Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

9. BÖLÜM: "BENİMLE MİSİN?"


Bölüm şarkısı: Alan Walker | Faded

İlham perilerinin bana hiç de yardımcı olmadığı bir bölümdü. O değerli yorum ve görüşlerinizi bekliyorum. Yeni bir bölüm için motivasyona ihtiyacım var, sizleri seviyorum.

9. BÖLÜM: "BENİMLE MİSİN?"

Sabah alışkın olmadığım bir aydınlığın odaya vurmasıyla uyandım. Göz kapaklarımı rahatsız eden bu aydınlık hissi dışarının bembeyaz olmasından kaynaklanıyordu. Kar göz kamaştırıcı bir aydınlık sunuyor olmalıydı. Kafamı kaldırıp açılmış panjura lanet ederken yarı açık, yarı kapalı gözlerimle kapatmaya uğraştım. Karanlığa ihtiyacım vardı. Dolayısıyla uykuya. Kesinlikle sabah insanı değildim.

"Hadi kalk uykucu, kahvaltı edeceğiz." Sabahları genellikle bana bunu söyleyen Feray olurdu lakin bu seferki ses çocukluk arkadaşım Beyza'ya aitti. O an neler olduğunu ve dünü hatırladım. Dün gece doğru dürüst uyuyamadığım için gözlerimi bile zar zor aralayabilmiştim. Onu başucumda dikilirken buldum, sanırım panjuru açan oydu. Başımdaki keskin ağrıdan dolayı ellerim alnıma gitti ve bir esneme eşliğinde doğruldum. "Saat kaç?"

"On bir," diye cevapladı beni. Beni bıraksanız bugün akşama kadar uyurdum fakat bunun olmayacağını biliyordum. Burası evim değildi. Babamın evini ayrıldıktan sonra bu kadar sahipleneceğim de aklıma gelmezdi.

Üzerimden tır geçmiş gibiydi, kolumu oynatmaya bile isteğim yoktu sanki. Vücudumdaki ağırlık mı ruhumdaki karamsarlık mı daha kötüydü bilemiyorum. Baş ağrım da huysuzluğumu iki katına çıkarıyordu. "Rahat uyuyabildin mi?"

"Evet." Diye bir yalan söyledim. Sabaha kadar uyuyamadığımı ve Serkan'ın tehdidinin kafamda dönüp durduğunu tabi ki söylemedim. Sonrasında Beyza hep birlikte Doruklar'da kahvaltı edeceğimizi söyleyerek odadan çıktı ve ben de bir süre daha boş boş duvarla bakıştıktan sonra kalktım. Bavulumdan siyah boğazlı bir kazakla gri bir pantolon çıkarıp üzerime giydim. Lacivert bir poları da üstüme geçirdikten sonra telefonumu elime aldım ve odanın kapısına doğru yürüdüm. Yabancı bir numaradan gelen mesaj kapının önünde duraksamama neden oldu.

"Kararını vermek için son saatlerin."

Mesajın Serkan'dan olduğu gün gibi aşikardı. Göğsümün tam ortasına yerleşen kasvetli oyuk saniyeler içinde içimde çığ gibi büyüdü. Ah, tüm benliğimle bunun bir kâbus olmasını diliyordum. Sanki onca insanın arasından bunun benim başıma gelmesi mümkün değilmiş gibi geliyordu. Avcılara, bu kasabaya hiç bulaşmasaydım şu anda sıradan hayatımda babamla bilmem hangi başkaldırmamı tartışır olurduk. Şimdiyse ağırbaşlı, kibar ve başarılı kız kardeşimle tehdit ediliyordum.

Neden sanki aldığım hiçbir nefes bana yetmiyordu?

Defalarca babamı aramayı düşünüp vazgeçtim. Doruk'a söylemeyi sayısız kez aklımdan geçirdim fakat her defasında Feray'ın hayatı üzerine böyle bir kumar oynamanın fazla tehlikeli olduğuna karar vererek vazgeçtim.

Mantığımla duygularım iç içe geçmiş gibiydi, hangisinin doğru karar olduğunu kestiremiyordum.

Üst katımızdaki Doruklar'a kahvaltıya gidene kadar tüm ihtimalleri kafamda birer birer canlandırdım. Tedirginliğim ve paniğim yüzüme ve hareketlerime de yansımış olmalıydı. Belli etmemeye çabaladım lakin ne kadar başarılı olabildiğim tartışmaya açıktı. Doruk kapıyı açtığında Ilgaz'ın da içeride olduğunu görmemle içimdeki panik daha da alevlendi.

Sanki tüm duygular aynı anda vücuduma hücum etmişti: Öfke, çaresizlik, kararsızlık, hüzün.

Lakin niye hüzün duymuştum ki?

Aslında basitti. Ya küçük kız kardeşimi kurtarmak uğruna hiç tanımadığım, sürekli bana hakaret eden bir yabancıyı harcayacaktım ya da Feray'ın zarar görmesine göz yumacaktım.

Kanepede oturan Ilgaz ile göz göze geldiğimizde ne yapmak zorunda olduğumu gerçekten o an idrak ettim. Başka bir seçeneğim yoktu ki aslında. Serkan'ın beni kardeşimle tehdit etmesinden sonra Ilgaz'a ihanet etmeye mecbur bırakılmıştım. Elimde duran telefonu açıp hızlı bir mesaj yolladım. Hiç düşünmeden, başka şeyleri hesaba katmadan, bu kez sorgulamadan. Ve özellikle Ilgaz'ın gözlerine bir daha bakmadan yolladım mesajı. Biliyordum, eğer ki bakarsam engel olacaktı vücudumdaki her bir hücre.

"Ne yapmamı istiyorsun?" diye yazıp gönderdim.

İçimdeki oyuk daha da genişledi bu sefer. Karanlık daha bir katran karasına boyandı içimde. Birkaç defa art arda yutkundum. Sanki alnımda 'hain' yazıyormuşçasına her şey anlaşılacakmış gibi geliyordu.

Doruk anne ve babasıyla beni tanıştırdı onları az buçuk hatırlıyordum fakat kulaklarımdaki uğultudan hiçbir söyleneni doğru dürüst anlamadım. Söylenenleri de işitmiyordum yaptığım hareketleri de algılayamıyordum. Kahvaltı masasına oturduğumda ellerim buz kesmişti. Ilgaz tam karşıma, Orhan amcanın yanına oturdu. Sanki yaptığım şeyi biliyormuş da pişmanlığımı yüzüme vurmak için karşıma oturmuştu. Ona yine bakmamak için bakışlarımı masaya sabitledim.

"Arya'yı gece kulübü konusunda zorladığını duyarsam külahları değişiriz Ilgaz." İsmim geçince ister istemez söylenenlere kulak verdim. Orhan Amca hem bana hem de Ilgaz'a bakarak konuştu ve çatalındaki salam parçasını ağzına attı. "Arya bize Semiha Teyze'nin emaneti. Madem gece kulübünde içki dağıtıp sana olan araba borcunu ödeyecek o halde sen de onun bu kasabadaki güvenliğinden sorumlusun Ilgaz. Yalnız Ilgaz değil hepiniz." Diyerek Beyza ve Doruk'a da baktı. Sözleri net ve uyarır nitelikteydi. İkisi de başlarını salladılar. "Arya'nın başına bir şey gelirse endişelenmeniz gereken tek şey gece kulübü olmayacak." Orhan Amca'nın bu üstü kapalı tehditi beni oldukça şaşkına çevirdi. Burada olduğum için zarar göreceğimden bir hayli emindi. Avcı olayında o da mı var diye düşünmeden edemedim. Ah, kim yoktu ki?

Elimdeki çatalla oynarken tereddütle Ilgaz'ın yüzünü inceledim, gerilmiş gibiydi. Sırtını dikleştirerek sandalyeye yaslandı. "Orhan Amca'nız abartmayı sever," diyerek gülümsedi Nesrin Teyze daha nazik bir şekilde durumu izah ederek. "Arya'ya sadece iyi birer arkadaş olmanızı istiyor, o şimdi buraya yabancı sayılır ona bir zarar gelmesini hiçbirimiz istemeyiz, öyle değil mi çocuklar?"

"Buna izin vermem." Ilgaz'ın soğuk ve kendinden emin çıkan sesi bakışlarımın tekrar ona odaklanmasına neden oldu. Pişmanlığın tohumları içimde filizlenmeye başlamıştı bile. Elimdeki çatalı masaya bıraktım. "Bana, kim, neden zarar vermek istesin?" diye sordum. Onlara Serkan'dan bahsetmemek için kendimi bir hayli zor tuttum. Oysa şu an tam sırasıydı. Fakat yine Feray'ı düşündüm. Onun gülen gözlerini bir daha göremeyeceğimi... Ve buna sebep olanın da kafayı yemiş çocukluk arkadaşım olduğunu bilerek yaşayacağımı... Feray, benim yüzümden zarar görürse babam asla beni affetmezdi. Daha da mühimi ben kendimi hiçbir zaman affedemezdim. Bu hayat boyu taşıyamayacağım bir yüktü.

"Gece kulüplerinde had bilmez birkaç serseri olabiliyor, Ilgaz'ın bu konuda temkinli olmasını istiyorum sadece." Diye açıkladı Orhan amca. Hiçbirinin bana avcı meselesini anlatmayacağını biliyordum. Telefonumun zil sesini işitir işitmez istemsizce zıpladım ve ayağa kalktım. Elimi cebime attığımda o numaranın aradığını gördüm. Korku ve panik tekrar bedenimi ele geçirdiğinde bunu onların da fark ettiğine emindim. "İ-izninizle, babam arıyor." Diyerek onların meraklı bakışlarının arasından sıyrılarak en arka odaya hızlı adımlarla ilerledim ve kapıyı ardımdan kapattım. Telefonu açtığımda Serkan'ın sesi kulağıma doldu.

"Doğru kararı verdin, Arya." Bir sesten bu denli nefret edilir miydi? Hücrelerimde hayat bulan keskin bir öfke ve nefretti. Elime dolu bir silah verseniz tetiğe basabilecek kadar nefret ediyordum Serkan'dan. Oysa dün gece Serkan'ı gördüğümde kâbusum olacağını asla tahmin etmezdim.

"Ne istiyorsun, lanet olası?" diye sessizce konuştum.

"Benden nefret etme lütfen, bu beni üzer. Amacım sana zarar vermek değil, işim Ilgaz'la."

"Öyleyse beni işine bulaştırma."

"Hayır, hayır." Diye itiraz etti. Sesindeki sinir bozucu sakinlikle konuşmaya devam etti. "Yardımın gerekiyor, Arya. Ufak bir yardım. Bizim tarafımızda olduğunu söyledin, değil mi? O zaman ispatla bunu. Tek yapman gereken dediğim yere Ilgaz'ı tek başına ve savunmasız getirmen."

"Bunu ben mi yapacağım?" diye seslice bağırdığımda dilimi ısırarak sesimi alçalttım. Kapı aralığından gelen giden var mı diye kontrol ettim. Bir hareketlilik yoktu. "O asla beni dinlemez." Dedim alçak bir sesle.

"O halde iyi oynaman gerekecek."

"Anlayacaktır."

"Sana ne yapman gerektiğini mesaj atacağım, Arya." Diyerek telefonu yüzüme kapattı. Evet, yüzüme kapattı! Telefonu avucumun içinde hiddetle sıktım. Ellerimle saçlarımı arkaya atıp sakinleşmeyi bekledim. Ne yapacaktım?

Odadan çıktım ve hiçbir şey belli etmemek adına yine yüzüme bir maske yerleştirdim. Masaya geldiğimde Ilgaz da ayaklanmıştı. Canı bir şeye sıkılmış gibiydi. "Kahvaltını bitirdiğinde çıkalım," dedi bana. Fakat yüzüme bakmıyordu. Dün geceden sonra bana laf atmasına bile şaşırmıştım.

"Bitti zaten," diyerek Orhan Amca ile Nesrin Teyze'ye baktım. Zoraki bir tebessüm ettim inandırıcı olmasını umarak. "Görüşmek üzere, kahvaltı için teşekkürler. Sizi yeniden görmek güzeldi." Dedim.

Sonra da montumu ve çantamı almak üzere alt kata indim. Hazırlanırken diken üstünde gibiydim, gözüm sürekli telefona kayıyordu. Ben, Beyza, Doruk ve Ilgaz kulübe gitmek üzere Ilgaz'ın arabasına bindik. Bu arabaya her bindiğimde başıma açtığım dertler çığ gibi büyüyordu. En başında bu arabaya hiç binmemeliydim. Sarhoş olduğum gece bana fena patlamıştı. Dertler ve belalar birbiri ardına dizilmiş gibiydi. "Sen iyi misin?" diye sordu yanıma oturan Beyza. Sesi endişeliydi ve yüzüme tereddütle bakıyordu. "Hala kızgın mısın?" Sesi af diler gibi mahcuptu.

"Hayır, iyiyim." Dediğimde aynadan bana bakan Ilgaz'ın gözleriyle karşılaştım. Bakışlarımı bu kez çekmedim ve inat edip diktim gözlerimi. Bir süre sonra bakışlarını kaçıran o oldu ve arabayı çalıştırdı. Ne var da ne bakıyorsun be adam?

Yol boyunca söylenenleri kulak ardı etmek istedim lakin Doruk gece kulübü mevzusunu açınca Ilgaz da bir yorumda bulundu.

"Büyütülecek bir şey değil, bu konu gereksiz uzadı."

Uyuz herif! Sen başına gelecek her şeyi hak ediyorsun. Pişmanlık bile duymayacağım. "İlgi çekmeye meraklı insanlar, büyütmeyi de severler. Bilmen gerekirdi." Dedim. Dün gece söyledikleri tahminimden fazla canımı sıkmıştı. Beyza ile Doruk'un aynadan bakıştıklarını gördüm. Ilgaz ise alaycı bir şekilde güldü. Konuşmamı beklememiş olmalıydı. "Bir an koca gün bana laf sokmayıp sessiz kalacaksın sandım."

"Sana neler yapacağımı bilemezsin." Dilime kesinlikle hâkim olmalıydım. Yoksa birazdan Ilgaz'a kuracağım komployu kendisine anlatabilirdim. Lanet girsin ki bir tarafım anlatmak için yanıp tutuşuyordu.

"Hangi anlamda?" dedi aynadan gözlerini tekrar benimkilerle buluştururken. Dudaklar yukarı doğru kıvrıldı. Doruk da kahkahayı patlattı. Dün akşam bana hakaret edip bugün dalga geçebiliyordu benle. Eğer Serkan tarafından tehdit edilmesem Ilgaz'ın hakaretlerini ona yedirme planları yapıyor olurdum. Dalga geçip iki atışacağımız bir konu değildi bu. Ona Serkan'ın isteği üzerine ihanet etmesem bile aramıza mesafe koyacaktım ve iş ilişkisi dışında muhatap olmayı düşünmüyordum.

Sessizliğimi korudum. Bu sanırım üçünü de şaşırtmıştı. Ilgaz laflarına cevap vereceğimi sandığından arada bir aynadan beni kontrol etti, bu konuşmaların dışında o da yol boyunca sessiz kaldı.

Dedikleri yere geldiğimizde ara sokaklardan birinde olduğumuzu ve bu sıra boyunca birçok bar tarzı mekânlar olduğunu gördüm. Gündüz olduğu için mekanların çoğu boş olmalıydı. Siyah çelik bir kapının önünde indik. Doruk kapıyı açtığında tereddütle içeri girdim. Geniş, lacivert ve mor ışıklandırmalardan dolayı loş görünen bir giriş karşıladı beni. Karşısındaki düz yerde tuvalet işaretlerinin bulunduğu uzun dar bir koridor vardı. Onun dışında siyah demir ve dik merdivenlerle yukarı çıkıldığını gördüm. "Hadi gel, Arya." Diyerek merdivenlere yöneldi Doruk. Doruk'un peşinden ben de dik merdivenleri çıktım. Beyza ve Ilgaz da arkamızdan geldiler.

Uzun tabure ve masalardan oluşan geniş bir yere çıktık. Ön tarafı merdivenle çıkılan seyircilerden ayrı, klasik araba modeli şeklinde dizayn edilmiş bir sahneye bakıyordu. Sahnede müzik aletleri, Ilgaz'ın arabasına oldukça benzeyen bir araba maketi bulunuyordu. Duvarları ise sanki boyalar rastgele fırlatılmış gibi renk renkti.

Hemen arka tarafta ise dans edilmesi için boş bir alan vardı, arkasında da bar tezgahı bulunuyordu. İçkilerin başında bardaklarını kurulayan Buğra'yı görünce aklıma nişan gecesi geldi. O gece de o bar kısmında bardakları kurulayan ve benimle sohbet etmeye çalışan kişi Buğra'ydı. Hatta daha sonra da Beyza yanına gelmiş ve bir şeyler konuşmuştular. Murat Atahan ile düşmanlarsa neden o gece oradaydılar?

"Hoş geldin yeni kız," diye selamladı beni.

"Sen gelene kadar burada en yeni oydu da şu an eskimiş olmanın keyfini çıkarıyor." Diye güldü Doruk.

"Hepiniz burada mı çalışıyorsunuz?" diye sordum. Avcılar bir arada olmaya önem veriyorlardı belli ki.

Saçlarındaki kar taneleri silkeleyen Beyza muzipçe gülümsedi. Saks mavisi kabanıyla uyumlu koyu mavi atkısını boynundan çıkardı. "Arada sırada sahneye çıkmam dışında burada çalışıyor sayılmam."

"Sen ciddi misin?" Beyza beni bir kez daha şaşırtmıştı. Avcılar olayı, cool barmen sevgili ve sahneye çıkmak öyle mi? Biri çocukluğumdaki utangaç kıza ne yaptıklarını söyleyebilir mi?

"Bir ara müzikler hakkında konuşmalıyız." diye göz kırptı ve dostça gülümsedi.

"Tabi, çok isterim." Size ihanet ettikten sonra bunu hala istiyor olacağını sanmıyorum.

Yanımıza gelen Buğra ellerini Beyza'nın beline doladı ve çenesini de omzunun girintisine yaslayıp bir bana bir Ilgaz'a baktı. "Her şey yolunda değil mi?"

"Evet."

"Hayır."

Aynı anda birbirinin zıttı cevap vermemizin dışında başka ne sorun olabilirdi ki? Evet, diye yalan söyleyen bendim fakat Ilgaz Bey'in neden hayır dediğini bilmiyordum.

"Dün gece tek başına mahalleden çıktığını görünce endişelendik." Dedi bana doğru dönerek. Buğra sanki gerçeği ifade etmemi bekler gibi yüzüme baktı. Bu bende garip bir baskı oluşturdu. "Hava alıp geri döndüm." Deyince Ilgaz'ın da dikkatli bir şekilde beni dinlediğini fark ettim. Bunlar el birliğiyle beni mi deniyorlardı acaba? Serkan belki de onlardandı, onlar da bana böyle bir oyun oynayarak bana güvenip güvenemeyeceklerini kestiriyorlardı. Öyleyse bu sınavdan kesin kalmıştım.

"Ona neler yapacağını anlat, Buğra." Diyerek bir üst kattaki merdivenlere yöneldi Ilgaz. Kafamı kaldırdığımda balkon demirleri olan yerin karşısında bir oda kapısı olduğunu gördüm. Ilgaz merdivenleri gayet rahat bir şekilde çıkıp o kapıdan içeri girdi. Orası da patronun odası oluyordu demek ki. Başımı tekrar eğdiğimde telefonumun mesaj sesini işittim. Kalbimin gümbürtüsünü duyabiliyordum. Telefonun tuş kilidini açtığımda mesajın tahmin ettiğim kişiden geldiğini gördüm.

"Ilgaz'ın yanından bir şekilde ayrıl, onu  arayıp başının belada olduğunu ve yalnız gelmesi gerektiğini söyle. Adres aşağıda. Bu hangi tarafta olduğunu göstermek için bir şans."

Ve dediği gibi de aşağıda gelmemi istediği yerin adresi vardı. Başarıp başaramayacağımı bilmiyordum ama tüm benliğimle biliyordum ki bunu Ilgaz'a yapmak istemiyordum. Beni sinirlendiriyordu, başıma belalar açıyordu. Yine de onu oyuna getirmek istemiyordum işte. Arkadan vurmak benlik değildi ve buna mecbur bırakılmıştım.

***

Yapacağım işler basitti aslında. Masalara içkiler ve ikramlar getirip götürmek. Sahnede çıkan gruplara içkiler vermek, arkadaki küçük mutfağa benzeyen bölmeyi temizlemek falan. Gerçi gece sonunda mekânın temizliğini de benim yapacağımı söylemiş bazı uyuz insanlar. Lakin Doruk ve Buğra beni yalnız bırakmayacaklarını söylediler. Endişelenmem gereken şey tabi ki bu değil.

"Üç bira daha istiyorlar." Dedim bar tezgâhına kollarımı yaslayarak. Buğra hay hay dercesine başını salladı ve arkasını dönüp içkileri hazırlamaya koyuldu. "Aslında dört yapabilirsin, bir tane ben içsem fena olmaz."

"Sorun ne?" diyerek arkasını döndü ve bardakları birer birer tezgâha dizdi. Sonra da bira kutularını açarken bana bakış attı. Bardakları doldururken onu izledim. "Bugün oldukça sıkıntılı görünüyorsun."

Şöyle söylemem gerekirse bu grubun içinde en az muhabbetimin olduğu insan Buğra'ydı. Neticede çocukluk arkadaşım falan değildi. Gerçi Serkan'dan daha kötü olamazdı. Bir an Buğra'ya bile her şeyi anlatmak istedim. "Aslında biri canımı sıktı."

"Ilgaz'ın yukarıda misafirleri varmış, bir şey konuşacaklarmış. İki tane viski ve bir tane de votka getirmeni söyledi." Yanımıza gelen Beyza diyeceğim şeyi harf harf yutmama neden oldu. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve derin bir nefes aldım. "Pekala," dedim Buğra'nın hazırladığı biraları tepsiye yerleştirdikten sonra. "Sen içkileri hazırla Buğra, ben de geliyorum."

İçkileri dağıttıktan sonra Beyza ve Buğra'nın konuşmasından faydalanıp onlar beni görmeden aşağı indim. Personel odasından montumu ve çantamı aldım. Montu giyerken kapıdaki Doruk'u nasıl atlatacağımı düşündüm. Pekâlâ, başlıyoruz Arya!

Kapının önüne çıktığımda Doruk ve diğer korumanın konuştuklarını gördüm. İkisinin de arkası bana dönüktü. "Sence Atahan'ın yeni hamlesi ne olacak?" diyordu diğer adam. Doruk benim geldiğimi görünce öksürdü ve bana döndü. Neden bahsettiklerini merak etmiştim aslında. Bu aralar hep duymamam gereken şeyleri duyuyordum. "Arya, niye dışarı çıktın?"

"Telefon." Elimdeki telefonu kaldırdım. "Telefon edeceğim, babam müzik sesini duymasın diye dışarı çıktım."

"Albay ve kuralları, ha?" diye güldüğünde köşeye doğru çoktan birkaç adım atmıştım. "Kesinlikle öyle," diye gülümsedim ben de. Ne kadar inandırıcı gülümsüyordum bilmiyorum, yüzüm bembeyaz olmuş olmalıydı. "Ben buradayım," diyerek duvarın arkasına geçtim.

"Çok uzağa kaybolma!" diye uyardı Doruk. Yavaş adımlarla ilerledim bir süre hatta sesli bir şekilde "Efendim baba," gibi sahte bir replik bile söyledim. Bir kez daha onları kontrol ettiğimde sohbetlerine geri döndüklerini gördüm. Sonrasında adımlarımı hızlandırdım ve koşmaya başladım. Barlar sokağını koşarak geçtim ve yeni ve işlek bir caddeye geldiğimde yaklaşık beş dakika taksi geçmesini bekledim. Sonunda boş bir taksiyi durdurdum. Bindiğimde Serkan'ın dediği yerin adresini verdim. Daha sonra arkama yaslanıp olacakları bekledim.

Neden bir taraf seçmek zorundaydım ki? Daha neler olduğunu bile bilmiyordum. Hem Doruk ve Beyza bana iyi davranıyorlardı, Buğra da öyle. Ilgaz'ı geçtim, onları hayal kırıklığına uğratmak isteyeceğim en son şeydi. Elimde çevirdiğim telefona bir süre baktım ve sonra rehbere girip Feray'ı aramaya karar verdim. Onu kurtarmak adına bilmediğim saçma bir oyuna dâhil olmuştum.

"Arya? Sen beni arar mıydın?" Sitem eşliğinde telefonu açan kız kardeşimin bu ses tonunu bile özlemiştim işin gerçeği. Oysa hayatımda kaybedecek hiçbir şeyim olmadığını düşünüyordum son iki yıldır. Babamın yokluğuna alışmış bir şekilde büyümüştüm, onu tekrar kaybetmek koymaz zannediyordum. Babasının bir sözünü iki etmeyen, uyumlu, başarılı kız kardeşimi çoğu zaman kıskanıyordum ve zaman zaman da sinir oluyordum. Oysa onu kaybedeceğimi düşünmek... Canımı yakıyordu işte. Büyük bir boşluk kaplıyordu içimi, beni yutacak kadar büyük.

"Nasıl olduğunu merak ettim." Dedim dürüstçe. Umursamaz ve asi Arya gibi davranmıyordum. Bu düşünceli abla hallerim benlik değildi ama biliyordum ki onu korumak için her şeyi yapardım.

"Nasıl olayım, çözmem gereken sorulardan dolayı pestilim çıkıyor Arya. Dershane ve okul arasında mekik dokuyup duruyorum. Çok sıkıldım, artık. Babam yine askeriyeye gitti, aynı evde annemin yüzünü bile zor görüyorum. Ve sen de yoksun."

"Bu geçici bir süre Feray, birkaç ay sonra rahatlamış olacaksın, inan bana."

"Gitmen gerekli miydi sanki?" diye mızmızlandı. Bana hala bu konuda kızgın olduğu ses tonundan belliydi. Dokunsam ağlayacak gibiydi. Tüm bu yoğunluğun onu bunalttığını anlayabiliyordum.

"Kısa bir süre için,"

"Bir gün bile artık bana göre bir yıl gibi. Her şeyi ağırlaştırılmış çekimde yaşıyorum. Neyse beni boş ver. Senin bugün kafede ilk günündü değil mi? Nasıl geçti?" Babam ve Feray kış tatilinde evde durmak istemediğim için, kendi rızamla şirin bir kafede para biriktirmek için çalıştığımı sanıyorlardı. Külliyen yalan.

"Rahattı, güzel geçti."

"Sevindim, Arya. Tabi kafe bizim burada olsa daha çok sevinirdim."

"Okul çıkışlarında bir yerlere takılmıyorsun değil mi? Tanımadığın birileriyle konuşmuyorsun?"

Feray kocaman bir kahkaha patlattı. Bu beklenmedik kahkahası beni şaşırttı ve biraz sinirimi bozdu. Tabi sen gülersin, ben burada ecel terleri döküyorum! "İlahi Arya, babam bile ilkokuldan sonra bu soruları sormayı bıraktı."

"Liselerin etrafında gezinen bir psikopat varmış. Bir şey biliyoruz da söylüyoruz herhalde."

"Tamam, tamam kızma. Düşünceli ablam benim, ben de seni seviyorum. Senin canın bir şeye sıkılmış belli, kem küm ediyorsun. Söyle bakalım kim asi kraliçemizi üzmeye cüret etti?"

"Hiç kimse." Diye bir iç çektim ve taksinin camından geçtiğimiz caddelere bakındım.

"Hiç kimse seni üzemez, sen zaten onlara hadlerini bildirirsin, ben buna eminim." Feray'ın sözleri kırılan direncimi ve güvenimi tekrar toplamama neden oldu. Haklıydı, ben basit tehditlerle korkutulacak bir kız değildim. Fakat söz konusu sevdikleriniz olduğunda bambaşka biri olup çıkıyordunuz. Yapmam dediğiniz şeylerinde başrolünde olabiliyordunuz.

"Haklısın, Feray. Şimdi kapatmam lazım. Şey... Kendine iyi bak olur mu?"

"Sen de iyi bakarsan neden olmasın." Dedi ve her zamanki gibi kıkırdadı. "Görüşürüz, Arya."

Telefon kulağımdan yavaşça kaydı ve elimi usulca kucağıma indirdim. "Görüşürüz, küçük kardeşim." Diye mırıldandım. İneceğim yere kadar birkaç kez Doruk aradı. Sanırım kaçtığımı fark etmişlerdi. Açmadım. Hala ne yapacağımı bilmiyordum.

Her şey tersine çevrilmişti sanki. Bir kum saati ters dönmüştü ve bu kez koşuşturan akreple yelkovan bile değildi. Birbirini geçebilmek için hızlıca yol alan, birbirlerini ittiren kum taneleri... Her biri aleyhime süzülüyordu o camdan. İki tarafta birden kalınmıyordu kimi zaman, bir tarafa doğru akıp yerini belirlemen gerekiyordu. Hâlbuki olduğum yerde bir ömür boyu öylece duracak kadar yorulmuştum.

Taksici beni adreste yazan köprünün alt tarafında kalan caddede indirdi. Bu hiç bilmediğim yer iner inmez rahatsızlık duymama neden oldu. Sokak oldukça tenhaydı. Saatin tam olarak kaç olduğunu bilmiyordum. On bire geliyor olmalıydı. Soğuktan dolayı montumun yakasını biraz daha kaldırdım ve yüzüme doğru tuttum. Ellerimi ceplerime yerleştirdiğimde karşımda duran denize baktım. Yerlerde tutan kar birikintilerini izledim, kar artık yağmıyordu.

Ne yapacağını bilememek tarifsiz bir şekilde zordu. Sevdiğiniz biri öldükten sonra nasıl yaşayacağınızı, ne için yaşayacağınızı bilememek gibi acıydı. Nasıl acıttığını biliyordum. Bir kez daha sevmenin kaybetmeye mahkûm ettiğini görmüştüm. Ne kadar umursarsanız o kadar fazla yerden kırıyorlardı sizi. Kaybedecek bir şeyleri olanlar mağlubiyete mahkûmdular.

Buz tutan kalbim belki o kadar da soğumamıştı? Oysa bu zayıflıktı. Ben babamı, kardeşimi, birilerini sevmek istemiyordum. Kaybedeceğim hiçbir şeye sahip olmak istemiyordum.

İlerideki karanlık sokağa girdiğimde düşüncelerle boğuşuyordum. Sonra bugün baya meşgul olduğum telefonu yine çıkardım ve Ilgaz'ı aradım. İki kez, üç kez, sekiz kez... Açmadı.

İşte bu fenaydı. Ilgaz açmazsa ne yapacağımı bilmiyordum. Belki de Beyza'nın dediği adamlarla hala konuşuyordu ve bu yüzden telefonu sessizdeydi. Bu iş canımı sıkmaya başlamıştı. Duvara yaslandım ve beklemeye koyuldum. Sokak lambası ilerisini aydınlattığı için bir gölgenin geçtiğini gördüm. Bu doğrulmama neden oldu. Başımı sağa sola çevirdim ve ne olduğunu idrak etmeye çalıştım. Belki de dediği yere Serkan gelmişti ve bana oyun oynuyordu. Bu nabzımın kulaklarımda atmasına engel olmadı. Sessizlik öyle ürkütücüydü ki sanki kocaman bir çığlığa gebeydi.

Aynı gölgenin bana yaklaştığını gördüğümde içimde dehşet duygusu ayaklandı. Hâlbuki takip edildiğimi hiç fark etmemiştim. Kendimi olabilecek her şeye hazırladım, korksam bile bunu belli etmeyecektim. "Bir adım daha atma!" diye bağırdım. Sesim boş sokakta yankılandı. Bunu duymak cesaretimi bir ölçüde kırdı. Bu sokakta bu kişi her kimse yapayalnızdık. "Serkan?" diye seslendim bu uzun boylu kişi bana yaklaşmaya devam ettikçe fakat sanırım Serkan bu adam kadar uzun boylu değildi. İşte bu, şu an daha beter korkmama neden oldu. Diğer tarafa doğru kaçmak için hareketlendiğimde çok geçti.

Karanlıkta yüzü belli belirsiz görülen kişi beni kolumdan yakaladı. Kolumu çekmeye uğraştığımda ise kolumdan hızlıca kendine doğru çekti ve beni kendine doğru bastırdı. Parfüm kokusu tanıdıktı. Baharat ve lavanta kokusu karışımında başka şeyler de vardı kestiremedim.

Dudaklarımdan ismi büyük bir şaşkınlıkla döküldü. "Ilgaz?"

İnanamıyorum, gerçekten ama gerçekten bu adam beni öldürmeye çalışıyordu! Burada dakikalardır yaşadığım dehşetin farkında mıydı acaba? "Aptal!" diye bağırarak onu ittirdim büyük bir hiddetle. Birkaç adım geriye ittirebildiğimde bu kez sokak lambasının ışığı yüzünü aydınlattı. Sert ve sarsılmaz yüzü doğrudan bana bakıyordu. "Derdin beni öldürmek mi?"

"Bunu sen söyle," dediğinde kaşları mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı. "Serkan ile yaptığınız plan benim iyiliğim için olamazdı, değil mi?"

Kahretsin, biliyordu!

"Biliyorsun..." diye mırıldandım. Başka ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Onu kandırabileceğimi düşünmüş müydüm gerçekten?

"Aptal olan sensin küçük kız! Sana bir avcı olduğumu söylerken şaka yapmıyordum! Beni kandırabileceğini düşünmen koca bir salaklıktan ibaretti. Neydi planınız? Beni buraya çağırıp Serkan ve diğerlerine mi dövdürecektin? Ya da daha kötüsü bana tuzak kurup ölmemi mi sağlayacaktınız?!"

"Hayır!" diye bağırdım. "Bundan benim seçimimmiş gibi bahsetme! Serkan'ın suç ortağı falan değilim ben! Onu yıllardır görmedim bile! Mecbur kaldım, anlıyor musun? Beni tehdit etti!"

"Sen de paşa paşa razı oldun öyle mi? Sandığın kadar anlaşılmaz olmadığını söylemiştim. Sen bir şeyi istemediğinde onu kimse sana yaptıramaz, bunun farkındayım. Bana ihanet ettin çünkü bunu hak ettiğimi düşündün. Dün gece sana söylediklerimin intikamını mı almış oldun?"

Yüzümü ellerimin arasına aldım. Kendimi savunmaya bile isteğim yoktu. Sanki ikimiz de farklı alfabelere sahiptik. Beni anlamamaya, dinlememeye yemin etmişti. Niye ona beni anlaması için yalvaracaktım ki? Nasıl anlamak istiyorsa öyle anlamalıydı.

"Evet, öyle bir intikam ateşiyle doldum ki daha o gece Serkan'ı buldum. Sana ihanet etmek istediğimi, onların tarafında olmak istediğimi söyledim. Haklısın, seni kandırabilsem buraya geldiğinde seni öldürtecektim! Çünkü ben senden de manyağım!"

Sustu. Sadece bana nefretle bakmaya devam etti. Ben de aynı şekilde ona baktım. Beni suçladığı için mi yoksa anlamadığı için mi ondan nefret ediyordum bilmiyorum. "Belki ben ilgiye muhtaç küçük bir çocuk olabilirim ama sen de kalın kafalı bir ruh hastasından başka bir şey değilsin! Avcılığınız da karşı grup da, aranızdaki savaş da yere batsın! Kaçık bir toplulukla uğraşamayacak kadar aklım başımda!"

Yanından geçip gittiğimde hızlı bir hamleyle kolumu yakaladı. Sonra da elleri belime doğru indi ve beni kendine doğru çekti. Ellerim öylece aramızda kalakaldı."Öyleyse neden yaptın? Ne söylersen inanacağım, Arya." Diye mırıldandığında şaşkına uğradım. Nefesi dudaklarıma çarptı ve bu biraz afallamama sebep oldu. Ona sinirliydim, kollarından kurtulmak istedim. Onu itmeye çalıştım fakat beni bırakmadı. İkimiz de neyin inadındaydık bilmiyorum. "Bırak beni!" diye bağırmam da onun üzerinde hiçbir etki bırakmadı. "Seni ne ile tehdit etti?" diye sordu. Cevabı vermeden beni bırakmayacak gibiydi. İnatçı herif!

"Dedim ya, seni yok etmek. Bundan emin değil misin yoksa?" diye alayla ve nefret edercesine bağırdım. Kollarından kurtulmak için tüm gücümü kullandım lakin elleri demir gibiydi, belimdeki ellerini savuşturamamıştım. Daha sıkı kavradı ve hatta biraz daha aşağı indirdi elini. "Bana dokunmaya devam edersen, sana tekme atacağım. Hem de hiç istemeyeceğin bir yerine!"

"Şu hale bak kızgın olan bendim, ne ara rolleri değiştik? Siz kadınlar... Çok kurnazsınız. Babam her zaman bir kadına sakın güvenme hele ki bu kadın güzelse ondan uzak dur sonunu getirir, derdi."

"Bana güven demedim!"

"Alınma, bahsettiğim sen değildin."

"Siktir git, Ilgaz!" diyerek bacağımı kaldırdım ve erkekliğine doğru bir tekme attım. Tabi hızlı davrandığı için o tekme sadece bacağına geldi. "Yalnız bu baya sertti." Dedi beni bırakıp bacağını ovuştururken. Kollarından kurtulunca birkaç adım geriye gittim.

"Bana bir daha dokunursan..."

"Ne yaparsın?" diyerek bana doğru yaklaştı ve üzerime doğru gelerek beni arkamdaki duvar ve onun arasında hapsetti. "Şu işe bak, ben de tersten anlamaya başladım sanırım. Bulaşıcı olsa gerek." Elini kaldırdı ve başparmağını dudağımda gezdirmeye başladı. Yaptığı şey beni afallattı ve bakışlarım doğrudan onun dudaklarına kaydı. Fakat çabuk toparlandım. "Ne o Ilgaz Ateşoğlu, benden etkilenmeye mi başladın?" diyerek gözlerimi kıstım ve sahte bir şekilde güldüm. "Senden uzak durmamı isteyen adam gibi davranmıyorsun." Parmağını dudağımdan çekti. Meydan okuyan gözlerimi yüzüne diktim, beklediğimden cesur davranıyordum. Aramızda az bir mesafe vardı oysaki.

"Unutma, sana dokunmam için bir gün yalvaracaksın."

"Hı, hı, evet." Diye sesli bir kahkaha attım. Üzerimden çekilip geriye adım attığında yüz ifadesi sertleşmişti, sanırım bozulmuştu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım fakat dudaklarımdan tekrar küçük bir kahkaha çıkmasını engelleyemedim. Bana öfkeyle baktığında, "Affedersin, sinirim bozuldu." Dedim. Elimi dudağımı bastırdım ve ciddi bir ifade takınmaya çalıştım. Fakat bu çok zordu, gülmemi durduramadım. Tüm bu olayların üzerine sinirlerimin bozulması normaldi.

Başımı yan tarafa çevirdiğimde gülmem yüzümde dondu ve kaskatı kesildim. Yaklaşık on beş kişiyle birlikte Serkan karşımızda dikiliyordu. Onu ve arkasındaki genç adamları görmeyi beklemediğimden kısa bir şok yaşadım. "Umarım bölmüyoruz, çifte kumrular," diye sinir bozucu bir alayla konuştu. Yanımdaki Ilgaz'ın yüz hatları dehşet verici bir hale bürünmüştü. Böyle bile güzeldi, hatta öfkelendiğinde her zamankinden çekici oluyordu. Ah, evet, şu anki konumuz çünkü buydu Arya!

Silkelenerek Serkan'a ve arkasındaki diğer koyu renk ağırlıklı giyinmiş genç adamlara baktım. Bu kadar kalabalık olmaları ve intikam ateşiyle yanan gözleri hiç hayra alamet değildi. İstedikleri Ilgaz'dı ve Ilgaz da buraya ben çağırmadan gelmişti. Serkan'ın arkasındaki kalabalıktan bazı sesler yükseldi ve doğrudan bana baktılar. Serkan onlara döndü. "Kız, Avcı değil."

Göz ucuyla Ilgaz'a baktım. Kılını kıpırdatmadan Serkan'ı izliyordu. Serkan bize doğru bir adım daha attı fakat aramızdaki mesafeyi hala koruyordu. Açık kumral kıvırcık saçlarını eliyle geriye attırdı ve bana gülümsedi. "Niye yanımıza gelmiyorsun, Arya?"

"Kararını ver," Bunu söyleyen Ilgaz'a bakışlarımı çevirdim ve yüzündeki ciddiyete takıldım. Ne karar vereceğimi ve şu an burada ne olacağını da bilmiyordum. Ilgaz, on beş kişiye karşı tekti ve buradan nasıl kurtulacağımız konusunda bir fikrim yoktu. Serkan, Ilgaz'ı tuzağa düşürmüştü lakin Ilgaz buraya bilerek geldiyse tuzak bunun neresindeydi? Ilgaz, koyu kahve gözlerini gözlerime kilitledi. Derin bir nefesi dudaklarından dışarıya bıraktı. Dudakları alaycı bir ifadeyle kıvrılırken arkamıza kısa bir bakış attı. Gözlerimin içine derin bir şekilde bakmayı sürdürürken elini de bana doğru uzattı ve kesin, kararlı bir ifadeyle sordu.

"Benimle misin, kedicik?"


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro