Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

45. BÖLÜM: "SINIRIN DİĞER TARAFI"



Bölüm şarkıları: Andrew Belle | In My Veins

Lauv | The Story Never Ends (Piano Version)

SINIR: +100 OY

Asi ve Serseri'nin 2. yılı şerefine bu bölüm için hepinizden bol bol yorumlar bekliyorum. Azcık canlandırın şu yorumları asiler ♥️😂

45. BÖLÜM: "SINIRIN DİĞER TARAFI"

Karanlık. Kıyıya vuran dalgaların geriye çekilmesi gibi ışıklar çekti üzerimizden aydınlığını. Korktum. Karanlıkta hiçbir şey görünmezdi halbuki, oysa ben cılız bir ışığın bile aydınlatmadığı yaklaşan sonun siluetini gördüm. Çocukken uyanıp bir daha hiç uyumak istemediğim o kabuslarımı anımsattı bana. O siluete kapadım gözlerimi. Seslerin, uğultuların, bağırışların arasında kendi sükunetime kulak kabarttım. Dinledim. Kalbimin gümbürtüsüne sebep olan ruhumun çığlıklarını. İçime çöreklenen, ışığımı tüketen boğucu karanlığın siyahına içim acıdı en çok. Hissettim. Hiçbir ışığın uğramadığı karanlığa mahkûm siluetin bu geceden sonra eskisinden de durdurulamaz olacağını.

Murat Atahan.

Benim hikayemdeki karanlık oydu. Uzun bir süre kuytu köşelere gizlediği ruhunun karanlığını, Doruk gün yüzüne çıkarmıştı. Adım adım yaklaşan o büyük kasırganın şiddetini hissedebiliyordum.

Gözlerim git gide karanlığa alışırken terleyen avuç içlerimi gelişigüzel elbisemin üzerine bastırıp sildim. Çıkışa doğru koşturan insanlardan dolayı ufak bir izdiham yaşanmıştı. Omzuma çarpıp duran insanlar ve yoğun uğultu iyiden iyiye canımı sıkmaya başladığında az önce yaşadığım şoktan sıyrılmak istercesine silkelendim. Çantamdan çıkardığım telefonun fenerini açıp etrafıma tuttuğumda bir hayli kişinin salonu terk etmek için hızlıca arka taraftaki kapıya yürüdüğünü gördüm. Karanlıktan dolayı, şık hanımefendiler elbiselerinin eteklerini tutarak önlerindeki insanları ittiriyorlardı.

Telefonun fenerini ön kısımlara tuttuğumda az önce kavganın olduğu yerde dikilen birkaç iri adamı görebildim. Ki onlar da muhtemelen az önceki güvenlik görevlileri ve korumalardı. Gözlerim öncelikli olarak Ilgaz'ı ardından da Doruk'u aradı. Bastığım yerlere dikkat etmeye özen göstererek, üzerime üzerime yürüyen insanlardan da kaçmaya çalışırken biraz hızlı bir biçimde ön kısımlara doğru yürüdüm. Salonun içinde karmaşanın seslerine karışacağını bilsem de Ilgaz'ın ismini bağırdım bir iki kez. Birkaç insanla çarpıştığım sağ omzumun sızladığını hissettiğimden kısaca ovuşturdum, kürsünün önüne geldiğimi fark ettiğimde durdum ve ışığı hızlıca tüm salona tuttum. Bizimkilerden kimseyi görememiştim. İşte şimdi, vücudumu ele geçiren panik duygusu daha da artmıştı.

Parmaklarımda ufak titremeler meydana gelirken elimdeki telefonu tutmak zorlaşmıştı. Aceleyle rehbere girip Ilgaz'ı aradım. Siyah topuklularımı ayağımın altındaki zemine hafifçe vurdururken telefonun bir türlü açılmaması, çalmaya devam etmesi gerginliğimi daha da arttırdı. Şu an karanlıktan hiçbir şey göremediğimden etrafa bakınmam boş bir çabaydı. Çağrı düşerken telefonumu kulağımdan yavaşça çektim.

Neredesin Ilgaz?

Bir elimi yüzüme kapadım, patlayacakmış gibi hissettiğim ciğerlerimi yatıştırmak istercesine art arda birkaç nefes aldım. Ardından Beyza'yı aradım bu kez. Sonuç olarak yine açılmayan telefon ile kalakaldığımda tüm hücrelerim çığlık atma isteği ile dolup taştı. Dişlerimi dudağıma geçirirken dikildiğim kürsünün önünden gözümün az da olsa alıştığı karanlığa doğru hızlı ama en azından temkinli adımlarla ilerlemeye koyuldum. Salondaki uğultu azalmış olsa da hala içeride kalan insanların konuşmaları birbirine karışıyordu ve bu sesler bile şu an için rahatsız ediciydi.

Ben temkinli adımlar attığımı zannederken aniden önüme çıkan bir bedene toslayıverdim. Ya da aslında aniden önüme falan çıkmamıştı, karanlıkta birbirimizi fark etmemiştik. Eğer biraz şanslı olsaydım ya da herhangi bir film sahnesinin içinde olsaydım çarpıştığım kişi muhtemelen Ilgaz olurdu. Fakat burnuma dolan yabancı parfüm kokusundan bile Ilgaz olmadığını anlamıştım. "Pardon," deyip telefonun ışığını az da olsa yukarı kaldırdım, geçmek için kenara çekildiğimde o an önümdeki beden elinde tuttuğu telefonu muhtemelen yüzüme doğru kaldırdı. Çünkü gözlerime aniden beyaz bir ışık vurmuştu. "Arya?"

Gözlerimi elime siper ettiğimde ne yaptığının farkına varmış olmalı ki telefonu biraz daha aşağıya indirdi. Yüzüne karşı ışık tutmama falan gerek yoktu çünkü onu sesinden tanımıştım. Siyah göz makyajımı her yerime bulaştırmamak adına elimi gözümden çektim ve cılız ışığın az da olsa aydınlattığı yüzüne baktım. "Senin burada ne işin var?"

Başını bir anlığına eğdiğinde bana üzerini işaret ettiğini anladım. Pek net seçemesem de serseri eski dostum, Serkan'ı takım elbiseyle görmek şaşırtmıştı ne yalan söyleyeyim. Fakat şu an aklımda tek bir serseri varsa o da sevgilimdi. "Davete geldik işte. Asıl sen ne arıyorsun burada? Ha bir dakika aslında sormak istediğim şey şu, Doruk neyin peşinde? Delirdiniz mi siz?"

Kendi telefonumun ışığını sağa sola tutarken umursamaz bir ifadeyle karşılık verdim ona. "Neden gidip Timur Baba'na ve kaşar arkadaşın Didem'e sormuyorsun? Onlar biliyordur eminim ki."

"Arya, dalga geçmeyi kes. Doruk, Murat'ın dengi değil. Doruk her ne amaçlıyorsa bundan vazgeçmeli. Bu işin sonunda zarar gören o ve çevresindekiler olacak bak."

Zaten panikten ve gerginlikten patlamak üzereydim, bir de Serkan'ın bunları sadece o biliyormuş gibi bilgiç tavırları iyiden iyiye sinirimi bozmuştu. Hala aramızda tuttuğu ışık yüzünü az da olsa aydınlatırken, ayağımdaki topuklulardan dolayı neredeyse aynı boyda sayılırdık. Doğrudan yüzüne bakarken, onun da bakışları tamamen yüzüme odaklandı. "Sana ne? Cidden sana ne? Doruk çok mu umurunda? Sen önce Murat ile ne işin olduğunu açıkla, sonra gel başkalarına hesap sor." Aslında amacım ne ona hesap sormak ne de ona çıkışmaktı. Fakat yüzünün daha da gergin bir ifadeye büründüğünü gördüğümde Murat konusunda yanılmadığımıza emin oldum. Bu davete gelmesi bile, Murat'ın gizli adamlarından biri olduğunu açıkça belli ediyordu.

Başını tekrar eğdiğinde kıvırcık saçları gözüme ilişti. Çocukken sürekli oynayıp onu kızdırdığım saçları. O an neden içimde sızıya benzer bir şey hissettiğimi bilmiyordum. Sanırım, en çok korktuğum şey Doruk ile dostluğumuzun da Serkan ve Özge gibi düşmanca bitebileceği gerçeğiydi. Şimdi burada, yıllar önce o mahalleden giderken yollarımızın ayrıldığı ama aslında karanlık bir gecede beni kardeşimle tehdit ettikten sonra kazıyıp attığım, geçmişe ait dostuma bakarken içimin acımaması elimde değildi. Bazen keşke diyordum, keşke hiç büyümeseydik.

"Hesap sorduğum falan yok," dedi gözlerini bu kez biraz daha tereddütle gözlerime iliştirirken. "Birbirimize hesap sorabileceğimiz zamanları geçeli çok oldu. Ben sadece uyarmak istedim. Doruk seni sever. Sen de ona engel olabilecek güçtesin, onu tekrar ayağa kaldırabilirsin Arya."

Bir an zihnimde o dans müsameresini hatırladığımda işte tekrar göğsümün ortasındaki o acıyı yoğun bir şekilde hissettim. Hem acı duyumsadım damarlarımda hem de acıya bulanmış olan öfkeyi, sitemi. Bu yüzden konuştuğumda sesimdeki sitem bariz bir şekilde anlaşılıyordu.  "Doruk seni de çok severdi. Senin gibi olabilmek istiyordu, senin korkusuz olmana imreniyordu. Ona nasıl sırtını dönebildin? Sadece senin yanında olmak isteyen birine o ihaneti nasıl yapabildin?"

İlk birkaç saniye bakışlarının ifadesiz olduğunu düşündüm. Ardından gözleri kısıldı ve sonra da bakışlarını kaçırdı. Her zaman korkusuz bildiğim Serkan o an gözlerime bakmaktan korkmuştu. Bu biraz şaşırmama neden olurken elini çıkıntılı çenesine yerleştirdi ve başını hafifçe iki yana salladı. "Doruk, sana ne anlattı bilmiyorum ama..."

"Merak etme, Doruk bana hiçbir şey anlatmadı. Senin adını ağzına dahi almıyordu. Şimdi izninle, seninle daha fazla vakit kaybetmeden Doruk'u bulmaya gidiyorum. Yanında olabilecek gerçek 'dostlarına' ihtiyacı var, hak verirsin ki."

"Işıklar gittikten sonra Doruk ile Murat'ı gördüm sanırım, köşedeki merdivenlerden yukarıya çıkıyorlardı. O yüzden seni görünce neler olduğunu sormak istedim, haberin vardır diye." Daha sadece bir adım atmışken Serkan'ın dedikleri duraksamama neden oldu. Bedenimi yavaşça ona döndürürken o sırada elimdeki çalan telefonuma baktım. Ilgaz arıyordu. Sonunda!

"Arya!" Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde ismimi hızlı ve telaşlı bir ifadeyle söyledi. "İyi misin sen? Neredesin, güzelim?"

"Ben içerideyim, Ilgaz. Asıl siz neredesiniz? Bir anda herkes ortadan kayboldu."

"Dışarıya çıkarttılar, otoparktayım." Dedikten sonra yine nefes nefese konuşmaya devam etti. "Işıklar gidince bir anda ortalık karıştı. Zaten güvenlikler ile birbirimize girmiştik. Sonra Mete, Doruk'u tuttum yakaladım bilmem ne diye gitmiş korumalardan birini sımsıkı tutmuş. Adam bir güzel geçirdi buna, dışarı çıkartıldık o karmaşada. Doruk ortada yok. Beyza'nın tansiyonu düştü sanırım, bayılacak gibi oldu dışarıda. Buğra, şimdi eve götürüyor onu. Dışarıya gel, sen de Buğralarla dön. Mete ile ben kalıp Doruk'u arayacağız."

Yan tarafımda dikilen Serkan'a göz ucuyla baktığımda az önce söylediklerini hatırladım. Doruk ile Murat'ı yukarıya çıkarken gördüğünü söylemişti. "Ilgaz... Sanırım Doruk hala otelde ve Murat ile birlikte. Kötü bir şey olmadan onları bulmalıyız."

Birkaç saniye sessizlik olduktan sonra Ilgaz bir küfür savurdu. "O herifler otel girişinde bekliyorlar, içeriye almazlar bizi. Ben yangın merdiveninden falan ya da başka bir yerden girmeye çalışacağım. Sen dışarıya çıkıp Buğralarla gidiyorsun, duydun mu beni?"

"Hiçbir yere gitmiyorum Ilgaz. Sen girene kadar ben gidebilirim yanlarına. Onları bulursam haber vereceğim sana." Ilgaz'ın sesini yükseltip itiraza benzer cümleler kurduğunu duyduğumda telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve Serkan'a doğru dönüp alçak bir sesle sordum. "Hangi merdivenlerden çıktılar demiştin?"

Serkan elindeki telefonu gövdesinin hizasında tutarken yüzüne vuran aydınlık sayesinde bana anlamaya çalışır gibi bir ifadeyle baktığını gördüm. Diğer elini yine çıkıntılı çenesine götürüp sakalsız yüzünü sıvazladı. Kararsız bir ifadeyle dudaklarını ağzının içine yuvarladıktan sonra dışarıdan bile duyulan sesli bir nefes aldı. "Gel benimle,"

***

Serkan'ın dediği merdivenlerden yukarı çıktığımızda telefon ışığıyla beraber ilk katta oyalanmıştık. Sonra Serkan telefonuyla birisini aramıştı, benim iki üç adım önümden yürürken fazla yüksek olmayan bir sesle konuşmuştu. "Murat nerede biliyor musun?" Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra tekrar telefondaki kişiye cevap verdi. "En üst kat? Doruk da orada mı?" Sesi bu kez daha da yüksek ve sinirli duyulmuştu. "Ne boklar dönüyor? Yalnızlar mı ikisi? Evet, bana hesap verecek değilsin elbette ama o çocuğa bir şey olursa hesap verecek bir şeyleriniz olacaktır eminim ki."

Telefonu hırsla kapattığında durduğu yerde bana döndü, yine yüksek perdeden konuşmuştu. "En üst katta, Murat'ın odasındalar. Acele edelim,"

Onu peşi sıra takip ederken bu durumdan hiç memnun değildim açıkçası. Dünkü karşılaşmamızı saymazsak en son İstanbul'da onu Feray ile gördüğüm, yakasına yapıştığım sevimsiz anılar zihnimi kurcalarken onun yanında ne yaptığımı sorgulayıp duruyordum kendime. Cidden ben ne yapıyordum? Olduğum yerde aniden durdum.

Karanlıkta geniş merdivenleri çıkıyorken, Serkan birkaç saniyede bir arkasına dönüp telefon ışığıyla beni kontrol ettiğinden yine aynısını yapmış ve "Ne oldu? Ayağını falan mı incittin?" diye sormuştu.

Hayır, insan merak ediyor yani. Hayırdır koçum kafana saksı falan mı düştü bu ne kahraman tavırlar diye? Kasabaya geldiğim ilk zamanlar beni tehdit ettiği o görüntüleri biri videoya çekseydi de flashback niyetine şuna bir izletseydim. Çocukluğumun Serkan'ı ayrıydı, yıllar sonra gerçek karanlık tarafını gördüğüm Serkan ayrıydı, dün ve bu geceki Serkan ise apayrıydı. "Doğru söyle," diye mırıldandım. "Teşhisin çoklu kişilik bozukluğu mu? İstersen, sağlam bir psikiyatrist önerebilirim."

"Ne?" diye sordu afallamış bir şekilde. Ben de telefon ışığını öne doğru tuttuğumdan anlamsız yüz ifadesini fark edebilmiştim, uslanmaz kıvırcık saçlarını eliyle geriye yatırdı. "Anlamadım?"

"Ha teşhisim konulmadı henüz diyorsun. O da güzelmiş. Bana da Borderline mı ne halt onu dediler ama açıkçası ben de çok sallamadım." Elimle onu işaret ettim ve kendi kendime gülümsedim. "Böyle kişilik bozukluğu olanları görünce de halime şükür ediyorum. Allah beterinden saklamış yine."

Gerçi bunu bu gece için söyleyemezdim. Çünkü artık ciddi manada sinir sistemim falan çökmüştü sanırım, sinirlerim laçka olmuştu. Tam da şu anda bulunduğum merdivenlere çöküp kahkahalarla gülmek ardından da içim çıkana kadar ağlamak istiyordum. Doruk ya Doruk! Benim bir dakikadan daha uzun süre ciddi kalamayan, sürekli şebek gibi gülen can dostum ne hale gelmiş, nasıl saçmalıklara bulaşmıştı böyle? Kahrımdan şu kafamı duvarlara vurmak, neden, neden, neden diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum.

"Sen iyi misin?" diye sorduğunda sesi endişeli çıkmış gibiydi. Ya gerçekten içinde bölünmüş kişiliklerinden haberi yoktu, yer değiştiriyorlardı ya da aynı Murat gibi son derece iyi ve sahtekâr bir oyuncuydu.

"Değilim! Mutlu musun? İyi falan değilim! Neden biliyor musun? Çocukluğumdan geriye kalan,  Beyza dışında tek iyi ve normal insanı da kaybediyorum! Hiçbir şey de yapamıyorum, hiçbir şey. Bu nasıl hissettiriyor bir fikrin var mı? Sonra yetmezmiş gibi hala tam olarak neyin peşinde olduğunu anlamadığım eski arkadaşım hiçbir şey olmamış gibi, sanki eskiden olduğu kişiymiş gibi, o çocukmuş gibi davranıyor. Beni babamla göndermek istemeyen, gidiyorum diye ilk kez ağladığını gördüğüm o çocuk gibi... Bırak da ben ikinizi ayrı insanlarmış gibi düşünmeye devam edeyim. Yardım falan etme, Doruk'u umursuyormuşsun gibi davranma. Ben kendim giderim. Üzerinde eğreti duruyor bu haller, yapma."

Yıllar sonra karşılaştığımız bunca zamandan sonra onu ilk kez bu denli sersemlemiş bir ifadeyle gördüğümden ben de birkaç saniye bu durumun şaşkınlığını yaşadım. Sustuğumda bunu yoğun bir sessizlik izledi. Doruk ve Murat'ı unutup geçmiş defterleri yeniden açar mıydık, üzerinde durur muyduk o an gerçekten bilmiyordum. Sanırım buna gerek de yoktu. O köprünün altından çok sular akmıştı. Bir yanım affetmek istese, küçücük bir bahane duymaya muhtaç hale gelse... Belki... O zaman önemi olabilirdi. Ama ne affetmek istiyordum onu ne de yaptıklarının onun kitabındaki mantığını işitmek... Ne zaman bir parça da olsa ona merhamet duyacak olsa bir yanım gözlerimin önüne Feray geliyordu. Bana yaşattığı o korku... Çaresizliğim, savunmasızlığım, yapayalnız hissedişim...

İşte o zaman anlıyordum ki, bazı şeylerin telafisi asla ama asla olmuyordu. Bazı yaralar ölene dek yama tutmuyorlardı.

"Umursuyormuşum gibi yapmıyorum." Diye konuştuğunda bir anda bulunduğumuz merdivenler aydınlığa bulanmıştı, karanlığa son derece alışmış gözlerim aniden aydınlıkla buluşunca gözlerim kamaştı. Gözlerimi kapayıp geri açtığımda otelin içi şimdi netçe görünüyordu. Üzerinde dikildiğimiz lacivert kaplamalı merdivenlere bakarken, ardından bakışlarımı elimi yasladığım pürüzsüz şampanya rengi duvarlara diktim. Serkan'ın sesini duyduğumda hala aydınlığa tam uyum sağlayamamış gözlerim ona doğru döndü. Işıkların geri gelmesine hiçbir tepki vermemişti.

"Aydınlık ve karanlık aslında o kadar uzak değiller birbirine. Gördün mü? Birdenbire dönebilir karanlık aydınlığa, aydınlık da karanlığa." Koridorda yanan büyük ışıklandırmaları işaret ettiğinde aslında gerçekten neden bahsettiğini o da ben de biliyorduk. "Sanıldığından daha ince bir çizgi var aralarında. O çizginin üzerinde fazla geziniyor Doruk. Orası onluk değil, onun ciğerini bilirim ben. Darlar karanlık onu, sığamaz oralara, bünyesi kaldırmaz. Barınamaz orada, yaşayamaz. Herkes ait olduğu tarafta kalmalı. O aydınlığa ait, dolayısıyla da ışığa muhtaç. Sadece bir ışık söndü diye karanlığa hapsolmayacak."

Peki ya karanlığa hapsolmak için kaç ışığın sönmesi gerek?

Hala merak ediyor çocuk olan yanım. Söylesene, senin için tüm ışıklar söndü mü?

Gözlerim aydınlığa iyice alıştığında yüzüne daha dikkatli baktım. Uzun zamandan beri bana güven vermediğini düşündüğüm gözlerini odağıma aldım birkaç saniye. Bir yanılgıya düştü ruhum, bir an gerçekten o duvarın tepesinde oturan Arya, Doruk ve Serkan'ı gördüm. Arkadaşım olan Serkan'ı. Hissettiğim neydi emin değildim; özlem, merhamet, hüzün... Sanırım hepsiydi. Bu yüzden de içimdeki o çocuğun yaraları yine kanıyordu.

"Bunu söyleyen Murat Atahan'ın tarafında yer alan birisi olmasaydı inan ki inandırıcıydın."  Ona bakmayı kestim ve arkamı dönerek merdivenlere doğru adımladım. Düşündüklerimin aksini söylemiştim aslında. Doruk'u düşündüğüne bir tarafım gerçekten inanmıştı, dün oraya gelip Didem ile beni ayırdığında da benim için endişelenmiş gibiydi. Ama bu öyle büyük bir çelişkiydi ki insanı daha da içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklüyordu. İnanmak istemiyordum. Arkadaşlarına ihanet edip tehdit eden bir adamın içindeki iyi tarafı görüp kendimi avutmak ve de onu affetmek istemiyordum. Aynı anda hem iyi hem kötü olamazdı. Bir insan ya iyiydi ya da kötü. Benim grilere hiçbir zaman tahammülüm olmamıştı.

Bir daha konuşmadık. Söylediğimi reddetmedi. Açıklamaya da girişmedi, sakın başkasına söyleme diye uyarıda da bulunmadı. Sessizce merdivenleri çıkıp beşinci kata geldiğimizde ona tekrar peşimden gelmemesini söyleyebilirdim ama buna gerek bile duymadım. Bir alt kattayken Ilgaz arayıp otele yangın merdiveninden girdiğini söylemişti. Ben Serkan ile çene çalarken, Doruk'un yanına benden önce varırsa şaşırmayacaktım. Adam iş bitiriciydi yahu, elinden bir uçan bir kaçan kurtuluyordu. Onun yanında kendimi bazen gerçekten işe yaramaz hissediyordum.

"Burası," diyerek ileride koridorun sonundaki siyah kapılı odayı işaret ettiğinde kapının önünde dikilen adamı aramızdaki mesafeye rağmen tanımıştım. Alpay'dı. Böylelikle Serkan'ın telefonda onunla konuştuğunu anladım. Merdiven çıktığımız için nefes nefese kaldığımdan bir iki saniye olduğum yerde dikilip elimi yüzüme yelpaze gibi salladım. Murat ile Doruk karanlıkta beşinci kata çıkmayı nasıl başarmışlardı acaba? Helal olsun.

Uğursuzluk geliyorum demezdi. Koridorun ortasındaki asansörün kapısı açıldığında ilk önce görüş açıma turuncu kumaş parçası girdi, ardından turuncu elbisenin tamamı ve ta ta ta tam Özge. "Alpay? Murat ve Doruk burada mı? Niye onları yalnız bıraktın?" Elbisesinin etek kısmını bir eliyle tutarak arkasında kalan bizi fark etmeden kapıya doğru yürürken Alpay omuzlarını dikleştirip sıkıntılı bir nefes verdi. "Murat Bey öyle istedi Özge Hanım."

Bu kez Serkan benim önümden onlara doğru yürürken bakışlarımı yukarı kaldırdım. Otelin gri desenlerle kaplı tavanıyla bakışırken dudaklarımı isyana açmamak için kendimi zor zapt ettim. Ben, Serkan, Özge ve içerideki Murat ve Doruk... Sanırım yeryüzünde görüp görülebilecek en saçma kadro bu gece bir aradaydı. Elbisemin eteğini yukarı çekiştirip bir yandan homurdanırken koridorun karşı köşesinden bir anda dönen ve Özge ile çarpışmamak için son anda kendini frenleyen Ilgaz'ı gördüm. Daha sadece bir adım atmışken yine duraksadım.

Bu garip bir andı. O takım elbisenin içinde benden başka kadınların da kalbini hızla arttıracağını bildiğim adamın az kalsın eski sevgilisi ile çarpışacak olması kalbimdeki kaynar kazanların fokurdamasına neden olmuştu. Özge'nin gözlerinin Ilgaz'a değmesine hatta Ilgaz'ı bir saniye olsun aklından geçirmesine bile tahammülüm yokken ikisini aynı karede görmek göğsümün tam ortasını ağrıttı. Bu ağrıdan nefret ediyordum.

Özge de Ilgaz da aynı anda geriye doğru bir adım attıklarında Ilgaz huzursuz bakışlarını onun üzerinden çekti. Yaşadıkları bu garip an onu da rahatsız etmiş olmalı ki silkelenip omzunun üzerinden arkasına baktı. O sırada köşede elleriyle dirseklerini, kollarını silkeleyen Mete göründü. Evet, yanılmıştım. Az önceki kadrodan daha saçma bir kadro olabilirmiş.

Serkan ağır adımlarıyla kapının olduğu kısma, onlara doğru ilerlerken Ilgaz da önüne döndüğünden o anda fark etti Serkan'ı. Yüzüne ilk önce şaşkınlığın izleri bulaşırken ardından sert, kaskatı bir ifadeye büründü yüzü. "Senin burada işin yok," dediğinde Ilgaz, Serkan'dan önce kapıya doğru iki büyük adım attı. O anda da Serkan'ın biraz daha gerisinde kalan beni fark etti.

"Öyle mi dersin? Sevgiline eşlik etmiştim."

Ilgaz'ın bakışları birkaç saniye yüzümde gezindikten sonra başını ağır ağır Serkan'a doğru çevirdi tekrar. Birkaç adım daha atıp Serkan'a doğru yürüdüğünde aralarındaki mesafenin azaldığını fark ettim ve ben de hareketlenip hızlıca onların yanına ilerledim. O sırada Özge ifadesiz bir yüzle ikisini izlerken kısa bir an bakışları bana döndü. "Başka bir zaman Arya için kavga edersiniz. Şimdi izninizle," diyerek ikisinin ortasına ilerledi. Ilgaz ve Serkan da bir adım geriye gidip ona yol verdiklerinde Özge siyah kapıya art arda vurdu. "Murat, aç şu kapıyı!"

Hemen kapının yanında dikilen Alpay, Özge'ye ve biraz gerisindeki Serkan ile Ilgaz'a soğuk bakışlar atarken isteksiz bir şekilde kapıyı tıklattı. "Murat Bey, misafirleriniz sizi ve Dikkaya'yı görmeden gitmeyecek gibi."

Ilgaz'ın yanına tamamen yaklaştığımda burnundan soluduğunu anlamamak için geri zekalı olmak lazımdı. Bana baktığında kahvelerinin bu denli kızgın olması, soğuk bakması üşümeme neden oldu. Ellerimi açıkta kalan kollarıma sürterken, "Doruk'un nerede olduğunu o biliyordu, bakma şöyle lütfen." Dedim. Bana bakmayı kesip başını iki yana salladığında bu kez yüzüne yerleşen alaycı ifade deminki halinden bile daha kalp kırıcıydı. "Murat seninle zorla konuşmak istedi. Serkan da eminim buraya zorla getirmek istedi. Tebrik etmem gereken kısmı atladım sanırım. Hangisiydi?"

"Ilgaz..."

O sırada odanın kapısı açıldığında söyleyeceklerim ağzımın içine yuvarlandı. Sustum. Kırgınlık kalbimin üzerine kara bulut gibi çökerken ağırlaşan gözkapaklarımı kapadım. Ilgaz'a bakmayı kestim. Bir iki saniye sonra gözlerimi açıp bu kez karşımdaki kapıya baktığımda Murat Atahan'ın bir elini kapının pervazına yaslarken diğer elinde de yarısı viski ile dolu bir cam bardak tuttuğunu gördüm. Gevşettiği kravatına gözüm ilişirken ufak ve alaycı kahkahasının sesini işittim. "Ben de ne zaman gelecekler diyordum. Buyurmaz mısınız içeriye? Sevgili arkadaşınızla fazlasıyla hoş bir sohbetin içindeydik biz de."

Murat'ın bu alaycı tavırları bedenimin bu kez daha beter üşümesine neden oldu. Bedenime buz kütlesi temas etmiş gibi ürperdim. Bu tavırları, Ilgaz'ı öldürmeye karar verdiği o günkü tavırlarına oldukça benziyordu. Bilinmeliydi ki, bu Murat Atahan'ın yapamayacağı hiçbir şey yoktu.

Ilgaz ruhsuz bir ifadeyle gözlerini devirdikten sonra hiçbir şey söylemeden Murat'ın bedeninin açık bıraktığı kapının girişinden içeriye girdi. Bu sırada ikisinin omuzları birbirine çarptığında Murat bir adım kadar geriye gitmişti. Yüzünde soğuk bir gülümseme belirdiğinde elindeki bardağı dudaklarına götürdü. Gözleri nişanlısının kahvelerine ilişirken soğuk gülümsemesinde bir değişme olmadı. Hepimize kısaca tek tek baktıktan sonra kapının yanında buluna Serkan'a baktı. "Herkesi anlarım da senin derdin ne? Ne işin var burada?"

Serkan, ellerini pantolonunun cebine atarken solgun yüzünü Murat'ın yüzüne çevirdi. İkisinin arasındaki bakışmada benim şu an için anlamlandırmaya çalıştığımdan çok daha fazlası vardı. Serkan hiçbir şey demeden içeriye doğru girdiğinde Murat imalı bir ifadeyle başını aşağı yukarı salladı. Sonra da kapıdan geriye çekilirken müstakbel karısına geçmesi için eliyle işaret verdi ve de ardından bana baktı. Özge'nin gerisinden Mete ile ben içeriye girdiğimizde o an bir süredir nefesimi tuttuğumu bile yeni fark etmiştim.

Doruk terasa açılan geniş cam kapının önünde dikilirken yüzünde görünen demir gibi sert ifade yere temas ettiğini zar zor hissettiğim ayaklarımın uyuşmasına neden olmuştu. Oldukça büyük, siyah ve beyaz ağırlıklı dizayn edilmiş odanın terasa açılan kısmı odaya ferahlık sağlarken tam aksine ben odadaki tüm enerjinin emildiğini düşünüyordum. Şu an için düşmanlığın, kinin hüküm sürdüğü odada soluduğum hava bile kirliymiş gibi geliyordu.

"Ne halt ettiğini sanıyorsun sen? Sınırı aşmayı bırak sikip attın Doruk! Ne zaman vazgeçeceksin? Söylesene, ne zaman?"

Ilgaz, Doruk'un önünde dikildiğinde Doruk boynundaki papyonu düzeltti, umursamazlığın ve hissizliğin sindiği masmavi gözlerini Ilgaz hariç hepimizde gezdirirken ona cevap verdi. "Dün akşam kendimi net ifade ettiğimi sanıyordum. Fakat hepiniz peşimden buraya geldiğinize göre bir yerde iletişim kopukluğu yaşamışız demek ki."

"Yaşadık evet! Kopukluk yaşadık! Kardeşim dediğin adam baş düşmanına anlaşma yapmak için gittiğinde oluyor öyle kopukluklar!" Ilgaz, Doruk'un üzerine doğru bir adım daha attığında Doruk geriye çekilmeye tenezzül etmedi, bu kez bakışlarını ondan daha kısa olan Ilgaz'ın yüzüne indirdi. "Anlamıyorsun. Üsteleme işte, anlamıyorsun. Bırak da bildiğim gibi halledeyim!"

Odanın içinde yükselen tansiyon buram buram hissedilirken arka taraftan gelen Murat Atahan'ın sesi tekrar dikkati kendi üzerine toplamasına neden oldu. "Demek beni yediğiniz yetmedi, bir de birbirinizi yiyorsunuz. Karmaşık duygular içerisindeyim. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim."

Her şey bir anda oldu. Kendi sınırlarında gezindiğini ve kendini güç bela zapt ettiğini fark ettiğim Ilgaz, Doruk'un yanından şimşek gibi bir hızda odanın diğer köşesine, Murat'ın üzerine yürüdüğünde önce Özge'nin ufak bağırışını ardından Murat Atahan'ın sırtının arkasındaki duvara şiddetle çarptığında çıkan sesi duydum. Refleks olarak gözlerim kapanıp açılırken içimde yükselen ateş boğazıma kadar ulaştı.

Titreyen ellerim iki yanımda sallanırken önce yukarı kaldırdım sonra tekrar aşağı indirdim. Beynimin işlevi durmuş gibiydi. Ilgaz, Murat'ı gömleğinin iki yanından tutmuş arkasındaki duvara yapıştırmışken Murat'ın ölümü vaat eden kahve gözleri kısıldı. Sağ elinde tuttuğu bardağı hiddetle yan tarafındaki dolabın olduğu kısma fırlatırken bardak gürültülü bir kırılma sesi çıkararak onlarca parçaya ayrıldı. İki elim dehşetle yüzüme kapanırken Ilgaz'a bağırdım fakat beni duyduğunu bile zannetmiyordum. Hatta şu an odadaki diğer herkesin varlığını bile unutmuş olmalıydı.

Mete, üzerine sinen şaşkınlığından sıyrılıp yanlarına ilerlerken, "Ilgaz, sırası değil. Sakin ol, gel şuraya," diyerek onu ikaz etti.

Ilgaz onu işitmedi bile. Elleri hala Murat'ın yakalarına asılmışken bir kez daha salladı Murat'ın bedenini. "Hayatımın ağzına sıçtın. Elimde ne var ne yoksa hepsini aldın. Seni en başında öldürmeliydim, bu tüm insanlar adına yapacağım en büyük iyilik olurdu! O orospu çocuğu baban gibi gebermeliydin!"

Murat, Ilgaz'a karşılık vermeme kısmını uzatmayarak bu kez o ellerini Ilgaz'ın omuzlarına yerleştirdi ve onu sertçe itti. "Şizofrenliğin kaçıncı seviyesi bu? Hayatını falan mahvetmedim ben! Ne senin ne de bu akşam ruh hastası gibi konuşan kale bile almadığım arkadaşının! Ama bundan sonrası için emin olma! O ezik hayatınızın içine nasıl edeceğim iyi izleyin bundan sonra!"

Murat silkelenip yakalarını düzeltirken birkaç saniye sonra yüzüne aldığı yumruk darbesi ile yüzü hızlıca soluna çevrildi. Önce Özge'nin çığlığını, ardından da kendi bağırışımı duydum. İçeriye girdiğini bile görmediğim Alpay hızlıca ikisinin arasına girerken Ilgaz'ı sertçe ittirdi ve belindeki silahı saniyesinde çıkarıp Ilgaz'a doğru tuttu. "Geri bas, bu silah patlamasın sonra."

"Sen geri bas koçum," diyerek Alpay'ın karşısına geçti Mete. Yüzü hiç olmadığı kadar soğuktu, dişlerini sıkmaktan çenesini parçalayabileceğini zannettim. "Dikkat et de o silah senin götünde patlamasın sonra."

Murat dudağının kenarında meydana gelen kan lekesini silerken hızlıca inip kalkan göğsü onun da delirmek üzere olduğunun kanıtıydı. Aralarında Mete ve Alpay olmasına rağmen parmağını Ilgaz'a doğru salladı. "O gün iyi ki seni öldürmemişim, Ilgaz. Neden biliyor musun? Çünkü bu senin için büyük bir iyilik olurdu. Sana gerçek cehennemin ne olduğunu bizzat bu dünyada ben göstereceğim. İşte o zaman ölmek için yalvarır hale geleceksin, Ateşoğlu."

"Öyle mi? Yine tehditlerle sevdiklerimi mi uzaklaştıracaksın benden? Dene bir daha! Denesene pezevenk! Yoksa babanla, babama yaptığınızı mı yapacaksın yine? Öldürecek misin onları?"

İleriye doğru atılmaya çalışan Ilgaz'ın önüne Mete kendini siper etse de bir işe yaramadı. Yanlarına geldiğimde Alpay'ın bakışları üzerime çevrildi. "Arya, sen geride dur. Bir kaza bela çıkacak." Elindeki silahı geriye gitmesi için hala Ilgaz'a tutarken beni düşünüp yaklaşmamamı rica etmesine nasıl tepki vereyim bilemedim.

Parke zeminde sesini işittiğim arkamdan gelen ayakkabı sesleri Serkan'a aitti. Tam olarak yanımda durduğunda önce Ilgaz'a ardından Murat'a baktı. Kaskatı kesilmiş çenesi, ifadesiz, soğuk maskesi ile onun da odadaki bu kaos durumundan hoşlanmadığı açıktı. "Kendinize gelin, burası hesaplaşacağınız yer değil. Odada birinizin sevgilisi, birinizin de nişanlısı var. Kızları korkutmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz." Sonra yanındaki Alpay'a başıyla işaret verdi. "Sen de indir şu silahı. Elinde tutup onlara doğrultursan tabi bir kaza çıkar. Koy onu yerine."

Alpay, Serkan'dan emir alan birine benzemiyordu, nitekim de öyle oldu. Biraz gerisinde durup Murat'ın yüzüne baktığında onun başını sallayarak onay vermesi ile silahını indirip beline geri yerleştirdi.

"Burada böyle muhteşem bir kadro yakalamışken söyleyeyim." Diyerek lafa girdi Murat. Onların yanından adımlayarak odanın içine doğru volta atmaya başladı. Özge dikildiği yerden onun yanına doğru yürürken Ilgaz da hala öfkeden dolayı korkutucu gözüken yüzünü ellerinin arasına alıp art arda derin soluklar aldı. "Muhtemelen milyonuncu kez diyorum bunu ama dilerseniz basının karşısında da söylerim. Malum basını görünce ortalığı karıştırasınız geliyor nedense. Kulaklarınızı dört açın millet, şaşıracaksınız." Murat, odanın ortasında durup bir uçtaki Doruk'a, sonra yanına gelen nişanlısına sonra da diğer uçtaki bize baktı. Yüzündeki alaycı öfke Murat'ın çileden çıktığını gösteriyordu. Bu geceden sonra onu kimse durduramazdı.

"Doğan Ateşoğlu'nu ben öldürmedim. Ölürken aynı yerde bulunmamız dışında olayla alakam yok. Orhan Dikkaya'ya gelirsek... Bu daha komik çünkü o ölürken orada bile değildim, dolayısıyla onunla dolaylı olarak bile alakam yok! Kıt beyinlerinize girmediyse ses kaydı alın da tekrar tekrar dinleyip aydınlanırsınız belki."

"Sen ve ölüp paçayı kurtaran baban, o gün orada babamı ölüme terk ettiniz! Hatta baban diğer oğlunu da karıştırdı bu işe! Senin öz kardeşin ilk başta onunla konuştuğumda babamın ölümünün cinayet olduğunu doğruladı! Kendi ağzıyla! Mahkemede benim için şahitlik yapacaktı, ne hikmetse mahkeme günü sizi savundu! Söylesene, bunları da mı ben uydurdum? Cinayet değildi desene!"

Ilgaz'ın boğazı yırtılacak biçimde bağırmasından sonra bir anlığına Murat'ın soğuk ve alaycı ifadesi dondu. Fakat bu saniyelik bir süreydi, bir yanılgıya düştüğünüzü sorgulatacak türden kısa bir zamandı. Özge, Murat'ın koluna dokunup kendisine bakması için çenesini kendine doğru çevirdi. "Gidelim buradan, hadi Murat."

"Sen de bunları bilmene rağmen gittin onun yanında durdun!" Ilgaz'ın beni şok eden bağırışının muhattabı bu defa Özge'ydi. İlk kez Özge'ye sitemini, öfkesini sesli dile getirirken saç diplerimden yayılan sıcaklığın yavaş yavaş tüm bedenime yayıldığını hissettim. "Kaç paraya sattın lan merhametini, insanlığını? Aşkını siktir et, o yalan olduğu için memnunum bile. Ama cinayet olduğunu bilip susacak, merhametini satacak kadar ucuz muydu insanlığın?"

Özge'nin beyaz olan yüzü birkaç ton daha açılıp bir hayaletin ifadesine bürünürken, dudaklarını birbirine bastırdı. Donuk kahvelerinin dolduğunu gördüğümde yüreğimde beliren acının neye olduğunu kestiremedim. Geçmişin kapısı aralanırken bundan zararlı çıkmayacak tek bir kişi bile olmayacağını fark ettiğim o an bunu kaldıramayacağımı düşündüm. Ilgaz, Özge ve Murat geçmişinin yıkmayacağı tek bir insan bile yoktu. Görünen o ki bu enkazın altında ben de kalacaktım.

"Sınırın bu tarafında boğulursun Ilgaz, daha fazla aşmaman senin yararına." Murat'ın uyarısı Ilgaz'ı etkilemiş görünmüyordu, alaycı bir ifadeyle güldüğünde kalın dudaklarının arasından derin bir nefes bıraktı. Başını oyuncu bir ifadeyle aşağı yukarı salladı, önündeki Mete'nin yanından geniş yatağın önüne doğru ilerledi.  "Bunu kendi sınırlarını bilmeyen bir düzenbaz mı söylüyor? Şunu kafana iyice sok, senin sınırlarının benim kitabımda karşılığı yok."

"Hem neden bu kadar gerildin? Buradakilerin işlediğin cinayetin sessiz tanıklarından birinin de nişanlın olduğunu öğrenmelerinden mi korktun? Düğününüzü demir parmaklıklar ardında yapacağınız ihtimali mi ürpertti sizi böyle?"

"Ne dediğini zannediyorsun sen?" Özge, Murat'ın yanından ayrılıp Ilgaz'ın bulunduğu kısma yürüdü, ona fazla yaklaşmadan orta kısımda durduğunda üst üste izlediğim sahnelerin şaşkınlığından gözlerimi kırpıştırdım. Öfkeden yanan iki kahve birbirlerini bulduğunda nefesimin daraldığını hissettim. Belimi hafifçe büküp öne eğildiğimde odada emilmiş olan havayı solumaya çalıştım. Sanki bir atağın ayak sesleri zihnimi zorluyordu. Kafamın içindeki zindanların içinde duyduğum huzursuz edici sesler haykırma, bağırma isteğimi kamçılıyordu. Tüm bu yıpratıcı, iğrenç karmaşadan kurtulmak kendimi bu odadan dışarı atmak istiyordum. Fakat ne ağzımı açabildim ne de adım atabildim. Ilgaz ve Özge'nin geçmişleri adına karşı karşıya gelmesi tüm tahminlerimden daha katlanılmazdı. Kendimi o odada bir fazlalık gibi hissederken sadece onları seyrettim.

"Doğan Amca'nın ölümüyle ilgili bir şey bilmiyorum! Sen böyle bir ithamla beni nasıl suçlarsın? Aramızda ne geçerse geçsin böyle alçakça bir şeyi söyleyecek kadar insanlığını kaybetmiş olan sensin! Anladın mı? Sensin! Az önce üzerine yürüdüğün, acısından dolayı ne yaptığını bilmediği için kınadığın Doruk'tan farkın var mıydı sanıyorsun o zamanlar? Yanında olmak isteyen insanları elinin tersiyle ittin. En başta da beni. Başından savmak için acını bahane etmen tam senlikti!"

"İlişkinizin kritiğini yaparken biz rahatsız etmeyelim isterseniz sizi?" Murat'ın, Özge'den daha da gür çıkan sesi beni irkiltmedi. Sanırım artık ne bir bağırışa ne de duyduğum herhangi bir gerçeğe tepki verebilecektim.

Bu gece bir kez daha anladım. Mutluluğu neresinden yakalamaya çalışırsam çalışayım, ne kadar oldurmaya uğraşırsam uğraşayım bir gerçeklik payı, bir acı geliyor ve her seferinde darmadağın ediyordu beni.  Beni ve aşinalık bile hissedemeyecek kadar kısa süren mutluluğumu. Detaylarını artık o kadar da merak etmediğim geçmişin benim bugünümü, şu anımı etkileyeceği korkusuyla daha ne kadar sınanacaktım?

Sanmıştım ki sayfaları bile siyah olan hikayemin bir kısmına da olsa beyazı sığdırabilirim. Halbuki hep başladığım yere döndüm. Siyaha, yalnızlığa ve de acılara.

Şimdi burada, Ilgaz'a dair sitemini gözlerindeki acının her zerresinden okuduğum Özge'yi görürken ne hissetmeliydim? Bilmiyordum. Ne zaman geçmişi yok saymaya çalışsam, aslında o kapıların tamamen kapanmadığını, açık bırakıldığı aralıktan içeriye sızan acı verici yanlarıyla karşılaşıyordum. Gerçekten gelecek miydi öyle bir gün? Şüphe duymayacağım, tetikte yaşamayacağım, acıların mutluluktan daha baskın olmayacağı günler?

İnanmadım. Artık öyle bir geleceğe inanmadım. Sanırım ilk kez bu kadar şiddetle yanılan taraf olmayı istemiştim. Keşke... Keşke bu kez farklı olsaydı işte. Oysa dilediğim keşkelerden de yorulmuştum artık.

"Burada geçmişin hesabını eski sevgiline sormaya çalışırken şu anki sevgilinin ne hissettiğini düşünüyor musun Ilgaz?" Murat Atahan'ın beklenmedik sorusu karşısında odadaki tüm gözler bana çevrilmişti. Dışımdan akıtmasam bile içime akıttığım yaşları fark edecekler diye tedirgin olmuştum bir an. Ama o da kısa bir süreydi. Sonrasında kimsenin ne düşündüğünü umursamadım. Gözlerimi sadece bir çift göze odaklarken diğerleri o an benim için kayboldu.

Takip ettiğim gözler git gide bana yaklaşırken bulunduğum yerden kımıldamadım. Yeşillerimi, onun kızıl kahvelerine hapsettiğimde derinlere saklamayı planladığım o acı verici his işte yine yüzeydeydi. Demin terör estiren gözlerinin bana bakınca tatlı bir esintiye dönüşmesi tekrar onun limanına sığınma isteğimi perçinledi. Başka kimseyi istemedim. Dünyadaki tüm seslere kulaklarımı kapamak sadece birbirimiz için çarpan kalbimizin ritimlerini dinlemek istedim. Onun kolları arasında olmak, onun kokusuna bulanmak, tüm bu karmaşadan uzakta gözlerimi sadece ona kapamak ve yalnızca ona açmak... İstediğim sadece buydu.

Onu kaybetmek istemiyordum. Bir kez daha sevdiğim adamın benden başkasını sevdiğini duymak istemiyordum.

Bedenim güçlü kolları tarafından gövdesine yaslanırken gözlerime dolmak için çabalayan yaşlara bir kez daha galip gelmeyi başardım. Belimin etrafında birleştirdiği elleri tekrar güvende hissetmemi sağlarken yüzümü omzuna gömdüm, ıslanmış kirpiklerimi boynunun sıcaklığıyla avuturken az önce nefes almak için çırpınan ciğerlerime kokusunu bahşettim. "Özür dilerim sevgilim, şimdi gideceğiz tamam mı?" Çıplak omzuma sıcak dudaklarını bastırdığında içim titredi.

Başımı belli belirsiz sallarken ellerimi sert omuzlarına yerleştirdim. O sırada bu anı tekrar Murat Atahan'ın, uğruna lanetler etmek istediğim, keskin sesi böldü. "Seni asla Onur'u sevdiği gibi sevmeyecek, Ateşoğlu."

Hani hava günlük güneşlikken aniden bardaktan boşanırcasına bir sağanak yağmur bastırır ya neye uğradığınızı şaşırırsınız. Sırılsıklam kalırsınız, o yağmurdan kaçmak için bir yer ararsınız kendinize. Öyle hissettim. Uzun zamandır aklımdan, ruhumdan belki de kalbimden bile uzak tutmayı başarabildiğim Onur'un adının böyle bir cümlede geçmesi, Murat Atahan'ın bu lafı beni kast ederek, Ilgaz'a söylemesi... Kaskatı kesildim, soluğumu bulamadım. Hatta bir an aklımın iplerini bile kaybettim. Kulaklarımda birkaç saniyelik bir uğultu duydum. Ilgaz'ın belimi kavrayan ellerinin, göğsümü hapsettiğim göğsünün taş misali sertleştiğini hissettiğimde bir kez daha içimde bir şeyler koptu. İkiye bölünmüş, iki ayrı ruhumun da akıttıkları siyah gözyaşlarıyla kaplandım.

"Acıtıyor değil mi? İkinci tercih olmak nasıl bir şey işte şimdi hissediyorsun Ilgaz. Bakma bana öyle, gerçekler bunlar. Kardeşim hayatta olsaydı, Arya'yı bırak kollarının arasında tutmak ona parmağının ucu bile değemeyecekti. Şu an kollarının arasında tuttuğun kadının kalbi, suçladığın bir başka Atahan'a ait."

Ilgaz'ın kolları bedenimden gevşedikten sonra yavaşça geriye gitti. Başımı yasladığım omzundan kaldırırken Ilgaz'ın yüzüne diktim bakışlarımı. Daha da kararmış gözleri, ifadesiz yüzü doğrudan Murat'a dönükken beynimin içinde çığlıklar dönüyordu. "Ilgaz dinleme onu. Bilerek yapıyor." Ilgaz'ın dikkatini çekemediğimi fark ettiğimde hızlıca arkama döndüm. Yere basan ayaklarımı bile hissedemiyorken bedenimi etkisi altına alan en yoğun duygu yine öfke olmuştu. Murat'ın tam karşısında durduğumda ellerimi, iki yanımda güçlükle zapt ettim. Soluk pembe dudaklarını birbirine bastırıp tiksindiğim gözlerini daha da kıstı. "Ne o inkâr mı edeceksin?"

"Acınası bir haldesin, biliyor musun? Hayatımda görüp görebileceğim en zavallı insansın belki de. Benim kalbimde kim olduğunu nereden bileceksin? Şu anda da bilemezsin, kardeşin hayattayken de bilmiyordun. Sen kendi kardeşine bile ışık yılı kadar uzaktın, onun arkadaşını ne kadar iyi tanıyabilirsin? Kardeşine yardım elini uzatmaya tenezzül etmeyen bir abiydin sen, bırak da ölmüşken kendi pislik düşüncelerine alet etme onu. İzin ver de en azından ölüyken huzur bulsun ruhu.  Başkalarının canını yakmak için onun arkasına sığınma. Sevilmemişliğinin acısını başkasından çıkarma. Bu seni daha da zavallı yapıyor."

"Öyle mi?" Murat'ın boğuk çıkan sesini yüzündeki ürkütücü gülüş izledi. "Zavallı demek. En azından sizin kadar değil. Zavallı kime denir biliyor musun? Mesela şuradaki arkadaşına," diyerek terasın önünde dikilen, dümdüz bir ifadeyle bizi izleyen Doruk'u işaret etti. "Hayatı boyunca acı diye tecrübe ettiği tek şey bu yaşına kadar yediği yemeğindeki acı olmuş sanırım. Annesi, babası tarafından pohpohlanmış, şımartılmış hiçbir şekilde madalyonun diğer tarafı olduğunu görmemiş. Muhtemelen hayatın öbür yönünden haberi bile yokmuş. Hayatında ilk kez birini kaybettiğinde elinde olanları da hiç düşünmeden kaybetmeyi göze alacak kadar aptalın teki! Ona verilen tüm sevgileri reddediyor, niye? Bu yaşına kadar henüz sadece birini kaybetti diye bu halde. On yaşında çocukluğu katledilseydi ne halde olacaktı? Ben zavallıyım, öyle mi?"

Murat, karşımda dikilmeyi bırakarak ayakkabılarının çıkardığı tok ses eşliğinde dört beş adım atıp odadaki aynanın önüne geldi. "Sana gelelim, Ilgaz Ateşoğlu. Benim orospu çocuğu babama karşılık, adam gibi adam olduğunu iddia ettiğin kusursuz baban. Yıllardır her lafında beni babamla vurmaya çalışıyorsun ya Ateşoğlu, hani onun öyle olması benim suçummuş gibi." Murat aynaya bakmayı kesip bedenini 180 derece döndürdü ve hiçbir şeyden korkusu olmayan kahvelerini odanın diğer ucundaki Ilgaz'ınkilere dikti. "Benim de annem kusursuzdu. Bir melek kadar kusursuz. Dünyanın en iyi annesiydi. Çocukları için ölümü bile göze alırdı, aldı da. Söylesene, senin annen de öyle miydi? Yıllardır benim babamdan konuştuğumuz yeter, azcık da annenden konuşalım. Ne dersin?"

"Ulan!" İlk tepki hemen yanımızdaki Doruk'tan geldi. Bir anda Murat'ın üzerine atladı fakat Murat, Doruk'un hamlesinden kurtulurken yüzünde aynı gülümseme vardı. "İşte gerçeklerin böyle de reddetmenize neden olan, sizi öfkelendiren bir yanı vardır. Asıl zavallılık budur. Sanırım Doruk, annen hakkındaki gerçeği biliyor. Ya diğerleri? O mükemmel adamı; eşini, oğlunu hiçe sayan anneni, onun yaptığı ihaneti neden gizliyorsun Ilgaz? Niye yalanların ardına gizleniyorsun? Ben yıllarca dünyanın en adi babasına karşılık mücadele verdim, acaba senin ölmüş annenin yaptıklarıyla yüzleşmeye birazcık bile cesaretin var mıydı? Hadi tekrar sorayım, kimmiş asıl zavallı?"

"Sensin, duydun mu beni? Sensin! İşte bu yüzden sensin! Kendinden başka kimseyi düşünmeyen bencil bir aciz olan sensin! Eğer birazcık adam olsaydın, karşındaki düşmanın dahi olsa bir insanı annesiyle vurmaya çalışmazdın. Bu kadarsın. Busun. Sana bela okumama bile gerek yok, senin en büyük cezan bu iğrenç ruhun zaten. Umarım günü geldiğinde o da cehennemde yanar."

Söylediklerimden sonra yaklaşık bir dakika kadar ses çıkmadı. Doruk hala öfkeden gerilmiş bedeni, yırtıcı bir hayvanı andıran tehditkâr yüzüyle Murat'a bakıyordu. Alpay tüm bu olup biten dramadan dolayı hoşnutsuz bir ifadeye sahipti. Serkan yana doğru eğdiği başıyla mimiksiz bir yüzle bize bakıyordu. Mete, Ilgaz'ın yanında son derece şaşkın bir şekilde dikiliyordu. Özge'nin yüzündeki dehşet ise henüz silinmemişti. Ilgaz'ın yüzündeki ifade ise... Kocaman bir boşluktu. Çokça bir şeyler sığdırabileceğiniz ya da tam aksine hiçbir şey sığdıramayacak kadar bomboş bir ifade.

Murat Atahan, az önce dediklerimden zerre etkilenmemiş görüntüsü çizerken odaya girdiğimizde gevşettiğini fark ettiğim kravatını ağır hareketlerle boğazına doğru iki eliyle ittirerek eski haline getirdi. Hepimize ruhsuz gözleriyle tek tek baktıktan sonra kapıya doğru ilerledi. Büyük bir söz söyledi. Hiç unutulmayacak büyük bir söz. "Cehennemin çanları benim için çaldığında eğer ki ben kaybetmişsem bu hikâyede bir kazanan da olmayacak. O gün geldiğinde bugünü de söylediklerinizi de beni nasıl kışkırttığınızı da hatırlayın. Şayet ki o gün ben kaybetmişsem, kimse kazanmamıştır."

***

Gömleğinin bir düğmesini daha açtıktan sonra masanın üzerindeki kristal bardağa ikinci içkiyi cam şişeden dökecek olduğunda gerginlikle dudaklarımı ıslattım. "Ilgaz, bir tane bu gece için yeter. Lütfen, ayakta dikilmeyi bırakıp yanıma gelir misin? Otur şuraya."

Beni duymazdan geldi. Gür kirpiklerinin çevrelediği gözkapaklarını kısa bir an kapatırken kalbimi hızlandıran, kusursuzluğun can bulduğu bir başyapıtı andıran yüzünde öfkenin, hüznün, çaresizliğin izlerini görür gibi oldum. Gözlerini açtığında tekrar bardağa içkiyi doldurmaya devam etti. Bardağı kavrayan geniş ellerindeki koyu yeşil damarların bile belirginleştiğini gördüm. Bardağı dudaklarına götürdüğünde omuzlarımdan dökülen saçlarımı elbisemin açıkta bıraktığı çıplak sırtıma attım ve oturduğum kanepeden ayağa kalktım.

Koca gece topuklu ayakkabılardan dolayı az da olsa ağrıyan çıplak ayaklarım halının üzerinden Ilgaz'a doğru ilerledi. Yanına geldiğimde sırtı bana dönüktü. Başını dikmiş, elindeki bardağı dudaklarına değdiriyordu. Sağ elimi yavaşça omzuna yerleştirdim, boynuna doğru kaydırdım. Diğer elimle elindeki bardağı kavradım ve elinden almak için hamle yaptım. "Bırak Arya," diyerek bardağı kendine doğru çekti.

Bu geceye göre aramızdaki boy farkı biraz daha artıp eski haline döndüğünden tam karşısına geçtiğimde başımı biraz kaldırmam gerekti. "İçmeni istemiyorum, benden daha mı önemli elindeki şu şey?" Yumuşak bir sesle konuştuğumda kirpiklerimin altından alevlerin dans ettiği gözlerine baktım. Ellerimi tekrar sımsıkı tuttuğu bardağa götürdüm ve gözlerinin içine bakmaya devam ederken usulca çektim. Bu kez itiraz etmedi ve bardağı bıraktı.

Bardağı, içki şişesinin olduğu hemen yanımızdaki konsolun üzerine yerleştirdikten sonra tekrar Ilgaz'a döndüm. Sağ elini avuçlarımın arasına aldığımda ellerinin ateş gibi sımsıcak olduğunu fark ettim. "Bu gece Beyza'da kalmayacak mıydın?" diye sorduğunda başımı sağ omzuma doğru eğip yüzümü astım. "Ne o benden sıkıldın ve şimdi de beni evinden mi kovuyorsun?"

O ruhumu emen otelden ayrılıp eve geldiğimizden beri soğuk ve gergin olan yüzünde ilk defa ufak bir gülümseme belirdi. "Seni kovabilmem mümkün mü? Hele de bana şöyle bakarken? Sadece az önce mutfakta Beyza ile konuştuğunu duymuştum, bu gece kötü olduğu için yanına gitmek istersin diye düşündüm."

"Buğra bu gece yanında kalıyormuş, onu yalnız bırakmak istememiş. Ayrıca sadece Beyza ile konuşmadım. Doruk aradı, senin nasıl olduğunu sordu. Bence o da bu gece yaptıklarından dolayı pişman oldu Ilgaz. Ne söylerse söylesin, senin için dünyayı yakar o. Tıpış tıpış evine de gitti işte. Yarın konuşun ve artık uzatmayın aranızdaki bu soğukluğu, olur mu?"

"Sınırı aştı ve ortalığı karıştırdı. Şimdi de pişman olmuş öyle mi? Sence de biraz geç kalmadı mı?" Ilgaz'ın yüzü tekrar eski sert, gergin ifadesine bürünürken elini avuçlarımın içinden kurtarıp odanın ortasına doğru adımladı.

"Tamam ben de kızgınım, bir yanım da hala kırgın ona. Dün ve bu akşam bizi hiçe saydı, üzdü, paramparça etti. Fakat bir anda adi bir komployla babasını kaybetti. İçindeki öfkenin acısını çıkaracak birilerini alıyor. Babasının katiline en yakın isim de Murat'tı. Her birimiz sevdiğimiz birinin ölümü karşısında değiştik, bir parçamızı öldürdük aslında. Daha her şey yeni sayılırken Doruk'tan kabullenip olgunluk beklemek de doğru değil. Elbette dün ve bugün yaptıkları için en önce senden özür dilemesi gerekiyor. Çünkü en çok seni hayal kırıklığına uğrattı."

Dediklerim karşısında Ilgaz konuşmadı. Bir süre salonun penceresinden dışarıyı izledi. Dünün yorgunluğu ayrıydı, bu gece yaşananların ağırlığı ise apayrıydı. Doruk ve Murat arasındaki gerilime şaşırırken bir anda düello yön değiştirmiş ve Murat ile Ilgaz arasındaki düşmanlık tekrar patlak vermişti. Sonra Özge ve Ilgaz kısa bir an yüzleşecek gibi olmuşlar fakat Murat Atahan yine bir şekilde buna müdahale etmişti. En son olarak Murat, Ilgaz'ın annesi hakkında konuşmuş, öfkesine yenilerek Ilgaz'ı en zayıf olduğu noktadan vurmuştu. Doruk bir yana, Murat bir yana biliyordum ki Ilgaz'ın gözlerine sinen hüznün nedeni annesiydi. Herkesin içinde annesini bir türlü affedemediği o olay karşına çıkmış ve bir kez daha bu durumun utançlığı altında ezilmişti. Halbuki annesi dahi olsa başkasının yaptığı bir yanlış yüzünden o utanmamalıydı.

Tabi sadece düşündüğü annesiyse... Aniden bu gece gerçekleşen başka bir olay doldu zihnimin kuytu mahzenlerine. Murat'ın, Onur hakkında söylediği o cümle.

"Seni asla Onur'u sevdiği gibi sevmeyecek, Ateşoğlu."

Bu cümlenin ağırlığı bir kez daha dokundu kalbime. Geçmişe döndüm o an. Onur'u ilk gördüğüm zamanı, ona âşık olduğumu ilk kez anladığım o anı, onu sevdiğimi söylediğim, ona şiir okuduğum o günü hepsini tek tek hatırladım. İnkâr edemem, kalbim yine acımıştı. Ama... Eskisi kadar acıtmıyordu artık. Nefes alamayacağımı düşündüğüm o upuzun gecelerde olduğu gibi katlanılmaz değildi artık sancılar. Yaşadığım o acıları düşünürken hala içimde bir yer sızım sızım sızlıyordu. Çok ağlamıştım beni sevmediği için, çok kalbim kırılmıştı ben ona kıyamazken o beni onlarca parçaya ayırdığı için. Çok sitem etmiştim Tanrı'ya onu benden aldığı için. Ama en çok da Onur'a. Beni ardında bırakıp ölüme yürüdüğü için.

İlk aşkımdı o benim. Saçma dahi olsa bir hatırası kalırdı ilk aşkın sizde. Ki saçma değildi. Onur Atahan'a duyduğum karşılıksız, saf, kırılgan aşk hiçbir zaman saçma olmamıştı. Tüm çocukluğumla, masumluğumla, en başından beri yarım bırakılmış benliğimle sevmiştim onu. Pişmanlık duymuyordum. Ona dair pişman olduğum bir şey varsa o da acabalardı. Acaba ölümüne engel olabilir miydim? Acaba bir şeyler başka olabilir miydi? Gerçekten yanında olabilsem o hala bu hayatta nefes alabilir miydi? Sonra avutmak istiyordum kendimi. Belki de öldüğünde bu dünyada bir türlü huzura eremeyen ruhu huzur bulmuştur diye. Buna inanmak istiyordum, bununla teselli buluyordum uzun zamandır. Eğer mümkünse, eğer bir yerlerden beni izliyorsa Ilgaz ile mutlu olduğumu görüp benim için mutlu olduğuna inanıyordum.

Aramızda ne geçerse geçsin, biliyordum o da bana kıyamazdı aslında. Belki benim gibi değildi ama o da sevmişti beni. Birbirimize sığınmıştık, birlikte kahkahalarımızla odalarımızı çınlatmıştık, onun omzunda ağlamıştım, o ıslanmış gözlerini kapayıp her defasında benim saçlarımın arasına yaslamıştı başını.

İşte o an fark ettim. İki yıldan sonra ilk defa onu anarken artık ona kızgın olmadığımı. Aklımda sadece buruk bir özlemle hatırladığım güzel anıların kaldığını. Onur Atahan'ı affettiğimi ilk kez o zaman anladım. Başka bir gerçeğin idrakını da tam manasıyla ilk kez o zaman yaşadım.

"Bir gün beni affedeceğini umuyorum Arya. İşte o gün başka birisini sevebileceksin."

Ilgaz Ateşoğlu. İlk aşkım değil belki ama beni tekrar aşka inandıran o adamın ta kendisi. Muhtemelen de son aşkım olarak kalacak kalbimde. Gözlerinde hem cehennemi hem de huzuru aynı anda taşımayı başarabilen sevgilim...

Onu ilk gördüğüm zamanı hatırladım, ona âşık olduğumu yavaş yavaş anlayıp kendime bile inkâr ettiğim o günlerin anıları doldu zihnime. Gülümsedim. Beni bu hayatta kimsenin mutlu edemediği kadar mutlu etmişti. Siyaha ait olan ruhuma beyaz umutlar vaat etmişti. Uzun zamandır görmezden geldiğim hala çocuk olan bir parçamla sevmiştim onu, tüm acılarıma rağmen sevmiştim, bitip tükenmek bilmeyen gözyaşlarımla...

Hem korkak yanımla sevmiştim onu hem de cesur. Hem kırılgan yanlarımla öpmüştüm dudaklarından hem de kimsenin olamayacağı kadar güçlü yanlarımla. Bazen küçücük sevgi kırıntısına bile muhtaç halimle sığındım kollarına, bazen de okyanuslardan bile büyük sevgimle onu uyuttum kollarımın arasında.

İlk kez bu gecede söyledim. Görünmez zannettiğimiz sınırın diğer tarafına geçtim, geleceği bir kez daha sorgulamadan. Yarın ne olur demedim, onu kaybeder miyim diye ziyan etmedim kendime o saniyeleri. Yıllar sonra ilk defa birine hiç korkmadan söyledim. Bu cümleyi ilk kez bu kadar mutlu hissederken döktüm dudaklarımın arasından.

Camın önünde dikilen bedenine yavaşça yaklaştığımda "Ilgaz," diye mırıldandım. Camda gördüğüm kusursuz yüzünün yansıması yavaşça bana dönerken aramızdaki mesafeyi kapatıp bir adım daha attım ve uçurum yeşillerimi, onun cehennem kızılı gözlerine mühürledim. Ne olacağını bilmememe rağmen yıllardan sonra ilk kez sınırın diğer tarafına geçtim ve elimi usulca yanağına koydum. Kalbimin gümbürtüsünü onun da duyduğuna emin olurken boşlukta sallanan elini yine de tam kalbimin üzerine yerleştirdim. Kocaman derin bir nefesin ardından söyledim.

"Seni seviyorum."

..

. Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz bakalım? Bundan sonra neler olur?

.Hikayenin son virajını artık aldık. Kurgunun başından beri merak edilen şeylerin bir kısmını açığa kavuştururken bir kısmını bilerek, kurgunun akışı gereği ertelemiştim. Finale kadar olan bu süreçte soru işaretlerini açıklığa kavuşturacağım, bir iki karakteri baz alan özel bölümler yazmayı da planlıyorum. İkisi şu anlık belli. O yüzden bu kısma en çok merak ettiğiniz karakteri ya da en merak ettiğiniz sırrı yazabilirsiniz.

Watty bir ara hikayeyi sildi, tekrar böyle bir şey olursa benimle alakalı olmadığını bilin. Bölüm de biraz o yüzden gecikti. Sözümü tutmak için olabildiğince hızlı yazmaya çalıştım. Cidden benim için önemli bölümlerden biri, düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Yorum yapmadan ve oy vermeden geçmeyin canlar. Bir aksilik olmadığı takdirde görüşmek üzere. 😚👋🏻

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro