Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

MURAT ATAHAN (ÖZEL BÖLÜM)


Bölüm şarkısı: Hüsnü Arkan- Cem Adrian | Gönül Yarası

Not: Murat Atahan ve ailesini anlatan özel bir bölümdür, bölümde Arya yoktur.  

Not2: Kafanızdaki Murat Atahan ile devam etmek istiyorsanız multiye bakmamanız, yok saymanız önemle tavsiye olunur. Fakat ben mimik, tavır olarak en yakın kendisini görüyorum. 


...21 yıl önce...

Şiddetli fırtına eşliğinde yağan yağmur bilindik nisan yağmurlarından epey farklıydı. Gök bir kez daha şiddetle gürlediğinde, arabanın içinde biraz daha büzüştü küçük çocuk. İçinde tarifsiz bir korku vardı. Arka arkaya çakan şimşekler ve iyiden iyiye bozan hava içindeki kasvete bulanmış korkunun daha da artmasına neden oldu. Arabayı kullanan genç kadın ise içindeki paniği oğluna yansıtmak istemezken sakin kalmaya çalışarak silecekleri tekrar çalıştırdı. Önüne düşen açık kahve saçlarını titreyen parmaklarıyla kulağının arkasına sıkıştırdı. Ara ara karnını yoklayan sancı bir kez daha gerçekleştiğinde dişlerini sıkıp burnundan derin bir nefes aldı.

"Anne," diye üzgün bir sesle ona baktı oğlu. Genç kadın, yağan yağmur şiddetle ön cama vururken gözlerini yoldan ayırmadı. Yavaş yavaş dağılan sancı onu biraz daha rahatlatsa da havanın bu denli kötü oluşundan dolayı tedirgindi. Paniği arabayı kullanmasını zaten zorlaştırırken gözünü yoldan ayırıp kaza yapmaya niyeti yoktu. "Efendim Murat?" dedi etraflarını tarlaların çevrelediği yoldan geçerlerken.

"Işın kılıcımı almayı unuttum. Onu evde bıraktık, geri dönmeliyiz." Star Wars serisine hayran bir çocuktu Murat. Şu ana kadarki tüm filmlerini izlemişti, repliklerini tekrar ede ede ezberlemişti. O kocaman kasvetli evde, yalnız başına hep oyun oynardı. Siyah zırhı içindeki Darth Wader'e imrenirdi. Onun gibi olabilmeyi arzuluyordu içten içe. Babasının kafasına kaktığı, "Sen güçsüz bir çocuksun, sen damarlarında dolaşan Atahan kanını hak etmiyorsun." diye başlayan cümlelerini artık daha fazla duymak istemiyordu. Babası... Ondan nefret ediyordu. O Star Wars serisindeki tüm kötü adamlardan bile daha kötüydü ona göre.

"Dönemeyiz." Dedi annesi kararlı bir ifadeyle. Geri dönmek söz konusu bile olamazdı. "Eğer dönersek baban eve gelmiş olur, bizi bırakmaz. Gittiğimiz yerde sana yenisini ve daha güzellerini alacağım." Karnından dolayı güçlükle kullandığı arabayı sabit tutamıyormuş gibi hissettiğinde elleri direksiyonu daha sıkı kavradı. Göz ucuyla henüz on yaşındaki oğluna baktığında içi burkuldu bir kez daha. Hayattaki en değerli varlığını üzgün görmeye dayanamıyordu. "Yüzünü asma, söz veriyorum yenisini alacağım sana."

"Yenisi onun gibi olmaz ki. Ben bir sürü savaş kazanmıştım onunla." Murat, annesine bakmayı bırakıp başını yan tarafındaki cama doğru çevirdi ve dudaklarını sarkıttı. İçindeki korku yetmezmiş gibi bir de en sevdiği oyuncağını o evde unutmuştu. Annesi, bugün hızlıca ona giyinmesini söylemiş ve eşyalarını hazırlamasına da apar topar yardım etmişti. Annesinin paniği ona da bulaşmış olacak ki, en sevdiği oyuncağını unutmuştu. Daha unuttuğu neler vardı kim bilir?

Oya Atahan karnındaki bebek bir kez daha hareketlendiğinde, bunu üzerindeki paniği bebeğin hissetmesine yordu. Yağmur hızını biraz da olsa azaltmışken bir nebze rahatlamıştı, içindeki huzursuzluk tamamen dağılmıyordu yine de. Kaza yapıp oğullarını da kendini de öldüreceğinden endişeleniyordu. Kaçmayı başarmışlardı ama peşine düşeceğinden emindi kocasının. Boğazını saran sıkıntının asıl nedeni oydu. Bir kez daha gitmeye kalkışırsa Azrail'i olacağını söyleyen kocasından korktuğunu inkâr edemezdi. Oğlu Murat'ı ve henüz doğmamış bebeğini o ruh hastasından kurtarmayı kafasına koymuştu. Onlara daha fazla zarar veremeyecekti. "Murat, o eve dönemeyiz. Bir daha gitme şansımız kalmaz. Tüm geçmişi o evde bırakalım, buna şimdilik ışın kılıcın da dâhil olsun. Yenisini aldığımızda yine bir sürü savaş kazanırsın onunla da. Anlaştık mı?" Göz ucuyla oğluna bakıp gülümsedi. Ardından tekrar yola odakladı bakışlarını. Her şey güzel olacaktı, olmalıydı.

Murat, o eve döneceğinde neler olabileceğini, babasının eve gelmiş olma ihtimalini düşündüğünde annesine hak verdi. Yedi ay önce yaşananları tekrar annesi de o da yaşamak istemiyordu. Murat için ağır bir travmaydı o gece.

Bu, Mehmet Atahan'dan kaçmak için son şanslarıydı. Yedi ay önce bir kez daha, Murat ile bu evden eşyalarını bir bavula yerleştirip kaçıp gitmek istemişti Oya Atahan. Ne Mehmet Atahan'ın mal varlığından beş kuruş para istemişti, ne de boşanmayı bekleyecek kadar zamanı vardı. Biliyordu ki, takıntılı ruh hastası boşanmayı asla kabul etmeyecekti. Çünkü kimse onu bırakacak kadar eceline susamamalıydı, inatla söylediği buydu. Kendisine zaman zaman uyguladığı şiddeti bir nebzeye kadar sineye çekebilirdi ama oğluna da aynısını yapmaya kalkıştığını gördüğünde büyük bir kavga etmişlerdi.

"Sen benim oğluma dokunamazsın, duydun mu? Bir daha, bir daha ona vurduğunu duyarsam, görürsem yemin ederim, öldürürüm seni! Allah'ın cezası, duydun mu?! Saçının tek bir teline bile dokunmayacaksın!"

"Kimi tehdit ediyorsun lan sen?" Hışım gibi kadının koluna yapışıp onu silkeledi. Gözleri öfkeden deliye döndüğü için olabildiğince açılmıştı, oldukça ürkütücü gözüküyordu. "Kimsin sen? Kendi oğluma nasıl davranacağımı sana mı soracağım? Çok iyi anne olsaydın da erkek gibi yetiştirseydin oğlunu! Oğlumu da kendine benzettin! Bir sümsük gibi korkuyor her şeyden! Koskoca General Mehmet Atahan'ın; şirketlerinin, itibarının, mirasının tek temsilcisi olacak olan oğlum tüm aile dostlarımın içerisinde ata binmeye korktuğunu söyledi! Kuyumu kazmaya yer arayan, bir açığımı gözeten dost görünümlü o adamlar nasıl alaycı baktılar bana biliyor musun? Onların çocukları cesurca atlara binerken benimki bir kenarda köşeye sinmiş, ben korkuyorum diye zırlıyordu. Dua etsin Oktay'a, yoksa elimden kimse alamayacaktı!"

"Sen hastasın! Benim hayatımı zehir ettiğin yetmedi, şimdi oğlumunkini ediyorsun. O daha yeni on yaşına bastı, ata binmek istememesinden daha doğal ne olabilir? O, seninle aynı yaştaymış da, senin yaptıklarını yapamıyormuş gibi algılamaktan vazgeç! Çocuk o çocuk, bu ne demek biliyor musun?"

Karısının kolunu biraz daha sıkarken onu duvara doğru sertçe ittirdi. Kadının canının yanması umurunda bile değildi. Onun itibar, para, güç, soyadı dışında umursadığı bir şey var mıydı ki? "Sıradan bir çocuk değil o. Atahan kanını taşıyor. Öyle davranmadığı için kırk kere DNA testi yaptırdım ama hepsinde de babası ben çıktım! Tüm hayatım boyunca en iyisi olmaya adadım ben kendimi. Ben altı yaşındayken ata binmeyi öğrenmiştim. Onun yaşındayken türlü alanda kaç tane madalyam vardı benim biliyor musun sen? Sayamazsın o kadar çoktu çünkü! En iyi okula gönderiyorum, tomarla para harcıyorum, aldırmadığım eğitim kalmadı ama daha İngilizce'yi bile eksiksiz konuşamıyor. Anca eline uyduruktan bir kılıç ver oynasın! Benim gibi bir adamın böyle beceriksiz bir çocuğu nasıl olur? Şu ana kadarki tüm Atahanlar diğer insanlardan üstün zekâlıydı! Geri zekâlı olacak olanı bana mı denk geldi? Her şeyi mi sana benzer, Allah kahretsin ikinizi de!"

"Tüm Atahanlar da senin gibi insanlığını öldürmüş müydü acaba? Eğer öyleyse, oğlum size benzemediği için son derece mutluyum! Dersleri sınıfındaki herkesten daha iyi, daha bu yaşındayken senin zorunla iki dil biliyor. Yaşıtları sokakta oynarken onlarca kursa gönderiyorsun onu. Hala geri zekâlı öyle mi? Bir zahmet eve geldiğinde de tek başına da olsa oyun oynasın! O kadar zeki olduğunla övünüyorsun ama başkasının çocuğu ata cesurca biniyor dediğin o çocuk on dört yaşında. Kendisinden büyük biriyle mi kıyaslıyorsun Murat'ı?"

Oya Atahan aylar öncesindeki o geceyi daha fazla hatırlamak istemezken kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı. Murat'ın korkusunu hissetmişti. Aynı onun gibi oğlu da bir önceki gitmeye kalkışmalarını hatırlamış olmalıydı. Babasının, annesine tecavüz etmesi gözlerinin önünde yaşanmıştı. Çok fazla bir şeyi idrak edemese de her şeyin ne denli korkunç olduğunun son derece farkına varmıştı. Defalarca kez yaşanmıştı kafasında o vahşet, her gözlerini kapattığında babasının annesinin çenesini kıracak gibi sıkmasını ve ellerini tutuşunu hatırlıyordu. Hele ki diğer mide bulandırıcı detaylar... Hiçbir şey yapamamıştı. Annesini kurtarmayı denemişti babasının elinden ama her zamanki gibi boş bir çabaydı. O geceyi unutmak için çok zorladı kendini. Her gün babasını herhangi birisinin öldürmesini ve onları bu cehennemden kurtarmasını bekledi. Yetmezmiş gibi bir de hamileydi annesi. Haberi aldığında babası ne kadar coşkuluysa annesi bir o kadar üzgündü. Annesinin hamile olması hala midesini bulandırıyordu. Uzunca bir süre bir şey yiyememiş, sürekli öğürmüştü. Hızlıca zayıflamasından dolayı dört ay önce ağır bir zatürreye yakalanmıştı. Vücut direncinin çok zayıf olmasından dolayı hastalığı atlatamayıp öleceğini söyleyen doktorlar bile olmuştu. Babası öleceğine emin olmuştu ve yeni bir oğlu olacağını bildiğinden çok da büyük bir acı duymamıştı sanki. Murat Atahan'ın, bir zatürreye karşı hayata tutunması bu hayata karşı verdiği savaşlardan sadece birisiydi. En zorunu bugün yaşayacağından annesi de o da habersizdi.

Dakikalar sonra arkadaki bir aracın ısrarla korna yapması ve neredeyse Oya'nın kullandığı aracın arkasına yapışması Murat'ın korkuyla koltuğun kenarına tutunmasına neden oldu. "Ba- babam geldi," Oya dikiz aynasından baktığında arkasındaki aracın içerisinde ona sağa çekmesini işaret eden öfkeli kocasını gördü. Dişlerini dudağına geçirdiğinde içindeki korku o gecekinden bile daha beterdi. Nasıl fark edip hemen peşlerine düşmüştü? Toplantısının uzun süreceğine emindi hâlbuki. Yurt dışından günlerdir beklediği misafirlerin geleceğini, yemeğe gelmeyeceğini söylemişti Bilge'ye. O da kendisine böyle söylemişti ve evden çıkmalarına da yardım etmişti. Direksiyonu tutan elleri titrerken gaza biraz daha yüklendi. Başını kararlılıkla iki yana salladı. "Ölmek var dönmek yok, asla dönmeyeceğim o eve." Yan tarafındaki koltuğa sımsıkı tutunmuş, dehşetle aracın arka camına bakan oğluna döndü. "O eve döndüremeyecek Murat bizi, bundan sonra sadece sen, ben ve kardeşin olacağız. Daha fazla yıllarımızı almasına izin vermeyeceğim, annen ikinizi de koruyacak tamam mı?"

Murat başını tekrar annesine çevirdiğinde korkudan titriyordu. Babası arabanın içinde olsaydı onu tekrar bir korkak olmakla suçlardı. Oysa onu korkutan her zaman babası olmuştu zaten. Gözleri annesinin karnına ilişirken korkudan kuruyan dudaklarını ıslattı, yüzünü yine buruşturdu. "O umurumda değil. O doğunca çok istiyorsa onu babama yollarız. Zaten onun istediği o," dedi karnını işaret ederek.

Mehmet Atahan, Murat'tan yaratamadığı o istediği veliahdı, bir buçuk ay sonra doğacak bebekten yaratacağına inanıyordu. Bu kez onu sadece kendisi yetiştirecekti, kendi istediği gibi. O sümsük kadının karışmasına izin vermeyecekti. Gelmiş, geçmiş en kusursuz Atahan'ı yaratmaya her şeyden çok kararlıydı. Kendisinden bile çok daha başarılı olacaktı.

Karısının kullandığı aracı iyiden iyiye sıkıştırırken kornaya koparırcasına bastı. Deliye dönmüş gibiydi, beyni zonkluyordu. Bedeni yaşadığı öfkeden kasılırken karnında o bebek olmasa o kadını un ufak edecekti. Gözünü bile kırpmadan öldürürdü onu. Yaşadığı öfkeden gözü öyle dönmüş vaziyetteydi ki, aracın içindeki oğlunun, en önemlisi hala annesinin karnında olan veliahdını bile unutmuş gibiydi. Arabayla neredeyse burun buruna geldiğinde yağan yağmur ya da karşıdan gelen otomobil umurunda değildi. Hatta o an hiçbir şeyi görmüyordu bile. Karısı otomobili durdursun diye arabanın burnunu, karısının aracının arka kapağına kasıtlı vurdururken Murat bir çığlık kopardı. Zaten panik olan Oya Atahan araca çarpılmasıyla direksiyon hâkimiyetini kaybetti ve karşıdan gelen otomobilin şeridine doğru kaydı. Yol ıslak olduğu için altındaki tekerlekler kayarken, Murat'ın yüzünü kapayarak "Anne!" diye bağırması tüm algılarını kapattı. Karşıdan gelen otomobilin yaptığı kulakları sağır edecek kornayı işittiğinde beyni durmuştu. Elleri refleksle direksiyonu tam olarak sola kırdığında bu sırada sağ ayağını frene sonuna kadar bastırmıştı. Tekerlekler adeta çığlık attı ve ani frenin de etkisiyle araba yan taraftaki, yola göre biraz daha alçakta kalan tarlaya doğru şiddetli bir şekilde savruldu. Sola kırılan direksiyondan dolayı o tarafa yatan araç, sürücü tarafının şiddetli bir şekilde yere çarpmasıyla durabildi.

Direksiyon karnına saplanan ve yan tarafındaki yamulan kapının sıkıştırdığı Oya Atahan acı bir bağırış koparırken alnından süzülen kandan ziyade dayanılmayacak bir biçimde karnına saplanan sancıya ve kanamasının başlamasına bağırıyordu. Dişlerini dudağına geçirip kanatırcasına ısırırken yan taraftaki oğluna baktı. Aracın sağ kısmı fazla bir hasar almamasına rağmen aracın savrulmasıyla Murat başını önündeki torpido kısmına vurmuştu. "Murat!" diye bir çığlık daha koparırken onun ön koltuğa oturmasına izin verdiği için kendini suçladı. Ama saniye süren bir düşünceydi, çünkü karnındaki sancı tüm düşüncelerini dağıttı. Murat zonklayan başını torpidodan ağır ağır kaldırırken kaşının kenarındaki kan şakağına doğru bir yol izledi. "Anne?"

Annesi kapının onu sıkıştırmasından sol tarafını kımıldatamıyordu. Sağ eliyle emniyet kemerini çözmeye uğraşırken yüzünü acıyla buruşturup oğluna baktı. Paniği, acısı, korkusu hepsi birbirine girmişti. "Murat, kurtulacağız buradan..." Cümlesinin devamını getiremeden bir bağırış kopardı Oya Atahan. Murat yaşadığı şok ve panikten konuşamadı bir an.

Aracın sağ kısmı, soluna göre biraz daha yukarıdayken başının döndüğünü ve midesinin bulandığını hissetti. Kurtulmak için çırpınan annesine, girdiği şoktan dolayı bomboş gözlerle baktı. Yüzündeki kan üzerindeki montuna doğru damladığında gözleri dehşetle açıldı. Sonra tekrar annesine baktı. Annesinin başının sol tarafındaki yarayı ve sol kolundaki derin kesiği gördü. Kan kokusu tüm arabayı kaplamıştı. Annesinin kot pantolonunun da kanla kaplandığını gördüğünde "Anne!" diye bir bağırış kopardı.

O sırada kendi tarafındaki kapının zorlandığını işitti. Sesler kulağına çok uzaktan geliyordu sanki. Neler olup bittiğini algılayamıyordu. Sadece defalarca anne diye tekrarladı durdu. Oya Atahan doğum sancıları çekerken yaşadığı acıdan dolayı aklını kaybetmek üzereydi. Çok fazla kan vardı. Bilincinin kapanmasına karşı son mücadeleleri veriyordu. "Murat..." diyebildi dişlerini dudağına geçirmeden hemen önce. Şiddetli ve dayanılmaz bir sancı daha. Kendisini oldukça sıkmasına rağmen bir bağırış daha.

Mehmet Atahan, boyunun biraz yukarısında kalan kapıyı açmak için bir kez daha zorlarken hayatında belki de ilk defa bu kadar panik içerisindeydi. Kendi veliahtının, ölmesine sebep olursa? Kafasında binlerce kez bu düşünce dolandı durdu. Atahan kanı taşıyan öz oğullarının katili olursa? Yukarısında kalan yola çaresizce baktığında tek bir tane bile araç geçmiyordu. Tek bir Allah'ın kulu bile yoktu. Şehir dışında kalan bu köy yoluna benzeyen yerde insan ne arardı zaten? Karısının kaza yapmasına sebebiyet veren araç da karşısındaki aracın yoldan çıktığını görünce gaza basıp gözden kaybolmuştu.

Henüz doğmamış olan oğlunu kurtarmalıydı. O tek umuduydu. Murat da vardı tabi. Hiçbir Atahan'ın katili olamazdı o, hele ki öz oğullarının katili asla. Oysa iki oğlunun da ruhlarının katili olacağını bilmiyordu ya da idrak edemiyordu. Bugün ne umutların öleceğini bilmiyordu Mehmet Atahan. Bugün kaç ruhun cesede döneceğini bilmiyordu. Veliahdı gördüğü Onur Atahan'ın hiç doğmamış olmayı dileyeceğini, bu kazada, bu arabada annesinin karnında ölmeyi dileyeceğini bilmiyordu.

Murat'ın tarafındaki kapıyı açabildiğinde karısının bağırışları kulağına daha net bir biçimde doldu. Arabanın içindeki vahşetin tam o anda farkına vardı. "Doğum başladı," dedi karısı çaresiz bir bağırışın ardından. Yutkunamadı bile. Kanlar içerisindeki karısına baktığında bir an ne yapacağını bilemedi. "Oğlum..." diyebildi karısının karnına bakarken. "Ama daha bir aydan fazla vardı..." Kendi söylediklerini kendisi duyuyor muydu emin değildi. Gökyüzünden düşen yağmur damlaları tenine değerken saniyeler süren şokun ardından karısının bağırışlarını duydu tekrar. Murat'ı çıkarmasını söylüyordu. Hemen yüzünün yanında kalan kapının yanındaki oğluna ilişti gözü. Yüzü bir cesedin teni gibi bembeyazdı, bu beyazlığı yüzünün sol tarafındaki kırmızılık bozuyordu. Gözleri aynı noktaya sabitlenmişti ve gözü açık ölmüş bir ölüyü andırıyordu. O denli hayat belirtisi yoktu. Kollarını uzatarak bedeni hızlıca sarstı ve "Murat!" diye bağırdı.

Çıktığı taşın üzerinde biraz daha uzanarak bir seferde emniyet kemerini çözdü ve kucağına doğru çekti Murat'ı. Diğer oğluna giden yol önce Murat'ı kurtarmaktan geçiyordu. Eşinin bağırışları kulağını tırmalarken ne yapacağını şaşırmış vaziyetteydi, soğukkanlılığını kaybediyordu. Murat'ı yere oturttuğunda oğlu sadece "Annem," diyebildi dudakları titrerken. Ona laf anlatacak vakti olmadığından hızlıca yan koltuğa doğru bedenini uzattı ve karısının karnını acıtan, sıkışan emniyet kemerini açmaya çalıştı. "Dayan oğlum," dedi karısının acı çekmesini o kadar da umursamazken. Fakat bağırışları o kadar kafa tırmalayıcıydı ki, "Yardım edecek bir Allah'ın kulu yok," dedi ona bakarak. Sanki yardım istediği için bağırıyormuş gibi. Tüm kuvvetiyle kemeri çekiştirdiğinde sonunda açabilmişti. "Bağırmalarını kimse duymuyor. O yüzden sık dişini biraz." Kanlar içindeki bedeni hızlıca kucağına aldığında ani hareketin etkisiyle bir kez daha acıyla uyuştu genç kadın. Diri diri, derisini yüzüyorlardı sanki. Ya da onu kavurucu bir ateşin ortasına atmışlardı. Boğucu bir sıcak ve kanı hissediyordu. Acıyı hala hissediyordu, son ana kadar hissedecekti de. Ama doğum başlamasına rağmen bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyordu. Bebeği hissetmiyordu bile. Kordon dolanması ya da benzer bir şey aklına düştüğünde açık tutmakta zorlandığı gözleri kapandı.

Yaşadığı acıdan bilinç ile bilinçsizlik arasında gidip geldiğinde dayanabilecek gücü kalmamıştı, tüm gücünle ıkınmayı denemişti ama artık bilincini kaybetmek üzereydi. Oya Atahan bebeğin de kendinin de hastaneye kadar yetişemeyeceğinin farkındaydı ne yazık ki.

"Daha doğmasına vardı oğlumun, bir bebeği bile taşıyamadın. Nasıl bir lanete bulaştım ben?" Arabadan aşağıya doğru yavaşça atlamaya gayret gösterdiğinde karısının feryatlarına karşılık hızlıca etrafına bakındı. "Hastane uzak buraya... Ne yapacağım?" Kendi kendine sağı solu tararken karısı başını güçlükle kaldırıp oğluna bakmak istedi ama kımıldayamadı bile. Doğum sancılarıyla haykırırken bu doğumu gerçekleştirecek gücü yoktu. Eti sökülürcesine acı duyuyordu, kasılmaları çok sıklaşmıştı. "Oğlum da ben de ölüyoruz," diyebildi. Kendi sesini bile çok uzaktan, sanki metrelerce uzaktan duymuş gibiydi. "Sen ise... Kendi oğlunun katili... Katili olarak yaşayacaksın,"

"Öyle bir şey olmayacak!"

"Murat'ı... Senden kur... Kurtaramadım."

Mehmet Atahan buraya en yakın çiftlik evini fark ettiğinde doğuma yardım edecek birilerini bulduğu için, kucağındaki karısıyla beraber hızlıca o eve doğru koşturdu. Arkasındaki oğlunu o an unutmuştu, aklındaki tek şey bu bebeğin yaşamasıydı. Yaşamalıydı ne pahasına olursa olsun, yaşayacaktı da.

Murat'ın, annesinin götürülmesiyle aceleyle onların peşinden koşturduğunu bile fark etmemişti. Arkalarından ağlayarak geliyordu. Başı dönüyordu, birkaç kez sendelemişti. "Annecim," dedi kalbini saran büyük acı eşliğinde. Güzeller güzeli annesinin her yeri kanla kaplanmıştı. Çok korkuyordu Murat, hayatında hiç korkmadığı kadar çok korkuyordu. İçindeki o kötü his kalbini söküyordu sanki. Başının acısını hissetmiyordu bile. Ne kadar koşarsa koşsun hiç geçmeyecek korku, panik ve acı düğümlenmişti tam göğsünün ortasına. Annesiyle gidecekti onlar buradan, farklı bir hayatları olacaktı, her şey başka olacaktı. Olamamıştı.

Soluğu kesilmişti babasına yetişebilmek için hızlıca koşarken. Nefesleri tıkanmıştı, göğsündeki korku sıkıştırmıştı minik yüreğini. Ayağı bir kez taşa takıldı ve yere düştü. O acıyı hiç hissetmeden ellerinden güç almaya çalışarak ayağa kalktı Murat. Annesi için ayağa kalktı. Ona sarılmak istedi. Onu öpmek istedi, o güzel kahverengi saçlarına dokunmak istedi. Bala benzeyen gözlerinin güldüğünde kısılmasını görmek istedi tekrar. O sadece, annesiyle birlikte babasının onları hiç bulamayacağı bir yerde ışın kılıcıyla savaş kazanmak isteyen, sonra da annesinin kucağına sığınmak isteyen küçük bir çocuktu. İnsanlar büyüyünce anneleri ölürdü, o hep korkmuştu büyümekten, sırf annesine bir şey olmasın diye. Peki ya şimdi? O kadar büyümüş müydü ki?

Bir 27 Nisan günüydü. Murat bugünden her daim nefret edecekti. Sağanak yağışlı o gün, hiç ıslanmadığı kadar ıslanmıştı o yağmurda. Murat, bir daha tüm yağmurlardan da nefret edecekti. O çiftlikte annesinin son haykırışlarını duymuştu; tüm umutlara, dünyanın en güzel şarkılarına, tüm güzel sözlere kulaklarının kapandığı andı o an.

Annesi ölmüştü, bir bebeğin yaşaması uğruna. Mehmet Atahan'ın bebeği yaşatması için nasıl haykırdığını duymuştu bir kadına. Annesini hiç umursamamıştı. Annesinin haykırışlarını, çığlığını, feryatlarını, acısını biraz bile umursamamıştı. Annesini öldürecek o canavarın yaşamasını istemişti o sadece.

Yağmurlu bir 27 Nisan günü, Onur Atahan bir vahşetin ortasına doğmuştu. Oğullarıyla umutları olan, genç annesini öldürdüğünden habersizdi. Hayatını zindan edecek, ruhu hastalıklı bir babasının olduğundan habersizdi. Umutlarının hepsinin o gün öldüğü, çocukluğunun katledildiği, merhametini, sevgisini her şeyini yitiren ağabeyinin ondan her daim nefret edeceğinden habersizdi.

Onur Atahan, hayata diğer tüm herkesten daha şanssız başladığını da bilmiyordu. Bilseydi, asla bu hayata açmak istemezdi gözlerini. Zaten hep arzulamamış mıydı bir gün bitmesini?

Doğduğu andan beri ruhu yara almış bir bebek doğdu o gün. Ama bir anne öldü, bir çocuk öldü, umutlar öldü, hayaller öldü.

21 yıl önce bir 27 Nisan günü sadece Onur Atahan doğmadı, bambaşka bir Murat Atahan da doğdu. Şüphesiz ki bu kez intikam için, bu kez bir daha acı çekmemek için, bu kez asla bir daha kaybetmemek için. Merhametini, sevgiyi, zayıflığı, tüm kayıplarını, tüm acılarını o günle beraber kalbinde yakıp yok etti. Hala bir kalbi var mıydı ki?

Ama hatırlardı, her yıl bugünde tüm acılarının hala kalbinde yerli yerinde durduğunu hatırlardı. İşin kötüsü son iki yıldır suçlayacak ne babası ne de kardeşi vardı. Murat Atahan, kendi cehenneminde yapayalnızdı.

***

Viskiyi elindeki bardağa tekrar doldururken gözlerini önündeki alevlerden ayırmadı. Hava oldukça güzel olmasına rağmen yaktığı şöminenin önünde bir bacağını uzatmış, diğer bacağını dizinden kırmış bir şekilde oturuyordu. Bardağı dudaklarına götürüp kafasına hızlıca dikti. Bir defada bitirdiğinde elinde boş kalan bardağa baktı. Son yarım saattir, kendini boş bir bardakla özdeşleştirdiğinden bu duruma bir an alaycı bir ifadeyle gülmek istemişti. Ama onun yerine bir bardak daha doldurdu kendine. Bu kez küçük bir yudum alıp başını geriye doğru attığında yakıcı sıvıyı boğazında hissetti. Gözlerini kapattığında bugün hep olduğu gibi aynı yüzü gördü yine. Kahverengi omuzlardan dökülen saçlar, bal sarısı gözler, çoğu zaman gülümseyen o sevimli yüz...

"Bambaşka bir hayat derken... Bunu mu kast etmiştin anne?" Gözlerini açtığında hızlıca bakışları etrafı taradı. Sonra bardağı dudaklarına tekrardan yaklaştırdı ve bu kez büyük bir yudum aldı. Yaşadığı zulümleri hatırlatan bu evi çoğu kez yakmayı, tutuşturmayı düşündüyse de aynı zamanda annesini hatırlatan tek yerdi burası. Bir yanı hatırlamak istemiyordu onu acıtan şeyleri, annesini de geçmişe gömmek istiyordu. Ama hiç kimse sevmemişti onu hayatı boyunca. Onu seven tek insandı annesi. İşte bu yüzden bazen onu hatırlamak, anıları canlı tutmak isterken buluyordu kendini. Oysa üzerinden yıllar geçen anılara tutunmak daha can yakıcıydı.

Ama bugün sadece annesini hatırlatmamıştı ona, kardeşini hatırlamıştı, Onur'u. Hayatta olsaydı bugün 21 yaşında olacaktı. Bunu düşünmesiyle birden bir yumru oturdu boğazına. O kadar hızlı bir acı gelip gitti ki ne olduğunu kendisi bile anlamamıştı. Özlem miydi bu? Her zaman nefret ettiği küçük kardeşini özlemiş miydi?

Her doğum gününü zehir etmişti, istisnasız her doğum gününü... İlk doğum gününde acısı çok tazeydi, babası uyumsuz davrandığı için sürekli onu evin bodrumuna kapatıp dayak atıyordu. Günlerce bırakıyordu onu orada karanlıkta. Karanlıktan nasıl korktuğunu bildiği halde hem de. Evdeki hiçbir çalışan Mehmet Atahan'dan ölesiye korktuğu için gıkını çıkaramıyorlardı bu duruma. Bir kez karışmak isteyen, yemeklerin yapan bir kadını, diğer çalışanlar elinden almasa parçalayacaktı o manyak. O vakitten sonra da kimse bu zulme dur demeye cesaret edememişti. Kimse Murat'a yardım edememişti. Babası onu oradan çıkarmaya kendisi karar verirdi. O doğum gününde de aile dostlarına gösteriş amaçlı onu çıkarmış ve aklı başında iyi bir babayı gayet de güzel oynamıştı. Evdeki karmaşadan yorulan küçük kardeşinin beşiğe yatırıldığını gördüğünde ise ondan kurtulmak ve babasından intikam almak istemişti. Bu yüzden bastırmıştı yastığı yüzüne. Ortalıkta veliahdım diye dolandığı o küçük canavarı yok etmek istemişti. Annesinin katiliydi ikisi de. İçindeki acı, kin, nefret bedel ödetmek istemişti. Bakıcı durumu fark ettiğinde... Murat'ı öldüresiye dövmüştü babası. Bir hafta hastanede yatmıştı, her yeri sızlayan yaralarla doluydu. Ama en çok kalbi acımıştı. Çünkü babası hiçbir Atahan'ı öldürecek kadar gözden çıkarmayacağını söylerdi hep. Ama onu, öz oğlunu gözden çıkarmıştı. Kim için? Annesini öldüren o küçük canavar için. Ona bir şey olmasın diye öldürmek istemişti Murat'ı, ona bir şey olmasın diye hayatını zehir etmişti. Baba sıfatını hak etmeyen ruh hastası, o zamanki sevgilisinin akıl vermesiyle de hastaneden çıkar çıkmaz Murat'ı yatılı okula göndermişti.

Onur'un astım olması için Murat'ı suçlamıştı babası, oysa doktorlar da bunun yaşanan erken doğumdan akciğerleri tam gelişmediği için olduğunu söylemişti defalarca. Kendi bildiğine inandı hep. Umutla beklediği veliahdının da zayıf, güçsüz bir bebek olması hayatın ona yaptıklarının karşılığını verme şekliydi.

Bunları düşünmek içindeki sızlayan acıyı yok etmedi. Ona düşman gibi bakmıştı yıllarca, intikam alacağı günü beklemişti, nefret etmişti. Her 27 Nisan'da çektiği acıyı o da iliklerine kadar hissetsin istemişti. Ama şimdi... Geçen yılki gibi Onur yoktu. Niye böyle bomboş hissediyordu?

Onun ölümüne yıllar boyunca üzüleceğini aklının ucundan geçirmezdi ama iki yıldır derinde bir yerde taşıyordu bu acıyı. Pişmanlık doluydu ona karşı. Telafisi mümkün olmayan suçluluklar sarıyordu etrafını. En azından bugün öyleydi. Bugün dibine kadar hissediyordu o keşkeleri. Dilinin ucuna kadar geliyordu ama söyleyemiyordu. "Keşke yanımda olabilseydin," Diyemiyordu. "Keşke her şey bambaşka olabilseydi." Diyemiyordu. Kafasında dönüp duruyordu her bir yakıcı cümle ama dilinden dökülmüyordu. Çocukluğunu kurban ettiği, annesini kurban ettiği yetmemiş gibi sadece bir kez sarılabildiği, bir daha hiç tanımaya fırsatı olmayacağı bir kardeş kurban etmişti bir de.

Belki sevmeyi denememişti onu, belki de sevmediğini sanıp avutmuştu kendini yıllarca. Alışmıştı yine de onun varlığına; ondan nefret etmeye, onu suçlamaya, onunla yarışmaya. Ne yaparsa yapsın hep ondan ilerideydi. Ne kadar her şeyde iyi olmaya çaba harcarsa harcasın, Onur hiçbir şey yapmadan bile ondan daha ilerideydi her zaman. 

Bardaktaki son yudumları bir kez daha kafasına dikti ve başını tekrar dik konuma getirip şömineyi izlemeye başladı. Odunları tutuşturan o alevleri... Her şeyi tutuşturabilecek bu ateşin, içindeki yakıcı acıyı da yok etmesini bekledi. Acıyı hissetmemeye yemin etmişti o yatılı okulda. Görmüştü ki zalim olursa hayatta kalabilirdi. İsminin yanına soyadı geldiğinde insanlar saygı göstermeye başlamıştı ona. Murat Atahan, her şeyi elde edebilecek, başarabilecek biriyken, soyadı olmayan Murat ise bir hiçti. Kendi cehenneminde onu çevreleyen yalnızlığında boğulan bir hiç...

"Niye buraya geldin?" diye sormuştu gözlerini annesinden almış kardeşine. İki yıl öncesiydi, Onur'un ölümünden birkaç ay önceki son doğum günüydü. İstanbul'da olduğunu ve buraya en azından bugün gelmeyeceğini sanıyordu. Şöminenin önünde yine böyle oturmuş, aynı şekilde içkisini yudumluyordu. Onur, ağabeyinin yanına gelip yere çöktü, bağdaş kurup oturduğunda "Duydum ki bugünü zehir etmek için gelmiyormuşsun İstanbul'a. Bu kötülüğü ikimize de yapamazdım. Madem sen gelmiyorsun, ben geleyim dedim." Diye konuştu alaycı bir ifadeyle. Babası ve abisi gibi adamlarla yıllar geçirince Atahan alaycılığını ona da bulaşmıştı.

Murat derin bir nefes verdikten sonra başını hafifçe sağa çevirdi ve umursamaz bakışlarını kısa bir süre Onur'un yüzünde gezdirdi. "Sevgili baban parti düzenlemiyor mu? Ya da vermesi gereken bir hisse vardır? Aile dostlarıyla kutlama da yapmıyorsunuz? İlginçmiş."

Onur, kısılan gözlerini ateşe dikmişken burada hiçbir şey konuşmadan saatlerce oturmak, tüm gerçeklerden sıyrılmak istedi. Tüm her şeyi arkasında bırakmayı, Atahan lanetinden sıyrılabilmeyi, normal bir hayatı olmasını istedi kısacık bir an. Murat'ın alaycı ve aşağılayıcı ifadesinin üzerinde durmadı çünkü buna zaten yıllardır alışmıştı. Mehmet Atahan'dan sevgili babası diye söz etmesi, tüm yaşananlardan sonra içindeki zapt edemediği öfkeyi tüm bedeninde hissettirdi tekrar. "Özge ile konuştum, doğum günümü kutlamak için aramış ama öyle olmadığını o da ben de biliyorduk. " Ses tonundaki öfkeyi Murat da fark etmişti elbette. Fakat herhangi bir tepki vermeden bardağı dudaklarına götürdü.

"Bana neden mahkemede sizi savunduğumu sordu. Ilgaz'ın çok kötü bir halde olduğunu, onu daha önce hiç böyle görmediğini söyledi. Ağlıyordu, sen yalan söylemezsin dedi. Gerçekten anlat bana o odada neler olduğunu, anlat ki Ilgaz'a gerçekten yardım edebileyim, dedi."

Parmaklarını alnına yerleştiren Murat, bir iki kez alnını ovuşturdu. Onur'un söylediği tüm bu şeyler boş lakırdıdan daha fazlası değildi onun için. Bugün Ateşoğlu ailesiyle uğraşacak zamanı gerçekten yoktu. Onur kendisini kışkırtmak için yapıyordu belki de. Hiçbir şey, hiç kimse zerre umurunda değildi ama yine de sordu. "Sen ne dedin peki?"

Onur güldü bu kez. Samimiyetten uzak da olsa tüm alaycılığıyla güldü. Başını geriye yaslarken siyah dalgalı saçları alnına dökülmüştü. "Hep yaptığımı yaptım," dedikten sonra gülmesi yüzünde aniden dondu. Şimdi bomboş bakıyordu o kehribar gözleri. "Sustum."

Murat yan tarafındaki sigara paketinden bir tane çıkardığında dudaklarına yerleştirdi ve diğer tarafındaki çakmakla tutuşturdu. Bir nefes çekip ciğerlerine gönderirken gri dumanı, bir elini alnına yasladı. "Mehmet Atahan'ın oğluysan buna alışmak zorundasın," O an gerçekten samimi çıkmıştı ses tonu, sanki gerçekten üzücü bir konu hakkında tavsiye verir gibi. Ortak yaraları olduğunu ilk kez mi görmüştü gerçekten? Bilmiyordu. Hele o lanet günün yıl dönümünde hiçbir şeyi bilmiyordu.

"Onun oğlu olmak istemedim hiçbir zaman, senin aksine ben hiçbir zaman lanet olası bu soyadını istemedim! Onun kanlı ellerine bulaşmış bu mal varlığının tek kuruşunu istemedim! Ruhumu feda etmedim ben tüm bu pisliğe karşı! Damarlarımdaki akan pis kanın her zerresine karşılık olmak istediğim kişi olmaya çabaladım ben."

Murat'ın yüzünde acı dolu bir ifade belirdi. Sanki bunları söyleyen kardeşi değil de on yaşındaki o çocuktu, tüm umutları öldürülen, varlığını git gide kafasından, kalbinden söküp attığı o çocuk. Sanki dudaklarından dışarı verdiği o dumanda karşısında belirmişti. O da istememişti. Hiçbirini istememişti; ne böyle biri olmayı, ne bu kirli mal varlığını, ne de ruhunu feda etmeyi.

"Ben de istememiştim." dedi dürüst davranarak. "Ne zamandı? O kadar uzun zaman olmuş ki hatırlayamıyorum. Dur, bir dakika... Şimdi hatırladım, ne zamandı biliyor musun? 19 yıl önce bugün... Sanırım tüm inançlarım o gün yerle bir olmuştu. Merak etme alışırsın, alışıyorsun. Olmak zorunda olduğun adama dönüşürken geride bıraktığın Onur'u bir zaman sonra hatırlamak istemeyeceksin bile."

"Sen kendini böyle mi avuttun Murat? Böyle mi yok saydın seni acıtan geçmişi? Şu koskoca evdeki yalnızlığına böyle mi çare bulabildin? Yok sayarak mı? Bir kalbin olmadığına kendini inandırarak mı? O halde neden acıyor canın? Neden acıdığı kadar acıtmak istiyorsun bir başkalarını? Neden bugün koskoca Murat Atahan, bir şöminenin başında içiyor, neden annesinin ölümünden dolayı dağılmış durumda ? Söylesene, her halta yarıyor bu soyadımız da yalnızlığımıza neden çare bulamıyor?"

"Böyle avunsam ne değişecek? Yok saydıysam ne değişecek? Geri gelecek mi? Ben tüm bunlara direndiğimde, tüm yolları denediğimde sen her şeyden habersiz beşiğinde babanın veliahdı ilan edilmiş bir bebektin! Beni karanlık bir bodruma kilitleyip sayısız kez dövdüğünde avunacak hiçbir şeyim yoktu. Sırf sen rahat rahat yaşa diye ben bir yatılı okulda yıllarımı heba ederken, tüm o zorbalara karşı hayatta kalmak için mücadele verdim. Acımak ve acıtmak hakkındaki tecrübelerimi kendinle kıyaslama bile. Ben üvey evlatmışım gibi dış kapının mandalı muamelesi görürken sen pohpohlanıyordun! Ne oldu? Bunca yıldan sonra baban senin canını yaktı, zoruna mı gitti? Ağır mı geldi kaldırması? Gözden çıkarılmayı hazmedemedin mi? Hep en iyi durumlarla sınandın Onur, hep en iyilerle! Şimdi ilk kez zor bir durumla sınandın diye, biz seninle aynı olmuyoruz. Sen hayatımı çaldın benim, annemi aldın, çocukluğumu aldın, geleceğime dair ne varsa hepsini o babanla birlikte söküp aldın! Bunca yıl tüm bunlar vicdanını sızlatmadı da hiçbir şeyimiz olmayan bir adamın babası öldü diye mi vicdanın sızlıyor?"

"Beni suçlayacağın kısma ne zaman geçeceğini merak ediyordum, ben de. Bilirsin, her yıl aynı şeyleri duyunca, bu yıl duymasam senem garip geçerdi kesinlikle."

"Duydun, eh git artık o zaman?"

Murat oturduğu yerden tek seferde ayağa kalkarken, sigarasını şömineye fırlattı ve üzerindeki kırışmış gömleği düzeltti, öfkesi içinde fırtınalar yaratırken dışarıdan görünen derin bir sükûnetti. Önüne gelen siyah saçlarını hızlıca yatırdıktan sonra, Onur'a son kez bile bakmadan, alkolden dolayı biraz sersemleşmiş adımlarıyla merdivenlere doğru yöneldi. 

"Bir kez olsun..." Arkasında duyduğu ıstıraplı çıkan ses tonu işittiğinde merdivenlerin başında duraksadı. "Bir defa da olsa, iyi ki doğmuşsun demeni bekledim hep. Siktiğimin her haltından daha imkânsız biliyorum! Yıllarca aynı çukurun içinde debelendim, sen babamın çaresizce seni görmesini beklerken ben hep senin beni görmeni bekledim! Annemin ölmesini ben istemedim, ben seçmedim, gör istedim! Görmedin! Babamın beni, senden üstün tutup beni varisi ilan etmesini ben istemedim, görmedin! Seslendim sana, sesimi duyurmak istedim. Her defasında kapadın kapıları yüzüme. Senin hatıralarında da olsa aklında, kalbinde yer eden bir annen vardı. Benim içime her zaman suçluluk duygusunu yerleştiren, kokusunu, sesini hiç bilmediğim tek bir fotoğrafımızın bile olmadığı anne diyemediğim ölmüş bir kadın vardı. Sanki o sadece hep senin annenmiş, onu sadece sen sevmişsin gibi benim sevmeye, ondan bahsetmeye hakkım yokmuş gibi davrandın. Sesimi duyabilecek, beni içinde bulunduğum cehennemden kurtarabilecek bir sen vardın. Sen kılını bile kıpırdatmadın."

Murat elini merdiven tırabzanına yaslarken güç almak istercesine biraz daha sıktı orayı. Ne ileri adım atabildi ne de geriye. Olduğu yerde donup kaldı. Kardeşinin isyanı defalarca kafasında yankılandı durdu. Belki bir şeyler söylemek istedi, konuşabilmek... Yutkunmaya çalıştı. Öyle yorgun hissediyordu ki, tüm 19 yılın yorgunluğunu bir anda sırtlanmış gibi bir yük hissetti omuzlarında. Ne söylemek istediyse, her biri kafasından geçenler yanında eksik kaldı. Sustu o yüzden. İyi ki varsın, demeyi geçirdi bir an kafasından. Gerçekten, saniyelik bir düşünce de olsa bir an söylemek istedi. Bir yanı inanmadı ama. O lanet gün için nasıl şükür edebilsindi ki? Nasıl iyi ki doğmuşsun diyebilseydi? O vahşete gözleriyle tanık olmasa bir ihtimal vardı belki. Ama gözlerinin önünde kaybetmişti annesini. O kazayı, annesinin çığlıklarını, çektiği acıyı, ondan sonra mahvolan hayatını nasıl yok sayabilirdi? O yüzden diyemedi. Ve ne yazık ki o doğum gününün son şansı olduğunu da bilmiyordu. 

"Murat?"

Duyduğu sesle iki yıl öncesine ait görüntüler kafasında dağılırken irkilerek başını kaldırdı ve ne zaman yumduğunu bilmediği gözlerini açtı. Özge, siyah sade bir elbise giymiş, üzerine de kısa, siyah bir mont geçirmişti. Kestane kahvesi saçlarını atkuyruğu yaptığı için pırlanta taşlı inci küpeleri ilk bakışta dikkat çekiyordu. Murat'ın aldığı küpeler...

Kucağında tuttuğu iki beyaz gül demetine gözleri iliştiğinde ne olup bittiğini anlayamamıştı Murat Atahan. Birkaç gündür konuşmamışlardı bile, hatta ona illa nişanı atmak istiyorsa seçimin sonuçlanmasını beklemesini bile söylemişti. Şimdi niye gelmişti, elinde güllerle üstelik?

Elinden destek alarak yerden kalktığında her tarafının tutulduğunu yeni fark ediyordu. Bir eliyle boynunu ovuştururken, "Burada ne arıyorsun?" diye sordu ifadesiz tutmayı başardığı sesiyle.

Bir saat öncesinde annesiyle hararetli bir tartışma yaşadığını, ağladığını o an kimse fark edemezdi Özge'nin. Gözleri uzun zamandır hep olduğu gibi donuk, soğuk ve ifadesizdi. Ama yine de tebessüm etti ve elindeki güllere baktı. "Kabristana uğrayacağım, Onur'u ziyarete. Aynı zamanda anneni de. İkisi için de gül aldım. Belki sen de gelmek istersin, diye düşündüm. En azından mezarını ziyarete giden bir abisi olduğunu bilir ya da görürse mutlu olabilir Onur." Gözleri aniden dolunca bakışlarını yere eğdi ve elindeki beyaz güle baktı tekrar. Hayatta olmayan arkadaşının yokluğu bir kez daha acıttı canını. Türlü keşkeler sıralayabilirdi o da Murat gibi ama hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini kabullenmişti artık.

Sanki aralarında yazısız bir kural varmış gibi ikisi de o günden söz etmedi. Murat'ın, Ilgaz'ı öldürmek için evden apar topar çıktığı, sonrasında da vazgeçtiği gün. Arya'yı evine yollamış ve o yazıyı yazdırmıştı. O gece ettikleri kavgadan sonra nişanı atabileceğini ama bunun ancak seçim sonuçlarından sonra olacağını söylemişti Murat. Göz göze geldiklerinde ikisinin de aklından son kavgaları geçiyor olmalıydı. İlk gözlerini kaçıran Özge oldu.

"Niye benim bir canavar olduğumu söyledikten sonra bana geldin Özge?" Koltuğa doğru ağır adımlarla yürüyüp koltuğun üzerine uzanıp ceketini aldı. Sessizlikte çıtırdayan odunların sesi şömineden duyulurken ceketini üzerine geçirdi. Kabristana gitmeyi kabul ettiğini gösteriyordu bu. Eliyle yakalarını düzeltirken göz ucuyla nişanlısına baktı. Başını kaldırmadan elindeki güllere bakıyordu hala. "Çünkü..." diye güldü dudaklarına alaycı bir gülüş peyda olurken. "Senden başka gidecek hiçbir yol bırakmadın."

"Aksine... Her zaman bir başka seçeneğin daha vardı. Onu seçenekten saymaman olmadığını anlamına gelmez."

Başını salladı Özge, dudaklarını birbirine bastırdığında dudakları düz bir çizgi haline geldi. Gülümsedi tekrar gözlerindeki soğukluk zerre azalmazken. "Senin gibi mi?"

Murat duyduğu sorunun gerçekliğiyle tüm geçmişini o an tekrardan sorguladığında Özge elindeki güllerle kapıya doğru sakin adımlarıyla ilerlemişti. Murat'ın hala olduğu yerde dikildiğini, dalmış olduğunu fark ettiğinde söylediğinin tesir etmesine sevinebilirdi. Ama hiçbir şey hissetmedi. Fakat tam aksine, bugün sanki hiç ağlamamış, tüm kapılar suratına sanki hiç kapanmamış gibi içten bir şekilde gülümsemeye çalıştı. Elinin birini istemsizce pırlanta küpelerinden birine gitti. "Gelmiyor musun, hayatım?"

21 yıl önce bir Murat Atahan doğmuştu devrildiği yerden. Bir intikama tutundu, nefrete tutundu. Tüm acılarını, merhametini közledi kalbinde. Bir seçim şansı var mıydı bu adam olmamak için? Tüm duyguları çekip çıkarılmışken, tüm inançları yerle bir edilmişken başka biri olmak için şansı var mıydı? Vardıysa da bilmiyordu, o seçeneği seçenekten saymadığı için muhakkak. Ama şimdi gözlerinle içtenlikle bakmaya çalışan ama onu sevmeyi bile denemeyen kadına baktığında ne kadar yalnız olduğunu fark etti Murat Atahan. Onu gerçekten bir annesi sevmişti. Bir de debelendiği çukurda onu sevmesi, onu duyması için yalvaran bir kardeşi vardı bir zamanlar. Ölmeden önce ne olursa olsun onu her zaman sevdiğini söyleyen kardeşi... Şimdiyse bu cehenneminde yapayalnızdı. Tamamen yapayalnız...

Kurtuluşuna dair tek bir umut varsa da onu kaybettiğinin farkındaydı. Masum hayalleri olan, doğduğunda iyi olan bir çocuğun kötü adama dönüşmesinin hikayesiydi belki de onunkisi. Sahte hayatına kaldığı yerden devam etmeden önce 21 yıl boyunca hiç söylemediği o cümleyi sarf etti ve geç kaldığını bilmek gerçekten acıttı. "İyi ki doğmuşsun Onur,"

Bu bölümü yazarken içimde hep bir burukluk vardı.Onur, Murat ve geç kalınmışlıklar... Zorlandım bu yüzden. Hikayedeki tarihe göre Onur'un doğum günü gelince özel bir bölüm yazdım fakat tabi 31. bölüm Arya ile devam edecek. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Oylara bir el atsanız, şu içi burkulmuş yazarınızı gülümsetseniz bi... Oylamadığınız bölümler falan varsa oylasanız falan nasıl sevinirim nasıl.. Aradığım Arya'ya o moralle ulaşabilirim belki. Bu bölüm ile ilgili fikirlerinizi çok merak ediyorum, gelecek bölümde görüşmek üzere o zamaaan, öpüldünüz. 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro