Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

37.BÖLÜM: "ILGAZ'IN KEDİCİĞİ"


Bölüm şarkıları: Lifehouse | Everything

Red | Pieces

Multi: Arya ve Ilgaz

 !Bölüm yoğun bir şekilde Arya ve Ilgaz içerir ;)

37. BÖLÜM: "ILGAZ'IN KEDİCİĞİ"

Huzur.

Eğer bunu tek bir kelime ile tanımlayacak olsam Ilgaz derdim. Ya da bir cümle ile tanımlayacak olsam Ilgaz'ın kolları arasında, kucağında kalbinin ritimlerini dinlemek olduğunu söylerdim.

Onunla fırtınalı, kasıp kavuran, çoğu zaman yakıp yıkan bir ilişkimiz olsa da onunlayken eşsiz bir şeye daha sahiptim. Huzura. Sessizliği dolduran kalp atışlarımızı dinlediğim bu vakitlerde belki de hiç olmadığım kadar huzurluydum. Hele ki mutluluk, o tarif edilemezdi.

Gece mavisi kanepenin üzerinde sırtını koltuğa yaslamışken onun bacaklarının üzerine yerleşmiş, başımı da göğsünün üzerine koymuştum. Kulaklarıma dolan kalbinin ritmik melodisi şu hayatta hiç bıkmadan dinleyeceğim şarkılardan bile daha güzeldi. Ne zaman kenetlediğimizi bilmediğim ellerimize gözlerim iliştiğinde dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Onun elleri benim ellerimdeydi! Sanki tüm kan avcumun içinde toplanmıştı ve elim, ateşe atılmış gibi cayır cayır yanıyordu.

Diğer elimle göğsünde daireler çizerken, tişörtünün altındaki kasları biraz da olsa hissetmek kalbimin daha hızlı atmasına neden olmuştu. Birbirine yaslı bedenlerimizi göz önünde bulundurduğumda istikrarsız ve hızlı kalp atışlarımı duymuş olması fazlasıyla muhtemeldi. Biraz daha sakin olmalıydım. Sadece biraz daha sakin... Sakin... Diğer elinin parmakları çenemi kavrayıp başımı göğsünden onun yüzüne doğru çevirdiğinde kalbime yumruk yemiş gibi oldum. Ne diyordum? Sakin olmak? Hadi canım...

Yüzlerimiz aynı hizaya geldiğinde istemsizce nefesimi tutmuştum. Gözlerimiz buluştuğunda gözlerimi bile kırpmaya korkar hale geldim. Çenemdeki elini yanağıma çıkardığında kenetli olan ellerimizi kaldırdı. "Elin çok sıcak... Yanakların da ısınmış," Başını biraz daha kaldırıp dudaklarını alnıma bastırdığında Allah'ım sana geliyorum, diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. "Eh, alnın fazla sıcak sayılmaz." Henüz değil. Birazdan tüm kan orda toplanacak. Dudaklarını geriye çektiğinde açıkçası o dudakların benden uzaklaşmasından pek memnun olmamıştım.

Konuşmak istediğimde boğazımı temizlemem gerekti. "Yani... Şu birkaç gündür biraz hastaydım. Yüksek ateş, soğuk algınlığı... Ateş de hala ara ara yokluyor demek ki."

Yanağımdaki eli bir iki kez yüzümde gezindiğinde başımı yana eğip yanağımı daha çok bastırdım avcunun içine. "Tam bir kedi yavrusuna benziyorsun şu an. Ve ben bu hastalanmış kedi yavrusunu iyileştirmek istiyorum."

"İyileştir o zaman," diye mırıldandığımda ona biraz daha sokuldum. Dudaklarımı çenesinin kenarındaki kısa sakalların üzerine bastırdım. "Öperek iyileştirmenin güzel bir yöntem olduğunu duymuştum." Bir kedi yavrusu da olsam, içimdeki kaplanın dürtülerinden asla ödün vermiyordum işte. Çünkü içinde birbirine zıt iki farklı ruhu barındırmak bunu gerektiriyordu.

"Bak sen," diye sırıttığında onu gülerken görmek kalbimin yüksek bir tempo tutturmasına neden oldu. Gerçekten olduğu yerden fırlayacak diye endişelenmeye başlamıştım ve bu tuhaftı. Yani, insan kalbinin bu denli söz dinlemez ve başına buyruk olması. Eh Arya, kalbin de senin gibi işte. Asi, söz dinlemez, başına buyruk, kural tanımaz...

"Bu yöntem kulağa hoş geliyor." Diyerek kenetli olan ellerimizi dudaklarına götürdü ve elini, elimden çektikten sonra avcumun içindeki yara izine dudaklarını bastırdı. Bir kez, iki kez, üç kez... "Sence... İşe yarıyor mu?" diye başını kaldırıp kirpiklerinin altından bana baktığında dilim damağım kurumuştu. Başımı onaylarcasına aşağı yukarı hızlıca salladım. "Aslında sadece elim de değil..." dediğimde üzgün bir ifadeyle başımı eğdim. "Bahar havası mı çarptı anlamadım, son günlerde dudaklarım da çok çatladı. Böyle yara gibi oldular sanki."

Ilgaz bir kahkaha attığında gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Masum bir kedi yavrusu çizgimden fazla kaymadan bir iki isteğimi dile getirmekte pek bir sakınca yoktu bence. "Benim bildiğim insanların dudakları kışın çatlar."

"Beni aylardır tanıyorsun, ben ters bir insanım. Dudaklarım da kışın değil, yaza doğru çatlıyor belki. Olamaz mı?"

Gözleri dudaklarıma kaydığında muzip bir şekilde sırıttı. Aklından ne geçtiğini o an kestirmek güçtü fakat bunla da ilgilenmiyordum aslında. Başparmağını dudağımın üzerine yerleştirip yavaşça gezdirdi. "İyileşmeye ihtiyacı yok gibi duruyor hatta fazla düzgün. Sanki biraz hırpalanmaya ihtiyacı var, ne dersin?"

Benim heyecanlanıp bayılmama yetecek kadar bana zaman bırakmadan dudaklarını dudaklarıma bastırdı, alt dudağıma sert bir öpücük bıraktıktan sonra aralanan dudaklarımdan dilini ağzımın içine kaydırdı. Ellerim ensesinde birleşirken kucağına biraz daha yerleştim. Başını geriye yatırırken dudaklarımız saniyelik bir süre için ayrıldı. Sol eli, belimden daha sıkı kavrayıp beni kendine bastırdı, kucağına doğru biraz daha çekti bedenimi. Bacaklarımı belinin iki kenarına uzattığımda diğer elini saçlarımın arasına yerleştirip yüzümü kendininkine yaklaştırdı ve tekrardan dudaklarımızı birleştirdi. Alt dudağıma bıraktığı uzun öpücükten sonra dişlerinin arasına alıp dudağımı ısırdı. Dilini kullanıp ısırdığı yeri tekrardan öperken, vücudum hiç olmadığı kadar ısınmıştı. Fazla sıcaktı, eh malum yaz kapıdaydı artık.

Başını koltuğun gerisine biraz daha yasladığında dudaklarımız ayrılmıştı, uzun soluklarımızın arasından birbirimize bakarken bir tık daha koyulaşmış kızıl kahvelerini dikkatlice yüzümde gezdirdi. "Seni öpmeyi özlemişim," diye fısıldadığında bu çiftlik evine acil bir klima taktırması gerektiğini düşünüyordum şahsen. Yaz akşamları burası böyle sıcakken hiç çekilmezdi gerçekten. Dudaklarımda oluşan küçük tahribatın olduğu kısma dokunmamak için kendimi zorlarken bakışlarımı onun yüzü dışında evin duvarlarına dikmiştim. "Burası çok güzelmiş," Buraya ilk kez geliyormuşum gibi söylediğim bu cümle oldukça saçma olmuştu.

"Neresi?" diye sorduktan sonra güldü ve kucağını işaret etti. "Şu anki bulunduğun konumun mu?" Altındaki sertliği hissettiğimde gözlerim dehşetle açıldı ve cereyan çarpmış gibi kucağından kalkmaya yeltendim. Ilgaz kahkahalarla gülerken ben yüksek ateşten bayılmak üzereydim. İki elini belime yerleştirip beni kucağından kaldırdıktan sonra her şey hızlı gelişmişti. Bir anda kendimi kanepede yatarken onu da üzerime eğilmiş bir biçimde bulmuştum. İki kolunu da kanepenin başlığına yaslamışken aslında vücudunun hiçbir kısmı bana temas etmiyordu. Gerçi o kadar çok sık nefes alıp veriyordum ki her nefes alışımda temas ediyor sayılırdık ve bu neredeyse sürekli demekti.

Sol elini kanepenin başlığından çektiğinde vücudu biraz daha temas etmişti, pür dikkat ona bakarken elini saçlarımın arasına yerleştirdi ve parmaklarını saçlarımda gezdirdi. "Saçlarını kestirmişsin." Dediğinde açıkçası pek söylediklerini algılayamıyordum ya da en azından alt yazısı konuşmadan sonra gelen filmler gibi söylenenleri biraz geç idrak ediyordum. O yüzden on saniye gibi bir süre sonra, "Beğenmedin mi?" diye soruvermiştim.

"Beğendim ama daha fazla kestirme, sana uzun saç daha çok yakışıyor." Yüzünü biraz daha eğip elbisemin açıkta bıraktığı omzumun üzerine bir öpücük kondurdu. "Saçlarının sırtında savruluşunu, rüzgârda dalgalanmasını, yüzüne geldikçe bıkkınlıkla onları yüzünden çekmeni izlemeyi seviyorum."

Büyülenmiş gibi ona bakarken diyecek hiçbir şey bulamamıştım. Kuruyan dudaklarımı ağzımın içine yuvarlarken su içme isteğiyle kavruluyordum. Lakin bulunduğumuz konumu ve anı bozmak istemediğimden susuzluğu da ikinci plana atmıştım. Benim şu serseri dediğim, öküzle arkadaşlık konusunda yabancılık çekmeyecek olan Ilgaz, saçlarıma iltifat ediyordu. Üstelik sarı saçlarıma! Bu adama ne olmuştu böyle?

"Yalnız," diyerek bir tutam saçı eline aldığında bunun saçımın alt kısmına attırdığım koyu kumral bir tutam olduğunu gördüm. "Bunları sevmedim. Değişiklik iyidir, güzeldir ama ben biraz... Bir şeyin gördüğüm ilk haliyle kalmasını severim, hele ki ilk halini çok fazla beğenmişsem, değişimden hoşlanmam."

Söyledikleriyle gözlerimi kırpıştırdım. Olamaz ya... Ne sanmıştım ki? Tüm bunların gerçek olduğunu mu? Ilgaz ile barıştığımızı mı? Elbiseyi giyerken uyuyakalmıştım işte, tüm bunların hepsi bir rüyaydı. Bu herif ilk karşılaştığımızda, alınma sarışın kızları beğenmem dememiş miydi? Kafasına saksı falan düşmediyse... Evet, tek bir ihtimal var. Ben kafayı yedim!

Başımı sağ tarafa çevirdiğimde kasıtlı olarak salona bakındım. "Ne arıyorsun?" diye sordu Ilgaz tam da tahmin ettiğim gibi. "Buralarda 1.85 boylarında, kumral, centilmen olmayan, avlarına hoşgörülü davranmayan, inatçı mı inatçı, öküz mü öküz bir adam vardı da... O kayıp, onu arıyorum."

Başını biraz daha geriye atıp hah diye bir ses çıkardı ve gözlerini kıstı. "Bu kısım gülmem gereken kısım mıydı? Ha ha ha." Diye sahte bir gülümseme ile bana baktığında ona dil çıkardım. "Sen beni ilk gördüğün zaman yüzden olmasa da fizikten kurtarırsın demedin mi? Yüzümün çirkinliğini de sarışın kızları beğenmemene bağlamadın mı?" Daha konuşmaya devam edecektim fakat parmaklarını dudağıma bastırdı.

"Siz kadınlar neden hiçbir şeyi unutmuyorsunuz? Hayır, beyninizde söylenenleri koruma programı falan mı var? Nerden baksan dört ay önce söylemişimdir bunları. Hangi kötü şeyi söylediysem çıkarıp bana geri servis ediyorsun. Birazcık da söylediğim iyi şeyleri hatırlamaya çalışsan? Bak mesele orada fiziğine iltifat etmişim, hemen kötü kısma odaklanıyorsun."

"Demek öyle..." diyerek suratımı astığımda ellerimi gövdesine yerleştirdim ve onu üzerimden itmeye çalıştım. "Tamam, o zaman senin de suratın Şirinler'deki Gargamel'e benziyor ama çok şükür ki fiziğinden, boyundan posundan kurtarıyorsun."

Onu ittirmeye çalışırken bileklerimi yakaladı ve başımın üzerinde birleştirdi. İrileşmiş gözleriyle bana baktı. "Gargamel mi?"

"Ne oldu?! Neden hemen kötü kısma yoğunlaştın? Fiziğine iltifat etmiştim hâlbuki."

Ilgaz şaşkınlığından sıyrıldığında iki elini de havaya kaldırdı ve "Pes!" dedikten sonra kahkahalarla gülmeye başladı. İki elini de kaldırdığı için bedeni, bedenime yaslandı. Bacakları, bacaklarımın arasına yerleşirken içinde bulunduğumuz tartışma durumuna odaklanmaya çalıştım, onun bana olan fiziksel yakınlığına değil. "Pes, kedicik, pes! Haklısın o gün ben... Çok ayıp etmişim. Sırf yüzüne söylediğim bu çirkin sözlerim için Cehennem'de yanmayı hak ediyorum." Başı, boynuma düşerken gülmeye devam ediyordu. Sıcak nefesini saç diplerimde hissettiğimde yine fazla sıcak olmaya başlamıştı burası. "Dalga geçme Ilgaz," diyerek bedenini üzerimden itmeye çalıştım. Sesim oldukça kırgın çıktığında Ilgaz başını boyun girintimden kaldırdı ve bana baktı.

"Ben o gün cidden bu kadar ciddiye alacağını düşünmemiştim, seni sinir etmek için söyledim." Gözlerimi tavana dikip inatla ona bakmazken elini yanağıma yerleştirdi ve dikkatimi çekmeye çalıştı. "O otel odasında seni gördüğüm ilk an ben neye uğradığımı şaşırdım. Birilerinden kaçıyorsun ve bir odaya giriyorsun. Girdiğin odada da hayatında görüp görebileceğin en güzel kız ile karşılaşıyorsun. Bir de kendime şanssız derdim. Ben baya şanslı piçin tekiymişim." Diyerek sırıttığında göz göze geldik. "Şu an uyduruyorsun bunları." Dedim soğukkanlılığımı korumaya çalışırken. Fakat bir yanım sebepsiz bir şekilde, deli gibi söylediklerinin gerçek olmasını istiyordu.

"Eğer ki uyduruyorsam Pikap iflas etsin ve beş parasız ortada kalayım!" Eh bu büyük bir yemin sayılırdı şimdi. Ilgaz'ın gece kulübü, Ilgaz'ın arabası onun için vazgeçilmez şeylerdi. Gerçi sadece birkaç saat öncesinde arabasına tekme tokat dalmıştı, fakat bunu biraz onu kışkırtmama bağlıyordum. Yoksa yarın sabah arabasını yıkayıp öpücüklere boğar ve biricik kızı Chevrolet'inden özür dilerdi. Kısacası Ilgaz kendine ait olan bir şey üzerine yemin etmişse çok büyük bir ihtimal doğru söylüyordu. 

"Madem görür görmez güzel olduğumu düşündün, bana neden ultra gıcık davrandın aptal herif? Bir de kendimi ters akıyorum sanırdım." Birkaç yumruğu omzuna geçirdiğimde keyifli bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. "Suratıma tokatı çarptın, hayatım boyunca kimse bana vurmamıştı. Girdiğim erkek erkeğe kavgalarda yumruk yediğim elbette oldu ama tokat başka bir boyut. Gururuma yediremedim, sana gıcık kapmıştım. Biraz sinir etmem normal bu yüzden. Yoksa o odada karşılaştığımız ilk sefer kafamda dönen şeyler oldukça arsızdı. Neyse ki bana gerek kalmadan gecesine sen dudaklarıma yapıştın. Sen benden de edepsizdin, kedicik."

Yüzünü eğip biraz daha benimkine yaklaştırdı ve burunlarımızı birbirine sürttü. "Ama bu halini seviyorum," diye fısıldadıktan sonra az önce ısırdığı yere bir öpücük kondurdu. "Avcı'nın vahşi kediciği," diyerek geri çekildiğinde gülümsememi bastıramadım. "Avcı, onunla ne yapacağını bilmiyordu?"

"Artık biliyor," dedi kendinden emin bir sesle. Ellerimi saçlarının arasına yerleştirdiğimde yüzünü ve bedenini biraz daha kendime çektim. Bacaklarımın arasına yerleştiğinde bacaklarımı beline doladım. "Öyle mi?" diye fısıldadığımda dudaklarımız birbirine çarptı. "Ne yapacakmış?"

Onun bir cevap vermesini beklemeden üst dudağını dudaklarımın arasına aldım. Dudakları hiç gecikmeden öpücüğüme karşılık verirken bir eli eteğimin üzerinden bacağımı kavradı. İçimdeki ateşin kraliçesi olan ruhum bu durumdan oldukça memnundu fakat diğeri bir kedi yavrusu gibi ürkmüş ve biraz da utanmıştı. Gerçi uzun zamandır ortalarda yoktu ve tüm olan bitene yeni yeni adapte olduğundan sesi çıkmıyordu. Henüz.

Fakat unutulmamalıydı, kediler de tırmalardı.

Onun bana yaptığı gibi üst dudağını dişlerimin arasına alıp çekiştirdiğimde kasıtlı olarak canını acıtmak istemiştim. Barışmış olabilirdik ama bu bana çektirdiklerini burnundan getirmeyeceğim anlamına gelmiyordu. İkimiz de aynı anda geriye çekildiğimizde Ilgaz ilk önce dehşet dolu bir ifadeyle bana baktı, ardından parmağını dudağında az da olsa kanayan yere bastırdı. Şaşkınlığından dolayı bu kez onu üzerimden itmeyi başarabilmiştim. Koltuğun kenarına oturduğunda ayağa kalkmıştım, sıyrılan elbisemin eteklerini düzeltirken düşmüş omuz askılarımı da tekrardan omzuma geçirdim. "Ben acıktım," dedim onun yaşadığı şok durumuyla ilgilenmiyormuş gibi davranarak. Fakat kahkaha atmamak için kendimi epey zorluyordum işin aslı.

"Belli, belli. Açlığının boyutu anlaşılıyor." Dedikten sonra kızıl kahveler baştan aşağı beni süzdü. "Dudağımı kopardın ulan!"

"Borçlu kalmayı sevmem," diyerek parmaklarımı alt dudağımda gezdirdim. O kısım az da olsa şişmişti. "Hatırlat da seni bir güzel süründüreyim yarından itibaren."

Bugün hiçbir şey yemediğimi, günlerdir de doğru dürüst yemediğimi düşünürsek zafiyet geçirip ölmem bir hayli muhtemeldi. Günlerdir ilk kez acıktığımı hissediyordum, midem kazınıyordu. "Bu süründürmekten kastın bu tarz şeyler içeriyorsa," diyerek dudağını işaret etti. "Ben önerilere açık bir insanımdır güzelim,"

"Yok güzelim," diyerek kaşlarımı kaldırdım. "Pek hoşuna gidecek şeyler olduğunu sanmıyorum." Mutfağa doğru ilerledim, evin pencerelerine doğru başımı çevirdiğimde akşam olduğunu gördüm. Omzumun üzerinden arkama baktım, kanepeden ayağa kalkmış peşimden geliyordu. Mutfağın uzun, bar tezgahı biçimindeki masasına doğru yaklaştım ve üzerindeki sürahi ile bardağı elime aldım. Bardağı dudaklarıma aceleyle götürdüm, bir bardak suyu bir dikişte bitirdiğimde hala bana bakıyordu. Boş bardağı masanın üzerine bıraktıktan sonra mutfakta hızlıca göz gezdirdim. Her şey fazla düzenli ve tertipliydi. "Ne yiyeceğiz? Seni süründürmemi istemiyorsan belki bana güzel bir yemek hazırlarsın?" diyerek dudaklarımı büktüm ve başımı omzuma doğru yatırdım. 

Aynı bardağa kendi için bir su doldurduğunda kalçamı mutfak dolaplarına yaslayıp onu izlemeye koyuldum. O da aynı benim gibi bardaktaki suyu bir dikişte bitirdiğinde kısaca beni süzdü. "Benden başka seni besleyecek kimse yoktu sanırım, çok zayıflamışsın. Eh, tabi tüm kediler sahiplerinin elinden yemek isterler."

Tezgâhtan elime geçen ilk şeyi ona fırlattığımda bunun bulaşık süngeri olması onun şansıydı. Ortamızda bir yere düşen süngere bakarken dudaklarını birbirine bastırdı. "Bana hiç kıyamıyorsun," diye gülümsedikten sonra bana doğru yürüdü. Ona arkamı döndüm, kaşlarım çatılmıştı. Saniyeler sonra belimde ellerini hissettim, karnımın üzerinde birleştirdiği geniş ellerine bakarken çenesini de omzuma yerleştirmişti. Gövdesi sırtıma temas ederken titrek bir nefes alabildim. O ise burnunu saçlarıma gömdü ve derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. "Kokunu o kadar özledim ki. Sanki burada kollarımın arasında değilsin ve tüm bu şeyler bir rüyaymış gibi geliyor."

Başımı ona doğru çevirdiğimde elimi yanağına yerleştirdim, gözlerini kapattı. "Bu bir rüyaysa bile..." Duraksadım ve başparmağım ile yanağını okşadım. "Bu zamanın içine hapsolmak istiyorum," diye mırıldandım. Mutfağın küçük penceresinden içeriye süzülen ay ışığı yüzünü aydınlattı. Parmaklarımı gözkapaklarında, kirpiklerinde, dudaklarında gezdirdim ve devam ettim. "Tam da şu ana seninle birlikte sıkışıp kalmak istiyorum."

"Rüya olamayacak kadar gerçeksin, rüya olamayacak kadar güzelsin." Diye fısıldadı gözlerini açtığında. Parmaklarını boynumdan yüzüme doğru çıkardı. "Tek bir zamanla, tek bir anla yetinmeyeceğiz artık güzelim." Bedenimi tamamen ona doğru çevirdim, başını bana doğru eğdiği için kolaylıkla alınlarımızı birbirine yaslamıştı. İkimiz de birbirimizin yüzüne dokunurken boşta olan elimi kendi avcunun içine aldı ve parmaklarını, parmaklarımın arasına geçirdi.

"Bundan sonra her anın benim. Bundan sonra her anım senin. Akrep ile yelkovanın birbirine uzak düştüğü kadar bile uzaklaşmayacağız birbirimizden."

***

Ilgaz'ın tezgâhın üzerine dizdiği malzemelere bakarken iştahım biraz daha kabarmıştı. Dolaptan malzemeleri çarçabuk çıkarması, dolaptan tavayı bulup ocağa yerleştirmesi... Her şeyi oldukça çabuk bir biçimde yapıyordu. Ekmekleri ikiye ayırdığında kapının önünde mama bekleyen kediler gibi bakıyordum ona. Karnım guruldamaya başlamıştı ve midemden gelen sesleri duyması isteyeceğim en son şeydi. "Kumru seversin öyle değil mi?" diye sorduğunda başımı hızlıca salladım. Sevmek ne kelime, bayılırdım!

"Şimdi şu ekmeklerin içine tereyağını gezdir, ben de sucukları, sosisleri doğrayayım. Yapabilir misin?" diye sorduğunda ona dil çıkarmamak için kendimi zor tuttum. "O kadar da beceriksiz sayılmam."

Ekmeklerin içini yağlarken, o da sosisleri ince şeritler halinde doğramış, sonra da sucukları ve salamları halkalar halinde doğramaya girişmişti. Asla onun kadar hızlı ve pratik olamazdım. Gelişigüzel yağladığım ekmeklere baktıktan sonra ona döndüm. "Şimdi ne yapacağım?"

"Tavada biraz ısıt ekmekleri," Onu dinleyerek iki sandviç ekmeğini de tavanın içine yerleştirdim ve başında beklemeye başladım. Ilgaz da o sırada tezgâhın üzerindeki domates ve kaşarı dilimlemeye başlamıştı. "Buraya sık gelir misin? Tüm bu malzemelerin taze olduğunu düşününce..."

"Yani genelde her hafta sonu uğrarım, evi kontrol etmek için. Fakat bu sabah seni almaya gelmeden biraz alışveriş yapmıştım." Dediğinde şaşkınlıkla bakakaldım. Tüm bu hazırlıklar benim için miydi yani? Tamam, Ilgaz gibi bir adamdan romantik mumlarla süslenmiş bir yemek masası asla beklemezdim fakat bu bile gururumu okşamıştı. Sonuçta öyle bir masaya oturmaktansa onunla bir şeyler hazırlamak daha keyifliydi ve daha bize göreydi. "Yüzüme bakarken, dikkat et de ekmekleri yakma sadece biraz ısıt dedim." O keyifli bir ifadeyle gülerken  silkelenerek önüme döndüm. Ekmekleri aldıktan sonra Ilgaz sosisleri yüksek ateşte soteledi, ardından da sucuk ve salamı biraz kızarttı. Ben de bu sırada kolaları bardaklara dökerken hiç olmadığım kadar mutlu hissediyordum kendimi. 

Malzemeleri sandviçlerin arasına yerleştirdikten sonra, "Kediciğin beslenme saati!" diye neşeli sayılabilecek bir sesle bağırdı. Omzumun üzerinden ona ters ters bakarken eteğimi düzelterek yüksek taburenin üzerine çıktım. Elindeki tepsiyle sandviçleri masanın üzerine yerleştirdiğinde kumruların kokusu beni benden aldı. Ucu peçeteye sarılmış ekmeğin birini elime aldığımda o da yanımdaki tabureye oturmuştu. Elindeki ketçap mayonezi masanın üzerine koyduktan sonra kolasından bir yudum aldı. "Biraz sıcak, dikkat et de yanma,"

İlk olarak küçük bir ısırık aldığımda midem sabahtan beri ilk defa bir şey yiyor oluşumun mutluluğunu yaşıyordu. Kumrularımızı yerken çok fazla konuşmadık. Son yudumu da ağzıma atıp çiğnerken bardağı dudaklarıma götürdüm ve ona baktım, o henüz bitirmemişti. Ağzımdaki lokmayı güçlükle yuttum. Acaba benim obur bir kız olduğumu falan düşünüyor muydu? Bardağı iki elimle tutarken ona baktım. "Ellerine sağlık,"

Ondan kibirli bir gülümseme beklerken başını sallamakla yetindi ve yemeye devam etti. Bu sırada çenemi avcumun içine yerleştirdim ve onu izlemeye koyuldum. Karnı doyan kedicik midesinin sesleri yerine artık kalbinin sesine yoğunlaşmıştı. Onu hiç bıkmadan günlerce, aylarca, yıllarca izleyebilirdim. Ya bugün gelmeseydi, gerçekten ne olacaktı? Bunu düşünmemle kalbim aniden sıkıştı ve içime ister istemez bir hüzün çöreklendi. Bu sırada Ilgaz'ın telefonunun melodisi evin içindeki sessizliği doldurdu. 

Yüksek tabureden homurdanarak indi ve mutfak rafına koyduğu telefonunu doğru ilerleyip telefonu eline aldı. Ekrana baktığında gözlerini devirdi. Omzumun üzerinden bakmayı bırakıp tamamen ona doğru döndüm. Telefonu cevaplandırdığında, "Efendim Mete?" dedi.

Mete'yi dinlerken kaşları çatıldı ve derin bir nefes verdi. Böyleyken bile o kadar kusursuz görünüyordu ki. Kucağına atlamamak için kendimi zor zapt ediyordum. Ne demiştim? Onu süründürmem lazımdı azcık. İçimdeki bu dürtüler varken bunun olacağına pek ihtimal veremiyordum ya her neyse. "Yanımda, evet. Niye soruyorsun?"

Mete'nin beni merak etmesi gülümsetti. Bir aydan sonra eski arkadaşlarımın beni önemsemesi garip gelse de güzel hissettiriyordu. "Feray mı?" İşte tüm sevincim bir toz bulutu gibi dağıldı. Feray?

"Ne olmuş Feray'a?" diyerek tabureden yere atladığımda ayağımı demir kısmına vurmamla pek ilgilenmeden Ilgaz'a doğru ilerledim. "Yok, bir şey, sakin ol," dedi Ilgaz bana bakarken ve saniyeler sonra tekrar telefona odaklandı. "Merhaba Feray," dediğinde olduğum yerde kalakaldım. "Ablan yanımda ve gayet iyi." Durdu ve derin bir soluk aldı. "Hayır, seni kandırmıyorum. Kendisine veriyorum, sesini duyduğunda ikna olursun belki," diyerek telefonu bana uzattı.

"Ağlıyor." Dedikten sonra ekledi. "Ve sanırım bana hakaret etti."

Şaşkınlığımdan sıyrıldığımdan telefonu kulağıma götürdüm. "Feray?" Karşı taraftan ağlama ve burnunu çekme sesleri geldi. "Arya! Allah'ım! Aklımı yitirecektim!" Daha çok ağlamaya başladı. "İyisin değil mi? Askeriyeye geldiğimde yoktun. Telefonunu da almamışsın, Yüzbaşı'yı da görmemişsin. Film falan izlemeyecektin, beni kandırdın! O kadar korktum ki, kendine bir şey yaptın sandım. Neyse ki Mete beni aradı fakat ben ikna olmayınca askeriyeye geldi. Yanımda Ilgaz'ı aradı. Arya, neredesin? Neler oluyor, çok korktum!"

Soluk soluğa konuşmalarından sonra tereddütle karşımda dikilen Ilgaz'a baktım. Sonra da arkamı döndüm ve ağır hareketlerle salona doğru ilerledim. "Feray bir sakin ol. İyiyim, bir şeyim yok. Kuruntu yapmışsın." Bugün kalkıştığım şeyden bir kez daha pişman oldum. Şu saatlerde Feray'ı ve babamı ne hale getireceğimin az buçuk da olsa fragmanını görmüştüm. İçime dolan sıkıntıyı defetmeye çalışırken olabildiğince ikna edici olmaya çalıştım. "Gerçekten film izleyecektim ama sonra biraz bunaldım odada. Koruluğa gidecektim, biraz dolaşmak için. Telefonumu da fazla uzaklaşmayacağım için almadım zaten şarjı yoktu, kapalıydı. Sonra da Ilgaz ile Mete geldi, askeriyenin aşağısında karşılaştık. Ilgaz konuşmak istediğini söyledi."

"Saatlerdir ortada yoksun, insan en azından o hödük Ilgaz'dan arar haber verir. Çıldırdım, biliyor musun? Babam daha duruma uyanmadı sen dua et, Yüzbaşı, ikimizin mezarlığa gittiğini söylemiş de öyle oyaladı onu. Yüzbaşı da çok korktu, adamın beti benzi attı. Babam birazdan beni görürse seni sormaya başlar. Neredeysen çabuk gel!" Feray'ın ağlaması durmuş, sesi git gide daha öfkeli gelmeye başlamıştı. Derin bir nefes aldım. En azından babam cephesinde büyük bir curcuna kopmamıştı, bu da bir şeydi. 

"Allah aşkına Feray, Ömer'e ne söyledin?"

"Şey..." Sıkıntılı birkaç nefes alıp ofladı. "Çok korkmuştum o anki panikle senin daha önceden intihara teşebbüs ettiğini ve yine aynısını yapmaya kalkışacağından korktuğumu söylemiş olabilirim."

Salonun içinde bir ileri bir geri yürürken başımı geriye attım ve gözlerimi yumdum. Bu hiç iyi olmamıştı. Gözlerimi açtığımda Ilgaz'ın da mutfaktan bu tarafa geldiğini ve kollarını kanepeye yaslamış, meraklı ve tedirgin bir ifadeyle beni izlemekte olduğunu gördüm. "Bu söylediklerini şu an Mete duyuyor mu?" dedim. Bir de üstüne bunu kaldıramazdım. "Yok, hayır. Ben biraz uzaklaştım. Mete'ye ağzıma geleni saydım, hepsinin sana yaptıklarını yüzüne vurdum. Onun şokunu yaşıyor muhtemelen. Yolun ortasında volta atmakla meşgul."

"İyi bari. Ömer'e de iyi olduğumu haber ver, beni merak etmesin." Bunu söylememle Ilgaz'ın kaşları çatıldı. "Ayrıca babama da bugün Doruk eve çıktığı için onun yanında kalacağımı söyle."

"Saçmalama!" diyerek bağırdı. "Onlar seni evlerinden kovarken babam da oradaydı. Buna inanır mı sanıyorsun? Neredesin sen? Ilgaz ile ne işin var Arya? Telefonu sana vererek kurtulabileceğini sanıyorsa yanılıyor, daha ona edecek iki lafım var. Belli ki seni kandırmış ama ben seni nasıl üzdüğünü, nasıl ağladığını unutmayacağım!"

"Sakin ol lütfen. Konuşmamız gereken bazı meseleler var. Hem ben Doruk'u görmeye de karar verdim. Yalan sayılmaz yani. Oraya Doruk için gideceğime inanır babam, beni kovan o değildi neticede."

"O parkta Ilgaz'ın seni ne hale getirdiğini hatırlıyorum Arya ve düşündükçe deli oluyorum. Ne yani bu gece onunla mı kalacaksın? Baş başa?" Feray'ın ima ettiği şeyi anlar anlamaz sabırsız bir ifadeyle bana bakan Ilgaz'a arkamı döndüm ve telefona doğru biraz daha sesimi alçaltarak konuştum.

"Feray... Sorunlarımızı konuşup halletmeye çalışıyoruz diyorum..."

"Öptü değil mi seni? Bir iki güzel de özür cümlesi zırvaladı. Serkan konusunda bana akıl veren Arya Hanım'a da bakın! Sen beni Serkan'dan korumaya çalışıyorsun, ben de ablamı, onu üzen heriften korumaya çalışıyorum."

"Ama şu an üzgün değilim," diye bir iç çektiğimde kalçamı tekli koltuğa yasladım. "Yarın her şeyi anlatacağım sana. Hatta Doruklar'a gelirsen orada buluşur, sonra askeriyeye geçeriz birlikte."

"Yarın akşam eve dönüyoruz Arya. Ilgaz bunu biliyor mu? Onunla kalacaksın, değil mi?" Telefonda bir süre sessizlik olduğunda Feray tekrar konuşmaya başladı, bu kez sesi sakin geliyordu. "Bu akşamlık babamı ikna edeceğim. Sonra Ilgaz ile kalmak istediğini ona kendin söylersin. Ayrıca kendi kararlarını almak konusundaki cesaretin bana da ilham oldu Arya, insan yanlışsa da yanlış istediği neyse onun peşinden gitmeli değil mi?"

"Feray, sakın aklımdan geçen kişiden bahsediyor olma! Aynı şey değil, duyuyor musun beni? Sakın! Bak sakın diyorum sana! Delirtme beni!"

"Mete'nin dakikaları bitti, yarın görüşürüz." Diyerek telefonu kapattı. Telefonu resmen suratıma kapattı!

Telefonu kulağımdan indirdiğimde diğer elimi alnıma yerleştirdim ve sakin olmaya çalıştım. Feray ve Serkan'a dair ihtimaller kafamda dönerken sakin olmak güçtü. O kertenkele suratlı herifin kardeşimle yan yana olduğunu düşünmek bile tüm sinir hücrelerimin ayağa kalkmasını sağlıyordu. O piçi uyarmıştım fakat söylediklerimi kulak arkası ederse günah benden gidecekti.

Omuzlarıma yerleşen kolları hissettiğimde başımı çevirdim. "Neler oluyor? Epey gergin bir konuşmaydı. Sanırım Feray, benimle olmandan pek hoşnut değil, yanılıyor muyum?" Ilgaz  yüzünü ifadesiz tutmayı denese de bu duruma üzüldüğünü her halinden anlayabiliyordum. "Tam olayları bilmiyor. Yani Murat Atahan'ın beni neye zorladığını, benim ne yapmak zorunda kaldığımı. Tek bildiği şey bana olan kötü tavırlarınız. O yüzden hepinize bu aralar nefret besliyor. Bakma, Doruk olmasa hastaneye, mahalleye de gitmezdi. Beyzalar'a da gıcık kapmış durumda."

"Hakkı var."

"Saçma sapan kararlar almasından korkuyorum. Sırf bir şeyleri ispatlamak için o herifle görüşürse... Onunla takılırsa... Ah, düşünmek istemiyorum."

"Kimmiş bu herif?"

"Serkan," İsmi dudaklarımdan dökülürken yüzüm tiksintiyle buruştu.

Ilgaz'ın kaşları havaya kalktı ve anlamak istercesine dikkatle yüzüme baktı. "Tahmin ettiğim Serkan'dan bahsediyor olamazsın değil mi?"

"Tam o itin kendisinden bahsediyorum."

"Anlamıyorum..." diyerek birkaç adım geriye gitti. Parmaklarıyla çenesini sıvazlarken düşünceli bir tavra bürünmüştü. "Feray, Serkan ile tren garında karşılaşmadı mı? Onu bir daha nerede gördü ki? Onunla görüşmek için seni tehdit ediyorsa, bunun için onunla birkaç kez görüşmüş olması lazım."

"Serkan'ın annesi, İstanbul'da, Deniz Abla'nın çalıştığı hastanede yatıyor birkaç aydır. Serkan ile orada karşılaşmışlar. Bu herif muhtemelen kardeşimin peşine düştü, ona ne dedi nasıl kandırdı bilmiyorum ama... Feray o zamanlar bir tür bunalımdaydı, babamla annesinin boşanmaları gündeme gelmişti. Birkaç kez görüşmüşler anladığım kadarıyla. Bir akşam eve girecekken Feray'ı, bu şerefsizin arabasından inerken gördüm. Yakasına yapıştım, onu gayet açık bir şekilde uyardım. Feray da bir daha onunla görüşmeyeceğini, sandığım gibi olmadığını söylese de pek ikna olmuş değilim. O şeref yoksunu, kardeşimi kullanmaya çalışıyor."

"Tren suikastını düzenleyen Ece'ydi. Hatta plan kısmında Murat'ın da bundan haberi yoktu muhtemelen. Murat, Feray'ın zarar görmemesini istemiş olabilir. Ki sana zarar verdikten sonra Feray'ı da kolayca gözden çıkarması muhtemel fakat Ece'nin üzerinden gidersek... O direkt benim müebbet yiyeceğim bir plan tasarlamıştı. Bunun için de Albay'ın kızının kaçırılmış değil, ölmüş olması gerekiyordu. Çünkü Ece'nin kendi çıkarları doğrultusunda yapmayacağı, almayacağı risk yoktu. Fakat planın içinde bir aksilik oldu ya da içlerinden biri planı Murat'a haber verdi. O sırada plan değişti ve Feray trenden indirildi. Murat, beni hapse sokmak için Feray'ı birkaç gün daha alıkoymalıydı. Fakat bu sırada değişen plana ikinci kez müdahale edildi. Feray'ın nerede tutulduğunu ancak içlerinden biri bilebilirdi."

Ilgaz'ın sesli dile getirdiklerinden sonra ikimiz de aynı anda birbirimize baktık. "Serkan!"

Her şeyin farkına vardığım şu sırada, bunca zaman neden bunu düşünmediğimi anlamıyordum. Serkan, Ilgazlardan ayrı bir grup, karşıt bir grup kurmuştu. Fakat bu kadar gücü nereden aldığını bunca zaman pek sorgulamamış, Serkan'ın, Murat ile bağlantısını düşünmemiştim. Kimse de bana Serkan'ın, Murat için çalışabileceğini söylememişti. Anlaşılan üzere, Ilgaz da bunu yeni fark ediyordu. Ama nasıl?

"Yani bunca zaman Serkan, Murat için mi çalışıyordu?"

"Bunu biz ilk zamanlar düşünmüştük, yani Serkan bize karşıt bir grup oluşturduğunda. Fakat Serkan, Murat Atahan'dan en az bizim kadar nefret ediyordu. Abisi, Atahan Laboratuvarı'nda çalışıyordu. Yurtdışına gittiği haberini aldılar. Sonra bir gün bu yurtdışındaki laboratuvarda patlama olmuş. Abisinin cenazesi Türkiye'ye getirildi. O olaydan sonra da annesine felç geldi ve abisinin ölümü ve annesinin hastalığından dolayı Serkan hep Murat'ı suçladı."

"Hangi abisi?" diye sorduğumda güçlükle yutkunabilmiştim. Serkanlar üç erkek kardeşti ve Serkan en küçükleriydi. Babasını pek sevmezdi, hazır yemeyi seven, kendinden oldukça genç kadınlarla paraları yiyen bir tipti. Bu şartlarda da annesi gündeliğe gider ve en büyük abisi evin geçimini sağlamaya çalışırdı. Serkan ve diğer abisi bu yüzden biraz öfkeli ve serseri yetişmişlerdi. "Özkan, en büyükleri," diye cevapladı Ilgaz beni. Başımdan aşağı kaynar sular boşaldı adeta. Serkan ve Gürkan'a benzemezdi Özkan Abi. En düzgünleri, en ağırbaşlıları, en merhametlisiydi içlerinde. Gürkan deseydi tereddütsüz inanırdım buna. Belaya bulaşan bir tipti o ama Özkan Abi... Onun Murat Atahan'ın pisliğinde ne işi olurdu?

Ellerimi yüzüme kapadığımda nefes almaya çalıştım. "Ne zaman öldü?" diye sordum. Sesim titriyordu. On yıl önce gördüğüm bir yüzü hayal etmeye çalışırken ilk kez Serkan için üzüldüm. "Beş yıl olmuştur. Doruk ile Serkan onun öncesinde de problemler yaşıyorlardı. Fakat abisinin ölümüyle Serkan daha beter bir duruma geldi. Cemre Abla ile Özkan Abi yıllar önce sevgiliydi, ayrıldıklarında Özkan Abi'nin o bunalımla böyle bir pisliğe bulaştığını düşünüyordu Serkan. Cemre Abla'yı suçladı. Hatta Serkan bir tür çeteye bulaştı, Cemre Abla da abisinin ölümünden sonra dağılan Serkan için çok üzülüyordu, onu kendi kardeşi gibi seviyordu. O bölgeye Serkan ile konuşmak için gitmiş. O çetenin üyeleri Cemre Abla'ya saldırmışlar. Serkan orada Cemre Abla'yı bırakıp gitmiş. Doruk ile yetiştik elbette fakat Doruk o şoku hayatı boyunca unutamadı. Öyle gözü dönmüştü ki heriflerden birini bıçaklamıştı. Hepsini hastanelik etti. Ben müdahale etmeseydim, 17 yaşında bir katil olması çok muhtemeldi. O geceden sonra da Serkan ve Doruk iki düşmana dönüştüler. İki taraf da birbirini tamamen sildi, Serkan mahalleden taşındı."

Duyduklarımın ağırlığıyla yavaşça arkamdaki tekli koltuğa çöktüm. Şimdi anlıyordum, Doruk'un, Serkan ile işbirliği yaptığımı öğrendiğinde günlerce suratıma bakmamasını... Dostlarını ailesinden ayırmazdı Doruk. Serkan'a nasıl bağlı olduğunu biliyordum, onu bir nevi abi gibi görmüştü. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Bunca zaman aralarına ne girdiğini hep düşünmüştüm. Ablasına yapılanı, kardeşi gibi gördüğü Serkan'ın orada ablasını o pislik heriflerin eline bırakmasını affedemeyişini o kadar iyi anlıyordum ki... Ve Serkan... Kardeşiyle canı yanmış Serkan, insanların canını kardeşleriyle yakmak isteyecek kadar hislerinden arındırılmıştı. Murat Atahan'ı suçluyorsa neden onun için çalışıyordu o halde?

"Bu olaydan sonra Murat'ın tarafında nasıl yer alabilir?"diyerek düşüncemi sesli dile getirdim.

"İntikam istiyordu. Demek ki bir planı var. Kaleyi içten fethedecek." 

"Onunla çalışıyor gibi görünüyor ama içten içe onu baltalamaya çalışıyor yani. Feray'ı da rehin tutulduğu yerden kurtaran Serkan'dı o halde. Hala anlamıyorum, hala çözemiyorum Serkan'ı."

"Tabi kafasında tam olarak ne döndüğünü bilemeyiz fakat Feray'a zarar vermesine izin vermeyeceğim." Yanıma gelip elimi tuttu. "İzin vermeyeceğiz. Bu işte birlikteyiz." Diyerek saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu.

Başımı gövdesine yasladım ve tüm huzursuzlukları onun göğsünün üzerinde kafamdan defettim, tekrardan huzuru kucakladım. "Bu işte birlikteyiz," diye onayladım onu.

***

İkimiz de uyumak için üst kata çıktığımızda oda kapılarının önünde yaklaşık bir dakika kadar ne beklediğimizi bilmeden sessizce bekledik. Burada daha önce kaldığımda ikimiz de ayrı odalara girmiştik fakat o zamanki durumdan bu yana beni öpmüştü, hem de defalarca. Üstelik evinde de beraber uyumuştuk. Burada kalmak istememin, Feray'a dil dökmemin nedeni ayrı bir odada yatmak için değildi elbette. Fakat o sessiz kalınca, ben de sessiz kalıyordum. Ona doğru döndüğümde hala kapıyla bakışıyordu. "Ilgaz, sabaha kadar burada mı dikileceğiz?" diye sorduğumda çok şükür ki dikkatini çekebilmiştim.

"Dürüst olacağım," diyerek bodoslama bir giriş yaptı. "Benimle uyumanı istiyorum. Fakat barıştığımızın ilk gecesi böyle bir şeyi dile getirmem biraz yüzsüzce mi olur emin olamadım. Belki ayrı bir odada daha rahat edersin. Yani... Ben seçenek sunayım, kararı sen ver."

Topu bana atması birazcık sinirimi bozsa da bozuntuya vermedim. Centilmen olmayan herifin şimdi centilmenlik yapacağı tutmuştu! Tutup kolumdan, bu gece benimle uyumanı istiyorum dese ölür müydü sanki? Neyse dünden razı gibi davranmadan uygun bir cevap bulmalıydım. Ellerimi eteğimin kısa ucuna yerleştirdim ve ona bakmadan konuştum. "Aslında o zaman sana söylemedim ama... O oda çok rahatsız Ilgaz. Ertesi sabah uyandığımda sırtım tutulmuştu. Üstelik arka tarafa bakıyor, sabah güneş odanın içine vuruyor, erken uyanmak durumunda kalıyorsun. Gece vakti köpek ulumaları da cabası." Zırvaladığım yalanlardan sonra başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı. Başını salladı. "Hiç misafirperver değilmişim, gitmişim en berbat odayı sana vermişim. Hatamı telafi edeyim ben o zaman," diyerek kendi odasının kapısına doğru ilerledi ve kapıyı açtı. Geçmem için de eliyle işaret edip kenara çekildi.

Dudaklarımdan ufak bir kahkaha kaçtığında gülmeme engel olmaya çalıştım ve elimi dudaklarımın üzerine götürüp ciddileştim. Odanın içine girdiğimde içimi tuhaf bir heyecan sarmıştı. Evet, onunla ilk kez aynı yatakta uyumayacaktık ama... Bir aydan sonra bu artık öyle imkânsız geliyordu ki kulağa... Bugün hiç bitmesini istemediğim bir rüyanın içinde gibiydim. Ilgaz ile ben... Aynı yatakta uyuyacağız... Sakinleş Arya, sakinleş.

Odanın ortasında yüksek, geniş, çift kişilikli bir yatak vardı. Duvarlar açık yeşildi, yatak başlığının renginde kahverengi küçük bir dolap ve yüksek de bir komodin bulunuyordu. Oda orta büyüklükteydi, apartman dairesindeki odasıyla karşılaştırırsak hatta küçük sayılırdı. Yatağın sol tarafında gece mavisi bir renkte abajur bulunuyordu. Yatağa doğru yürüyüp ayakucuna oturdum. "Bu rengi çok seviyorsun sanırım?" diyerek abajuru işaret ettim.

İki kapaklı dolabı açıp içinden bir şeyler ararken cevapladı beni. "Güzel bir renk evet ama benim değil, babamın en sevdiği renkti." Bir anda tüm bedenime buzlu su atılmış gibi irkildim ve kollarımı bedenime doladım. Ilgaz'ın geçmişi. Annesinin ihaneti ve intiharıyla sarsılan 13 yaşındaki Ilgaz... Her şeyden çok sevdiği babasını iki yıl önce, Atahanlar'ın şirketinde bir kalp krizi sonucu yitiren Ilgaz...

Ailesinden geriye tutunabileceği bir kardeşi bile yoktu. Babasıyla ilgili anılara tutunuyor lakin annesini geçmişin karanlık sayfalarına hapsediyordu. Ne kadar zor olduğunu az buçuk tahmin ediyordum. Bir ebeveynden nefret etmenin ne kadar acı verici, yaralayıcı olduğunu biliyordum. Babam, annemi terk ettiği için, kendine farklı bir hayat, farklı bir aile kurduğu için nefret etmiştim ondan. Ama hayatıma geç girmiş olmasına rağmen o benim babamdı. Şu son günlerde benim için ne kadar üzüldüğüne gözlerimle şahit olmuştum. Onu seviyordum ve onu asla tamamen yok sayamazdım.

Ne burada, ne kendi evinde annesine dair hiçbir iz bırakmayan Ilgaz, onu tamamıyla kalbinden söküp atabilmiş miydi? Annesinin onda yarattığı hisler sadece acı ve nefret miydi? Ona bunu sormayı çok isterdim ama kendimde bu cesareti bulamıyordum. Bunu konuşmak isteyen o olmalıydı. Annesinin bahsini açıp onu üzmek, onu dağıtmak istemiyordum. Bugünü düşünürsek ikimiz de yoğun öfke patlamaları yaşamıştık, yorucu bir gündü güzel olmasının dışında. O yüzden şu anlık tek isteğim ona sarılıp uyumaktı. 

Ilgaz bana doğru döndüğünde koyu yeşil bir tişört uzattı. "İnce bir eşofman altı bakıyorum fakat burada pek fazla bir şeyim yok, siyah var biraz kalın, sıcaklarsan..." Sıcaklayacağıma garanti verebilirdim. Gerek yok dercesine ellerimi kaldırdım ve iki yana salladım. "Bu tişört zaten uzun bana göre," Şimdiden tuhaf bir ateş basmıştı içimi. Sabaha kadar ruhumu teslim etmezsem bu gerçekten bir mucizeydi.

"Pekâlâ, yine de üşürsen falan dolaptan alabilirsin," dedikten sonra kapıya doğru yürüdü. "Ben çıkayım, sen de giyin."

"Gerek yok," Duraksadığında şaşırmış bir ifadeyle bana döndü. "Yani arkanı dönsen de olur." İçimdeki uysal kedi ve vahşi kaplanın mücadelesi beni yorgun düşürmüştü gerçekten. Ilgaz pencereye doğru ilerleyip arkasını döndüğünde ayağa kalktım. Belimdeki kuşağı çözerken tereddütlü bir ifadeyle onu gözetliyordum. Ilgaz'ın dönüp bakacağını tabi ki zannetmiyordum fakat karnıma giren krampın nedeni bu da değildi. Beni korkutan başka bir şeydi. Ona karşı duyduğum bu zapt edemediğim çekimle, istekle nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Hayatım boyunca birine karşı ilk kez bu denli güçlü bir tensel çekim ve istek duymuştum. Onunla aynı yatakta, üzerimde sadece bir tişörtle yatacağımı bilmek bile kalbime art arda tekme yiyormuşum gibi hissettiriyordu. Hâlbuki hayatım boyunca hiç bu denli vücudumun ve yanaklarımın ısındığını hatırlamıyordum.

Elbiseyi eteklerinden kavrayıp vücudumdan sıyırdım ve başımdan çıkardım. Elime hapsettiğim elbiseyi yatağın üzerine bıraktıktan sonra hala perdesi kapalı pencerenin önünde dikilen Ilgaz'a baktım. Tişörtü başımdan geçirdikten sonra uçlarından tutup bacaklarıma doğru indirdim. Kalçalarımın biraz altında bitiyordu. Sanırım elbiseyle yatmak daha az dikkat çekici olurdu. Bu ev neden bu kadar sıcaktı? Sıvı kaybından düşüp bayılacağım!

Yatağın üzerine oturduktan sonra tişörtü dizlerime doğru çekiştirdim. "Ilgaz, ben giyindim dönebilirsin ama biraz cam açsak fena olmaz. Hava bugün çok sıcak."

"Olur," deyip bana kısaca baktıktan sonra arkasını döndü ve perdeyi aralayıp camı açtı. Pencerenin önünde birkaç dakika dışarısını izledikten sonra kapının yanına doğru yürüdü. "Işığı kapayayım mı?" Çok daha iyi olur. En azından karanlıkta kimse birbirini görmez ve vücudumu bu denli ateş basmaz! "Kapatabilirsin." Diyerek yavaşça ayağa kalktım ve yatağın üzerindeki ince pikeyi kaldırıp yatağın içine girdim.

Odanın içine vuran ay ışığında onun tekrar cam kenarına gittiğini gördüm. Kotunun cebinden bir sigara paketiyle çakmak çıkardı. Ellerimi deterjan kokan yastığın üzerinde birleştirirken onu izlemeye koyuldum. Kalçasını pencerenin beyaz pervazına yasladı, sigarayı dudaklarına götürdüğünde dışarısını ve gökyüzünü izliyordu. Dışarıda duyulan birkaç köpek havlaması ve baykuşların sesi bile kalbimin ritimleriyle yarışamazdı.

Sırtüstü dönüp tavanı izlemeye koyuldum. Ellerimi başımın iki yanından yastığın üzerine yerleştirdim. Bir gerçek daha vardı. Yok, saymaya çalışsam da, görmezden gelmeye çalışsam da, Ilgaz ile bir daha dile getirmesek de... Onur... Onu sevdiğimi biliyordu artık Ilgaz. Belki de şu an pencerenin önünde düşüncelere dalmasının nedeni de oydu. Nefret ettiği Atahanlardan birine zamanında âşık olan bir kadın şimdi onun kendi yatağında yatıyordu. Geçmişi ardımda bırakmak istiyordum. Bunu tüm kalbimle istiyordum. Artık benim olabilecek birini sevmek istiyordum, beni sevebilecek birini istiyordum.

Kalbime bir kez daha yenik düşmüştüm ve bu kez de zor bir adama âşık olmuştum. Yaşam sanki onun nefeslerindeydi, ancak onunla nefes alabilirdim. Güç sanki onun avuçlarındaydı, o elimden tuttuğu müddetçe ayakta olabilirdim. Ancak o bana dokunursa bir kalbim olduğunu hissedebilirdim. Onu tekrar kaybedersem... Bununla nasıl baş edecektim?

Bugün kendi hayatıma son vermeyi göze almıştım ben. Kardeşime, babama ne olacağını düşünmemiştim. Feray'ın benim için nasıl endişelendiğini, korktuğunu düşündükçe tekrar tekrar suçluluk duygusuna kapılıyordum. Beni koşulsuzca sevmişti her zaman, ona nasıl sırtımı dönerdim? Ona bir şey olduğunu düşündüğümde aklımı yitireceğim sanmıştım, aynısını ona bilerek nasıl yaşatacaktım? Ya babam... Annemle olan geçmişi ne olursa olsun... O bunu hak ediyor muydu? 

Ona bu korkuyu bir kez yaşatmıştım. Silahı kafama bastırdığımda bana yetişmiş, bunu yapmamam için adeta yalvarmıştı bana. O halini hiçbir zaman unutamayacaktım. Onur'un, babasına yaşattığı sahneyi kendi babama mı yaşatacaktım? Yapmıştım da aslında. O an babamın dediklerini duyamayacak kadar hissizdim, silahı ateşlemiştim. Arkamdan ne zaman geldiğini bilmediğim Murat Atahan'ın silahı ittirmesiyle silah başım yerine omzumda patlamıştı sadece. O gün orada ölmememin nedenini o herife borçlu olmam oldukça ironikti. Biliyorum, babam sırf bu yüzden bile ona büyük bir minnet doluydu. Ona bir can borcu olduğunu düşünüyordu. 

Murat Atahan... Bu kadar süredir hala nezarette miydi? Hala nasıl açık verdiğini aklım almıyordu. Şeytan şaşırır ama o şaşırmazdı. Şimdi ise parmaklıkların ardındaydı. Tüm yıllarını bir hücrede heba etmesini o kadar çok istiyordum ki...

Yatağın yan tarafı Ilgaz'ın ağırlığıyla çöktüğünde gözlerimi tavandan çektim ve ona baktım. "Bu kadar derin ne düşünüyorsun böyle?" diyerek dirseğini yastığa bastırdı, başını da avcunun içine yaslayıp bana baktı.

"Biraz Feray'a canım sıkıldı. Bir de... Murat Atahan aklıma takıldı. Orhan Amca'nın cinayetinden dolayı hapse girecek mi? Neden bir haftadan fazla süredir nezarette tutuluyor? Eğer suçluysa onu niye hapse atmıyorlar?"

Ilgaz o herifin adını işitmesiyle bile gerilmişti. Kollarını yastığın üzerine yerleştirip o da tavana bakmaya başladı. "Mahkemesi ertelendi. Bunda Ece'nin ve diğer sadık çalışanlarının bir parmağı yoksa bir şey bilmiyorum. Mahkeme gününe kadar Murat'ı kurtaracak deliller arıyorlar ya da belki de deliller yaratmaya çalışıyorlar. Bu süre zarfında da Murat ifadesini değiştirecek mi diye iki günde bir tekrar sorguya alınıyor. Aracın fren ayarlarıyla oynadığını itiraf eden herif, Murat'ın ismini vermiş. Gerçekten de bahsedilen adamın Atahan Laboratuvarı ile bir bağlantısı ortaya çıktı. Onun dışında o adamın ifadesi dışında sağlam bir kanıt yok. O adam hapiste tutuluyor. Fakat Ece ve Stevan bir şekilde içeriden birilerini tutup adamın ifadesini değiştirmesini sağlarsa... Murat'ı içeriye tıktıracak bir delil kalmaz, geriye kalan her şey şüpheden ibaret."

"Stevan?" diyerek ona döndüm. Bu havaalanında Ilgaz'ı öldürtecekleri keskin nişancının ismiydi.

"Murat'ın, Ece'den sonraki sağ kolu. En çok o ikisine güvenir."

"Bu adam İstanbul'da, Beyzalar'la yolda karşılaştığımız, Ece'nin yanındaki şu Alman aksanlı adam mı?"

"Ta kendisi." dediğinde o adamın karakteristik esmer yüzü, koyu renk saçları gözlerimin önüne düştü. O günü hızlı bir çekimde kafamın içinde tekrar yaşadım. Murat'ın o kararlı, soğuk ifadesini, havaalanına doğru koşturuşumu, Ilgaz'a haber veremeden bana yetişmelerini ve Murat'a boyun eğişimi...

Yatakta dizlerimi kendime çekip yüzümü yastığa gömerken hissettiğim tanıdık korku ve çaresizlikle büzüştüm. "Ne oldu?" diye sordu Ilgaz endişeli bir sesle. "O Stevan denilen ibne sana bir şey mi yaptı?"

Başımı iki yana salladıktan sonra başımı göğsünün üzerine yerleştirdim. "Murat, seni ona öldürtecekti. Keskin nişancı oydu."

Söylediğimle Ilgaz'ın göğsünde gerilen kasları hissetmiştim. Birkaç saniye sonra kollarını bedenime sardı ve yatıştırmak istercesine saçlarımı okşadı. "Bize bir daha zarar veremeyecek. Seni bir daha benden koparmasına izin vermeyeceğim."

"O adil dövüşmüyor ki Ilgaz. Onun için tehdit oluşturan kim varsa ayağının altından çekmek için yok ediyor. Seni öldürecekti! Orhan Amca'yı öldürdü! Doruk da az kalsın ölecekti. Sırada kim var? Beyza? Buğra? Mete? O kendi kanından olanları harcamış biri, bize merhamet gösterir mi? Ondan tamamen kurtulacağımıza inanamıyorum, o hapse girse bile madem hapse girdim meydan onlara da kalmasın diyerek hepinizi öldürtür Ilgaz. O insanlığını daha çocukken öldürmüş biri, ona nasıl engel olacağız?"

"Bilmiyorum," dedikten sonra dudaklarını saçlarımın arasına bastırdı. "Sadece tüm yaptıklarının bedelini en acı şekilde ödeyeceği günün gelmesini istiyorum. Murat Atahan'ın devrilişini, kaybedişini, layık olduğu sonu yaşamasını istiyorum. O günün bir gün geleceğine tutunuyorum. Babamın da Orhan Amca'nın acısının da üstesinden başka türlü gelemem. Er ya da geç... Tüm yaptıklarının bedelini ödeyecek." Diyerek güven vermek ister gibi elimi sıktı. "Şimdi tüm bu kötü düşünceleri ve o uğursuz herifi bir kenara bırakıyoruz, tamam mı?"

"Tamam," diyerek yüzümü boynuna gömdüm ve ona biraz daha sokuldum. Çıplak bacaklarımın bacaklarına değiyor oluşu çekinmeme neden olmadı. Aksine hiç olmadığım kadar rahat hissediyordum kendimi. 

"Birçok şey kaybettim belki..." diye mırıldandığında başımı boynundan kaldıramadım bile. Elimi kaldırdığını hissettim, daha sonrasında da parmaklarıma bir öpücük kondurdu. "Ama kendimi daha önce hiç bugünkü kadar güçlü hissetmemiştim."

Dudaklarımda oluşan tebessümü görmese bile gülümsedim ve boynuna bir öpücük kondurdum. Bunun biraz onu huylandırdığını anladığımda daha çok güldüm. Kasılan vücudu tekrardan gevşediğinde konuşmaya devam etti. 

"Evrende öyle bir düzen var ki... Bir insanı sana mühürlemişse, günün birinde ne kadar dönüp dolaşsan da tüm yollar o insana çıkıyor. Araya kim, ne girerse girsin en fazla o süreyi geciktirebiliyorlar ama engel olamıyorlar. Benim tüm yollarım sana çıktı Arya ve ben tüm o yolları ezbere biliyorum. Bir tek seninle yanmaya, bir tek seninle tamamlanmaya gönüllüyüm. O yüzden şuna emin ol, kimsenin gücü bu mührü sökmeye, bu ateşi söndürmeye yetmeyecek. Belki Ilgaz'dan da, Arya'dan da daha güçlü. Ama Ilgaz ve Arya'dan daha güçlü değil. Arya ve Ilgaz'dan daha cesur değil. "

Başımı boynundan kaldırdım, elimi omzuna yerleştirerek ona tutundum ve yüzüne baktım. Gözlerine baktığımda kendi yansımamı gördüm ve kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissettim. Ilgaz ve Arya... Arya ve Ilgaz... Ilgaz'ın kediciği... Biriyle bir bütün olmak, birine ait olmak daha önce hiç bu kadar güzel gelmemişti kulağıma. Birlikte tüm evreni alt edebilirdik sanki onunla. Yan yana olduğumuz müddetçe yakıp yıkmayacağımız, üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok gibiydi.

İki elimi da omuzlarına yerleştirdiğimde derin ve hızlı soluklarımızın arasından birbirimize baktık. Saçlarım onun yüzüne değerken uzanıp o tutamları kulağımın arkasına itti. Açık pencereden gecenin serinliği tenlerimize değerken, ona karşı hissettiğim bu yangını söndürmeye rüzgârın da gücü yetmedi. Ben ona doğru eğildiğimde o da başını biraz daha bana doğru kaldırdı ve dudaklarımızı buluşturdu. Öpücüklerimiz yakıcı ama telaşsızdı. Eli boynumu kavradı ve beni tamamıyla kucağına çekti. Çıplak bacaklarımla bacaklarının arasına yerleşirken bu kez utanç kavramını daha güçlü bir duygu bastırmıştı. Tutku.

Diğer eli karnıma kadar sıyrılan tişörtten dolayı çıplak belimde gezinirken dudakları, dudaklarımdan çeneme, oradan da boynuma doğru bir yol izledi. Eli karnımda daha da yukarılara çıkarken benim de bir elim onun saçlarında oyalanıyordu. Diğeri ise tişörtünün sıyrıldığı çıplak karnının üzerindeki sert kaslarda geziniyordu. Ona ilk kez bu kadar net bir biçimde dokunuyor olmak kalbimin heyecanla kasılmasına neden oldu. Bir anda beni iki eliyle belimden destekleyip kucağından yatağa doğru kaydırdı ve bu kez o benim üzerime çıktı. Bacaklarımın arasına yerleştiğinde tişörtünü eteklerinden kavrayıp başından çıkardı ve yatağın ayakucuna fırlattı. 

Onu daha önce üstsüz görmüştüm, o iki seferde beni heyecanlandırma boyutları arasında elbette farklılık vardı. İlk seferde bir gece kulübünde çalışacağımı sonradan öğrendiğim için evine ona hesap sormak amacıyla gitmiştim, ona daha çok öfke doluydum. Diğeri ise yine bu çiftlik evine geldiğim ilk zamandı. Duştan çıktıktan sonra mutfakta bir şeyler hazırlıyordu ve üstsüzdü. Beni oldukça heyecanlandırmıştı. Şimdi ise işin boyutu daha da farklıydı, aynı yataktaydık ve o tişörtün çıkma nedeni oldukça barizdi. Tekleyen kalbim en sonunda duracaktı sanırım.    

Tekrar üzerime eğilip dudaklarıyla dudaklarımı esir aldığında içimdeki heyecana rağmen hareketlerim oldukça kendinden emin ve cesurdu. Ellerimi ensesindeki saçlarında gezdirdikten sonra o öpücüğünü derinleştirirken ben ise sağ elimi pürüzsüz sırtına doğru indirdim. Yakıcı öpücükleriyle dudaklarımdan küçük inlemeler dökülürken dudaklarını bu kez tişörtün açık bıraktığı göğsümün üst kısmına doğru kaydırdı ve oraya öpücükler bırakmaya başladı. Diğer eli üzerimdeki tişörtü sütyenime doğru sıyırdığında odanın içindeki nefes seslerine Ilgaz'ın telefonunun melodisi karıştı. 

Ilgaz kasıtlı olarak telefonu duymazdan gelip beni öpmeye devam ederken kötü bir şey olabileceğini düşündüğümden başını ellerimin arasına aldım ve dudaklarını bedenimden uzaklaştırdım. Nefeslerimi düzenlemeye çalışırken komodinin üzerindeki telefonu işaret ettim. "Bir bak... Belki de... Önemli bir şeydir."

Ilgaz üzerimde doğrulup öfkeli bir biçimde saçlarını geriye atarken dizlerimin üzerinden yatağın diğer tarafına geçti ve komodinin üzerindeki telefonu eline aldı. Ekrana baktığında kırmızı görmüş boğa misali kudurmuştu. Telefonu hırsla kulağına götürdü. "Ulan Mete, senin evveliyatını sikmemem için bana bu saatte ne sikim için aradığını açıklayacak tek mantıklı bir şey söyle!"

Bu sırada gözüm ay ışığının aydınlattığı duvardaki saate takıldı. On ikiyi çeyrek geçiyordu.

"Asıl sen bağırma! Küfrederim tabi, saatten haberin var mı senin?" Elini alnına yerleştirdiğinde derin bir soluk aldı. "Evet, güzellik uykusundaydım, böldün abi. Uzatma da ne söyleyeceksen söyle."

Mete neler söyledi bilmiyorum ama geçen saniyeler boyunca Ilgaz ses çıkarmadan onu dinledi. Yüzü git gide şaşkınlığa büründüğünde ben de yatakta telaşla doğruldum ve üzerimdeki tişörtü bacaklarıma doğru indirdim. "Nasıl yani? Sen öylesine bahsederken konuştu mu yani?" Ilgaz gözlerini kısa bir an için yumup açtığında bu kez rahatlamaya benzer bir nefes verdi. "Onunla mı konuşmak istiyor?" Garip bir telaş ve şaşkınlıkla yatağın üzerine oturup telefonu bana uzattı. Ellerinin az da olsa titrediğini gördüm. "Doruk," diyerek  telefonu uzatmadan önce hoparlöre almıştı. Onun ismini duyar duymaz tanıdık acı ve özlem duygusu aynı anda kalbimin üzerine yerleşti. İçimdeki tüm yaşlar gözlerime dolmak için çaba harcadı. Ilgaz'a tereddütlü bir ifadeyle baktıktan sonra "Doruk?" diye seslendim telefona doğru. Sesimin titremesine engel olamamıştım.

Doruk... Tüm çocukluğum, oyun arkadaşım, en iyi arkadaşlarımdan biri, kilosundan dolayı dışlandığı için ağlayan duygusal o çocuk... Beni her daim koruyacağını, bir abi gibi kollayacağını söyleyen, gözlerinde okyanus mavilerini saklayan, kalbinde okyanuslardan bile büyük sevgiler barındıran en iyi dostum... Sesini uzun zamandan sonra ilk kez duyduğumda bacaklarımdaki tüm kuvvet çekilmişti sanki. Sesi ondan beklenmeyecek derecede cansız, sakin ve güçsüzdü. "Bana ve babama ihanet etmemişsin." Birkaç saniye sessizlik olduğunda çoktan bir damla yaş yanağıma doğru süzülmüştü. "Etmedim," diye onayladım onu.

"Babam haklıymış," diye mırıldandıktan sonra devam etti. Kurduğu cümle ile beraber güçlükle yutkundum ve Ilgaz'a baktım, onun da yüzü kaskatı kesilmişti. "Arya," diye bir iç çektikten sonra sesi bu kez kırık geliyordu. Böylelikle ağladığını anladım. "Babam öldü, babam artık yok. Babam... Benim babam artık yok. Babamı gömmüşler Arya, babamı gömmüşler! " Daha fazla konuşamadığında telefonu Mete aldı.

"Ilgaz, buraya gelmelisiniz..." Mete konuşmaya devam ederken Ilgaz çoktan tişörtünü başından geçirmişti. Mete cümlesini tamamladığında Ilgaz ile aynı anda birbirimize baktık. "Doruk, babasına gitmek istiyor."

Arya ve Ilgaz odaklı bir bölümden sonra herkese merhaba... Bir buçuk günde yazdığım bir bölüm olduğu için ne kadar iyi oldu bilmiyorum ama umarım beğenmişsinizdir. Serkan ve Doruk meselesini de açıklığa kavuşturduktan sonra şöyle bir dönüp baktım da... Neredeyse tüm sırları açıkladım, son bir iki şey kaldı sanırım. Onların da ortalığı karıştırma potansiyeli yüksek olduğu için biraz daha bekleyecekler gibi.

Ve Doruk aramıza döndü, yaralı bir şekilde. Dostlarıyla ayağa kalkabilir mi?

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Geçen bölüm oylar ve yorumlar bir hayli motive ettiğinden bu haftayı da es geçmeyip bir bölüm yazdım, oylarınızı ve yorumlarınızı bekleyeceğim. Görüşene dek, sağlıcakla kalın!


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro