35. BÖLÜM: "BİR DEFTER DAHA KAPANDI"
Bölüm şarkısı: Scarlett Rose|Dark Times
35. BÖLÜM: "BİR DEFTER DAHA KAPANDI"
Duvardaki saatin saniyelik vuruşlarıyla neredeyse eş zamanlı akan serum damlalarını izlemekten yorgun düşen gözlerim tekrar kapanacak gibi olduğunda kapının açılma sesiyle henüz kapattığım gözlerimi araladım. Bir ton ağırlığındaymış gibi hissettiğim gözkapaklarım titrerken günler boyu uyumak istediğimi düşündüm. Hatta aldığım son nefese dek uyumak ve zihnimi susturmak istiyordum. Başka türlü yaşamak mümkün değildi sanki.
Başımı hafif bir açıyla sağa çevirip bakışlarımı gelen kişilere sabitledim. Feray elinde tuttuğu tepsiyle yatağımın yanına ilerlerken arkasından da Deniz Abla ile tanımadığım bir kadın geliyordu. "Sana kendi ellerimle çorba yaptım," diyerek yanıma oturduğunda tepsiyi de kendi kucağına yerleştirdi. Deniz Abla'nın yanında dikilen kadının bana sıcak bir gülümsemeyle baktığını gördüğümde kısık gözlerimi ovaladım ve ona daha dikkatli baktım. Açık kumral, kıvırcık saçları ensesinde toplanmış ve iki yanından da bukleli perçemleri serbest bırakılmıştı. İnce ve naif yüz hatlarına uyan badem gözleriyle sevimli, samimi bir görünüşü olduğunu söyleyebilirdim. "Merhaba Arya," diye gülümsedikten sonra odanın penceresine doğru yürüdü. Pencerenin yarısını örten güneşliği iyice açarak camı da biraz araladı. "Şimdi oldu işte," diyerek derin bir havayı ciğerlerine doldurdu. Odaya vuran güneş ışıkları beni rahatsız ettiğinde kendimi bir an vampir gibi hissettim.
Her bir ışık alnıma bıçak gibi saplanmıştı sanki. Eh neticede bıçak acısı hakkında artık fikir sahibiydim. Uzun bir nefes aldığımda göğsüm biraz daha sıkıştı. Gözlerimi kapayıp tekrardan açtım. Tereddütlü bakışlarımı Feray'a dikip kadını görüş açımdan çıkardım. Aslında kim olduğunu merak etmiyordum fakat şu an kimseyi çekecek, dinleyecek halim olmadığından odama yabancı birisinin girmesi hoşuma gitmemişti. Gitseler iyi olurdu. Uyumak istiyordum. "Yemek istemiyorum," diyerek Feray'ın bana doğru tuttuğu tabağı geri çevirdim. Anında kaşlarını çattı. "Olmaz, Arya. Hiç inatlaşma, yiyeceksin. Başka türlü toparlanamazsın."
"Aç değilim."
"Açsın. Mide diye bir şey kalmadığı için anlamıyorsun sadece." Diyerek tabağa daldırdığı kaşığı dikkatli bir biçimde dudaklarıma götürdü. "Haydi, aç ağzını ablaların en güzeli."
"Feray,"
"Ham yap bakalım," diyerek beni duymazdan geldiğinde kaşığı dudaklarıma dayadı, mecburen ağzımı açmak zorunda kaldım. Homurdanmamak için kendimi zor tuttum. Sıcak, tarhana çorbasının tadı iyi gibi olsa da ağzımdaki kuruluk hissi ve iştahsızlıktan dolayı yediğim şeylerin tadını çok da iyi aldığım söylenemezdi. Güçlükle yuttuğumda Deniz Abla da başucuma gelmiş ve elini alnıma yerleştirmişti. "Ateşin biraz daha düşmüş, normale döndü sayılır." diye tebessüm ettikten sonra gerisinde dikilen kadına doğru döndü. "Arya'cım, bu İpek Hanım,"
Feray'ın zorla yedirdiği ikinci kaşığı yutmaya çalışırken bakışlarım tekrardan kadına kaydı. Siyah, şifon, kolları dirseklerde bir gömlek ve bej rengi bir pantolonla zarif bir görüntü çizen kadını bir kez daha süzdükten sonra bıkkın bir ifadeyle başımı Deniz Abla'ya doğru çevirdim. "Yani?"
"Uyku ilacının dozu hakkında ve son zamanlarda olan durumlar için seninle sohbet etmek istiyor."
Farkındalığın getirdiği alaycı bir ifadeyle başımı aşağı yukarı salladım. "Biz kendilerine halk arasında psikiyatrist diyoruz ama böyle anlatınca resmiyet kalkıyor tabi."
Deniz Abla gerginlikle bakarken, kadın onun aksine rahat görüntüsünden taviz vermedi. İki elini arkasında birleştirdikten sonra nude bir ruj rengiyle boyanmış ince dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Mesleğim bu tabi ama resmiyet ben de sevmem."
Daha fazla yemeyeceğimi anlayan Feray tabağı başucumdaki komodine yerleştirirken yorgun gözlerimi ona diktim. "Bu hap mevzusunda tek tek anlatmakla uğraşmasaydın herkese. Askeriyeye hoparlörden ilan etseydin, duymayanlar kaldıysa ayıp olmuştur."
"Arya, senin iyiliğini düşünüyorum ben." Ani bir çıkışla beni düşünmeyin nidası atmak istesem de şu an buna gücüm yoktu, üstelik bana dikkatle bakan bu kadın beni rahatsız etmişti. Karakter tahlili yapıyordu kendince tabi. Yorgunluğuma bulaşan alaycı bir ifadeyle soğuk bir gülümseme gönderdim ona. "Odalara seansa gittiğinizi de bilmiyordum. Ücret nasıl oluyor, babam iki kat daha mı fazla ödeyecek?"
Deniz Abla boğazını temizlerken kadın söylediğimden hiç de rahatsız olmuş gibi değildi, yüzünde herhangi bir değişiklik olmadı. İğnelemelerim onu etkilemiyordu anlaşılan. Yatağın ucuna otururken şifon gömleğinin yakasındaki gözlüğü alıp gözlerine yerleştirdi. "Oktay eski bir dostumdur, senin hastaneleri sevmediğini söyleyince onu kıramadım. Hem bunu bir seans olarak da düşünme, sadece kısa bir sohbet."
Deniz Abla, Feray'a hadi dercesine baş işareti yaptığında Feray da ayaklandı. Uzun saç örgüsünü omzuna alırken bana tebessüm etti. "Ben yine gelirim birazdan,"
Yatağımda biraz daha doğrulup başımı yatak başlığına yaslarken bir elimin sargılı, bir elimin de serum iğnesiyle delinmiş olması bir kez daha canımı sıktı. Feray ile annesi odadan çıkarken üzerimdeki ince battaniyeyi bacaklarıma doğru ittim. Vücudumdaki halsizlik, ruhumdaki yorgunluk, kalbimdeki boşluk hissi odanın içindeki aydınlığa rağmen içimdeki kasveti daha da arttırmıştı o dakikalarda. Üstelik sinirlerim mümkünmüş gibi biraz daha bozulmuştu. Bana sormadan tepeme bir psikiyatrist dikmeleri, üstelik onunla konuşmak zorundaymışım gibi davranmaları öfke duymama neden olmuştu. Kadına sırf psikiyatrist olduğu için bile gıcık kapabilirdim.
Ona olan soğuk bakışlarıma aldırmış görünmüyordu. Ellerini dizlerinin üzerine yerleştirirken vücudunu biraz daha bana doğru çevirdi "Konuşmaya pek istekli olmadığını görebiliyorum." dedi sakin bir sesle.
"Anlaşıldığıma sevindim." Dizlerimi kendime doğru çekip sargılı elimi üzerine yerleştirdim. Başımı sol omzuma doğru yatırırken yatağımın yanındaki telefonu elime aldım. Aslında dünden beri telefona baktığım bile yoktu, sırf kadına inat olsun diye ilgiliymiş gibi telefona bakıyordum. Ekranı açtığımda birkaç sosyal medya bildirimden başka mesaj yoktu. Ne yani, olmasını beklemiş miydim cidden? "Bir yerden başlamalıyız ama değil mi? Mesela şu an nasıl hissettiğini söyleyerek başlayabilirsin."
"Sinirli," İnstagram'a girdiğimde gelen takip isteklerine tıkladım sırf umursamazlık olsun diye. Ona bakmadan birkaç isteğe gelişigüzel göz attım. "Yorgun," Başımı saniyelik bir süreyle kaldırıp gözlerinin içine baktım. "Ve tahammülsüz," dedim. Tekrar ekrana döndüğümde isteklerden birindeki profil fotoğrafı tanıdık geldi. Yağız Türker.
Profile tıkladığımda kadının söylediklerine pek kulak asmadım. Hesabı gizli olmadığından fotoğrafları da açıldı. Tahmin ettiğim gibi şu bir üst sınıftaki, beni evime bırakan çocuğun bana istek yolladığını gördüm. Birkaç saniye beni ele geçiren şaşkınlıkla profil fotoğrafında, güzel dişleriyle gülümseyen çocuğa baktım. Sadece ismimden beni bulması kesinlikle beklemediğim bir şeydi. Parmaklarım benden habersiz ekranı aşağıya doğru kaydırdığında önüme çıkan başka fotoğraflarına bakarken buldum kendimi.
Başına geçirdiği gri kapüşon ve gözlerindeki siyah gözlükleriyle ekrana yandan baktığı fotoğrafı birkaç saniye daha dikkatli inceledim. Sanki fotoğraftan karakteri hakkında bir şeyler çıkarabilirmişim gibi. Fazlasıyla rahat bir görüntü çiziyordu. Bir başka fotoğrafta ise Taksim'de uzaktan çekilmiş bir fotoğrafı vardı, hafifçe eğilmiş, kameraya şaşkınlık ve kahkaha dolu bir ifadeyle bakıyordu. Fotoğraftaki gülümsemesi doğaldı. Zihnimden o anda geçen şey, güzel güldüğüydü. Gülmek ona fazlasıyla yakışıyordu. Bunu neden düşündüğümü bilmiyordum fakat hayatım boyunca hiç böyle gülüp gülmediğimi sorgularken buldum kendimi.
"Arya? Uykuya dalmaktan mı yoksa uykundan sık sık uyanmaktan mı şikâyetçi olduğunu sordum."
Kadını dakikalardır dinlemiyordum, sorusunu tekrarladığında başımı kaldırdım. Önemsizmiş gibi omuz silktim. "Uykuya dalma kısmı daha zor."
"Peki, ilacı veren doktoruna bir tane hapın artık işe yaramadığını söyledin mi? Belki başka bir ilaca geçmeyi önerebilirdi."
"Her seferinde başka psikiyatriste yazdırıyorum, sistemde kayıtlı olduğu için, bilirsiniz. Konuşmak için gitmiyorum."
Kaşlarını kaldırdığında bana oldukça dikkatle bakıyordu, sonrasında ağır ağır başını salladı. "Uykuya dalamamanın nedenlerinden bahset. Kafaya taktığın bariz düşünceler olabilir mi?"
"Sadece uyuyamıyorum işte." Diye kestirip attım ardından da ekledim. "Belki daha etkili bir uyku ilacı yazarsınız." Göz kapaklarım tekrardan ağırlaşmıştı. Elimde sımsıkı tuttuğum telefondaki ekrana gözüm tekrar ilişti. Bu çocuk benden ne istiyordu? Arkadaş olacağımızı falan mı sanıyordu, beni evime bıraktı diye? Hiçbir şey ifade etmeyen sosyal medya arkadaşlığı mı ürkütecekti beni? Kafamda ölçüp tartmaya bile gerek duymadım ve isteği kabul ettim. Önemsizdi.
"Elbette, yazacağım." Yan tarafındaki çantasını kucağına aldı ve içinden tükenmez kalem ile banknot destesi çıkardı. En üsteki kâğıda kısaca bir şeyler karaladıktan sonra gözlüklerinin üzerinden tekrar bana baktı. "İçinde bulunduğun süreçten bahsetmek ister misin, peki?"
"Bahsedecek bir şey yok."
Ellerini dizlerinin üzerine yerleştirip elindeki kalemin kapağını taktı. "O halde sana bir soru sormama izin ver."
"Tabi," dedim sargılı elimi buyurun dercesine sallarken. Bu bir yere varmayan saçma sapan konuşmanın bir an önce bitmesini diliyordum. Ne soracaksa sorup bir an önce defolmasını diliyordum. Başımı daha fazla ağrıtmaktan bir şeye yaramamıştı. "Ne istediğini sordun mu kendine?"
Sorusunu pek fazla düşünmedim, dudaklarımı birbirine bastırıp başımı tavana doğru diktim. "Sorduğum da olmuştur, sormadığım da."
"Dikkat ettim de genelde istemediğin şeylerden bahsediyorsun. Kız kardeşine yemek istemediğini söyledin, belli ki onun hap konusunu babanlara söylemesini istemiyordun. Bir psikiyatristle konuşmak istemiyorsun. Bunları özgürce dile getiriyorsun ya da tavırlarınla açıkça belli ediyorsun. Ama ne istediğini söylemiyorsun. Babanın bahsettiğine göre okulunu da sevmiyormuşsun, isteyerek gitmemişsin. O okulu değil de ben şunu istiyorum dedin mi? Sen bir şeyleri istediğini söylemeden karşındaki kişilerin ne istediğini nasıl anlamasını beklersin öyle değil mi? Benimle konuşmak istemediğini gayet açıkça belli ettin, bunun için elindeki telefonla ilgilendin. İstediğin benimle konuşmak yerine telefona bakmak mıydı sahiden? Sanmıyorum. Peki, istediğin şey bu odadan bir ömür çıkmayıp sadece uyumak mı? Beş gün, on gün, bir ay, bir yıl... Ne kadar? Nereye kadar?"
Kadının geldiğinden beridir ilk defa bu kadar uzun konuştuğuna şahit olmuştum, söyledikleri itiraf etmeliyim ki bende bir şaşkınlık durumu yaratmıştı. Gözlerimi tavandan çektiğimde bitmekte olan serum şişesine çevirdim başımı. "Belki de gerçekten artık hiçbir şey istemiyorumdur. Bir beklentim yoktur artık bu hayattan?"
"Ya da sen kendini buna inandırıyorsundur. Biliyor musun, insanlar daha çok neden pişman olurlar? Meslek hayatımda yüzlerce hastam, danışanım oldu. Yaptıklarından pişman olanlar da vardı elbette. Fakat birçoğunu o tıkanmışlık noktasına getiren, geçmişi bir türlü rafa kaldıramamalarının nedeni neydi? Yapamadıkları, söyleyemedikleri, eksiklikleri... Belki de yüzlerce kez onları o çok etkileyen olayı canlandırdılar zihinlerinde. Söyleyemediklerini kafalarında yüzlerce kez tekrar ettiler. Onlarca kez o anılara farklı son yazdılar. Keşke dediler sürekli. Keşke dedikleri için de o defterleri belki de hiçbir zaman tam olarak kapatamadılar. Hayatlarının bir noktasında o ana tekrar geri döndüler ve tıkandılar, bocaladılar, düşünmekten yıprandılar. Yıllar sonra bir türlü kapatamadığın o defterlere kendi kafanda son yazmaktan bıkmayacak mısın Arya? Ne zaman elin yeni bir deftere, yeni bir hikâyeye gidecek olsa eskideki yarım kalmış hikâyenin hayaletiyle yaşamayacak mısın? Bana gerçekten ne istediğini söylemek zorunda değilsin. Ama kendine bunun cevabını vermen gerekmiyor mu? Gerçekten istediğin bir şey için bir kez daha denemen gerekmiyor mu?"
Ne istiyordum? Bu soru kafamda döndü durdu, döndü durdu. Bir yanım dedi ki avaz avaz bağırmak, çığlık atmak, tükenene kadar ağlamak istiyorum. Diğer yanım ise asıl istediğimin bu olmadığını biliyordu. Kalbimdeki bu acının dinmesini istiyordum, dolayısıyla kimi istediğim ortadaydı. Ama... Ama beni gözden çıkarmış, geç kaldın diyen bir adam için ne yapabilirdim? Gelgitler vurdu zihnimin kıyılarına. Tıkandığım o zifiri karanlık yolda ufak bir ışık, bir çıkış yolu düşündüm. Fakat artık umut etmek istemiyordum. Gözlerim boynumdaki kolyeye kaydığında dünkü umutlarımın Ilgaz tarafından söndürülüşünü hatırladım ve içim bir kez daha acıdı. Ben artık mucizelere inanmıyordum. Her şey bitmişti. İstediğim şey bunu kabullenmekti. Ya da babamı ve Feray'ı bir kenara itip ruhumu sonsuza dek özgür bırakmak... Belki de dünden beri en bariz istediğim şey buydu. Bir türlü var olamadığım bu hayatta daha fazla acı çekmeden yok olmak istiyordum.
Kısa süreli sessizlikten sonra çantasından çıkardığı bir kart ile beraber ayağa kalktığında komodine doğru ilerleyip kartı komodinin üzerine bıraktı. "İstediğin zaman yardımcı olabilirim. Şimdi biraz dinlen," Gülümsediğinde ince dudakları kıvrıldı ve yanaklarında kısa çizgiler belirdi. Başımı salladım ve odadan çıkana dek ardından baktım.
O an karar verdim. Biliyorum, onun için önemi olmayacaktı. Onlara ihanet etmemin gerçek nedeni belki duygularını da değiştirmeyecekti. Böyle bir şey yapabileceğime inanmış, beni kolayca gözden çıkarabilmişti. Kendi hayatında yeni bir sayfa açmıştı. Orada bir yerim olmayacaktı. Buna gülmek istedim ama kalbim bir kez daha kanadı. Bir kez daha canım bir adam için böylesine yanarken ben yine onun hayatına biraz bile dokunamadığımı fark etmiştim. Ilgaz da kolayca ardında bırakabilmişti beni. İstediği gibi olacaktı. Onu beklemeyecektim. Dünkü mesajına cevap verecek içimde kalan o gerçeği ona söyleyecektim. O kadar. Sonra herkes kendi yoluna. Ilgaz ve Arya hiç olmamıştı, bundan sonra da olmayacaktı. Bu gerçek de değiştirmeyecekti bunu.
Telefonu elime aldığımda instagramdan gelen bildirimi gördüm. Yağız bir kez daha beni şaşırtmış ve bana mesaj atmıştı. "Bu hafta derste yoktun, seni merak ettim. Nasılsın?"
Mesajı okudum, okudum, okudum. Şaşkınlık yerini saçma bir gülme isteğine bırakmıştı okudukça. Bu çocuğun ciddi anlamda derdi neydi? Mesaja tıklayıp sohbet kısmını açtığımda sargılı elim çoktan klavyeye gitmişti. Zorlanarak da olsa yazmayı başarmıştım. "Merak ettin? Niye?"
Mesajı gönderdikten sonra telefonu dizimin üzerine yerleştirdim, tekrar bitmekte olan serum şişesine gözüm ilişti. Doktor birazdan gelir, şu serumdan kurtarırdı artık beni. Öyle tahmin ediyordum. Dün gece bir tane serum, bugün bir tane... Bir daha serumla ilgili bir şey bile duymak isteyecek kadar usanmıştım. Ateşimin kırk dereceyi geçmesi bir hayli panik durumu yaratmıştı babamlarda. Sağ elimin açıkta kalan parmaklarını alnıma yerleştirdim. Bir hayli düşmüş gözüküyordu. Ateş düşürücü iğne ve eklem yerlerime ıslak bezle tampon da yapmışlardı dün gece. Geriye yüksek ateşin getirdiği bitkinlik, yorgunluk hali kalmıştı. Gerçi bunun sadece ateşten olmadığını pekala biliyordum.
Dizimdeki telefon titrediğinde tekrardan elime aldım. Ne yazdığını merak ettiğimden değildi aslında fakat kafamda öyle şiddetli bir kaos hakimdi ki, belki neredeyse hiç tanımadığım yabancı biri az da olsa bunu dağıtabilir diye düşünmüştüm. İçinde bulunduğum durum oldukça çaresizdi biliyorum.
"Meraklı olduğumu söylerler. Hem o gün iyi görünmüyordun, aklım sende kaldı. Söyle bakalım, daha iyi misin?"
"Bundan sana ne? Gerçekten soruyorum. Merak edecek daha iyi bir şey bulamadın mı?"
Mesajı gönderir göndermez görüldü oldu, ardından yazmaya başladı. İki tane kahkaha atan emoji göndermişti. Anlamsız bir yüz ifadesiyle emojilere bakarken gözlerimi devirdim. Ardından bir başka mesaj gönderdi. "Yanlış anlamanı istemem ama biraz fazla mı kabayız, ha?"
Mesajına ruhsuz bir ifadeyle baktım, bu çocuktaki çokbilmişlik kapasitesi derste yanıma oturduğu zamanki gibi yine beni sinir etmişti. "Öyle olduğumu söylerler. Mesaj atan sensin, niye daha kibar birilerine mesaj atmayı denemiyorsun?"
O da aynı benim gibi anında yazmaya başladı. Telefonu elimde tutup yazacağı şeyi beklemem bir an saçma geldi. Gözkapaklarım yarım saat önceki kadar ağırlaşmış değildi ve şu an uykum da kaçmıştı. Yapacak daha iyi bir işim yoktu, fakat zaten bana mesaj atmamasını belli ettiğimden bu konuşmanın da uzayacağını düşünmüyordum. Üzerimde anlamsız bir boş vermişlik hali vardı. Birkaç gün olsa muhtemelen mesajına bile cevap vermeyebilirdim ama şimdi tüm duvarlar üstüme gelirken anlık davranıyordum.
"Sen de mesajlarıma cevap veriyorsun ama." Deyip ardından random gülmüştü. Yazmaya devam ederken bu ukalalığını sinirimi bozdu. Kaşlarım istemsiz bir şekilde çatılmıştı. Benimle laf yarıştıran insanlar genelde sinirimi bozardı. Birden aklıma bir çatlaktan sızan damlalar gibi Ilgaz ile didiştiğimiz zamanlar süzüldü. Onu düşünmek yok, onu düşünmek yok. O sadece geçmişte kalan, henüz kapanmamış olan bir defter. Tamamen kapamaya da karar vermiştim. Hiç olmayan hikâyemizi tamamıyla bitirecektim.
"Bir şarkı dinliyordum, aklıma geldin. Beni değil, şarkıyı suçla." Diyerek bir Youtube linki göndermişti. Beni aklına getiren bir şarkı öyle mi? Şarkının saçma sapan olduğunu, benimle alay ettiğini daha dinlemeden anlayabilirdim. Aslında gönderdiği linke tıklamak istememiştim fakat parmaklarım neden üzerine gitti bilmiyorum. Şarkının bulunduğu sayfayı açmıştım işte. Şarkının yabancı olduğunu, sözler başladığında ekranda Türkçe çevirisinin de eş zamanlı ilerlediğini gördüm.
She says she's dead, she doesn't even know why (Kız ölü olduğunu söylüyor, daha nedenini bile bilmiyor)
She's afraid of feeling alive again,(Kız, yeniden yaşadığını hissetmekten korkuyor)
She's trying she's always fooling herself (Kız yoruluyor, defalarca kendini kandırıyor)
Şarkıyı dinlerken yüzümün aldığı şekli tahmin edemiyordum. Açıkçası bana alaycı, komik bir şarkı gönderecek sanmıştım. Bu da nesiydi?
She's sad, she feels depressed all the time (Kız üzgün, her zaman kendini depresif hissediyor)
She lies, she laughs, that girl is in love,(Yalan söylüyor, gülüyor, kız âşık)
She wants to have him but no, (Ona sahip olmak istiyor ama olmaz)
Ağzım daha fazla kuruduğundan komodindeki su bardağına uzandım. İçime dolan tarifsiz şaşkınlık ve sıkışma hissiyle beraber bardağı dudaklarıma götürdüm.
She avoids any chance of being cool, (Üstesinden gelmek için eline geçen bütün fırsatları savuşturuyor)
But why, girl you only have to try, (Ama neden, kızım tek yapman gereken denemek)
You're already beautiful,(Sen zaten güzelsin)
You already have a pen to write.(Yazmak için kalemin var zaten)
Şarkıyı kapattıktan sonra boş bardağı yatağın üstüne bıraktım. Eğer daha fazla karmakarışık hissetmem mümkünse evet Yağız Efendi bunu başarmıştı. Bu şarkıyı dinlediğinde aklına nasıl ben geldim orası ayrı bir soru işaretiydi. Ne biliyordu ki benim hakkımda, cidden ne bildiğini sanıyordu? Benim içinde bulunduğum o bataklığı çocukluk arkadaşım dediğim insanlar, Ilgaz, belki de babam bile tam olarak anlayamazken sadece beni bir kez gören biri bana bu şarkıyı yollayacak kadar ne halde olduğumu nereden biliyordu? Tamam, onun yanında ağlamıştım, Ilgaz'dan biraz bahsetmiştim. Hikâyemizde bir ama olduğunu tahmin etmişti. Kolayca aşk acısı çektiğimi çıkarabilirdi elbette bu durumdan ama... Bilmiyorum. Kaybolmuş ruhumu fark eden bu çocuk tam bu anda bana bir şarkı yolluyordu. Denememi söylüyordu.
İnstagram'a geri döndüğümde şarkıyı beğenip beğenmediğimi soran bir mesaj yolladığını gördüm. Parmaklarım klavyeye dokunmadan üzerinde gezindi. Gerçekten tek yapmam gereken denemek miydi? Bu kadar basit miydi, anlatıldığı gibi? Ama ben denemiştim. Hayata tutunmak için de sevdiklerim için de. Defalarca kez yitirdiğimi sandığım, bana acı veren ruhuma rağmen direnmiştim, ayakta kalmaya çalışmıştım. Beklentilerim hep üzmüştü beni. Tüm hayatım bir yana bir ayı bile geçen bu sürede her günüm cehennemdi benim. Ilgaz öfkesini kusuyor, kızıyor, beni suçluyordu. Peki, ben kime kusacaktım öfkemi? Ben ne yapacaktım? Yolun sonundaymışım gibi hissediyordum.
Gözlerime biriken yaşları geri göndermek için dişlerimi sıktım, çenem kaskatı kesilmişti. Sanırım zaman geçtikçe en çok acıtan şey, benim gerçekten onlardan intikam almak için böyle bir şey yaptığıma inanmış olmasıydı. Evet, o an inanması için tonla şey zırvalamıştım. Ama ben, her şeye rağmen onunla kalmak istemiştim. Onur'un intiharının gerçeğini bilmememe rağmen, Ilgaz'ın gerçekten nedenlerden biri olup olmamasını bilmememe rağmen... Bunları göz ardı edebilecek kadar onunla olmak istemiştim. Belki de tüm bunlar kaderin bana artık zorlama, yeter deme şekliydi.
Pekâlâ... Islanmış gözlerimi kuruladım, ciğerlerimi zorlayan derin bir nefes aldım. Ben Arya'yım diye güç vermek istedim kendime. Korkmayacak, kaçmayacak, gözünün içine baka baka son verecektim. Yapabilirdim, yapacaktım da. İpek Hanım'ın dediğiyle bir karara varmıştım evet ama şimdi Yağız kararımı biraz daha değiştirmeme neden olmuştu, bilerek ya da bilmeyerek. Parçalanacak olsam dahi, o defteri tamamen ben kapatacaktım. Yüz yüze. Bu kez onun gelmesini beklemeyecek ben gidecektim. Bitecek olsa dahi, tüm gerçekler ortaya döküldüğünde bitecekti.
***
Siyah, kumaş ceketimi üzerime geçirdikten sonra, saçlarımı ceketin içinden çıkardım ve koltuğun üzerindeki küçük çantamı omzuma alarak odadan çıktım. Dün bütün gece düşünmüştüm, düne göre ayakta duracak kadar iyi de hissediyordum üstelik. Ateşim normale dönmüştü. Bu yüzleşmeyi yapacak gücüm olup olmadığından emin değildim fakat artık ne olacaksa olsundu. Feray'a banyo yapacağımı söylediğim için odada yalnızdım ve askeriyenin bahçesine gelene kadar tanımadığım askerler dışında kimseyle karşılaşmadım. Binanın çevresinden dolaşırken etrafımı kolaçan ettim. Askeriyenin çıkış kapısına kadar sürekli arkama dönüp bakma gereği hissettim, çok şükür ki babama ya da Ömer'e yakalanmadım. Gerçi neredeyse tüm askeriyenin beni tanıdığına emindim artık. Kapıdaki nöbetçi askerler beni gördüğünde birbirlerine baktılar. Babamın odamdan çıkacağımı düşünmediğine emindim, o kadar bitkin bir görüntüm vardı ki, çıkma ihtimalimi düşündüğünü sanmıyordum. Bu yüzden kapıdaki askerlere benim çıkamama emrini verdiğini de sanmıyordum. Düşündüğüm gibi de oldu. Askerlere iyi günler, dileyip yanlarından geçerken herhangi bir müdahalede bulunmadılar.
Kasabaya gitmek için askeriyenin aşağısından bir taksiye bindim. Geçen dakikalar içimdeki paniğin boyutunu daha da arttırdı. Terleyen ellerimi sürekli üzerimdeki pantolona sildim durdum. Ruhumun ağırlığı bedenimi sıkıştırıyordu, un ufak olacakmışım gibi hissediyordum. Ufak tefek bir tip olmamama rağmen kendimi hiç olmadığım kadar küçük hissediyordum. Sanki evren üzerinde yer bile kaplamıyordum. Kaburgalarım birbirine geçmiş gibi her nefes alışımda göğsümün ortasına bir şeyler batıyordu.
Babamın dün akşam bana bahsettiği o klinik muhabbeti aklıma geldiğinde kendimi bir kez daha kapana kısılmış gibi hissettim. "Her şeyden uzakta, ferah, günlük güneşlik bir yer. İstemezsen sürekli orada kalmak zorunda da değilsin. Halanın yazlığına da yakın. Orası sakin bir yer biliyorsun, orada da dinleyebilirsin kafanı. Terapilere katılırsın, tüm bu streslerden uzaklaştığında daha iyiye gittiğini göreceksin. Sonra ailecek güzel bir tatil planlıyorum. Bu depresyon sürecinin ve şu sınır bozukluğu mu ne haltsa tedavi edilebileceğine inanıyor İpek. Bize yardımcı olacak, terapi sürecini ayarlayacak."
"Deli önlüğü giydirip Bakırköy'e yatır beni, oldu olacak. Bozuk bir eşya değilim ben, düzeltmek için uğraşıyorsun! Yatağa mı bağlayacaklar, elektroşok mu uygulayacaklar üzerimde? Kendimi bilmeyecek kadar uyuşturacaklar beni değil mi? Kim olduğumu bile bilmeyecek kadar? Yaygara koparmayana, sesim çıkmaya dek uyuşturacaklar beni. Kaç tane film izledim ben böyle biliyor musun? Öyle de öleceğim, böyle de öleceğim. Daha zahmetsiz ve masrafsız olanını tercih ederim."
"Saçmalama. Terapiden söz ediyorum burada. Ağır akıl hastalarına o dediğin şeyleri yapıyorlar. İleri derece bir depresyonu destek olmadan atlatamazsın Arya. Tamam, istemezsen klinikte kalmazsın. Tedavi sürecini başlatır, iki üç aylığına sakin bir yere yerleşiriz. Tamam de, her şey kabulüm benim."
Düne ait görüntüleri zihnimden uzaklaştırmayı başardığımda gece kulübüne yakın bir yerde indim. Birkaç sokakta dolaşmak istemiştim. Cebimden çıkardığım çakmak ile dudaklarıma yerleştirdiğim sigarayı yaktıktan sonra yavaş yavaş yürümeye başladım. Her yeri aklıma kazımak ister gibi uzun uzun baktım. Son kez yürüdüğümün, buralardan son kez geçtiğimin bilinde yürüdüm bu taşlı yolları. Aslında bir ay öncesinde böyle bir şansım bile olmayacağını düşünüyordum. Gece kulübünden sabah çıkıp Ilgaz ile beraber eve döndüğümüz bu sokaklar ile vedalaştım. Güzel günlerdi, kısa bir süre bile olsa o günlere sahip olduğum için kendimi şanslı saydım.
Kulübün önüne geldiğimde sigarayı söndürmüştüm, gri dumanı son kez dudaklarımdan dışarı üfledim. Pikap'ın koruması olan Görkem Abi'yi gördüm kapının önünde. Sigarasından bir nefes çekerken diğer elini pantolonunun cebine yerleştirmişti. Yaşını bilmiyordum fakat tahminen yirmi dokuz, otuz yaşlarındaydı. Geceleri ara sıra molaya çıktığımda kapı önünde ayaküstü konuşurduk havadan sudan. Doruk ile çok iyi anlaşırlardı. Doruk'u hatırladığımda yine içim burkuldu.
Cesaretimi toplayıp siyah demir kapıya doğru ilerlediğimde Görkem Abi de başını kaldırdı ve beni fark etti. Yüz ifadesini şaşkınlık kaplarken ardından yüzünde bir gülümseme belirdi. "Arya! Bu ne sürpriz? Nereden çıktın sen?" Böylelikle gidişimin ayrıntılarını ve ihanet mevzusunu bilmediğini anlamış oldum.
"Dorukların haberini alınca kısa bir süreliğine dönmüştüm."
Yüz ifadesi anında bozuldu, sigarasını yere attığında ayaklarıyla söndürdü. Geniş omuzları düşmüştü. Çenesini sıvazlarken gözlerini kaçırdı. Gözlerine yansıyan acının izlerini görebilmiştim yine de. "Hala inanmıyor bir tarafım, Orhan Abi'nin öldüğüne. Şu kapının önüne gelecek yine ayaküstü laflayacak sanıyorum benle. Çok iyi adamdı, mekânı cennet olsun. Onun kadar iyisi bulunmazdı. Herkesi korur kollar, sahip çıkardı biliyorsun. Doğan Abi'nin ölmesine inanamamıştık şimdi bu. Atamıyorum hala kafamdan. Yine de tek tesellimiz Doruk hayatta ya çok şükür. Acı da olsa hayat devam ediyor."
"Uyandı mı? İyi mi?" diye sorduğumda tereddütlü bir ifadeyle yüzüme baktı. "Haberin yok mu? Dün gece uyanmış. Normal odada şu an. Pek konuşmamış. Bir ilk babasını sordu dedi Buğra. Nesrin Abla ağlamaya başlayınca da anlamış muhtemelen. Tepki vermemiş. Öyle ifadesiz duvara bakıyordu dedi."
Doruk'un yaşadığı acıyı tahmin etmeye çalıştığımda içimde kızgın lavlar fokurdadı sanki. Onu öyle görmeye dayanamazdım muhtemelen. Öyle ifadesiz, paramparça, acıdan uyuşmuş bir halde görmek... Hayalimde canlandırdığımda bile fazlasıyla ağırdı. Babasını çok severdi. Babası konuşma yaptığında nasıl da heyecanlanmıştı. "Benim babam, benim." demişti gururla. Böyle bir kaybın üstesinden gelmesi kolay olmayacaktı. Tekrardan eski Doruk olması çok zordu. Her acının insanı değiştirdiği gibi bu büyük acı da ondan bir şeyler eksiltecek, başka bir adama dönüştürecekti.
"Birkaç gündür ben de hastaydım. Yüksek ateş falan. Uyanacağını duymuştum da, dün geceden haberim yoktu."
"Geçmiş olsun," dedi dikkatle yüzümü incelerken. "Solgun görünüyorsun. Dikkat et kendine."
Başımı tamam anlamında salladıktan sonra bakışlarımı kapıya diktim. "Kimler burada?"
"Buğra işte birkaç gündür başladı çalışmaya. Ilgaz da az önce hastaneden geldi, gergindi biraz. Odasındadır muhtemelen."
"Sağ ol Görkem Abi, ben bir içeri gireyim. Görüşürüz yine, kolay gelsin."
"Eyvallah kardeşim."
Demir kapıyı ittirip içeri girdiğimde fazla yüksek olmayan yabancı bir müzik sesi doldu kulağıma. Kendime telkinler vererek dik merdivenlere ilerlediğimde, tüm anılarımın üstünden geçiyormuşum gibi hissettim. Buradaki tüm anılarım titrek bir mum alevi gibi canlandı, az sonra hepsinin sonsuza kadar söneceğinden emindim artık. Kata çıktığımda akşamüstü olmasına rağmen birkaç müşterilerin masalarda oturduğunu gördüm. Onları odağımdan çıkarırken, bar kısmında bardakları yerleştiren henüz beni fark etmemiş Buğra'ya doğru ilerledim.
Yanına gelip taburelerden birine oturana dek beni fark etmedi. Normaldekinin aksine dalgındı, yeterince kurulanmış bardağı aynı hızda durmadan kuruluyordu. "Bir bira alabilir miyim?" dedim tabureye yerleştiğimde.
Sesimi duyduğunda başını kaldırdı, gözlerinin harelerine şaşkınlığın izleri bulaşırken elindeki bardağı bir anlık duraksamadan sonra tezgâhın üzerine yerleştirdi. "Burada ne işin var?" diye sordu karakterinde alışkın olmadığım bir tedirginlikle. Başını kaldırıp üst kata kısa bir süre baktıktan sonra cevap beklercesine yüzüme baktı. "Her insan gibi içki içmeye geldim. Yaşım tutuyor, üstelik parasıyla değil mi? Buraya Arya giremez diye bir kural mı var?"
"Ilgaz görmesin seni. Zaten saatli bomba gibi, patlamaya yer arıyor."
"Bira?" diyerek söylediğini duymazdan geldim. Kollarımı önümdeki tezgâhın üzerinde birleştirdiğimde oflamaya benzer bir homurtu çıkardı ve arkasını döndü.
Buğra bana bira hazırlarken ben de sırtımı geriye doğru verip başımı yukarıki kata doğru kaldırdım. Biraz daha sakin olup cesaretimi toplamam gerekiyordu. Dediklerini umursamayacaktım, kendi anlatacaklarıma odaklanmalıydım sadece.
Cam bardaktaki köpüklü birayı önüme koyduğunda avuçlarını tezgâha yasladı, mavi gözlerini üzerimde gezdirdikten sonra, "Buraya neden geldin?" diye sordu. "Bira içmek için olmadığı çok açık."
"Anlatacağım şeyler var," dedim soğukkanlı bir ifadeyle. "İşin aslının sanıldığı gibi olmadığını, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatacağım. O kadar. Sonra daha fazla kimsenin vaktini çalmayacağım, merak etmeyin. Ilgaz ile son kez konuşmak istiyorum."
Sivri çenesini sıvazlarken sağ kolu ile tezgâha tutunup arkasını döndü ve derin birkaç soluk aldı. "Sana o gün sordum Arya. Tehdit mi edildin dedim, yok dedin. Bir şeylerden şüphelendim ben. Fakat Ilgaz'a, Onur Atahan ile ilgili şeyler söyleyince... Üstelik Ilgaz'ın babasıyla ilgili bir şeyler anlattığının ertesi günü böyle bir şey yapman, açık söylemek gerekirse bir anlık intikam dürtüsüne uyan bir tabloydu. O gece de Onur Atahan'ın ismi geçtikten sonra tavrın değişmiş, çocuğun intiharı için Ilgaz'ı suçlamışsın."
"Evet, öyle söyledim." Cam bardağı sol elime aldım ve dudaklarıma götürdüm. Küçük bir yudum aldığımda bomboş olan midemin yanma pahasına boğazımdan aşağı serbest bıraktım. "Sana bir soru sorayım." Başımı hafif de olsa sızlayan sağ avcuma yaslarken dikkatli bir ifadeyle ona baktım. "Beyza'nın hayatı söz konusu olsaydı; Ilgaz'a, Doruk'a, Orhan Amca'ya ihanet eder miydin, etmez miydin? Dürüst ol. Beyza'nın canı, ağzından çıkan tek kelimeye bakıyor olsaydı, yapmaz mıydın benim yaptığımı?"
Buğra'nın yüzü kaskatı kesilirken, gözlerinin donuk bir ifadeye büründüğünü gördüm. Sağ elini yumruk yaptığında elini kıracak biçimde hırsla sıktı. Sonra da hızlıca arkasına dönüp eline geçirdiği birkaç bardağı tuttuğu gibi yere fırlattı. "O sikik beyinli Murat tehdit etti değil mi seni? O değil mi?" Bardakların kırılma sesinin çıkardığı gürültüyle irkildim. Arkalardaki masalarda oturan üç beş müşteriden, "Neler oluyor?" sesleri yükseldi, birkaç tiz kız çığlığı duyuldu. "Ne ile tehdit etti seni? Kim ile?" Sarı, dalgalı saçlarını hırsla çekiştirirken bir öne bir arkaya yürümeye başladı.
"Ilgaz ile. Onu havaalanında bir keskin nişancıya öldürtecekti."
"Sorduğumda söyleseydin bana, bir yolunu bulabilirdik Arya." Buğra ellerini yüzüne kapayıp sakinleşmeyi bekledi, ardından tekrar bana baktı. "Ilgaz'ı dediklerine inandırmak yerine..." Duraksadı. "Ne bileyim işte, kimse o hale gelmeden başka bir çözüm bulabilirdik."
Başımı iki yana salladım. "Mümkün değildi. Tek kelime söylediğim takdirde, sadece Ilgaz'ı değil hepinizi öldüreceğini söyledi. Onu, benim kadar iyi tanımıyorsun. Onun gözlerindeki psikopatı, katili gördüm ben. O gün cehennemi bizzat canlı canlı gördüm. Riske atabileceğim bir şey değildi bu. Mecburdum, anladın mı Buğra? Çaresizlik denilen şeyi en dibine kadar yaşadım. Böyle bir şey ile karşı karşıya kalmadığın için belki de söylediklerim o kadar da inandırıcı gelmiyor ama..."
"Bahsettiğin çaresizliğin, mecburiyetin ne demek olduğunu çok iyi anlıyorum Arya, inan ki çok iyi anlıyorum."
"Teşekkür ederim," diye mırıldanıp biradan bu kez büyük bir yudum aldım. Kendimi şimdiden yorgun hissediyordum. "Nasıl üstesinden geldin?" diye sorduğunda tezgâha sabitlediğim gözlerimi yine onun yüzüne çevirdim. Yüzünde bu kez üzgün ve yorgun bir ifade vardı. "Tüm bu şeylerle nasıl başa çıktın? Hepsi senden nefret etti, seni düşman bellediler. Cenazede, hastanede bir sürü ağır laf duymak zorunda kaldın. Tüm bu gerçeği bir ay boyunca sadece sen bildin. Nereye kadar saklayacaktın?"
"Hayatımın sonuna kadar. Dorukların kaza durumu, işte suikast gerçekleşmeseydi bir daha buraya döneceğimi bile sanmıyordum. Murat Atahan sözünde durmadı. Ben de bu yükü artık sırtımda taşımak istemiyorum, Ilgaz'a da anlatmak istiyorum. Gerçi iki gün önce onunla konuşmak istediğimi söylediğimde, artık hiçbir şeyin önemi olmadığını söyledi. Ne dersem diyeyim bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekmiş. Seni de görmüşken yüz yüze anlattım çünkü o kadar insan içinden bana hakaret etmeyen tek kişiydin."
"Ama tüm bunlara engel olabilecek kadar değildim. O intikam mevzusuna inanmamam gerekiyordu, başka bir şey olduğunu düşündüm. Murat'ın seni tehdit edebileceğini de düşündüm ama Murat'ın sana zarar verebileceğine hiçbiri inanmadı. Sana öyle değer veriyordu ki, üzerindeki tüm şüpheleri kaldırdı bu durum. Atahanlar ile yakınlığına inandı Doruk. O gece Onur Atahan'ı da savunmuş olman..." Buğra elinin tersiyle birkaç kez alnına vurdu. "Zorlamam lazımdı, öğrenmem lazımdı." Diyerek kendi kendine konuştu.
"Ilgaz odasında mı?" diye sorduktan sonra biranın ücretini masanın üzerine koydum. "Saçmalamasana kızım, al şunu. İş arkadaşıydık biz, para mı veriyorsun bana?" Masanın üzerindeki parayı elime doğru ittirmeye çalıştığında elimi geriye çektim. "Sana para vermiyorum, burası Ilgaz'ın. Artık ona hiçbir şekilde borçlu kalmak istemiyorum. Kapanmamış borçlar, kapatılmamış defterler kalmasın."
Buğra benimle daha fazla inatlaşmadı, o önde ben onun gerisinde üst kata, Ilgaz'ın odasına çıktık. Her bir merdivende soluğum daha da kesildi. Buğra'ya konunun özetini anlatsam da bu kadar stres olmamıştım ama şimdi... Onu göreceğim için de, bana nefretle bakan bakışlarına maruz kalacağım için de kendimi aciz hissediyordum.
Kapının önüne geldiğimizde Buğra kapıyı tıklattı ve ardından bana baktı. "Sakin ol rahatla, gittiğin günden daha kötüsü olamaz."
"Doğru," diyerek başımı salladım. Fakat bilmiyordu, bu kez bu gerçek bir vedaydı. Bir şey söylemedim. Kapıyı ittirdiğinde derin ve uzun bir soluk aldım. Gücümü toplamaya çalıştım. Arkama bile bakmayıp kaçıp gitme isteğimi zihnimden uzaklaştırmaya çalıştım. Bitecekse böyle bitmeliydi.
Odasının kapısı açıldığında Buğra önden içeriye girdi. Buğra görüş açımdan çekildiğinde odanın en ucundaki masadaki birkaç defter, kâğıt yığının üzerine başını yaslamış, ellerini de başının üzerinde birleştirmiş olduğunu gördüm. Hızlı, soluk alışverişleriyle sırtının kalkıp indiğini fark ettim. Küçük, çaresiz bir çocuk gibi yüzünü masaya gömmüş olması beklemediğim bir görüntü olduğu için kapının girişinde kalakaldım. Sol avcumun içini kirişe yaslarken, içimde közlemeye çalıştığımı sandığım acı katlanarak büyüdü.
"Ilgaz?" diye seslendi Buğra. Onun da tereddüdü yüzünden okunuyordu. Başını yasladığı masadan ağır ağır kaldırırken sağ elini gözlerine yerleştirip hızlıca ovuşturdu. "Ne var abi, ne var?" diye söylendiğinde sesi çatlamıştı. Bakışlarının odağını Buğra'dan çektiğinde kapıda dikilen beni gördü ve o anda gözlerimiz buluştu. Bir iki saniyelik bu süreçte yorgun ve biraz kızarmış gözleri ifadesiz bir şekilde yüzümde gezindi. Başını tekrar Buğra'ya çevirdiğinde oturduğu deri sandalyeden kalkmıştı.
"Onun ne işi var burada?" diyerek masanın yanından dolandı. Buğra'nın karşısına dikildiğinde az önceki yorgun gözleri öfkeyle ateş saçmakta gecikmedi. Elleri iki yanında yumruk şeklini alırken burnundan soluyordu. "Söylemek istediğim şeyler var, sonra rahat bırakacağım seni merak etme," dediğimde tekrar bakışlarının odağında buldum kendimi. Vücudunu saran siyah tişörtünden soluklarının daha da hızlandığını anlamıştım, göğsü hızlıca inip kalkıyordu. "Ben kendimi anlatamadım galiba. İnsan gibi söyledim. Başka yollarla mı anlatayım istiyorsun? İstediğin bu mu? Derdin ne kızım senin?"
"Ilgaz bir sakin ol," diyerek Ilgaz'ın önüne doğru bir adım attı Buğra. "Sakinleş bir oğlum. Kız, insan gibi gelmiş konuşmak istiyor. Ben dinledim onu. Pişman olacağın şeyler yapma, pişman olacağın şeyler söyleme. Dinle sadece."
"Seni de mi etkisi altına aldı? Siktir git işine! Götür bunu buradan! Seninle de bozuşuruz Buğra. Bir daha kapıdan adımını bile atmayacak. O kadar söylüyorum sana, sınamayın lan sabrımı!"
"Sikerim inadını! İnadın yüzünden Mete ile bu işin peşini bırakmamıza neden oldun zaten. Şimdi paşa paşa dinleyeceksin Ilgaz." Buğra kapıya doğru ilerlediğinde kapının üzerindeki anahtarı eline aldı. "İsteyerek ya da istemeyerek, Arya'yı dinleyeceksin." Kapının dışına çıktığında Ilgaz yapmaya çalıştığı şeyi anladı ve hızlıca kapıya doğru yürüdü. Bu hali kızgın boğaları andırıyordu. "Buğra..." Ilgaz elini kapıya attığında Buğra çoktan dışardan kapıyı çekmiş ve üzerimize kilitlemişti.
Kapıyı art arda yumruklamaya devam ederken ellerimi önümde birleştirdim ve odanın içindeki kapısı açık terasa doğru ilerlemeye başladım. Odasına daha önce birkaç kez bazı adamlarla görüşmesi olduğunda içki getirmek için gelmiştim.
Geniş terasa çıktığımda üzerimdeki önü dantelli siyah bluzun açıkta bıraktığı boynumda, göğsümün üzerinde gezdirdim ellerimi. Bayılacak gibi hissediyordum. Kalbimin kulaklarımı sağır edecek gümbürtüsü nefes almamı zorlaştırıyordu. Ellerimde tuhaf bir uyuşukluk hissi baş göstermişti. Temiz havayı ciğerlerime doldurmak için zorladım kendimi. Panik atak geçiriyormuşçasına soluduğum hava bana yetmiyor, kalbimin göğüs kafesimi acımasızca yumruklaması kalp krizi geçirdiğimi sanmama neden oluyordu.
Terasta biraz daha ilerleyip alçak duvarın yanına geldim. Biraz eğilerek kollarımı, belime kadar gelen balkon kısmına yasladım. Başımı eğip aşağıya baktığımda taş yolda yatan cansız bedenimi hayal etmiştim. "Buğra'yı nasıl kandırdın bilmiyorum ama..." Ardımdan terasa girdiğini duyduğumda sesi aynı öfkesini koruyordu. "Bu yüzden mi dinlemiyorsun beni?" diye sordum sesimi sakin tutmaya epey bir çaba harcarken. "Seni kandıracağımı mı düşünüyorsun?"
Arkamı dönüp ona bakmadım. Aşağıya bakmaya devam ediyordum. Yüzüme çarpan hafif serinlik biraz da olsa üzerimdeki panik durumunu azaltırken bedenimi biraz daha beni aşağıya düşmemek için tutan kısa kısma yasladım. "Sana ihanet etmedim." Dedim. Aşağıya baktıkça içime garip bir huzurun dolduğunu hissediyordum.
"O bahsettiğin yere gitmedim. Bu ne demek idrak edebiliyor musun? Diyeceğin hiçbir şey zerre sikimde değil demek! Saçma sapan bahanelerin için o tren çoktan kaçtı demek! Bitti demek. Bit-ti!" Som cümleyi hecelerken üstüne bastırarak söylemesinden görmesem bile çenesinin kırılabileceğini düşünmüştüm.
"Hiç başlamış mıydı ki?" diye sorduğumda ses tonum ister istemez alaycı çıkmıştı. Bu kez arkamı dönerek ona baktım ve bu defa kalçamı balkona yasladım. "Hiçbir zaman zerre umurunda olmadım. Şimdi, sen bana ihanet ettin, Atahanlar'ın tarafındaydın saçmalıklarını zırvalama! Muhtemelen onların tarafında olduğumu düşündüğünde, senin için işe yarar bir av olmaktan çıktım. Öfken buna mı? Biten ne söylesene? Ne bitti Ilgaz?"
"Sabrımı zorlama. Beni sınama, beni sakın sınama! Hesap soracak konumda olduğunu mu sanıyorsun sen? Ara o kıt beyinli Buğra'yı, gelsin açsın şu kapıyı. Elimden bir kaza çıkacak yoksa. "
"Ne yapacaksın dövecek misin beni?" diye sorduktan sonra kısa, alaycı bir kahkaha attım. Ardından başımı aşağı yukarı salladım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "İnkâr etmedin. Avını kaybettiğin için öfkelisin değil mi Ilgaz? Murat Atahan için değerli olduğumu, onun bana ilgisi olduğunu düşünüyordun. İntikam için günü geldiğinde beni ona saplayacağın bir bıçak gibi yanında tutuyordun. Sonra işler değişti, avcıyken asıl avın sen olduğunu mu gördün? Sen değil, Murat mı bir bıçak gibi kullandı beni sana karşı? Böyle mi oldu gerçekten?"
Hiddetle üzerime doğru yürüdüğünde saniyeler sonra sol kolumu eliyle sertçe kavradığını bedenimi ileri, kendine doğru çekişini izledim. Bir anda onu bir nefes uzağımda olacak kadar yakınımda bulmuştum. Bu durum üzerime bulaşan alayın, öfkenin kısa bir süre de olsa yok olmasına ve kalbimin bu kez heyecandan kasılmasına neden oldu.
Sol kolumu sertçe bileğimden kavrarken dudaklarımı ısırmamak için büyük bir gayret gösterdim. "Ben, sana başında böyle bir şey düşündüğümü sonrasında vazgeçtiğimi söyledim. Kendi ağzımla söyledim sana bunu! Başkasından duymadın, ben kendi ağzımla vereceğin tepkiyi bilmeme rağmen söyledim! İlk başta sana burada iş teklif etmemin nedeni, Murat'ı huzursuz etmekti. Benim planlarım hiçbir zaman alçakça olmadı! Sana zarar verecek hiçbir şey yapmadım, hiçbir şey! Seni kurban edeceğim, gözden çıkaracağım, bir silah gibi kullanacağım tek bir şey bile planlamadım! O arkasında durduğun Atahanlar gibi şerefsiz olmadım, olmam da! Kendi menfaatlerim içim kimseyi harcamadım ben, sok bunu o kafana! Sakın kendinle beni bir tutma!"
"Kendimle seni bir tutmuyorum, ne haddime? Her şeyin en doğrusunu sen bilirsin zaten Ilgaz. Sen bunları yapmayacak kadar alçak değilsindir ama ben öyleyimdir, değil mi? Biz seninle hiçbir zaman aynı olmadık, aynı tarafta da olmadık. Sen haklıydın, hep olduğun gibi! Aramızdaki bariz bir farkı daha söyleyeyim mi? Korkağın tekisin, korkaksın!" Boşta duran sargılı elimle gövdesine doğru vurdum ve onu ittirmeye çalıştım. Her vuruşumda elimdeki yanma artsa da aldırmadım, bağırmaya devam ettim. "Gözlerimin içine bakmaya bile cesaretin yoktu senin! O gölün oraya gelip, gözlerimin içine baka baka, sen bir hiçsin demeye cesaretin yoktu! Doğru ya da yanlış, önemi yok artık. Bunu söyleyemeyecek kadar korkaksın sen, bir mesajla canımı yakmak isteyecek kadar zavallısın!" Bağırmalarımın eşliğinde onu içeriye kadar ittirdiğimi geç fark ettim. Sağ elimi diğer koluyla yakalamaya çalıştığında avazım çıktığı kadar bağırmaya devam ettim. Gözlerimdeki yaşlar hiç gecikmeden aktığında önümü bulanıklaştırdı.
"Ve körsün! Canımın nasıl yandığını, neler hissettiğimi, sana böyle bir şeyi ölsem dahi yapmayacağımı göremeyecek kadar körsün!" Onu daha fazla ittiremeyeyim diye iki kolumdan da yakaladı. Yer değiştirdiğimizde sırtımın duvara sertçe yaslandığını hissettim. Kollarım başımın üzerinde onun tek eliyle bileklerimden sabitlenmişti. Birkaç milim uzağımda nefes nefese bir ifadeyle bana bakıyordu. Yüzü allak bullaktı. Gözlerindeki kızıllıklar cehennem alevleriydi sanki. Kocaman bir yangın başlatmıştı gözleri.
"Cesareti sen daha iyi bilirsin tabi! Gözümün içine baka baka bana ihanet ettiğini, o şeyleri senin yazdığını itiraf ettin! Yetmedi, günahımı bile vermeyeceğim o Atahanlar'ın katili damgasını yapıştırdın bana! Ben sana babamı anlattım ulan, sana annemi anlattım! Buğra, Beyza, Mete bile annemle ilgili gerçeği senin kadar bilmiyorlar. Yok saydığım sikik geçmişimi kimseye anlatmadım, sadece birkaç aydır tanıdığım bir kızın omzunda ağladım! Ben o gece babamı nasıl kaybettiğimi anlattım sana, sen ne yaptın o herifleri savundun bana! Anında sırtını döndün! Sen benim ne hissettiğimi gördün mü peki? Biraz bile farkında mıydın? Yoksa o Küçük Atahan'ı savunacağım diye düşünmekten aklına bile gelmedi mi?"
"Kimseyi savunmadım, sadece bilmiyordum bunu. Şaşırmıştım, inanamadım. Seni kırmak istememiştim. O gece sabaha kadar uyuyamadım, yanına gelmek istedim. Özür dilemek istedim. Ama öfkelendiğinde öyle ulaşılmaz oluyorsun ki sana yaklaşamıyorum o zamanlarda. Aynı şu anki gibi! Duymuyorsun bile beni. Görmüyorsun, anlamıyorsun!"
"Kimi kandırıyorsun sen? Ertesi gün o açıklamayı yazan kimdi? O gece enine boyuna düşünmedin mi bunu? Ben Onur Atahan'ı suçluyorsam, intiharında da payım olabileceğini kurdun kafanda! Kendi ağzınla dedin sen bunu! Hiçbir boku bilmeden pire için yorgan yaktın. Beni siktir et! Doruk ve Orhan Amca bunu hak edecek ne yaptı? Hadi, beni dolaylı yoldan katil olmakla suçladın, intikam istedin. Onların günahı neydi be?"
"Eğer aklınla değil, kalbinle hissetseydin sana böyle bir şey yapmayacağımı bilirdin." Öyle hızlı soluk alıp veriyordu ki, benim nefeslerim de ona yetişmeye çalışır gibiydi. Özlem duyduğum yüzü bu kadar yakınımdayken... Kokusu, dudakları, gözleri bu kadar hissedilirken neler söyleyeceğimi bile unutmuştum. Aklım darmadağındı, kalbim aldığı mağlubiyetle köşesine çekilmişti. İstediği tek şey şu an karşısındaydı ve ona göre söylenen bu hararetli söz düellolarının da önemi yoktu. "Bir ay boyunca her gün seni düşündüm." Diye mırıldandım hala öfkenin izlerini taşıyan gözlerine kilitlendiğimde.
"Uyandığımda, uyuyamadığım gecelerde. Ilgaz gelecek ve beni bu kâbustan uyandıracak diye bekledim. Her günü aynı günmüş, otogarda seni son kez görmemin ertesi günüymüş gibi yaşadım. Tek bir günün içine sıkıştım ben, Ilgaz. Hepsinde sen vardın. Her saatinde, her dakikasında, her saniyesinde bile." Buraya gelmeden önce söylemek istediğim şeyler bunlar değildi. Onsuzluğumu anlatmayacaktım ona, sadece mecbur kaldığım şeyi söyleyecek ve basıp gidecektim. Ama bu kadar yakınımdayken, boğazım böylesine düğüm düğümken, her zerrem onun her bir zerresine susamışken kalbimin dilimi çözmesini engelleyememiştim.
Islanmış yüzümü eğdiğimde gözyaşlarım tekrar ince bir ip gibi sıralandı yanaklarımda. "Her gün zihnimde sana bir mektup yazdım. Bazı zamanlarda da gerçekten kâğıda yazdım her birini. Sevgili Ilgaz, diye başladım her mektuba. Sana hiçbir zaman gönderemeyeceğimi bilmeme rağmen yazdım işte. Sana otogarda söyleyemediğim, yutmak zorunda kaldığım tüm cümleleri, tüm kelimeleri yazdım. Her gün veda etmeye çalıştım sana. Her gün tekrar tekrar... Beceremedim. Diğer gün aynı döngüye tekrar döndüm."
Başımı kaldırdığımda tekrar gözlerimiz buluştu. Yüzü daha yakınımdaydı bu kez. Nefeslerimiz birbirini yudumlayacak kadar dibimdeydi dudakları. Yüzü deminki öfkesinden sıyrılmıştı lakin gözlerindeki ateş daha da şiddetlenmişti. Gözlerini kapattığında kirpikleri titredi. Bileklerimdeki ellerini çekse hiç düşünmeden o kirpiklere dokunurdum.
Vücudum bir ateşin ortasına atılmış gibi yanıyordu baştan ayağa. Geçen gece kırk dereceleri gören ben için bu ateş daha da tehlikeliydi. Bacaklarım titriyordu. Eğer Ilgaz tarafından duvara yaslandırılmamış olsam, gücü çekilen bacaklarımdan dolayı düşüp bayılabilirdim. İçimde tarifsiz bir korku uyandı ona bakarken. Ona baktığımda kalbimde uyanan o yakıcı ıstırap, o tatlı sızılar tüm bedenimi uyuşturuyordu. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordum, bir tek o soluğum olursa yaşayacaktım sanki. Belki de göz ardı etmeye çalıştığım hislerimin boyutu ilk kez bu denli berraktı.
"Yapma," diye fısıldadığında yemin ederim ruhumu teslim edecektim. Sıcak nefesi tenime çarparken aklımı kaybettim sandım. Zaten onun yüzünden kaybetmiştim de. "Beni tüm bunlara inandırdığında eline ne geçecek? Beni durduran tek şeyi, öfkemi yok etmeye çalışma." Sesi ondan duyulmayacak kadar güçsüz ve çaresiz döküldü dudaklarından.
"Özür dilerim," diye bir iç çektiğimde gözlerimi kapattım, zehir gibi yakıcı yaşların akmasına bir kez daha izin verdim. "Orhan Amca için, Doruk için, sana söylemek zorunda kaldığım tüm şeyler için özür dilerim. Ama... Seni öldürecekti, başka şansım yoktu ki. Denedim, havaalanına kadar koştum seni arayacaktım. Sana bir şey olmasına dayanamazdım, özür dilerim, mecburdum." Bileklerimdeki eli git gide gevşerken gözlerimi açmaya korktum ve durmadan tekrarladım. "Özür dilerim, özür dilerim, özür..."
Dudaklarımda hissettiğim baskıyla cümlem yarım kaldı ve kapalı olan gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Ilgaz bileklerimdeki elinin birini belime indirmiş belimi sımsıkı kavrayıp bedenimi kendisine yaslarken diğer elini çeneme yerleştirmiş, şaşkınlıktan aralanmış üst dudağımı dudaklarının arasına almış öpüyordu.
İşte o an gerçek yangının ne demek olduğunu kavrayabilmiştim. Aklımın tüm ipleri koptu. Tek odaklanabildiğim dudaklarımın üzerindeki sert ve kavurucu dudaklar oldu. Dudaklarımın arasına yerleşen alt dudağını öpmeye başladığımda kendi adımı sorsalar o an bilmeyeceğime emindim. Dilini ağzımın içine gönderdiğinde belimdeki eli üzerimdeki tişörtü sıkmaktan, tişörtü biraz daha yukarıya doğru sıyırmıştı. Ellerim önce omuzlarına ardından da boynuna tırmandığında yüzümdeki ve belimdeki elini indirip dizlerime yerleştirdi. Ne yapmaya çalıştığını anladığımda onun yardımıyla bacaklarımı beline doladım. Kısa bir soluklanmanın ardından tekrar dudaklarımı esir aldı, hayal meyal biraz yürüdüğümüzü anladığımda birkaç devrilme sesinden sonra beni masanın üzerine oturttuğunu idrak edebildim. İki bacağımın arasına yerleşmiş, bedenini benimkine daha fazla yaslamıştı.
Elleri belimden yukarılara doğru kayarken benimkiler ise saçlarının arasında her zamanki yerini almıştı. Uzun, nefessiz bir öpüşmeden sonra kısa bir an geriye çekildi. Daha sonra dudaklarıma kısa, küçük öpücükler bıraktığında sesimi az da olsa bulabilmeyi umut ettim. "Senden intikam..." Bir öpücük daha. "İstemedim. Babanın katilini öğrenmek için..." Bu sefer daha uzun bir öpücük. Dudaklarımız tekrar aralandığında konuşmaya çalıştım. "O yüzden gittim Murat ile konuşmaya. Ama çok öfkeliydi o gün, delirmiş gibiydi." Dudakları çenemden boynuma doğru kaydığında bu kez oraya ıslak öpücükler bırakmaya başladı.
Üzerimdeki kısa ceket omzumdan sıyrıldığında Ilgaz başını omzuma yerleştirdi. Sıcak solukları, omzumu bile uyuşturmuştu. "Şimdi sen bana... Otogarda tüm söylediklerinin..." Duraksadığında daha sık nefes almaya başladı. Yüzünü boynuma yerleştirdiğinde vücudunun kasıldığını fark ettim. Bana bile yetmeyen nefeslerimden göğsüm patlayacakmış gibi hissederken içinde bulunduğum yangın durumundan sıyrılmakta pek başarılı olamadım. "Yazdığın o yazı... Şerefsiz pezevengin seni, benimle tehdit etmesi yüzünden mi yaptığını söylüyorsun tüm bunları?"
"Keskin nişancı yerleştirmişti havaalanına. Gözü dönmüş gibiydi. Seni ortadan kaldıracağını söyledi. Kokteyl yüzünden bana çok sinirliydi. Nişanlısının ismi gazetelerde seninle anıldı diye deliye dönmüştü. Tüm bunlar için beni suçluyordu. Ben de babanla ilgili gerçekleri anlatsın diye kışkırttım onu. Çıldırdı, üzerime yürüdü, boğmaya kalktı beni."
"Murat, sana zarar verdi öyle mi?" Sesi inanmıyormuş gibi çıktı, başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
"Ne yani yalan mı söylüyorum?" Sesim deminkinden çok daha gür çıktığında onu üzerimden ittirdim. "Murat'ın bana zarar vermeyeceğini mi sanıyorsun? Ona avaz avaz bir katil olduğunu bağırdığımda beni bağrına mı basacak sandın? Her şeyi planlamıştı, her şeyi! Seni o havaalanında öldürttüğünde sonrasındaki senaryoyu bile hazırlamıştı. O havaalanına bir alacak meselesi için gitmedin mi? Görüşeceğin adamla daha önceden husumetin yok muydu? Tüm bunları biliyordu. Seni öldürttüğünde suçu o adamların üzerine yıkacak kadar planını yapmıştı! Seni yabancı bir numaradan aradım Ilgaz. Fakat Murat'ın adamı, telefonu kapatmazsam seni öldüreceklerini söyledi. Murat ile uzlaşmayı denememi söyledi. Ben hayatım boyunca nefret ettiğim o adama senin hayatını bağışlasın diye boyun eğdim! Ne isterse yapacağımı söyledim! Bana zarar vermez sanıyorsun öyle mi? Ama haklısın, senin zarar verdiğin kadar o bile zarar veremez bana! İster inan ister inanma, bu saatten sonra zerre umurumda değilsin!"
Masadan yere indim, omuzlarıma kadar sıyrılmış ceketimi hızlıca düzeltip kapıya doğru yürüdüğümde Ilgaz arkamdan yetişti ve kolumu kavrayıp bedenimi kendine doğru çevirdi. "Bırak!" diyerek çığlığı kopardım. O sırada kapıdaki anahtarın sesini duydum. "İnanmamak değil, kafam allak bullak. Ben... Hala söylediklerini kafam almıyor. Bilmiyorum... Murat mal varlığının beşte birini sana bırakırken, seni koruyup kollarken... Bir an bile düşünemedim sana zarar verecek bir şey yapacağına. Evet, o herif beni öldürmeyi kafasına koyar. Ama... Ama seni nasıl tehdit eder?"
"Sana söyleyeceğim hiçbir şey yok artık! Senden son nefesime dek nefret edeceğim. Sen haricindeki herkes, en yabancı sayabileceğim insanlar bile beni senden daha iyi tanırlarken, biraz olsun bile ne yaşadığımı anlamamandan, beni tanıyamamandan, bana inanmamandan hep nefret edeceğim! Sen de bunu zafer say kendine. Umurunda olmaz ama kapıları yüzüme nasıl örttüğünü her hatırladığımda senden kimseden etmediğim kadar nefret edeceğim! Murat Atahan bile... Ondan bile daha fazla..."
Elimle yüzümü sildikten sonra hızlıca diğer kolumu ondan kurtardım. "Bu kez gerçekten bitti Ilgaz. Rahat bir nefes alabilirsin. Sen o gün veda ettin bana, ben ise şimdi veda ediyorum. Sana teşekkür ederim, beni yanıltmadığın için. Buraya gelene kadar içimde az da olsa bir acaba vardı. Senin aksine ben, seni gerçekten iyi tanımışım. Bu defteri kapatmama yardımcı olduğun için... Teşekkür ederim." Diyerek son kez gözlerinin içine baktıktan sonra arkamı döndüm ve açılmış olan kapıya doğru ilerledim, Buğra'nın şaşkın bakışları eşliğinde yanından geçtim. İnan ki denedim Ilgaz, diye geçirdim içimden. Son kez de olsa gerçekten denedim.
...
Beklenen yüzleşme gerçekleştii.. Arya ve Ilgaz için ne diyorsunuz? Arya'ya göre Ilgaz defteri kapandı bu kez, Ilgaz buna izin verir mi?
İki arada bir derede yazmaya çalıştığım bir bölümdü, çok fazla inceleyemedim. Yarın yolculuk yapacağım, birkaç gün bölüm atmam sıkıntı olabilir diye hızlı yazmaya çalıştım, hatalarım varsa kusura bakmayın. Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur, bu bölüm için tepkilerinizi çok merak ediyorum, oylarınızı ve yorumlarınızı sabırsızlıkla bekleyeceğim. Yorumları gördükçe bölümler için daha fazla motive oluyorum, hep söylediğim gibi. Görüşene dek kendinize iyi bakın, sizleri seviyorum.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro