29. BÖLÜM: "AVCI, AVINA AŞIK OLDU"
Multimedia: Teoman| Güzel Bir Gün (Y/N: Çok güzel bir şarkı değil mi ya?)
29. BÖLÜM: "AVCI, AVINA AŞIK OLDU"
"Bu, avcıyla onun pençeleri arasına almaya çalıştığı avının hikayesiydi. Avcı, avını kollarının arasına aldı, ona bir masal anlattı ve avını kendi günahına kattı. Ve aşk, planında hesaplayamadığı tek şeydi. Avcı, avına aşık oldu. Avcının infazı verildi. Bu kez av, silahını avcıya ateşledi."
...Birkaç saat önce...
Araladığım gözlerime pencereden içeriye dolan aydınlık vururken başıma müthiş bir acı saplandı. Kafamı matkapla oyuyorlarmış gibi hissettim ve yüzümü buruşturdum. Ellerim başıma ovuşturmak için uzandığında yüz üstü yattığım yatakta yan tarafıma döndüm. Bu kez eski odamda ve Ilgaz'ın yatağında uyanıyor olmak beni şaşırtmadı. Çünkü dün geceyi bilincim uykudan kurtulduğu an hatırlamıştım. Derin bir uyku uyumamıştım zaten, saate bakmamıştım ama en azından dört beş saat yatakta dönüp durduğumu tahmin edebiliyordum. Beynim akacak kıvama gelmişti düşünmekten, bir an çıldıracağımı, ciddi anlamda akli dengemin yok olacağını düşünmüştüm. Yorgun düştüğümde uyumuş olmalıydım fakat yine de belli aralıklarla uyanmıştım. Uyuduğum en huzursuz uykulardan biriydi. Uyanır uyanmaz dün akşamki kasvet ait olduğu yere, göğsümün tam ortasına yerleşti. Gözlerim acıyordu ve çok bitkin hissediyordum. Göz kapaklarım tonlarca ağırlık altında gibiydi. Ağlamamıştım aslında, tek bir damla yaş dahi düşmemişti gözlerimden. Göz pınarlarımdaki hissizlik görevini kalbime devretmişti. Orasının darmaduman olduğunu biliyordum.
Alnımdan çektiğim ellerim yan tarafımdaki yastığı alıp yüzüme bastırdı. Yastığa sinmiş olan, nerede duyarsam duyayım artık tanıyacağım kokuyu içime çekerken burnumun sızladığı hissettim. Yanıma gelmemişti. Tüm gece beklemiştim. Ona sarılmaya ihtiyacım vardı, beni anlamasına ihtiyacım vardı. Ona karşı Atahanlar'ı savunduğum falan yoktu. Mehmet Atahan da Murat da pisliğin tekiydiler. Tamam, Onur ile ilgili de bilmediğim şeyler mevcut olabilirdi ama onun bir cinayet karşısında susabilecek biri olmadığını da biliyordum, en azından o kadar tanımıştım onu.
Dün akşamı ona açıklamak istiyordum. Onur'un arkadaşım olduğunu söyleyebilirdim, böyle bir şeyi ona konduramadığım için ani bir tepki gösterdiğimi anlatabilirdim. Ilgaz beni anlayabilirdi. Babasına ne kadar değer verdiği ortadayken, ölümü konusunda ne kadar hassasken, ben böyle bir durumda yanlış anlaşılmıştım. Ona inanmıyormuş gibi gözükmüştüm. Bunu araştırmak, gerçekleri ortaya çıkarmak konusunda her zaman yanında olduğumu söyleyecektim. Eğer gerçekten suçlularsa Murat Atahan'ı hapse tıktırması için elimden gelen her şeyi yapardım. Ama Onur da suçluysa... Bu gerçekle nasıl baş edeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama söz konusu olan Ilgaz'ın babasıydı. Ölümünün üzerinin örtülmesini istemiyordum, gerçek ne kadar acı olursa olsun. Ilgaz bunu hak etmiyordu.
Zaten üzerimdeki kıyafetlerle yattığım için giyinmeme gerek kalmadan elime telefonumu alıp salona doğru parmak uçlarımda ilerledim. Saat dokuzu biraz geçiyordu. Ilgaz uyanmamış mıydı acaba? Mutfaktan da herhangi bir tıkırtı gelmiyordu ve koridorun direkt karşısı olduğu için zaten görünürde kimse yoktu. Bu yüzden direkt sol taraftaki salona girdim. Bir anlık şaşkınlıkla kapının girişinde kalakaldım. Kanepe bomboştu, üzerine örttüğü battaniye ayakucunda dörde katlanmış bir şekilde duruyordu. Ilgaz yoktu.
Telaşla geriye çıktım ve mutfağa girdim. Burada da yoktu. Küçük balkona doğru ilerledikten sonra hayal kırıklığıyla gözlerimi kırpıştırdım. Mutfaktan çıkıp koridorun direkt karşısındaki banyo kapısını tıklattığımda içeriden cevap gelmedi. "Ilgaz?" Kapıyı açtığımda mümkünmüş gibi yüzümü daha fazla astım. Spor odası olarak kullandığı odada da olmadığını anlayınca öfkeden elimi hafifçe alnıma vurdum. Zaten koridorun ortasındaki odanın babasına ait olduğunu biliyordum, kapısı kilitliydi. Ilgaz da pek girmediğini söylemişti oraya.
Başımı duvara yasladığımda bıkkınlıkla bir nefes verdim. Her şeyi batırmıştım. Keşke akşamki konuyu bana hiç söylemeseydi diyordum şu an, en azından ilk Ilgaz'dan duymamış olsaydım. O zaman belki daha kontrollü davranabilir ve her şeyi batırmamış olurdum. Elimdeki telefonu yüzümün hizasına getirdiğimde interneti açtım. Saniyeler sonra gelen WhatsApp bildirimlerinden bir tanesinin Ilgaz'dan olduğunu görünce kalbim tuhaf bir biçimde hızlı attı.
"Benim birkaç işim var, çıkmam gerekti. Saat erken olduğu için uyandırmadım seni, kafana göre takılabilirsin, dolapta kahvaltılık bir şeyler var istersen."
Beni düşünmüş olması bile içime su serpmedi. Çünkü onu tanıyordum, bana mesafeli olduğunu mesajından dahi fark ediyordum. Dün gece arabasında yakınlaştığım Ilgaz ile tabi ki aynı kişi değildi. İçime dolan huzursuzluktan dolayı dudağımı dişlerken mesajı iki saat önce attığını gördüm.
Kapıyı çekip evden çıktıktan sonra asansörde Beyza'nın attığı mesajı okudum. "Seni merak ettim, akşam kızgın olduğum için Doruk'un arkasından ben de çekip gittim. Biraz çocukçaydı kabul ama yalan söyleyemem, söylediklerin bizi kırdı biraz. Ilgaz onda kalacağını haber verdi akşam ama yine de aklım sendeydi. Otobüs saatin kaçta? Şu an okula gidiyorum ama seni geçirmeye geleceğim elbette. Böyle dargın ayrılmak istemem, ne olursa olsun. Uyandırmak istemediğim için aramadım ama mesajımı gördüğünde ara beni. Ve unutma, Doruk da ben de seni çok seviyoruz."
Telefonu cebime tıktıktan sonra öfkeyle ellerimi yüzüme kapadım. Her şeyi, her şeyi batırmıştım! Hep yaptığım gibi. Beyza ve Doruk ile olan dostluğumu da batırmıştım. Dün akşam ikisini de kırmıştım, buna rağmen Beyza'nın beni merak ediyor oluşu içimi sızlatmıştı. Biliyordum, Doruk ise hala bana kızgındı. Serkan olayından sonra günlerce suratıma bakmamış, beni görmezden gelmişti. Kızdığında, kırıldığında keçi gibi inatçı olduğunu biliyordum. Kafam allak bullaktı. Bugün konuşacağım o kadar çok insan vardı ki. Murat Atahan, Ilgaz... Sanırım en zor kısım onlardı. Beyza'yı aramalıydım, ona gitmeyeceğimi söylemeliydim. Sonra da akşam Doruk ile ikisini karşıma almalı ve özür dilemeliydim. Onların benim için ne kadar önemli olduğunu söylemeliydim. Onları seviyordum ve de kaybetmeyecektim. Bu saçma sapan hastalığın beni yenmesine, kafamı ele geçirmesine izin vermeyecektim. Birilerini kaybetmekten korkmayacaktım. Yapabilirsin, Arya. Her şeyin üstesinden gelebilirsin.
Apartmandan çıktıktan sonra dünkü kıyafetlerimle olduğumdan üzerimi değiştirmek için eve girmeye karar verdim. Kısa bir duş aldıktan sonra alelacele saçımı kuruttum, ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra evden çıkmadan önce Beyza'yı aradım. Çaldı, çaldı ve sonra meşgule alındı. Ağzımın içini dişlerken elimi tezgâha yaslayıp birkaç saniye düşündüm. Yaklaşık bir dakika sonra mesaj attı. "Kusura bakma, adamın blok ders yapacağı tuttu. Telefonunu açamadım. Otobüs saatini mesaj at, orada olacağız Buğra ile. Ama Doruk'u biliyorsun, bence onu senin görmen gerek. Mesajını bekliyorum."
Belki de Beyza da tamamen bana olan kırgınlığını atamamıştı. Sadece gideceğim için bir vedalaşmanın gerekli olduğunu düşünüyordu. Haklıydı, ona gücenemezdim. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, o kadar iyi bir dost olamayacağımızı söylemiştim. Yıllar sonra beni aralarına almış, aramıza yılar girmemiş gibi oldukça sıcak ve içten davranmışlardı. Bense bu önemsizmiş gibi davranmıştım. Aptalsın Arya, aptalsın!
"Merak etme, bugün gitmiyorum. Akşama anlatacağım. Gelince görüşürüz, iyi dersler. Ve unutma, ne olursa olsun ben de sizi seviyorum."
Telefonumu çantama koyduktan sonra banyonun aynasında bir süre kendime baktım. Gözlerim dün akşamdan kalan ufak morluklara, kızarıklıklara takıldı. Parmaklarımı boynumda gezdirdiğimde gözlerimin önüne yine Ilgaz geldi. Beni öpüşü, söyledikleri... Bir yandan elimi uzatabileceğim kadar yakın olması diğer yandan ona aramızdaki uçurumun diğer tarafından bakıyor olmam...
Artık beni daha fazla ne yıkabilirdi ki? Ne olursa olsun güvendiğim ilk aşkım, ölümünden sonra mahvolduğum en iyi arkadaşım; şu an en çok güvendiğim, duygularımı karmakarışık bir hale sokan adamın babasının katillerinden biri olabilirdi.
Ruhum çekilmiş gibi hissediyordum. Sanki sadece ruhu olmayan aynaya boş gözlerle bakan bir bedenden ibarettim. Ama tuhaftı, hala yaşıyordum.
Boynuma siyah, kısa bir fular bağladıktan sonra deri ceketimi üzerime geçirdim ve kapıyı açıp spor ayakkabılarımı giymeye koyuldum. O sırada merdivenlerden inmekte olan Orhan Amca'yı gördüm. Dünden beri bozuk olan asansör yüzünden sanırım merdivenleri kullanıyordu. "Günaydın Orhan Amca," diye tebessüm ettiğimde o da beni fark etti ve yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Bunu yapmasıyla gözleri kısıldı ve çok hafif de olsa kırışıklıkları gözüme çarptı. "Günaydın Arya'cım. Nasılsın bakalım? Şu saçma geceden beri görüşemedik. Dünkü haberleri gördüm. Canımızı sıktı epey."
"Evet, dün ister istemez sinirlerimiz gerildi hepimizin ama şimdi daha iyiyim. Şey... Doruk nasıl?" Yüzümdeki her zaman taktığım maskelerden sadece bir tanesiydi.
"Pek bir huysuz akşamdan beri. Midesini üşütmüş, uyuyor hala. Sabaha karşı istifra etti. Nesrin Teyze'ni de biliyorsun, koskoca çocuk ama hala bebek gibi bakıyor ona, sabaha kadar gözünü kırpmadı."
"Öyle mi?" Mümkünmüş gibi daha fazla üzüntü ve kasvet çöktü içime. Doruk'u dönme dolaba bindirdiğimiz için de, akşam onu üzdüğüm için de kendimden nefret ettim. "Merak ettim çok hasta değil, değil mi? Uyusun şimdi ben geldiğimde görürüm onu."
"Yatar zaten bugün koca gün, merak etme öyle ciddi bir şey değil. Oğlumu biliyorum ben, abartmayı sever. Nezle olduğunda bile ağır grip geçiriyormuş gibi ilgi, bakım bekliyor. Annesinden başka hiçbir kadın çekemez bunu, başımıza kalacak bak görürsün." Orhan Amca gülerek konuştuğunda bir nebze olsun rahatlamıştım. Ne olursa olsun kendimi affettirmeyi kafaya koymuştum. Geldiğimde ona en sevdiği çorbayı yapacaktım. O da kıyamazdı zaten bana daha fazla. Kendimi açıkladığımda hak verirdi. Aksi olduğunda nefes alamayacakmış gibi hissediyordum. Şu an hala ayakta durmama neden olan şey, her şeyi düzeltebileceğime olan inancımdı.
"Senle de oturup konuşamadık güzel kızım, son zamanlarda şu seçim mevzusu başımı öyle çok ağrıtıyor ki torunuma bile vakit ayıramıyorum. Ama gözümden kaçmıyor değil, son zamanlarda keyifsiz gibisin." Daire kapısını kapattıktan sonra Orhan Amca'nın dedikleri karşısında kalakaldım.
Çantamın askısıyla alakasızca oynarken bir an ne diyeceğimi bilemedim ve inandırıcı bir şekilde gülümsemeye çalıştım. "Yok, Orhan Amca, her şey yolunda."
"Bak bak, bir de yalan söylüyor. Sadece Doruk ve Cemre evladım değil ki benim, her birinizi tek bakışınızdan anlıyorum artık ben. Hepinize kendi çocuğum gözüyle baktığımdan da görüyorum nasıl olduğunuzu, babaların gözünden kaçar mı sanıyorsun? Söyle bakalım hangisi üzüyor seni Ilgaz mı yoksa benim haylaz mı? Patavatsızdır biraz, kime çekti bilmiyorum da en büyük teorimiz anneannesi olduğu yönünde." Dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştuğunda aklıma babam gelmişti.
Kalbimde ince ama yakıcı bir sızı belirdi. Bir ay olmuştu neredeyse, yüzünü görmeyi bırak sesini bile duymamıştım. Aramıyordu beni, ben de aramamıştım. Onunla gitmeyip burada kalmama kızdığını biliyordum. Ondan kaçıyor olmam onu çok üzmüştü, artık yorulduğunu söylemişti ve vazgeçmişti. Onu aramalıydım ama ben de yapamamıştım. Çok kez elim telefona gitmişti. Ama haberini sadece Feray'dan almakla yetinmiştim. Tabi üç dört gündür Feray ile de konuşmamıştım. En son seçim konuşmalarından birkaç gün önce konuşmuştuk, sesi keyifsizdi. Sınav stresinden olduğunu söylemişti. İlk sınavdaki sıralaması kötü değildi, çok parlak da sayılmazdı ama öğretmenleri rahatlıkla Psikoloji sıralamasına çekebileceğini söylemişlerdi. Bu stres onu epey bunaltmıştı, o bölümü kazansa ben de onunla beraber rahat bir nefes alacaktım. En azından benim aksime Feray mutlu olacaktı. Onun mutlu olmasını her şeyden çok istiyordum. Bugünü nihayetine erdirip tüm şu karmaşıklıkları hallettiğimde kız kardeşimi de aramalıydım. Bir de babam vardı tabi.
"Doruk'u ben biraz üzdüm. Ama gönlünü alacağım. Ilgaz'ı da istemeden incitmiş olabilirim." Mahcup bir ifadeyle birleştirdiğim ellerime baktım. Kendim üzülmekten korktuğum için bana değer veren insanları üzmüştüm. Suçluluk hissi bir kez daha vicdanımı rahatsız etti.
Orhan Amca ile konuşmak rahattı aslında, ayaküstü tüm dertlerimi dökebilirmişim gibiydi. Ama bataklığa öyle saplanmış vaziyetteydim ki beni oradan çekip çıkarmaya kimsenin gücü yetmezmiş gibi geliyordu. Sevgi dolu bir ifadeyle omzuma vurdu. "Anneannen, annen gibi kocaman bir kalbin var senin. İsteyerek üzmemişsindir. Doruk seni çok sever. Ondan surat asıyordu demek ki. Kardeşler küs kalabilir mi sanki? Barışırsınız, merak etme barışmazsa zorla barıştırırım ben." Dediğinde kısa bir anlığına da olsa gerçekten gülümsedim. Bir an gerçekten her şeyin yoluna gireceğine inanmış ve dün akşamki cinayet konuşmasını bile unutmuştum. Orhan Amca da içten bir şekilde gülümsedi. Merdivenlerden beraber inerken muzip bir ifadeyle bana baktı. Hafifçe kırlaşmış koyu renk saçlarını düzelttikten sonra göz kırptı. "Ilgaz'a gelince... Kızdığında ulaşılması zor görünen biri olduğunu biliyorum ama söz konusu sen olduğunda o kadar da ulaşılmaz değil bence, ne dersin?"
Anlamlı anlamlı gülmesinden sonra bakışlarımı kaçırma gereği hissettim. Ne yani, Ilgaz ile aramızda bir şeyler olduğunu anlamış mıydı? Doruk da durumu hiç gecikmeden anlamıştı, bunlar ailecek korkutuyorlardı beni. Gözlerinden de bir şey kaçmıyordu, ben bile bunca zaman tam olarak ne olup bittiğini anlamamıştım. Sanki şu an tam olarak biliyordum da, her neyse.
Orhan Amca apartman kapısından çıktığında kafam mümkünmüş gibi daha da karıştı. Beynim patlayacakmış gibi hissediyordum. Bir yanım gerçeği öğreneceğime, her şeyi yoluna sokabileceğime inanıyordu, umutluydu. Diğer yanım ise kendi kendimi mahvedeceğimi söylüyordu. Öğrendiklerimin ağırlığıyla baş edemeyeceğime inanıyordu. Saniyeler içerisinde bile ruh halim değişiyordu. İçimde kıyasıya iki tarafın kapışması vardı. Her şeyi yoluna koyabileceğine, Ilgaz ve diğerleriyle arasını düzeltebileceğine inanan bir Arya vardı. Diğer Arya bir ateşin ortasında oturuyor ve kınayan gözleriyle benliğime emirler yağdırıyordu. "Seni kurban edecekler, bizi kurban edecekler. Kaç! Hamle sırası onlarda." Onu bir kez daha susturup diğer yanıma uymaya karar verdim. Her şeyi yoluna koyacaktım.
Şimdi de tek önemli şey buymuş gibi, Ilgaz'ın bana karşı ne hissettiğini sorgulamaya başlamıştım. Orhan Amca'nın dediği gibi söz konusu ben olunca gerçekten o kadar ulaşılmaz değil miydi yani? Açıkçası bilmiyordum, çoğu zaman ona ulaşamayacakmış gibi hissediyordum. Ama bugün aramızdaki tüm engelleri yıkıp ona ulaşmayı ilk kez bu kadar çok istemiştim. İçten içe biliyordum, öğreneceğim gerçekler aramıza girecek belki hiçbir zaman ulaşılmayacak uçurumlar açacaktı. Ama gerekirse o uçurumdan aşağı düşecek olmayı bile göze alacaktım, bu yolun geri dönüşü yoktu, bu defa geri dönüş yoktu.
***
Sahilde amaçsız bir şekilde ne kadar yürüdüm bilmiyorum. İçimdeki oyuk öyle büyüktü ki tek başıma üstesinden gelemiyordum. İlk önce Ilgaz ile konuşmayı düşünmüştüm, aklım ondaydı. Zihnimin her köşesinde, vücudumun her bir hücresinde, göğsümün tam ortasında sadece o vardı. Dün geceki o sert, öfkeli, ürkütücü bakışları gözlerimin önünden bir an olsun gitmiyordu. Onur... Ilgaz... Murat Atahan... Ve tüm gerçekler... Yemin ederim boğulduğumu hissediyordum. Ilgaz telefonlarıma cevap vermediğinde bir kez daha yere çakıldığımı hissettim.
Öyle bir noktadaydım ki ne ileri adım atabiliyordum ne geriye. Her iki türlü de kayıp vermemek imkânsız gibiydi. Neyi seçersem seçeyim sonu acıya ev sahipliği yapan büyük bir mağlubiyetti. Belki de ben Murat Atahan'ın nişanına geldiğim o gün adını koyamadığım bu savaşta yenik düşmüştüm. Tüm pis geçmiş birbiriyle iç içe geçmişti ve can yakacağı günü sabırsızlıkla bekliyor gibiydi. Yapmam gereken şey şu an arkama bakmadan kaçmaktı sanırım. Murat, Onur, Özge, Ilgaz geçmişini kurcalamadan kendimi bu bataklıktan kurtarmaya çalışmak belki de yapılması gereken tek şeydi. Ama biliyordum, nereye gidersem gideyim kafamdaki bu şüpheleri hiçbir zaman susturamayacak, burada yaşadıklarımı hiçbir zaman unutamayacaktım. Hiç öğrenmemiş gibi nasıl davranabilirdim ki?
Bu yüzden kendimle daha fazla savaşmayı bıraktım ve kasabadan biraz uzakta olan Murat Atahan'ın malikânesine gitmek için taksiye bindim. Orayı bilmeyen yoktu o yüzden taksiciye tarif etmek gibi bir sıkıntı yaşamadım. Zaten daha önceden Onur hayattayken iki kez gelmiştim. Onur, daha çok İstanbul'daki evde kalırken, Murat Atahan buradaki şirketin başına geçtiğinden daha çok burada yaşamayı tercih etmişti. Tabi yine de Onur, babasının zorlamasıyla hafta sonları, çoğu zaman babasının karar verdiği zamanlarda buradaki eve onunla beraber geliyordu. 18. doğum günü bu evde kutlanmıştı, biz de ailecek davetli olduğumuz için buraya gelmiştik. Tabi doğup büyüdüğüm yer yakında olduğu için diken üstünde gibiydim, babamın tedirginliği de yüzünden okunuyordu o gün. İkinci kez gelişim ise bir sene sonrasıydı. Onur'un intiharından biraz önce, Murat Atahan ile konuşmak için, belki ondan bir şeyler öğrenirim umuduyla gelmiştim. Şimdi bahçe kapısının önünde dikildiğim bu eve, geçen iki yılın ardından yine Murat Atahan ile konuşmak için geliyor oluşum kaderimi bir kez daha sorgulamama neden oldu.
Kapıdaki güvenliğin beni içeri alıp almayacağının tereddütünü bir anlığına yaşarken biraz daha ilerlediğimde güvenlik ile tartışan bir adet sinirli Özge gördüğümde beynimden vurulmuşa döndüm.
"Yunus, önümden çekil. Son kez söylüyorum, sabrımı zorlamaya devam edersen seni kapının önüne koyan Murat olmayacak."
"Özge Hanım, Murat Bey eve kimseyi almamamı tembihledi. Siz de dâhil, üzgünüm."
"Öyle mi? Şu bahçede gördüğüm Ece'nin arabası değil mi? Onu içeri alırken gözlerin nereye bakıyordu?"
"Şey..." Adam başını yere eğdi. "Ece Hanım dâhil değildi."
O sırada güvenliğin bakışları bana takıldı. Arkasındaki iki takım elbiseli koruma olduklarını tahmin ettiğim adamlar da anında ellerini belindeki silahlara attı. "Yine mi bir gazeteci vakası?" deyip bıkkınlıkla bir nefes verdi güvenlik. Özge arkasını döndüğünde kaşları bir anlık şaşkınlıkla yukarıya kalktı, saniyeler sonra yüzünde alaycı bir ifade belirdi. Gözlerini kısıp beni tepeden tırnağa süzdü. Eli, asker yeşili blazer ceketinin yakasına gittiğinde gözlerindeki öfkeden beni öldürebilecek potansiyelde olduğunu fark ettim. "Ne işin var burada?" diye soludu dişlerinin arasından. Mimiksiz Kraliçe'yi bile delirttiğim için kendimi tebrik edecektim, daha sonra. Şu an için ise zerre kadar umurumda değildi.
Ona en aşağılayıcı bakışlarımdan birini atarken güvenliğe döndüm, sonra da arkasındaki iki izbandut gibi dikilen adama. "Gazeteci değilim, Murat Bey'in saygıdeğer aile dostunun kızı oluyorum. Geldiğimi haber verin de bu saçmalık uzamasın."
Güvenlik tereddütlü bir ifadeyle bana baktıktan sonra cebinden telefonunu çıkardı. Diğer iki adam da ellerini belinden çekti. "Murat Bey kimseyi görmek istemiyor ama yine de geldiğinizi bildireyim. Adınız neydi?"
"Arya Karayel," diye cevapladıktan sonra Özge'nin buz gibi bakışlarının hala üzerimde olduğunu fark ettiğimden ona baktım tekrardan. "Senin derdin ne? Geçen akşam ortalığı karıştırdığın yetmedi, tebrikleri duymak için mi geldin?"
"Yüz ifadelerinizi merak ettiğim için geldim. Aslında Murat'ı ziyaret etmek için gelmiştim ki bak sen Allah'ın işine sen de buradaymışsın. Bir taşla iki kuş vurdum bilmeden." Sahte bir gülümsemeyle onu süzdüm. Kahverengi perçemini hiddetle kulağının arkasına iterken dudaklarını birbirine bastırdı. Bu kez o yapmacık maskesinin ardına yığmıyordu duygularını, olduğu gibiydi. Alaycı tavrımı sürdürürken konuşmaya devam ettim. "Sinirli ve gergin gördüm seni. Yazdığın açıklamada pek bir atıp tutuyordun. Her şey sarhoş bir kızın, nişanlın ve seni karalamak için uydurduğu şeylerdi. Bir de ne vardı? Ah, evet kıskançlık krizine bağlı bir tiyatro sergiledim, seçim öncesi. Her şey benim oyunumsa o halde sevgili nişanlın neden seni içeriye almıyor, söylesene?"
Bana doğru birkaç adım atıp dibimde bittiğinde geriye çekilmedim. Parmağını bana doğru sallarken korkutucu gözükmekten ziyade komikti. "Benimle uğraşma Arya, zararlı çıkan sen olursun. Başvurduğun küçük oyunlar seni zavallı göstermekten başka bir şey yapmıyor. Beni, Ilgaz ile kıskandırma çabaların, herkesin içinde Murat ve bana attığın iftiralar... Hepsi ne kadar seviyesiz biri olduğunu ortaya koyuyor. Canımı yakmaya uğraşırsan senin gibi küçük oynamam bunu sakın unutma. Seninle uğraşmak dertlerimin arasında bile değil ama eğer ki beni zorlamaya devam edersen çocukluğumuzun üzerine yemin ederim ki hayatını mahvetmek için bir an düşünmem. Ilgaz'a güvenip atıp tutuyorsan şayet, söylemeliyim ki cehennemin kapıları senin için açıldığında seni asla kurtaramaz. O birinin elini sonsuza kadar tutamaz, yardım çığlıklarını duyamaz, tek düşündüğü şey intikam. Yerinde olsam, Murat'a da, Ilgaz'a da bulaşmazdım. Sonu belli olan savaşa girme, Arya."
"O halde ben de sana bir tavsiye vereyim. Murat Atahan kendi yarattığı cehenneminde eninde sonunda yanacak. O pisliğe bulaşmış biri, elinde başkalarının kanı var. Biraz aklın varsa bu olurken onun yanında olmazsın. Tabi onun yanında kendi isteğinle duruyorsan tabi."
Dişlerini sıkarken gözlerini kaçırdı, çenesi titriyordu. Tekrar bana baktığında kahverengi gözlerinde bana duyduğu nefreti bir anlığına acı dolu bir ifade gölgeledi. Başını iki yana salladı. "Tavsiyeye ihtiyacı olan sensin Arya, bahse girerim neler olup bitti haberin bile yoktur."
"Oo kimleri görüyorum?" Özge'nin bana acıma dolu bir ifadeyle söylediği cümleyi alaycı, soğuk bir ses izledi. Murat Atahan'ın sesini duyduğumuzda ikimiz de aynı anda başımızı bahçeye doğru çevirdik. Bize hala uzak olmasına rağmen yüksek perdeden adeta bağırır gibi konuşması onu duymamıza neden olmuştu. Evinin kapısının merdivenlerinde dikilmiş bize bakıyordu. Üzerinde koyu lacivert bir gömlek vardı ve kol kısımları yukarıya doğru sıyrılmıştı. Siyaha yakın koyu renk saçları her zamankinin aksine biraz dağınıktılar. Bu açıkçası biraz şaşırmama neden olurken birden açık olan kapıda beliren ve saniyeler sonra kapıya yaslanan Ece'yi görmemle şaşkınlığım biraz daha arttı. Gerçi Özge, arabasının bahçede olduğunu söylemişti fakat o an bunun üzerinde pek fazla durmamıştım. Nişanlısını yanında istemiyordu ama Baş Bilgi Danışmanı yanındaydı öyle mi? Ece'nin sadece danışmanı ve sağ kolu olduğu konusunda şüphelerim vardı artık. Murat, biricik nişanlısını bu vamp tarzlı kadınla aldatıyor olabilir miydi?
"Misafirlerime yol versene Yunus," diye seslendiğinde ses tonundaki alaycı ve laubali ifade bir yandan tedirgin ederken bir yandan mümkünmüş gibi daha da şaşırmama neden oldu. Murat Atahan, bildiğimiz Murat Atahan sarhoştu, öyle mi?
Güvenlik ve korumalar geriye çekilirken Özge bir hışım bahçe kapısından, dirseğine sıkıştırdığı çantasıyla girerken ben de daha sakin ve kararsız adımlarla peşinden girdim. Evin kapısına yaklaştığımızda başımı kaldırdım ve kapıda sahte bir gülümsemeyle bizi süzen Ece ile göz göze geldim. Yarasa kollu siyah bluzunu tamamlayan metal yılan desenli bilekliği sebepsizce bir anlığına gülme isteğimi kamçıladı fakat kendime engel olarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Özge'ye bakmayı kestiğinde bana döndü ve kaşları yukarı kalktı. Gülüyormuş gibi bir ifade takındıktan sonra alaycı bakışlarıyla baştan aşağı beni süzdü. "Şaşırıyorum, Ilgaz bu aralar seni fazla yalnız bırakır oldu."
"Konuşmamız lazım," Özge, Ece'yi biraz bile umursamadan üçlü basamağı çıktı ve Murat'ın yanında dikildi. Aralarındaki garip bakışma neler olup bittiğini daha çok merak etmeme neden oldu. Murat'ın buz gibi bakışları bir an beni bile ürküttü. Hiçbir şey söylemeden uzunca bir süre Özge'ye baktıktan sonra hala aşağıda dikilen bana baktı daha sonra. "En son davette birbirinizi yiyordunuz, gazetecileri bile umursamadınız. Ne o şimdi kameralar yokken iyi mi geçinmeye başladınız?" Bakışları ikimizin arasındaki mekik dokurken çenesini sıktığını fark ettim. O gece Murat kesinlikle delirmiş olmalıydı. Çoğu zaman ciddi, kesin bir ifadeye sahip olsa da genellikle kibar konuşur ve alaycı bir ifade hiçbir zaman takınmazdı. Şimdiyse hiç görmediğim bir Murat Atahan ile karşı karşıyaydım. Nedense gerçek Murat Atahan'ın her zaman bu olduğunu biliyor gibiydim. İlk önce alaycı, küstah bir ifadeyle bizi sorgulayacak, sonra da kükreyip o gece için ikimizi de pişman edecek gibiydi.
"Beni dinleseydin sana her şeyi anlatacaktım," Özge, yavaşça Murat'ın koluna dokunduğunda Murat'ın yüz ifadesi biraz daha gerildi. Gözlerini birkaç saniyeliğine yumup açtıktan sonra büyük bir hiddetle kolunu çekti. "Defalarca... Defalarca seni dinledim, saçma sapan bahanelerini dinledim! Sana o herifin gece kulübüne gittiğin gün ne dedim hatırlıyor musun?"
Özge önce Ece'ye sonra bana bakma gereği duydu. Korkuyor gibi bir hali vardı, fazlaca tedirgindi. "Bunlar ikimizin arasında olan şeyler, baş başa konuşalım." Onu eve doğru yönlendirmek isteğinde Murat'ın bağırışı korkuyla gözlerimi kaçırmama neden oldu. "Şimdi mi geldi aklın başına ha?! Şimdi mi üçüncü kişileri geri planda tutmayı akıl edebildin? Bunca zaman Ilgaz pezevenginin gölgesi aramızdayken sorun değildi ama!"
Yan yanayken mükemmel tanımına oldukça yakın görünen bu çift içten içe bir harabeydi. Bunu şu an net bir biçimde kendi gözlerimle görebiliyordum. Dışarıdan göründükleri gibi kıskanılası bir çift değillerdi. Aralarındaki sorunlar patlak vermiş, bir enkaza dönüşmekte olan onlarca çiftten bir tanesiydiler sadece. Tek fark vardı, baştan aşağı kirli duyguların üzerine inşa edilmişti zaten bu ilişki. Ilgaz babasının ölümü için Murat'ı, onun babasını suçlarken nasıl olur da Murat'ın yanında durabilmişti Özge? Bu ihaneti Ilgaz'a nasıl yapabilmişti? Ve hala hakkı varmış gibi Ilgaz'a dair nasıl bir umut besleyebilirdi? Aklım, mantığım almıyordu.
"Onu sevdiğimi söyledi diye Arya'ya mı inanıyorsun? Tek geçerli şey onun söyledikleri mi? Sen hesap ver o halde! Danışmanım dediğin kadın neden gece gündüz senin yanında?! Babasına saygı duyduğun için neden bu kadar Arya kıymetli? Beni ihanetle yargılamadan önce kendini sorgulaman gerekiyor! Herkes duysun mu istiyorsun? Umurunda değil mi?"
Özge bağırışlarından sonra kısa bir an duraksayıp dolmuş olan gözlerini sildi, bu sırada ellerinin titrediğini fark ettim. Beyaz olan teni daha soluk bir beyaza dönmüştü, her an bayılacakmış gibi solgun görünüyordu. Murat sinirle karışmış alaycı bir kahkaha atarken cehennem aleviyle yanan gözlerini tekrardan Özge'ye dikti. "Müstakbel karım beni kıskanmış ha, inanmış gibi mi yapmalıyım?"
"Sen beni aptal mı sanıyorsun?" Ece'nin yanına doğru yürüyüp hiddetle onun kolunu kavradı ve merdivenlere doğru onu itekledi. Gözü dönmüş gibiydi, ilk kez onu bu kadar öfkeli görüyordum. "Bu şıllıkla düşüp kalktığını anlamıyor muyum sanıyorsun?" Ece şaşkınlığından dolayı sarsaklasa da kendine geldiğinde Özge'nin kollarından kurtulmaya çalıştı ve onu ittirmeye çalıştı. "Özge Hanım..."
"Gazetelerde boy boy nişanlısını danışmanıyla aldatıyor yazdığında hangimizinki büyük bir skandal olacak Murat? Bunu tartışalım mı? Söylesene, ne yapmamı istiyorsun? Bunu yapmamı mı istiyorsun? Yapamayacağımı mı sanıyorsun?!"
"Kendine gel!" Murat öne doğru atılıp Ece'yi, Özge'nin kollarından kurtardı ve Özge'yi kendine doğru çekip onu bir iki kez sarstı. Tüm bu olup bitenleri trans anında gibi izlerken olduğum yerden kıpırdayamıyordum bile. "Kendimdeyim ben! Neler yapabileceğimi bilmiyorsun! Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı artık, saf dışı kaldığımda durur muyum sanıyorsun?"
"İyi düşün bunu! İyi düşün! Kaybedecek bir şeyin kalmadı öyle mi? Aptal, aptal! Neyin cesareti bu? Saçmalamaya başlamışsın!"
"Henüz saçmalamaya başladığım kısım inan ki bu değil, Murat."
Murat, Özge'yi içeri doğru fazla sert olmayan bir biçimde ittirdikten sonra aceleyle Ece'ye döndü. Burnundan soluyordu. Açıkta kalan kollarındaki damarlar belirginleşmişti. Yüzündeki korkutucu ifade, artık maskelerin arkasına gizlenmiyordu. Murat Atahan başından beri buydu. Ürkütücü bir canavar, tıpkı babası gibi. "Eve git, Ece."
Ece şok olmuş gözlerle Murat'a bakarken bir kez daha afalladı. Özge'nin az önce onu tartaklamasını hala sindirememişken Murat'tan da böyle bir üslup beklemiyor olmalıydı. Özge'yi kolaylıkla yere serebilecek bir kadındı aslında. Dövüş eğitimim olmasına rağmen onunla güçlerimiz eşit gelmişti. Fakat yine de Özge'ye karşı bir güç kullanmamıştı. Ne olursa Murat'ın çalışanıydı ve ondan korkuyor olmalıydı. "Ne bu şimdi?"
"Git buradan! Nesini anlamıyorsun?"
"Nişanlınızdan korktuğumu mu sanıyorsunuz Murat Bey?" diye resmi bir üsluba büründüğünde Murat ona sert ve tehditkâr bir ifadeyle baktı. Bakışlarıyla benim anladığımdan daha fazlasını anlatmaya çalışıyor gibiydi. "Sakın. Sakın, aşmaman gereken sınırları aşma. Buna bu kez müsamaha göstermeyeceğimin farkındasın. Özge ile yarış yapabilecek kulvarda değilsin, şimdi evine git, sonra konuşacağız."
Söylediklerinden sonra Ece'ye baktım. Yüzünde beliren kırgınlık dişlerini sıkmasına neden oldu. Elmacık kemikleri belirginleşti, yüzündeki hiddet karanlık bir güzellik sundu ona bir kez daha. Daha sonra hissettiklerini belli etmemek için ifadesiz bir yüzle bakma gereği duydu. Başını eğip birkaç kez aşağı yukarı salladı. "Dediğin gibi olsun Murat, bu sefer de dediğin gibi olsun. Ama bu sondu, bunu unutma."
Ece hızlı adımlarla arabasına doğru ilerleyip elindeki anahtara bastı, arabanın kapılarını açtığında saniyeler sonra arabasına bindi. Merdivenlerin başında sadece ben ve kapı girişindeki Murat kaldığında birkaç saniyelik sessizlikten sonra birbirimize baktık. Her yeri yakıp yıkabilecek öfkesi yerli yerindeydi. Siyah saçlarını gelişigüzel düzeltti. "Şu an şansını zorlamak istemezsin Arya," deyip içeriye doğru yürüdüğünde bunu bekliyormuş gibi olduğum yerde kıpırdandım ve aceleyle üç basamağı çıkıp o kapıyı kapatmadan yetiştim. "Sana soracağım şeyler var." Deyip kapıyı kapatmasına engel oldum.
"Yerinde olsam o gece yaptığın şeyden sonra böyle bir cesaret göstermezdim."
"Şimdi de beni mi tehdit ediyorsun?" deyip sahte bir gülümsemeyle ona baktım ve tiksinir gibi yüzümü buruşturdum. Onu umursamadan içeri girdiğimde görüş açıma ilk önce devasa salon girdi. Antika eşyaların bakar bakmaz göze çarptığı salon, daha önce olduğu gibi bana yine bin sekiz yüzlü yılları anımsattı. Adını koyamıyordum ama bu eve garip bir kasvet hâkimdi. Sanki o tuhaf mistik hava sizi boğmaya çalışıyordu. Ya da böyle hisseden sadece bendim.
Yerdeki kahve- kırmızı taşların üzerine geldiğimde bakışlarım sarı bir ışık yayan antika şamdanlara takıldı. Her yer hala hatırladığım görüntüsündeydi. Duvarların yarısı ahşap bir kaplamayken üst kısımları şampanya rengindeydi. Şu an yanmayan şöminenin karşısına konulmuş iki, deri, siyah kanepeden birine oturmuş, sabırsız bir ifadeyle bize bakan Özge'yi gördüğümde keyfim biraz daha kaçtı. O gün hakkında sadece Murat ile yüzleşmek istemiştim. Ama ya Özge de bir şeyler biliyorsa? Murat'ın beden dili konusunda bile usta bir yalancı olduğunu biliyordum ama belki sorduğum sorular karşısında Özge kendini ele verebilirdi.
Murat'ın ayakkabılarının zeminde çıkardığı sesten dolayı birkaç adım kala arkamda durduğunu anladım. Özge'nin öfkeli bakışları önce benim üzerimde aşağılarcasına gezindi, sonra Murat'a çevrildi. "Arya buradayken mi konuşacağız?" Memnuniyetsiz bir ifadeyle sehpanın üzerindeki devrilmiş içki şişelerine baktı ve ardından dibinde kalmış viski bardağını burnuna götürüp kısa bir an kokladı. Sehpaya tekrardan koyarken yüzünü buruşturmuştu. "Sarhoşsun öyle değil mi? Git bir duş al, kahve mi içiyorsun ne içiyorsan iç. Ayıldığında konuşacağız."
"Sen bana ne zamandan beri emir veriyorsun Özge?" diye sahte bir gülümseme takındı Murat. Benim yanımdan son derece ağır hareketlerle geçip sehpaya doğru yürüdü ve eline aldığı şişedeki viskiyi bardağa boşalttı. Özge gözlerini devirirken başını iki yana salladı. "Bana öfkeni kusmanı bekliyorum Murat. Ama bunu her şeyi mahveden kızın önünde yapmayacağız. Sabrımın sınırı var. Gönder onu, ben denemeye kalkarsam hoş olmayacak."
Kısa bir kahkaha attım. Sinirlerim yeterince bozulmuştu. Buraya gelme amacım bambaşkayken şimdi iki psikopat sevgilinin saçma sapan söz düellolarını izliyor, Özge'nin bana olan komik tehditlerini duymak zorunda kalıyordum. "Neden denemiyorsun?" dedim kollarımı göğsümde kavuşturduğumda. Deli damarımın üzerinde fazla gezinmeye başlamıştı son günlerde. "Vaktimi sen ve nişanlınla harcamaya gelmedim. Bir konu ile ilgili bana söyleyecekleriniz var, sonra kavganıza kaldığınız yerden devam edersiniz. Merak etmeyin, burada gördüklerimi kimseye anlatmam. Sandığınızın aksine ikiniz de umurumda değilsiniz."
Özge'nin yüzü donuklaştığında bir anlığına bakışlarını kaçırdı. Sonrasında hızlıca ayağa kalktı ve hiddetle bana doğru yürüdü. Bunu o kadar hızlı yaptı ki ister istemez şaşırdım. "Senden nefret ediyorum, duydun mu beni? Seni zavallı! Her zaman sorunlu baş belasının tekiydin! Her zaman öyleydin! Bunu göremeyecek kadar aptal olduğum için kendime kızıyorum!"
Murat ayakta dikilirken önce Özge'ye sonra bana baktı. "Neyi paylaşamıyorsunuz hanımlar? Neyse cevabı biliyorum sanırım," diyerek gözlerini sahte bir şaşkınlıkla açtı. Kesinlikle kendinde değildi. Alaycı bir ifadeyle bizi izliyordu.
"Ben seni nefrete bile layık görmüyorum artık. O bile çok sana. Zavallı olan sensin. Benim boynumda annemin ya da nişanlımın taktığı tasma yok en azından. Sen her zaman baştan ayağa sahteydin! Her şeyin sahte senin! Duyguların, düşüncelerin, mükemmelliğin hepsi sahte! Sahip oldukların var ya... Her biri sahte! Murat Atahan'ın nişanlısı diye biliyorlar seni. Bu kadar! Bir de üvey babanla biliniyorsun işte, hepsi bu! Bundan daha fazlası değilsin! Bu yüzden bu kadar eteklerin tutuşmuş durumda, Murat seni bıraktığında hiç kimse olmaya devam edeceksin diye peşinden koşuyorsun şimdi onun. Yalan mı? Senin Ilgaz'ı sevdiğini düşündüğümü söylemiştim değil mi? Yanılmışım. Sen kimseyi sevemeyecek kadar zavallısın. Sen kendine bile ihanet ettiğin o çukurda debeleniyorsun! Tiyatroyu o kadar çok seviyordun ki, kendi hayatın da dramatik bir tiyatro sahnesinden ileri gidememiş. Perde kapandığında ne olacak Özge?"
Öfkeden yine deliye dönmüş durumdaydım, bir şeyler fırlatmamak için ya da ona saldırmamak için tırnaklarımı avuç içlerime batırıyor olmamdan belli oluyordu zaten bu. Fakat o kendini tutma zahmetine bile girmeden bir anda üzerime doğru atılıp hiddetle ittirdi beni. "Ilgaz'ın sana hissettikleri ne peki? Gerçek mi? Oyunu sen daha iyi bilirsin Arya!" Bir kez daha ittirdi beni. "Yukarıya konuşmak için çağırdın beni öyle mi? Ilgaz ile seni öpüşürken görmem için! İkiniz mi planladınız bunu? Umurumda mı sanıyorsun?! Değil!" Aynı hiddetle bir kez daha ittirdi. "Değil!" Bir kez daha. "Ilgaz umurumda değil! Sen umurumda değilsin! Hiçbiriniz umurumda değilsiniz!"
Avazı çıktığı kadar bağırırken elleri titriyordu. Gözlerinde akmak için bekleyen yaşlar daha fazla dayanamadığında düz bir çizgi gibi çenesine doğru süzüldü. "Allah kahretsin hepinizi! Allah kahretsin!" Murat onu belinden çektiğinde ellerini yüzüne kapamıştı. "Nefret ediyorum senden!" diye bağırdı hıçkırıklarının arasından. Bunu hangimize söylediğini bilmiyordum. Fakat yüzü bana dönüktü. "Hayatımı mahvettin!" Onu tutan kollardan kurtulmaya çalışıp Murat'ı sertçe ittirmeye çalıştı. "Hayatımı mahvettin! Hepiniz hayatımı mahvettiniz!" Murat, yatıştırmak istercesine Özge'yi göğsüne hapsettiğinde donmuş bir vaziyette onlara bakıyordum. Yutkunamamıştım bile. Büyük bir şok yaşıyordum. Özge'den böylesine bir çıkış beklemediğim için o beni ittirirken sadece izlemiştim. Bu yüzden neredeyse arkamdaki vitrine kadar geldiğimi yeni yeni fark ediyordum.
Özge kontrolsüzce Murat'ın, göğsünü yumruklarken, daha önce hiç görmediğim bir şekilde ağlıyordu. Murat yavaşça onun saçlarını okşarken, "Nefret ediyorum!" diye bir kez daha bağırdı. "Senden tek bir şey istedim Murat, her şeye rağmen tek bir şey istedim! Onu buradan gönder dedim! Bana bunu yapma dedim! Söyledim sana! Gerekirse öldür beni ama buna izin verme dedim! Sırf acı çekeyim diye yapıyorsun. Burnumun dibine getiriyorsun ikisini. Niye öldürmüyorsun beni? Daha kaç kez ölmem gerekiyor, daha kaç parçaya ayrılmam gerekiyor? Ne yapmam gerekiyor, söyle!"
"Onu kolundan tutup sürükleyemem, anlıyor musun?!" Murat bana doğru baktığında yemin ederim bir an olduğum yere yığılacağımı sandım. Özge'nin, Murat'a göndermesi için yalvardığı kişi bendim! Murat'tan istediği tek şey buydu. Ağzımın içini öyle bir dişlemiştim ki ağzıma kan tadı geldiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Sırtımı arkamdaki vitrine doğru yaslarken bacaklarımın beni taşıyamayacağını hissediyordum. Beynimde aynı anda onlarca ihtimal dönüyor ama hiçbiri net bir şekilde belirmiyordu. Sanki içten içe bir şeyleri biliyor, anlıyor ama hiçbir şekilde adlandıramıyor, bağlantı kuramıyordum. Kafamda yaşanan kaos aklımı kaybedecekmişim gibi hissettiriyordu. Kulaklarım uğulduyor, tırnaklarımın derime gömüldüğü avuç içlerim cayır cayır yanıyordu.
"Yapabilirdin! İsteseydin, onu babasının yanına gönderebilirdin! Ilgaz'dan, Doruklar'dan uzak tutabilirdin! Senin isteyip de yapamadığın nerde görülmüş? Neden, neden yapmadın?"
"Hala öğrenemedin, meleğim, hala öğrenemedin." Yatıştırıcı bir sesle konuştu Murat ve Özge'ye biraz daha sıkı sarıldı. Saçlarının arasına öpücük kondururken gözleri doğrudan beni buldu. Titreyen vücudumu sabit tutmak için büyük bir savaş veriyordum o an. "Bir kadının aşkı bir adamı serseme çevirebilir. Ilgaz belki, Arya'yı bana karşı kullanıp benim planlarımı aksatmak istedi ama asıl serseme dönen kendisi oldu. Arya'ya zarar vereceği için Arya'nın gitmesini istedim ama sonra baktım ki ona hiçbir şey yapamaz." Bir an duraksadı ve derin bir nefes aldı, ardından tam olarak gözlerimin içine baktı. "Görmüyor musun meleğim, avcı avına âşık oldu."
Özge'nin yüzünde beliren acıyı gördüğümde o an buna odaklanamadım. Kulaklarımda art arda aynı cümleyi duyuyordum çünkü. Avcı, avına âşık oldu.
Özge burnunu çekerken Murat'ın kollarının arasından sıyrıldı. Gözyaşlarıyla ıslanmış olan yüzünü hiddetle sildi. Kirpiklerindeki rimel gözaltlarına bulaşmıştı, bu yüzden epey dağılmış görünüyordu.
"Eğer gerçekten Ilgaz'ın, Arya'yı önemsediğine, aşık olduğuna ikna olsaydın ona zarar verirdin Murat. Ilgaz'ın sevdiği şeyi yok etmek için her şeyi yapardın. Seni tanıyorum ben, sen Ilgaz'ın canını yakmak için ufacık bir fırsatı bile elinin tersiyle itmezsin! Kaldı ki onun aşık olduğunu düşündüğün kadını korumaya çalışasın!"
Sanki ben burada değilmişim gibi üzerimde yaptıkları pazarlık bir kez daha nefesimin kesilmesine neden oldu. Şaşkınlık, yerini tekrardan öfkeye bıraktığında sabit tutmaya çalıştığım bedenimi kontrolsüz adımlarımla onların yanına sürükledim.
"Onun âşık olduğu kadını korumaya çalışmıyorum! Onur..." Onlara doğru yaklaştığımı görünce sustu Murat. Trans anından sıyrılmış gibi bakışlarını bana dikti. "Onur hayatında benden sadece bir kez böyle önemli bir şey istedi. Onu korumamı istedi benden, onun alamadığı her nefesi Arya'nın almasını istedi. Yaşadığından... Mutlu bir şekilde yaşadığından emin olmamı istedi. Ama Ilgaz kanın kokusunu aldı, Arya'ya değer verdiğimi öğrendi. Aptal gibi Arya'dan uzak dur diye kükrerken bunu anlamayacağını mı düşünmüştüm ki? Ama emindim. Arya'nın, Ilgaz'ı sevmeyeceğinden emindim. Sonra düşündüm ki bir erkeği ancak âşık olduğu kadının başkasını seviyor oluşu mahvederdi. Ilgaz da mahvolsun istedim. Acıdan gebermesini istedim. Geberecek de."
"Ne diyorsun sen?" diye bağırmamın ardından ona doğru yürüdüm ve tüm gücümle Murat'ı ittirdim. "Hala nasıl böyle pişkin konuşuyorsun? Ilgaz'a hiçbir şey yapmana izin vermeyeceğim! Duydun mu beni?" Arkamı dönüp Özge'ye bakarken onun da şaşkın olduğunu fark ettim. Tekrar Murat'a döndüm. Ayaklarımın ucunda yükseldim, omuzlarından tutup sarstım. Bana karşı güç kullanmadığı için sendeledi. "Ilgaz'a daha fazla zarar vermenize izin vermeyeceğim! Sok bunu o kafana Atahan! Onur'u ittiğin o cehennem çukuruna Ilgaz'ı sokmana izin vermeyeceğim! Bu kez olmayacak!"
Murat histerik bir kahkaha atarken duraksayarak ona baktım. Ellerim, tüm bedenim uyuşmuş vaziyetteydi. Mümkünmüş gibi gülüyor olması daha fazla sinirimi bozdu. "Bu bir kez daha olacak, Arya. Ama bunu yapan ben olmayacağım, yine. Onur'u ittiğin gibi Ilgaz'ı da o çukura sen iteceksin. İçten içe biliyordum, o cehennem çukuruna sen de ittin Onur'u. O silahı ateşlediği için beni ve pezevenk babamı suçluyorsun ya, doğru haklısın. Ama kendini unutuyorsun Arya. O kurşun en çok da senin yüzünden ateşlendi. Bana bir katil olduğumu söylüyorsun ya!" Alaycı yüz ifadesi yerini soğuk bir maskeye bıraktığında hiddetle kolumu kavradı. Sırtım onun gövdesine yaslandı. Nefesini ensemde, saç diplerimde hissettim.
"Senin de ellerinde kardeşimin kanı var! Uçurumdan yuvarlanmaya öyle meyilliydin ki sana bir şey olmasın diye kendini yaktı! Şimdi burada olsa kardeşime sormak isterdim, değer miydi diye. Belki de yaşayabileceği günleri vardı, belki de ayları... Ilgaz şerefsizi Onur'un yakasına yapıştığında, onu suçladığında o vicdan azabıyla kavrulurken neredeydin Arya?! Kendini öldürecek raddeye gelene kadar sen neredeydin ha?!" Kolumu öyle kuvvetli sıkıyordu ki gözü dönmüş gibiydi. Yürümem için beni itekledi. Özge'nin zorlukla seçebildiğim yüzü dehşet içindeydi. "Murat!" diye bağırdı. Kapının yanındaki boy aynasına gelene kadar sürükledi beni. Kolumdaki acıdan dolayı dudağımı dişledim. Kollarından kurtulmak için bir kez daha debelendim. Ama hiçbir şeye yaramadı. Elleri bir çelik kadar sert ve acımasızdı.
"Ona engel olabilecek tek kişi sendin! O kendini öldürebilecek kadar kafayı yemişken sen neredeydin?!" Duyduklarımın her biri beynime balyoz darbeleri indiriyordu. Nefesim kesilmişti. Ciğerlerim suyun altındaymış gibi nefessiz kalmıştı. Şu an, şu an daha fazla bir şey duymadan ölmeyi diledim. Daha fazlasını bilmek istemiyordum, daha fazlasını duymayı reddediyordu beynim. "Sana söylemediğim için suçladın beni. Ben bu yüzden ölmedim mi sanıyorsun? Hiçbir şey söylemememi istedi. İlk kez benden bir şey istedi. Kendine kıyacağını bilsem susar mıydım sanıyorsun? Eğer bir gün ölürse, ondan sonra kendine zarar vereceğini söylemişti. Öyle de yaptın! Seni kurtardım, kardeşimi o uçuruma itmiş olmana rağmen ölmene izin vermedim! Bokumu girerdin o üniversiteye! Sıralamada önünde olanları bir bir kaydırdım. O, araba yarışındaki Anıl denilen piç hayatını karartacaktı. Ben gönderdim onu İstanbul'dan. Bunun için eline biraz para tutuşturmam yetti. Hepsini Onur için yaptım! O senin mutlu olmanı istediği için. Sen n'aptın? Kardeşimin vicdan azabı çekmesine neden olan herifin yanında kaldın aylarca! Elini tuttun, onu öptün! Onur'a bunu nasıl yapabildin?"
Kesik nefeslerini düzenlemek için duraksadı. Aynanın önüne doğru biraz daha iteledi beni bu sırada. Aynadaki yansımama bakarken söyledikleri kendimden tiksinmeme neden oldu. Yüzümdeki korkmuş ifade çığlık çığlığa sen suçlusun, diye bağırıyordu. Sen suçlusun! Gözlerimdeki tüm hayat belirtisi çekip çıkarılmış gibiydi; öyle dipsiz, bomboş ve hissizdi. Yansımama baktığım o an, kendimden gerçekten nefret ettim. Onur'u o uçuruma ben itmişim gibi, silahı eline ben vermişim gibi, kalbindeki tüm renkleri ben soldurmuşum gibi hissettim o an. Sanki elimi biraz daha uzatsaydım, biraz daha çabalasaydım tutabilecektim. Bana veda ettiği o gece kal deseydim, bir kez daha haykırsaydım onu sevdiğimi, onsuz olamayacağımı... Kalacakmış gibiydi.
Vicdan azabı çekmişti. Ilgaz yüzünden. Murat'ın söyledikleri tekrar tekrar beynimde dönerken boğazımı bir el acımasızca sıkıyormuş gibi boğulduğumu hissettim, göğsüm sıkışıyordu. Kendimi parçalamak istedim. Kendimi öyle şiddetli sıkıyordum ki saniyeler sonra tırnaklarımın derime saplandığı avuçlarımın arasından yanma hissiyle beraber bir ıslaklık süzüldü. Ellerimi açtığımda avuçlarımda tırnaklarımın açtığı yaralardan kanların süzüldüğünü gördüm. Fiziksel acıya dair bir şey hissediyor muydum bilmiyorum. Sadece beynim uyuşmuş vaziyetteydi ve nefes alamıyordum. Ciğerlerim parçalanıyordu sanki. Göğsümün içinde yakıcı bir kor vardı. Tüketiyordu beni. Ölüm müydü bu bilmiyordum. Ama öyleymiş gibi hissediyordum.
"Aynaya baktığında Onur'a en büyük ihaneti edenin sen olduğunu görüyor musun?" Dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında tiksintiyle kollarından bir kez daha kurtulmaya çalıştım. Gözlerime göz bebeklerimin bile katili olabilecek kadar yakıcı yaşlar doldu. Daha sert sardı kolları bedenimi. Tenime bu şekilde değiyor olması bile midemi bulandırdı. "Murat, bırak onu!" Özge'nin bağırışını yakından duyduğumda Murat'ın kükremesi de hiç gecikmedi. "Kes sesini! Ona zarar vermemi sen istemedin mi? Gerçeklerle yüzleştiriyorum onu! Masala gözlerini kapayıp gerçeklere gözünü açsın diye uğraşıyorum!" İçki kokan nefesi bir kez daha burnuma doldu.
"Ona zarar vermeni istemedim! Bırak onu!"
"Ilgaz'ın babasını sen öldürdün değil mi? Babanla sen? Belli ki bir şekilde Onur'u da ortak ettiniz buna. Ilgaz, Onur'u suçladı dedin. Ne yaptırdınız Onur'a? Onur ne yaptı?" Gözyaşlarım yüzümü bulanıklaştırmışken dilime vuran çaresizlik ve acıdan dolayı kelimelerim ne kadar net seçildi bilmiyordum. Canım yanıyor demek yetmezdi buna, bu bambaşka bir şeydi. Çaresizlik kavuruyordu bedenimin her yanını. Şu anda ölmek istiyordum. Tüm inancımın yerle bir olduğu bu anda yok olmak istiyordum. Ilgaz'ın babasını Atahanlar öldürmüşlerdi. Onur da bir şekilde buna dâhildi. Ilgaz, Onur'un yakasına yapışmıştı.
Kafamın içindeki sesler susmuyordu. Düşünceler susmuyordu. Sadece sussunlar istedim. Herkes sussun istedim. Ama Murat Atahan susmadı, konuştu. Önce yine o nefret ettiğim histerik kahkahasını attı. "Ilgaz seni buna dâhil etti öyle mi? Değişik stratejiler izliyor vay canına, etkilenmemek elde değil. Babası için koparmadığı yaygara kalmadı. Ben onu uyardım, uğraşma benle dedim. Ben seni de uyardım, Ilgaz'dan uzak dur, evine dön Arya dedim. Ama sen inat etmeyi seçtin, aynı Ilgaz gibi."
"Onu siz öldürdünüz," Ilgaz'ın babasından mı Onur'dan mı bahsediyorum o an bunun bile ayrımında değildim. Aklımı kaybediyormuş gibi hissettiğimde avaz avaz bağırdım ve Murat'ın gövdesine, yüzüne rastgele vurmaya çalıştım. "Ilgaz'ın babasını öldürdün! Kendi kardeşinin ölmesine izin verdin! Trendeki yedi insanı katlettin! Kardeşimi kaçırttın sen! Katilsin, baban gibi katilsin! Aynı baban gibi ruh hastası bir canavarsın! O yıllar önce annenin ölmesine izin vermiş, sen de kendi kardeşinin ölmesine izin verdin! Acın soğudu mu ha? Annen geriye geldi mi, Onur ölünce? Bunca insanı öldürünce annen geriye geldi mi?!"
Murat Atahan'ın gözlerinde gördüğüm öfke daha önce gördüğüm hiçbir öfkeye benzemiyordu. Gerçekten bir katilin gözlerine baktığımı hissettim an. Cehennem başlı başına oymuş gibiydi. Tüm kötü ruhları gözlerinin içinde barındırıyormuş gibiydi. "Babama benzemiyorum ben!" diye kükrediğinde onu tutmaya çalışan Özge geriye sıçradı. Bağırışı kulaklarımda bir kırbaçmış gibi şakladı. Ama hiçbir şey korkutmuyordu şu an beni, kendimi kaybetmiştim. "Ona benziyorsun! Hatta ondan bile daha kötüsün!" Kolumu sertçe bıraktığında yüzünü yere eğdi. Soluk alamıyormuş gibi yakasını çekiştirdiğinde gözleri kocaman açıldı. Başını panikle iki yana sallıyordu. "Arya, sus!" diye bağırdı bir ses. Algılamam zayıfladığından o tarafa bakma gereği hissettim. Kireç gibi bir yüzle bizi izleyen Özge, ellerini yüzüne kapadı. Murat'tan korkmuyordum. Ondan sadece nefret ediyordum. Ne korku ne de birazcık merhamet. Nefret... Sadece buydu. O an öyle bir uç duruma gelmiştim ki hiçbir şeyden korkmuyordum. Murat'ı öldürmeyi, onu parçalara ayırmayı istiyordum sadece. Aldığı her canın bedeli için, aldığı her nefesi burnundan getirmek istiyordum.
"Babana benzediğini görseydi eminim ki annen seninle gurur duyardı," Tiksinerek söylediğim cümleden sonra eli bir anda boğazıma yapıştı. Ne olduğunu anlayamadan sırtım arkamdaki duvara sertçe çarptı. "Sus! Ben susacaksın diyorsam susacaksın! Sus diyorum sana sus! Neden susmuyorsun? Sus diyorum, Allah'ın cezası! Sus!" Zaten az önce nefes alamadığımdan dolayı sıkışan göğsüm nefeslerimin tamamen kesilmesiyle çırpınmaya başladı. Kalbim panik duygusuyla şiddetle art arda çarptı. Ciğerlerim patlayacakmış gibi hissettiğimde nefes almak için debelenmedim bile. Yaşamak için çabalamadım. Yüzüm eminim ki kıpkırmızı olmuştu, boynumdaki fiziksel acı beynime ulaştığında Murat'ın kendini kaybetmiş olduğunu gördüm. Boynumu sıkıyordu ama beni gördüğünden bile emin değildim şu an. Beni görmüyordu, titreyen elleriyle sadece boğazımı sıkıyordu. "Babam gibi değilim ben, babam gibi değilim!" diye defalarca tekrarladığını duydum. Gözlerim kararmak üzere olduğundan sesini de zar zor işitiyordum. Boynumdaki eller hızlıca geriye çekildiğinde burnuma aniden hava dolmaya başladı ve içim çıkarcasına öksürdüm defalarca. Bedenimi kontrol edemediğimden öksürüklerimin eşliğinde dizlerimin üstünde yere düştüm. Göz ucuyla Özge'nin, Murat'ı sarstığını gördüm. Onu üzerimden çeken oydu. "Öldürecektin onu! Kendinde misin sen?!"
"Öldüreceğim! Evet, öldüreceğim! Ama onu değil. En başında yapmam gerekeni şimdi yapacağım, o pezevengi öldüreceğim!"
Öksürüklerimi dindirmeye çalışırken duyduğum cümle irkilmeme neden oldu. Öldürmesini istemiştim az önce beni, kurtulmak için çırpınmamıştım. O an bitsin istemiştim. Çünkü yolun bundan sonrası çıkmazdı, biliyorum. Ama şu an bildiğim tek şey vardı, asla ama asla Ilgaz'a zarar vermesine izin veremezdim. Acıyan boğazımı tutarak konuştum. "O-ona hiçbir şey yapmayacaksın."
"Onu öldüreceğim Arya." Kendiden emin ve keskin bir tonda konuştuğunda tüm vücudum titredi. Kalbimin tam üstüne yerleşen keskin acı bıçak kesiğiymişçesine dağladı kalbimi. "Onu gözlerinin önünde öldüreceğim. Az önce canımı yakmaya çalıştığın annem var ya... İşte 21 yıl önce annemin ölümünü ben nasıl izlediysem ve hiçbir şey yapamadıysam, sen de izleyecek ve kılını bile kıpırdatamayacaksın. Başından beri katil olduğumu söyleyip susmadın ya. Sana katil nasıl olunurmuş göstereceğim. Sana defalarca burnunu sokma dedim, git dedim! Bulaşma, kendi hayatına bak! Yoluna devam et dedim! Beni bu raddeye getirdiniz, el birliğiyle! Bu muydu istediğiniz? Ilgaz mıydı sebebi? Bu mu lan hayatımın içine etme sebebiniz? Ciğeri beş para etmez bir herif mi?" Hem bana hem Özge'ye bakarken sakinleşmeye çalışırcasına derin nefesler alıyordu.
Özge'nin gözlerinden yaşlar art arda döküldü. Gözlerinin altı simsiyah olmuştu akan makyajından dolayı. "Yapma, Murat. Yalvarırım, yapma." Başını hızlı hızlı iki yana sallıyordu. "Söz vermiştin! Söz vermiştin!"
"Ben seni uyardım, sevgilim. Ben Arya'yı da uyardım. Ciddiye aldınız mı? Hayır. Benim şakam olmadığını şimdi öğreneceksiniz."
Yerden kalkmak için uğraşırken, Murat'ın hızlıca ceketini giydiğini gördüm. Özge ona doğru yürürken titriyordu, her an düşüp bayılacakmış gibiydi. "Ne olur Murat! Ilgaz'a bir şey yapma! Hem seçim öncesi senin yaptığın anlaşılır. Kendini de mi düşünmüyorsun? Yapma, yapma!"
"Nişanlının hapse girmesine mi üzülürsün, eski sevgilinin ölmesine mi?"
"Murat, yalvarırım. Ne istersen yaparım, yalvarıyorum sana!"
"O herif için yalvarman daha fazla sinirimi bozmaktan ileri gitmiyor! Yapma, gözümde daha fazla küçülme!" Odayı keskin bağırışı doldururken titreyen bedenimle ayakta durmaya çalıştım, başım döndüğünden duvara tutundum. Bana doğru geldiğinde Özge de onun peşinden geliyordu. "Murat... Birazcık bile... Biraz bile beni seviyorsan, bunu yapma."
Murat bana yaklaştığında yavaşça duraksadı, güçlükle yutkunduğunu gördüm. Arkasını ona doğru döndüğünde, yan profilinden görebildiğim kadarıyla çenesi seğiriyordu. Boğazımın acısı devam ederken boynumdaki fuları gevşettim, yanan gözlerimi yumduğumda gözümden yanağıma doğru bir damla yaş süzüldü. "Sadece benim sevmemin yetmiyor olduğunu gördük. Ve şimdi de hiçbir şey Ilgaz'ın yaşaması için yeterli olmayacak."
Kolumu hızlıca kavradığında kapıya doğru yürümem için ittirdi beni. Özge'yi arkamızda ağlayarak bıraktığında kapıyı üzerine kilitledi. Tüm bedenim titriyordu, gözlerim kararıyordu. Yaşlar yüzümü ıslatırken, öleceğimi bilsem dahi Murat Atahan'dan merhamet dilenecek biri değildim ben. Ama şimdi Ilgaz'ın hayatı için gözlerinin içine bakıyordum yalvarırcasına. Bir tarafım hala bunun bir blöf olduğunu düşünüyordu ama gözlerindeki o katili gördüğümden tereddüde düşüyordum. "Bunu yapmayacaksın," dediğimde derin bir nefes aldı, bakışlarını gökyüzüne kaldırdı. Bu kez içeride boynumu sıkan kendini kaybetmiş adam yoktu. Bu kez soğukkanlı bir katilin ürpertici sakinliği vardı üzerinde.
"Bu hikaye sona ermek üzere Arya," diye mırıldandı. "Az önce senin boğazını sıktım ben. Bunu yaptım. Kardeşim burada olsaydı, öldürürdü muhtemelen beni. Ona ihanet ettim, senin yüzünden. Ilgaz yüzünden. Özge yüzünden. Beni nasıl bir noktaya getirdiğinizin farkında mısınız? Ya bir gün silahı şakağına dayamak zorunda olacağım kişi sen olursan? Beni buna mecbur bırakırsan, Ilgaz yüzünden? İşte sırf bu yüzden her şey sona ermek zorunda."
"Sen insan değilsin,"
Beni merdivenden aşağı inmem için sürüklemeden önce son kez gözlerimin içine baktı. Acıyla karışmış bir gülümseme gördüm bu kez yüzünde. Söyledikleri Ilgaz'ın artık bana cansız bakacak olan kızıl kahve gözlerini, gözlerimin önüne serdi.
"Bu, avcıyla onun pençeleri arasına almaya çalıştığı avının hikayesiydi. Avcı, avını kollarının arasına aldı, ona bir masal anlattı ve avını kendi günahına kattı. Ve aşk, planında hesaplayamadığı tek şeydi. Avcı, avına aşık oldu. Avcının infazı verildi. Bu kez av, silahını avcıya ateşledi."
Sen, Ilgaz'ın ciğerine kurban ol Atahan -,- Ve sahnede o merak ettiğiniz Murat Atahan. Bölümde ilk kez Ilgaz yoktu, bir daha tamamen olmayacağını düşünün bir de? Bir bölüm insanın içine hiç mi sinmez temalı bir bölümdü, bunun için üzgünüm. Yorumlarınızı merak ediyorum, lütfen fikirlerinizi belirtmeden geçmeyin. Sınav çalışmam gerekirken yazmaya çalıştım, düşen okunma, oy, yorum moralimi fazlasıyla bozuyor. Desteklerinizi bekliyor olacağım. Görüşmek üzere, sizleri seviyorum. Yazdığınız tek bir satırı bile kalbimde hissediyorum, buna inanın.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro