60. BÖLÜM: "KIRMIZI İP"
MIIA | Dynasty
Jungkook | Still With You
Y/N: Şaka değil, cidden yeni bölüm.
Y/N: Daha önce yayınlayıp kaldırdığım 59. bölüm part 2'yi okuyanlar, bu bölüm 59. bölüm 'yara' adlı bölümün devamı niteliğindedir. Part 2 bölümünü iptal ettiğimi, daha önce panomda söylemiştim. Keyifli okumalar...
..
60.BÖLÜM: "KIRMIZI İP"
Özge Cevher
1 Temmuz, saat 19.51
Boy aynasının önünde uzun bir süre kendini inceleyen genç kadın, düğünü için biraz daha açtırdığı kahve saçlarının önüne bırakılmış birkaç kısa tutamı parmağıyla düzeltti. Beyaz ve narin elleri yavaşça beline indi, Fransız tasarımcının elinden çıkan gelinliğin küçük taşlı işlemelerinde elini gezdirdi. Kusursuz derecede güzel, beyaz mermer yüzü, cansız kahveleriyle birleşince aynada ona oldukça soğuk bir kadının baktığını fark etti. Bu görüntü, o an hoşuna gitmemişti. O yüzden, dudaklarına ufak bir tebessüm yerleştirdi. Daha iyi göründüğüne karar kıldığında, gözlerindeki acıdan haberi yokmuş gibiydi.
Odanın kapısı iki kez hızlıca tıklatıldığında biçimli kaşları havaya kalktı ve omzunun üzerinden kapıya doğru baktı. Lacivert, balık model tasarım bir elbisenin içinde neredeyse ondan bile güzel görünen annesine baktı. "Murat aramadı mı hala?"
Özge cevap olarak başını hafifçe sağa sola salladı. Sonra da umursamaz bir ifadeyle upuzun duvağını yavaşça omzuna aldı, bunu yaparken başını diğer omzuna doğru yatırmıştı. Annesi, kapıyı ardından kapatıp görkemli gelin odasının ortasına doğru yürüdü. Keskin topuklu ayakkabı sesi, Özge'yi nedensizce rahatsızca etmişti. O an dünya üstündeki tüm sesler onu rahatsız ediyordu.
Fakat onu asıl rahatsız şey, sadece birkaç saniye sonra annesinin karşısında dikilip konuşmaya başlamasıydı. O sadece içindeki huzursuzluğu daha fazla körükleyecekti. "Nasıl bu kadar umursamaz olabilirsin?" Parmağıyla duvardaki saati işaret etmişti. "Sekiz buçuktan sonra tören başlayacak. Müstakbel kocan ise hala ortalarda yok. Düğün günü bu kadar önemli ne işi olabilir? Ara şu adamı, hangi cehennemdeyse gelsin artık. Bu nasıl bir sorumsuzluk?"
"Bilmiyorum," diyerek omuz silkti. "Belki de bir şeyler planlamıştır. Belki de beni ve sizi bu şekilde rezil etmek istemiştir. Düğüne gelmeyerek?"
"Ne saçmalıyorsun?"
"Gayet açık, anne. Murat, hepimize ömrümüz boyunca unutamayacağımız bir ders veriyor."
Leman Arslan, gergin bir ifadeyle dudaklarını ıslattı ve sakin olmak adına konuşmadan önce birkaç saniye bekledi. Sonrasında yüzüne iğneleyici, sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Ellerini Özge'nin omuzlarına koyduğunda, Özge onun hala yenilgiyi kabullenememesine anlam veremiyordu. "Hayatım, bu karamsar düşüncelerin yüzünden erken yaşlanacaksın, biliyorsun değil mi? Her gelin gibi düğün akşamında gergin olman çok normal ama lütfen böyle güzel bir gecede kafanı böyle saçmalıklarla daha fazla doldurma, olur mu? Murat seni seviyor. Geç kalması böyle bir aptallık yapacak demek değil. Eminim mantıklı bir açıklaması vardır. O gayet zeki bir adam, bizden önce emin ol kendini rezil etmek istemez. Biliyorsun ki Atahanlar isminin sayamayacağım kadar çok skandalı var." Özge'nin duvağını geriye atarak, aynı sinir bozucu sakinlikte düzeltti. "Merak etme, Murat bunlara bir yenisini ekleyecek kadar aptal değildir. Senin aksine o itibarını baya önemsiyor."
"Murat'ı tanımıyorsun." Özge, birkaç adım geriye gitmişti. Annesinin ellerini kendinden uzaklaştırdığında yüzünde kendinden emin bir ifade vardı. "Murat Atahan, kendisine yapılanları unutmaz. Sadece intikam alacağı günü bekler. Şayet ki gerekirse, otuz yıl bile intikamı için bekleyebilir. Sabırlıdır. Ürkütücü derecede. Ama bu ona oynadığım oyunlar için beni affettiği, defalarca kez Ilgaz'ı, ona tercih ettiğimi unuttuğu anlamına gelmez. Belki de bana anlaşmalı bir evlilik tasarısı önerirken, tam olaraktan aklından bu geçiyordu. Beni düğün gününde terk etmek." Özge, derin bir iç çekti. Omuzları düşmüştü. "Sanırım uzun bir süre magazin sayfalarının manşetinde olacağız, değil mi anne?"
Leman Arslan, elini yavaşça göğsünün üzerine götürdü, art arda birkaç derin soluk aldı. Beyaz yüzü, daha da açık bir beyaza dönmüş, yüzünün rengi solmuştu. "Sen cidden iyi değilsin. Saçma sapan konuşmaya hemen bir son ver. Ne evlilik anlaşmasından, ne terk edilmesinden bahsediyorsun bilmiyorum. Şu an bilmek de istemiyorum. Senin aptallıklarına doydum artık. Tek istediğim, bu akşamı mümkün olan en iyi şekilde atlatmak, anlıyor musun? Boş konuşmayı bırak da ara nişanlını, tekrar."
Özge gülmüştü, cansız, zorlama bir gülüştü. Sonra yavaşça hemen arkasındaki kadife koltuğun üzerine oturdu. Elleri, gelinliğinin eteklerine düştüğünde annesinin delici bakışlarını üzerinde hissediyordu. "Sen sadece kendini düşünüyorsun... Hep kendini düşündün... Kocanı... O sosyetik, sevimsiz çevreni... Peki ya ben? Kokteyl gecesinde, o kadar berbat bir haldeydim ki... Sen ise sadece itibarımızı düşündün. Beni değil, lanet olası ismimizi... Cemiyet hayatındaki aşağılık sürüsünün arkamızdan neler diyeceği hep daha önemli oldu senin için. Beni o iğrenç açıklamayı yazmam için zorladın. Bir zamanlar dostum dediğim insanların yüzüne bakamayacağım kadar ağır şeyler söyledim. Eminim ki Orhan Amca benden nefret ederek öldü. Keşke... Keşke bu hayatta itibardan daha önemli şeyler olduğunu da anlayabilseydin. Evlilik anlaşmasını bile sormuyorsun. Murat'a ne yaptın, o sana karşılığında ne yaptı diye soramıyorsun? Tek umursadığın şey o lanet imzayı atmam, değil mi?"
Leman Arslan duyduklarına inanamıyormuş gibiydi. Gerginlikle alnını ovuşturduktan sonra konsolun üzerindeki cam sürahiden, aynı desendeki cam bardağa su doldurmuştu. "Sana... Sana gerçekten diyecek söz bulamıyorum. Birazdan tören başlayacak. Bu anı mı bekledin bu saçmalıklar için? Bugün senin düğün günün... En mutlu olman gereken gün... Neden böylesin?"
"Nasılmışım?" Ukalaca sormuştu bunu.
"Böyle!" Sesini yükselttiğinde cam bardağı sertçe konsolun üzerine geri koydu. "Aynı baban gibi yüzündeki hep bu memnuniyetsiz ifade! Ne yaparsam yapayım, sürekli aynı nankörlük. Ne yaptım, ben mi Murat ile evlenmen için zorladım seni? Kendin kabul etmedin mi onun evlenme teklifini? Neydi aklından geçen, o sokak serserisine nispet yapmak mı? Senin aptallıkların için kaç kez arkanı topladığımı bir yerden sonra saymayı bıraktım, Özge. O açıklamayı yazmasaydın, daha çok boy gösterirdin o iğrenç magazin manşetlerinde. O sözde eski dostlarının çok mu umurundaydın sanki? Hepsi Ilgaz'ı sana tercih ettiler. Aç gözlerini, bu kadar aptal olma. Yanında onlar yoktu, sadece annen vardı. Bu mu teşekkür etme şeklin?" Ona doğru birkaç adım attığında kahverengi gözleri deminin aksine öfkeyle parlıyordu. Karşısına dikildiğinde ona bakması için parmaklarıyla çenesini tuttu ve kaldırdı.
"Yüzüme bak. Tüm hayatımı sana adadım ben. Duydun mu? Tüm gençliğimi, o vizyonsuz baban için heba ettim. 12 yaşında bir çocukla tek başıma kaldığımda o çok sevgili aşk evliliği yaptığım baban neredeydi? Neredeydi, ha? Ben söyleyeyim, kendinden yaşça küçük, kendisi gibi vizyonsuz, ucuz bir kadınla gününü gün ediyordu. Hani şimdi nerede o çok sevdiğin baban? Kızının düğününe bile gelmiyor. Bahaneleri var. Zavallı küçük oğlu hasta... Kıyamam. Çok masumane... Ama gerçeği biliyorsun, değil mi? Biliyorsun. Asıl onun hiçbir zaman umurunda değildin! Bana taktığı borçlarla birlikte, seni de ortada bıraktı. Hiç ağlamaya kalkma. Tıpkı baban seni sevsin diye diretirken aynı aptallığı o ne idüğü belirsiz çocuk için yaptığın için hiç karşımda ağlama. Benim lafıma geldin. Terk etti seni. O çok sevgili arkadaşların da sanki Doğan'ı sen öldürmüşsün gibi sırtlarını döndüler sana. Ders alıp aklını başına toplayacağına, Murat gibi bir adamın seni seçmesine şükredeceğine sürekli şımarık bir çocuk gibi Ilgaz da Ilgaz diye direttin. Senin yerinde olmak isteyen kaç kadın vardı, biliyor musun sen? Ah, aklımı yitireceğim." Ellerini Özge'nin çenesinden çektikten sonra doğruldu. Elleri öfkeden titriyordu, bütün vücudu yaşadığı öfkeden büsbütün kasılmıştı. Arkasındaki konsola destek almak istercesine yaslandı.
Özge'nin ise çenesi titriyordu, ağlamamak için büyük bir çaba harcamıştı. Yanan gözlerini kapatıp açtığında birkaç hızlı soluk almıştı. "O kadınların hiçbirinin benim yerimde olmak isteyeceğini sanmıyorum. Neden biliyor musun? Bilmek istiyor musun? Çünkü ben... Anne, ben istemediğim o kadar çok şey yaptım ki... Çok hata yaptım... Karşılığında daha fazla acı çektim ama. Hep daha fazla... Ilgaz'ı kaybettiğim için kendimi çok suçladım. Murat yüzünden beni terk ettiği için bunu hep telafi etmek istedim." Annesi, Ilgaz'ın ismini duyduğunda gözlerini devirmesine engel olamadı. O çocuğun adını duymak bile sinirini bozuyordu.
"Ama Doğan Amca öldükten sonra... Hiçbir şeyin geri dönüşü olmadı. Ilgaz daha çok suçladı beni. Daha çok nefret etti benden. Sandım ki Mehmet Atahan suçunu kabullenir, hapse girerse... Ilgaz düzelecek zannettim. Biz düzeleceğiz zannettim. Her şey kaldığı yerden devam eder sandım. Bir hayale kapıldım, anne. Sadece buna tutundum. Aptallık yaptığımı biliyorum ama... Elimde değildi. Onu çok sevdim."
"En azından aptallık olduğunu kabul ediyorsun,"
Başını iki yana sallamıştı, öyle çaresiz görünüyordu ki. "Bu neyi değiştirir? Neyi değiştirir, söylesene?! Yaptığım hataları telafi edecek mi? Bir hiç uğruna... Kocaman bir hiç uğruna kötülükler yaptım ben... Hâlbuki ben kötü biri değilim, değildim..."
"Ne saçmalıyorsun, Özge, Allah aşkına? Kendinden başka kimseye zararın olmadı, buna emin olabilirsin. En büyük kötülüğü her zaman kendine yaptın."
"Onur..." Başını önüne eğdiğinde istemsizce burnunu çekmişti. "Ona haksızlık ettim. Davada geri adım attı diye onu suçladım. Kalbini kırdım. Biliyorum, kırgın gitti bana. Bunun ağırlığı altında hala ezilirken... Sırf kıskançlıktan... Çok kötü bir şey yaptım."
"Özge... Bu meseleyi defalarca konuşmadık mı?"
"Kokteyl gecesinin ertesi sabahı Ilgaz kaldığım otele geldi. Yazdığım açıklama için hesap sormaya... Beni... Beni paramparça etti... Öyle zahmetsizce yaptı ki bunu. Ona âşık olduğunu ima etti. Beni ise nefrete bile layık görmediğini... Ben her şeye onun için katlanmışken, tüm hatalarımı onun için yapmışken... O, Murat ile birbirimize layık olduğumuzu söyledi. Umurunda bile değildim ben onun. Gözlerinde gördüm... Hiçbir zaman Arya'ya baktığı gibi bakmadı bana. Bunu hazmedemedim, anlıyor musun? Yaşadığım bunca acıya karşılık... Onun sevdiği kadın Arya... Benim çocukluk arkadaşım... Onu kardeşim gibi gördüm hep ben... Neden o? Niye bir başkası değil de o? Başta bana acı çektirmek için yapıyor sandım. Asla inanmadım. Ama sonra... Acı da olsa gördüm gerçeği... O ikisi bilerek ya da bilmeyerek canımı çok yaktı. O yüzden ulaştım tekrar Yağız'a. Ilgaz'ın nasıl iyi bir oyuncu olduğunu anlattım. Ilgaz beni öyle yaraladı ki... Öyle görmezden geldi ki... İlk benden vazgeçti, ilk beni defetti, fırlatıp attı bir kenara. Onun da canı yansın istedim. O da aşkla sınansın istedim. Sınansın ki anlasın beni... Ama Arya'yı üzmek istemedim aslında. Onu ne kadar kıskansam da onun bir suçu yoktu ki... Ilgaz'a âşık olmak onun suçu değil. Ah, Onur'u bu meseleye hiç karıştırmamalıydım."
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Onur'un intihar ettiği gece bir tehdit mesajı aldığını söyledim, Onur'un arkadaşına. Her şeyi Ilgaz'ın üzerine yıktığımda elime ne geçecekti ki? Hiçbir şey... Sadece pişmanlıklarıma pişmanlık eklemiş oldum, o kadar. Ama iyi haber şu ki, Murat her zaman Tanrı'ya gerek kalmadan beni cezalandırıyor. Sanırım, bu gece onun büyük intikamı."
"Özge..."
Tam o sırada odanın kapısı tıklatıldı. Özge anında oturduğu koltuktan ayaklanmıştı. Annesi, duyduklarının şaşkınlığını üzerinden atamadığı için başını oldukça yavaş bir biçimde kapıya doğru çevirdi. Rasim Arslan, kapıyı açtığında son derece gergin görünüyordu. Eşi, onun yüzünün renginin atmış olduğunu anında fark etti. İşte o an, bu akşamın mükemmel olmaktan çok uzak olduğunu anlamıştı.
"Polisler aşağıda..." demişti.
***
1,5 yıl önce, Aralık
Mehmet Atahan'ın siyahlara bürünmüş iki adamı Serkan'ı kollarından sertçe bastırarak dizlerinin üstünde yere çökmesini sağlamışlardı. Adamlardan biri sırtına güçlü bir tekme attığında yere kapaklandı, kısa çimlerin altındaki toprak tabakasından dolayı, dudakları toprağa temas etmişti. Yanağını yana doğru çevirdiğinde, tek gördüğü şey gökyüzüne doğru uzanan ağaçlar kümesiydi. Başına geleceği çoktan anlamıştı, bu uçsuz bucaksız ormanda sadece biraz sonra Mehmet Atahan'ın adamları tarafından infaz edilecekti.
Nasıl öleceğini düşünmüş müydü? Kısa bir an bunu sorgulamıştı kafasının içinde. Belki de ağabeyi öldüğünden beridir, ölüm denilen şeyin o kadar da uzakta olmadığını fark etmişti ve kendi ölümünü dahi yadırgamıyordu. Fakat daha soylu bir ölüm şekli tercih ederdi, abisinin ölümüne neden olan şerefsiz herif tarafından öldürülmemek gibi...
İyi biri olmadığını biliyordu ama yine de böyle ölecek olmayı yediremiyordu kendine. Bu orospu çocuğunun emriyle ölecek olmak kanına dokunuyordu. Ve annesi... Annesi düşmüştü o an aklına. Ağabeyinin ölümü onu yataklara düşürmüşken, diğer oğlunu da böyle haince kaybetmek... Nasıl dayanacaktı buna? Serkan olmasa kim bakardı annesine? Babası sorumsuz, kumarbaz, ayyaşın tekiydi. Diğer abisi Gürkan ise, başı beladan kurtulmayan, ipsiz sapsız serserinin biriydi. Eve ayda yılda bir para istemek için uğrardı. Onun dışında varlığıyla yokluğu aynı şeydi. En büyük ağabeyleri Özkan öldüğünden beri, Gürkan daha da dağıtmıştı kendini. O Serkan gibi değildi, o zayıf olandı. Kendi bataklığında dibe batmayı kabullenmişti. Serkan ise direniyordu. Ağabeyinin intikamı için yemin etmişti. Her şeyden vazgeçmişti, herkesten...
İşte o an Doruk gelmişti aklına. Kendisi bile öyle şaşırmıştı ki. Hayatının sonuna geldiği bu an, annesinden sonra aklına gelen ikinci kişinin eski en yakın dostu olması onu da bozguna uğratmıştı. Güçlükle yutkunduğunda, arkasındaki adamların konuşmalarını uğultu şeklinde duyuyordu. Fakat gökyüzünde uçan kuşların cıvıltıları daha netti o an onun için. Körfez Boyu'nu anımsatmıştı bu ona. Göçebe kuşlar fazlasıyla ziyaret ederdi orasını. Doruk'un ablası Cemre'yle tartıştığı o gün de, onu orada bırakıp giderken kalabalık kuş sürüsünün seslerini duymuştu. Cemre'nin çığlıklarının o gürültüye karıştığından habersizdi... Aklına üşüşen anının ağırlığı altında ezildiğinde gözlerini yumdu.
"Sen aşağılık bir orospu çocuğusun! Duydun mu beni? Orospu çocuğu! Kardeşim dedim lan ben sana!" Doruk'un yüzüne attığı o sert yumrukların acısını tekrar hissetmişti sanki yüzünde. Karnı kasılır gibi olmuştu. Arkasındaki adamlardan biri kafasını yerden kaldırmak için saçlarını sertçe kavradığında, sanki bunu onu yapan Doruk'un ta kendisiydi.
"Benim ablamı, o şerefsiz pezevenklerin eline bıraktın! Ben... Ben ve Ilgaz yetişmeseydik... Ona... Ona..." Bir yumruk daha... Bir tane daha... Sonra araya girmeye çalışan Ilgaz... Arka taraftan duyulan Beyza'nın çığlıkları... Tüm mahalleli camlardaydı. Herkes büyük bir şaşkınlıkla izlemişti, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu ikilinin ölümcül kavgasını. Aslında kavga demek doğru olmazdı. Çünkü Serkan, asla Doruk'a karşılık vermemişti. Hak ediyordu çünkü o yumrukları. Aksine, vicdan azabına daha iyi bile gelmişti o yumruklar.
Özür dileyebilirdi. Böyle olmasını istemediğini söyleyebilirdi. Ablasını duymadığını anlatabilirdi ona. Ama yapmamıştı. "Sen benim kardeşim falan değilsin. Benim iki tane kardeşim vardı, birisi öldü! O iğrenç laboratuvarda, o orospu çocuğunun emriyle katledildi! Atahanlar'a bulaşmasının tek sorumlusu da senin ablan! Onu terk etmeseydi, Özkan böyle işlere asla bulaşmazdı! Senin ablan, benim ağabeyimin ölümüne çanak tuttu Doruk. Bundan sonra senle benden ancak iki düşman olur, yaz bunu kafana. Hem üzülme, kıymetli Ilgaz'ın yetiyordu zaten hep sana."
"Bana bakmayacak mısın, Serkan?" İşte o an hayatında en nefret ettiği şerefsizin sesini işitti. Öyle netti ki, diğer heriflerin aksine. Midesi ağzına gelir gibi oldu. Karşısındaydı işte. Tıpkı adamları gibi baştan aşağı siyahlara bürünmüştü. O çirkin çehresiyle tıpkı bir cellada benziyordu. Yüzünde kibirli, aşağılık bir tebessüm vardı. Ellerini siyah, uzun kabanının cebinden çıkardığında önünde birleştirmişti, bu kez başını omzuna doğru yatırarak kısaca onu inceledi. "Seni böyle dizlerinin üzerinde çökmüş görmek... Ne yalan söyleyeyim, kalbimi kırdı. Bilirsin... Bana kafa tutarken, bana tehditler savururken... Öyle sarsılmaz, öyle cesur, öyle kendinden emindin ki... Şimdiyse buradasın... Buradayız... Hayal kırıklığına uğramamak mümkün değil."
Serkan gülmüştü. Yayvan bir gülümsemeydi. "Buraya ellerim bağlı bir şekilde getirildim Atahan, bunu göz önünde bulundurmaman da bir miktar benim kalbimi kırdı. Eşit şartlarda olsaydık, dizleri üstünde çökenin sen olacağını bilmen gerekirdi."
"Şu boyundan büyük lafların... En çok da onlara hayranım, biliyor musun? Bir düşündüm de, özleyeceğim sanırım. Böylesine kendini bilmez, aymaz bir düşmanım daha olmamıştı herhalde." Aniden aklına gelmiş gibi kaşlarını kaldırdı. Şaşırmış rolünü muazzam bir ustalıkla sergilemişti. "Aa nasıl unuturum? Doğan... Aah... Görüyor musun? İnsanoğlu, ölüleri bir süre sonra unutmaya programlanmış. Sanırım, bir zaman sonra senin bu haddini bilmezliğini de unutacağım. Üzgünüm, artık yaşlanıyorum herhalde."
"Öyle mi? Öyleyse neden insanlar hala intihar eden küçük oğlunun yasını tuttuğunu söylüyorlar? Ölüleri unutup unutmamamız biraz da ölen kişinin kim olduğuna bağlı değil mi Atahan?"
Mehmet Atahan'ın yüzündeki kibirli ifade anında yok oldu ve yerini buz gibi soğuk, ürkütücü bir ifadeye bıraktı. Çıkık çenesi daha da belirginleşmişti ki bu sinirlendiğinin göstergesiydi. "İnsanlar her zaman konuşur. Sana çok fazla düşmanım olduğunu zaten söylemiştim. Onlar güçsüz bir Mehmet Atahan görmek istiyorlar, bu yüzden de görmek istediklerini görüyorlar. Ama tüm söylenenlerin aksine, daha güçlü geri dönüyorum. Ben, sizlerin aksine Mehmet Atahan'ı tek başıma inşa ettim. Onu ancak tek kişi yıkabilir. O da yine benim. Ben istemediğim müddetçe beni kimse deviremez. Ben evlat acısına rağmen ayakta durabilen bir babayken, sen sırf kardeşi öldü diye kendi hayatını da mahveden eziğin tekisin. Hayatını bilemem ama kendi sonunu bizzat kendi ellerinle inşa ettin."
Serkan'ın dudaklarında ukala bir gülümseme yer edinmişti. Aynı sarsılmazlıkla baktı ona. "Öyle mi? Ağabeyimi öldürdüğün için elini eteğini falan öpmem gerekiyordu herhalde. Orayı kaçırmışım, bir kopukluk olmuş orada."
"Bak, yine! Aynı dili konuşamıyoruz seninle. O patlama bir kazaydı. Kaza... Oradaki çalışanların hatasıydı üstelik. Ama kendi ölümün kasıtlı olacak, merak etme."
Arkadaki adamlarına başıyla işaret verdiğinde, Serkan başını yavaşça arkaya çevirdi. Adamlardan biri paltosunun altındaki silahı hızlıca çıkardığında, parlayan gri metal Serkan'ın gözlerini yummasına neden oldu.
"Anneni düşünme. Tüm tedavi masraflarını, her türlü bakım masrafını halledeceğim. Neticede Özkan benim çalışanımdı, ailesini yüz üstü bırakmam. Gözün arkada kalmasın."
"Sen... İğrenç... Bir... Orospu çocuğusun. And olsun, Cehennem'de ilk ben karşılayacağım seni. Orada ensendeyim, Atahan. Ateşini kendi ellerimle harlayacağım!"
Mehmet Atahan alaycı bir ifadeyle başını salladıktan sonra adamlarından uzun boylu olana baktı. "Ben şu karşıdaki ağacın oraya yaklaştığımda işini bitir. Ses çıkmasın." Adamı başını salladığında silahtaki susturucuyu işaret etmişti.
"İzlemeyecek misin infazımı?" Serkan şaşırmıştı. Ölümüne sadece saniyeler kala takıldığı şeyin bu olmasının saçma olduğunu biliyordu. Ama hayır, yoğun bir korku hissetmiyordu. Öfke daha yoğundu, nefret daha yoğundu, özlem daha yoğundu. İntikamını alamamış olmanın acısı ise tarifsizdi.
Büyük Atahan başını iki yana salladı. İşte o an onun gözlerinde çok kısa bir anda olsa bir duygu belirtisi gördü Serkan. Yanılsama zannetti. Sonrasında hatırladı. Onur Atahan, aylar önce babasının silahıyla, babasının gözlerinin önünde intihar etmişti. Bu haber günlerce haber kanallarını meşgul etmiş, aylarca da cemiyet ve yerli halk tarafından da konuşulmuştu. O gece ise... Onur Atahan'ın babasıyla ne konuştuğu büyük bir muammaydı. Görünen o ki, Mehmet Atahan o geceyi asla silemeyecekti kafasından.
"En azından beni öldürtmeden önce itiraf et... O patlamayı sen yaptırdın. Kendi pisliğini örtbas etmek için kendi kimyagerlerini ortadan kaldırdın. Sesleri çıkmasın diye, seslerini bu şekilde kestin. Benim ağabeyim de tıpkı diğer 21 insan gibi bu yüzden katledildi, değil mi?"
"Ve o 22 aileden de bir zeki sen çıktın değil mi? Sana az önce de dedim, bu patlama o kimyagerlerin hatasıydı. Senin az sonra ölecek olman da senin hatan. Şu başkalarına suç bulma modası artık sıkmadı mı?"
"Konuşacağımdan korktuğun için beni öldürtüyorsun."
"Yoo, hayır. Şahsi. Gıcık oldum sana." Mehmet Atahan gülümsedi. Siyahlar içindeki celladın son gülümsemesiydi. Arkasını döndüğünde, Serkan başını yere eğmek zorunda kalmıştı. Birkaç saniye sonra kafasında bir silah patlayacağını bildiğinden elleri buz kesmiş, kalbi göğüs kafesini zorlamaya başlamıştı. Silahın başının arkasına yaslandığını hissettiğinde vücudu kısa bir an titredi. Korku muydu bu onu da bilmiyordu, boğazı düğümlenmişti. "Tek temennim," diye soludu kesik nefeslerinin arasından. Güçlükle yutkunmuştu. "Ben göremeyecek olsam bile... Tek temennim, Mehmet Atahan... Acılar içinde gebermen... Ölmeyi kendine kurtuluş görecek kadar acı çekmen... İşte o gün Cehennem'de huzur bulmuş tek insan ben olacağım."
Mehmet Atahan arkasını dönmedi, yürümeye devam etti. Dudaklarında alaycı bir gülüş belirmişti. "Ölmeden önce son arzunun benle ilgili olması da pek manidar."
Silah, Serkan'ın ensesine daha da yasladığında gözlerini yumdu. Nemlenin gözlerindeki ıslaklık kirpiklerine bulaştığında, sadece gökyüzündeki kuş sürüsünün kanat seslerine yoğunlaştı. Başının arkasındaki silahın hareketlendiğini hissettiğinde şehadet getirmişti. Yaklaşık 15 saniye boyunca müthiş bir suskunluk oldu. Serkan'a göre o saniyeler bir ömür sürmüş gibiydi. Ölmeyi beklemenin, ölümden daha acı olduğunu söyleyebilirdi. Huzursuzca kıpırdandığı o anda patlayan silah sesini duymuştu. Bedeni kaskatı kesildi. Sadece bir saniyede vücudundaki ısının hızlıca düştüğünü hissetti. Öte yandan kalbi boğazında atacak kadar şiddetliydi. Kalbi... Kalbinin attığını duyuyordu. Beyni durmuş vaziyetteydi, neler olup bittiğinin idrakını yapamıyordu. Kafasının arkasındaki silahın başının arkasından yavaşça çekildiğini hissettiğinde şaşkına döndü, acıyı hissetmiyordu. Hayır, vücudu yaşadığı paniğin aksine fiziksel acıyı hissetmemişti. Kulakları müthiş bir basınca maruz kalmış da yeniden duymaya başlamış gibi sesleri bir anda ve yoğun bir biçimde duymaya başladı. Beyni sesleri yeni yeni işliyordu. Murat Atahan'ın sesini duyduğu anda gözlerini telaşla açtı ve başını kaldırdı.
İşte o an, ölmediğini, hala hayatta olduğunu idrak edebilmişti.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" Bunu söyleyen Mehmet Atahan'dı. Serkan gözlerini birkaç kez yumup açtığında şimdi her şeyi daha net görüyordu. Mehmet Atahan'ın karşısında, tıpkı onun gibi tepeden tırnağa siyahlara bürünmüş Murat Atahan dikiliyordu. Üstelik yalnız da değildi. Hemen arkasında yaklaşık on kadar adam dikilmiş, silahını Mehmet Atahan'a doğrultmuşlardı. Havaya onlardan biri ateş etmiş olmalıydı.
"Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun? Adamlarından güpegündüz birilerini öldürmelerini isterken?"
"30 yaşına geldin Murat. Hala işlerime karışmaman gerektiğini öğrenemedin mi?"
"Öğretemedin Mehmet Atahan!" Murat Atahan'ın sesi beklenmedik biçimde yükselmişti. Babası, onun sesine yansıyan öfke ve alaycılığı fark ettiğinde şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Sarhoş musun sen? Ne bu laflar?"
"Keşke olsam," Murat dişlerini sıkmış, kesik birkaç soluk almıştı. "Keşke sarhoş olsam da aklım başımda olmasa. Senin gibi bir herifi keşke kafamın içinde yaratmış olsam. O zaman her şey daha kolay olurdu, baba." Yanan gözlerini kırpıştırıp açtı. "Bana hayatım boyunca, en büyük hayal kırıklığının ben olduğumu hissettirdin, çoğu zaman doğrudan söyledin bunu. Ama bilsen... Asıl senin benim için nasıl bir hayal kırıklığı olduğunu..."
Mehmet Atahan, bunalmış bir ifadeyle kabanının yakasını çekiştirdi. Omzunun üzerinden arka taraflarında kalan, hala dizlerinin üzerinde yerde duran Serkan'a bakmıştı. Serkan bembeyaz bir yüzle onları izliyordu, kafası karışmış görünüyordu. Mehmet, tekrar önüne Murat'a doğru döndüğünde gözlerini devirdi. "Evde konuşalım mı bunları oğlum? Görüyorsun, burada işler biraz karışık."
"Orasının ev olacağına küçücük bir ihtimal dahi olsa bir an... Bir an inanmıştım. Onur öldükten sonra..." Yutkundu. Onur ve ölüm kelimelerini bir arada kullanmak hala daha zordu onun için. "Seni ilk kez bu kadar yıkılmış gördüm, baba. İlk kez senin de duyguların olduğunu gördüm. Belki beni değil ama onu sevdin. Eskiden olsa bu yakardı canımı. Ama bu defa... En azından o kişi ben olmasam bile birini sevebilme yetin olduğunu görmek... Ben... Ben değiştiğini düşündüm. Yaptığın onca şeyden pişman olduğunu düşündüm. İnan, inan her şeyi unutmaya hazırdım. Aptal gibi, bana ve anneme yaptıklarını unutmaya hazırdım. Bunca yıla sığdırdığım öfkemi silip atmaya hazırdım. Ama gördüm ki..." Birkaç metre ilerisindeki Serkan'a bakmıştı. "Aslında kafamın içinde yarattığım kısım burasıymış. Sen kocaman bir hayal kırıklığıymışsın Mehmet Atahan. Ve hayır, ben Onur değilim. Kendimi değil, seni öldüreceğim."
***
1 Temmuz, sabah saatleri
"Yani... Mehmet'in elinden seni Murat kurtardı. Doğru mu anlamışım?"
Dudaklarımın arasındaki sigarayı elime aldığımda yan tarafımda oturan Serkan'a bakmıştım. Onun elinde de bitmeye yüz tutmuş bir sigara vardı. Bana değil de arabanın camından, 23.caddeye bakarken yüzü fark edilecek derecede kederliydi. Gözaltındaki morluklar uykusuz bir gece geçirmesinden kaynaklanıyordu, fakat donuk bakışlarının nedeni dün akşama doğru annesinin vefat etmesiydi. Onu ilk kez böyle görmenin şaşkınlığını yaşasam da, hislerim kuvvetli bir güç tarafından baltalanmış gibi hissediyordum.
"Murat'ın amacı kahramanlık yapmak değildi, onun derdi babasıydı. Bu olay onun için bardağı taşıran son damla olmuştu."
"Senin de derdin Mehmet Atahan'dı. Bu noktada Murat ile ortak bir amacınızın olduğunu fark ettiniz ve birer suç ortağına mı dönüştünüz?"
"Öyle de denilebilir," Serkan başını geriye yasladığında derin bir iç çekti. "Şimdi olsa... Aynı şeyi yapmazdım. Bilmiyorum, belki de yine yapmak zorunda kalırdım. Adalet ona asla işlemiyordu. Gittiğim tüm kapılardan geri çevrilmiştim. Aslında onun ölmesini değil, hapishanede çürümesini tercih ederdim. Ama laboratuvardaki patlama olayı dosyasını kapattılar, hiçbir şey yapamadım. O herifin suçlu olmasını bilmeme rağmen... Hak, hukuktan bahseden herkes üç maymunu oynadı. Bildiğin bana karşındaki kişi Mehmet Atahan, sen neyin adaletinden bahsediyorsun demek istediler. Ben abimi gömdüğümle kalacaktım, o ise hiçbir şey olmamış gibi hayatına kaldığı yerden devam edecek hatta dahası can almayı sürdürecekti."
"Cinayeti işleyen Murat'tı?" Bakışlarımı 23. Cadde'nin tenha sokaklarına diktiğimde uykusuzluktan dolayı yanan gözlerimi yumup açmak zorunda kaldım. İçtiğim sigaraların sayısını bilmiyordum, bu yüzden midem bulanmaya başlamıştı. Sigaradan son bir nefes daha çektikten sonra söndürdüğüm izmariti camdan attım. Başımda keskin bir ağrı vardı, bu yüzden odaklanma problemi yaşıyordum. Fakat yine de Serkan'ı dinlemek için onunla buluşmuştum. Babamın askeri jipiyle askeriyeden ayrılmam da eminim babam cephesinde karmaşa yaratmıştı. Fakat aramalarını şimdilik görmezden geldiğim için benim açımdan sorun teşkil etmiyordu.
"Yani... İlacı ona yutturan Murat'tı. Ama esasında sonrası daha kötüydü. İlacın tüm iç organlarını tahrip etmesi, kasları eritmesi vs belli bir zaman aldı. Yavaş yavaş ama acı verici... Bunu izlemenin beni iyi hissettireceğini düşünmüştüm ben. Ama hayır... Bir yerden sonra izlemeye katlanamadım. Onu kurtarmamız gerektiğini bile düşündüm. Silah ya da bıçakla... Eğer bu şekilde yapsaydık olacak ve bitecekti. Ama böyle uzun sürmesi... Bu benim için de işkence gibiydi. Panzehir olmadığını bilmeme rağmen onu kurtarmalıyız diye düşündüm. Ya da bir hastaneye götürmemiz gerektiğini... Abimin ve onca insanın katili olsa dahi... Karşımda o şekilde birinin ölüyor oluşu... Kaldıramayacağım kadar ağırdı."
Serkan'a baktığımda gözlerinin kenarlarındaki ıslaklığı fark ettim. Bunları anlatmak onun için göründüğünden de ağır olmalıydı. "Benim istediğim intikam bu değildi, Arya. Ben, beni de mahvedecek bir intikam istemedim. Böyle bir cinayete ortak olacak kadar... Vicdansız olmayı düşünmemiştim. Olayın psikolojik yönünün ağırlığını hiçbir zaman atlatamadım. Bana kalsa, en başta teslim olurdum. Ama Murat hep annemi öne sürdü. Annem zaten çok hastayken, benim böyle bir şey yaptığımı öğrense... Kahrından ölürdü. O bunu bilmeyerek ölsün istedim. Sonra, Murat ne yaparsa yapsın teslim olacağım dedim kendi kendime. Gerisini biliyorsun, annem dün akşam öldü ve... Artık bitti, Arya. Yolun sonu, burası. Daha ötesi yok. Öğlen, cenazeden sonra teslim olacağım."
"Peki ya Murat?" diye sordum. Hiçbir şeyin anlattığı kadar basit olmayacağını biliyordum. "Sen gerçekleri anlattığın an onu da kendinle beraber yakmış olacaksın. Peki, o ne yapacak? Paşa paşa senin karar verdiğin bu sona razı mı olacak? Cinayeti tamamıyla senin üstüne bile yıkabilir. O Mehmet Atahan'ın oğlu, mutlaka bir B planı vardır."
"Benim kaybedecek bir şeyim kalmadı, Arya. Beni susturacağı bir şey yok artık elinde. Babam ve Gürkan ile mi tehdit edecek beni?"
"Yapmaz mı sanıyorsun?" Alaycı gülümsememe engel olamadım. "Beni Ilgaz'ı öldürmekle tehdit etmiş, zorbalıkla beni bu kasabadan yollamış bir ruh hastasından bahsediyoruz. O, normal bir adam rolünü oynayan psikopattan başka bir şey değil. Kaybettiğini hissettiği anda yapmayacağı hiçbir şey, harcamayacağı hiç kimse yok. Hepimizin hayatını öyle ya da böyle mahvetti."
"O hapse girdiğinde rahat bir nefes alabileceksin, düşünme artık bunları." Direksiyonun üzerinde duran sağ elimin üzerine kendi elini koyduğunda şaşkınlıkla ona baktım. Islanmış kirpiklerinin eşliğinde yüzünde buruk, cansız bir gülümseme belirmişti. "Ilgaz için endişelenmene gerek kalmayacak. Murat hapse girdiğinde, Ilgaz da artık babasının intikamını aldığını düşünecek ve önüne bakabilecek. Siz ikiniz iyi bir geleceği hak ediyorsunuz."
"Öyle mi?" dedim başımı tekrar yola çevirdiğimde. Gözlerim acıyordu, başımı ovuşturma gereği duydum diğer elimle. "Garip... Çünkü ben artık öyle bir geleceğin var olacağını düşünmüyorum. Birkaç gün önce söyleseydin bunu, o zaman böyle düşünmezdim belki de. Ama artık ne istemem ve ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum."
Bir iç çekti Serkan. Elini, elimin üzerinden çekmişti. "Yalan söylemeyeceğim, Ilgaz'ı oldum olası sevmem. Kasıntının tekidir. Yıldızımız hiç barışmadı. Mahalleye bir geldi, herkesin gözdesi oldu bir anda. Gıcık herif. Ama demek ki sen farklı bir şey görmüşsün ki sevdin bu herifi. Senden vazgeçmekle orospu çocukluğu yapmış, o konuda haklısın. Ama iyi kötü tanırım Ilgaz'ı. Ani parlar, çabuk söner, pişman olur. Sabahtan beri defalarca aradı seni. Baksana, şimdiden götü tutuştu bile. Kendini affettirecektir bir şekilde. Şeytan tüyü var herifte."
Onda şeytan tüyü olduğu konusunda haklıydı sanırım. Onu tanıdığımdan beri onu kaç defa affettiğimi ve ona bir türlü karşı koyamadığımı hatırlamak zor değildi. Ama bilmiyorum... Tükenmiş hissediyordum. Öğrendiğim her şeyin benden bazı parçalar götürdüğünü ve artık eskisi gibi olamayacağını düşünüyordum. Babamın anneannemle ilgili söylediklerinden sonra, hislerim ölmüş gibiydi. Bomboştum. Kocaman bir hiçliğin ortasında durmuş, artık debelenmeyi bırakmıştım.
"Ilgaz'a kızgın değilim, Serkan. Babasına olanlar konusunda öfkelenmekte haklı. Buğra meselesi bardağı taşıran son damla oldu onun için. O da çok şey yaşadı, ben de çok fazla şey yaşadım. Bir noktada birbirimizi incitmemiz kaçınılmazdı. İstemeden de olsa belki de ben de incittim onu. Onur mevzusu belki de onu benden bile daha fazla incitti. Kızamıyorum ona. Kendimi onun yerine koyuyorum ve onun eskiden aşık olduğu kişinin konusu böyle gündeme gelse... Sanırım ben onun kadar bile güçlü duramazdım. Belki de hala Onur'a karşı hislerim olduğunu düşünüyor, kendini yiyip bitiriyor. Ona ne söyleyebilirim ki? Onur umurumda değil, benim için önemsiz birisi diyemem ki. Onu yıllar boyu sevdim... Ve öldüğünü öğrendiğimde biliyordum ki bunun yarattığı acı asla tam olarak iyileşmeyecekti. Ama dürüst olmak gerekirse... Ilgaz hayatıma girdikten sonra eskisi kadar acıtmıyordu. Hatta son birkaç ay onu eskisi kadar hatırlamıyordum bile. O beni sevmiyordu deyip önüme bakmak daha kolaymış sanırım. Ama sonra... Onun da beni sevdiğini öğrendikten sonra nasıl tepki vermem gerektiğini bilemedim. Her şey öyle karmaşık ki... Ilgaz'ın penceresinden baksam ne hissederdim hiç bilmiyorum."
"Kendi acını, kendi hislerini düşünmek yerine ilk Ilgaz'ın hislerini düşünüyorsun. Bence Ilgaz, ölmüş bir herifle kendini kıyaslamayacak kadar akıllı bir adamdır. Ama elbette, kendini kötü hissetmekte haklı. Bilmiyorum, sanırım ben de ne hissedeceğimi bilemezdim. Onur... İyi bir çocuktu. Onun bir Atahan olduğuna inanmak zordu cidden. Üstelik, vefatından önce Ilgaz ile mahkeme mevzusundan dolayı epey gerilmişlerdi. Ilgaz bunun için vicdan yapıyor olabilir. Neticede onun sevdiği kızla birlikteydi. Ama baktığında... Onun yaşayamadığı hayatı Ilgaz yaşıyordu. Bu onu muhtemelen suçluluk psikolojisine itti. Bence senden ayrılmasının nedeni sadece babasının intikam mevzusu değil, Onur'u aşamadı. Belki de ona da kendine de biraz zaman vermelisin."
"Haklısın," dedikten sonra aniden gelen farkındalıkla ona döndüm. "Bunca zaman her şeyi biliyordun neredeyse. Onur'un beni sevdiğini bile... Ama hiçbir şey söylemedin."
"Ne dememi bekliyordun ki Arya?" Şimdi o bir sigara yakmıştı. "Kabuk bağlamış yaraları deşmek benim haddim değil. Hem Onur hayattayken sana âşık olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Siktir, Atahan'ların seni tanıdığını bile bilmiyordum. Murat babasından hesap sorarken duydum mevzuyu. Onur'un mahkemedeki ilk iddialarını geri çekmesinin nedeninin sen olduğunu nereden bilecektim ki? Babasının, onu senle tehdit etmesini hazmedemediğini söylemişti Murat. Ona göre, Amerika'daki tedaviyi reddetme nedenlerinden biri de buydu. İbne herif, kendi çocuğunu bile ölüme sürükledi bir yerde. "
Dünyanın başıma yıkıldığı an, tam olarak o andı.
"Ne? Ne demek? Onu seninle tehdit etti de ne demek? Neden... Neden söz ediyorsun? Ne demek bu?"
Dehşete düşen yalnızca ben değildim, gözlerini yumup hızlıca açtı.
"Bir dakika... Bunu bildiğini düşündüm ben. Sikeyim, lütfen bunu benden öğrendiğini söyleme. Onur mektubunda her şeyi anlatmış derken haliyle bundan da bahsettiğini düşündüm. Arya?" Yüzüme sorarcasına baktı. "Ha siktir... Bilmiyordun." Elini hızlıca yan tarafındaki cama vurdu. "Dilimi sikeyim, çok üzgünüm Arya. Bunca şeyin içinde, bu şekilde öğrenmeni istemezdim."
Ellerim yavaşça direksiyondan kucağıma düştüğünde birkaç uzun soluk aldım ve başımı direksiyona yasladım. Bacaklarımın bağı çözülmüş gibi hissediyordum, eğer şu an oturuyor değil de ayakta olsaydım bacaklarım muhtemelen beni taşımazdı. "Doğru mu anladım?" diye sordum kesik soluklarımın arasında. "Sen şimdi bana Doğan Ateşoğlu dosyasının kapatılma nedeninin, Onur'un susma nedeninin ben mi olduğumu söylüyorsun? Ilgaz... Sırf benim yüzümden... Bunca zaman Onur'dan nefret etti, onun bir dönek olduğunu düşündü. Ama asıl sebep Mehmet Atahan'ın onu, benimle tehdit etmesiydi, öyle mi?"
***
Murat Atahan
1 Temmuz, sabah saatleri
"Bu yanına kalmayacak... D-duydun mu beni? Asla... A-asla benim... Kadar zeki olamadın... Bir gün... Cümle âlem senin bir... Bir ba- baba katili olduğunu öğrenecek!"
Murat, piyanonun önündeki taburenin üzerindeyken başını geriye attı, elleri istemsizce kulaklarının üzerine gitti. Sanki kafasının içindeki sevimsiz hatıralarının sesini kısması bu şekilde mümkünmüş gibi... Başını iki yana salladı hırsla. Kimse bir şey öğrenmeyecekti. Babasının bahsettiği lanet gün bugün değildi. Hayır... Mutlaka bir çözümü vardı. Her şeyin elbette bir çözümü vardı. Koskoca Murat Atahan'ın sözüne karşılık ipsiz sapsız serserinin teki olan Serkan'ın sözü? Kim Murat'a karşı o herife inanırdı ki? Körfez Boyu'nun polisteki intibası ortadaydı... Serkan'ın, Murat'a karşı kazanma şansı yoktu. Murat, onun bunu aklında bulundurup bir aptallık yapmamasını umuyordu. Aksi halde... Aksi halde işler çirkinleşecekti.
Ama bildiği bir şey varsa, o da bu hayatta kimseye güvenmemesi gerektiğiydi. Ve kesinlikle Serkan'a güvenmiyordu.
Hayatı, bir serserinin iki dudağının ucunda olmamalıydı. Düşünüyordu. Lanet olsun, geceden beri doğru dürüst gözünü kırpmamış, mantıklı bir çözüm yolu aramıştı. Onur'un odasında sabahlamış, daha doğrusu sabahı zor etmişti. Bu akşam düğünü olan bir adam için fazlasıyla bitkin gözüküyordu. Serkan'ın annesinin ölümünün zamanlaması berbattı. Berbattı...
Hazırlıksız yakalanmıştı.
"Lanet olsun! Sikeyim, lanet olsun!" Ellerini sertçe piyanonun tuşlarına vurdurduğunda tuşlardan yayılan gürültülü bir ses duyuldu. "Hayatımı siktin lanet herif! Ölü ya da diri fark etmez... Hayatımı mahvettin!"
"Ben senin eserinim!" Histerik bir kahkaha atmıştı. "Gurur duymuyor musun şimdi benle? Gün geldi devran döndü Mehmet Atahan! Şimdi sen..." Eliyle sandalyeye bağlanmış babasını işaret etti. "Şimdi sen zavallısın. Şimdi ben tepeden bakıyorum sana. Hatırladın mı? Aynı böyle bakardın bana. Kendi çocuğuna değil de, sanki iğrenç bir yaratığa bakar gibi bakar, böyle bir bodrumda eziyet ederdin. Hep... Hep bunu hak edecek ne yaptığımı düşünürdüm. Çok düşündüm baba... Hak verirsin ki beni bodruma kilitlediğin günler boyunca düşünecek epey bir zamanım oluyordu."
"Halbuki fazla düşünmene gerek yoktu," diye alaycı bir ifadeyle cevapladı onu Mehmet Atahan. "Sen Atahanlar'ın yüz karasısın. Hep öyleydin! Aradığın lanet cevap buydu işte!"
"Değilim." Murat hızlıca başını iki yana salladı. Hafifçe gülmüştü. Gülüşü öfkeye bulanmıştı. "Değilim, baba. Görmüyor musun? Herkes Murat Atahan'ın genç yaşında başardığı başarıları, zekasını, mükemmelliğini konuşuyor. Seni tahtından ediyorum, farkında değil misin? Senin devrin değil artık, benim devrim. Benim krallığım ve bundan böyle benim kurallarım. Sen ise bir hiç gibi... Kimsenin aklına dahi gelmeyeceksin."
Mehmet Atahan çok büyük bir kahkaha atmıştı duydukları karşısında. Dudağının kenarından akan kanı umursamıyordu. Murat'ın ona yaptığı, yapacağı hiçbir şey umurundaymış gibi değildi. "Sen. Kocaman. Bir. Zavallısın. Hep öyleydin. Neyi başarırsan başar, ne kadar yükseğe çıkarsan çık, aslında hep alçakta olacaksın. Buralara benim sayemde geldin. Gölgen gibi ardında olacağım, daima. Kimsenin aklına dahi gelmesem, mutlaka hep senin aklında olacağım, Murat. Bunu sen de biliyorsun ve göreceksin de."
Murat, sertçe yumruklarını sıktığında iki eli de zonklamıştı. Damarlarındaki kanın akışı hızlanmıştı. Müthiş bir öfke duyuyordu içinde. Sertçe adamın yüzüne bir yumruk daha savurduğunda babasının başı geriye düşmüş ve bağlandığı sandalye geriye kaymıştı. "Orospu çocuğu! Niye, ha, niye? Niye? Niye?" Adamı omuzlarından tutup sertçe sarstı. "Neden hep böylesin? Neden özellikle de bana karşı hep böyleydin? Niye? Bir kez olsun bile... Sevmedin beni?" Dizlerinin üzerinde, adamın bağlandığı sandalyenin önüne çökmüştü. Kırptığı göz kapaklarının arasından birkaç damla göz yaşı süzülmüştü. Solukları hızlıydı, öyle yorgun hissediyordu ki... Babasının yediği yumrukları kendi yemiş gibiydi. Aslında her defasında kendisini daha fazla yaralamıştı. Babası, onun aksine hiç de etkilenmişe benzemiyordu. Ukala gözleri, kanayan burnu eşliğinde tavanı izliyordu. İnatla, önündeki aciz çocuğa değmemişti gözleri.
"Neden... Neden hep ne yaparsam yapayım bana kusurlu, işe yaramaz bir eşya gibi davrandın? Tek bir kez... Allah kahretsin, yalnızca bir kez... Sadece bir kez... Neden babammış gibi davranmadın? Niye herkesten, her şeyden önce ilk beni gözden çıkardın? Yüzüme bak... Kaldır o lanet suratını ve yüzüme bak! Onur'u benden daha değerli kılan şey neydi söyle? Daha mı yetenekliydi benden? Hayır, değildi. Daha mı zekiydi peki? Hayır. Değildi, sen de biliyorsun bunu. Atahan ismi için benden daha çok mu çabaladı? Sikeyim hayır, şirketlerin yolunu dahi bilmezdi! O kırılgan bir vazo diye yıllarca benden daha değerli oldu hep! Ama sonunda ne oldu baba? O vazoyu paramparça eden yine sendin. Hem de onu benden bile sakınmana rağmen. Onu ben değil, sen öldürdün."
"Kapa çeneni!" Mehmet Atahan adeta yüzüne kükremişti. Deminki ukala ifadesi yoktu. Çökmüş avurtları yüzüne eşlik edince ürkütücü görünüyordu. "Onur'un senden daha zayıf olmasını kendine zafer sayabilirsin ama bu hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü ikiniz arasında bir seçim yapacak olsam... Yine onu seçerdim. Nedenini merak ediyor musun? Ediyorsun... Çünkü sen benim annenden sonraki en büyük hatamsın Murat. Buna işte bugün bir kez daha emin oldum. Sen bir babanın başına gelebilecek en kötü şeysin. Bir de soruyor musun? Beni öldürmek istemiyor musun? Kendi öz babanı? Sen bir lanetsin. Seni gördüğüm ilk an sende bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordum. En başında o kadının karnında ölsen, şimdi ikimiz de burada bu saçma sapan konuşmaları yapmazdık, değil mi?"
"Ne?" Murat'ın diyebileceği tek şey bu olmuştu. İki elini yüzüne kapayıp sertçe sildi, ardından eli kendi saçlarına gitti ve sertçe çekiştirdi onları.
Duyduklarına inanamıyormuş gibiydi. "Hala mı? Birazcık bile mi pişmanlık yok? Kendi öz oğlunu bu hale sen getirdin! Nasıl olur da biraz bile yaptıklarını sorgulamaz, ufacık bile olsa bir pişmanlık belirtisi göstermezsin?!"
"Gösteriyorum ya işte!" Mehmet Atahan kafasına daha iyi kazısın diye yüksek sesle bağırmıştı. "Pişman olduğum, belli olmuyor mu? En büyük pişmanlığımsın diyorum ya, daha ne kadar açık olabilirim? Seni bu hale ben getirdim, öyle mi? Evet, bu hale benim sayemde geldin. Murat Atahan benim sayemde var oldu! Ben olmasam bir hiçtin! Siktiğimin ışın kılıcıyla oynayan işe yaramaz, ruhlu lanetli bir hiçtin! Senin gibi birinden mükemmeli yaratmak istedim ben. İşte benim en büyük hatam bu. Keşke o kazada o lanet kadınla birlikte sen de geberseymişsin. İki üç gün üzülürdüm, sonra alışırdım. Şimdiyse ölsem bile en büyük pişmanlığım olarak yakamı bırakmayacaksın."
"Öyle mi?" Murat, duyduklarına inanamadı. Sol eliyle güçlükle yere tutundu. Ayakları yere basmıyordu sanki bu yüzden ayağa güç bela kalkabildi. Hızlı hızlı birkaç kez yutkunduğunda âdemelması titremişti. Terden ıslanmış saçlarını eliyle geri yatırdı ve başını aşağı yukarı salladı. Gözlerinde deminki yenilmiş ifade yoktu. Acımasız, dehşet verici bir yangın vardı o gözlerde. Dokunduğu her şeyi infilak edecek türden.
"Öleceğin konusunda haklısın. Ölmeyi sen isteyeceksin ama. Yalvaracaksın bunun için. Kurtuluş sayacaksın ölümü kendine. Ne yazık ki ben senin için iki üç gün bile üzülmeyeceğim baba. Öyle bir sileceğim ki seni bu dünyadan, kimse hatırlamayacak seni." Yavaşça ışık almayan bodrum katın içinde, köşedeki masaya doğru ilerledi. Serkan'ın, laboratuvardan çaldığı küçük, şeffaf bir kutunun içindeki kapsülü çıkardı. Elinde, evirip çevirirken babasına doğru yaklaştı. Mehmet Atahan, onun ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu.
"Bunu kendi laboratuvarında, kendi kimyagerlerine yasal olmayan yollardan sen yaptırmıştın. Birkaç kimyagerin bunu dışarıya ötecek olduğundaysa, kendi laboratuvarını birilerine patlattırıp o kimyagerleri katlettin ve hepsini ortadan kaldırdın. Serkan, katledilen ağabeyi için bir şeylerin peşine düşmeseydi, bu sır sonsuza dek gömülü kalırdı, değil mi?" Murat'ın dudaklarında alaycı bir gülüş vardı şimdi. "Tek örneği elimde sanırım. Bu şeyin hakkında duyduğum şeyler inanılmaz. Tabi, sen daha iyi biliyorsundur. Bununla ne yapacaktın? İnsanları zehirleyip, 3-4 saat içinde panzehirini almak zorunda mı bırakacaktın onları? Panzehir, tabi ki de Atahanlar ilaç şirketlerinden çıkacaktı. Eşi, benzeri olmayacaktı. Ve sen halkın gözünde kahraman ilan edilirken, kazandığın o paralar ve itibar ile tamamen rakipsiz olacaktın. Aşağı yukarı planın bu yöndeydi sanırım? Panzehir çalışmaları tamamlanamadan laboratuvarda patlama çıkması kötü olmuş ama. Düşünsene elimdeki bu şeyi yanlışlıkla yutan ya da yemeğine ya da içeceğine karışan kişi... Yaklaşık 4 saat boyunca ölmekten beter hale gelecek. Çok korkunç, değil mi?"
Mehmet Atahan ilk kez tedirgin gözüküyordu. "Murat, pişman olursun. Saçmalama."
"Bunu zaman gösterecek, baba." Kendinden emin gözüküyordu. Yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu, tamamıyla ruhsuz görünüyordu. "Ne yazık ki, sen bunu bile görecek kadar uzun yaşayamayacaksın." Elindeki kapsülü hızlıca adamın dudaklarına doğru itti, yaşanan birkaç dakikalık debelenme sonucunda kapsülü ona yutturabilmekte başarılı olmuştu.
Serkan, bahçeden bodruma döndüğünde Mehmet Atahan'ı yerde, ağzından köpükler akarken ve iki büklüm olmuş bir halde görmeyi beklemiyordu. Kelimenin tam manasıyla şoka girmişti. Yaklaşık on saniye kımıldayamamıştı. "Şimdi yapacağını söylemedin. Lanet olsun, bana söylemedin!" Küçük masanın önünde dikilmiş, yerde babasını izleyen Murat'a baktı. Yüzünde mimik dahi oynamıyordu lakin yüzü bembeyazdı.
İşte o andan itibaren Serkan ve Murat kirli bir sırrın iki ortağına dönüşmüştüler. Aradan geçen bir buçuk yılın ardından o ortaklık bugün Serkan tarafından bozulacak gibi görünüyordu. Murat piyanonun tuşlarına bu kez daha sakin bir şekilde dokunduğunda yakıcı, uzun bir nefesi dudaklarından dışarı bırakmıştı. Kaybetmeyecekti, kaybedemezdi.
O, Murat Atahan'dı.
Her daim yolun sonuna geldiğinde, bir anka kuşu misali küllerinden yeniden doğardı, onu yakıp yıkanları ateşe verirdi. Daha da güçlenir ve daha da hırslanırdı her seferinde. Ona sadece kazanmak yakışırdı. Kabullenemezdi ki kaybetmeyi. Mehmet Atahan'ın haklı çıkmasına dayanamazdı. O, henüz son hamlesini oynamamıştı.
İşte tam o sırada piyanonun üzerine koyduğu telefonunun çaldığını işitti. Boş bakışlarını oraya diktiğinde Alpay'ın aradığını düşünerek elini telefonuna doğru attı. Ondan haber bekliyordu. Serkan'ı izlemesi için onun peşine takmıştı onu. Şu ana dek polis karakoluna teslim olduğu haberi gelmemişti. Vücudunu saran alışılmadık paniği hissettiğinde, eli telefonu güçlükle kavramıştı. Ekrandaki ismi gördüğünde gözlerini devirmeden edemedi. Dünden beri ısrarla aramıştı onu Ece. Pekala, derdi neyse öğrenecekti. Bu kez çağrıyı cevaplandırdı ve buz gibi bir sesle, "Ne var? Ne istiyorsun?" diye soludu.
Karşı taraftan birkaç saniye ses gelmediğinde eliyle gerilen alnını ovuşturdu ve başını geriye attı. "Sana diyorum?"
"Seni defalarca aradım Murat." Sonundan telefonun ucundan kırık sesi duyuldu. "Telefonlarımı açmadın, aramalarıma geri dönmedin. Şimdi telefonu açtığındaysa, bu tavrın... Cidden... Tek kalemde sildin mi beni?"
"Ne bekliyordun?" Murat oturduğu tabureden ayağa kalkmıştı. Yanmayan şöminenin önüne doğru yürürken konuşmaya devam etti. "Alexander olayını Beyza ve dolayısıyla diğer avcılara öttüğünde cidden ne beklemiştin? Hem de düğünümden hemen önce? Sen kendini benden zeki mi sanıyorsun? Amacının Ilgaz'ı kışkırtmak olduğunu anlamayacak kadar aptal mı göründüm gözüne? Beni hiçe saydın... Ve bunu ilk kez yapmıyorsun."
"Murat... Ben sadece Alexander ihanetinin bedelini ödesin istedim..."
Murat, onun sözünü kesti. Sabrı iyiden iyiye tükeniyordu. "Buna karar verecek kişi sen miydin? Kimi kandırıyorsun sen? Neden daha önce ya da daha sonra değil de şimdi? Sadakatten söz eden birine göre senin ihanetlerinin Alexander ve Stevan'dan ne farkı kaldı?" Sol elinin yumruğunu sıktığında tekrar öfkelendiğini hissetti. "Beni sırtımdan bıçakladın. Stevan'dan farksızsın artık gözümde. Ilgaz ile yüzleştiğimizde her ne olacaksa sorumlusu sensin artık. Gurur duy bunla. Belki düğünü basar ha ne dersin? İstediğin de buydu değil mi tam olarak?"
"Murat..." Sesi ağlamaklı çıkıyordu. "Dinle beni. Sana bir şey olmasını hiçbir zaman istemedim. Senin için yaptığım onca şeyden sonra bana bunu nasıl söylersin? Ben..."
"Sen o şerefsiz, hain herif geberdi diye bana sırtını döndün! Seçimini o gün yaptın. Yetmedi sırf benden intikam almak için Beyza'ya, Buğra'nın gerçek kimliğini açıkladın. Dahası tren suikastı olayını başıma musallat ettin. Ordu hala bu işin peşini bırakmadı. Seni yakalamaları an meselesi. Sen benim yıllardır bin bir uğraşla inşa ettiğim imparatorluğumu aptal hataların yüzünden kolayca yerle bir etmek üzeresin. Senin arkanı topladığım için seninle beraber yanacağım şimdi. Hala ne diye arıyorsun beni?"
"Ben seni sevdim! Her şeyi senin için yaptım! Ilgaz ortadan kalkarsa bir hırs uğruna Özge ile olmaktan vazgeçersin sandım. Ama benim hatalarım o kızın yaptıklarının yarısı bile değilken onunla bu akşam nikâh masasına oturacak olan da yine sensin."
Murat hafifçe güldü. "Senden beni sevmeni ben istemedim ki. Sana ne vaat ettim? Sana her zaman iş ile aşkı birbirine karıştırmamanı söyledim. Defalarca uyardım seni. Ne zaman duygularını işinin önüne koymaya başladın o noktadan sonra hata üstüne hata yaptın. İşlerime burnunu soktun, kendi başına buyruk kararlar aldın. Senin aksine benim için güven ve sadakat; aşk ve hoşlantı gibi gelip geçici duygulardan çok daha önemliydi. Bunu biliyordun. Sana güvenmiştim, Ece. Gözüm kapalı güvenmiştim hem de. Ama geç de olsa öğrendim, Mehmet Atahan'ın yetiştirdiği birilerine güvenmek en büyük aptallıkmış."
Ece onun son dediklerini işitmemişti bile. İlk cümlesi kalbini paramparça etmişti. "Sen istedin diye sevmedim ki seni. Kendim istedim diye de olmadı bu. Keşke birini sevmek sandığın gibi isteyip istememeye bağlı olsaydı. O zaman bu kadar acı vermezdi bu şey. Bu hale gelmezdim. Görmedin bile." Sesi çatlamıştı ve bu yüzden bir an duraksadı. "Alex'in, Stev'in bana ettiği ihanetten sonra senin de hiç umurunda olmadığımı bilmek... Nasıl hissettirdi bir fikrin var mı? Sadece benden daha iyi bir danışan bulamayacağın için, işlerin için endişelendin sen. Benim içinse sadece bu değildi. Ama haklısın bu senin suçun değil... Suçlu benim. Acımasız kalbime rağmen sevmekten vazgeçmeyen yüreğim suçlu."
Murat'ın yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Şöminenin üzerindeki birkaç fotoğrafa bakıyordu. Gözlerini yumup açtı. "Sevgin bana ettiğin ihanetin önüne geçemedi ama... Çünkü herkes öldürür sevdiğini, öyle değil mi?"
Derin bir iç çekişin ardından, "Sanırım, öyle," diye kabul etti Ece bu kez. "Ama ben de nefes alamıyorum. Hala senin için yoluna koymak istiyorum bir şeyleri. Aptal gibi affetmeni istiyorum beni. Bunun için burdayım, seni kurtarmak için... 23. Cadde'deyim."
Murat şaşırmıştı. Arkasını döndüğünde odanın içine doğru volta atmaya başladı. "23. Cadde mi? Şehir merkezinde ne arıyorsun?"
"Serkan burada." Demin sesi çatlayan o değilmiş gibi kendinden emin bir gülümseme takınmıştı Ece yüzüne. "Kiminle buluştuğunu tahmin etmek ister misin?"
Murat aniden odanın ortasında durdu. Bacaklarına yayılan garip uyuşukluğu hissedebiliyordu. Gözkapakları hafifçe titreştiğinde güçlükle yutkundu. "Kiminle?" diye sordu. Oyun oynayacak vakti yoktu.
"Arya ile. Sana karşı bir ittifak kurduklarına neredeyse eminim."
"Arya mı?" Murat kendini öyle sıkmış olacak ki duyduğu ismin saçmalığını onu gülmeye itti. Kısa bir kahkaha attı. "Daha iyi bir yalan bulamadın mı? Arya, Serkan'dan nefret ediyor."
"Sana olan nefretinin daha büyük olduğunu hesaba katsan keşke. Denize düşen yılana sarılır, Murat. İkisi seni birlik olup kodese tıktıklarında, bunu fark etmek için geç kalmış olacaksın. Benim yüzümden hapse gireceğine endişeleneceğine Serkan ve dolayısıyla Arya için endişelenmesin." Murat, gerilen alnını eliyle ovuştururken bir şeyleri kırıp dökme isteğini güçlükle zapt etti.
"Dün gece Arya ile barda karşılaştım. Daha doğrusu beni o buldu. Benden Doğan Ateşoğlu'nun ölümü hakkında konuşmamı yoksa tren suikastının arkasında benim olduğumu bildiğini ve beni hapse tıktıracağını söyledi. Beni tehdit etmek için yanında çakı bile getirmişti." Ece konuşmanın başından beri ilk kez gülmüştü. Kesinlikle kendini Arya'dan üstün görüyordu. Dün geceki tehditi onun için hala komikti. "O kızın aklı yerinde değil. Ilgaz ile ayrıldılar muhtemelen. Ilgaz'ı geri almak için senin hapse girmeni istiyor. Sen hapse girdiğinde Ilgaz rahat bir nefes alacak ve onlar da sonsuza dek mutlu yaşayacaklar. Planı aşağı yukarı böyle sanırım. Şimdi de Serkan'ın sana karşı kozunu Arya da biliyor olmalı. Yaklaşık kırk dakikadır arabanın içinde havadan sudan bahsettiklerini hiç sanmıyorum. Sen ne düşünüyorsun?"
Murat dişlerini birbirine bastırıp, "Kahretsin," diye fısıldadı dişlerinin arasından. "Arya, Albay'a söylerse..."
"Albay iki artı ikiyi toplayabilir. Arya konuşursa ve Albay da Mehmet Atahan dosyasının araştırılmasına ön ayak olursa... Tahminen polisler düğününden önce bile gelip seni alabilirler. Eğer beni affedeceksen... Hem Serkan'ın hem de o kızın sesini kesebilirim Murat. Alpay bu işi çözebilecek biri değil. Seni bu durumdan ancak ben kurtarabilirim."
"Nasıl? Arya eline böyle bir fırsat geçmişken asla susmaz. Artık susmaz."
"Ona son bir şans vereceğim. Aksi takdirde geriye tek bir şey kalıyor." Murat, Ece'nin neyi kast ettiğini anladığında vücudu kaskatı kesildi ve güçlükle arkasını döndü. Doğrudan şöminenin üzerinde duran Onur'un fotoğrafıyla göz göze gelmişti.
"Bugün ya onlar kaybedecek ya da biz, Murat. Kazanmaktan başka çaremiz yok."
***
1 Temmuz, öğleden önce
Jipi askeriyenin önünde durdurduğumda, öğle vaktine az bir zaman kalmıştı. Güneş neredeyse en tepedeydi, bunaltıcı sıcak, arabanın içine dahi işlemişti ve yolda klimayı çalıştıracak kadar bile aklım yerinde değildi. Başımın ağrısı görmezden gelinemeyecek derecede artmıştı, o yüzden Serkan'ı hastanenin önünde bıraktıktan sonra çarşıda durup eczaneden ağrı kesici almıştım. İnsanlar daha önce çarşıda askeri jip görmemişler miydi bilmiyorum ama bir süre rahatsız edici bakışları üzerimde hissettiğimde adamın tekini tersledim. Bilmiyorum, belki de yüzüm berbat bir haldeydi, onların bu kadar ilgisini çekmemin nedeni bu da olabilirdi. Neyse ki ağızlarının payını verdiğimde insanlar bana bakmaya son vermişlerdi.
Karnımın aç olmasını umursamadan hapı dudaklarımdan içeriye ittim ve şişeden aldığım bir yudum suyu boğazımdan serbest bıraktım. Mantıklı düşünmek için baş ağrımın biraz da olsa hafiflemesine ihtiyacım vardı. Çünkü iyi değildim. Aklımdan geçen şeylerin de kesinlikle iyi olduğunu sanmıyordum. Ellerimde müthiş bir uyuşma vardı ve yolda kaç kez kendimi Atahanlar malikanesine gitmekten son anda vazgeçirdiğimi hatırlamıyordum. Dikiz aynasında gördüğüm kadarıyla yüzüm oldukça solgundu, gözaltlarımdaki moru andıran halkalar göze çarpıyordu. Avuç içlerimde tırnak izlerim vardı yine ve bunu ne zaman yaptığımı hatırlamıyordum bile. Başımı çevirip birkaç metre ötemdeki askeriye kapısına baktım ve çığlık atma isteğimi güçlükle bastırdım.
"...Onur'un mahkemedeki ilk iddialarını geri çekmesinin nedeninin sen olduğunu nereden bilecektim ki?"
"Tüm gerçeği bilen tek kişiydi o. Abisiyle babasını içeri tıktırabilecek tek kişiydi. İlk baş, mahkemede onların aleyhine ifade verip doğruları söyleyeceğine inandırdı beni. Mahkeme gününde o pislik ailesini savunup cinayet dosyasının kapanmasına neden oldu diye yakasına yapıştığım için mazur gör beni!"
Öyle anlar vardır ki, kalbinizdeki ne olduğunu bilemediğiniz güçlü duygu, düşüncelerinizden bile daha hızlı gafil avlar sizi. Ne olup bittiğini kavrayacak vaktiniz olmadan müthiş güçlü bir hissin altında ruhunuzun, bedeninizin ezildiğini hissedersiniz. Acının altında yatan hissin heyecan olduğunu sanacak kadar bile afallayabilirsiniz ama hayır, düpedüz çaresizliktir bu. Düşünceleriniz kalbinizdeki hissin hızına yetiştiğinde fark edersiniz, asla gerçekleşmeyecek bir şeyin özlemidir size ağır gelen.
Sadece birkaç saniyelik bir histi. Onur ile konuşmak isteyişim... Onun öldüğünü unuttuğum ya da boş bulunduğum birkaç saniye... Tokat yemişim gibi afallatmıştı bu. Anlamsızca sağa sola bakındım. Islanan kirpiklerim yüzünden gözlerimi kırpıştırdığımda kalbimdeki ağırlık tüm göğsümü kaplamıştı. Anneanneme kırgındım, ama neden babamın geldiğini bana söylemediğini, ona neden benden bahsetmediğini soramazdım, çünkü o yoktu. Anneme, neden doğumdan sonra babama ulaşmadığını, gururunun benim babasız büyümemden daha mı önemli olduğunu soramazdım çünkü... O yoktu. Ve yine Onur'a neden bana hiçbir şeyi anlatmadığını, niye yanında olmama izin vermediğini soramazdım. Hiçbir zaman soramayacaktım, sorsam dahi cevap alamayacaktım. Çünkü o da gitmişti.
Fark ettim ki kırılan kalbim için sorulacak hesabım dahi yoktu.
Yaşlardan ıslanan yüzümden dolayı başımı eğdiğimde ellerim kucağıma düştü. Orada kaç dakika boyunca ağladım bilmiyorum, tek bildiğim hissettiğim o acı yükün biraz olsun bile azalmadığıydı. Bu gerçekle nasıl yaşayacaktım? Nasıl görmezden gelecek, yok sayacak ve devam edecektim?
Ilgaz... Ilgaz... Peki ya ona karşı kendimi nasıl suçlamayacaktım?
Gariptir ki o an başımı kaldırdığımda daha önce fark etmediğim bir şey fark etmiştim. Askeriyenin önünde bırakılmış olan motosiklet... Bu, Ilgaz'ın motosikletiydi. Bir an beynimin bana oyun oynadığını düşündüm ama bu düşünce kısa sürdü. Sadece aynı saniyede kalbimin gümbürtüsü şiddetlenmiş, içimdeki yoğun acı katlanarak artmıştı. Jipten indim, hissettiğim duyguların aksine oldukça sakin yaptım bunu. Fakat askeriyenin kapısına yürüdüğüm o kısım oldukça silikti. Askeriyenin bahçesinin ortasına geldiğimde bir an durdum, sanki girdiğim transtan sıyrılmıştım ve bu beni ürkütmüştü. Olduğum yerde döndüm. Onu arıyordum, düşüncelerimden önce kalbim bunu biliyordu.
Fakat düşüncelerim yeniden berraklaştığında tereddüde düştüm. Onu gördüğümde ona ne söyleyecektim ki? Söyleyecek ne kalmıştı? Tüm sözleri, kendimizin ve geçmişin gölgesinde yitirmemiş miydik? Tekrar tekrar... Benzer acıların sınavında hayal kırıklığına uğramamış mıydık? Acı bir geçmişin tesadüfi iki ortağıydık biz. Birbirimizi tanımadığımız o yıllarda bile kaderin görünmez kırmızı ipliğiyle bağlanmıştık birbirimize. Birbirimizden hiç haberimiz yokken bile birbirimize giden yollara yürümüştük. Ama imkansız sözcüğü, bazen sadece sözlükte geçen herhangi bir kelime değildi. Gerçekti. Bunca acının üzerine birbirine bağlanan iki kalbin imkansız olması gibi...
Birlikte yürüyecek bir yolumuz kalmamıştı, bilmiyorum belki de başından beri hiç olmamıştı. Öyle olduğunu sanmıştık yalnızca? O, aşkın tam olarak ne olduğunu bilememiş afallamış, bense aşkın ne olduğunu çok iyi bile bile tekrar tekrar aynı hatalara düşmüş ve çuvallamıştım. Ve bazı hikayeler aşık olmaması gereken iki insanı konu alırdı. Daha önce de okumuştum onları. Acının, mutluluktan daha fazla olduğu hikayelerdi onlar.
Kalp kırarlardı.
Fakat siz bunu fark etmenize rağmen okurdunuz, belki de sonu farklı bitecek diye. Umuttu o. Acı bir aşkı bile yaşanılır kılan şeyin adı umuttu.
"Neyi söyleyeceksin, neyi açıklayacaksın? Söyleyecek neyin kaldı Ilgaz?" Yüzbaşı'nın ileriden duyulan sesini işittiğim an düşünceler kırılan cam bardaklar gibi etrafa saçıldı, bacaklarım benden bağımsız bir biçimde sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Boğazım kurumuştu, şu an kalbimdeki titremenin tüm bedenime yayıldığına emindim.
"Sana ne? Ulan, sana ne?! Sen kimsin?" Sol taraftaki koru kısmına ilerlediğimde Ilgaz'ın öfkeli çıkan sesini işittim ve bu mümkünmüş gibi daha fazla dehşete kapılmama neden oldu. Yürümemi hızlandırmıştım ve neredeyse ayağıma takılan bir taş yüzünden yere kapaklanacaktım. Sendeledikten hemen sonra doğruldum ve bu kez yerdeki irili taş ve kozalaklara dikkat ederek yürümeye başladım.
"Ben en azından Arya'yı önemsiyorum. O üzülecek diye ödüm kopuyor. Sen? Peki ya sen Ilgaz? Onun hayatına girdiğin andan itibaren onu kaç kez ağlattın, sayısını biliyor musun?" Olduğum yerde dondum kaldım. Yüzbaşı'nın beklemediğim bu çıkışı afallamama neden oldu. Ilgaz'ın aksine o her zaman daha sakindi. Kolay kolay öfkelenmezdi. İkisinin çarpık ve ortak geçmişini hatırladığım an, bu şekilde karşı karşıya gelmeleri içimdeki panik hissini körükledi.
Başımı biraz yana çevirdiğim an onların birkaç büyük ağacın arasından göründüğünü fark ettim. Birbirilerinin karşısına dikilmişlerdi. Bana arkası dönük olan Ilgaz'dı, biraz daha ilerleyince Yüzbaşı'nın yüzünü görebilmiştim. Öfkeliydi. Onu daha önce bu denli öfkeli gördüğümü hatırlamıyordum.
"Sen neyi biliyorsun? Ne zaman neyi biliyordun da bana hesap sorabiliyorsun? Her şey gördüklerinden mi ibaret? Sen... Sen onu önemsemediğimi söyleyecek en son insan bile değilsin! Senin kadar düzgün bir adam olmayabilirim, Albay'ın gözünde ipsiz sapsız serserinin teki olabilirim, hiçbir zaman senin kadar mükemmel de olmayabilirim... Ama bundan öncesini biliyorsun değil mi? Çok daha öncesini... Neredeyse senin kadar başarılı bir çocuktum Yüzbaşı. Neredeyse senin kadar düzgün biriydim. Hatırladın mı? Hey, kaçırma gözlerini... Getirdiğin o mektupla hayatı mahvolan çocuğun gözlerine bakmak bu kadar mı zor? Ne kadar değişirsem değişeyim, hala oyum ben. Hala o günden izler taşıyorum. Baksana bana!" Son cümlesinde sesini daha da yükselttiğinde olduğum yerde sıçradım.
"Ben. Hiç bir şeyi. Bilmiyordum. Anladın mı?! Bilmiyordum! Bin defa söyledim! Ben mahvetmedim senin hayatını!"
"Irz düşmanı dayın mahvetti! Annemi o öldürdü! Ailemi o dağıttı! Babam ve benim hayatımı siken senin dayındı! Ama dayının ölümünün suçunu babamın üzerine yıkan sen ve şerefsiz babandı. Babamı hapse tıktıkları o gün seninle göz göze geldik, Yüzbaşı. Sana dedim. Geriye bir tek babam kaldı, dedim. O katil değil, dedim. Hiçbir şey söyleyemedin Yüzbaşı. Öylece gittin! Baban da sen de öylece gittiniz! Hatırladın mı? Sonradan dilediğin özrün ne anlamı var, söylesene? Neyi sildi o özrün? Neyi tamir etti? Neyi geri getirdi? Sen ve senin ailen, benim ailemin hayatını mahvetti! Şimdi burada senin kadar 'düzgün', efendi bir adam olmadığım için özür mü dilemem gerekiyor? Arya'yı, benim gibi biri değil de sen gibi adamlar hak ediyor diye tebrik mi etmeliyim seni?"
"Tüm deliller babanı gösteriyordu. Ben kimseye bile isteye iftira atmadım. Benim de hayatım mahvoldu. Her şey dışarıdan gördüğün kadar 'düzgün' mü zannediyorsun? Üzerinden yıllar geçti ama ben hala babamı affetmedim. Yüzüne bakmıyorum yıllardır. Hapiste çürüyüp gidiyor, hasta üstelik... Onu affetmemi bekliyor, hep beni bekliyor orada. Ama gidemiyorum. Geçen aylarda sadece İstanbul'daki evimizi satmak için görmeye gittim onu. İnan ki... Ben inandığım güvendiğim ne varsa kaybettim, Ilgaz. Dayımın hatası yüzünden yıllardır kendimi suçluyorum. Vicdanımdaki yükün ağırlığı altında yaşıyorum senelerdir. O günü hiç yaşanmamış kılmayı ne kadar istedim bilemezsin."
Ilgaz başını geriye attığında, gözlerimi kısa bir anlığına yumdum ve yaşların yanaklarıma süzülmesine izin verdim. Belki de bu konuşmayı yapmalarını gerektiğini düşündüğümden olduğum yerde kalmayı tercih etmiş ve yanlarına gidememiştim. Fakat duyduklarım ağırdı, bunca şeyin üzerine çok daha ağırdı. Kalbim ikisinin yerine de kırılmış, bahsedilen o sancılı geçmiş benim de ruhumu kanatmıştı.
"Ama yaşandı, Yüzbaşı. Yaşandı... Hepsi gerçekti. Sen bizim evimize geldin ve o mektubu getirdin. Ben de inatla o mektubu okumak istedim ve okudum. Aslında en acı verici kısmı ne biliyor musun? Çoğu zaman, annemi öldürenin... Dayın değil, ben olduğumu düşünüyorum. Annesini intihara sürüklemiş biriyim." Ilgaz'ın güldüğünü işittim ama zerre keyif içermiyordu aksine acı doluydu. "Başka bir kadını nasıl mutlu edebilirim ki?"
İtirafıyla, kalbim paramparça oldu.
"Bu yüzden mi terk ettin Arya'yı? Ilgaz... Sadece 13 yaşındaydın. Annesinin ihanetini öğrenen her çocuk o anki öfkeyle bunu babasına söyleyebilirdi. Annenin bunu yapacağını bilemezdin." Yüzbaşı durdu ve göğsünün hızlıca inip kalkmasından anladığım kadarıyla derin birkaç soluk aldı.
"Aylar önce, Arya'yı İstanbul'da tekrar gördüğümde... O kadar berbat bir haldeydi ki... Albay bana, senin onun kalbini kırdığını söyledi. Onu uzun zamandır o denli tükenmiş görmemiştim. Kendi oradaydı ama sanki ruhu yoktu. Senin geçmişini öğrenmek istediğinde, bana dediği neydi biliyor musun? 'Ondan hiçbir zaman duyamayacağım Ömer.' Sesindeki ıstırabı fark etseydin, kendine de Arya'ya da bunu yapmazdın. Sonra o mezarlıkta... Orhan Dikkaya'nın ölümünden sonra... Arya'nın da bir ölüden farkı yoktu ama sen onu öylece bırakıp gittin. Gidebildin. O kolyeyi bulduğunda mutluluktan havalara uçuyordu, ta ki senin tarafından tekrar yere çakılana dek... Niye, yine buradasın Ilgaz? Onun kalbini tamir edip yeniden kırmak için mi?"
"Onu sevdiğim için buradayım! Onsuz yapamadığım için!" Ömer'i sertçe ittirdiğinde Ömer bir iki adım geriye gitti. "Piçin teki olmama rağmen, kendime rağmen buradayım! Kalbime söz geçiremiyorum, Yüzbaşı. Duymak istediğin bu mu?" Bir kez daha ittirdi. Sesindeki öfke hareketlerine de yansımıştı. "Ben sen değilim! Ben susturamıyorum kalbimi. Olmuyor. Kalbimi sikeyim, olmuyor! Yapamıyorum. O çocuk..." Duraksadı. Sesi kırılmıştı. Güçsüz düşmüş gibi kollarını iki yanına indirdi bu kez.
"Ulan... Onur Atahan'a rağmen sevdim onu! Sürekli her yerden fırlayan ölü bir herife rağmen sevdim! Biliyor musun? Yalvarmıştım ona! Tıpkı yıllar önce sana yaptığım gibi! Susmasın diye yalvarmıştım. Gözlerime öylece baktı, baktı ve sustu! Yetmezmiş gibi... Bir de onun aşk mektubunu Arya'ya benim vermemi istedi. Tabi o kişinin ben olacağımı bilmeden..." Bunları duymak yerine ölmeyi tercih edeceğimi düşündüm o an. Çünkü duyduklarımın ağırlığı ile başa çıkamıyor, artık bu boğucu acıyla baş edemiyordum.
"Sen yıllar önce, yasak bir aşka ait bir mektubu bilmeden elinde tuttun Yüzbaşı, ben ise hiç yaşanmamış, hiç itiraf edilmemiş, yarım kalmış, yükü benim omuzlarıma bırakılmış bir aşka ait mektubu tuttum kendi ellerimle sevdiğim kadına verdim. Bile bile... Gidebilsem, çoktan siktirip giderdim. Bitirebilsem, çoktan biterdi. Ama bak yine buradayım. Belki de tekrar tekrar kendi kalbimi paramparça etmek içindir ha?"
Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildiğimde iç yakıcı bir nefes aldım ve ileriye doğru adımladım. Sanki dünyanın tüm yükü ayaklarımın altına bağlanmış gibi güç bela ilerleyebilmiştim. Belki de dedim o an... Belki de Ilgaz, babasının davasının o şekilde sonuçlanma nedeninin ben olduğumu bilse... Bu kez gidebilecek gücü bulur kendinde. Bu kez bitirebilir bana olan aşkını. Benden nefret ederse daha kolay olmaz mı her şey onun için?
Beni belki kendisine rağmen sevebilirdi, beni belki Onur'a rağmen sevebilirdi. Peki ya babası... Ona rağmen sevebilecek miydi? Bu imkansızdı. Tüm hayatını bu intikama adamış biri için imkansızdı.
Onunla biz kaderin birbirine kırmızı bir iple bağladığı iki talihsiz aşıktık. Artık o ipin iyiden iyiye inceldiğini ama garip bir şekilde bir türlü kopamadığını biliyordum. Ama tutunabileceğimiz kadar da sağlam değildi, üstelik düğüm üstüne düğüm atmamıza rağmen. Bir daha da asla eskisi gibi olmayacaktı. Ve ben de onarılmayacağını bildiğim o ipi kestim.
"Ilgaz," diye seslendim. Bana ilk bakan Ömer'di. Bozguna uğramıştı. Sadece birkaç saniye sonra Ilgaz bedenini yavaşça çevirerek arkasını döndü ve benim olduğum tarafa baktı. O an göz göze geldik. Kızıl kahve, nemlenmiş gözleri, gözlerime değdiği an yavaşça yutkundum. O an fark ettim, o kırmızı ip kopsa dahi benim için bir şey değişmeyecekti. O gitse dahi, o kızıl kahveler zihnimdeki o puslu zindana ait en renkli şey olacaktı. Biliyordum, son nefesime dek onu sevecektim.
Çünkü onun da söylediği gibi, bitebilseydi çoktan biterdi.
**
Nasıl buldunuz bölümü?
Selamlar, upuzuuun bir aranın ardından bölüm attığıma ben de inanamıyorum. En son Kasım'da bölüm atmıştım sanırım. Burada ne kadar kişi kaldı bilmiyorum ama umarım desteğinizi esirgemez ve bir sürü yorum yaparsınız. Yorumlarınızı ve sizleri çok özledim. Bir ara gerçekten devam edemeyeceğimi düşündüm, ama mesajlarınız, yazdıklarınız hep yazmak için zorlamama neden oldu kendimi. 2019'da bitmesi gereken kitabın, 2021'i görmesi her ne kadar beni üzse de, hayat bazen planladığımız gibi gitmeyebiliyor. O yüzden umarım anlarsınız beni.
Nasıl olduğumu merak edip soran herkese teşekkür ederim. Sizler nasılsınız? Umarım her şey yolundadır. Bu arada, hayırlı Ramazanlar, diliyorum hepinize. Yorumlarda görüşmek üzere, hoşça kalın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro