43. BÖLÜM PART 1: "KARARLAR"
. Bölüm şarkıları: LP | Other People
Imany | You Will Never Know
. Multi: Özge - Murat - Ece
Not: 43. bölüm 2 parçaya bölünmüştür. Bölümün bu kısmı Murat, Ece, Özge odaklıdır. Bölümün ikinci kısmı Arya'dan devam edecektir, ayrıca bu bölüm ilahi bakış açısıyla yazılmıştır.
. Sevgili okuyucularım, bölüm olmuş 43, hikayenin çoğu gitmiş azı kalmış. Siz hala oy vermeyi sakınıyorsunuz ve inatla da yorum yapmıyorsunuz. Neden? 42. bölümde oylar daha da azaldı ve neredeyse kimse yorum yapmadı. Ne zaman yorum yapacaksınız, finalde mi? Beni üzüyorsunuz gerçekten. Hikaye 100K okunmayı geçti uzun zamandan sonra, ama hala oy ve yorum konusunda bir düzen oturmadı. Hatta belli bir okuyucu bir kitlesi var mı ondan da emin değilim, yorum yapmadığınız için. Bu bölüm de geçen bölüm gibi olursa muhtemelen yine devam edip etmeme tereddüdü yaşayacağım, şurada kalmış on küsür bölüm lütfen artık oy ve yorum konusunda biraz daha cömert olun, hayalet okuyucu olmaktan çıkın. Sizden ricam bu. Bu bölüm için 100 oy sınırı koyuyorum, bundan çok daha fazla kişi okuyor çünkü. Oydan ziyade yorum sayısını da dikkate alacağımı belirteyim, çünkü benim merak ettiğim düşünceleriniz. O yüzden, lütfen bu ve sonraki gelecek bölümlerde benden desteğinizi esirgemeyin. Her bölüm bunu gündeme getirmek istemiyorum çünkü. Çok fazla bir şey kalmadı zaten. Varlığınızı hissettirin olur mu? Bugünlerde buna gerçekten ihtiyacım var.
Keyifli okumalar ♥️
43. BÖLÜM PART 1: "KARARLAR"
Piyanonun tuşlarında gezdirirken elini, bakışlarını da ara sıra cama vuran sakin, telaşsız yağmur damlalarına çeviriyordu. Muhtemelen kısa sürecek bir yaz yağmuruydu fakat buna rağmen onu tedirgin etmişti. Yağmurdan nefret ediyordu. Ona anımsattıklarından da, içine doldurduğu huzursuzluktan, acıdan da nefret ediyordu. Bu yüzden piyanonun tuşlarındaki parmakları gerilmişti ve şimdi tuşlara daha sert ve daha öfkeli bir şekilde bastırıyordu. Korkularını, yalnızlığını, çaresizliğini ve bunların onda yarattığı öfkenin hıncını piyanodan çıkarıyordu. Küçük bir çocukken de gök gürültüsü ile yağan sağanak yağmurlar onu hep ürkütür ve tedirgin ederdi. O gün aklına düştüğünde, dudaklarında acı bir gülüş belirdi. Sağ elinin parmaklarını bu kez daha nazik bir biçimde tuşlara dokundurdu. Annesini hatırlamıştı.
"Anne!" diyerek inmişti merdivenlerden koşarcasına. Sol elinde tuttuğu çizgi romanı nasıl sıktığının farkında olmasa bile çizgi romanın kapağı çoktan bükülmüştü. Dışarıdan duyulan, adeta evin içine düşecekmiş gibi yüksek sesle çakan şimşekler küçük yüreğini sıkıştırmıştı. Odasının camına vuran iri ve şiddetli yağmur damlaları onu uyandırmıştı, ardından da gökyüzünü yararcasına çakan o mor şimşekler kulaklarının uğuldamasına neden olmuştu. Yorganın altında saklanmakla korkusunun azalmayacağını anladığında annesinin yanına gitmek istemişti. Ona kalsa, daha uyanır uyanmaz giderdi annesinin odasına ama babasının uyanıp bir gök gürültüsünden mi korktun, diye onu azarlayıp ona bağırmasından da korkmuştu.
Fakat çakan şimşeklerin onda yarattığı korku ağır basınca, yorganı üzerinden atmış ve annesinin odasına koşturmuştu. Babasının uyanmamasını dileyerek terleyen sağ eliyle odalarının kapısını aralarken, diğer eliyle annesinin ona okuması için yanında getirdiği çizgi romanı tutuyordu.
Yatakları bomboştu. Babası bazı geceler eve gelmiyordu, bu alışkın olduğu bir şeydi. Ama annesi... O neredeydi ki? Bu kocaman evde, gökyüzünü parçalayan o sağır edici gürültüler duyulurken tek başına mıydı yani?
"Anne!" Merdivenleri inmeyi bitirdiğinde kocaman salona doğru hızlıca koşturdu. Annesini koltuklarda da göremeyince bu kez katlanılmaz korku tüm bedenini ele geçirdi. Siyah kirpiklerini ıslatan yaşları hissettiğinde elini gözlerine götürdü. "Murat?" Annesinin şaşkın çıkan sesini salonun diğer tarafından duyduğunda başını telaşla o tarafa çevirdi. Karanlıkta annesinin piyanonun başında oturduğunu ilk baş fark edememişti. Annesine doğru koşturduğunda, annesi de piyanonun önündeki küçük tabureden ayaklanmıştı. Kollarını boyundan dolayı sadece annesinin bacaklarına sarabildiğinde Oya Atahan onun boyunun hizasında, dizlerini kırarak eğildi ve kollarını oğlunun küçük bedenine sardı. "Neyin var bebeğim? Gök gürültüsünden mi korktun?"
"E-evet. Yanına gelmek istedim ama odada kimse yoktu. Gittin sandım."
"O da ne demek?" diyerek oğlunu tamamen kucakladı ve onunla beraber piyanonun önündeki koltuğa oturdu. Murat, annesinin dizlerinin üzerine yerleştirdiğinde, başını da genç kadının göğsünün üzerine yasladı. İşte şimdi rahatlamış hissediyordu, korkuları yok olmuştu. "Seni almadan bir yere gider miyim hiç? Sadece ben de şu ürkütücü şimşeklere uyandım ve uykum dağıldı. Sonra sen uyandın mı diye odana geldim, baktım ki benim güzel oğlum uyanmamış, mışıl mışıl uyuyor. Ben de aşağıya indim su içmeye, sonra da burada oturup kaldım işte."
Murat annesinin sesinin pürüzlü çıktığını fark ettiğinde başını kaldırıp bakışlarını yüzüne çevirdi. "Neden ağladın?" diye sorduktan sonra uzanıp ince parmaklarıyla annesinin gözlerinin altındaki ıslaklığı sildi.
"Ağlamadım. Hem karanlıkta ağladığımı göremezsin ki." Oya Atahan neşeli ve şakacı bir ifadeyle konuştuğunda bile aslında oğlunu kandıramayacağını biliyordu. "Sesinden anladım." Diye konuştuktan sonra ekledi. "Babam yüzünden mi ağlıyorsun? Bu sabah sana vurdu diye?"
"Hayır, ağladığım falan yok. O kadar fazla esnedim ki, gözlerim yaşarmış olmalı. Benim çok uykum geldi." Oğlunun elinde tuttuğu çizgi romanı kendi eline alıp gülümsedikten sonra konuşmaya devam etti. "Senin de uykunun geri gelmesi için annen sana kitap okuyacak, sonra biz bu çakan şimşekleri duymayacağız, çünkü birlikte uyuyacağız, korkmayacağız hiç, anlaştık mı?" Parmağının ucuyla oğlunun burnuna dokundu ve alnına dökülen siyah saçlarını özenle geriye doğru yatırdı.
"Anlaştık." Diyerek annesini onayladıktan sonra kucağında biraz eğilip önündeki piyanonun tuşlarına işaret parmağını dokundurdu, çıkan ses hoşuna gitmişti. "Anne, bana da piyano çalmayı öğretir misin? Bir sürü tuşu var, çok zora benziyor ama ben de senin gibi çalmak istiyorum. Belki o zaman babam artık beceriksiz olduğumu düşünmez hem?"
Murat başını eğdiğinden annesinin yüzünde beliren o acı dolu, bir yandan da öfkeli ifadeyi görememişti. Kendisine, oğluna yaşattığı her şey için o adamdan nefret ediyordu. Layık olduğu bir şekilde, acı içinde kıvranarak öleceği günün gelmesini bekliyordu. Çünkü o nefes aldığı müddetçe hem kendisine hem de Murat'a bu hayatta huzur yoktu.
"Sen beceriksiz falan değilsin, duydun mu beni? Benim oğlum herkesten çok daha yetenekli. Eminim ki yaptığı her şeyde en iyisi olacak ve annesi de her zaman onunla gurur duyacak. Ayrıca, tabi ki sana piyano çalmayı öğretirim, bak göreceksin çabucak öğreneceksin."
Murat başını kaldırdıktan sonra içinin mutluluk ve güvenle dolduğunu, kalbinin kocaman olduğunu hissetmişti. Kollarını annesinin boynuna doladıktan sonra başını onun omzuna yasladı ve bir söz verdi annesine o gün. O sözü tutabileceğine her şeyden daha çok inanmıştı. "Benimle hep gurur duyacaksın anne, söz veriyorum. Herkesin hayran olacağı büyük adamlardan olacağım. Büyüdüğümde, kocaman bir adam olduğumda da babama gününü göstereceğim, seni ağlatmasının hesabını soracağım ona, söz veriyorum, yapacağım."
"Ama kimse bana... Kimse bu kadar yalnız kalacağımı söylememişti. Beni bıraktın anne, beni tam olarak o cehennemin ortasında bir başıma bıraktın. Yalnız beni değil, doğurmak için inat ettiğin o bebeği de bıraktın. Hadi o kendi acılarına son verip kurtardı kendini. Peki, ben ne yapacağım? Söylesene, ben ne yapacağım?!" Piyanonun kapağını hızla kapattığında çıkan gürültülü ses bile öfkesini dindirmemişti. Bedeninde toplanan yakıcı öfkenin hiddetiyle elini, piyanonun kapağına geçirdiğinde ne içindeki öfkeden ne de ona eşlik eden acıdan kurtulabilmişti. Derin solukları eşliğinde kendini sakinleştirmek adına kollarını piyanonun kapağının üzerine koyduktan sonra başını da kollarına yasladı.
Bugün, Murat Atahan'ın miladı olmalıydı. Uğradığı ihanetin ardından, nezarette geçirdiği onca günün ardından, üzerine atılan iftiranın suçlamalarından kurtulduktan sonra en başından beri hak ettiği başkanlığı elde etmişti. Kazanmıştı ama neden kazanmış gibi hissetmiyordu?
Sebebini biliyordu elbette. Ama bunu kabullenecek olmak onu tekrar eskisi gibi güçsüz hissettirecekti. Öylesi bir cehennemden sağ çıkmıştı, babası gibi lanet bir adama rağmen bugünlere gelip daima mücadele etmişti. Kimseye boyun eğmemiş, kimsenin önünde eğilmemişti. Atahan ismini de şirketlerini de babasının başardığından bile daha iyi yerlere getirmişti, hem de bu kadar kısa sürede. Her şeyi başarabilmişti de bir tek mutlu olmayı becerememişti. Gerçek manada onun mutluluğunu paylaşabilecek kimsesi yoktu, en güvendiği adamlarından birinin ihanetine uğraması yetmezmiş gibi bir de Ece...
Başını piyanodan kaldırdığında taburenin üst kısmına koyduğu viski bardağını uzanıp aldı, ardından da tek seferde boğazından aşağı serbest bıraktı. Bardağı az önceki yerine geri bıraktıktan sonra kapının çalma sesini, çalışanın da birkaç saniye sonra kapıyı açtığını duydu. Başını geriye yatırıp derin bir nefes verdi ve omzunun üzerinden salonun girişine baktı. Ece'nin topuklu ayakkabılarının çıkardığı o keskin ses ondan önce varlığının habercisiydi. "İçmeye erken başlamışsın," diyerek salonun ortasına ilerlerken ses tonu alaycı sayılırdı.
"Öyle oldu," diyerek kadife tabureden ayaklandığında tutulmuş olan boynunu kısaca ovuşturdu. Salonun ortasında dikilmiş Ece'nin yanına ilerlemeden önce duraksadı ve genç kadını baştan aşağı süzdü.
Siyah tayt ve mavi büstiyerin üzerine geçirdiği siyah kısa ceketle her zamanki gibi bakanın bir daha bakmasını sağlayacak derecede çekici ve güzeldi. Siyah, neredeyse beline kadar uzanan saçları dalgalandırılmıştı ve az biraz da ıslanmışlardı. Tenine yakışan o kırmızı ruj vardı yine dudaklarında. Her zaman kullandığı o keskin parfümü odanın içini doldurmuştu. Sadece birkaç gün öncesinde çok sevdiği birini kaybetmiş, acı çeken bir kadının ifadesinden uzaktı. Gözleri dipsiz bir karanlığı andırsa da alaycı, soğuk ifadesi çektiği acıyı maskeliyordu. Murat, onun ne olursa olsun her zaman güçlü duruşunu takdir etmişti.
Murat odanın ortasına, ona doğru yürümeye devam ettiğinde Ece umursamaz bir ifadeyle bakışlarını pencereye çevirdi. Kararını, bir mesaj ile haber verse de Murat yüz yüze konuşmaları gerektiğini söylemiş, birkaç gün kafasını dinledikten sonra yanlış yaptığını göreceğini söylemişti. Buraya, son kez onun ayağına gelmişti. Kararından dönmeyeceğini, onun karşısında aciz olmadığını, gözlerine bakarak da kararını söyleyebileceğini görsün istemişti.
Tam olarak ezberlediği cümleleri söyleyecekti ki Murat tam karşısında durduğunda hiç beklemediği bir soru sordu. "Nasılsın?"
Duyduğu cümle yüzündeki umursamaz, soğukkanlı ifadeyi siliverdi. Birkaç saniye şaşkınlıkla Murat'ın gözlerinin içine bakma hatasında bulundu. O gözlere ne zaman baksa verdiği tüm kararları bozuyordu ve yine en başa, hep en başa dönüyordu. Ama bu kez daha kararlıydı. Stevan'ı kaybetmişti, ailesi gibi gördüğü belki de geriye kalan son insanı kaybetmişti. Hiçbir şey olmamış gibi devam edemezdi.
"Gerçekten nasıl olduğumu merak mı ediyorsun?" Gözlerini, onun gözlerinden ayırıp arkasındaki bir noktaya sabitledi. Ciğerlerine nüfuz eden Murat'a ait kokudan kendini sıyırabilmeyi, onu yok sayabilmeyi diledi. Ona bakmadan konuşmak daha kolaydı. Murat'a inanmıyordu. Hayatı boyunca gerçekten nasıl hissettiğini soran olmamıştı. Öz annesi de dâhildi buna. Stevan ile ayrı düştükleri noktalar, zaman zaman uzaklaştıkları olaylar olmuştu ama her şeye rağmen ne yaşarsalar yaşasınlar her daim birbirlerinin arkasını kollamışlar, birbirlerine sahip çıkmışlardı o yetimhane günlerinden beri. Şimdi ise onu tek umursayan insanı da kaybetmişti ve Sevgili Murat Bey nasılsın diye mi soruyordu?
"Gerçekten merak ettiğin şeyleri sor bana. Bırak nasıl olduğumu falan. İkimiz de biliyoruz ki neden istifa ettiğimi sormak istiyorsun ve anladığım kadarıyla derdin de beni vazgeçirmek."
"Evet, bunu da merak ediyorum çünkü böyle bir saçmalığa inanmıyorum. Böyle mantıksız bir karar verdiğine göre tüm bu yaşananlardan çok fazla etkilenmişsin. Ve evet gerçekten nasıl olduğunu merak ediyorum! Çünkü o aptal, hain herif yüzünden beni de kendini de cezalandırıyorsun! Gör şunu, o kendi sonunu kendi elleriyle yazdı. Başka suçlu aramaya son ver artık."
"Başka suçlu aramama gerek yok! O, senin yüzünden öldü! Benim yüzümden öldü! O Arya denilen kız kaçmasaydı, Alpay, Arya'yı korumak için öyle bir hamle yapmasaydı, sen tüm adamları kendine çevirmemiş olsaydın şu an nefes alıyor olabilirdi. Stevan'ın o otelden Arya'yı rehin alarak çıkma şansı vardı. Hala hayatta olabilirdi! Kaçak ya da bana kin ve nefret besleyerek önemi yok, hala yaşayabilirdi! Öleceğini biliyordun, değil mi? Onu kaçırmak için bana şans verdiğinde bile sen Stevan'ın sonunun ne olacağını biliyordun!"
Ece o günü tekrar yaşıyormuş gibi hissettiğinde bir an nefes alamadığını hissetti. Sanki tekrar tekrar Stevan'a onunla gelmesi için yalvarıyordu, tekrar tekrar vurulduktan sonra kana bulanmış bedeninin yere düşüşünü izliyordu. Defalarca o ceset torbasının fermuarı çekiliyordu ve her defasında yine hiçbir şey yapamıyordu. "Sana güvendim ben. Bu meseleyi bana bırakmanı istedim, onca yıllık sadakatime, senin için yaptığım her şeye karşılık istediğim sadece buydu! Stevan'ının yaşamasına izin vermen. Sadece bu. Sen ise Alpay'ı ve o sümsük herifi organize edip olayları kontrol altında tuttun!"
"İyi ki de yaptım! Aptal mısın sen? Ben sana o şansı verdim Ece! Başarabilirsen kaçırman için o şansı verdim sana zaten, onu seninle gelmeye ikna edemeyen sendin! Tabi ki Stevan'ın kaçmasına izin vermeyecektim o garajdan. Ben nezaretten çıkana kadar Alpay onu bir yerde saklayacaktı. Onu öldürmeyecektim evet, sırf senin hatrına. Ama bu bana yaptığının bedelini ödemeyeceği, elini kolunu sallayarak kaçıp gidebileceği anlamına gelmiyordu. Bu ilk seçenekti ama içten içe Stevan'ın seninle gelmeyeceğini biliyordum. Çünkü beni biraz tanıyorsa peşini bırakmayacağımı bilirdi. Ama polislerin karşısına çıkabilecek kadar aptaldı, Ilgaz'ı vurduğunda tabi ki vurulacaktı. Kaybettiğini anladı ve hırsı uğruna vurdu Ilgaz'ı. Kabul et ya da etme sen de biliyorsun ki Stevan'ın ölümünden tek suçlu kişi kendisi."
"Polisler vurmasaydı sapasağlam onu tutuklamalarına izin verir miydin?" diye sorduğunda cevabı kendisi de biliyordu aslında. Ve Murat'ın sırf kendine bir şey olmasın diye tek bir ihaneti yüzünden Stevan'ı harcayabilmesini affedemiyordu. Günü geldiğinde aynısını kendine yapmayacağı ne malumdu?
"Stevan sadece kendini değil, seni de yakacaktı. Kanıtlayabilir miydi bilmiyorum ama bazı şeyler için beni de yakabilirdi. Fakat tren suikastını planlayanın sen olduğunu ötecekti Ece, önce bir bunu kabullen. Onun için kendini perişan ediyorsun, beni karşına alıyorsun ama o seni çok öncesinden sattı. Ilgaz'a, seçim öncesi suikastın arkasında senin olduğu haberini uçuran o. Dost dediğin, aile yerine koyduğun o herifin ihanetini gör önce. O yalnızca bana ihanet etmedi, o seni de gözden çıkarmıştı."
Gözlerine dolmak için inat eden o yaşları büyük bir gayretle geriye gönderdi. Onu acıtan duygulara kilit vurmayı, yok saymayı öğrendiği yıllar öncesi gibi. "Çünkü onun yanında olmadım! Ona değil, sana inandım hep. Belki de hak ettim, bu ihaneti. Önemi yok. Kasıtlı olarak beni satacak biri değildi Stevan, o noktaya gelmesinde benim de payım vardı. Üstelik daha çocukken öz annen, üvey babanın sana olan tacizlerine ses çıkarmamışsa öyle her ihanette yıkılmıyorsun kolay kolay. Stevan, hayatımdaki tüm herkesle kıyasladığımda yine de bana en fazla değeri veren kişiydi. Onu affettim ben."
Murat, Ece'nin cümlelerindeki imayı fark edebilmişti. Elini, alnına götürüp yerleşen ağrıyı dağıtmak istercesine ovuşturdu. Gözlerini, genç kadının gözlerine çevirdiğinde elini alnından çekip onun yanağına uzattı ve nazikçe dokundu. Ece bu ufacık dokunuşla bile irkilirken çoğu zaman hissedemediği kalbinin ritimleri yine inanılmaz bir tempo tutturmuştu. "Sana değer vermediğimi ima ediyorsun yine. Ama şunu unutuyorsun, Stevan çıkarına ters düştüğünde seni gözden çıkardı. Ama ben, başına buyruk hareket ettiğin zamanlarda bile seni gözden çıkarmadım. Seni umursamayıp tehlikeye attığım tek bir an söyleyemezsin bana. Stevan değil, Alpay değil, o, bu değil en güvendiğim hep sendin. En yakınımda tuttuğum hep sendin."
Ece büyük bir dirayet örneği sergileyerek Murat'ın elini yüzünden çekti. Duygularını kullanarak mı kalmasını sağlayacaktı yanında? Zayıf yanını, kalbini mi ikna edecekti böyle yaparak? Artık böyle olmasına izin vermeyecekti. "Evet, çünkü biliyordun, sana olan hislerim yüzünden senin için her şeyi yapabileceğimi biliyordun. Diğerleri gibi daha fazla statünün peşinde, paranın peşinde olmadığımı biliyordun. Çıkarına düşen bir değer vermeydi, işlerin için."
Murat başını yan yatırıp gözlerini devirirken gerçekten yorulduğunu hissetti. Günlerdir uykusuzdu, yapmadığı bir şey yüzünden günlerce nezarette kalmıştı, tüm düşmanlarına gün doğmuştu ve şimdi kuşkusuz en çok güvendiği kişinin saçma sapan düşünceleri yüzünden istifa edeceğini, daha da önemlisi ona sırtını döneceğini öğreniyordu. İşte sırf bu yüzden profesyonelliğe, iş ilişkisine duyguların karışmasını hep yanlış bulmuştu.
"Sakın, aşmaman gereken sınırları aşma. Özge ile yarış yapabilecek kulvarda değilsin! Bunlar senin sözlerindi Murat, hatırlıyor musun? Hatta Arya'nın önünde söyledin bu lafları sen bana, hiç düşünmeden beni aşağılarken, yerin dibine sokarken de değer veriyor muydun bana?"
Murat hatırladığı cümlelerle anında yüzünü buruşturdu, gözlerinde beliren pişmanlık oldukça gerçekti. Keşke söylediklerini geri almanın, unutturabilmenin bir yolu olabilseydi ama bir kadının kalbini kırdığınızda tam olarak hiçbir zaman unutmuyordu yaşanılanları. Murat bunu bizzat tecrübe etmişti. "Özür diledim, o gün kendimde değildim söyledim sana alkollüydüm."
Ece'nin kalbi o gün o kadar kırılmış, o kadar aşağılanmıştı ki Murat'ın dilediği o kuru özrün onun için çok da bir önemi yoktu. Onu defalarca rezil eden o kadınken onunla böyle kıyaslanması kalbinde hiç geçmeyecek bir yara açmıştı. Konuşmaya devam ettiğinde sesindeki ıstırap fark ediliyordu. "Özge ile yarış yapacak kulvarda değilmişim, ha? On gün parmaklıkların ardında kaldığında seni oradan çıkarmak için kim çırpındı? Ben mi, Özge mi? Seni bir kez görmeye bile gelmedi! Yanında biricik nişanlın yoktu Murat. Ama eski sevgilisi vurulur vurulmaz soluğu hastanede almış, tabi sen zaten biliyorsundur bunu." Murat'ın bakışlarındaki öfkeyi fark ettiğinde bildiğine emin oldu.
"Gazetelere manşet olmanın baş sorumlusu kimdi, peki? Seni rezil eden kimdi? Ilgaz'ın gece kulübüne gidip seni çıldırtan nişanlın değil miydi? Hani şu asla onunla yarışamayacağım kulvarda olan? Haklısın, değilim de. Seni sevmediği halde yüzüğü parmağından çıkaracak cesareti bulamayan bir kadınla yarışamam, onun yerine beni sevmeyen birini bırakabilirim ancak. Sen de her zaman dediğin gibi daha profesyonel bir Baş Danışman bulursun kendine."
Duraksadı ve başını kaldırıp Murat'ın gözlerinin içine baktı. Onu ateşiyle kül eden tüm duyguları gözlerinde biriktirdi ve tuhaftır ama bir kez daha anlamasını istedi aşkını. Kimse onu, Ece'nin sevdiği gibi sevemezdi, sevemeyecekti de. Birlikte tamamlanıyorlardı, Murat bunu nasıl fark etmezdi? Aklından geçenleri dile getirmek yerine bambaşka şeyler söyledi o an. Konuştuğunda sesi pürüzlü çıkmıştı, yaşadığı kalp ağrısının her sancısı ses tonuna yansımıştı.
"Ayrıca Özge seni hak etmiyor olabilir ama sen tam olarak onun gibi bir kadını hak ediyorsun Murat. İkimiz de yaptıklarımızın kefaretini ödüyoruz bir şekilde, senin en büyük cezan ise yalnızlığın olacak. Tekrar idrak et diye söylüyorum, işe geri dönmeyeceğim. Şimdiden yerime birini bakmaya başlasan iyi edersin, elbet daha iyisini bile bulacaksındır, doldurulmayacak bir boşluk değil."
Ece, arkasını dönüp yürümeye başladığında Murat da arkasından birkaç adım attı. Elini, genç kadının bileğine nazikçe sardı ve bedenini yavaşça kendine doğru çevirdi. Konuştuğunda nefesini tüm bedeninde, dudaklarında hissediyordu Ece ve bu bile onu sersemletmeye yetmişti.
"Yaşananlar seni yıprattı, anlıyorum. Seni kırdığım zamanlar oldu onu da biliyorum, telafi edemem." Diğer elinin parmaklarını gözlerinin altına yerleştirdi ve ıslaklığı yavaşça sildi. "Ağlamanı istemiyorum, hiç istemedim."
"Ağlamıyorum." Diyerek reddettikten sonra bir an onun elini tekrar kendinden uzaklaştırmak istese de haftalardır ilk kez bu kadar iyi hissetmişti ve şu an dünya üzerindeki her andan, her şeyden daha doğru hissettiriyordu bu an. Tekrar, tekrar her şeyden vazgeçebileceği kadar güzeldi.
"Sesin çatallaşmaya başladı, ağlamak üzeresin. Bu kapıdan çıkar çıkmaz da ağlayacaksın. Annem de böyle yapardı, ağladığını anlamayayım diye hep gizli saklı ağlardı. Babama, annemin gözyaşlarının sebebi olduğu için hiç geçmeyecek bir kin duydum hep. Şimdi senin gözyaşlarının sebebi olduğumu bilmek, kendimden de nefret etmeme neden oluyor tekrar tekrar."
"İş konusunda senden daha iyisini bulamayacağımı biliyorsun çünkü kimseye sana güvendiğim kadar güvenemem. Ama yanımda olmana hep ihtiyacım var, bu sadece iş anlamında da değil. Parmaklıkların ardındayken bana güç veren ve beni ayakta tutan kişi sendin, farkındayım. Söylediğin her şey kadar söylemediklerinin de farkındayım." Dudaklarını genç kadının yanağına bastırdıktan sonra geri çekildi, daha fazlasını yapmadı çünkü bu böyle bir zamanda yanlış olacaktı. Parmağındaki yüzük artık onun için pek bir anlam ifade etmese de çıkana kadar, Ece'yi beklenti içerisine sokmak ve onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu.
"Duygularını görmezden gelmedim, sadece başka bir kadınla nişanlıyken eğer aramızdaki başlayacak olan şey devam etseydi bundan en çok sen zarar görecektin. Ayrıca, Özge ile aramızda ne olursa olsun, bu sadece benim meselem ve buna karışmanı istemedim. İleride Özge'nin annesi hoşuna gitmeyecek bir durum olduğunda direkt senin benim metresim olduğun yönünde saçma sapan şeyler yayacak ortalığa. Bu doğru değil ve senin bu şekilde anılmana asla izin vermem. Üç kuruşluk insanların dilinde duygularının da kalbinin de incinmesine göz yumamam."
Ece onun söylediklerine o kadar çok inanmak istiyordu ki ama biliyordu doğru değildi. Murat tüm bunları o giderken söylüyordu, şimdi mi aklı başına gelmişti? "Sana inanmıyorum, seni bırakmayayım diye bunları söylüyorsun." Ece geriye çekildiğinde kurumuş olan dudaklarını birbirine bastırdı ve Murat'ın üzerinde bıraktığı etkiden kurtulmak istercesine ellerini yüzüne kapadı, şakaklarını ovuşturdu. "Stevan öldü ve ben hiçbir şey olmamış gibi devam edemem. Senin de payını görmezden gelemem Murat. Hiçbir zaman sana zarar vermeyeceğim belki ama bu yanında duracağım anlamına da gelmiyor. Sonra Alexander var. Ortalık cehennem yerine döndü ve hiçbir şeyden zarar görmeden devam ediyor hayatına." Son kelimesinde alaycı bir ifadeyle vurgu yaptı ve devam etti. "Stevan öldü, acaba umurunda bile oldu mu? Allah bilir sevinmiştir bile buna! En büyük hain oyken ona neden bedelini ödetmedin? Artık merak da etmiyorum çünkü kendim halledeceğim her şeyi bundan sonra. Herkes yaptıklarının bedelini ödeyecek, ödeteceğim."
"Alex mevzusunu ben halledeceğim dedim sana, sakın saçma sapan şeyler yapma. Her şeyi eline yüzüne bulaştırırsın, Ece sakın!"
"Ben de Stevan için senden bunu istemiştim ama arkamdan iş çevirmekte bir sakınca görmedin. Artık senden emir almıyorum Murat, bu işte tek başımayım."
Murat tekrar gitmek için yeltenen Ece'nin kolunu kavrayacaktı ki o sırada açılan dış kapıdan içeri giren kişiye bakışları çevrildiğinde bunu yapmaktan vazgeçti. Ece de başını birkaç merdivenin yukarısında dikilen kişiye çevirdiğinde gözlerini devirmesine engel olamamıştı. Üzerindeki zeytin yeşili desenli elbisesinin kuşağında birleştirdiği elleriyle zarif bir görüntü çizen Özge, kahverengi, dalgalı saçlarını geriye attı. Bir elinde tuttuğu koyu mavi şemsiyesini kapayıp Murat'ın çalışanına uzattı. Topuklu ayakkabılarıyla gayet rahat bir ifadeyle yanlarına yürürken yüzü her zamanki gibi soğuk ve ifadesizdi. "Önemli bir konuşmayı böldüm sanırım?" dedi nişanlısı ve onun sürekli etrafında gezinen sözde danışmanına.
"Bitirmiştik, aslında. Bir şeyi bölmedin, rahat ol." Ece, onu tepeden tırnağa süzdükten sonra aşağılayıcı bakışlarını onun donuk kahverengi gözlerine çivilemeyi ihmal etmedi. Kraliyet ailesinden fırlamışçasına giyinen, abartılı bir şekilde çoğu zaman sakin, donuk ve ruhsuz olan bu şımarık kızdan her zaman nefret etmişti. Murat'ın onda ne bulduğunu hiçbir zaman anlamamıştı, anlamayacaktı da. Murat'ın yanında küçük bir kız çocuğundan farkı yoktu.
Özge dondurucu kadar soğuk bakışlarını aynı şekilde Ece'nin üzerinde gezdirirken sahte bir şekilde gülümsedi, pembe dudakları düz bir çizgi halini almıştı. "Güzel o halde. Tutmayalım biz seni, güle güle."
Murat, iki kadının arasındaki soğuk rüzgârları hissettiğinde ve iğneleyici lafları işittiğinde bir kez daha alnını ovuştururken buldu kendini. Hadi Ece'yi anlıyordu, kendisine âşıktı ve bu yüzden haliyle nişanlısından nefret ediyordu. Özge, Murat'ı zerre umursamazken, Ece ile ne alıp veremediği vardı gerçekten?
"Ece, tekrar konuşacağız. Söylediklerimi düşün lütfen. " dedi nişanlısını yok sayarak. Böylelikle ikisi arasındaki gerginliği de dağıtabileceğini düşünmüştü.
Ece, Murat'ın söylediğiyle ilgilenmedi, bakışları hala Özge'nin üzerindeydi. Az önce kibarca onu kovmaya çalışan bu kızın, o ruhsuz suratını darmadağın edebilirdi ama onun yerine gayet de anlamlı bir soru sordu. "Aa şey, gitmeden önce merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum. Ilgaz'ın durumu nasıl? Toparlamış mı kendini? Onu ziyaretlere gittiğine göre, haberin vardır diye düşündüm. İyidir inşallah?"
Özge'nin ifadesiz yüzünün gerildiğini ve kahvelerinde paniğin belirdiğini görünce zafer kazanmış bir edayla gülümsedi. Dümdüz bir ifadeyle bakan Murat'a gözleri iliştiğinde Murat çoktan piyanoya doğru yürümeye başlamıştı. İkilinin gündemini buna çektiği için pişman değildi. Şimdi birbirlerini yemeleri için onları baş başa bırakmakta bir sakınca görmüyordu. İnce, uzun, siyah topukluları kapıdan çıktığının habercisi iken Murat başını çevirip bir daha bakmadı. Piyanonun üzerindeki bardağını alıp üzerinde viski şişesinin bulunduğu geniş sehpaya doğru ilerledi. Sakin ve bir o kadar da bıkkın bir ifadeyle elindeki bardağa viski doldururken, Özge tereddütlü bir ifadeyle onu izliyordu.
"Düşündüğün gibi değil," dedi telaşını kontrol etmeye çalışırken. Ellerini elbisesinin kuşağına götürdüğünde tedirgin bir ifadeyle oynamaya başladı, gülkurusu rengine boyanmış dudaklarını ağzının içine yuvarladıktan sonra konuşmaya devam etti. "Ilgaz'ı görmedim, hastanede yanına gitmedim. Sadece kapıda Arya'yı gördüm, ona sordum, bu kadar."
"Öyle mi? Şimdi her şey değişti işte." Dedi alaycı ve buz gibi bir sesle Murat. Cam şişeyi sehpaya geri koydu, elinde sıktığını fark ettiği bardağı dudaklarına götürdü. Önce büyük bir yudum aldı, ardından tüm bardağı bir dikişte kafasına dikti. Daha fazla içmemeliydi, içki tüm sakinliğini ve kontrolünü yitirmesine neden oluyordu. "Korkun yatıştı mı bari biricik aşkının iyi olduğunu öğrendiğinde? Merak etme, dokuz kere vurulsa dokuzunda da ölmez o. Geri zekâlı Stevan, bari giderayak bir şeyi becerseydi şaşardım."
"Buna kuşkusuz en çok sen sevinirdin."
"En çok da sen üzülürdün, aşkım." Aşkım kelimelisini iğneli ve tiksinir gibi bir ifadeyle söyledi. Koltuğa doğru ilerlediğinde kendini hiç olmadığı kadar yorgun hissediyordu. Burada, nişanlısıyla, muhtemelen karısı olacak kadınla bunları tartışıyor olmak bile gereksiz geliyordu. Nezarette kaldığı günler boyunca her şeyi düşünecek, idrak edecek, anlayacak kadar çok yalnız kalmıştı kendisiyle. Oraya girdiği adamla bile aynı kişiymiş gibi hissetmiyordu artık kendini. Bir şeyler değişmişti, bir şeyler artık geri döndürülmeyecek biçimde değişmişti. Aslında Murat tam olarak ne istediğini de bilmiyordu artık, sanki dipsiz bir uçurumdan aşağı bakıyordu ve ilk defa sonunu kestiremiyordu.
"Bunları konuşmak istemiyorum artık. Ilgaz ve Arya da artık isimlerini duymak istemeyeceğim iki insan. Merak etme, onu bir daha görmeyeceğim bile."
Murat başını koltuğun sırt bölümüne yaslarken kollarını da iki yanında açarak koltuğun üzerine yerleştirdi. Gözlerini tavana diktiğinde bu sözleri daha önce kaç kez duyduğunu hatırlamaya çalışıyordu sadece. Küçük bir kahkahanın dudaklarının arasından kaçmasına engel olamadı. "Senin için üzülüyorum, biliyor musun? Sen git eski sevgilini, eski en iyi arkadaşına kaptır. Arya gelene kadar belki bir umudun vardı, Ilgaz sana döner diye. Arya geldi ve bu umudunu da aldı elinden. Kabul et, nefret ediyorsun değil mi ondan? Güzel de bir kız, üstelik sen de biliyorsun ki Ilgaz ile birbirlerini tamamlıyorlar aslında. Siz pek anlaşamazdınız Ilgaz ile öyle değil mi?"
"Böyle olduğunda mutlu mu hissedeceksin? Canım acıdığında tatmin mi olacaksın? Biliyorum ki olacaksın, sormama gerek yok. Ama artık sürekli Ilgaz imalarından sıkıldım, anlıyor musun? Ilgaz beni sevmiyor evet, hadi kutlayalım bunu! Gör artık Murat, sen Ilgaz ile bir yarış içerisinde değilsin ve ben de karşılığında alacağın ödül değilim. Ilgaz'ın seninle tek bir derdi olabilir o da babası. Bunun dışında ikimiz de umurunda değiliz artık. Kaostan beslenen sen için bu kötü bir haber belki ama artık Onur yok diye kendine rakipler yaratmaya çalışma. Seni tatmin eden şey bu yarışlar, birini yenmiş olmanın verdiği zafer. Bahse girerim, başkanlığı kazandıktan sonra bile yarış sürecindeki aldığın zevki almadın. Yanılıyor muyum?
"Beni tanıyormuşsun gibi konuşma, benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun. Bunun için çabalamadın bile."
"Seni birçok insandan daha iyi tanıyorum Murat, içindeki nefret dolu adamı, öfkeyi, hırsı, hırsın uğruna yapabileceklerini, tehditlerini, tercih yapmak zorunda bırakışlarını... Her biri, seni tanımam için bana çok fazla fırsat verdi." Özge'nin söyledikleriyle bakışlarını tavandan indirdi ve başını doğrultup birkaç metre ilerisinde dikilen kadına baktı. Onun gözlerinde gördüğü öfke, kendisine duyduğu nefret tuhaf bir şekilde can yakıcıydı. En başından beri saçma sapan bir hikâyeleri olmuştu ve Murat zaman içerisinde Özge'nin onu sevebileceğini ummuştu. Ne Ilgaz'a dönmesine izin vermişti, ne de tam anlamıyla onda kalmasını sağlayabilmişti. Artık, eskisi gibi değildi de. Artık ona baktığında kendi içindeki çabalama isteği, onu kendine âşık etme isteği hiçbiri yoktu. Özge'ye baktığında gördüğü şey ne kadar fazla yorulduğuydu. Kendini de onu da ne kadar fazla yıprattığıydı.
Neden onda bu kadar direttiğini, nezarette geçirdiği günler boyunca, Özge bir kez olsun onu görmeye gelmediğinde çok sorgulama fırsatı bulmuştu. Aşk mıydı? Sevgi miydi? Takıntı mıydı? Tam olarak artık bilmiyordu bile. Hayatında annesinden başka birine sevgi beslememişti. Kaza gününden sonra da içindeki büyüyen tek şey nefret olmuştu. Babasına karşı duyduğu nefret, kardeşine karşı duyduğu nefret, hayatı boyunca ona zorluk çıkarmaya çalışan herkese karşı duyduğu nefret... Hissettiği çoğu zaman bu olmuştu.
Özge ise Ece'nin deyimiyle henüz büyümemiş, tam olarak ne istediğini bile bilmeyen, annesinin kararlarını çoğu zaman uygulamak zorunda kalan küçük bir kız çocuğuydu. Güzel olmasının dışında Murat'ın ilgisini çekebilecek bir yanı yoktu aslında. O güzel, dalgalı kahve saçlarını ve bembeyaz tenini annesine benzetmişti sadece ilk zamanlar. Annesinin gücünü, ona olan koşulsuz sevgisini, tüm yaşadıklarına rağmen dünyadaki herkesten daha güzel gülebilmesini Özge'ye atfetmek istemişti belki de. Ama yanılmıştı. Özge, ne annesi kadar güçlüydü, ne onun kadar her şeye rağmen gülebilmişti ne de onu sevebilmişti.
"Beni bir kez olsun sevmedin, denemedin bile." Dedi geçen dakikaların ardından sakin, durağan bir sesle.
Özge, koltuğa tekrar başını yaslamış, sesi küçük bir çocuk kadar kırgın çıkan adama bakarken geçen saniyeler boyunca ne diyeceğini bilemedi. Bu ve türevi şeyleri defalarca duymuştu Murat'tan, genelde öfke ile zikrettiği sözlerdi. Şimdi ise Murat sakin görünüyordu, halsiz ve gerçekten de kırgın.
"Babam gibisin. Ne yaparsam yapayım, beni hiç sevmedi. Yapamayacağım şeylerin bile üstesinden gelmeye çalıştım gözüne girebilmek için. Ama hep işe yaramaz bir fazlalık muamelesi yaptı bana. Hep Onur'u takdir etti, hep onun başarılarını gördü. Çok yanlış bir insandan sevgi dilenmiştim küçükken. Sen de onu anımsatıyorsun bazı zamanlarda. Yanlış anlama, onun gibi kötü birisi olduğun için değil. Zaten dünya üzerinde kimse onun kadar kötü ve acımasız olamaz."
Derin bir nefes alıp ciğerlerine gönderirken içine çöreklenen bu tuhaf tükenmişliğin onu bitiriyor olduğunu düşündü. Lanetli ruh, kanında gezinen bir lanet ve bu kocaman evin her santimetre karesine sığdırdığı yalnızlığı... " Ama sen de babamın Onur'u takdir etmesi gibi Ilgaz'da direttin. Görmedin, ben her zaman Ilgaz'ın verdiği değerden daha fazlasını vermiştim sana. Sen o adamın gece kulübüne gittin, ben yine kabul ettim seni. Sana evlenme teklifi ettikten sonra gittin Ilgaz'a, son kez de olsa şansını denedin. O seni kabul etmeyince geldin bana. Yetmedi, seçim kokteylinde Arya ile Ilgaz için kavga edip küçüldün, hem kendini hem beni rezil ettin. Onca gün kaldım nezarette, bir kez gelmedin de koşa koşa eski sevgilinin yanına hastaneye gittin. Belki ben dediğin kadar kötü bir adamım evet, ama sen... Sen de zannettiğin kadar masum değildin.
"Murat... Nezarete gelmememin nedeni vardı. Orhan Amca'yı senin öldürdüğünü söylediler, kanıtlar vardı. Tutuklanmıştın. Doruk ölmek üzereydi. Ben o insanlarla yıllar geçirdim. Sen bana onlara hiçbir zaman zarar vermeyeceğin için söz vermiştin. Seninle uğraşsalar seni kışkırtsalar bile, onları hep görmezden gelecektin. Sandım ki seçim yüzünden Orhan Amca'yı öldürebilecek kadar gözün döndü. Öfkeden deliye dönmüştüm, yüzüne bakmaya tahammülüm yoktu. Gelemezdim, gelemedim de."
"Ben sözlerimi hep tutarım, hep tuttum da! Ilgaz'ı öldürmeye karar verip o sözü bozduysam ilk önce sözlerini sen bozduğun içindi. Orhan Dikkaya aday olarak çıktı karşıma, akılları sıra bana ders vereceklerdi. Kendileri benimle bir yarış içerisine girdi. Ben mi silah dayadım aday olsun diye? Geri çekilmeleri için tehdit bile etmedim. Ben onlarla uğraşmadım hiçbir zaman. Değil, seçim öncesi adamı ortadan kaldırmak gibi bir aptallık yapayım."
Murat, şimdi ayağa kalkmıştı, odanın içinde ağır adımlarıyla gezinirken nişanlısına dönüp parmağını kaldırdı. "Orhan Dikkaya ile rakip olsak da birçok ortamda yan yana bulunduk. Bir ailesi olduğunu biliyordum, her şeyden önce bir baba olduğunu biliyordum. Herkesi kendi babam gibi zannedip başkalarının babalarını da önemsizleştirmiyorum. En başından beri babama diş bileyip, babam ölünce de benimle uğraşmaya devam eden onlardı. Bu hayatta her birimiz seçim yaparız. Orhan Dikkaya, riskleri hesaba katmadan benim karşıma rakip olarak çıkmayacaktı. Benim yüzümden değil ama bana düşmanlık besleyen bir herifin takıntıları yüzünden hiç alakası yokken öldürüldü. Aynı Doğan Ateşoğlu gibi şimdi bunun için de dolaylı yoldan suçlanıyorum. Ve benim zeki nişanlım, her zamanki gibi bana sormak yerine yine kendi bildiğine inandı."
"Bir kez olsun bir şeyde suçsuz çıktın, on yıl övünürsün artık bununla." Özge, Murat'ın kalktığı koltuğa kendisi otururken alaycı bir ifadeyle Murat'ı izlemeye koyuldu. Kesinlikle, on gün bir yerde tıkalı kalmak Murat'a yaramamıştı. Tuhaf davranıyordu. "Ayrıca, benim masum olmadığımı söylüyorsun. Dünyanın en iyi insanı olmadığımı biliyorum ama lütfen aydınlat beni, senin ve annemin kurbanı olan ben, ne yaptım da senin kadar kötü olabilirim?"
Murat küçük bir kahkaha attı. Kalçasını sehpaya yaslayıp ağırlığını üzerine verirken tam olarak Özge'nin karşısına oturmuştu. Özge'nin bakışları bir an sehpanın diğer ucundaki üzeri yazılı beyaz kâğıtlara kaysa da ardından tekrar bakışlarını Murat'a çevirdi. "Eski defterleri açarsak sen de sütten çıkmış ak kaşık sayılmazsın." Murat yüzünü nişanlısına doğru yaklaştırıp sahte bir ifadeyle gülümserken Özge duyduğu alkol kokusu ve aynı zamanda Murat'ın bu yakınlığından rahatsız olarak başını yana çevirdi, sinirli bir ifadeyle konuştu. "Eski defterlere girersek senden tekrar tekrar nefret etmeme neden olursun Murat. Yoruldum artık bunlardan, buraya bunun için gelmedim."
Murat onun söyledikleriyle ilgilenmedi. Elini uzatıp genç kadının elini avcunun içine aldı. Parmağındaki yüzüğe dokundu. Özge, tedirginlikle ona baksa da elini geriye çekme gereği duymadı, sadece ne yapmaya çalıştığını anlamayı bekledi. "Ilgaz ile ayrılmıştınız hatırlıyorum da, inkâr edemezsin seninle ilgilenmem hoşuna gitmişti. Tüm kadınların ilgisini çeken bir adamın senin gibi genç bir kızla ilgilenmesi gururunu okşamıştı. Yalansa yalan de. Söyleyebilir misin yalan olduğunu? Ilgaz ile de anlaşamıyordunuz, sürekli kavga gürültü. Bunlardan bunaldınız ve birbirinizi tükettiniz. Ilgaz ile ilişkini sen ve Ilgaz mahvettiniz sadece. Üçüncü kişilere suç atmaktan vazgeç. Eğer aranızdaki gerçek bir aşk olsaydı bu halde olmazdınız. Birbirinizden bıkmıştınız. Ona geri dönmek istediğinde de seni affetmedi. Ama Arya'nın ihanetinden sonra onu dinlemiş ki şu an bu haldeler. Ilgaz'ın ne denli inatçı olduğunu en iyi sen bilirsin hayatım, neden sana göstermediği toleransı Arya'ya gösterdi? Cevabı biliyorsun değil mi?"
"Kes şunu Murat!" diyerek hızlıca elini, Murat'ın avuçlarının arasından çekti. Artık bunlarla ilgili hiçbir şey duymak istemedikçe Murat inadına yapıyordu. Aklı sıra nezarete gelmeyip hastaneye gitmesinin intikamını almaya çalışıyordu. "Herkes hatalar yapar, ben de yaptım. Senin gibi birinin beni eleştirmesi dünyadaki en saçma şey. İlk baş öyleydi, sonrası... Sonrasından bahsetsene? Kendinle beni aynı kefeye koyma sakın. Aynı annemin yaptığı gibi zincirledin beni kendi istediğin hayata. Ben seni tanımamışım, seni anlamamışım, öyle mi? Sen beni anladın mı?"
"Belki de herkesin anladığından daha fazla," diyerek yaslandığı sehpanın üzerinden ayaklandı ve sehpanın etrafından dolaştı. "Kimsesizliğini görebildim. Annenin kendi istediklerini sana dayattığı tüm hayatın boyunca nasıl boğulduğunu görebildim. Sadece işi düştüğünde seni arayan babanın, bir kez olsun seni gerçekten merak ettiği için aramasını nasıl deli gibi istediğini görebildim. Onlar için tüm yaptıklarına rağmen hala istediği gibi umursanamayan bu yüzden canı yanan o küçük çocuğu da görebildim. Annen, baban ve sana seçme şansı tanımadıkları her şey yüzünden nasıl erken büyümek zorunda kaldığını ama aslında hiçbir zaman tam olarak büyümediğini de görebildim. Ben cehennemi nerede olsa tanırım ve ben senin cehennemini de görebildim. Bu yüzden uzattım elimi defalarca sana ama sen hep itmeyi tercih ettin."
Sehpanın üzerinden aldığı birkaç kâğıdı evirip çevirirken başını kaldırıp nişanlısına baktı. Kahve gözlerinde biriken yaşları gördüğünde artık her şey için geç kaldıklarını biliyordu. İkisi için mutluluk olamazdı bundan sonra, zaten en başından hiç olmadığı gibi. "Ben, babamı affetmek için de çok fırsat verdim ona, biliyor musun? Bir yanım küçücük bir iyi niyet görse, küçücük bir sevgi kırıntısı... Onu affetmeye hazırdı. Ama o her defasında bunun bir hata olduğunu gösterdi bana, biraz daha nefrete tutunmamı sağladı. Sana da sayamayacağım kadar çok şans verdim. Seni mutlu edebilirdim, gerçekten yapabilirdim bunu. Yaşayamadığımız tüm güzel günleri yaşayabilirdik, geçmişi arkamızda bırakabilsek biz birlikte mutlu olabilirdik. Sen,kendi ellerinle yaşayabileceğimiz her şeyi çöpe attın. Bundan sonra asla, gerçek manada Murat ve Özge diye bir şey olmayacak."
"N-ne demek bu?"
Özge sersemlemiş bir halde ayağa kalkmaya çalıştı, koltuğun kenarına tutunması gerekti. Kahve saçlarını omuzlarının gerisine ittiğinde, kurumuş dudaklarını da ıslatma gereği duymuştu. Tedirgin bir ifadeyle Murat'a baktı. Hala bakışlarını elindeki kâğıtlardan kaldırmamıştı. "Onlar ne?"
"Bunlar," diyerek elindeki kâğıtları kaldırdı ve nişanlısına ifadesiz gözlerle baktı, dudakları hafif de olsa kıvrılmıştı yine de. Ama bu samimiyetten çok uzak bir gülümsemeydi. "Evliliğimiz için anlaşma maddeleri. Altı aylık bir evlilik olacak. Avukat en azından bir sene olması gerektiğini söylese de merak etme ikimiz için de bu işkenceyi daha fazla uzatmamak adına altı aya indirdim. Altı ay gibi bir sürede artık şu kokteylde konuşulan skandal unutulur ve ayrılığımız için kimse eski sevgili muhabbetini dile getirmez. En azından öyle umuyorum. Anlaşmalı olarak ayrılık kararı aldığımızı söyleyeceğiz, seni hiçbir şekilde mağdur etmeyeceğim. Tazminat alacaksın. Fiyatı, avukatın, avukatım ile görüşür. Altı ay boyunca isminin herhangi bir erkekle anılmaması dışında senden bir beklentim yok. Aynı şekilde, benim de ismimin bir kadınla anıldığına hiçbir şekilde şahit olmayacak, küçük düşmeyeceksin. Sonra başından beri mahvettiğimi söylediğin hayatına geri döneceksin."
"Sen... Sen ne diyorsun?"
"Bu ilk seçenek. İkincisi de var. Şimdi, şu an, parmağındaki yüzüğü sehpanın üzerine koyup arkana bakmadan gidebilirsin. İkimizi de büyük bir dertten ve altı aylık bir zaman kaybından kurtarmış olursun. Hiçbir talebim, hiçbir isteğim yok. İlk seçenek de sen mağdur olma diye. Annen kafanın etini yiyecek, üvey babanla iş ilişkilerim bozulduğunda o da seni suçlayabilir. Şu an ayrılırsak ayrılık sebebimiz için ne dersek diyelim, sebebin ne olduğu belli olacak. Sorun değil, yeni hisseler, yeni başarılar, başkanlığımla bir şekilde gündemi değiştiririm ben. Başkalarının dağıttıklarını toplamaya alışkınım. Sen ise eski sevgilisi yüzünden Murat Atahan'ın bıraktığı kadın olarak anılacaksın. İş başvurularında geri çevrileceksin, annen ile üvey baban da sırtını dönecektir. Her neyse, bunlar senin düşüneceğin şeyler. Bu durumlar seni zorlayacaksa, sözleşmeyi imzala. Yok değilse, lütfen ikimizi de bu işkenceden kurtar ve çıkar şu yüzüğü, bitir esaretini."
Özge'nin gözlerindeki yaşlar birer birer yüzüne dökülürken başını eğdi. Kulakları uğuldamaya başlamıştı, nefesleri boğazına tıkanmıştı ve sanki bu kocaman ev üstüne yıkılıyormuş gibi hissediyordu. Islanmış kirpiklerinin ardından Murat'a baktığında onun son derece kararlı olduğunu gördü. "Karar senin," dediğinde elindeki kâğıtları sehpanın bir ucuna yerleştirdi ve üzerine bir kalem koydu. Ardından kendi parmağındaki nişan yüzüğünü çıkardı ve sehpanın bir diğer ucuna koydu. Özge ya parmağındaki yüzüğü çıkarıp Murat'ınkinin yanına koyacaktı ya da eline kalemi alıp kâğıtları imzalayacaktı. "Her hâlükârda benden vazgeçtin yani?" diye sorduğunda sesi titremişti. Parmakları diğer elinin parmağındaki nişan yüzüğüne gittiğinde bir yaş daha düşmüştü gözlerinden. Murat ona baktığında, tuhaf bir şekilde acı çekse de kendi adına doğru kararı verdiğini düşünüyordu.
"Seni beklediğim günler boyunca gelmedin. Ben vazgeçmedim, vazgeçmemi sen kendin istedin."
..
. Bölüm hakkındaki genel düşünceleriniz neler?
. Ece, Murat, Özge üçlüsü için ne düşünüyorsunuz?
Part 2'de görüşene dek, sağlıcakla kalın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro