Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

6. BÖLÜM: "TEKLİF"

Bölüm şarkısı : Beyonce| Haunted 

(İtalik yazılar geçmişe yöneliktir, son kısımda ise hikayenin genel içeriği ve gelecekten bahsedilmiştir.)

Oy ve yorum yapmayı unutmayın canlar, keyifli okumalar :)


6. BÖLÜM "TEKLİF"

//

Gece.

Uğruna bir otuz beşlik rakı devrilecek acılardan dem alan bir gece.

Sessizlik.

Birleşiyorsa eğer sensizlikle işte bu gece ya da yarın gece, yani diğer tüm geceler yine aynı yaradan ilham alacak.

Gittin... Ama kaldın da sol yanımda; gecemde, sessizliğimde...

Gece, sessizliğe kavuştuğu vakit sensizlik peydah oluyor yüreğime.

Üzerimdeki siyah kapüşonlunun cebinden çıkan küçük, sarı not kâğıdına bakıp tekrar tekrar okudum. Her okuyuşum da sanki içimden bir parçayı uğurluyordum. Dişlerimi sıkmaktan çenem kitlenecek vaziyetteydi, hava da oldukça soğuktu. Esen rüzgâr saçlarımı arkaya doğru savuruyor, yüzümü yalayıp geçiyordu.

Otelin ön bahçesindeki açık alanda ahşaptan yapılmış, tarihi eseri andıran oyma bir ağaca benzer bankın üzerinde oturuyor, geceden dolayı siyah bir çarşafı andıran deniz manzarasını izliyordum. Elimi soğuktan dolayı ısıtmak için cebime attığımda küçücük bir kâğıdın beni darmadağın edeceğini nereden bilebilirdim ki?

Bazen kocaman sahte hayatınıza küçücük bir gerçek acı payı girdiğinde diğer tüm büyüklükler avucunuzun içine sığacak biçimde ufalıyordu. Tüm inşa ettiğinizi sandığınız o büyük duvarlar ellerinizin arasında ufalanabiliyordu; küçücük bir an, ufacık bir şey yetiyordu buna.

"İyi bir oyuncu muyum bilmem ama çocukken okulda katıldığım tüm etkinlikler şiir okumakla ilgiliydi. Sonra da yazardım, karalardım bir şeyler kendimce. Anneannem bana günlük almıştı, yazıp rahatlayayım diye. Çünkü duygularımı kimseyle paylaşmıyormuşum. O zamanlar anket defteri modaydı sınıf arkadaşlarına yazdırmak için ben ise tüm sınıf arkadaşlarımdan nefret ediyordum, sadece günlüğüme yazıyordum, bir de boş bir deftere çocukça şiirler karalıyordum."

Uzun konuşmamın ardından başımı hafifçe masadan kaldırıp onun gözlerine baktım. Kendime o kadar şaşırmış vaziyetteydim ki, bunu ilk defa kendi isteğimle biriyle paylaşıyor sayılırdım. Feray, onlarla kalmaya başladığımdan beri sürekli bana resim yapmayı sevip sevmediği soruyordu. İlk zamanlar babamın kızı olduğu için ondan hoşlanmıyor ve inatla küçük kızın sorusunu cevaplamıyordum. Ondan da annesinden de hatta babam diye ortaya çıkan adamdan da nefret ediyordum. Lakin Feray inatçıydı, boya kitabını ve pastel boyalarını sürekli eline alıp yanıma geliyor ve "Resim yapalım mı?" diye soruyordu. 

Yedi, sekiz yaşlarında inatçı ama bir o kadar da sevimli gözüken bu kız çocuğuna dayanamadım ve en sonunda, "Boyama ve resim yapmayı sevmiyorum. Şiir," diye cevaplamıştım hızlı ve biraz da sinirlenmiş bir tonda. Sarı kâküllerime dudaklarımla üfleyip önümden çekerken "Sadece şiir okumayı ve yazmayı seviyorum." Diye itiraf edebilmiştim. Şiir okumayı ve dinlemeyi sevdiğimi en yakın arkadaşım Özge bilirdi çocukken lakin kimseye şiirler yazdığımı söyleyememiştim, olur da okumak isterler diye.

Sadece henüz bana yabancı olan kız kardeşime bunu biraz kızgın biraz da bunalmış bir şekilde itiraf ettikten sonra onun bana onlarla geçirdiğim ilk doğum günüm olan on birinci yaş günümde bir şiir kitabı alacağını asla tahmin edemezdim.

İşte o gün o ev benim için daha yaşanılır bir hale geldi ve ben o küçük kız çocuğunu itiraf edemesem de sevmeye başladım. Bana şiirler okurdu, ben de saçma sapan çirkin resimler çizer ya da onun seni çiziyorum, diye beni oturtturduğu koltukta kıpraşmadan duramaz ve huzursuzca daha bitmedi mi, diye söylenirdim. Her seferinde bakardım ki çizdiği şey git gide bir insan yüzünü ve hatlarını andırmış, hatta bana biraz benziyor hale gelmiş. Onun bu yeteneğine hayretle şaşakalırdım.

Yani ara sıra şiir yazdığımı sadece Feray biliyordu bu zamana kadar ve ondan sonra ilk kez birine söylüyordum, hem de kızdığım veya bunaldığım için değil, bir anda içimden söylemek gelmişti ve uzunca bir cümle kurup ona söylemiştim. Onun gözlerine bakarken bana gülümsediğini gördüm, bakışlarında muzip pırıltılar dolaştığında kalbimdeki tuhaf şeyin ne olduğuna anlam verememiştim.

"Asi kızımız şiir yazıyor ha?"

Tabi ki! Dalga geçecekti, ne bekliyordum ki? O tiyatro kursuna gidiyor diye ben de şiir yazıyorum bak demeye mi getirmiştim? Neden ona sürekli her şeyi, her acımı, her yaramı anlatmak istiyordum?

Yüzümü ve çocuksu kırgınlığımı umursamazlık maskemin ardına gizlediğimde ruhsuz bir sesle, "Sadece şakaydı." Dedim.

Önümüzdeki limonatalara baktığımda bu kafeye her geldiğimizde onunla limonata içtiğimizi fark ettim. Hâlbuki limonatayı çok seven oydu, ben nefret etmesem bile çok da fazla sevmiyordum önceden. Şimdi ise buranın devamlı limonata içen müşterilerinden biri haline gelmiştim.

Uzanıp cam, geniş bardağı elime aldım ve dudaklarıma götürürken özellikle ona bakmamak için karşıya değil de yan tarafa odaklandım. Dişlerimi hafifçe gıcırdatan ekşimsi tadı damağımda hissettiğimde aklımdan hiç çıkmayacak o soruyu sordu. "Benim için de bir şiir yazar mısın?"

Hatırladığım anıyla gözlerimi yumup açtım ve tekrar soğuktan kızarmış ellerimde tuttuğum sarı not kâğıdına baktım. Bunu, o gittikten sonra içtiğim bir gece yazmış olmalıydım ya da belki de içmeye başlayacakken. Bu üç yıldır en sevdiğim, onun bana hediye ettiği içi yumuşak ve sıcak tutan siyah kapüşonlu bir hırkaydı. Demek ki o gece de üzerimde bu vardı ve cebine tıkıştırıvermiştim. Banyodan sonra sebepsizce yokluğundan beri giymediğim bu hırkayı neden bavula koyup getirdiğimi düşünmüş en sonunda da üzerime giymiştim.

Kendime acı çektirmekten zevk alıyordum belki de. Ama insan hem acı çekerken hem de nasıl huzurun kollarına atlamış gibi hissedebilir? Onu hatırlamak bana öyle hissettiriyordu işte. Onu hatırlatan yüzleri görmek kolay mıydı sanki? Murat'ı, Özge'yi görmek kolay mıydı?

Ha bir de bunlara eklenen bir adet avcı ve serseri çıkmıştı. Ilgaz!

Özge ile aralarında kesinlikle bir geçmiş vardı. Bu gece bana yaklaşması, Özge ile aralarındaki hem öfkeli hem hüzünlü bakışma... Üstelik Murat da çok huzursuz hissetmişti. Teknik olarak avcı diye anılan Ilgaz'dan hoşlanmayacağını anlayabiliyordum fakat bu meselenin ardında başka şeyler de vardı ve ben öğrenmeyi kafaya koymuştum.

Elimde tuttuğum kâğıt parçasını avucumun içinde buruşturduğumda, "Tüm şiirlerim sanaydı, aptal!" diye fısıldadım. Anlamadın, anlayamadın.

Bu gece neredeyse yirmi dört saattir aç olmamdan kaynaklı olacak ki Murat ile Özge'yi gördükten kısa bir süre Ilgaz ile boş boş bakışırken bir anda odama çıkmaya karar vermiş sonra da başım sendelediği için kendimi Ilgaz'ın kollarında bulmuştum. Bana, gelene kadar ayağa kalkmamamı söylemiş olabilirdi fakat şu an içimden gelen dürtüye engel olamadım, ayağa kalkarak üzerimdeki hırkanın fermuarını açtım ve üzerimden çıkardım. İçimdeki bordo kazakla kaldığımda anında soğuk vücuduma daha beter ve sarsıcı bir şekilde hücum etti.

"Sana ayağa kalkmamanı söylemiştim."

Hala amacının ne olduğunu anlamadığım Ilgaz'ın sesini duyduğumda elimdeki hırkayı kollarımın arasına sıkıştırarak göğsümde hapsettim ve ona doğru döndüm. "Sana ne söylemiştim, bir şey istersen bana tersini diyeceksin." Alaycı bir sesle konuştuğumda sabır dilenircesine yukarı baktı, elindeki iki tane kâğıda sarılmış ekmek arası olduğunu tahmin ettiğim beyaz, ince bir poşet tutuyordu. 

Yürüyerek yanıma geldi ve banka oturduğunda poşetten çıkardığı sarılı ekmeklerden birini uzattı. Ben de ağaçtan oymalı bankın üst kısmına ona sırtımı dönük bir vaziyette otururken elinden bir çırpıda ekmeği kaptım.

Resmen kurt gibi acıkmıştım ve açlıktan gebermek üzereydim. Kâğıdı, kana susayan bir vampirin avına saldırması gibi büyük bir açlıkla yırttığımda içinde ızgara et, turşu, domates, yeşillik ve patates olan ekmeğe kısa bir bakış attım ve iştahım daha da kabardı. Koca bir ısırık alıp lokmamı yutmaya çalışırken duyduğum cümle ekmeğin boğazıma tıkanmasına neden oldu.

"Benimle yat."

Boğazıma tıkanan lokmadan zar zor yutkunabildiğimde nefes boruma kırıntı kaçtı ve öksürmeye başladım. "Haram, haram!" diye sırtıma bir iki kez hafifçe vurdu. Serseri bir sırıtış eşliğinde bana göz kırptı. "Yani helal, helal demek istedim, hani sen tersten anlıyordun ya dur bir de böyle deneyeyim bu deliyle konuşmayı dedim." Bunu derken eğlendiği her halinden belliydi.

O zaman benimle yatma mı demek istemişti yoksa teklifi onunla yatmam mıydı? Her iki şekilde kafasını gözünü dağıtmak istediğimden, "Ters söyledin öyle mi benim de elimin tersi çok sağlamdır belki sen de ondan anlarsın ha?!"diye bağırdım. Otelin camlı restoran bölümünde oturanları ve ileriki banklarda hava alan insanları hiç umursamamıştım. Sol elimle azalan öksürüklerimi dizginlemeye çalıştım, sağ elimin tersini ise gözüne sokacak vaziyette tuttuğumda bileğimi yakaladı ve beni kucağına doğru çekti.

Bankın üst kısmından onun tam olarak kucağına düştüğümde bir eliyle belimi destekledi, ben ise şaşkın şaşkın oradan onun kucağına nasıl böyle düştüğümü anlamaya çalışıyordum. Sağ elimdeki ekmek şükür ki hala havadaki elimdeydi lakin kucağımda tuttuğum hırkam yere düşmüştü. Gözlerimi kapatıp öfkeyle açtığımda "Senin derdin ne ha?" diyerek kucağında doğrulmaya çalıştım.

Beyefendi yakın teması belli ki çok seviyordu. Tanışmamızdan beri benimle dip dibe olmaktan çok memnundu. Üstünde doğrulup kucağına ata binermiş gibi oturduğumda bu kez şaşıran oydu. Elimdeki ekmeği usulca yan taraftaki poşetin üzerine koydum ve ellerimi Ilgaz'ın ensesinde birleştirdim. Bacaklarımla diz kısmının biraz yukarısına oturmuştum ayaklarımı da iki yanımdan bank demirlerine koymuştum.

Ilgaz'ın kızıl kahve gözleri hem şaşkındı hem de orada farklı bir şeyler daha vardı. Ensesindeki saçlarında parmaklarımı ufak dokunuşlarla gezdirirken pür dikkat bana bakıyor yüzümü inceliyordu. Ne yalan söyleyeyim kanımın içinde çağlayan ve damarlarımdaki hareketliliğin, midemdeki o garip hissin açlıktan olmasını umut ettim.

Ona biraz daha yaklaştığımda sert elmacık kemiklerine ve uzun, kıvrımlı kirpiklerine baktım. Bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına kusursuz ve hayran olunası bir yüzü vardı. Biraz daha kulağına yaklaştığımda istemsizce kucağında hareket etmek zorunda kaldım, boğuk nefes alışverişlerinden başka hiçbir tepki vermeyeceğini sandım. Yüzümü, omuzu ile kulağı arasındaki boyun girintisine yaslarken"Ne yapıyorsun, Arya?" diye fısıldadı.

  Bu biraz duraksama neden oldu. Arya? Kedicik dememişti, Rahibe saçmalığını kullanmamıştı, deli ya da ruh hastası ise hiç mi hiç dememişti. İlk defa ismimi kullanmıştı. Lanet olsun, ses tonundan ismimi fısıltı şeklinde duymak yutkunmama sebep oldu. İçimde bir yerlerde bir kibritin çakmasına ve her yerimin alev almasına neden olmuştu sanki adımı söylemesi. Boğazımı temizledim ve yapmak üzere olduğum şeye devam ederek kulağına dudaklarımı yaklaştırdım ve fısıldadım. "Şu karşı tarafta akşamdan beri beni kesen bir çocuk var, sadece onu biraz sinir etmek istedim."

Ne demiştim ben? Kimse benimle oynayamazdı, bu gece Özge'yi kıskandırma girişiminde ondan beni kullanmasının intikamını almıştım işte. Benim öyle elinde oyuncak edemeyeceği bir kukla olmadığımı anlamış olmalıydı. "Sanırım işime yaradın." Dedim yüzümü geriye çekip onun sertleşmiş yüzü ve daha da koyu kızıl kahveye dönmüş gözlerine bakarken.

Sonra bir anda kendimi geri itip ayaklarımı da çekerek ayaklarımın üstünde yere zıpladım ve eğilerek yerdeki hırkamı aldım. Vücudumdan git gide çekilen ateş yerini soğuk bir esintiye bıraktığında hiçbir şey demeden aramızda mesafe bırakacak kadar yanına oturdum. Bu sırada uydurmuş olsam bile gerçekten de birkaç tane benim yaşlarımda genç çocuğun beni kestiğini fark ettim.

Ekmeğimi elime alıp dudaklarıma götürdüğümde göz ucuyla yanımdaki Ilgaz'a baktım. Yüz ifadesi deminki sertliğinde değildi. "Söylediğin şeyi ters anlamam gerekiyorsa sanırım amacın değil de nedenindim."

Başını bana doğru çevirdiğinde ekmeğimden birkaç yudum almış yiyor ve aynı zamanda ona bakıyordum. Ne demişti şimdi? Amacın değil de nedenindim de ne demekti?

"Sonuca bakmak yeterli," diye omuz silktiğimde yüzüne garip bir gülümseme yayıldı. Yüzünü bana biraz daha yaklaştırıp başını yüzüme doğru eğdi. Sigara kokan nefesini yüzümde hissettim. "Sinir olanın o bahsettiğin çocuk olduğuna emin miyiz?" diye fısıldadı. Ben miydim sinir olan? Ne demek istiyordu bu avcı bozuntusu?

"Ağzımda nimet olmasa bir küfür savurmuştum." Diye güçlükle konuşabildiğimde kulağını bana doğru yaklaştırdı. Sesim az buçuk anlaşılmaz çıkmıştı. "Anlamadım? Anlamam için kendini bana sürterek kulağıma fısıldaman gerekiyor. Sanırım otel lobisinde seni kendime çektiğim için biraz sinirlerin bozulmuş, merak etme kedicik amacım Murat'ı birazcık kızdırmaktı. Yoksa hala tipim değilsin."

Bana daha da yaklaşarak gözlerimin içine baktı, dişlerimi sıkarken bana bir göz kırptı ve elimde tuttuğum ekmekten bir ısırık aldı. Pislik avcı! Onu ittirip ekmeği eline tutuşturdum, açılmamış olan diğer ekmeği paketinden çıkardım ve bu sırada ona ters ters bakmaya devam ettim.

"Sana sürtünmedim, bu bir. Bunun nasıl olduğunu anlayacak kadar tecrüben olduğunu varsayıyorum. İkincisi sinirlerim falan bozulmadı, yaptığın şeyleri ciddiye aldığımı mı düşünüyorsun? Son olarak da cevap vermeni şiddetle tavsiye ederek soruyorum ki neden Murat'ı benimle kızdırmak istemiş olabilirsin?"

Yeni ekmeğimden bu kez küçük lokmalar alırken yere uzanıp buruşturulmuş bir kâğıt parçasını yerden aldı. Ah, benim kâğıdım! "Bu senin mi?" diye sorduğunda tekrar geriye yaslanarak dik bir konuma geldi ve kâğıdı açıp okumaya başladı. "Hayır, tabi ki. Şiirlerden nefret ederim!" diye cevap verdiğimde dudaklarımdan dökülen kelimeler için çok geç kalmıştım. Dişlerimi dudağıma geçirdim, kahretsin!

"Senin değil ama kâğıtta yazılanın bir şiir olduğunu biliyorsun, öyle mi?"

"Kız kardeşimin!" diye cevapladım aklıma aniden gelen fikirle, pat diye dilimden dökülmüştü. "Onun hırkasını giydim, sınıftan hoşlandığı çocuğa yazmış bir şeyler elimi cebine soktuğumda fark ettim ve okuduğumda çok iğrenç buldum, ben de buruşturup attım. Yarın da diyeceğim, yazacaksan adam gibi yaz, yazamıyorsan hiç bulaşma diye!"

"Gece, sessizliğe kavuştuğu vakit sensizlik peydah oluyor yüreğime." Ben telaşla uydurduğum şeyleri söylerken Ilgaz'ın kâğıttan okuduğu son cümle kalbimin ortasına canımı almak için atılmış bir ok misali saplandı kalbimin en derinine. Ses tonu gerçekten hayran olunacak gibiydi. Kesinlikle şiir okuması gereken adamlardandı.

"Kardeşin o çocuğu epey seviyor olmalı,"

"Gençlik aşkı aptallık işte," diyerek uzanıp elinden kâğıdı aldım ve bu kez parçalara ayırdım. Kâğıt parçaları yerlere döküldü, ellerimden kayıp. Kalbimi de un ufak ettiğimi bilerek ve tüm duygularımı yok etmek istercesine yırtmıştım kâğıdı. "Ablası olarak bir daha böyle saçmalamamasını söyleyeceğim." Derken içimden bunu kendime söylüyor ve kendimi ikna etmeye çalışıyordum.

"O çocuk onu sevmiyor mu?" diye sordu Ilgaz. Tüm bunları büyük bir ciddiyetle soruyordu, şiiri okuduğundan beri garip bir durgunluk gelmişti üzerine. Sanki karşımdaki tüm maskelerini indirmiş ve aramızdaki maskeli baloya son vermiş, beni tüm duyguların tavan yaptığı tangoya davet ediyordu bakışları.

"Bilmem, belki de sevmiyor." Diye mırıldandığım kelimelerimdeki harfler kıymık olup bir bir yüreğime battı. Belki de benim sevdiğim gibi sevmiyordu, anlamamak için direnmiştim. Belki de benim kadar sevememişti. Ama neden o zaman hiçbir şeyi olamayan bana her şey olmuştu? Niye her şeyim olmuştu? Ben de onun her şeyi olmak isterken koca bir hiç gibi nasıl ardında bırakabilmişti beni?

"Uğruna şiir yazacak kadar onu seven bir kızı üzdüyse yeryüzündeki en büyük aptaldır."

Yaşadığım duygu karmaşasıyla kucağımdaki hırkayı üşüyen bedenime bastırdım. İçime açılan oyuk git gide büyümüş sanki beni yok edecek hale gelmişti. Fazla, eksiktim. Sadece yarım eksik değildi. Yarımdan daha da çoğu gitmişti benden. Az bir şey kalmıştı kendimde, bu dünyayla ve hayatın akışıyla baş edemeyecek kadar az kalmıştı bir şeyler bende.

Ben, bu adına hayat dedikleri yorucu ve yıpratıcı savaşta en çok kendimi kaybetmiştim.

"Aptaldı," diye fısıldadım Ilgaz'ın duyamayacağı bir sesle. Ama benim kadar değil. Birinizi her şeyiniz diyecek kadar sevip aptallık ederseniz bir gün o gittiğinde elinizde kalan tek şey sizi arafa doğru sürükleyen koca bir hiçlik olur.

***

Denizin dalgalarının kıyıya vururken çıkardığı ses gecenin sessizliğinde öten baykuş seslerine karışıyordu. Temiz havayı ciğerlerime doldururken gecenin bir nebze de olsa beni huzurlu hissettirdiğini fark ettim, belki geceleri evden kaçıp sahile gidebilirdim bundan sonra. Kış soğuğunda kazakla durma inadından, Ilgaz beni söylenmeler eşliğinde vazgeçirmiş en sonunda hırkamı üzerime giydirmeyi başarabilmiş, hatta çocukmuşum gibi bir de üstüne fermuarımı çekmişti.

O kadar da fena biri değildi sanırım, gıcıklığı tutmadığı sürece. Takıldığım arkadaş bozuntuları gibi onunla da asi Arya kafamı uydurabilirdim. Açıklaması garipti. Saat neredeyse gece ikiye geliyor olmalıydı ve sadece birkaç gündür tanıdığım bir adamla, kış ortasında denizin kenarına oturmuş, başımı geriye atmış gözlerimi de kapatmış vaziyette dalga seslerini dinliyordum. Kışın sert rüzgarı her ne kadar beni üşütüp dondursa da yine de fazla rahatsız etmiyordu.

Soğuğu ve rüzgârı seviyordum, beni canlı hissettiriyordu. Sevmediğim baharlardı, sonbahardan nefret ederdim. İlkbaharda da herkesin üstündeki gereksiz neşe ve enerjiye ifrit olur onların aksine daha depresif bir modda olurdum. Yaz ise aldatıcı ve yalancı bir mevsimdi. Güzeldi, ama her güzel şey gibi çabuk bitiyordu. En gerçeği kıştı, en az acılar kadar gerçekti.

Bağdaş kurup avuç içlerimi kumlara yasladığım pozisyonda burnuma dolan sigara kokusuyla gözlerimi açtım ve geriye attığım başımı yana doğru çevirerek Ilgaz'a baktım. Üzerindeki siyah deri montun cebine attığı çakmakla çoktan bir sigarayı tutuşturmuş ve çektiği nefesi dudaklarından geri vermişti. Düşünceli ve dalgın olduğundan ona baktığımı geç fark etti. "İster misin diye sormadım."

On beş yaşında sigaraya başlamıştım, babamdan gizli gizli içtiğim zamanları hatırlayıp gülmemek elde değildi. Devamlı bir buçuk sene falan kullanmıştım, sonra o sigara içmemden hoşlanmıyor diye on yedi yaşımdayken bırakmıştım. Kafama bir şeyi koyduğumda yapabilen biriydim.

O gittikten sonra kimseyi umursamadan ulu orta içtiğim için babam tarafından yasaklanmıştı, kesinlikle çok sıkı kontrollerde bulunmuştu. Beni her yakaladığında tansiyonu yükseltecek bir kavgaya tutuşuyorduk. Şimdi ise arada sırada içiyordum. Sigara bile devamlı içmeye istek duyacak biçimde etkilemiyordu beni.

Ilgaz'ın dudaklarındaki sigara ve dışarıya üflediği duman içimdeki aman ne olacak, diye kafasına göre takılan rahat kızı harekete geçirdi. "Pekâlâ, beni ayarttın." Diyerek cebinden çıkarıp bana uzattığı paketten bir sigara aldığımda kurduğum cümleden dolayı da ağzımın içini dişledim.

"İçmeyen bir tiptin de ben mi ayarttım?" Dudağıma götürdüğüm sigarayı çakmakla bir defada yaktı. Bu kısa anda benimle göz teması kurmayı ihmal etmedi. Ben de korkaklık yapıp göz temasını kesmedim ve ona meydan okuyan bakışlarımla kıpırdamadan baktım. "Nasıl bir tip olduğumu düşünüyorsun ki?" dedim.

Biri size bu kadar yakınken böyle bir cümle kurmanız yanlış anlaşılabilir bir şeydi ama bunu benim hakkımda tahmin yürüttüğünü sanan herkese sorardım. Ilgaz geriye çekilirken bana kızıl kahvelerindeki parıltılarla baktı. "Baş belası ya da deli bir tip olman ölümüne kapışıyor kafamda. Umarım şu hanım hanımcık kızlardan olduğunu iddia etmezsin."

"Dik başlı ve hafif çatlağı tercih ederdim." Diye burun kıvırdım alay dolu bir sesle. Sigaradan çektiğim nefes ciğerlerime ulaşırken ağzımdan üflediğim duman gecenin karanlığına karıştı. Başımı hafif bir açıyla tekrar yukarı kaldırırken soğuk esen rüzgâr birkaç kısa tutamın gözlerimin önüne gelmesine neden oldu. Sol elimle onları kulağımın arkasına ittim ve uykuya kavuşmayı uman gözlerimi bir kez daha açıp kapadım.

"O zaman senle işimiz var, desene." 

Ona kaşlarımı kaldırarak baktım. Bu sürekli görüşecekmişiz iması da neydi? En azından onu bu otelden ayrılıp eve döndüğümüzde kesinlikle görmeyi düşünmüyordum. Teklif her neyse gidene kadar halledeceğimiz bir şey olmalıydı. Birilerinin benim hayatım hakkında plan yapmasına ifrit oluyordum. Babama dahi böyle bir konuda izin vermezken sadece dünden beridir tanıdığım bir adama mı izin verecektim?

Niye? Arabası hasar gördü diye mi? Beni arabasına bindiren oydu, sarhoştum ve inatla sorumluluğun onda olduğunu düşünüyordum. Yani kazaya sebebiyet verdim diye faturayı sadece bana kesemezdi. Ama babama söyleme ihtimali ve ondan parayı isteyecek olması gururuma ters düşüyor ve dilime kilit vuruyordum.

Çünkü ortaya çıkardığım sorunlarla kendim uğraştığımı, benim meselem olduğunu söylüyordum çoğu zaman. Şimdi böyle bir olaydan sonra nasıl babama 'Yapıyorsam kendime yapıyorum sana zararı dokunuyor mu?' ana fikrinde konuşmalar yapabilirdim ki? Üstelik aramız hiç olmadığı kadar kötüydü ve asla böyle bir konuda ona muhtaç olmak istemiyordum. Hele bugünkü tokattan sonra ondan o parayı istemek yerine ölmeyi yeğlerdim.

"Arabanın parasına karşılık teklif edeceğin şey her neyse, söyle artık. Baş belası ve deli birinin değerli zamanından çalıyorsun. Beni oyalayıp benle vakit geçirdiğini düşüneceğim." Diye dalga geçtim en azından bu bekleyiş ve sessizlik son bulsun diye.

Durgun bakışları bana kaydı ve yüzü ciddiyetle bana döndü. Sanırım kendimi beğenmiş şakalarımdan rahatsız olacak biriydi. Sigarasındaki dumanı kasıtlı olarak benden tarafa üfleyip gözlerini kıstığında, "Bir genç kızın hayallerini yıkan kalpsiz adam olmak istemem." Dedi.

Gözlerim, dağınık kısa saçlarına oradan uzun kirpiklerinin gölgesini düşürdüğü elmacık kemiklerine, alaycı konuştuğunda kısılan, çoğu zaman tezat oluşturarak soğuk bakan kızıl kahve gözlerine ilişti. Bir erkek hakkında hayallere kapılmak... Şu an o kadar uzak ve imkânsız geliyordu ki bana. Mesele birini beğenmek, bir çekim hissetme olayı değildi. Çekici bulduğun, ilgini çeken, cinsel anlamda bir şeyler hissettiğin birisi elbet beğenilir ya da hoşlanılırdı. Bunun olmayacağını iddia etmem doğanın kanununa karşı gelmem demekti. Ama bir adamla tekrar hayaller kurmak... Kalbimde yer edinmesine izin vermek... İşte o imkânsızdı.

Boğazımda oluşan yumrudan dolayı sigarayı içime çekmekte bile zorlandım. Benliğimi esir alan düşüncelerden kurtulmak için kafamı bir şey dağıtır umuduyla etrafıma bakındım. İçime dolan boğucu his belki uyursam geçerdi. Uyuyunca geçeceğini ummaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

 Ilgaz'a baktığımda kalan sigara izmaritini yan tarafında söndürüp yere attı. Ellerini göğsünde kavuşturup, oturduğu yerden bedenini tamamiyle bana döndürdü. "Teklifim şu..." Güzel, sanırım zurnanın zırt dediği yere geliyorduk. Ona dikkat kesildiğim için kafamdaki muhakeme umduğumdan kısa sürdü ve bu rahatlamama sebep oldu.

"Bir mekân işletiyorum, bugünlerde bir kişilik açığımız vardı. Madem araba borcunu ödeyemeyeceksin, görünen o ki o para benim cebimden çıkacak. En azından çalıştıracağım kişinin parasını bedavaya getirmeliyim. Burada da işlediğin kabahatin sorumluluğunu alarak devreye sen giriyorsun. Araba borcunu ödeyememene karşılık mekânımda çalışmanı teklif ediyorum."

Cümlesi bittikten sonra cevabımı beklercesine soru dolu bakışlarını yüzüme dikti, o da benim gibi bağdaş kurarak beklemeye koyuldu. Bir mekânda onun emri altında bedava çalışmamı teklif ediyordu? Doğru duymuştum sanırım. Dudaklarımı birbirine bastırıp sigarayı aynı onun gibi söndürüp yere attım ve bu süre boyunca dediklerini tekrar gözden geçirdim.

Kafamı doğrultup ona düz ve ruhsuz bir bakış attım. "Yalnız atladığın bir şey var, ben burada yaşamıyorum. Yani senin bu saatlerdir şahane gözüyle bakıp beni oyaladığın teklifin maalesef geçersiz." Dudağımı yazık dercesine büzdüm.

"Bir buçuk aylık kış tatilinde değil misin? O süre boyunca bir arkadaşımın evinde kalıp bana olan borcunu da mekânımda çalışarak ödeyebilirsin, o kadar süre evinden ayrı kalmak seni öldürmez, kedicik."

"Sen ciddisin?" dediğimde olayın ciddiyeti ve onun her şeyi ayarlamış olması asıl şimdi dehşete kapılmama neden oldu. Sakinliğim bir toz bulutu olup bana elveda derken Ilgaz'ın sert ve kendinden emin sesi son darbeyi de vurup tam anlamıyla vücudumda panik dalgasına sebep oldu. "Noktasına, virgülüne, her detayına kadar."

***

Dışarıdan ara ara kulağıma dolan sesler huzursuzca yatakta dönmeme ve yastığı yüzüme kapamama sebep oldu. Bilincimi tam anlamıyla açamadım ve derin uykuma devam ettim. Ölü gibi uyumak bu olsa gerekti çünkü kapım yıkılacakmış gibi art arda çalınmasına rağmen gözlerimi açmam ve uykudan sıyrılmam bir hayli zor oldu.

Oysaki bir hayli karışık rüyalar görüyordum ve rüyalarımın bölünmesinden nefret ederdim! Homurdanarak yüzümdeki yastığı çektim ve gözüm duvardaki gümüşi renk saate ilişti. Sabahın onu mu? Bu saatte savaş çıkmışçasına hangi manyak kapımı çalıyordu?

Hızlıca yana döndüm ve ayaklarımı aşağı sarkıtıp yataktan kalktım. Derbeder bir halde gözlerimi ovuştururken pencerenin önündeki kanepede boylu boyunca yatan adam istemsizce çığlık atmama ve geriye sıçramama neden oldu. Gerisin geri yatağa düştüm.

Yüz üstü yattığı kanepeden ani bir refleksle kalkan Ilgaz'a gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi bakıyordum. Allah aşkına onun benim otel odam olması gereken yerde ne işi vardı?

Yattığım bordo kazaktan dolayı terlemiş olan ensemdeki saçlarımı sol omzuma doğru alırken hala idrak etmeye çalışıyordum. Hadi ama dün gece içki bile içmemiştim, nasıl olur da aynı odada kalmamıza izin vermiş olabilirdim?

"Kızım, sabah sabah biri ölmüş gibi ne bağırıyorsun? Ses tonundaki tizliğe kediler saygı duruşuna geçecek, bağırışına kaplanlar önünde şapka çıkartacak. Kedi familyasından olma ihtimal-"

Bunları söylerken bir eliyle saçlarını karıştırıp esneyen Ilgaz ayağa kalktı ve gayet de dışarıdan duyulacak bir biçimde konuştuğunu fark ettiğimde oturduğum yataktan bir çırpıda ona doğru koşup ayaklarımın ucunda yükselerek elimi ağzına kapattım. Dişlerimin arasından, "Sessiz ol," diye uyardım sessizce.

"Arya?" Kapıdaki sesin sahibinin Feray olduğunu anladığımda Ilgaz'a elimle banyoya geçmesini işaret ettim. "Çıtını çıkarırsan canına okurum." Diye tehdit etmekten geri kalmadığımda uykulu uykulu gözlerini ovuşturdu. "Ruh hastası!" dedi o da dişlerinin arasından.

Ona ters ters baktığımda banyoya girdi ve ben de kontrolsüz adımlarımla kapıyı zor buldurdum. Kapıyı kartla birkaç denemede zoruna açtım. Kapımda dikilen Feray'ı görünce bence şu an içimden nasıl saydırdığımı o da tahmin etmişti. Sırtımı kapı kirişine yaslayıp kollarımı birbirine doladım ve rahat görünmeye çalıştım.

"Arya, acele et. Aşağıda kahvaltı edecekmişiz, babam senin de gelmeni söyledi. On buçuğa kadar inmen lazım."

Uyku mahmurluğunu üzerimden atamadığım için Feray'ın dediklerini anlamam uzun sürdü. Bu kadar telaşla ne kahvaltısından bahsediyordu? "Kahvaltıya basın da mı davetli? Ne bu telaş?"

Gözlerini kaçırdı ve mahcup bir ifadeyle konuştu. "Birkaç saygın insan işte. Bonus olarak Murat Atahan ile nişanlısı da var sanırım."

"Ah, ne yazık. Ben cezalıyım hâlbuki." Kapıyı örtmek için ittirdiğimde Feray ayağını kapının arasına koyup "Arya!" diye bağırdı. Pes edip kapıyı hızlıca geri açtığımda ona ölümcül bir soğukkanlılıkta baktım ve bir şeyin eksik olduğu o an kafama dank etti. "Sahi o çığlık neydi?" Feray'ın sorusu benim şaşkınlığımın arasına karıştı gitti.

Bir dakika... Asker?! O neredeydi?

Kapıyı sonuna kadar açtım ve kafamı kapıdan uzatıp koridora göz attım ama Feray'dan başka kimse yoktu. "Boşuna bakınma, babam adamın uyuyakaldığını görünce bir iki saat önce kaldırdı, o da senin ona ikram ettiğin nescafeden sonra hiçbir şey hatırlamadığını söyledi."

O sesler o yüzdendi demek. Bir türlü kafamı kaldırıp ne olduğunu anlayamamıştım. "Kahretsin." Diye mırıldanıp yüzümü buruşturdum.

"Uyku ilacı attın değil mi? Senden korkulur Arya!"

"Artık Albay kapıma bir ordu koyar, deli gibi köpürmüştür."

Yüzüm iyice asıldı, Feray'a baktığımda çoktan giyindiğini gördüm. Bir kot pantolonun üzerine mor bir yünlü, boğazlı kazak giymişti. Kıvırcık siyaha yakın saçları hafif nemliydi, yıkanmış olmalıydı. "Babam tuhaf bir şekilde sakindi. Sadece sana kahvaltıya inmeni söylememi istedi."

Feray başını hafifçe içeriye uzatıp "Bir dakika, koltuğun üstündeki erkek montu değil mi?" diye sorduğunda telaşla arkamı dönüp koltuğa baktım ve Ilgaz'ın siyah deri montunun koltuk üzerinde olduğunu gördüm. Maşallah bu Feray'da ne göz vardı ya, resim yeteneğinden dolayı gereğinden fazla dikkatliydi.

"Oo şey... Şeyin montu..." Hızlı düşünmeye çalışıyordum parmaklarımı şıklatarak sanki ismi aklıma gelmiyormuş gibi yapmaya çalıştığımda, "Onun mu? Dün gece de verdiği hırkayı giydiğini fark ettim uzun bir aradan sonra, mont da ona mı ait? Şey... Bu iyi olduğun anlamına mı geliyor yoksa daha kötü olduğun mu, endişelenmeli miyim?" dedi. Ah, akşamki kırgınlığına rağmen hala benim için endişelenmesi ve korkması... Oysa beni kafaya takmamalıydı, lisede son yılıydı ve sadece lanet olası sınavlarına odaklanmalıydı. En azından anne ve babasının istediği şey buydu.

"Hayır, hayır bir sorun yok. Mont Cenk'in. Bir araba yarışı kaçamağında dışarısı soğuktu ve o da bana montunu vermişti, yanlışlıkla da bavula girmiş. Gidince artık ona geri vereceğim." Peş peşe sıraladığım yalanlardan sonra Feray'ın yüzüne baktım, gözlerini kısmış yüzüme bakıyordu. Nemli saç tutamını kulağının arkasına iterken kaşlarını kaldırdı. "Uzun cümlelerle açıklama yaptın. İlginç, başına saksı falan mı düştü?"

İçerden bir hapşırma sesi geldiğinde küfretme isteğimi geriye göndererek, dişlerimi dudağıma geçirdim. "Hasta gibiyim, sanırım üşüttüm..." diyerek burnumu tuttuğumda Feray başını iki yana salladı ve dilini şaklattı. "Ne sanıyorsun beni, beş yaşında falan mı? Karşımda hapşırmadığını görecek kadar aklım başımda ve o bir erkek sesine benziyordu. Bir şeyler karıştırıyorsun sen, hal ve hareketlerinden belli."

"Çok fazla, psikoloji sorusu çözdün sen sanırım. Beynin yine yanmış, uçak moduna geçmişsin. Hem şu an zamanımdan çalıyorsun, on buçuğa yetişmem için hemen giyinmem gerek, lafa tuttun beni kapı ağzında. Hapşırma sesi de yan odalardan gelmiştir, aramızda kalsın beş yıldızlı olabilir ama duvarlar felaket ses geçiriyor. Nasıl sesler duyduğumu daha reşit olmamış bir çocuğa anlatacak değilim, o yüzden hadi naş naş!" Nefes almadan hızlı hızlı konuştuğumda Feray'ın omuzlarından tutup ters dönmesini sağladım ve koridora doğru ittirdim ve naş naş derken hafifçe kalçasına vurdum. "Arya!" diye söylenmesinden sonra "Acele et!" diye bağırmayı ihmal etmedi. Kapıyı kapattıktan sonra, kapıya yaslanarak aldığım derin nefesi dudaklarımdan dışarı verdim.

Banyo kapısı açıldığını belli eden bir ses çıkardığında kafamı çevirip az bir şey ıslattığı saçlarını eliyle karıştıran ve hafifçe yan yatırdığı kafasına eşlik eden, şu an oldukça masum duran gözleriyle bana bakan Ilgaz'ı göz hapsine aldım. "İki günde hem ruhsal hem fiziksel olarak hasta ettin beni be, nasıl bir hatunmuşsun?" Diye söylendi.

"Ne?"

İşte bunu beklemiyordum, oldukça masum gözükürken hala bana çamur atacağını düşünmemiştim. Hadi ama bu serseriyi nasıl masum bulabilirdim ki zaten? "Senin iki günde başıma açtığın belalar ve atlatmak zorunda kaldığım insanlar için girdiğim türlü şaklabanlıklara ne demeli? Üstelik odamda sabahlamışsın!"

"Dün gece de dediğim gibi iki yolun var ya parayı verirsin ya mekânımda garsonluk yaparsın. Benimle tartışıp uyuyakalmasaydın, ben de seni odana getireceğim diye odanda sızıp kalmazdım. Bir zahmet lütfedip teklifimi kabul edeceksin artık!"

"İşte tam da bundan bahsediyorum! Sen bana emirler veremezsin, sineye çekiyorum diye sen kendini ne sanıyorsun?"

"Pekâlâ, küçükhanım ne yapmamı bekliyorsun? Babamdan kalan arabayı mahvettin ve öylece gitmene izin mi vereyim? Kaç yaşındasın sen üç mü? Bir şey yaptığında onun sorumluluğunu alırsın. Biz böyle gördük, sanırım baban henüz o konuya gelememiş ha?"

"Defol." Diye mırıldandım sıktığım dişlerimin arasından. Ellerimi ona vurmamak için yumruk yapıp sıktım ve tırnaklarım avuç içimdeki yerini aldı.

O da bana aynı öfkeyle baktığında, "Bu sahne tanıdık geldi kedicik, ondan sonra sen bana gelmiştin sarhoş olsan da yine öyle olacak, göreceksin." Diyerek yanımdan geçti. Hızlı geçişinin yarattığı esintiden dolayı yüzüme vuran saç tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırırken arkama bakmadan çıkmasını bekledim. Kapı sertçe kapandıktan sonra yatağımın üstüne oturup bir süre sakinleşmeyi umdum.

Bu otele geldiğimden beri iki gündür karşılaştığım şeyleri düşündüm. Murat Atahan ile nişanlanan eski en yakın arkadaşım, peşimi bırakmayacak olan Özge ve Murat ile yüzde yüz bağlantısı olan ve kendi ağzıyla "Murat'ı sinir etmek için sana yaklaştım dün gece," diye konuşan avcı. Babamdan yediğim tokat ve bir türlü yakamdan düşmeyen, kafamdaki dar kuytularda hapsolmuş geçmiş. Bir de o geçmişin ardında bıraktığı izlere takılıp tökezlememek için adeta sek sek oynayan bir ben.

Tüm bunlar iki güne sığmıştı ama yarattığı enkazlar yirmi yılımın her bir anına yayılmış gibi bir etki bırakmıştı. Bir beş dakika oturup düşündüm, boş boş bakıp uyuşan ellerimi ovuşturdum. Tırnaklarımın yine izler bıraktığı avuç içimdeki izlere takıldı gözlerim. Sanki acıya bağışıklık kazanmıştım, benim uyuşturucum olmuş gibiydi.

Sonrasında sakinleşip bavulun içinden üzerimi değiştirmek için birkaç parça kıyafet çıkardım. Ne de olsa babamın istekleri bir emir niteliğindeydi, kahvaltıya gelmemi istiyorsa bu bir istek değil, yerine getirilme zorunluluğu olan bir emirdi. Murat ile Özge de olacaktı, dün geceki tuhaf karşılaşmamızdan sonra. Pekâlâ, onları varlığımla onurlandırmalıydım.

Kot pantolonlu bacaklarımdan hızlı geçirip düğmesini iliklerken üzerimdeki akşamdan kalma bordo kazağı çıkardım. Saçlarımda duyduğum elektriklenme sesi beni sinir ettiğinde yatağın üzerindeki koyu yeşil v yaka bluzu aynı hızla giydim ve bordo kazağı katlamaya bile gerek duymadan bavulun içine tekrar tıkıştırdım. Kazaktan dolayı elektriklenen saçlarımı tararken bir küfür savurdum ve tepeden bir atkuyruğu yaptım. En iyisi buydu çünkü şu an hiç kabarık saç çekecek havamda değildim. Makyaj çantamın içine attığım gümüş rengi yuvarlak küpelerimi taktığımda, aynı zamanda gözlerimin altına kalem çektim ve makyaj çantamı da bavulun fermuarlı bölümüne geri koydum. Son olarak da üzerime de kısa, siyah, spor deri ceketimi geçirdim.

İşte tam da bu sırada koltuğun üzerinde gözüme ilişen siyah deri mont dikkatimi çekti. Ah, serseri montunu bile almadan çekip gitmişti. Aklı başından gidecek derecede öfkelenmiş olmalıydı. Arabasına önem vermesinin nedeni babasından kalmış olmasıydı, demek ki babasını kaybetmişti. Bunun için gerçekten üzgündüm lakin benim ailem hakkında konuşup terbiye alamamışsın tarzı konuşması bendeki öfke kıvılcımlarının alev almasına neden olmuştu. Hayatıma karışamayacağı gibi hayatım hakkında da asla yorum yapamazdı, hele ki ailemden bahsediyorsa. O da sınırı aşmıştı.

Onun ceketini hiç ellemeden boş bir bakış atıp komodinin üzerindeki telefonumu elime aldım ve odadan çıktım.

Feray'dan mesajla öğrendiğim üzere otelin camlarla kapatılmış zenginler için özel ayrılmış, otelin ön bahçesine bakan lüks kahvaltı bölümündeydiler. Feray'a bana yanını tutmasını söylemiştim, bu yüzden onu görür görmez diğerlerine bakmadan onun yanına geçtim. Babam çok şükür ki Feray'ın annesinin yan tarafındaydı bu yüzden aramızda iki kişi vardı, bu rahatlatıcıydı. Yüzüne bakmadım ama kesinlikle beni süzüyor olmalıydı. Sanki aramızda hayali bir anlaşma varmış gibi ben tokattan bahsetmiyor o da kapıdaki askeri uyutmamdan dolayı bir şey demiyordu. Eğer ki yüzü varsa yalnız kaldığımızda illa ki konuşurdu. Kafamı kaldırıp masaya baktığımda birkaç kişinin babamın saygın aile dostlarından olduğunu gördüm. Ah, ne güzel!

Bana yalan tebessümler gönderdiklerinde kesinlikle sarhoş bir şekilde ortadan kaybolmamı biliyor olduklarını anladım. Babam beni yine herkese rezil ettin konulu konuşmasını yaparken yalan söylemiyordu. Bu kez hiç sahte gülümseme zahmetine girmedim ve ifadesiz, donuk gözlerle onları süzdüm. Ne yani sadece onlar mı beni süzecekti? Bunu yapmamla hepsi sırasıyla bakışlarını kaçırdılar.

Görünen üzere daha Murat Bey ve biricik nişanlısı daha teşrif edememişlerdi. Bunu aklımdan geçirmeme kalmadı ki muhteşem ikili cam kapıda göründüler. Kolumdaki kahverengi kayışlı saate baktım, tam tamına otuz geçiyordu. Mükemmel zamanlama Atahan!

Murat Atahan'ın üzerinde açık mavi bir gömlek ve lacivert, ütüsü itinayla yapılmış bir pantolon vardı. Ona eşlik eden simsiyah rugan ayakkabısı ile her zamanki saygın beyefendi imajını koruyordu.

Özge'nin bu kahvaltıya göre fazla asil olması da şaşırılacak şey değildi, onun her zamanki abartılı tarzıydı. Nude renginde işlemeli bir elbise üstüne de daha krem bir renkte kısa, yünlü bir bolero giymişti. Saçları iri, kahverengi dalgalar halinde omuzlarına dökülüyordu. Topuklu bej rengi ayakkabıları siyah ince çorabının üstünde gayet hoş gözüküyordu. Ayakkabıları mermer zeminde keskin sesler çıkarırken Murat, Özge'nin oturması için kadife kumaştan yapılmış bordo renk yan tarafımdaki sandalyeyi çekti ve onlar tam olarak sağ tarafıma oturdular!

Bu başımdan aşağı kaynar suların boşalmasına ve rahatsızlık hissinin tüm bedenimde kol gezmesine neden oldu. Özge yanıma, Murat Atahan da onun diğer yanına oturmuştu. Özge herkese tebessümleriyle selam verirken bunun baştan aşağı şov olduğunun bilincindeydim. O da benim gibi fazla sıcakkanlı biri sayılmazdı. Hatta bir buz kütlesi sayılacak kadar soğuk ve mesafeli biriydi, yabancı olduğu insanlara karşı. Ben soğuk ve mesafeliden ziyade umursamaz ve patavatsız biriydim. "Merhaba, Arya," diyerek bana da aynı şekilde gülümseyip önüne döndüğünde ben de aynı şekilde onu başımla selamladım. Aramızdaki elle tutulur soğukluk dikkatli bakanların anlayacağı cinstendi. "Sana da merhaba Özge."

"Tanışıyor musunuz?" diye kulağıma doğru fısıldadı Feray ve ona uyarırcasına kaşlarımı kaldırdım. Özge ile yan yana oturmak iki eski en yakın arkadaş için de tabiri yerindeyse bir işkenceydi. Garipti, bir zamanlar her şeyini bilen birinin şimdi birçok yabancıdan daha çok rahatsızlık vermesi. 

Hele ki dün geceden sonra tuhaf bir hissiyata bürünmüştüm. İçimdeki ses Özge'nin sadece Ilgaz'ın eski kapı komşusu olmadığını aralarında mutlaka bir şeyler olduğunu söylüyordu. Bana ortaokul zamanlarında yazdığı o mektup da bu düşüncemi destekler nitelikteydi. Fakat Özge'nin parmağındaki nişan yüzüğünün sahibi Ilgaz değil, Murat'tı. Bu satranç kadar kafa kurcalamayı gerektiren bulmacayı çözmeyi kafama koymuştum.

Kahvaltı servisi yapıldığında, masadaki sözde kaliteli insanların da sohbeti başlamıştı. Özge ve Murat'ı nişanları için tekrar tebrik ettiler ve düğünün ne zaman olacağını sordular. Murat, kesin bir tarih belirlemediklerini söyledi. Genelde sorulan sorulara kendisi cevap verdi, Özge daha çok suskunluğu ve yalandan tebessümleri tercih etti. Tuhaf gelecekti ama tüm bu şeyler onu da boğuyormuş gibiydi. Çünkü Özge ne zaman çok sıkılıp bunalsa çocukken kulağındaki küpeyle oynardı ve şu anda ara ara bunu yapıyordu. Eli sürekli bolerosuyla aynı renk küpelerindeydi.

Yanımda oturduğu için tabi ki onu fazlasıyla inceleyemiyordum arada göz ucuyla bakıyordum sadece. Belki de ben yanında oturduğum için rahatsızdı, onun dışında böyle ortamları seviyor olmalıydı. Aramızdaki iletişim kopmuşken annesinin zengin bir adamla evlendiğini duymuştum. Annesi hayalini gerçekleştirmişti, sıra kızını da ülkenin en zengin iş adamlarından genç ve karizmatik bir adam olan Atahan ile evlendirmekti görünen üzere. Oysa Özge benden sadece bir yaş büyüktü ve bu yaşta evlilik planı yapması bende sadece kahkaha atma isteği uyandırıyordu. Onu seven kişiyi fark etmemişti ve şimdi... Murat ile izdivaç arefesindeydi. Murat ile! Ah, burada olsan bu seni çok fazla yaralardı değil mi? Buna asla dayanamazdın.

Murat Atahan neden Özge ile evleniyordu? Bu kalleşlik değil de neydi? Aralarındaki on ya da daha fazlası yaş farkına değinecek değildim. Her şeyi bildiğine adım gibi emindim ve sadece iki yıl sonra evleneceği kadın Özge mi oluyordu? Az da olsa vicdan denilen duygu iğne ucu kadar bile onda bulunsa asla bunu yapmazdı. Tez zamanda kendi hırsında boğulmasını temenni ediyordum.

Kahvaltı boyunca tabağımdakilerle oynadım, fakat dün gece bayılma aşamasına geldiğim için yemek için biraz kendimi zorladım. Yemeği düşünmek aklıma istemsizce Ilgaz ve dün gece düştü. Bu kadar peşimde koşması sanırım Murat ile ilgiliydi. Çatalımı tabağımda gezdirirken hayali bir 'I' harfi çizdiğimi fark ettim ve bu gözlerimi kırpıştırmama neden oldu. 

Neyse ki herkesin odağında yeni nişanlı çift vardı da kimse benim neredeyse buhran geçirecek olmamı fark etmedi. Kahvaltı denilen şey en fazla yarım saat sürerdi, saatlerdir burada milletvekili toplantısındaymış gibi ne yapmaya çalışıyorlardı acaba?

"Gelecek yıl üniversitenin bittiğini duydum Özge, o zamana bir tarih alırsınız belki."

Karşı tarafımdaki kırklı yaşlarında, kısa saç kesimli her şeye maydanoz olan ama gel gör ki klas takımından sayılacak bir adamın karısı olan bu kadının cümlesine göz devirme isteğime engel olamadım. "Onlardan çok siz merak ediyorsunuz gibi," deyip tabağımdaki salatalıklardan birini ağzıma attım ve masada sessizlik olduğunda eli masada kalan ve kaşlarını kaldıran kadına baktım. Babama bakmıyordum ama kesinlikle sınırı aştığımı düşünüyordu. Ne yapayım yarım saattir aynı kadının sorgu melakesi kesilmesine katlanamamıştım. Özge ve Murat kadar sabırlı değildim maalesef.

"Sohbet, nişanda sarhoş bir şekilde bir erkeğin arabasına binip ortadan kaybolduğunda nişanı da mahvetmene gelmesin diye konu yaratmaya çalışıyordum." Çatalım elimde kaldığında masaya bakıyordum, başımı iki yana sallayıp alaycı gülmeme engel olamadım. Dudaklarımı birbirine bastırıp tek kaşımı havaya kaldırdım. Masada tekrar sessizlik olduğunda yan tarafındaki kocası karısına bakış attı. Bana saygısızlık yapmak umurunda değildi de karısının koskoca Albay'a saygısızlık yaptığını düşünüyordu.

Onlarla ailecek görüşmüşlüğümüz vardı. Ah, ne yazık ki ben de birkaç bir şey biliyordum. Madem olay aşağılamaya gelmişti, bu benim en sevdiğim kısımdı. Çatalı masaya bırakıp iki elimi masanın üzerinde birleştirip soğuk ve alaycı bakışlarımı kadının yüzünde sabitledim. "Ne kadar zarifsiniz. Konu bulmaya bu kadar uğraşıyorsanız ben size yardımcı olayım. Hmm... Acaba birkaç yıl önce kocanızın genç bir sekreterle hakkında çıkan dedikodular mı daha çarpıcı olur yoksa sizin gençliğinizde evli bir adamla olan kaçamaklarınız mı? Bunlar benden daha ilgi çekici kuşkusuz, sizce de öyle değil mi?"

Söylediklerim masaya bomba gibi düştüğünde kadın da kocası da bozguna uğramıştı. Adı Süreyya olan kadın bir şeyler söylemek için ağzını açtı,  sonra geri kapadı. Sonrasında da göğsünü tutarak önündeki suyu eline aldı ve içti. Ellerinin titrediğini fark ettim. Fakat "Arya!" diye kükreyen ne adam ne de kadındı. Albay'ın sesi masayı titretecek kadar güçlü çıkmıştı.

Diğer tüm kişiler sessizce bu entrikalı dramayı izliyordu. Sandalyemi geriye ittirip ayaklandığımda babama doğru döndüm. Damarları belirginleşmiş yüzü dehşet saçıyordu. "Şükretmelisin, sorunlu baş belası kızından daha sorunlu insanlar var!"

Ne Özge'nin şaşkınlıkla bana bakmasını, ne Feray'ın oturduğu yerde büzüşmesini, annesinin rahatsız olmasını ne de babamın öfkesini umursadım. Hızlıca cam kapıyı ittirip oradan ayrıldım ve bu dehşet verici entrikanın içinde onları bıraktım. Ben suçlu olmuştum, değil mi? O kadın benim hakkımda konuşabiliyorken sorun yoktu, ben gerçekleri konuşunca mı edepsiz, terbiyesiz oluyordum? Canı cehenneme! Kimse bana nasıl davranmam gerektiğini söyleyemezdi.

Lobiye girdiğimde adımlarım telaşlı ve üzerimdeki öfke elle tutulabilecek cinstendi.

"Arya!"

Arkamda cam kapının kapanmasına karışan, ismimi telaffuz eden ses Atahan'a aitti. Allah aşkına kahvaltı masasının ortasında peşimden çıkıp beni durdurmaya çalışmak da ne demekti? Bir an duraksasam da yürümeye devam ettiğimde onun bana yetiştiğini gördüm. Önüme geçtiğinde "Çekil." Dedim adeta tıslarcasına. Sabrım ve sükûnetim git gide beni terk ediyor az önceki öfkemden daha beter ve kasvetli bir geçmişin arkasına gizlenmiş, şimşekleri andıran nefretim benliğimdeki yerini alıyordu.

Yanından başka bir şey demeden geçip gitmeyi ve odama çıkmayı ummuştum ki söyledikleri adeta beni olduğum yere çiviledi. "Ilgaz Ateşoğlu seni rahatsız mı ediyor?"

Ilgaz'ın ismini tiksinircesine zikrederken sadece Ilgaz'ın Murat'tan değil, Murat'ın da aynı şekilde ondan nefret ettiğini anlamış bulundum. Aralarında tohumları belki de bir kadın için atılmış bir yarış veyahut galibini belirlemeye muhtaç hissettikleri bir durumdan kaynaklı bir savaş olabilirdi.

Siyah ruganları tekrar yanıma geldiğini belli ederken bu kez yüzünü bana çevirdi. "Sana zarar mı veriyor, Arya?" dedi.

Nişan gecesinden sonra bana bırak üstü kapalıyı böyle açık açık bir soru soracak cesarette bulunacağını düşünmezdim. "Bu izlemine nereden kapıldın? Ayrıca bu soruyu sorma hakkını kendinde nasıl buluyorsun?" Sözlerim zehrini kurbanına akıtmak isteyen bir yılan gibiydi. Gözlerine karanlık bir perde mi inmişti, yoksa akıl sağlığı mı yerinde değildi? Onunla muhatap değildim, hatta onu insan yerine bile almıyordum.

"Benim her yerde gözüm, kulağım var Arya. Ilgaz'ın arabasına zarar verdiğini ve borç yüzünden seni sıkıştırdığını biliyorum." Dediği güçlükle yutkunmama ve kelimelerin boğazıma dizilmesine sebep oldu. Bunu nasıl bilebilirdi? Ya babama söylemekle beni tehdit ederse?

"Merak etme, bu sabah otel yetkilileriyle konuştum, güvenlik kesinlikle bu konuda uyarıldı. Artık otele girip seni rahatsız edemeyecek. Telefondan ya da başka şekilde rahatsız edip seni tehdit ederse ve parayı isterse bunu senin yerine halledeceğimi bil. Kaç bine ihtiyacın var?"

Söylediklerini uğultu şeklinde duymuştum ve tüm bu dediklerinin bir şaka olmasını umdum. Cidden bana yardım için para mı teklif ediyordu? Ilgaz'ı nedense benden uzak tutmak istiyor, bunun için tüm imkânlarını kullanacağını söylüyordu. Bundan bir çıkarı olmasa bunu neden yapsın ki?

"Neden?" diye sordum sadece. Sesim oldukça sakin, anlaşılabilir derecede berrak çıkmıştı. Gerçekten sorumun altında saf bir merak yatıyordu. Ne inkâr etmeyi ne de ona bağırmayı düşünmüştüm. O an tek merak ettiğim şey nedeniydi, sanki bana dürüst olacakmış gibi.

"Seni güvende tutacağıma dair ona söz vermiştim. Bunu saçma bulsan bile, benden istediği şey buydu ve senin onun için ne kadar önemli olduğunu biliyordum, bu yüzden zarar görmemen için elimden gelen her şeyi yaparım, Arya."

Gerçek bir duyguya türlü yalanlar sığdırılır, günahı sevabından daha çok olan bir aşk için bin bir türlü umut tüketilirdi. Nefretin heybetini ve kudretini geçmişten olan kıvılcımının küllerinden doğup alev almasına da sadece tek bir an yetebilirdi.

Duyduklarımla kalbimi acımasız sert bir bileğin sıktığını ve o güçlü elin içinde kalbimin un ufak olduğunu hissettim. Boğazıma yapışan nefeslerimin aksine gözlerim ifadesizliğini koruyor olmalıydı. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattım ve parçalara ayrılmış ruhumun izlerini görmezden geldim.

"Sen..." Duraksayıp koyu gözlerinin içine kanımda kaynayan nefret duygusuyla baktım. Bunun için başımı biraz daha kaldırmam gerekmişti. "Sen bana hiçbir şey söylemediğinde en büyük zararı verdin, sana sorduğumda yalan söyleyerek en büyük zararı verdin, onu kaybetmemize göz yumduğunda verebileceğin en büyük zararı verdin!" Söylediklerimle gözlerini kaçırdı ve duygu karmaşasının yaşandığı gözleriyle etrafa bakınıp derin bir nefes aldı. "Böyle biteceğini bilemezdim, inan ki senden daha beter bir haldeyim. Ama yok... Zamanı geri almanın, bunu düzeltmenin bir yolu yok. Önümüze bakmak zorundayız ki maalesef Arya, hayat devam ediyor. Kaldığımız yerden olmasa bile bir şekilde devam etmeliyiz."

"Görüyorum, bunu yapmışsın." Dedim alaycı bir gülümseme dudaklarıma peydah olurken. Tepeden tırnağa tekrar onu aşağılayıcı bir biçimde süzdüm ve yüzüm istem dışı buruştu. "Özge ile nişanlanmak, bu mu hayatına devam etme şeklin? Onun sevdiği kızla evlenerek mi yola devam edeceksin? Adamlığın bir salon dolusu alkışı hak ediyor, Atahan."

Lafımı aramızdaki sessizlik, onun gözlerinde beliren yoğun şaşkınlık ve arka plandaki lobide gelip geçen insanların gürültüleri izledi. Yumruklarımı sıktığımdan uzun, siyah ojeli tırnaklarım her zaman yaptığım gibi yine avuç içimde derin izler bırakacaktı. Canım acımıştı ama şu an yüzüne yumruk atmamak için kendime hâkim olmanın tek yolu yine kendime zarar vermekti. Avuç içlerimdeki acı yanma artarken, "Neden bahsediyorsun sen? Bu saçmalık da nereden çıktı?" diye sordu.

Şaşkınlıktan cümleleri zor toparlamış gibiydi, kesinlikle şaşırmış rolünü iyi oynamıştı. Hakkını Murat Atahan'a teslim etmek gerekirdi yüzüne taktığı maskeleri kendi parçasıymışçasına iyi taşırdı, sahte mi gerçek mi herkes ayırt edemezdi. Bu inkâr ve şaşırmışlık hali beni daha da hiddetlendirdi.

Tırnaklarımı avuç içime bastırmayı kestim ve kızarmış, derin izler oluşmuş yanan elime baktım. O gün de böyle demişti. "Neden bahsediyorsun Arya? Bildiğim bir şey yok." Öyle gerçekçi, öyle inandırıcı konuşmuştu ki. Bana söyleseydi sonuç değişir miydi bunu asla bilemeyecektim ama bildiğim bir şey varsa Murat Atahan'ın onun sonunu yazmasına göz yumduğu benim de her daim ondan tiksinircesine nefret edecek olmamdı.

Onun hala bana şaşkın ve anlamak ister gibi bakan gözlerine gözlerimi diktim. "Zarar görmemem için elinden geleni yaparsın, öyle mi?" Hala yanan ellerimi boşlukta silkeledikten sonra iki elimi de kaldırıp onun göğsüne yerleştirdim ve ittim. "Yapabileceğin en iyi şey benden uzak durmak, işlerime burnunu sokma. Babamı araya sokup karşıma çıkma. Beni tanımazlıktan gel. Yoksa ben senin zarar görmen için elimden geleni ardıma koymam, Atahan."

İşte o an karar vermiştim. Aynı onları dün gece gördüğümüzde karar verdiğim gibi, tekrar o intikam hissini duyumsadım her bir hücremde.  Herkes gibi cenneti arzuluyordum ama cehennemden de korkmuyordum. Hükmüm neyse ona her zerremle razıydım. Bana mutlu olmak yasaklanmıştı, artık yağmurlar eskisi gibi yağmıyordu üzerime. Onlar da aynı acıyı yaşasın istiyordum. Ölüm kokan arafın paslı tadını onlar da tatsın ve o havayı solusun istiyordum.

Ben istiyordum ki, artık gecem gündüzüne sancısız kavuşsun yoksa bende ayrılığın hükümdarlığı devam ederken diğer herkeste tüm kavuşmalar yasaklansın.

Ben teklifle ilgili kararımı verdiğim vakit benim sonu baştan yazılmış olan hayatımın ikinci hikâyesi de başlamış oldu, hem de ilkini hiç aratmayacak çetrefilli bir biçimde.

Ama her hikayede olduğu gibi bunda da verilen sözler bozulmuş, sessizce imzalanan anlaşmalar yırtılıp atılmış, verilen hükümler ya layığıyla yapılmamış ya da gereğinden fazla can yakmıştı. Ve bu hikayede yanan sadece bedenlerimiz olmayacaktı. 

Y/n :Bu bölümde birçok şeyin anlaşıldığını umuyorum, birazcık sabır gerektiren bir kurgu. Sabır ve ilginiz için teşekkürler, bu uzun bölüme uzuuun yorumlar görsem gerçekten düşüncelerinizi belirterek? Murat Atahan ne istiyor, teklif ne olacak, fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim. Öpücükler...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro