralım, diyordu.

Bunun gibi daha hatırlayamadığım birtakım korkunç şeyler bulup bu zavallı kadınların kocalarına tatbik edeceğini anlatıyordu. Bütün bu şifahî zulmüne, gadrine rağmen etrafında Şişli hanımlarından müteşekkil bir taassup alayı vardı. Hele İttihâdcıların zayıf kalpli olan kadınlarından bazıları İttihâdcı olduğumuz belli olmasın diye o sesini yükselttikçe onun etrafından ayrılmıyorlardı. Sonraları düşündüm. Bunları bir araya toplayan bir "Şişli ve hanımları" bağı vardır. Çünkü İstanbul tamamen başka bir kadın dünyası idi ve onun propagandası başka surette tecelli ediyordu. Bütün Şişli, Salime Hanım başta olmak üzere, İstanbul kadınlığının yapacağı propagandaya darbe indirmek için sinirleri kopacak gibi, gergin beklerlerdi.

Beni ve İhsan'ı lâkayd bırakan Salime Hanım'ın, Cemal'e azim bir tesiri oldu. Biz, o söylerken sigara içerdik; o, mavi gözlerinin en çocuk samimiyeti ile dinlerdi. Fazla bir azapla çırpınırken o hüküm ile dinler, saatlerce münakaşa eder, bazan kavga eder gibi olurlar, fakat çok sürmez barışırlar.

Salime Hanım'ın yegâne tahammül ettiği İttihâdcı da Cemal'dir. Çünkü Cemal de bir nevi İttihâdcıdır.

Köprü'nün öbür tarafında da bir hanım faaliyeti vardır, orada daha genç, daha yeni bir kadın unsuru, Darülfünunlular, genç muallimler, genç şairler çalışır. Onlar bu tarafla meşgul değildirler. Kendi taraflarında da genç olmayan kadın unsuruna o kadar ehemmiyet vermezler. Yalnız şekli muhafaza için pek genç olmayanları zaman zaman aralarına çağırırlar, Darülfünun salonunda, Türk Ocağı'nda fesli, çarşaflı daimî bir faaliyet vardır. Ne genç, ne pembe dudaklı, ateşin gözlü talebeler, ne uzun ökçeli zarif muallimler vardır. Fakat ne yapsalar bu taraf için hepsi yaya ve alaturkadırlar. Onlar bir gün sefaretlerden birine Türk davası lehine bir muhtıragönderseler bu taraf hemen en köhne Hâriciyye memuru hanımlarından en şık ve en iyi Fransızca söyleyenlerine kadar mükemmel bir muhalif heyetle muhalif bir muhtıra yapar, gönderirler. Bunlar, Türkiye'nin asil kadınları diye imza ederler, her zaman İ'tilâf Devletleri'ne sadık kalan, Alman aleyhtarı kadınlar o pespâyemahlûkların dediklerini siyasî notalarla tekzip ederler. Her zaman bir müsamere öteden, bir müsamere beriden olur, bir muhtıra oradan, bir tane buradan çıkar. Bunların arasında ecnebi anasırı mebzuldür. Öteki İstanbul genç kadınlığına gelince, onlar sefaretlere muhtıra götürmenin haricinde Frenklerle pek temas etmezler. Bu, daha ziyâde kendi kendisini ikna ile meşgul, fakat daha genç ve canlı bir âlemdir.

İstanbul tarafı İhsan'a mütemayildir. Bu çok tezad yapan bir şeydir, fakat öyledir. Sefaretlere giderken biraz yadırgadıkları için hiç olmazsa kapısına kadar İhsan'ın kendilerine refakat etmesini rica ederler. Ekseri öteki İstanbul hanımlarını sefarete götüren İhsan, Cemal'i, Salime Hanım'ın rakip heyetiyle görür; iki genç karşı karşıya gelince, ikisinin de dudaklarında ince bir tebessüm hâsıl olur. Fakat siyaseti neseviyye ait mesaildendolayı selamlaşmazlar. Cemal bu işte samimidir. Misyoner bir ruhla bu Şişli tarafını daha millî düşündürmeye çalışır. İhsan ötekileri sadece daha millî bulduğu için iltizam eder. Belki de sinsi mahlûkun bunda hissî bir zevk payı vardır.

Ne samimî, ne garip ve ne yepyeni bir İstanbul gençliği hâsıl oluvermişti. Bugün bakıyorum da Ali KemalBey'in makalelerini yaşayan Salime Hanım'la memleketin muazzam davasını nutukla, ictimâ ile hâlle kalkışan saf çocukları o kadar muhabbet ve şefkatle düşünüyorum ki... O zaman güler, "Bundan bir şey çıkmaz," derdim. Halbuki bu mizahî bir resmigeçit gibi başlayan İstanbul propagandasından ne kanlı ve ne muazzam bir sahne çıktı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro