Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

50. BÖLÜM: "KALBİMİ NASIL YOK SAYAYIM?"




Bölüm şarkıları: Zayn feat. Sia | Dusk Till Dawn

Sia| I'm Still Here

Only Piano| Loneliness

Sınır: +125 Oy +250 Yorum


50. BÖLÜM: "KALBİMİ NASIL YOK SAYAYIM?"


Ortaya bir zar attım ve aşk adına bir kumar oynadım. Aşk başlı başına bu değil miydi zaten? Bir kumardı. Kazanmak da vardı, kaybetmek de. Tek bir hamle elinizdeki her şeyi alabilirdi veyahut yine tek bir hamle ile her şeyi kendi lehinize çevirebilirdiniz. Şayet tüm bu yaşananlara bir oyun dersek, söylemem gerekiyor ki ben bu oyunda tüm kartlarım açık oynamıştım.

Belki masada hileler dönmüştü, görmediğim gizli kartlar vardı. Daha da kötüsü belki de herkesin maskelerin ardına gizlendiği bir maskeli baloda sallamıştım elimdeki zarları. Kartlar açıldığında gördüğüm hiçbir yüz belki de gerçek sahibine ait değildi. Evet, bu mümkündü. Kendimden biliyordum. Umursamaz, asi, hissiz, soğuk bir maskenin ardına yığarken tüm duygularımı, kimse dışarıdan ne denli kırık olduğumu bilemezdi. Çünkü sorgulamak düşünmeyi gerektirirdi. Size gerçekten değer vermeyen insanlar sizin hakkınızda düşünmezdi. Bir maskenin ardındaki gerçek benliği görebilmek için o maskeyi çekip çıkarabilecek kadar yaklaşmanız gerekiyordu o insana.

Ilgaz'ın da her insan gibi maskeleri vardı, bunu biliyordum. Şimdi değil, çok uzun zamandır biliyordum. Önceleri onun alay etmekten ve kibirli davranmaktan başka bir şey bilmeyen bir adam olduğunu düşünürdüm. Sonra onunla aynı ortamda daha fazla bulundukça bu tavırlarının sadece bir maske olduğunu fark ettim. Pikap'ta çalıştığım zamanlar, gecenin henüz sabaha kavuşamadığı vakitler mekânda sadece ikimiz kaldığımızda onun sessizce içki bardağını dudaklarına götürüşüne ve bar taburesinde düşünceli bir ifadeyle oturduğu zamanlara şahit olmuştum. Fazla konuşmazdı, hatta kendi hakkında neredeyse hiç konuşmazdı. Uyuyorken bile huzursuz, gergin bir ifadeye sahipti. Duygularını dışarıdan birinin anlaması kesinlikle mümkün değildi, acılarını gizlemek konusunda benden çok daha tecrübeliydi. En kolay ifade edebileceği duygusu her zaman öfke olmuştu. Kişiliğinin aksine çoğu zaman içinde alev barındıran gözlerine baktığınızda çok çabuk öfkelendiğini anlayabilirdiniz. Tüm bunlara rağmen şu an bile Ilgaz'ı tamamen tanıyor ve onu her şeyiyle biliyorum diyemezdim.

Annesi yüzünden yok saymaya çalıştığı darmadağın bir geçmişi ve bu yüzden de sıkı sıkıya tutunduğu bir babası vardı. Tabi, Atahanlar tarafından öldürülmeden önce. Ölümünün arkasındaki gerçek de hala açığa çıkmamış ve Atahanlar'a karşı duyduğu nefret içinde kocaman bir yer edinmişti. Sonra bir de Özge vardı. Ne yaşamışlardı bilmiyorum. Nasıl ayrılmışlardı, iki tarafın da hataları var mıydı, Ilgaz onu ne kadar sevmişti... Bilmiyordum. Totale bakınca tüm bunlar bir insanı intikam istemeye kolaylıkla itebilirdi. Üstelik unutmamak lazımdı,  Ilgaz Ateşoğlu kindar ve inatçı bir adamdı.

Ama oyun olamazdı. Buna inanmıyordum. Kendisi söylemişti oyun olmadığını. Gözlerimin içine bakarak söylemişti, o kadar iyi yalan söyleyemezdi. Kimse o kadar iyi yalan söyleyemezdi. O akşam, ellerimin nasıl titrediğini, bana nasıl hissettirdiğini hala hatırlıyordum. Sırf bir intikam uğruna birinin duygularıyla oynayacak kadar basit biri değildi. Asla inanmıyordum. Asla da inanmayacaktım. Ona güveniyordum.

Halbuki güven, camdan bile daha kırılgan bir duyguydu benim için. Hatta psikiyatristim, bir gün birine güvendiğimi zannederken ertesi gün küçücük, saçma bir şüphenin bile güvenimi yıkabileceğini söylemişti. Çünkü güven denilen duygunun bende sağlam temelleri olmadığından bahsetmişti. Bebekler ilk anneye güven duygusu geliştirirlerdi ve ben ona hiç sahip olmamıştım. Babamın çocukluğumda olmayışı, anneannemin ani ölümü, Onur'un intiharı... Güven duygumun yıkılması için birçok nedene sahiptim, aslında Ilgaz'a ya da herhangi birine güvenmemek için de. Ama demiştim ya aşk bir kumardı. Ve ben bu aşk için kumar oynuyordum. Kaybedersem... Bu kez de kaybedersem biliyorum ki neyim var neyim yoksa kaybedecektim.

Ama onu seviyordum. Emin olduğum tek şey buydu. Kalbimi nasıl görmezden gelebilirdim?Aşk planlı bir şey değildi ki. Onu sevmeyi ben seçmemiştim. Peki ya seçer miydim? Geçmişin bu denli sancılı olduğu ve ikimizin de geçmişlerinin tuhaf bir biçimde birbirine düğüm olduğu bir adamı sevmeyi yine de seçer miydim? Ah, bu çok karmaşıktı. Her şey çok karmaşıktı. Beynim, kalbim, ruhum hepsi karmakarışıktı.

Ve burada daha fazla durmayacaktım. Yağız'ın saçmalıklarını daha fazla dinlemeyecektim.

"Neden bahsediyorsun sen?" Ilgaz'ın daha gür çıkan sesini ardından Yağız'ı sertçe ittirmesi izlerken, yanlarına doğru yürüdüm. Ama o kısacık mesafeyi yürümek bile uyuşmuş vücudum için oldukça zordu. Ilgaz'ın koluna dokunup onu hafifçe geriye çekerken bastığım yeri ayaklarımın altında hissetmiyordum sanki. Ama tüm bunlar tesir etmemiş gibi baktım Yağız'ın yüzüne. Sanki söylediği hiçbir şey beni etkilememiş gibi.

"Bu hikâyedeki en iyi oyuncu kim bilmem ama senin bu hikâyede bir yerin yok! Bana bu zamana kadar iyi davrandın diye kabalaşmak istemedim, görünen o ki iyi davranmanın arkasındaki niyet iyi değilmiş, aslında bir şeylerin peşinde olan senmişsin. Sabırlı biri değilim, tekrar etmeyeceğim. Bizden uzak dur."

"Yapma, Arya." Diyerek başını iki yana salladı. Bunu yapmasıyla saçının daha uzun olan, ön kısımları alnına döküldü. İnanamıyormuş gibiydi. Birkaç adım gerileyip olduğu yerde dönerken ellerini saçlarına geçirdi ve onları çekiştirdi. "Onur herhangi biri miydi senin için? En iyi arkadaşın olduğunu sanıyordum her şeyden önce! İnsan arkadaşının intiharı arkasındaki gerçekleri nasıl böyle umursamaz? Ilgaz, onu senin hakkında tehdit etmiş olabilir. Ve sen..."

"Amına koyarım senin! Sallayacaksan doğru düzgün salla, beş ay öncesine kadar Arya'yı tanımıyordum bile!" Ilgaz'ın bağırışı, Yağız'ın cümlesini bölerken tekrar bulunduğu yerden Yağız'a doğru ilerledi. Önüne geçip ellerimi, gövdesine yerleştirdiğimde "Sakin ol, lütfen bir sakin ol." Diye mırıldandım. Parmak uçlarım bile titriyordu ve her an olduğum yere düşüp bayılacağım diye korkuyordum. Tüm bu olanlar çok fazlaydı.

"Belki de... Belki de gerçekten tanımıyorsundur. O zamanlar Onur'u tehdit ettiğin Arya ile senin Arya'nın aynı kişi olduğunu bile bilmiyordun belki de. Önemli olan bu değil. Onur'un o gün aldığı o mesaj, intiharına sebep olmuş olabilir. "

Ellerimi Ilgaz'ın gövdesinden yavaşça çekip arkama, tekrar Yağız'a doğru döndüm. Ilgaz'ın konuşmasına izin vermeden ben sordum. "2 yıldır neredeydin peki?"

"Ne?"

"Onur öleli diyorum 2 yıl oldu! Şimdi mi aklın başına geldi? 2 yıl sonra mı aydınlanma yaşadın? Onunla ilgili  her şeyi biliyorsun, o kadar iyi arkadaşındı hani. Ölümünden sonra onun en iyi arkadaşına nasıl olduğunu sormak aklına gelmedi mi? Ya da ne bileyim, Ilgaz'a o zamanlar hesap sormak... Neden şimdi?"

Derin bir nefes aldı. Parmaklarını bacağının yanına vurup hafifçe ritim tutarken düşünceli bir ifadeye bürünmüştü. Konuşmadan önceki o birkaç saniyelik sessizlik bile çığ gibi büyümüştü içimde.  "Onunla ilgili her şeyi bildiğimi iddia etmedim. Sonuçta bizimkisi hastane ortamında karşılaşa karşılasa gelişen bir arkadaşlıktı. O tedavi gördüğüm hastaneye her hafta düzenli olarak gelirdi.  Kanserli çocuklara kitap okur, onlarla sohbet ederdi. Ben kansere yakalanmadan önce felaket hayat dolu biriydim. Bir türlü susmayan, daima neşelenecek bir şey bulan tipler olur ya, işte öyle... Hasta olduğumu öğrendiğimde herkesten, her şeyden soyutladım kendimi. Arkadaşlar, aile... İnsan hastalık öncesinde kendini tanımayan biriyle mi konuşmak istiyor ya da ailesi ve arkadaşlarının ona olan üzgün ve acıma dolu bakışlarını görmek yerine bir yabancıyla konuşmak mı daha iyi hissettiriyor? Sanırım öyle bir şeydi, Onur ile arkadaş olmamız. Hastalanmadan önceki halimle kıyaslarsak Onur zıttımdı benim. Çocuğun yüzüne baktığında direkt kederi görebilirsin yani. İçine kapanık ama bir yandan saf, iyi bir kalbi var belli. Sonuçta kim her hafta gelip o çocuklarla gönüllü olarak ilgilenir? Tedavi sürecinde bana da destek oldu, iyi arkadaş olduk."

Yağız duraksadı. O anları hatırlamış gibiydi, gözlerinde beliren hüzün ve üzerine çöken durgunluktan kurtulmak istercesine silkelendi. "Onur intihar ettiği zaman hastalığımın daha ağır bir şekilde tekrardan nüksettiği dönemlerdi. Aylarca tedavi gördüm hastanede. Hastalığın getirdiği insanlardan uzaklaşma, içe kapanıklık artmıştı. Aralık'ta hastaneye kontrole gittiğim zaman hasta çocukları da ziyaret etmiştim, onlardan biri Onur ile olan fotoğrafını gösterdi. İşte o zaman tekrar istila etti zihnimi her şey. Neden intihar etti? Niye yaptı kendine bunu? Aklıma o mesaj geldi. Ilgaz ile konuşmak için zaten gittim ben Ilgaz'ın mekânına. Yoktu. Bar kısmında sarışın bir adam vardı, muhtemelen Ilgaz'ın arkadaşıydı. Ona Ilgaz'ı aramasını, önemli olduğunu söyledim. Her zaman gereğinden fazla konuşurum salak gibi, meselenin Onur Atahan ile ilgili olduğunu söyleyince gerildi, Ilgaz için Atahanlar konusunu tekrar gündeme getirmememi ve onu rahat bırakmamı söyledi." Yağız, bu kez doğrudan Ilgaz'a baktı. "Sanırım sen de arkadaşların da tehdidi seviyorsunuz, o da beni tehdit etti."

"Buğra mı?" Ilgaz şaşırmıştı. Fakat benim şaşırdığım bu değildi. Duyduğum tüm bu şeyler... Yağız'ın aylarca, belki de yıllarca kanserle mücadele etmesi, Onur ile hastanede başlayan bir dostluk kurmaları... Onur'un bana bunlardan hiç bahsetmemesi... Bilmediğim şeyler sandığımdan daha da fazlaymış meğer. Korkuyordum, daha bilmediğim neler vardı?

"Adı her ne ise. Bileğinde Almanca bir kelime yazan dövmesi vardı. Kim olduğunun ne önemi var? Senin arkadaşlarının normal olmasını bekleyemem zaten. Eh, ben de Ilgaz ile de Onur ile de bağlantısı olan tek kişiyle, Özge ile konuşmaya karar verdim."

"Bir dakika, bir dakika..." Bu kez araya giren bendim. "Özge'yi nereden tanıyordun?"

"Aynı hastaneye arada sırada Özge de ziyarete gelirdi. Erkek kardeşi tedavi görüyordu. Onur'un ilgilendiği çocuklar arasında Özge'nin erkek kardeşi de vardı. Onlar da böylelikle tanışmışlardı, arkadaş olmuşlardı zaten. Biz de arada sırada denk gelirdik ama pek merhaba merhabadan fazla muhabbetimiz olmadı. Doğan Ateşoğlu'nun ölümünden sonra, Özge'nin, Onur'a bir şey biliyorsa söylemesi için telefonda ağladığına şahit olmuştum. Sevgilisi için endişeleniyor diye, Onur'u sürekli sıkıştırıyordu. Bu yüzden de bir şeyler biliyor olabileceğini düşündüm. Fakat benimle görüşmeyi kabul etmedi, telefonda Ilgaz ile alakasının kalmadığını, Murat Atahan ile nişanlanmak üzere olduğunu ve onu bir daha rahatsız etmemem gerektiğini söyledi."

Özge'nin kardeşi yoktu ki, Özge tek çocuktu. Aklımdan ilk geçen bu oldu. Ama sonra birden aylar önce Beyza ve benim, kuyumcunun önünde Özge ile olan karşılaşmamızı hatırladım. Beyza ona kardeşinin durumunun nasıl olduğunu sormuştu. O zaman da buna şaşırmış ve belki de zengin üvey babasının çocuğundan bahsediyor diye düşünmüştüm. Ama Özge'nin kan bağı olmayan, üvey kardeşini sık sık ziyaret edeceği pek akla yatkın gelmiyordu. Öz babasının, genç bir kadın için onları terk ettiğini hatırladığımda bahsedilen kardeşin, babası ve o kadının çocuğu olabileceği tam da şu an aklıma dank etti. Ayrıca yıllarca bildiğim şey, Özge ve Onur'un hastanede değil de tiyatro kulübünde tanıştıklarıydı. Ah, gerçekten kafayı yiyecektim!

"Biraz daha anlatmaya devam edersen ebemle de o hastanede tanıştığını söyleyeceksin! Sikerim böyle işi! Tane tane söyleyeyim de o kıt beynin algılasın! Kimseyi. Mesajla. Tehdit. Etmedim. Ha inkar etmiyorum, yüz yüze ağzıma geleni söyleyip, konuşması için sıkıştırdım, evet! Bu beni suçlu yapmaz koduğumun ortalık karıştırıcısı!"

"Ilgaz..." diyerek koluna dokunacak olduğumda elini hızlıca çekti. "Susmayacağım, suçlandığım şeye bak! İkidir bu konudan üstüme geliniyor." dediğinde diğer suçlanmanın otogarda ona içimden gelmeyerek söylediğim şeyler olduğunu anladım. Bir anda ellerim mümkünmüş gibi daha da buz kesti ve ben elimi kolumu nereye koyacağımı bile bilemedim. Tam aksine ise içimde kaynar kazanlar fokurduyormuşçasına boğucu bir ateş vardı.

"Mahkemede döneklik yapan oydu, bana babamın ölümünün arkasındaki gerçekleri ilk baş anlatacağını söyleyen oydu! Ben hiçbir boku kendim uydurmadım! Murat da buna cevap veremiyor! Kardeşin böyle böyle söyledi dediğimde geçerli bir bahane sunamıyor! Dediği şey, 'babamdan intikam almak istemiştir, sonra saçma olduğunu fark edince mahkemede asıl doğruları söylemiştir!' Asıl doğrular? Biri bana da anlatsın bu asıl doğruları o zaman! Millet cinayet işliyor, ispatlayamadığım için elini kolunu sallayarak geziyor, belediye başkanı bile oldu ben ise babam hakkında hesap sordum diye katil ilan ediliyorum! Böyle düzene de adalete de sokayım!" Ilgaz bağırmaktan soluk soluğa kaldığında başını geriye atıp geçen saniyeler boyunca gökyüzüne baktı ve sakinleşmeyi bekledi. Gıkımı bile çıkaramadım çünkü öfkesini yönelteceği kişi olmaktan deli gibi korkuyordum. Bilinçsiz bir şekilde yumruklarımı sıkarken tırnaklarımı yine avuç içlerime geçirdiğimi fark ettim ama beynim uyuştuğundan fiziksel acı duymuyordum.

Üçümüzün de suskun kaldığı on- on beş saniyenin ardından yine konuşan Ilgaz olmuştu. Öfkesini bir türlü atamıyordu. Ensesinde birleştirdiği ellerinden birini çekip Yağız'a doğru salladığında ellerinin titrediğini fark ettim. Onu o halde görünce kirpiklerime takılı olan gözyaşlarım akmamak için daha fazla direnemedi.

"İster inan ya da inanma sikimde değil, Onur Atahan'ın ne aşk hayatını ne arkadaşlarını biliyordum. Dolayısıyla Arya ile ilişkisinden de hatta Arya diye birinin varlığından da haberim yoktu o zamanlar. Ki şahsi olarak Onur Atahan'ı neredeyse tanımam bile. Evet, Özge ile arkadaş olduklarını biliyordum. Atahanlar'ın hiç birinden hazzetmediğim için de bundan hoşnut değildim zaten. Ama ona intihar etmesini ben söylemedim, ben demedim ona mahkemede yalan söyle sonra da vicdan azabı çek! Madem mahkemedeki yalanları için pişman oldu -oldu mu da bilmiyoruz bu bir varsayım- gelip sonradan da konuşabilirdi böyle böyle diye. Söylemek için o kadar fırsatı vardı ki. Gerçekleri söylemesi için ona yalvarırken taş gibi duvar gibi ifadesiz dikiliyordu karşımda! O zaman neredeydi siktiğimin vicdanı, saf kalbi? Neredeydi lan söylesene? Susmasana!" 

Ilgaz, tekrar Yağız'ın karşısına dikilip onunla burun buruna geldiğinde Yağız bunalmış gibi başını yan tarafa çevirdi. Ilgaz'dan birkaç adım uzaklaşmak için yana doğru yürüdü. "Bağırmaktan başka bir şey bilmez misin sen? Tüm her şeyi biliyor olsam, burada gelip sana sormazdım zaten. Babanın ölümü hakkındaki cevapları git Murat Atahan'a sor. O odada olanları bilen, hayatta kalan tek kişi o. Onur konuşmuyordu. Sadece bir keresinde Ilgaz sorgulamaya devam ettiği takdirde babam onun da sesini kesmesinin bir yolunu bulur, demişti. Mehmet Atahan uğraşılmaya gelecek bir insan değildi Ilgaz. Çünkü insan değildi! Karısının, çocuğunun kaza yapmasına sebep olan ve karısının ölümünden zerre pişmanlık duymayan, iki oğluna da cehennem hayatı yaşatan bir ruh hastasından bahsediyoruz! Babana ya da sana acır mıydı sanıyorsun?"

"Vay, ana fikir bu mu? Babam, Mehmet Atahan ile uğraştı, herifin de psikopat tarafına geldi öldürdü! Oğulları da babasını izledi. Bu kadar basit yani! Niye daha önce söylemedin ki?"

"Öyle demiyorum, savunmuyorum bunu! Sadece sen, adaleti böyle insanlarda aradın. Gücün de en sessiz, en güçsüz, en masum olana yetti ancak. Eğer gerçekten Onur yalan söyleyip sustuysa da bunu isteyerek yapmadığına eminim. Her neyse ben ne dersem diyeyim aynı şeyi söyleyeceksin. Seninle konuşulmuyor bile, hayır seninle konuşmayı isteyen de ben değildim. Benim asıl amacım, Arya ile konuşmaktı. Onur ile aranızdaki meseleyi bilmiyor ve sen de kızı intikam için kullanıyorsun sandım. Eh, öyle olmadığını söylüyorsun. Arya da görünen üzere emin. Vicdanın rahatsa sorun yok o halde."

"Dalga mı geçiyorsun sen? Ortalığın amına koydun lan! Arya'dan uzak dur, diye kükrüyordun. Katil ilan ettin beni. Şimdi vicdanım rahatsa sorun yok öyle mi? Bak, bakalım şimdi sorun var mıymış?" Ilgaz, yumruğu Yağız'ın yüzüne geçirdiğinde çıkan çarpma sesinden sonra refleks olarak geriye sıçradım. Ufak çığlığımın ardından ellerimi dudaklarıma kapadım, kapanmış olan gözlerimi araladığımda birkaç insanın etrafımıza toplanmış olduğu gördüm. Gözlerim Yağız'a iliştiğinde o elinin tersiyle kanayan burnuna bastırıyordu. "Yağız?" Yağız'ın yanına yürüyecek olduğumda bir yandan da hemen onun karşı tarafında elini silkeleyen Ilgaz'a baktım. "Gerekli miydi bu gerçekten ha? Ah, Ilgaz!"

Panik duygusu bir kibritin aniden alev alması, tüm kibriti tutuşturması gibi içimde büyürken birkaç insanın etrafını sardığı Yağız'ın yanına doğru adımladım. Yanına yaklaşıp nasıl olduğuna bakacaktım ki geniş eller bileğimi kavradı ve beni kendine doğru çekti. "Aklından bile geçirme. Yürü, gidiyoruz."

"Ilgaz..."

Hızlıca yürürken ve beni de peşi sıra sürüklerken son kez omzumun üzerinden arkama baktım. En azından hastaneye götürecek ya da ilgilenecek birkaç insan kalmıştı yanında. Fakat, Ilgaz'ın bu kontrol edilemez öfkesi gerçekten rahatsız edici bir hal almıştı. "Öyle sert vurman gerekli miydi? Belki hastalığına bir zararı olabilir. Burnunu kırmış bile olabilirsin!"

"Bir şey olmaz o puşta. Niye umursuyorsun? Umursama!" Chevrolet'in yanına hızlı hızlı yürürken, beni de aynı hızda çekiştirmesi ve hala bileğimi tutması, üstüne bağırarak söylediği şey sabrımı tamamıyla rafa kaldırmama neden oldu. Bileğimi hızlıca geriye çektim ve ondan kurtarmayı başardım. "Yeter! Kendim yürüyemiyor muyum ben?"

Ben durduğumda o da aniden durdu. Zaten arabasının yanına gelmemize az bir mesafe kalmıştı. "Bilmem," dedi öfkeli ifadesine alaycı bir gülüş bulaşırken. "Nasıl olduğuna bakmak için o şerefsizin yanına giderken gayet güzel yürüyordun aslında!"

"Kendine gel! Burnu kanlar içindeydi, kim olsa merak ederim! Şikâyetçi olsa ve darp raporu alsa başın belaya girer, sen bunun farkında mısın? Sana gitme dediğimde bir şey biliyormuşum demek ki! Şu haline bak! Kendini kaybettin!"

"Durup dururken mi kendimi kaybettim? Olan bitenin farkında mısın? Yeni erkek arkadaşın, eski erkek arkadaşının intiharının baş sorumlusu ilan edildi. Bir kez daha!"

Acıtmıştı. Ondan bu şekilde duymak, Yağız'ın tüm söylediklerinden çok daha fazla acıtmıştı. Belki o da içini acıtan bu zehri sadece kusmak istemişti ya da gerçekten onun canının yandığı kadar benimki de yansın istiyordu.  Zaten yanıyordu, görmüyor muydu? Kendimi suçlamamsa istediği şey, evet suçluyordum. O mesajı gördükten sonra tepki vermemeli, yok saymalıydım. Şimdi işler bu noktaya gelmeyecekti. Ilgaz bu hale gelmeyecekti. Dokunduğum her ne varsa darmadağın ediyordum, bilerek ya da bilmeyerek. Belki de hayatım lanetlenmiş falan değildi, lanet başlı başına bendim.

Başımı yana çevirip akan gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken, bir yandan esen rüzgar donuyormuş gibi hissetmeme neden oldu. Bacaklarım, kollarım, ellerim buz tutmuştu. Ama içimde öyle büyük bir yangın vardı ki. Becerebilsem söküp atmak isterdim kalbimi, çünkü bu yangın beni öylesine boğuyordu ki her nefes alışımda daha da körükleniyordu içimde. Nasıl mümkün oluyordu, boğazıma kadar çıkan bu yakıcı şey soluduğum havayı bile ateşe verirken hala nasıl nefes alabiliyordum?

"Niye ağlıyorsun?" diye sorduğunda sesindeki ıstırap yaşların daha çok dökülmesine neden oldu gözlerimden.  Onun yüzüne bakmadım, çünkü bakarsam sanki hıçkırıklara boğulacak ve bu akşam içimde biriken tüm acıları gözlerimden dökecektim. "Neden ağlıyorsun?!" diye sordu bu defa daha yüksek bir sesle. Tüm akşam boyunca bağırmalarından dolayı artık sesi çatallaşmıştı ve pürüzlü çıkıyordu.

Konuştuğumda ne dediğimi de bilmiyordum, kalbimdeki sancı kendi kelimelerimin üzerine bile gölge düşürmüş gibiydi. Kelimelerle tutabilirim sanıyordum onu, bir umut ellerimden kayıp gitmeden önce söylediklerimle, ait olduğu yere, kollarımın arasına gelir diye umuyordum. Belki de tek yaptığım şey zavallı kalbimi avutmaktı. "Çünkü seni bu halde görmek istemiyorum. Beni görmek istemediğin, benden nefret ettiğin, beni suçladığın o zamanlardaki gibisin. Sanki ne yaparsam yapayım, sana ulaşamayacak gibiyim. Buraya gelmeyecektik işte, başkaları olmadan mutluyuz biz. Geçmiş, o olmadan mutluyuz. Sen ve ben, başka hiçbir şey olmadan mutluyuz." Burnumu çektim, ardından yine intihar etti gözyaşlarım.

"Ama geçmiş diye bir gerçek var! Silemeyiz! Lanet olsun, istesek de silemeyiz! Önemli olan ona rağmen mutlu olabilmek!" diye bağırdı birdenbire.  "Canım kavga istediği için mi geldim buraya? Söyle bana! Rahat battı bana da ben ne idüğü belirsiz herifin tekiyle konuşmaya mı geldim?! Eski sevgilisinin mesajda sadece ismi geçiyor, diye ağlayan hangimizdi? O an ne oldu biliyor musun bana? Sıfırlandı beynimde her şey. Ne yapacağımı bilemedim ulan! Aklım başımdan gitti! Ne tepki vereyim bilemedim. Neye kızayım bilemedim, neye üzüleyim... Ağladığına mı üzüleyim, yoksa sevdiğim kadın ölen eski sevgilisi ve aynı zamanda benim düşmanlarımdan biri olan herif için gözyaşı döküyor diye mi kahrolayım? Ben nasıl sikik bir durumun içindeyim, biliyorsan açıkla bana da Arya! Kendi kafamı sikeceğim yoksa!" Ona doğru baktığımda arabasının yanına doğru yürüyordu. Ardından bedenini ele geçiren yoğun öfkeyle arabanın lastiğine tekme savurdu. 

"Ilgaz, böyle saçma şeyler olacağını bildiğim için ağladım diyorum sana! Neden inanmıyorsun? Onur için ağlamadım! Allah kahretsin, korktuğum için diyorum! Bir, bak bana! Özür dilerim, yemin ederim seni üzmek istemedim. Yapma böyle nolur, ne yapacağımı bilmiyorum. Ben iyi miyim şu an sanıyorsun? Çıldırabileceğim kafam dahi kalmadı. Lütfen yapma."

Yanına doğru korkak adımlarla yürürken, arabanın üstüne yerleştirdiği kolunun üzerine başını yasladı. Omuzları hızlı soluklarıyla inip kalkarken yavaşça gidip omzuna dokundum. Küçük bir dokunuş olmasına rağmen vereceği tepkiyi kestiremediğimden öyle korktum ki. Ama korktuğum gibi beni itmedi ya da bağırmadı. Yüzü hala koluna yaslıyken, başımı omzunun üzerine koydum. "Ilgaz..."

"Yüzüme bak lütfen," Doğrulup ellerimi yavaşça ensesindeki yumuşak saçlara götürdüğümde gözlerini koluna bastırdı, o da doğrulduğunda bana bakmak yerine birkaç adım atıp benden uzaklaştı. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda gözlerinin kanlanmış olduğunu gördüm. Olduğum yerde donakaldım. Onun ağlamasına dayanamıyordum. Kalbimi un ufak ediyordu tek gözyaşı bile. 

Elinin tersiyle kirpiklerindeki ıslaklığı hızlıca sildiğinde diğer eliyle arabayı işaret etti. "Arabaya bin." Bakışlarım kısa bir an avucumdaki tırnak izlerine ilişti, tüm bedenimle beraber ellerim de titriyordu. Ona dokunmak istiyordum. Hep yaptığım gibi elimi yüzüne yerleştirmeyi, ardından onun da yüzünü yanağıma yaslayıp kirpiklerinin altından bana bakmasını istiyordum. Ona doğru adım attığımda tek yapmak istediğim şey buydu. Fakat bu kez daha keskin ve sert bir ses tonuyla tekrarladı. "Arabaya bin, Arya."

Ona birkaç saniye baktım, kararlı gözüküyordu. Aklından ikimizle ilgili ne geçiyordu? Kendini mi suçluyordu, yoksa beni mi? Bu da bilmediğim onlarca şeyden yalnızca bir tanesiydi. Daha fazla diretmeye gücüm kalmamıştı. Ona bakmayı kesip arabaya bindim. Birkaç saniye sonra sürücü koltuğunun kapısı açıldığında bakışlarımı yan tarafımdaki camdan çekmemiştim.

Yol boyunca ne o konuştu, ne de ben. Bir ara sessizlik gerçekten ikimizi de yutacak zannetmiştim. Araba kullandığı için konuşarak onu germek istemedim, birdenbire bağırabiliyordu ve üzerindeki öfkesini hala atabilmiş değildi. Kırmızı ışıkların birinde durduğumuzda alelacele bir sigara yakmıştı. Diğer eliyle kısaca alnını ovuşturduğunda, sigarayı tutan elini camdan dışarı sarkıttı. İçimi yakan soluklarım eşliğinde tekrar yanımdaki camdan dışarıya bakmaya başladım. Halbuki sadece bakıyordum, tüm bu yaşananlardan dolayı tek bir şeyi bile gördüğüm yoktu.

Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum, sanırım ne hissetmem gerektiğini de. Bir yandan zihnimi istila eden tonlarca düşünce var gibiydi, diğer yandan da kafamın içi bomboştu. Derin bir sükûttu ama sanki şiddetli bir gürültünün habercisi olduğunu bildiğimden o sessizlik dahi yoruyordu beni. Hislerim karmakarışıktı. Onur'un neden intihar ettiğini sorgulamayı bırakalı çok uzun zaman olmuştu. Şimdi ortaya bir tehdit mesajı atılmıştı ve Yağız'ın dediğine göre oklar, Ilgaz'ı gösteriyordu. Bir an içimde güçlü bir kahkaha atma isteği meydana geldi, neyse ki engel olabildim buna. Düşünmeye devam ettikçe, içimdeki kızgınlığı fark ettim. Kızgındım. Ama neye? Kime?

İlk olarak Onur'a kızıyordum. Onur intihar ederek ne kadar çok şeyi karmaşık hale getirmişti ve bir şekilde hayatım buna bağlı olarak tekrar tekrar mahvoluyordu. Sonra kendime kızıyordum. Gerçekten Doğan Ateşoğlu ile ilgili gerçek her neyse bana neden bu olayların hiçbirini anlatmamıştı? Kendi duygularımı, kırgınlıklarımı arkadaşlığımızın önünde tutmasaydım belki de olaylar bu noktaya gelmeyecekti. Ne yazık ki bir şeyler değişir miydi bunu hiçbir zaman bilemeyecektim. Ve Ilgaz... Neden ona ulaşabilmek bu denli zordu?

Arabanın durduğunu fark ettiğimde yan tarafımda kalan evime kısa bir bakış attım. Ardından Ilgaz'a döndüm. Yüzüme bakmıyor, ikinci sigarası olduğunu tahmin ettiğim izmariti dudaklarının arasına yerleştirmiş bomboş sokağı ifadesiz gözlerle izliyordu. "Konuşmayacak mıyız?" diye sorduğumda sakinliğimin son noktasındaydım.

"Bu gece değil. Odana çık ve uyu." Başını koltuğa yasladı. Dumanı dudaklarından dışarıya bıraktığında gözleri inatla benden başka her yere bakıyordu.

"Sen ne yapacaksın? Umarım gece vakti ve bu halde kasabaya dönmeyi düşünmüyorsundur. Biliyorum, kaçmayı seversin ama bu senin için bile fazla olurdu."

Onu kışkırtmadığım müddetçe konuşmaya niyeti yoktu. Tam da tahmin ettiğim gibi anında bana döndü. Bu kez gözleri hızlıca beni odağına aldı. " Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Hangimiz korkak? O herifin anlatacaklarından korkan sen değil miydin? Şimdi ben kavga etmeyelim, ikimiz de kafamızı toplayalım diye sustuğum için korkağım öyle mi? Ne senin derdin söyle bir bana?!"

"Benim derdim sensin! Diğer hiçbir şey umurumda değil. Ben tüm bu saçmalıklardan ikimizi de korumak istedim! Al işte, haklı çıktım! Bir anda, aramıza uçurumlar giriverdi. Susuyorsun. Dalga geçer gibi bana odana git ve uyu dedin ya! Tüm bunlar sadece senin için zor değil. Ama senin gibi geri çekilmiyorum ben. Orhan Amca öldükten sonra da inatla konuşmadın benimle. Hadi o zaman suçluyordun beni, şu an suçum ne? Ne için suçluyorsun, söyle de bileyim bari! Bir şeyleri kafanda kurmak yerine bana söyle, böyle yaparak bir yere varamayız!"

Bir anda arabayı geri çalıştırdığında ani kalkışın etkisiyle sırtım geriye yaslandı. Arabayı ana yolu geri geri çıkartırken burnundan soluyordu. Elindeki sigaradan hızlı bir nefes çekip arabanın camından attıktan sonra geldiğimiz yola geri dönmüştük. "Şimdi nereye?" diye sordum bir şey söylemediğini anlayınca.

"Konuşacağız, işte. Doruk ve Feray'ın yanında mı konuşalım? Baş başa kalacağımız bir yere gideceğiz."

"Tamam," Başıma aniden saplanan ağrıyı dağıtmak için alnımı ovuştururken başımı koltuğa yasladım. Yine yol boyunca sessizliği seçtik. Eh, en azından kaçmıyor oluşu da bir şeydi. Fakat onu daha da sinirlendirmiş olmalıydım, demine göre bile daha gergin duruyordu. Işıklarda bir tane daha sigara yakmıştı. Başımı yan çevirerek koltuğa yasladım ve yol boyunca bakışlarımı kaçamak da olsa yüzünde gezdirdim. Bir ara göz ucuyla bana baktı. Göz göze geldiğimiz o an, ona sarılmak istedim. Bu kez öfkeliden ziyade oldukça yorgun gözüküyordu. Gözlerinde meydana gelen o hüzünlü ifade kalbimin gerçekten ağrımasına neden olmuştu. Yüzünü tekrardan yola çevirdiğinde istemsizce derin bir iç çektim. 

Arabayı, Boğaz manzarasını, fazla yakından olmasa da gören, büyük bir tepede durdurdu. Bana bir şey söylemedi, elindeki sigara paketiyle arabadan indikten sonra kalçasını arabanın kaputuna yasladı. Yaktığı sigaranın kaçıncı olduğunu saymayı bir yerden sonra bırakmıştım. Arabadan indiğimde tepenin daha serin olmasından kaynaklı şortun açıkta bıraktığı bacaklarım anında titredi. Ellerimi, kollarımın üzerine sarıp aşağı yukarı sıvazladığımda bana doğru dönmüştü. "Arka koltukta ceketim var, üzerine giy." İçimi kaplayan ürpertiden dolayı dediğini ikiletmedim, arabanın arka kapısına ilerleyip siyah deri ceketini elime aldığım gibi üzerime geçirdim.

Üşüyen ellerimi, bana oldukça büyük gelen ceketin ceplerine sokarken karşısına dikilmiştim. Yan eğdiği başıyla kısa bir an beni süzdükten sonra kalın dudaklarının arasından gri dumanı havaya üfledi. "Seni dinliyorum."

Pekala, konuşacak olan yine bendim demek ki.

"Ilgaz, biliyorum Yağız'ın söyledikleri seni öfkelendirdi..." Devam etmeden önce duraksayıp yaklaşık yedi sekiz metre gerimizde kalan tepenin ucuna ve ışıklar altında bir tabloyu andıran İstanbul'a baktım. Sanki o uçurumun kenarında tepetaklak olmak üzere olan hayatımı gördüm. İsmimin anlamında geçen opera sahnesinin ışıkları altında belki de son şarkımı söylüyordum. İşte yine, operamdaki yalnızlıkta tekrar tekrar çırpındım.  "Ama bunlar bizim için herhangi bir anlama gelmek zorunda değil. Anlaşılan, ona değer veren ve ölümüne üzülen bir arkadaşıymış. Kendi söyledikleri bile kendi tahmini aslında, bu ne seni suçlu yapar, ne de bir başkasını."

Bakışlarımı ona çevirdiğimde dikkatle yüzüme baktığını gördüm. Bir cesaret ona doğru bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi sıfırladım ve elimi ceketin cebinden çıkarıp onun yüzüne yerleştirdim. Tüm bedenim baştan aşağı güçlü bir elektrik akımına kapıldı. Ona dokunduğumda böyle hissediyorsam aşk denilen kumarda tüm risklere değmez miydi?  

Onun ise ademelması titredi, güçlükle yutkundu ve ardından gözlerini kapattı. "Sana güveniyorum ve seni seviyorum, önemli olan bu değil mi?"diye sordum parmaklarımı usulca dudaklarının üzerinde gezdirirken. Gözlerini biraz daha sıkı yumdu. Biliyorum, acı çekiyordu. Başını geriye attığında elimi, yüzünden çekmek zorunda kaldım. Gözlerini açıp saniyeler boyunca gökyüzünü izledi. Keşke kendi içimizdeki acılarımızın tesellisini o parlak yıldızlarda bulabilseydik.  "İçinde küçücük bir şüphe bile yok yani? Onur Atahan'ın intiharıyla uzaktan yakına ilgim olmadığını düşünüyorsun. Bundan emin olduğunu mu söylüyorsun?"

Güvenmek... Aslında hayattaki en büyük kumar bu değil miydi? Şüpheler, riskler, yanılgılar olduğunda bile o kişiye inanabilmek... Ben belki insanlardan kaçan, onlardan uzakta durmayı seçen, kendi yalnızlığımla kendime güvenli, küçük bir dünya oluşturan biriydim. Biliyorum, ruhumun bir yanı asla emin olamazdı. Zihnimin derin kuytularında ihtimaller dolaşırdı. Ama kalbim... O bu riski almaya değer diyordu. Şimdi pes edersem, kalbime ne olacaktı? "Öyle bir tehdit mesajını senin atmadığını biliyorum." Bunları söylerken kalbimin ne denli şiddetli attığını, aldığım kesik nefeslerin titrekliğini, bir Haziran gecesinde ne denli üşüdüğümü ve ben başlı başına kalbimin bugün ne denli acıdığını bir daha nasıl unutabilirdim? 

"Ilgaz," diyerek sigarayı tutmayan ellerini avucumun içine aldım. "Ben kasabayı ilk kez terk etmeden önce, onun öncesindeki gece... Bana bahsetmiştin zaten... Babandan, Murat'tan, Mehmet Atahan'dan ve de Onur'dan... O gece, bunun bir yalan olmasını o kadar çok istedim ki. Onur'u yıllardır tanıyordum ve benim tanıdığım insanın böyle bir cinayetle alakası olmasının imkânı yoktu. Sonra sen... Gözlerindeki acı... Babandan bahsederken canının ne denli yandığını görmüştüm." Gözlerim dolduğunda avcumun arasındaki soğuk elini yavaşça ovuşturdum. "Keşke babanın ölümüyle ilgili gerçeği bilebilsem, o zamanlar seni tanımıyor olsam dahi sana yardım edebilirdim. Gerçekten isterdim bunu. Tüm bunları o kadar çok düşündüm ki."

Benimle beraber onun da gözleri dolmuştu. Sesim titrese de konuşmak güç hale gelse de devam ettim.

"Ben, gerçekleri öğrenmek istediğim için Murat ile konuşmaya gittim. Keşke gitmeseydim dediğim yüzlerce an oldu sonradan. Biliyorsun, zaten davet gecesinde Özge ile tartışmamızdan dolayı sinirliydi. Sanırım hayatımda o günkü kadar çaresiz hissettiğim sayılı an vardır. Bilmiyorum... Ama Murat'ın seni öldürmeyi kafasına koyduğu o gün... O karmaşa, o korku, çaresizlik ve panikten anlamadım belki ama... Zihnimin gerilerinde bir ses, geçmiş yüzünden ya Ilgaz'ı da tamamen kaybetseydin, dedi bana hep sonradan. O zaman gerçeğin, geçmişin, kayıpların bir anlamı var mıydı? Geri gelecek miydi? Hayır. Hayır, Ilgaz." Parmaklarımızı birbirine kenetlediğimde ellerim titriyordu. Sanırım fark etmişti. 

 "Benim seni unutmak ve kendi hayatıma bakmak için çok nedenim vardı. En başta Onur, sonra Murat'ın tehditleri, sana ve diğerlerine bir şey yapacak korkusu ve işin aslında kalbimin kırılacağından ölesiye korkmam... Vazgeçebilseydim, o zamanlar vazgeçmez miydim seni sevmekten? Kalbimi kırdığın o kadar çok an oldu ki. Ve yine kendimi senin yanında bulduğumda kendime kızdığım o kadar çok an... Aynı böyle tuttum mezarlıktan çıktığımız o gün ellerini, bana inan istedim. Kendi ağzımla söylememe rağmen size ihanet ettiğimi, benim, sana ve diğerlerine böyle bir şey yapmayacağıma inan istedim. O gölün orada bekledim, gelmedin. Seninle konuşmak istedim, Buğra'ya da bana da ağzına geleni saydın. Tüm kapıları yüzüme kapatmıştın. Elimde hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey... Nefes almanın bile bir anlamı yoktu. Ama sonra geldin ve  bana tüm yaralarımı iyileştireceğini söyledin. Ben sende kaldım, Ilgaz. Gitmek için onlarca nedenim varken. Seni ne kadar çok sevdiğimi anlıyorsun, değil mi?" Uzanıp dudağının kenarına küçük bir öpücük kondurdum.  "O yüzden benden kaçma bir daha. Söylemek istediğin bir şey varsa söyle, yoksa da lütfen başkaları yüzünden ikimize de bu eziyeti yapma. Daha fazla üzülmeye yemin ederim ki gücüm yok, Ilgaz."

Ellerimizi dudaklarına götürüp avcumun içine dudaklarını bastırdı. Avcumdaki tırnak izlerinin üzerine.  "Bir daha yapma kendine bunu," diye fısıldadı. Elimde değil, daha çok ağladım. Bedenimi kollarının arasına alırken, alnını omzuma yasladı. Başım, onun başına yaslanırken gözyaşlarıma rağmen gülümseyiverdim. Ellerimi ensesinde birleştirdim ve derin derin çektim içime kokusunu. Sonra da dayanamadım, dudaklarımı o yumuşak saçlarının üzerine bastırdım. Burnunu çektiğini duyduğumda, ellerimi saçlarına çıkardım ve parmaklarımı gezdirdim kısa tutamlarda. "Sorun yok. İyi olacağız." diye mırıldandım. "İyi olacağız, sevgilim."

Yaklaşık bir dakika boyunca bana sarılı kaldı. Nefes almaya bile korktum. Hareketsizce birbirimizin kollarında sarılı kaldığımızda tek yaptığım şey ağlamaktı ve sanırım o da ağlıyordu. İnsanı mayıştıran tatlı rüzgar ile belli belirsiz sallandık daha sonra. En sonunda biraz geriye çekilse de tamamıyla benden uzaklaşmadı. Dudakları kulağımın hizasındaydı, yüzünü göremiyordum. Küçük bir öpücük bıraktı kulağımın arkasındaki dövmemin üzerine. Rüzgar saçlarımı savururken ve de yanaklarımdaki yaşlara değip beni üşütürken onun ılık nefesleri bir yandan ısıttı içimi. Hele öptüğü yer o gece öptüğü gibi yine cayır cayır yanıyordu. "Benim de sana âşık olmamak için onlarca nedenim vardı aslında. Bir kere saçların sarı," Kısık sesle güldüğünü duydum. Sesi çatallaşmıştı. Parmaklarını birkaç saniye saçlarımda gezdirdi. "Anneminkiler de sarıydı. Ve o kaç yaşına gelirsem geleyim, hiç atlatamayacağım anılarla baş başa bıraktı beni. Güvenimi paramparça etti. Ben ona güvenmiştim, o ise bana yalan söyledi. Bir insana annesi yalan söylerse diğer tüm herkese nasıl güvenebilirsin ki? Güvenmedim. Sen de bana yalan söylemiştin, Arya. Sana sorduğumda Onur Atahan'ı pek iyi tanımadığını söylemiştin. Sonra otogarda söylediklerin... Seni kafamdan atabilmek için benim de seni görmediğim koskoca bir ayım vardı. Senin, Küçük Atahan'ı sevdiğini hatırlatıp durdum kendime, bana hiçbir şey hissetmediğini, benim olmadığını... Ben kendimle çok savaştım. İnsan, en çok kendiyle savaştığı zaman yoruluyormuş. O kadar yoruldum ki... Kendi içimde verdiğim savaşlardan, kendi kalbimle girdiğim kavgalardan... Ve her türlü yine mağlup çıkmaktan... Ben seni sevmemeyi çok istedim, sana gelmemeyi, seni unutmayı... Ama söylesene, kalbimi nasıl yok sayayım?"

Usulca geriye çekildiğinde ıslanmış gözleriyle yüzüme baktı ve tebessüm etmeye çalıştı. Parmağımı dudağındaki gülümsemeye bastırdım, her zerresine aşıktım. "Sayamam, kalbimde sadece sen varsın çünkü. Kalbim tıka basa seninle dolu." Bu kez bir yaş gözlerinden kayıp hızlıca çenesine doğru süzüldü.  Hayır, işte bu içimi burktu. "Peki ya senin kalbin? Orada yalnızca ben mi varım?"

Başını omzuna doğru eğip gözlerimin içine bakarken boğazım düğüm düğüm oldu. Nefesim kesildi. Ellerim karıncalandı. Kalbim kendi varlığını kanıtlamak istercesine gümbür gümbür attı. Kendi kulaklarımda duydum kafamın içindeki uğultunun sesini. Demiştim ya, kalbimin bu gece nasıl acıdığını unutmayacaktım. Aşk için oynanılan kumarın kaybının ne denli büyük olacağını o an anladım. Ben çok severdim ve bu yüzden de kaybedersem çok büyük kaybedecektim. Zarlar artık atılmıştı. "Onu hala seviyorsan ve intihar etme nedeni ya da nedenlerinden biri de bensem, bunu nasıl unutalım? Bu zamana kadar varsayımdı. Ama olur da gerçekliği ispatlanırsa yine de kalır mıydın benimle? Söylesene Arya, hangisi ağır basacak sende? Hangisini yok sayacaksın kalbinde? Onu mu yoksa beni mi?"

..

-Biraz duygusal bir bölümdü sanki... Ne düşünüyorsunuz, geçmişi mi yok sayacaklar yoksa kalplerini mi?

-Ilgaz'ın son sorusu? Of off.

Mutsuzum, Arya ve Ilgaz'ı özlediğim için de sınır henüz geçilmese de yazmak istedim. Bir değişik oldum ya, şu 50'li bölümler hikayenin başından beri düşündüğüm bölümlerdi. Buralara da geldik öyle böyle. Bölümde kelime ya da cümle hatası varsa kusura bakmayın, bazı cümleleri sonradan ekledim ve felaket başım ağrıdığı için gözümden kaçmış olma ihtimali yüksek. Siz oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin, beni de gülümsetin olur mu? Sabahın dördüne kadar uyumadım ve bölüm yazdım, düşüncelerinizi görmek istiyorum. #Yazarüzülmesin. #AryaveIlgazüzülmesin. Sanırım bu kadar. İyi geceler diliyorum hepinize.  

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro