Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

48. BÖLÜM: "İLK DOMİNO TAŞI"

Bölüm şarkıları:  Sia | Bird Set Free

Mattia Cupelli | Love Lost 

Sınır: +125 Oy +200 Yorum



48. BÖLÜM: "İLK DOMİNO TAŞI"



Domino taşlarını bilir misiniz? Hani şu en sondaki bir tanesine dokunduğunuzda sırasıyla diğer tüm hepsinin tek tek devrildiği o taşları...

İşte, etrafım o domino taşlarıyla çevrili bir çemberden ibaretti. Tek bir hata, belki tüy kadar hafif bir dokunuş bile... Benim felaketim olabilirdi. Bu, son derece korkutucuydu. Halbuki, o kasabaya nefret ettiğim Murat Atahan'ın nişanı için geri dönmeden önce hiçbir şeyden korkmadığımı düşünürdüm. Niye korkayım ki? Bana kalırsa, yaşayabileceğim en dibi görmüştüm, acının en yoğun halinin nasıl da feryat figan yaktığını hissetmiştim kalbimin. Üstelik defalarca görmüştüm ölümü. Ölümün ağırlığının bir kelimeden çok daha fazlası olduğunu bilirken daha fazla neyden korkabilirdim?

Çok uzun zaman önce değildi. Karanlık, buz gibi bir suyun içinde en dibe çakıldım ben. Ölümün soğukluğu, ruhumun nefesini kesene dek de çırpındım. Bir daha asla suyun yüzeyine çıkamasam da dalgalar ile boğuşmayı öğrendiğimde bir daha hiçbir şey korkutamaz sanıyordum beni. Ta ki o güne dek. 21 Ocak.

Aslında her şey, o gün başlamıştı.

İlk kez o gün korktuğumu hissettim tekrardan. Avcılar, Murat Atahan ve bizi ne yöne götüreceğini bilmediğim bir kasırga. Ve birilerini kaybetme korkusu, ilk kez o gün yeniden filizlendi.

Farkında değildim belki ama o gün bir kez daha mağlubiyete mahkum edildim.

Ölümün ürperticiliği kadar soğuk bir gün olan 21 Ocak... İşte o gün, hayatımı tamamen değiştirecek kişiyle ilk karşılaştığım gündü. O gün, yavaş yavaş varlığından habersiz olduğum tüm domino taşları etrafıma dizildi. Hepsinde bir şeyler saklıydı. Her birinde lanet olası sırlar vardı. Yalanlar, maskeler, günahlar ve hepsinden daha fazlası. Acılar... Belki de ruhlarımızın kaldırabileceğinden çok daha fazlası olan acılar.

Ne tuhaf değil mi? Bazen yalanların ortasında yaşamak, gerçeğin yaşatacağı acılara katlanmaktan daha kolaydı. Fakat ne kadar geç gün yüzüne çıkarsa çıksın, hiçbir gerçek sonsuza dek bir mezarda gömülü kalamazdı.

Kalmadı da.

Düşünüyorum da, belki de ilk domino taşı o gün devrildi. Aşkın yakıcılığı kadar sıcak bir gün olan 21 Haziran... Söylediğim gibi, domino taşlarının olayı barizdi. Bir taş devrilirse gerisi mutlaka gelirdi. Ta ki tüm taşlar devrilene dek.

Devrildi de.

"Domino taşları... Son taş devrildiğinde ne fark ettim, biliyor musun? En dipte olduğumu sanırdım ama değilmişim. Çünkü bu bir dipsizlik... Daima daha aşağıya çekiliyorsun. Sonu olmayan bir girdap gibi. Ama sonu olan bir şey var, bir insanın acı eşiği. Sence de onda artık sona gelmedik mi?"

***

"Artık gidebilir miyim?"

Havanın kaç derece olduğunu bilmiyordum, tek bildiğim bu kadar sıcakta enseme yapışan saçların beni ne denli sinir ettiğiydi. Milyonuncu kez sol elimle ensemi kurularken diğer elimi önümüzdeki stanta yaslayıp birkaç adım ilerimdeki Berkan'a büyük bir sabır örneği göstererek sakin bir ifadeyle bakmaya çalıştım. Fakat daha fazla sakin kalamıyordum. Bir kere sakinlik denen şey Arya Karayel'in doğasında yoktu! Daha fazla sınırları da zorlamaya gerek yoktu bence.

"Ne acelen var, Bayan Suratsız?"

Her zamanki gibi fönlendiği belli olan, saçlarının önündeki açık kahve tutamları eliyle hafifçe düzeltirken bana burun kıvırmış bir ifadeyle bakıyordu. Tamam, ona minnettardım. Heykeli dikilecek insandı gerçekten. Neticede eğer bana verdiği o notlar olmasa asla ama asla üçüncü sınıfa geçmemin imkanı yoktu. Sonuçta çocuk, üç yüz sayfalık tek bir sınava ait konuları sadece on sekiz sayfalık bir nota indirgeyebilmişti. Hayır, esas başarı bunda değildi. Asıl başarı, bütünleme sınavında çıkan tüm bilgilerin gerçekten de o, on sekiz sayfalık notlarda olduğu gerçeğiydi. İnsan altı dersin hepsinde mi nokta atışı yapabilirdi? Hayatımda ilk defa inek bir öğrenciye gerçekten hayranlık beslemiş ve imrenmiştim. Zaten söylediğine göre IQ'su normal insanlardan daha yüksekti. Yani, son bütünleme sınavı gününde ona bu stantlarda eşlik etmek şartıyla notlarını verdiğine göre gerçekten de hafife alınmayacak kadar zeki olmalıydı.

"İki saat demiştin Berkan ve tam da beş dakika önce iki saat oldu."

Hemen önümdeki stantın üzerindeki broşürleri ve kartonları gelişigüzel sıraya dizerken bir kez daha havanın bu kadar sıcak olmasına lanet ettim, bakışlarımı neredeyse kuş uçmayan kampüse çevirdiğimde kendimi tutamayıp güldüm. Cidden sinirlerim bozulmuştu. "Farkında mısın bilmem ama kafeteryada oturan tek tük insan dışında kimse yok. Çünkü neden? Hemen açıklayayım. Okullar kapanalı iki haftadan fazla oldu. Yüzde yetmişlik kısım bütlere bile kalmadan finallerden sonra memleketlerine, evlerine döndü. Bütlere kalan azınlık kısım ise son bütlerini yaklaşık iki buçuk saat önce verip bu lanet yerden kaçtılar. Üç ay boyunca da bu okulu görmek isteyeceklerini sanmıyorum. Demem o ki, kimse yokken niye hala burada dikiliyoruz?" Nefes nefese kalmama rağmen ekledim. "Üstelik, güneş bizi bu denli öldürmeye ant içmişken?"

"Haklısın, fazla sıcak oldu sanki hava." dedi başını kaldırıp tam tepedeki güneşe hoşnutsuzca bakarken. Sanki mi? Birazdan tüm bedenim buharlaşıp gözlerinin önünde yok olduğunda da 'sanki' diyebilecek miydi acaba?

Zayıf ve uzun yüzüne elini yaslarken dudaklarını büzüp ofladı. "Ama bundan daha iyi bir planım olduğu söylenemez. Eve gidip obsesif temizlik hastalarını konu olan programı izlemek, kanepede aylaklık yapmak ve Instagram'da stalk'a devam etmek dışında bir programım yok yani. Senin var sanırım. Ah, tabi ya erkek arkadaşın vardı değil mi senin? Şöyle yakışıklı, seksi olanından? Niye ben gibi stalk yapasın ki?" İki elini de saçlarına daldırdı bozup bozmayacağını hiç düşünmeden. "Allah'ım, bazı kulların ne kadar da şanslı!"

"Allah'ım," dedim sesime sitemkar bir hava verip onu taklit ederek. "Bazı kulların ne kadar da kıskanç!"

Onu taklit etmem hoşuna gitmiş gibi ufak bir kahkaha eşliğinde ellerini saçlarından çekip hafifçe omzuma vurdu. "Kıskanırım tabi. Yaz tatilinde sap kalmaktan daha kötü ne var ki? Ah, pardon daha kötüsü de var. Yaz tatilinde sap kalıp eski sevgilini fake hesaptan stalklamak." Bunu söyledikten sonra az önce eliyle saçlarını karıştırdığını şimdi fark etmiş olacak ki hızlıca saçlarını düzeltmeye girişti.

"Bence kızla konuşmalısın. Belki, bir ihtimal barışırsınız ha?"

Masanın üzerindeki malzemeleri hızlı hızlı toplarken omzunun üzerinden bana baktı. Anlamlı anlamlı sırıttı. "Hangi kız?"

Saniyelik bir zaman diliminde ne kast ettiğini anladım, pot kırdığımı fark eder fark etmez yüz ifadem ne hale geldi bilmiyorum ama bu Berkan'ı bir hayli eğlendirmiş olacak ki kahkahalarla güldü. "Ona kız dediğini duysa, bir hayli bozulurdu." Berkan, topladığı kartonları ve broşürleri poşetlerin içine yerleştirirken gülümsemesini bastırmaya çalıştı. Benim tarafımda kalan birkaç broşürü eline tutuşturdum, tam ağzımı açacaktım ki masanın başında dikilen gölgeyi fark etmemle Berkan da ben de aynı anda gelen kişiye baktık.

Yağız.

Onu görmeyi beklemediğimden birkaç saniye ona şaşkınlıkla bakmaktan başka bir şey yapamadım. Baskılı tişörtünün bir kat kıvırdığı kolları ve alnını örten saçlarının altına taktığı saç bandı ile kesinlikle oldukça havalı ve tarz bir görüntü çiziyordu. Kollarını masaya yasladığında, yüzündeki gülümsemesi ile birlikte kaşları da yukarı kalktı. "Selam," Bu sırada hem Berkan'a hem bana baktığından selamının ikimize de olduğunu bilmek rahatlattı.

"Selam, sen neden hala okuldasın? Arya, ısrarla okulda bizden başka kimse kalmadığını söylüyordu da." Berkan başını bana çevirdiğinde zafer kazanmış bir edayla gülümsedi. Onu görmezden gelip stantın arkasından çıktığımda Yağız da benim olduğum yere döndü. Bu kez arkası Berkan'a dönük olmasına rağmen, "Kütüphanedeydim, birkaç kitap teslim etmem gerekiyordu." diye açıkladı. Çantamı sırtıma takmakla meşgulken yüzünü tamamen bana çevirdi. "Aslında seni yakaladığıma sevindim," dedi ve hemen ardından ekledi. "Konuşmamız lazım."

Dönmüş olan çantamın askısını düzeltirken yüzüne bakmadım. Şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım ama bir yandan da garip bir şekilde rahatsız olmuştum. Öncelikle, 'Konuşmamız lazım." cümlesinden genelde pek iyi şeyler çıkmadığından dolayı tedirgin olmuştum sanırım. Dahası, onun ve benim konuşabileceğimiz neredeyse hiçbir şey yoktu. Tuhaf bir tanışma yaşamıştık, onun yanında ağlamıştım, beni eve bırakmıştı. Sonra Instagram'da beni bulmuş ve bana bir şarkı yollamıştı. Şöyle bir düşününce, neredeyse hiçbir paylaşımımız olmamasına rağmen garip bir şekilde beni herkesten daha iyi analiz etmiş ve beni anlamıştı. Tüm bunlardan da ister istemez bana ilgi duyduğunu düşünmeye başlamıştım.

Yüzbaşı Ömer için yeterince üzülüyorken, bir başkasının daha bana platonik olması isteyeceğim bir şey değildi. Üstelik, Yağız'ın bana ilgi duyabileceği kadar vakit geçirmiş sayılmazdık, tabi bana ilk görüşte vurulmadıysa.

"Arya? Fazla vaktini almayacağım. Beş gün önce dm'den yazdığımda ders çalışacağını söyleyerek beni başından savdın. Bütler de bittiğine göre artık az da olsa beni dinleyecek kadar vaktin vardır diye düşünüyorum."

"Sıcaktan yeterince bunaldım. Çok mu acil?"

"Böyle ayaküstü konuşulacak bir şey değil zaten." Dudaklarını birbirine bastırdığında bir saniye kadar kısa süren bir gerginlik yakaladım yüzünde. Allah aşkına derdi neydi? "Sahilde bir kafede konuşuruz diye düşünmüştüm. Serin bir yerde?"

Elimi mavi tişörtümün yakasına götürüp hafifçe çekiştirdim. Onunla bir yere gidip oturursam kendimi rahat hissedemeyecektim. Ilgaz duyarsa nasıl tepki vereceğini bile kestiremiyordum, ona söyleyemezdim tabi de. Empati yapınca, eğer Ilgaz ona ilgi duyan bir kızla konuşmak için bile olsa baş başa bir yerde karşılıklı otursaydı... Onu öldürebilirdim! Ayrıca kızı da. O yüzden Yağız'a dürüst davranmaya karar verdim. "Yağız, bunun erkek arkadaşımın hoşuna gideceğini sanmıyorum. Biraz kıskanç biridir. Şimdi, burada söylesen? Ayrıca kötü bir şey söyleyecek gibi bir halin var, bir çırpıda söyle. Cidden gerildim."

"Anlıyorum ama gerçekten..."

Bir anda çantamdan yükselen telefonumun melodisi ile Yağız'ın lafı yarıda kesildi. Sırt çantamı omzumdan çıkarıp elime aldığımda dikkatle bana baktığını gördüm. "Üzgünüm, cevaplayıp hemen sana döneceğim." diyerek hafifçe tebessüm ettim. Çantanın fermuarını açıp telefonu alelacele içinden çıkardım, arayan kişiyi gördüğümde ne tepki vereceğimi bilemedim. Telefonu sımsıkı tutarken bir kez daha Yağız'a baktım, dudaklarını birbirine bastırdı, gözlerini bir saniye kapatıp hemen ardından açtı. "Erkek arkadaşın mı?"

Dışımdan sana ne demesem de eminim bakışlarımla ifade ettiğim şeyi kavrayabilmişti, ona bakmayı kesip arkamı döndüğümde çağrıyı cevaplandırdım. Birkaç adım uzaklaşıp telefonu alo diyerek kulağıma götürdüğümde Ilgaz'ın sadece birkaç saat içinde özlediğim, kalın ve kadife sesi kulaklarıma doldu. "Hala mı bitmedi şu etkinlik saçmalığı? Haberin olsun, seni o önünde dikildiğini söylediğin stanttan bile kıskanacağım. Onunla bile iki saattir yan yanasın."

Esprili ve neşeli çıkan sesi az önceki gerginliğimi unutturdu, kendimi tutamayıp güldüm. "Bu beni çok özlediğin anlamına mı geliyor?"

"Ne münasebet," Dedi alaycı bir ifadeyle.

"Diyorsun? İyi bari hazır okulum da tatil olmuşken şöyle üç ayımı halamların yazlığında geçireyim diyordum ben de. Zaten burada olduğumu öğrenince, kaç kez arayıp davet etti beni. Baksana, oralarda özleyenim de yokmuş."

"Özleminden kafayı yiyeceğim desem de gelmez misin yanıma?"

Tipik Ilgaz... Önce biraz alayla takılırdı, sonra bir şekilde yine tek bir cümlesiyle adeta erimeme neden olurdu. O yüzden o an dudaklarımda oluşan tebessümü kontrol edemedim. Dudaklarımı birbirine bastırırken tam o anda aklıma biraz gerimdeki Yağız geldi, aniden arkamı döndüm. Onu göremeyince önce sol tarafımdaki şu anda bomboş olan stanta sonra da sağımdaki taşlı yola baktım. Yoktu.

Telefonu kapayınca konuşacağımızı sanıyordum, nereye kaybolmuştu birdenbire? Anlamadığım bir şekilde, Yağız'ın bugünkü hali garip bir huzursuzluk yerleştirmişti içime. Erkek arkadaşım olmasına mı bozulmuştu yoksa? Gerçekten derdi neydi bilmiyordum. Neden tüm tuhaf şeyler beni bulurdu ki?

"Arya, orada mısın?" Telefonun ucundan Ilgaz'ın sesini fark etmemle, "Evet," diyerek taşlı yoldan, otobüs durağına doğru yürümek için,  inmeye koyuldum. Bu sırada da etrafa bakınıyordum. "Sen beni özlemedin mi yoksa? Sessiz kaldın? Bunca yolu..."

"Özledim, elbette. Hem de çok! Şu an otobüse bineceğim de eve gidince arayacağım ben seni. Hem evde görüntülü de konuşuruz, olur mu?" diyerek taşlı yoldan indiğimde karşı yoldaki otobüs durağı da görüş açıma girdi. Aramızdaki mesafeye rağmen Yağız'ı görebilmiştim, duraktaydı. Otobüse binmeden onu yakalamam gerekiyordu, derdi neyse söylemeliydi. Çünkü beni son derece germişti!

Tam telefonu kapatmak üzereyken arkamdan bir arabanın motor sesini duydum. Bir anda yola atladığımı bile o an fark ettim. "Karşıdan karşıya geçerken sağına, soluna bakmıyor musun sen?" Ilgaz, telefonda ayıplar bir ifadeyle konuştuğunda olduğum yerde dondum kaldım, başımı hafifçe soluma çevirdiğimde o anki şaşkınlığımı en iyi ressamlar bile resmedemezdi. Yanlış görmüyorsam... Yaklaşık üç dört metre gerimde kalan Chevrolet ve sürücü koltuğundaki Ilgaz... Gerçekten, Ilgaz! Benim Ilgaz!

Bir anda gözlerimi yumdum, içimde yükselen heyecanın boyutuyla hemen saniyesinde geri açtım. Yine aynı görüntüyü görmemle o an olduğum yere yığılacağımı sanmıştım. Bacaklarımda tatlı bir uyuşukluk meydana geldiğinde kulağımdaki telefonu göğsümün hizasına indirdim. Kalbim büyük bir bozguna uğramış gibi bedenimi sarsacak kadar şiddetle çarparken kuruyan dudaklarımı birbirine bastırıp ona bir tepki veremeden bakmaya devam ettim.

Ilgaz, sürücü koltuğunun kapısını açıp aşağıya inerken hala beynimdeki kısa kopukluk yüzünden olan biteni idrak etmeye çalışıyordum.Göğsümün üzerindeki ellerimi birbirine kenetleyip telefonu avuçlarımın arasında sıkarken bunun rüya olma ihtimalinden korkmuştum. Fakat her şey son derece sahiciydi. Ilgaz buradaydı. İstanbul'da. Benim okulumda. Bütlerim bugün bitmesine rağmen bir telafi ödevimi hala teslim edemediğimi ve Feray'ın üniversite sınavları için birkaç gün daha kalabileceğimi söylediğim için... O buraya gelmişti!

İki elimi dudaklarıma kapadığımda bunu çığlık atmaktan korktuğum için yapmıştım. Aramızdaki mesafeyi kısaltıp bana git gide yaklaşırken onun gerçek olduğuna ikna olmuştum sanırım. Rüya değildi, buradaydı. Tam karşımdaydı. "Gerçekten buradasın!" diye kendimi tutamayıp bağırdığımda bir anda yaşadığım transtan sıyrılabildim de aramızdaki kısa mesafeyi tamamen kapatıp boynuna atladım.

Kollarımı boynuna doladığımda, o da ellerini belimde birleştirip ayaklarımı yerden kesti. Yüzümü, omzuna gömdüğümde tişörtünün açıkta bıraktığı boynundan yayılan kokuyu ciğerlerime derin bir nefes eşliğinde doldurdum. Kokusu, burnumu sızlatırken yüreğimdeki titreşimlerin giderek büyüdüğünü ve kalbimin şiddetle attığını fark ettim. Ona yakın olduğumda her zamankinden daha gürültülü çarpan kalbimin sesini bile özlemiştim. "Gerçekten buradasın değil mi?" diye sorduğumda ensesindeki saçlara parmaklarımı daldırdım. Yumuşak saçları parmaklarımın arasında dağılırken kendi sorduğum sorunun cevabını almıştım aslında. Hiçbir hayal ya da rüya bu denli gerçek hissettiremezdi. Ona dokunan parmak uçlarım bile karıncalanmıştı. Bu gerçek anlamda yaşadığımı hissettirmişti.

"Biraz daha seni göremezsem özleminden kafayı yiyeceğimi söylemiştim." Derin sesinin ardından bunu kısık gülüşü izledi. Bu gülüşü canlı canlı duymak... Telefonda konuşmak, sesini duymak da bir teselliydi elbette. Ama güldüğünde soluğunu kendi soluğunda hissetmenin, dokunmanın, sarılmanın, öpmenin yanında o kadar eksikti ki. Sanki bin yıldır eksik kalmışım gibi. Şimdi öylesine tamamlanmış hissediyordum ki mutluluktan ağlayacak kıvama gelmiştim.

Dudaklarını saçlarımın arasına bastırdığında onun yüzünü görebilmek için başımı omzundan kaldırdım. Belimden desteklediği için biraz havada olan bedenimi yere indirmeden yüzüne bakmama izin verdi. Elimi, yanağına yerleştirdiğimde niye gözlerimin dolduğunu bilmiyordum. Sanırım gerçekten de mutluluktan ağlayacaktım. "Bu kadar yolu sırf beni görmek için mi geldin yani?"

"Birkaç gün daha önce gelmediğim için pişmanım." dedikten sonra yanağındaki elime biraz daha bastırdı yüzünü. Ne zaman yüzüne dokunsam hep bu hareketi yaptığını bildiğimden gülmeden edemedim. Parmaklarımı yavaşça yüzünde hareket ettirirken gerçek olduğunu tam olarak kendime kanıtlamak istiyordum. Onun varlığının bendeki aşinalığını tam anlamıyla kalıcı yapıyordum böylelikle. Gözlerimi kapatsam dahi parmaklarımın ona olan aşinalığı yüzünün her santimetre karesini ezbere bulabilirdi. Zaten sonraki durağı da dudakları oldu. Parmaklarımı dudağına getirdiğimde parmağıma küçük bir öpücük bıraktı, ardından can alıcı gülümsemesini sundu bana. Yutkunamadım.

Beni yavaşça yere bıraktığında belimdeki ellerini çekip yüzüme yerleştirdi, saçlarımı büyük bir özenle ve de nazikçe geriye ittirdi. Uzun uzun yüzüme, gözlerime baktı. Onu ne kadar çok özlediğimi o bana böyle bakıyorken daha iyi anladım. Sanki bir haftadır, bir denizin altında nefesimi tutuyormuşum da Ilgaz'a kavuşunca tuttuğum nefesi bırakmış ve yeniden nefes almaya başlamışım gibiydi.

Aslında bu, bir haftalık bir şey de değildi. Uzun zamandır bir başıma boğucu dalgaların altında yaşayabilmek adına nefesimi tutuyordum ben. Tabi ona ne kadar yaşamak denirse. Tek bir pencerem vardı ve oradan görebildiğim, tek sahip olabildiğim de dibine kadar karanlıktı. Dünyaya o pencereden baktım hep. Kaybettiklerimi izledim, yalnızlığıma içim burkuldu ve acının bir insanı öylesine çaresiz bırakışına ağladım en çok.

Böylesine sahte bir dünyada bunca insan birbirlerine maskelerinin ardından bakarken bir insanın kendini, bir başkasında bulması imkansızdı benim için. Ben bunca sahteliğin, bunca kalabalığın arasında Ilgaz'ı bulmuştum. Bunu kelimelerle nasıl tarif edebilirdim ki? İntiharın kıyılarında gezinen bir ruhun, üstelik kendine bile ait olamayan bir ruhun, bir başka ruha bağlanması, ona ait olması ne kadar da imkansız geliyordu düşününce.

Ama değildi. O bana böyle bakarken, sarılırken benim için hiçbir şey imkânsız değildi. Ne dünyanın sahteliği umurumdaydı, ne diğer insanların yüzlerine, benliklerine yapışmış maskesi... Biz her şeyden daha gerçektik ya, o an için bu hayatta daha önemli bir şey yoktu benim için. Eğilip dudaklarımı, dudaklarıyla örttüğünde bir haftalık özlemimi değil, uzun yıllardır içimde hapsolan başka bir ruha ait özlemi dudaklarımdan aktarmak istedim dudaklarına. Ama önce söylemek istedim, içimde yükselen minnet duygusunu ona aktarabilmek... O yüzden hafifçe geriye çekildim. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım dudaklarına doğru. Bir kez daha birleştirdi dudaklarımızı. Ardından dudağımın kenarını öptü ve o da fısıldadı. "Ne için?"

Ilık nefesimi hafifçe dudaklarına üflerken gülümsedim ve bu kez ben onu öpmeden önce cevapladım. Muhtemelen neden bahsettiğimi anlamadı. " İmkânsız olmadığını gösterdiğin için."

***

"Bu garip," Arabanın camından hemen ilerimdeki evime bakarken gülmeden edemedim. Ilgaz'ı kendi evime getireceğimi hiç düşünmemiştim, onun İstanbul'a gelme ihtimalini bile sorgulamamıştım, bu yüzden hiç aklımdan böyle bir şey geçmemişti. Şimdi burada olması tuhaf hissettiriyordu, sanki bir hayalmiş gibi. Gerçi o ve diğerleri İstanbul'da aylar önce peşime düşmüşlerdi. Tabi asıl peşime düşenler Ece ve Stevan'dı, bu yüzden onlar da, o ikisinin peşine düşmüşlerdi. O gece beni evime getirmişti. O gece karşılaşmasak belki de teklifini kabul edip kasabaya dönmeyecektim bir daha. Biz diye bir şey de olmayacaktı muhtemelen.

"Ben sadece işimi yapacağım ve sen sadece patronum olacaksın, şüphen olmasın." Uzattığım elimi sıkıp arabasının borcuna karşılık çalışmayı kabul ettiğimden bu yana ağzını açıp bir şey söylememişti. Arabaya geri bindiğimizden beri hiç konuşmamamız o kadar can sıkıcı bir hale gelmişti ki daha fazla dayanamadım. O bakışlarını bir an olsun yoldan ayırmazken başımı hafifçe ona çevirdim. Sadece sağ eli direksiyondaydı, sol kolunu cama yaslamıştı. Neden bilmiyorum ama yüzündeki dümdüz, ruhsuz ifadeye sağlam bir tane geçirmek istedim. Bu adamın varlığı bile beni gıcık ediyordu. "Sormayacağım, sormayacağım dedim ama düşünmeden duramıyorum. O adam ve kadın kimdi? Eğer akşamın bir vakti peşime takılmaları, gizem gerilim filminden fırlamış gibi davranmaları bir nisan şakası falan değilse ki hiç şaka yapıyor gibi bir halleri yoktu, bu hayatımın tehlikede olduğu anlamına mı geliyor? Polise mi gitmeliyim?"

Ağır bir hareketle bakışlarını kısa bir an yoldan ayırıp sağındaki bana dümdüz bir ifadeyle baktıktan sonra rahatsız olmama yetecek kadar küçümseyici ve alaycı bir ifadeyle yüzümü inceledi. "Beş dakika sürdü."

"Ne?"

"Hiç konuşmadan durman diyorum, sadece beş dakika sürdü. Beni şaşırtmadın, kedicik."

"Sen..." Bir anda içimde öyle bir öfke dolup taştı ki içimi soğutacak uygun bir hakaret arasam da gerçekten bulamadım. Gerçekten bu sinir bozucu, uyuz, ukala, ruhsuz, alaycı, ne idüğü belirsiz serseri herif için uygun bir hakaret yeryüzünde henüz dile getirilmemiş olmalıydı. "Ben de seninle konuşmaya bayılmıyorum! Neyin peşinde olduğunu bilmediğim, kendine Avcı diyen bir seri katilsin belki? O siyahlı kadın ve Alman aksanlı adam pek sağlam ayakkabıya benzemiyordu, benden uzak durmanızı istediler. Beni nereden tanıyorlar? Kafayı yiyeceğim! Kimsiniz siz? Nerenin şizofrenlerisiniz, aydınlat beni!"

"Bir seri katil olma ihtimalime rağmen arabanın içinde benimle baş başasın ve muhtemel bir seri katile kışkırtıcı laflar söylüyorsun. Fazla mı cesursun yoksa fazla mı aptal?"

"Doruk ile Beyza senin arkadaşın olmasaydı bu ihtimal ağır basıyordu tabi. Seri katil olma ihtimalin yani, ya da bir sosyopat her neyse. Ama onlar seninle birlikte olduklarına göre Avcı olmanızı daha masum düşünmeye çalışıyorum. Hala hafta sonları dağda geyik avına çıktığınız konusunda ısrarcıyım. Belki de şu adam ve kadınla paylaşamadığınız şey de masum bir geyiktir."

Bir an dudaklarında sahici bir gülüş gördüğümü sandım, dudakları hafifçe kıpırdandı. Bakışları yola odaklıyken ona daha dikkatli baktım fakat yüzü sadece birkaç saniye içinde yine aynı alaycı ve bir yandan da ruhsuz ifadesine büründü. "Çok fazla belgesel izliyorsun sanırım. O kasabada şu ana kadar geyik hiç görülmedi. Ama tabi sen bilirsin. Böyle düşünmek bu gece prensesimizi yatağında huzurla uyutacaksa buna mani olmak istemem."

Daha bugün babamın izlediği belgeselin birkaç dakikasına şahit olmuştum. Hadi ama! Bu çocuk cidden beni korkutuyordu. İnsanın aklını okumak gibi bir yeteneği olduğundan şüphe etmeye başlayacaktım yakında. Yüzüne dikkatle bakmaya devam ederken onu neden incelemeye başladığımı bilmiyordum. Ya da ona bir kez baktığımda gözlerimi neden hemen ondan çekemediğimi? Üstelik hayatımda Ilgaz kadar birine daha böylesine gıcık kaptığımı da hatırlamıyordum. Yüzünü yandan görebildiğim kadarıyla incelerken ona baktığımı fark ettiğini anladım, emin değildim ama sanırım sert yüz hatları daha da gerilmişti.

Kelimeler ağzımdan bir çırpıda, planlamadan döküldü. "Benden ne istiyorsun?"

İşte bu kez yüzünde beliren şaşkınlığın izlerini yakaladım. Yüzünü yoldan ayırmadan birkaç saniye içinde arabayı durduğunda ilk önce bana kızdığı için arabayı durdurduğunu zannettim fakat ön camdan ilerisine baktığımda tanıdık sokak, eve geldiğimizi fark etmeme neden oldu. Ama sorun şuydu ki ben ona evimi tarif etmemiştim.

"Anlamadım?" dedi arabanın içindeki sessizlikte yankılanan gür bir sesle. Bakışlarını ön camdan ayırıp yüzünü tamamen bana döndürdüğünde kızıl kahvelerinde dolanan pırıltılardaki öfkeyi fark ettim. Bir de kendimin çabuk öfkelendiğini sanırdım. Onun da benden aşağı kalır yanı yoktu. "Çalışmayı kabul eden sendin, üstelik bunu teklif etmemin üzerinden epey zaman geçmişken. Gerçekten senden ne istediğimi sanıyorsun? Asıl sen ne kuruyorsun o kafanın içinde, onu söyle önce. Derdin ne senin?"

"Sen söyle! Gece vakti bir sokağın ortasında tanımadığım insanların ardından çocukluk arkadaşlarımla ortaya çıkan sensin! Buradan baktığımda derdi olan senmişsin gibi görünüyor da! Ben söylemememe rağmen evimi de elinle koymuş gibi bulduğuna göre daha fazla salağa yatmanın anlamı yok. Dinliyorum, haydi söyle. Kimsin sen? Benden ne istiyorsun? Neyin peşindesin?"

Kahveleri yüzümde gezinmeye devam ettiğinde bakışlarından rahatsız olduğumdan hafifçe doğruldum, geçen saniyeler boyunca pür dikkat bir ifadeyle bana bakmaya devam ettiğinde gözlerimi kaçırmamak adına büyük bir savaş verdim. Bakışlarıyla inatlaşan iki küçük çocuk gibiydik. İlk karşılaştığımız geceden beri aramızda süregiden bu inatlaşmanın nedenini kendim de anlayabilmiş değildim. "Sana bir soru sordum! Cevap versene!"

'Bir insan en kısa sürede nasıl delirtilir' formatlı bir program yapılsaydı bu uyuz ruh hastası kesinlikle birinci olabilirdi.

"Birçok soru sordun," diye düzelttikten sonra dudaklarında bilmiş bir gülüş belirdi. Bana bakmayı kesip başını ön cama çevirdiğinde devam etti. "Ben de susma hakkımı kullandım. Konuşma burada bittiğine göre neden artık arabamdan inmiyorsun?"

Onunla ne insan gibi ne de kavga ederek, hiçbir şekilde iletişim kurmamızın bir imkânı yoktu. Böyle uyuz davranmak için üstün çaba harcıyor gibiydi. Ha bir de ona çok meraklıymışım gibi çalışma süresince birbirimizden olabildiğince uzak durmamızı şart koşmuştu arabaya binmeden önce. Hayır, ne sanıyordu onun üstüne falan mı atlayacaktım? Bir kere benim tipim değildi. Yani dış görünüşüyle evet, belki tipim olabilirdi... Ama sonuçta benim için karakter her zaman daha önemli olmuştu. Kesinlikle, bu beş dakika bile tahammül edemediğim karakteriyle yaklaşmak isteyeceğim en son erkek bile değildi.

Çözemeyeceğim kadar garip biriydi. Çözmek gibi bir gayem de yoktu zaten. Bir an benimle alay eden, küçümseyen, soğuk bir maskenin ardından izleyen biriyken bir anda... Bir anda öyle bir şey söylüyordu ki... Bir yanında ateş var dokunmak istiyorum, demişti sadece yarım saat önce. Ardından sadece birkaç dakika sonra yan yana olacağımız bir buçuk ay boyunca birbirimizden olabildiğince uzak duralım temalı bir cümle kurmuştu. Onunla yakın olmak isteyen kimdi ki? Kendini beğenmiş, ukala herif!

Avuç içlerim beni yanıltmak ister gibi karıncalandığında, avuçlarımızın birbirine değdiğinde hissettiğim o garip sıcaklığı hatırladım. İstemsizce ürperdim. Bu çok saçmaydı.

Karmaşık ve anlaşılmaz adamlardan uzak durmalısın Arya, daha önceden dersini almış olman gerekiyordu. Birkaç kez kendimi uyarmak istercesine içimden bunu tekrarladım durdum. O ne kadar uyuz bir insan olsa da bir buçuk ay boyunca mümkün olduğunca az bir iletişim kurarak bu süreyi doldurabilirdik. Sonra onu bir daha görmeyecektim bile! Muhtemelen bu yaz Ilgaz diye birinin varlığını bile hatırlamayacaktım.

Arabanın kapısını bir şey söylemeden açıp taşlı yola indiğimde neden moralimin bozulduğunu ya da içime hayal kırıklığını anımsatan bir hissin dolduğunu bilmiyordum. Bir anda kendimi öyle yorgun hissetmiştim ki odama çıkar çıkmaz uyumayı düşünmüştüm. Tabi bu kısım Albay'dan bir ton fırça yedikten sonra mümkün olabilirdi ancak.

Arabanın yanından uzaklaşırken onun yüzüne bakmadım ve de hiçbir şey söylemedim. Sorduğum hiçbir soruya cevap vermeyip beni kale almaması sinirimi yeterince bozmuştu zaten. Aslında bu kızgınlığım daha çok kendimeydi. Ne diye lafı geçmemişken onun teklifini pat diye kabul etmiştim ki? Avcılık meselesini öğrenmek çok mu önemliydi? Hayatımdaki tek sorun sanki buymuş gibi. Hem böylesine ketum bir heriften neyi öğrenebilirdim ki? Şimdi hiç yoktan böyle uyuz bir serseriye, bir buçuk ay katlanmak zorunda kalmıştım. Resmen itinayla kendime bela arayıp buluyordum. Ne diyebilirim ki? Aferin bana!

"Kedicik?"

Neredeyse evin önüne gelmişken Ilgaz'ın biraz gerimden duyulan sesiyle olduğum yerde duraksadım. Arkamı dönmek ve dönmemek arasında kararsız kaldım. Onun bana hitap ettiği saçma kelimeyi niye üzerime alınacaktım ki? Neticede benim bir adım vardı. Ama dönüp bakmadan eve girersem de ne diyeceğini koca gece düşünür durur meraktan çatlardım.

Tabi ki merakım galip geldi. Ayaklarımın ucunda hafifçe arkamı döndüm. Arabasının hemen yanına, yere inmişti, bir elini açık olan araba kapısının üzerine yerleştirmişti. Bu akşam benim üzerimde olan kurt işlemeli ceketini üzerine giydiğini fark ettiğimde neden tekrar tüm bedenimde o garip sıcaklığı hissettim bilmiyorum. Bakışlarımı üzerine oturan deri ceketten hızlıca çekip yüzüne baktığımda dudaklarının arasında bir kürdan evirip çevirdiğini fark ettim. "Bir daha gecenin o saatinde, öyle tenha bir sokakta yalnız başına dolaşma. Gerçekten bir psikopata ya da bir seri katile denk gelebilirdin. Neyse ki denk geldiğin Avcılar oldu." Aramızdaki mesafeye rağmen yüzünde ufak bir gülüşün meydana geldiğini görür gibi oldum.

"Denk geldiğim?" Gözlerimi sahte bir şaşkınlıkla açıp hafifçe güldüğümde başını iki yana salladı, bu kez o da gülüyordu. Bir anda aramızda değişen atmosfer yine garip hissetmeme neden olmuştu. "Neyse ki dediğine göre bu, bir nevi biz Avcılar tehlikeli değiliz mi demek oluyor?"

Kalın dudaklarını birbirine bastırıp yüzünde oluşan gülümsemeyi yok etmeye çalıştı. Arabasına tekrar binmeden önce son kez bana baktı. "Bir de siz sarışınlara aptal derlerdi. Bir istisna olabilirsin, tahmin ettiğimden hızlı kapıyorsun kedicik."

Elimi evin dış duvarına yaslarken yüzümde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum. Aah, övüyordu mu gömüyor mu yine emin olamadığım son cümlesinden sonra başımı iki yana sallayarak arkamı döndüm, evin kapısına yaklaştığımda yüzümdeki gülüşü görmediği için memnundum. Hayatımda görüp görebileceğim en dengesiz herifti! Ama tuhaf bir şekilde, onu kısa bir zaman sonra tekrar göreceğimi bilmek... Ah, her neyse.

"Garip olan ne?"

"Buraya ilk geldiğin zamanı hatırladım da uyuzun tekiydin.  Buraya beni özlediğin için geleceğini o zamanlar söyleseler inanmamın imkânı yoktu."

"Öyle deme bebeğim, bilmiyor musun insanlar sevdikleriyle uğraşırmış." Arabanın kapısını açıp aşağıya inerken elini kasıtlı olarak havalı bir ifadeyle saçlarına geçirdi ve çapkın bir şekilde göz kırptı. Arabanın arkasındaki sırt çantamı uzanıp alırken dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. "Ya, ya tabi! Sen bu durumu biraz fazla abartıyordun ama neyse."

Arabadan indiğimde sırt çantamı omuzlarıma geçirmeye koyuldum, bir yandan da gözlerimi onun üzerinden alamıyordum. Evimin diğer yanındaki evin duvarına sırtını yaslamış, bir bacağını da dizinden kırarak aynı duvarın alt kısmına hizalamıştı. Üzerindeki dar, koyu gri tişört karın ve kol kaslarını, sert omuzlarını iyice belli ederken içimdeki edepsiz taraf utanmasa bir iç geçirecekti. Başını yan yatırıp o da beni tepeden tırnağa süzerken gözlerindeki haylaz pırıltılar başka bir yerde olsak hoşuma gidebilirdi. Fakat evimin olduğu mahalledeydik ve meraklı komşulardan birine denk gelebilirsek bu hiç hoş olmazdı. Saygıdeğer Albay'ın uslanmaz büyük kızı sokak köşelerinde oğlanlarla oynaşıyor, diye bir dedikodu çıkarırlardı bir de sonra. Bir dakika... Sanki çıksa çok mu umursayacaktım?

"Eve girmeyecek miyiz?" diye sorduğumda bakışları hala benim üzerimdeydi. Başını yatırdığı omzundan kaldırırken önce sağına ardından soluna baktı. Hemen sonra büyük bir adım atarak üzerimdeki tişörtü geniş eliyle kavradı ve beni bir anda kendine çekti. Bunu o kadar ani ve hızlı bir şekilde yaptı ki refleks olarak kapanan gözlerimi açtığımda evin yan duvarında kendimi yaslanmış halde buldum. O ise bedeni ve duvar arasında beni sıkıştırmış, başını bana doğru eğmişti. Hemen başımın yanındaki duvara yaslanan eline baktığımda gerçekten gülmemek elimde değildi. "Çok klişesin."

Başını anlamlı bir ifadeyle salladıktan sonra "Öyle mi?" diye sordu. Sesindeki haylaz ve edepsiz ton ister istemez vücudumun ısınmasına ve heyecanlanmama neden olurken beklemediğim bir şey yaptı. Parmaklarını kot şortumun üst kısmına yerleştirdi. Fazla uzun olmayan tişörtüm, temasıyla gerildiğim için biraz daha yukarıya çekilirken parmaklarını birazı çıplak karnım ve şortumun düğmesi arasında gezdirdi. "Sence de hala klişe miyim?" Sesindeki boğuk tını ve parmaklarının düğmem üzerindeki haylaz dokunuşları tenimin alev alev yanmasına neden olurken sağ elimi, elinin üzerine yerleştirip onu uzaklaştırmaya çalıştım. "Ne yapıyorsun Ilgaz?" Önümdeki bedeninden dolayı ayakucumda biraz yükselip omzunun üzerinden arkasına baktığımda sokakta kimseyi görmediğim için rahatladım.

Fakat hiç de uslu duracağı yoktu. Eli, ufak ama tehlikeli dokunuşlarla kalçamda gezinmeye başladığında diğer elini de onu engellemeye çalışan elimin üzerine getirerek elimi kendi saçlarına doğru yönlendirdi. Kalçamdaki dokunuşları tüm bedenimin kasılmasına neden olacak biçimde yoğunlaştığında eğilip kulağıma doğru fısıldadı. "Evde birileri var mı?"

"Ne?"

"Baban, Feray'ın annesi ya da Feray? Evdeler mi?" Saçlarımı kulağımın arkasına ittikten sonra parmakları kulağımın arkasındaki dövmeyi yavaşça okşadı. Gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim. "Değiller."

Ilgaz, bunu söylememi yüz yıllardır bekliyormuş gibi sabırsız bir ifadeyle elimi avucunun içine hapsettikten sonra beni hızlıca peşi sıra sürükledi. Duvarın arkasından çıkıp evin önüne geldiğimizde ise elimi bıraktı. "Hadi aç kapıyı,"

"Ne bu acelen?" Sırtımdaki çantayı tek omzumdan çıkarıp önüme aldığımda, ön gözünden anahtarı çıkardım. Ben anahtarı, kilide yerleştirdiğimde kollarını arkamdan belime doladı ve çenesini omzuma yasladı. Küçük bir yavru köpek kıvamına geldiğimden kapıyı açmakta ilk seferde başarılı olamadım. Ilgaz, elimin üzerine elini yerleştirdiğinde, "Açmayı denemeden önce anahtarı iyice kilide yerleştirsen olacak bu iş," dedi sesine yansıttığı muzipliğiyle.  Parmaklarımızı ileri ittirip anahtarı tamamen kilide yerleştirdikten sonra anahtarı çevirip kapıyı açtı.

Kapı açıldığında başımı hafifçe omzumun üzerindeki yüzüne çevirdim. "Laf sokmasan ol-" Bedenimi tamamen ona döndürüp dudaklarıyla, dudaklarıma kapandığında cümlem ağzımın içinde boğuldu. İlk şaşkınlık evresini atlattıktan sonra ona ayak uydurmaya çalıştım, geriye doğru hızlıca adımlayarak evin içine girdim. Kapının duvara çarpma sesine benzer bir sesi zihnimin içinde arka planda duydum, muhtemelen kapıyı ayağı ile ittirmişti. Kapanırken de gereğinden fazla yüksek ses çıkarmış olmalıydı. Öpüşmenin kontrolü git gide çığırından çıkarken iki elimi birden saçlarına çıkarmıştım. Ilgaz ellerini kalçalarımdan bacaklarıma doğru indirdiğinde beni kucağına alacağını anladım. Elleriyle bacaklarımı kavrar kavramaz ona yardımcı olarak bacaklarımı beline doladım. Aynı zamanda hareket ettiğimiz için merdivenlere doğru yürüdüğümüzü tahmin ettim. Alt dudağımı dişleriyle çekiştiriyordu ki duyduğum ses ile saniyeden bile daha kısan süren ultra bir hızla dudaklarımı geriye çektim.

"Kapat gözlerini, kapat! Artı on sekiz şeyler yapıyorlar!"

Ilgaz'ın kucağından nasıl yere atladım bilmiyorum. Bir anda kendimi merdivenlerin en alt basamağında oturur pozisyonda buldum. Ilgaz hafifçe eğilmiş, nefes nefese elini merdivenin tırabzanına yaslarken ben dehşet içinde kapının önünde dikilen, yüzünü buruşturmuş Doruk'a ve Doruk'un kocaman elleriyle gözleri kapanmış olan Feray'a bakıyordum. "Bir şey göremedim ki! Çek şu ellerini Doruk!"

Dehşet, şok ve onlara eklenen utanç eşliğinde, Feray'ın çatık kaşlarıyla hemen yanındaki Doruk'a bakmasını izlerken kıpırdayamadım bile. Ciddi anlamda bir kal durumu yaşıyordum. Şayet beni burada bırakırlarsa geriye kalan tüm hayatımı bu merdiven basamağında geçirebilirdim. Nefeslerimin düzene girmesi için iki elimi karnımın üzerine bastırıp sakinlemeye çalışırken konuşan yine Doruk'tu. "Allah kahretmesin sizi! Ergenliğe yeni girmiş veletler gibi iki dakika yalnız bırakmaya gelmiyorsunuz! Gördüklerimi unutmak için önce beynimi, ardından da güzelim gözlerimi çamaşır suyuna basacağım şimdi!"

***

"Doruk'un da seninle geldiğini niye söylemedin ki?"

"Ben de buradayım!" diye bağırıp yastığı kafama fırlattı Doruk. Fırlattığı yastığı kucağıma hapsedip sırtımı yatağımın başlığına yasladım ve dizlerimin üzerine başını yerleştirmiş, çıplak dizlerimde parmaklarını gezdiren Ilgaz'ı bunu yapmaması adına dürttüm. Odada Doruk ve Feray da vardı ama maşallah hiç kimseden çekindiği yoktu.

"Zaten ben tek gelecektim, sonradan maydanoz oldu. Sözde seni çok özlemiş. Hayır, zaten seni birkaç gün sonra görecekti. Acaba özlediği sen-"

Doruk yatağın ayakucundan tekmeyle Ilgaz'ın dizine vurdu. "Son zamanlarda Mete ile fazla içli dışlısın herhalde, bir gevşeklik bulaşmış sana da. Ağzın yüzün ayrı oynuyor."

"Gevşektir, mevşektir ama harbi çocuktur. Unutulmayacak bir yanlışını görmedim." Ilgaz'ın tavrının bir anda ciddileşmesi ve Doruk'a laf dokundurmasıyla ister istemez gerildim. Yaslandığım yatak başlığından çekilerek doğruldum ve ellerimi Ilgaz'ın saçlarının arasına geçirerek sakinleşmesini umdum. Tamam, araları bıraktığım kadar kötü değildi. Ilgaz ve Doruk ile de telefonda ayrı ayrı konuşarak, gündemi yakından takip etmiştim. Ilgaz'ın ne kadar katır gibi bir inada sahip olduğunu hepimiz biliyorduk. Bana, Doruk'a davrandığından kat be kat kötü davranmış uzun bir süre beni dinlememiş hatta yüzüme bile bakmamıştı. En azından, Doruk ile artık konuşuyordu. Ona karşı kırgınlığının geçmesini hemen bekleyemezdik çünkü Doruk, Ilgaz'ın babaannesini ve dedesini öldüren adamla konuşmaya gitmişti. Ilgaz, ona babasını kaybettiği için yine tolerans göstermiş, kalbi ne kadar kırılsa da ondan umudunu kesmemiş, ondan vazgeçmemişti. Doruk her ne kadar yaptığına pişman olsa da bu Ilgaz'ı hayal kırıklığına uğrattığı gerçeğini değiştirmiyordu. O yüzden arada bir ona laf çarpıtması beklenmedik değildi.

Odada duyulan fotoğraf çekme sesiyle bir anda üçümüz arasındaki gerilen ortam dağıldı ve üçümüz de başımızı çalışma masasının önündeki sandalyede oturan ve telefonu bize doğru tutup kıkırdayan Feray'a çevirdik. "Ya çok tatlısınız! Fotoğrafınızı çekeyim dedim." Diyerek Ilgaz ile bizi işaret etti. 

"Çalışacak sınavın yok mu senin? Ne bu rahatlık? Birkaç gün kaldı, hadi git odana ders çalış. Sonra da psikolog mu ne olacaksan ol. Bak, komple hepimizin psikolojisi bozuk."

"Herkes senin gibi son gece çalışmıyor, bir senedir hazırlanıyoruz herhalde. Akşama bakarım biraz, baksana misafirlerimiz var şimdi." Sanki misafirler onun için gelmişti? Sahiplenmeye bak!

"Psikolog mu olmak istiyorsun?" Doruk'un bedenini Feray'a tamamen döndürmesi ve gerçekten de ilgili bir ses tonuyla bu soruyu sorması üzerine gözlerimi devirdim. Bu muhabbetleri yıllardır dinliyordum, kız kardeşim büyümüş de küçülmüş, daha henüz liseden mezun olmuş doğuştan bir psikologdu zaten. Tekrar tekrar bunları dinlemeye gerek yoktu bence.

"Evet, uzun yıllardır hayalim. İnsan psikolojisine hep bir merakım vardı. Akrabaların neredeyse hepsi daha birkaç senedir benden Psikolog diye bahsediyorlar. Ama resme de ilgim var, hocalarımın dediğine göre epey yetenekliyim de. İleride sergi açmayı düşünüyorum. Arya'nın bir sürü portresini çizmiştim eskiden. Arya'ya da neredeyse Arya kadar benziyorlar. Başka çalışmalarım da var." Allah benden almış tüm yetenekleri Feray'a vermişti. Küçük çocuklar neden hep daha mükemmel oluyorlardı sanki?

"Resim mi yapıyorsun? Üstelik bizim Sarı'nın portreleri? Neye benziyorlar, cidden merak ettim." Doruk'un bu beklenmedik ilgisine ister istemez şaşırırken dizlerimde yatan Ilgaz kıpraştı. "Hayır olsun, seni tanıdım tanıyalı sanata pek ilgini görmedim. Cin Ali bile çizemezsin sen, ne bu merak, şevk?"

"Merak edemez miyim? Görmek için illa yeteneğimin mi olması lazım?"

Feray çoktan oturduğu sandalyeden ayaklanmış ve her zamanki çocuksu neşesinin yansıdığı adımlarıyla kapıya doğru yürümüştü. "Odamdalar, gel, gel!" Her gün resimlerini görmek isteyen insanlar ile karşılaşmadığından da oldukça heyecanlıydı. Bu tatlılığına gülmeden edemedim.

"He, şey geleyim o zaman." Doruk yatağın ayakucundan ayaklandığında üzerindeki siyah tişörtü çekiştirip düzeltti. "Git, git. Bir bak bakalım, gelecek görecek misin? Oluru var mıymış? Sergi açmak için yani." Ilgaz'ın sesindeki tuhaf imayı fark ettiğimde başımı eğip yüzüne baktım. Yüzündeki bir yandan sinsi, bir yandan da sahte gülümsemeye bir anlam veremediğimde Doruk'a baktım bu kez. Kulakları kıpkırmızı kesilmişti. Kapıya doğru yürümeden önce sinirle söylendi. "Geliriz biz birazdan, mart kedileri gibi bulmayız inşallah yine sizi."

"Acele etmeyin sakın, itinayla incele resimleri!"

Ilgaz onun arkasından bağırdıktan sonra Doruk, sertçe kapıyı çekip dışarı çıktı. "Ne oluyor ya? Çocuğu uyuz edip duruyorsun? Bana da söyle, ben de bileyim."

"Yok bir şey, sevgilim." Ilgaz başını dizimden kaldırıp yatakta oturur pozisyona geçti ve bedenini tamamen bana döndürdü. Bakışlarını odamda gezdirdikten sonra tekrar kahvelerini yüzüme odakladı. "Odan güzelmiş bu arada. Kamerada görüyordum ama canlı daha bir güzel. Kuytu, hafif karanlık, üstelik çatı katı olduğu için de havalı. Tam böyle romantik bir ortam, sence de öyle değil mi?"

Ellerini arkamdaki yatak başlığına yaslayıp üzerime eğildiğinde dudaklarıma kısa bir öpücük kondurup biraz geriye çekildi. "Bir de böyle bir ortamın içinde senle baş başa olunca tadından yenmiyor. Öyle çok özledim ki seni," Fısıltısı kulaklarıma ulaştığında tüm bedenim tepeden tırnağa titremişti. 

Tekrar uzanıp dudaklarını bu kez daha sert bir şekilde dudaklarıma bastırdığında, Doruk ile Feray gerçeğini hatırladım. Şimdi kendimi bırakmanın zamanı değildi. Evde yalnız değildik. Bu sebeple ellerimi omuzlarına yerleştirip onu itmeye çalıştım. Fakat tabi ki başarılı olamadım. Ellerini karnımın üzerinde birleştirip tişörtümü sıyırırken huylandığım için omuzlarındaki ellerimi, ellerine doğru indirip bu kez ellerini savuşturmaya çalıştım. Dudaklarımız ayrıldığında nefes nefese konuştum. "Ilgaz, gelecekler şimdi! Ne yapıyorsun?"

"Daha onlar gideli bir dakika oldu. Kafadan yarım saat rahatız." Üzerime eğilip beni tamamen yatağa yaslarken pes etmiş bir ifadeyle iç geçirdim. "Demek ben etrafta yokken bu uzun bacaklarınla mini şortlar giyiyorsun sen?" Başım yastığa düşerken tamamen üzerime uzanmış ve parmaklarını planlı bir yavaşlıkla dizlerimin biraz daha üst kısmında gezdirmeye başlamıştı. Hah, yine şu saçma kıyafet konuları! Bu kez başka bir taktik izleyerek söylediğini duymazdan geldim. "Doruk kendini daha da toparlamış geldi gözüme. Yani eski Doruk aramıza döndü sayılır. Yanılmıyorum, değil mi?"

Bacaklarımdaki parmaklarını biraz daha yukarı çıkardığında bu kez parmakları şortun olduğu kısımda geziniyordu. Kalın alt dudağını dişlerinin arasında sıkıştırıp başını yana yatırdı ve bir haftadır dokunmak için yanıp tutuştuğum uzun kirpiklerinin arasından bana baktı. "Neden bu şort, anlatsana biraz?"

O da benim dediklerimi duymazdan gelince dudaklarımın arasından bıkkın bir ifadeyle nefesimi üfledim. Bacaklarıyla, bacaklarımın arasına tamamen yerleştiğinde gözlerim ister istemez açıldı. Şimdi odaya gireceklerdi ve ben bu utançla direkt kendimi pencereden aşağı atacaktım! Yani kim kız kardeşi ve en yakın arkadaşına basılmak isterdi ki? Hem de aynı gün içinde ikinci defa! Sakin ol Arya, sakin ol... Nefesimi düzene sokmaya çalışıp hafifçe öksürdüm ve sesimin titrememesine özen gösterdim. "Doruk ile aranızı da bayağı düzeltmişsiniz bence. Gözümle gördüğüm iyi oldu. Dargınlıklar, küskünlükler bitti sonunda."

"Okul kalabalık mıydı bugün? Tahminen kaç piç seni bu şortla gördü?" Yüzünü, yüzüme yaklaştırıp dudağını, dudağımın hemen kenarına bastırdı. Vücudum git gide ısınırken bana temas eden bedenini düşünmemeye çalıştım. Zihnimde başka şeyler düşünmeye çalışsam da ellerim rahat durmadı tabi. Ellerimle üzerindeki tişörte dokunup tişörtü hafifçe çekiştirdim. Yine itinayla söylediğini duymazdan gelip bu oyuna devam ettim. "Sen tabi yine uyuzluğundan taviz vermeyip Doruk'a laf geçirip duruyorsun, onunla uğraşıyorsun ama içten içe asla kıyamıyorsun ona değil mi?"

"Hay Doruk'un ben ta-" Ilgaz, sonunda daha fazla dayanamamış yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmişti.  Aramızdaki garip inatlaşmayı benim kazanmamın zaferiyle gülümsedim. Ellerim, tişörtünün üzerinden karın kaslarını okşamaya başladığında çatılı kaşları anında eski haline döndü. "İyi, iyi. Maşallahı var. Konuşuyoruz tabi ama bu burnunu sürtmeyeceğim anlamına gelmiyor." Sorumu cevapladıktan sonra yüzündeki ifade tekrar oyunbaz bir ifadeye büründü. Parmakları kot şortumun düğmesini bir seferde açtığında gözlerim  muhtemelen yuvalarından çıkmıştı. "Şort diyorduk. Varlığı ile yokluğu arasında bir fark yok zaten, çıkaralım gitsin."

Bir şeyler düşün Arya, bir şeyler düşün!

"B- ben yokken neler yaptın? Gece kulübünde işler nasıl? Beyza ve Buğra iyi mi? Beni özlemişler mi? Mete nasıl, seni delirtmeye devam mı?" Her sorumda Ilgaz büyük bir sabırla beni duymazdan gelerek tişörtümün eteğini yavaşça yukarı sıyırdı. Yemin ederim, şimdi basılacaktık. Hissediyordum! Tehlike çok yakınlardaydı! 

"Ilgaz!" diyerek üzerimdeki ellerini iteklemeye çalıştığımda bacaklarımın arasında doğruldu, dudaklarından büyük bir nefes bıraktı öncelikle. Ardından birkaç saniye düşünür gibi bir ifadeyle bana baktı. Konuştuğunda cümleleri hızlıydı. "Sen yokken neler yaptığımı her gün telefonda konuştuğumuzdan zaten biliyorsun. Gece kulübünde işler iyi sayılır, ufak tefek alacak verecek işleri dışında çoğu şey tıkırında. Beyza ve Buğra da iyiler. Ki bunu zaten biliyorsundur, neredeyse benden daha çok konuşuyorsun telefonda Beyza ile. Mete her zamanki Mete. Bu da soru mu? Çocuğun hayat gayesi beni delirtmek." Bakışları dudaklarıma takılı kaldığında gülümsemesi genişledi. " Tüm cevaplarını bildiğin soruları tekrardan üşenmeden cevapladığıma göre... Nerede kalmıştık?"

"Ilgaz, vallahi basılacağız bak..." Tekrar üzerime uzanacaktı ki komodinin üzerinde mesaj sesiyle titreşen telefonumu fark ettiğimde nasıl bir rahatlama yaşadım anlatamam. Böyle bir anda telefonumun sesini duyacağıma hiç bu kadar sevineceğimi düşünmezdim. Evren ilk defa benden yana olmuştu. Yakalanabilme stresinden dolayı kalp atışlarım boğazıma kadar yükselmişti sanki. İki elimi de kalbimin üzerine yerleştirdim. "Mesaj geldi! Bakmam lazım."

Ilgaz'ın yüksek sesle homurdanmasının ardından huysuzluğumdan bunalmış olacak ki itiraz etmedi. Uzanıp komodinin üzerinden telefonumu alıp bana uzattıktan sonra kaşlarını çattığını fark ettim. Canı sıkılmış gibiydi. "Böyle coşkuyla mesaj beklediğine göre, mesaj önemli birinden?"

Bildirimde görünen yabancı numarayı tanımadığımdan biraz merak ve biraz da şaşkınlıkla mesaja tıkladım. Açılan mesaj ile Ilgaz'ın sorusu havada asılı kaldı. Zihnimde o an sadece ekrandaki o mesaj vardı. Parmaklarımın arasındaki telefonu daha fazla sıkmaya devam ederken kendi tükürüğüm boğazıma takılmıştı, okuduklarım karşısında yutkunamadım bile. 

Eğer seçme şansım olsaydı gerçekten bu mesajı hiç görmemeyi diler miydim? İşte bunu belki de ileride kendime çok soracaktım. Bir şeyler değişir miydi? Belki de bunu da çok soracaktım. Ya da tüm domino taşları devrildikten sonra ilk yıkılışın nasıl başladığı o kadar da önemli olmayacaktı bir vakitten sonra. Tek bildiğim, o andan sonra bir şeylerin değişeceğiydi.

Geçmiş bir şekilde geleceğe yeniden yön verecekti. 

"Merhaba Arya, ben Yağız. Bugün seninle konuşmaya çalıştım ama bana bir türlü fırsat vermedin. Söylemek istediğim bazı şeyler var, en azından bilmen gerekir diye düşünüyorum. Benim de omuzlarımda daha fazla yük olsun istemiyorum artık. Konu Onur Atahan. Onunla tanışıyordum ve sana anlatmam gereken bazı şeyler var. Uygun olduğunda yüz yüze görüşelim."

..

Not: Bölümün içinde geçen Ilgaz ve Arya'ya ait flashback 7. bölümle bağlantılıdır, o gecenin devamı yani. Olayı hiç hatırlamayanlar varsa şayet o bölüme göz atabilirler. Yağız ve Berkan karakterlerini hatırlamayanlar da 31. bölüme bir geri dönüş yapabilirler. 

-Yağız??  Böyle bir şey bekliyor muydunuz? Bölüm ve bölüm sonu hakkında düşünceleriniz neler? 

Öncelikle selamlar, görüşmeyeli nasılsınız, umarım hepinizin keyifleri yerindedir. Şimdi, bilenleriniz var mı bilmiyorum ama bu sene üniversitede son yılım. Okulun 2.haftası olmasına rağmen bile öyle bir yoğunluğunun içine girdim ki kendime ayıracak vakit bile bulamadım. Bölümü de geceleri biraz uykudan keserek yazmaya çalıştım. Bölümü attıktan sonra bile yazmam gereken rapor ödevim var ajjdfjd Diyeceğim o ki bölümler biraz geciktiğinde artık nedenini biliyorsunuz. Onun dışında bu bölüm itibariyle kaoslar limana yaklaştı, birçoğunuz bundan korkuyordu biliyorum ama endişe etmeyelim, bölüm bölüm olacaklara odaklanalım. Sizden ricam, bu bölüm için düşüncelerinizi ve oylarınızı eksik etmeyin. Stresler beni epey yoruyor, yorumlarınızla gülümsetirsiniz belki beni? Çok çok öpüyorum sizi, görüşmek üzere.


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro