Bugüne bir "Ateşten Gömlek..."
Edebiyat tarihleri Ateşten Gömlek'in Kurtuluş Savaşı sürüp giderken, henüz sona ermemişken yazıldığını belirtirler. İmparatorluk göçmüş, Ankara hummalı bir çaba içinde.
Cepheden izinli gelen Halide Edib yoğun duygularınımların etkisi altında bu ünlü romanını... Kurtuluş Savaşı'nın "ilk" romanını yazmıştır.
Ama Ateşten Gömlek'in bir başlangıç öyküsü var:
Öyle kaç kez Halide Edib'le Yakup Kadri'yi, benim "biricik" romancılarımı Ankara'da, 1920'lerde bir evde karşılıklı söyleşirlerken tahayyül etmişimdir. Vakit akşamüzeri olmalı. Ankara "gelecek" coşku ve tasasıyla donanmıştır.
Yakup Kadri Bey Ateşten Gömlek adlı bir roman yazacağını dile getirmektedir.
Halide Edib Hanım o an mı düşünmüştür: "(...) bu kadar Anadolu'ya yakışan ve kendi başına bir şaheser olan" bu ad...
Romanın başında yer alan eşsiz mektubu yeniden okuduğumuzda, Ateşten Gömlek'lerin en az iki tane olması umudu karşımıza çıkar. İleride bu eserler, güzel, mutlu günlerde, kitaplıklarda yan yana duracak, geçmiş acı zamanların masalını söylemeye devam edeceklerdir.
Yakup Kadri'den ödünç aldığı adı, Yakup Kadri'nin bir romanında yine görmek isteyen Halide Edib, bir bakıma, yaşanmakta olan "tarih'"in romanlar, yazılar çiziler, "edebiyat" aracılığıyla gelecek kuşaklarda iz bırakacağı, bilinç yaratacağı umudunu taşımaktadır.
Kimbilir, Ateşten Gömlek'ler birken iki, ikiyken üç... dört olabilecektir.
Güzel ve önemli Kurtuluş Savaşı romanları sonradan yazılmıştır. Birçoğunu bugün de tutkuyla okuyabiliriz. Ama pek azı Halide Edib'in Ateşten Gömlek'i ölçüsünde "içten'" tanıktır.
Handan'da aşkı ve kadın özgürlüğünü sayıklamalarla dile getirmiş romancı, Ateşten Gömlek'te de bir toplumun, bir ulusun yeniden varoluş mücadelesini aynı şiddetle, aynı buhranla, adeta nöbetler içinde söylüyor.
Romanın başındaki o mektup, doğrusu, günlerimi gecelerimi büyülemiştir. Bir romancının bir başka romancıya yazdığı ve "Yakup Kadri Bey'e" diye başlık attığı "açık mektup", edebiyatımızdaki –hemen hemen tek– "romancıdan romancıya" teşekkür mektubudur.
Zaten Halide Edib mektubunda yalnızca ödünç aldığı roman adı için teşekkür etmez. Milli Mücadele'yi bir kez daha, puslar içinde, billûrlaşmış olarak görür. Çöken payitahttan Anadolu'ya geçiş günleri, belki daha da geçmişte kalmış günlerden yarına, hem bir ulusal savaşım, hem de toplumsal ve bireysel özgürlük arayışı kendisine kılavuzdur.
Ateşten Gömlek'e yol alışı izleyebilmek, o yol alışta düşsel bir yolcu olabilmek için hem Handan'a, hatta Mev'ut Hüküm'e, hem Mor Salkımlı Ev'e, özellikle Türk'ün Ateşle İmtihanı'na ille uğramamız gerekmez mi?
Handan, dediğim gibi, "bireysel başkaldırı"nın sessiz sözcüsüdür. Yakup Kadri anılarında bu romanı ne çok sevdiğini, bu romandaki genç kadına handiyse âşık olduğunu yazmıştır. Duygularını yansıttığı yazısı o zamanlar söylentiler, yankılar yaratmış. Handan'da Halide Edib'in kişisel yaşamından esinlendiği Yakup Kadri'ye fısıldanmış... Bir roman, muhakkak ki, sadece "roman"dır. Ama bazı romanlar, yazarlarını "fazla" tanıtırlar.
Handan, Halide Edib'in gençlik dünyasını tanıtıyor. Mev'ut Hüküm, karanlık, karabasanlı, ama hep tutkulu sahneleriyle Halide Edib'in yaşadığı toplumsal-bireysel ortamlardan derin mutsuzluğunu söylüyor.
Nihayet Mor Salkımlı Ev ve Türk'ün Ateşle İmtihanı anı kitapları, silkiniş ve gelecek umudu için mücadele isteklerini "yaşanmış"ın izlenimleriyle saptar. Ateşten Gömlek'e yol alışta, bireyselden toplumsala, gerçekten bir ateşten gömlek sırta geçirilmiş, o ateşten gömlekle yanıp tutuşulmuş, ama hiç pişman olunmamıştır.
Tekrar Ankara'ya dönüyorum:
O gün, benim hayal edişime göre, o akşamüzeri Ankara'da, Halide Edib Hanım'ın evinde başka neler konuşulmuştu? Başka kimler vardı? Çöken İstanbul'dan, geçmişten, imparatorluğun son yıllarından söz açılmış mıydı?
Yakup Kadri Bey, "kendi" Ateşten Gömlek'ini nasıl tasarladığını, nasıl kaleme dökeceğini ifade etmiş miydi? Onun Ateşten Gömlek'i, sonra, dönüşe dönüşe, şekilden şekile girerek Ankara mı olmuştu?
Halide Edib Hanım, kendisini, kendisinin Ateşten Gömlek'ine götüren koşulları, anıları, yaşantıları, ürkütücü gelişmeleri birdenbire mi algılamış, her şey birdenbire mi üşüşmüş; yoksa yaşantılar, izdüşümler, kaygılar belleğe usul usul mu birikmişti?
Ateşten Gömlek, en az iki yönüyle dikkat çekmelidir: Anadolu'ya kimler, hangi duyguların, ülkülerin, düşüncelerin itkisiyle geçmişlerdir ve "savaş"ı nasıl yorumlamışlardır...
Önce "Şişli"yi tanırız. Bugünün Şişli'sine hiç mi hiç benzemeyen, sosyetik, alafranga, özentici Şişli'yi. Sosyete, alafrangalık, özenti ama, her şeye karşın "memleket ülküsü" hissedenlerin de yaşadığı Şişli.
Hâriciyye memuru Peyami, o Şişli'yi, payitahtı, şimdi, Sakarya Savaşı'nın ardından, hastanede yaralı olarak hatırlamakta, yazmaktadır.
Dekor hastane olunca, bütün Milli Mücadele seslerle, yankılarla, inildeyişlerle belirir. İstanbul artık aradan çekilerek, Anadolu ve Anadolu Türk'ü varlığını söylemeye koyulur.
Fakat başlangıçta hep Şişli vardır. Peyami'yi, Ayşe'yi, İhsan'ı, Cemal'i orada tanırız. Şişli hanımlarının, Şişli beylerinin, Rum hizmetçilerin neredeyse habersiz kaldıkları Millî Mücadele'ye ilk uğrak Sultanahmed olacaktır. Böylelikle Halide Edib ünlü, unutulmaz "Sultanahmed Mitingi"ni ilk kez kâğıda dökme olanağına kavuşur. Ayşe'nin siyah giysilerle katıldığı o gün, sonra Türk'ün Ateşle İmtihanı'nda "belgesel" bir anlatıma evrilecek ama aradan yıllar geçtikçe, başka romanlarda, sözgelimi Kemal Tahir'in Esir Şehir üçlemesinde yine can bulacaktır.
Miting, Halide Edib'in hem büyük ve coşkun bir romancıya yaraşır, hem usta bir gazetecinin nesnel anlatımına denk tasvirleriyle Ateşten Gömlek'i Anadolu'ya açar. İmparatorluğa son bir kez seslenen İstanbullu için tek umut kapısı bundan böyle Anadolu'da aralanacaktır.
Ateşten Gömlek de bundan böyle Anadolu'daki savaş, yıkım ve zaferlerin sözcüsü olacak, acılar ve kırık sevinçler ortasında "yarın"ı özleyecektir. O kadar ki, romancı, Peyami'nin anlattığı korkunç gerçekleri insanlık için utanç verici bulur ve ne insanlığın ne Türkiye'nin bir daha böylesi acılardan geçmemesi temennisiyle, roman kahramanının bir "kâbus" gördüğünü ileri sürmekten kendini alamaz.
Ateşten Gömlek işte o çok çarpıcı temenniyle son bulmaktadır.
Edebiyat tarihleri Ateşten Gömlek'in 6 Haziran-11 Ağustos 1922 tarihlerinde İkdam gazetesinde tefrika edildiğini de yazarlar. Ateşten Gömlek bugün yetmiş beş yaşında.
Yetmiş beş yıl boyunca okunmuş, herhalde bir dönemler çok sevilmiş, çok etkilenilmiş bu roman, yalnızca anlatımının ateşi, humması, buhranıyla değil, "anlattıklarıyla" da bugün yeniden anlam kazanıyor; yetmiş beş yıl sonra biz Ateşten Gömlek'i yeniden gereksiniyoruz.
Doğu ve Batı kültürlerinin sentezine ulaşabilmiş Halide Edib, efsanevi konuşmacısı olduğu Sultanahmed Mitingi'nde "hükümet"lerin düşman, "millet"lerin dost olduğunu söylemişti. Geçen onca zaman onun sözünü ne yazık ki doğrulamaya devam ediyor, hükümetleri bir türlü "ferdin ezeli hürriyet mücadelesinde" fertleri dost kılamıyor.
Belki bu yüzden ferdin sırtında hâlâ ateşten gömlekler var.
Yakın tarihimizin hangi sancılardan geçtiğini ben en çok romanlardan öğrendim. Tarih kitapları, hatta ilk elden, ilk tanıklıktan anılar her zaman yetmedi.
Ateşten Gömlek'e gelince; o romanlar, öğretici, aydınlatıcı romanlar arasında, bir de, "coşkun" yaradılışıyla gönlümü yakar. Anlatımının çapraşıklığına –haksızca– işaret edilmiş Halide Edib, bu romanında, Handan kimliğiyle başlattığı coşkun yaradılışları artık bütün bir romanın tek kimliği kılmaktadır.
Halide Edib diyor ki:
"Sen kitaplar ve kâğıtların dilinden anlıyorsun, yanık şeyler söyle, iyi şeyler söyle, beni istesin!"
Belki bu yüzden bugün de Ateşten Gömlek'i istiyoruz.
SELİM İLERİ
1997, İstanbul
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro