Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

28. BÖLÜM: "KİMSENİN DOKUNAMADIĞI GERÇEK YALNIZLIK"


Bölüm şarkıları: Pera | Her şeyim

                                Sena Şener | Sevmemeliyiz 


28. BÖLÜM: KİMSENİN DOKUNAMADIĞI GERÇEK YALNIZLIK"

Küçücük bir yağmur damlasının içine hapsolmuş bir kız vardı, kanatları koparılmış ürkek bir kuştu ruhu. Narin ayak bileğinden zincirlenmişti o karanlık zindanlara, kuyulara. İhtişamlı kanatlar hayal etti ilk önce, bir gün yine uçabileceğine inandı. Sonra sadece bir yağmur damlası olmak da yetti. Tüm renkleri içinde barındırırdı ama kimse rengini fark etmezdi. Olsun, bu da sorun değildi. Yeryüzü, gökyüzüne kucak açtığında, gündüz gecesine kavuştuğunda savrulurdu yeryüzüne. Cama vuran binlerce damladan sadece bir tanesiydi, özel değildi. Belki rastgele birinin bakışları pencereye takılır ve o kadar damlanın içerisinden sadece ona bakakalırdı. Ama niye? O kişinin gözbebeğinin yansıması düşerdi cama, parmağını cama yerleştirirdi, camın arkasında yol olan damlayı takip ederdi. Yol bittiğindeyse damla yok olur giderdi ve o biri başka damlalarına iliştirirdi gözünü. Bir yağmur damlası değildi o birisine iyi gelen; damlaların sürekliliğiydi, on binlerce yağmur damlasıydı.

Ilgaz, başını cama doğru çevirmişti, arabanın içindeki sessizliği sadece cama vuran yağmurun tıkırtısı kesintiye uğratıyordu. Başını hafifçe cama yaslamıştı ve bir şey söylemeden sağanak yağan yağmuru izliyordu. Yanımdaki cama düşen yağmur damlalarını izlemeyi bıraktığımda ona dönmüştüm. Dışarıda özgürlük akıyordu o serin damlalardan, bunu hissedebiliyordum ama şimdi burada... İçimdeki bir yangının körüklendiğini hissediyordum.

Bir ateş yanıyordu içimde, bu tüm ruhların yanabileceği kadar büyük bir cehennem yangınıydı sanki. Ama sadece ben yanıyordum, biliyorum. İçimde bulunan iki bölünmüş ruh da yanıyordu. Sadece birisi daha gönüllüydü yanmaya, diğeri ise her zaman o yangının kendisi olmayı amaçlamıştı. Şimdi ise Ilgaz'a baktığımda bu durum onun canını sıkmaya başlamıştı. Fakat bu gece o yanıma pek kulak asmayı düşünmüyordum. Başımı koltuğa yaslarken bakışlarımı Ilgaz'a diktim. "Sınırın hangi tarafında olursan ol, ben kalmanı isterdim."

Yüzüme peyda olan gülümsemeyi zapt etmeye çalıştım. Tek bir cümlenin, içimdeki o küçük çocuğu delicesine mutlu ettiğini görmek korkutucuydu bir yandan ama artık korkmak istemiyordum. Kafamda bir sürü şey dönüyor ve bir cevap bekliyorlardı. Günlüğümü okumuş olabilirdi ama o kadar şeyi nasıl aklında tutabilmişti? O küçük kıza hayran mıydı gerçekten bir zamanlar? Çok garipti, sanki oradaydı. Aynı evde, aynı zamanlarda nefes almış gibiydik. O küçük kız çocuğunun gözyaşlarını siliyor, saçlarından öpüyordu. Sanki tüm hayatımın bir parçasıydı. Nefesleri, hayatımdaki her bir nefese karışmış gibiydi.

Koltuğun ucuna doğru biraz daha kaydığımda Ilgaz başını camdan çekip bir anda bana döndü. Gür kirpiklerinin çevrelediği göz kapakları hafifçe kısıldı. Gözlerim, gözbebeklerine kilitlenirken, "Niye öyle bakıyorsun kedicik?" diye sordu. Sesindeki muzip ama huzur verici ses tonu tüm hücrelerimi alaşağı etti. Aramızdaki mesafenin büyük ölçüde azaldığını fark ettiğimde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Başımı yan yatırıp bakışlarımı kucağımdaki ellerime diktiğimde saçlarım önüme düştü. "Nasıl bakıyormuşum?"

"Hmm..." O da kendi koltuğunun bana doğru olan tarafına kaydığında başımı tekrar ona doğru çevirdim. Aramızda gerçekten az bir mesafe kalmıştı. Yüzüme gelen saçlarımı kulağımın gerisine özenle yerleştirirken eli gereğinden fazla oyalandı saçlarımda. "Sağanak yağmurda sokakta kalmış, içeriye alınmayı bekleyen bir kedi yavrusu gibi bakıyorsun," dediğinde kucağımdaki ellerimi yavaşça onun ceketinin üzerine yerleştirdim. Bu hareketim sırasında gözlerimiz tekrar kenetlendi. "Masum bir kedi yavrusuyla pek alakam yok ama yine de sen bilirsin," deyip gülümsediğimde başını salladı. "Bilmez miyim, kedicik?"

Ellerim ceketinin yakasına doğru çıktığında bakışlarını önce ellerimde sonra da tekrar yüzümde gezdirdi. "Bunu..." Vücuduna değen ellerimi işaret etti. "Hangi yanın istiyor? Cennetteki Arya mı, Cehennemdeki mi?" Yargılamaktan çok beni rahatlatmak istercesine konuşmuştu, en önemlisi bakışları tekrar gözlerimi bulduğunda dünya üzerindeki en güzel şeymişim gibi gülümsüyordu. Tamam, son dediğim benim abartmamdı belki de.

"İkisi de." Dedim gözlerimi çekmeden. Ellerim yakasından boynuna doğru tırmandı. Pür dikkat ve kıpırdamadan beni izliyordu. "Ara sıra da olsa bazı konularda hemfikir olabiliyorlar." İki tarafım da senden delicesine hoşlanıyorlar fakat arada tabi ki bir fark var. Biri bunun sonumuz, biri ise yeni bir başlangıç olacağı kanısında. Peki ya hangisi haklı?

"O zaman şimdi seni öpersem, ertesi gün Cehennemdeki Arya beni buna pişman etmez değil mi?"

Kahkahamı engelleyemedim. Kollarımı boynuna daha sıkı dolarken ellerini bir anda belime attı. Beni kucağına doğru yönlendirdiğinde buna izin verdim ve tek hamlede beni kucağına doğru çekti. Yüzlerimiz aynı hizaya geldiğinde ellerimi omuzlarının üzerine tekrardan yerleştirdim. Bir eli belimdeydi fakat diğeri daha aşağı kaymaya başlamıştı sanırım. Boğazımı temizledim. "Ne zaman seni pişman etmişim, söyle bakalım?"

"Ciddi misin?" Dudaklarını birbirine bastırdı ve kaşlarını kaldırdı. Başını aşağı yukarı sallarken burunlarımız birbirine sürttü. İçimde artçı boyutunu çoktan aşan şiddetli depremler oluyordu. "Bana karşı koyamayıp beni öptükten sonra ertesi gün haberin yokmuş gibi davranmalarından bahsediyorum. Gün ve saat mi vereyim, bence hepsini biliyorsun."

Bacaklarım onun dizlerinin iki yanından sarkarken yavaşça ona yaklaştım, biraz kıpırdanmam gerektiğinde Ilgaz'ın alaycı yüz ifadesi değişti. Gözlerini kaçırdı. İşte bu çok şaşırtıcıydı, gülümsememe engel olamadım. "Bir konuya açıklık getirelim," Parmaklarımı saçlarının önünde gezdirdiğimde başını koltuğun başlığına daha fazla yasladı ve derin bir nefes verdi. "Seni öptüğümde pişman olduğumu hiç söylemedim. O gece seni öptüğümü hatırlamadığımı söyledim, pişman olduğumu değil. Hatırlamamak benim suçum mu, çok fazla içmiştim. Kendi adımı bile unutmuşumdur muhtemelen."

Ilgaz başını salladı ama bu bir onaylamadan ziyade alay içeriyordu. "Aa evet," Boğazını temizledi, konuştuğunda sesini inceltmişti. "Sarhoş olduğumda yapıyorum bu tarz aptallıklar, sen bakma bana,"

Omzuna sertçe vurduğumda kafasını geriye attı ve sahte bir şaşkınlıkla gözlerini büyüttü. "Elin ağır kedicik, o güzel ellerini saçlarımın arasındayken seviyorum, bana şiddet uyguladığında değil."

Söylediği cümleye karşı birkaç saniye ne diyeceğimi bilemedim. Başımı pencereye doğru kısa bir an çevirdim. Sessizlikten sonra, "Benim sesim o kadar ince değil. Taklidimi yapacaksan düzgün yap." Dedim sadece.

Gülümsedi. İçinde bulunduğum yaslı evde karanlık bulutlar dağılmıştı ve içeriye gün ışığı dolmuştu.

Âşık oluyorsun? Bir kez daha?

Hayır... Bu aşk değil. Bu sadece...

"Bütün gün kız sesleri üzerine çalışmıyorum ya. Elimden bu kadarı geliyor. Her neyse özrünü kabul ettim." Omzumdaki elimi alıp tekrar saçlarının arasına yerleştirdi. "Böyle daha iyi konsantre oluyorum," diye sırıttı ona anlamak istercesine baktığımda.

"Özür falan dilemedim ki. Sen bu konuda fazla alıngandın sadece. Hem ben nereden bileceğim benim sarhoşluğumdan faydalanmadığını?"

"Dudaklarıma yapışan sendin."

"Olabilir... İtebilirdin." Diğer elim ensesinde oyalanırken Ilgaz başını bana doğru yaklaştırdı. Beni öpeceğini anladığımda nefesimi tuttum. Dudaklarını yavaşça dudaklarımın üzerine kapattığında gözlerim de kapandı. Alt dudağımı dudaklarının arasına aldığında sırtım biraz daha geriye yaslandı ve Ilgaz'ın elleri bacaklarımda gezindi. Sırtım bu kez arkamdaki direksiyona yaslandığında onun vücudunu biraz daha kendime doğru çektim. Vücudu, vücuduma temas ettiğinde aklımı kaybettim sandım bir an. Bir yangının ortasında mahsur kalmışım gibiydi. Kafamdaki tüm düşünceler derinlerde bir yere gömülürken algılayabildiğim tek şey cama vuran yağmur damlalarının gürültüsü oldu. Bu yangını bastırmaya güçleri yetecekmiş gibi telaşlı ve istikrarlıydılar. Onun dışında tüm seslere sağır olmuştum, kendi nefesimi bile duyamıyor ve hissedemiyordum. Nefes almak zorunda kaldığımızda yavaşça dudaklarımızı ayırdı ama geriye çekilmedi. 

"Sana bir hatırlatma yapmak istedim," diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Bu sırada dudaklarımız tekrar çarptı. Bacağımdaki elinin bu sırada pek uslu durduğunu söyleyemezdim. Başımı hafifçe geriye yatırıp bir anlığına gözlerimi kapadığımda direksiyona fazla baskı uyguladığımızı fark ettim. Zihnimdeki hiçbir düşünce bir bütün oluşturmuyordu şu an, tek düşünebildiğim hala birkaç milim uzağımda olan dudakları, tüm hücrelerime sinmiş olup beni serseme çevirmiş olan kokusu ve şu an daha da yukarılara çıkan eliydi. Eli kalçamda durduğunda başımı yavaşça kaldırdım. Karanlık arabada daha da koyu gözüken gözlerindeki o yangın nefesimin kesilmesine neden oldu. "Karşı konulmazsın, bu benim suçum değil." Düzensiz nefes alışverişlerimi artık onun da duyduğuna emindim. Üst dudağıma sakin ama baştan çıkarıcı bir öpücük kondurması için fazla eğilmesi gerekmedi. Şu an zaten fazla içli dışlı bir vaziyetteydik, hem de arabasının içinde. İlk öpüştüğümüz yerde. 

"Sadece öpücüktü ama?" diye sorduğumda sesim bana oldukça yabancı geldi. Belki kulaklarımdaki müthiş uğultudandı.

"Yani... Arabayı çarptık. Daha fazlası olması için uygun şartlar yoktu."

Yakıcı sıcak yüzüme de yayıldığında başımı hafifçe yana çevirmek zorunda kaldım. Bunu yapmamla boynum Ilgaz'ın dudaklarının altında kaldı. Nefes alışverişlerini duyuyordum. Bana baktığını hissediyordum, hala üzerime eğilmiş vaziyetteydi ve geriye çekilmiyordu. İçimde dalga dalga yayılan heyecan tüm vücudumu uyuşturdu. Aramızda daha fazlası mı olacaktı? Bunu başlatırsa onu durdurmazdım, durduramayacağımı biliyordum. Hiçbir şey umurumda değildi.

Yakıcı dudaklarını boynuma bastırdığında tüm bedenim titredi. Belli etmemek için verdiğim çaba bir işe yarıyor muydu bilmiyorum. Dudakları ve dili boynumda gezinirken ismini fısıldadım. "Ilgaz,"

Boynumu dişleri arasına aldığında titrek bir nefes verdim. Kısık bir sesle inlemeye benzer bir nefes döküldü dudaklarımın arasından. Dili ve dişleri boynumda daireler çizerken başı aynı zamanda ceketimin üzerinden göğüslerime değiyordu. Bir eliyle ceketimin fermuarını becerikli bir şekilde indirirken boynumdaki dudaklarını bir an olsun çekmedi. Boynumdaki sızlamalar içimdeki yangını körüklerken başımı ona doğru çevirdim. Bu kez dudaklarının odağı dudaklarım oldu. Beni sert ve baştan çıkarıcı bir şekilde öperken kucağında doğrulup onu arkamızdaki koltuğa yasladım ve bacaklarımı beline doladım. Dili ağzımın içini talan ederken ceketi üzerimden sıyırabilmeyi başarmıştı. Beynimin işlevini çoktan kaybetmiştim, onun ceketini çıkarmak için uğraştığımı sonradan fark ettim. Biraz doğrulup bana bu konuda yardımcı olduğunda açıkta kalan boynundan dudaklarına doğru öpücükler bıraktım. "Lanet olsun," diye mırıldandı dişlerinin arasından. "Bana ne yapıyorsun böyle Arya?"

Asıl kendisinin bana ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Tüm bedenim tutuşuyordu ve bu hiçbir şeye benzemiyordu. Dudaklarımız tekrar birleştiğinde alt dudağımı dişlerinin arasına aldı. Bu sırada bir eli kazağımın içinden tenime değdiğinde elektrik çarpmış gibi hissettim, tüm bedenim kasıldı. Eli yukarılara çıktıkça hissettiğim tutku boyutu daha çıldırtıcı bir hal aldı. Diğer eli ensemdeki saçlarımda gezinirken ben o sırada ellerimin nerde olduğunu bile bilmiyordum. Ilgaz inlemeye benzer bir ses çıkardığında dudaklarını dudaklarımdan çekmişti. Göz göze geldiğimizde yanaklarımın ısındığını o an hissettim. Gözlerindeki koyulaşmış ve vahşi ifadeden dolayı bir an nereye bakacağımı bilemedim. Kazağımın içindekini elini yavaşça çekerken boşluğa düşüyormuş gibi his sardı bedenimi. Ellerimi gövdesine doğru çıkardığımda kalp atışlarım hala istikrarsızdı, nefeslerim bana yetmiyor gibiydi. Şimdi dışarıda yağan yağmurun sesini işitmeye tekrardan başlamıştım. Göbeğime doğru sıyrılmış kazağımı gövdesinden çektiğim ellerimle düzeltirken göz temasını kestim, kucağından çekilmeme fırsat vermeden dudaklarıma uzun ve soluksuz bir öpücük bıraktı. "Geç oldu," diye mırıldandı. "Eve gitsek iyi olacak, kedicik."

Başımı sallarken hissettiğim hayal kırıklığın kıymıkları kalbime hatta tüm bedenime battı. Onunla ilk kez bu kadar ileri gitmiştik. Şimdi ne bir telefon çalmıştı, ne de birisi gelmişti. Ama şimdi buna son veren kendisiydi. Ellerim biraz daha kontrollü olabilirdi biliyorum ama onun da gözlerindeki vahşileşmiş ifadeden beni istediğini düşünmüştüm. Kucağından kontrollü bir ifadeyle yan tarafına geçmeye çalıştığında bacağım yanlışlıkla malum yerine çarptı. Gerçekten yanlışlıklaydı! Ilgaz gözlerini kapatıp "Siktir," diye mırıldandığında aslında zor bir durumda olduğunu fark ettim.

"Pardon," diyebildim sadece yan koltuğa geçtiğimde. Ona bakmamak için büyük bir çaba sarf ettim. Belki de bir dakika boyunca araba hareket etmedi. Neyi beklediğini bilmiyordum. En sonunda göz ucuyla ona baktığımda başını koltuğa yaslayıp bana baktığını gördüm. İkimizin de nefesleri hala düzensizdi. "Sokakta kalmış masum kedi yavrusu, vahşi bir kaplana dönüştüğünde avcı onunla ne yapacak?" diye sordu. Bir cevap bekliyor muydu emin değildim. Dudaklarımda ister istemez bir gülümseme oluştuğunda ona daha dikkatli baktım. "Benim bildiğim avcı her zaman ne yapacağını bilir."

Başını kararlılıkla iki yana salladıktan sonra arabayı çalıştırdı. "Bu kez bilmiyor... Bu kez bilmiyor, inan ki kedicik."

***

Ayaklarımı oturduğum tezgâhın üzerinde ritmik hareketlerle sallarken ocağın üzerinde bana süt ısıtmakta olan Ilgaz'a pür dikkat bakıyordum. Eve gideceğiz derken onun evine geleceğimizi düşünmemiştim, yani benim de buraya geleceğimi. Ama Beyza'nın evine girmekte tereddüt ettiğimi gördüğünde istersen bu gece bende kalabilirsin, demişti. Eminim bunu nezaketen söylemişti ama ben reddetmek yerine kabul etmiştim. Beyza muhtemelen yatmamıştı ve şu an onunla karşılaşmak, bir şeyler söylemek istemiyordum. Doruk ile onun kalbini kırmıştım. Kasıtlı olarak burayı ve onları fazla umursamıyormuş gibi yapmıştım. Fakat bana olan bakışları gözümün önünden bir an bile gitmiyordu. O bakışları tekrardan görmek istemiyordum, en azından bu gece. 

Bugün yine doğru dürüst bir şey yemediğimden midem yine hassastı ama aç ise hiç değildim. Ilgaz bu yüzden bana süt ısıtacağını söylediğinde ona kati suretle karşı çıktım. Sütü hiç mi hiç sevmezdim. Ama beni kale aldı mı? Tabi ki hayır. Ona olan huysuz bakışlarımı gördüğünde önce ocağın altını kapattı, sonra tamamen bana baktı. "Merak etme kakao ile karıştıracağım, o zaman kokusu ve tadı seni rahatsız etmeyecek."

Cezvedeki sütü bardağa dökerken bakışlarımı etrafımda gezdirdim. "Anneannem de ben küçükken burada süt ısıtırdı bana ama ben içmezdim. Sadece içine kakao koyunca..." Duraksadım. Tekrar başımı ona doğru çevirdim. "Tabi, sen bunu biliyorsun zaten."

"Tahmin edilmesi zor biri değilsin," Gülümseyip bana göz kırptığında kakao karıştırdığı sütü bana uzattı. Gözlerimi kıstım. "Tüm çocukluğuna dair yazılmış bir günlük okusaydım, sen de tahmin edilmesi zor biri olmazdın tabi." Sıcak bardağı elimde tutarken ayaklarımı sallamaya devam ettim. Bardağı dudaklarıma götürüp bir yudum aldığımda tadının beklediğimden iyi olduğunu fark ettim. Bakışları üzerimdeydi, bunu hissedebiliyordum. "Çocukluğuma dair bir günlük okusaydın bile şu an benim hakkımda tahmin yapamazdın. Çünkü onunla aynı kişi sayılmam."

"Yani, kimse çocukken olduğunla aynı kişi sayılmaz. Büyüdükçe herkes değişir. Ama en azından neleri sevip sevmediğin... İlla ki bazı şeyler, aynı kalmıştır değil mi?"

Elindeki cezveyle lavaboya doğru yürüdüğünde bana arkasını döndü. "Sanmıyorum," deyip kestirip attı. Sesinin kararlılığı ve sertliği çok belliydi. Bu bölgenin hassas bölge olduğunu bir kez daha fark ettiğimde bir an düşündüm. Biraz daha üstü kapalı konuşmam ve dikkatli olmam gerekiyordu. "Çiftlik evinde babanın fotoğrafını görmüştüm, ona benziyorsun."

Cezveyi durulamaya devam ederken bana bir an da olsun dönüp bakmadı. "Öyle," dedi sadece ifadesiz bir ses tonuyla. Ailesi hakkında sohbet etmeye istekli olmadığı belliydi. "Kardeşin yok mu?" diye soruverdim aniden. Sütümden küçük yudumlar alırken diken üstünde gibiydim. Birden bire parlayacak ve sana ne diye bağıracak diye tedirgin olmuştum.

"Yok," Bir anlığına ellerini tezgâha dayadı. Derin bir nefes alıp yan profilinden gözlerini kapattığını gördüm. "Öldüğünde hamileydi, tabi onun kardeşim olduğundan epey şüpheliyim." Söylediği cümleyle yutkunmakta güçlük çekerken ellerimi ağzıma götürüp kesik kesik çıkan öksürüklerimi dizginledim. Ilgaz açık açık söylemese bile anlattıkları ve söylediği kopuk şeylerden bile annesinin başka bir adamla ilişkisi olduğu kanısına varmak zor değildi. Ne diyeceğimi bilemediğimden sustum. Ona tekrar nefret ettiği annesini hatırlattığım için kendime çok kızdım.

"Biliyorsun, Feray ile biz de yarı üvey kardeşiz." Yaklaşık bir dakika sonra konuyu değiştirmek için söylediğim şeye inanamıyordum. Konu kardeş mevzusu üzerinden devam ediyordu. İnanılmaz güzel konu değiştiriyordum!

"Onu seviyorsun yine de."

"Onu herkes sever, sevimli biri," diye genel bir yorum yaptığımda Ilgaz bana doğru döndü ve kalçasını tezgâha yasladı, bana inanmaz gözlerle bakarken kaşları havaya kalktı. "Ona bir şey olduğunu düşündüğünde sadece sevimli biri olduğu için o kadar kahrolmuş olamazsın."

"Ona duyduğum bağ; annelerimizin farklı olması, babalarımızın bir olmasıyla da alakalı değil. Harika bir kalbi var, çoğu zaman mükemmel, benim hiçbir zaman olamayacağım kadar iyi birisi. Birlikte yıllar geçirdik, benim yüzümden hiçbir zaman tamamen sıkı fıkı olmasak da... Bazen birini sevmemek için dirensen de, sevdiğinde kim olduğu mühim olmuyor. Onu severken de babamın, annemi terk etmesinin nedeni olan kadının kızı olduğunu unutuyorum."

Bu dediklerimi sesli söylediğimi fark ettiğimde dudağımı ısırdım, sonra bardağın dibinde kalan kısmını da bir çırpıda kafama diktim. Ilgaz dikkatle yüzümü incelerken benim bu konuşmadan rahatsız olduğumu fark etmiş gibiydi. Sanki birilerini sevdiğimi söylersem lanet devam edecekmiş gibiydi. Sevdiğimi söylediğim her insanı kaybetmiştim.

"Sence Feray şu kaçırılma olayıyla ilgili sana tamamen dürüst oldu mu?" Ilgaz'ın bu beklenmedik sorusu karşısında ona bakakaldım. Sorduğu soru zihnimde dönerken uzun zamandır derine gömdüğüm şüphe kırıntılarını tekrar yüzeye çıkardı. Bardağı yan tarafıma koyarken olan biteni tekrar kafamda tartma gereği duydum. "Öyle olmasını umuyorum,"

"Umuyorsun ama sen de emin değilsin?"

Ona tekrar baktığımda kollarımı göğsümde kavuşturdum. Ayaklarımı sallamayı çoktan bırakmıştım. "Bir şey mi biliyorsun Ilgaz?"

Başını yana doğru çevirdiğinde bir iki kez çenesini sıvazladı ve dudaklarını ağzının içine yuvarladı. "Feray'ı senin kadar tanıyamamam elbette. Fakat ifadesini bir şekilde okudum. Hatta ilk seferki verdiği ifadeden polisler bile şüphelenmiş olmalı ki onu tekrar sorguya çektiler. Bir şeyler mantıksız geliyor Arya. Ordudan ölesiye nefret eden psikopat bir adam bir suikast düzenliyor, neden? Sadece Albay'ın küçük kızı ile orduya gözdağı vermek için mi? Sonra kızı rehin tutuyor ve bir anda pişman oluyor, onu karakola bırakıyor ve sonrasında birkaç gün sonra Feray'ın tarif ettiği eşkâlle eşleşen kişinin cesedi bulunuyor. Yedi kişiyi öldürecek kadar büyük bir nefretin varken, ordunun canını daha yakmadan nasıl bir anda pişman olursun? Bir şeyler yanlış."

"Yani ne diyorsun bu bir tezgâh ve bunu tezgâhlayan da Murat Atahan?"

"O kısımda sıkıntı yok zaten. Bizi sorguladıklarında biz de Murat Atahan'dan şikâyetçi olduk. Normalde ona karşı bir delil yok ama bizi hedef gösterdiğini söylememiz ve aramızdaki husumetin biliniyor olmasından kaynaklı onu da sorguladılar. Tabi bu gizli tutuldu. Olayla hiçbir şekilde adının duyulmaması için sorguya çekildiğini kimse bilmiyor. Belki ordu bile bilmiyordur. Bir şey çıkmadı. Her zamanki gibi yine dört ayağı üstüne düştü."

"Sonuçta işin içinde adam kaçırma var onu geçtim tren suikastı... Resmen toplu cinayet işlediler. Nereye kadar üstü örtülebilir ki bu olayın?"

Ilgaz parmağının ucuyla dolap kapağına ritmik hareketle vururken sıkıntılı bir nefes verdi. Diğer eliyle az önce duştan çıktığı için hala nemli olan saçlarını geriye yatırdı. "Murat Atahan söz konusuysa işin aslı sonsuza kadar gömülü kalabilir."

"Anlamadığım bir şey var. Tamam, Murat Atahan seni ve diğerlerini ayağının altından çekmek için gerçekten böyle bir şey yapabilecek biri. Ama o babama garip bir şekilde saygı duyuyor. Yani ne bileyim Feray'a zarar verecek bir şey olmasını istemezdi gibi geliyor. İlla işin içine ordudan birinin çocuğunun karışması gerektiyse bu başka bir askerin, mesela bir generalin çocuğu olabilirdi. Neden Feray?"

"Çok basit," diye konuştuğunda kendinden emin görünüyordu Ilgaz. "İlk olarak babana gerçekten saygı duyduğu doğrudur belki ve kasıtlı olarak onun canını yakmayı amaçlamadığı da ortada. Feray trenden indirildi Arya, tren patlatılmadan önce. Yani Murat, hiçbir zaman Feray'ı ve Albay'ı gözden çıkarmamıştı zaten. Sadece, Feray planının bir parçasıydı. Yeterli deliller ve suçlamalar bizim üzerimizde gözüktüğünde zaten Feray en ufak bir çizik bile almadan tekrar ailesine kavuşacaktı. Sadece geçen sürede kayıp olması ve ordunun sinirlerinin yeterince bozulmuş olması gerekiyordu. Çünkü ordunun öfkesiyle kimse baş edemezdi. Onların tutumları mahkeme kararında etkili olacaktı üzerimizde; sonuç müebbet hapis." Onunla göz göze geldiğimizde içimi bir ürperti kapladı. Tüylerim diken diken oldu. Az kalsın dediği şey gerçek olacaktı.

"İkincisi, o kurbanın Feray olması her açıdan mantıklıydı. Babanın öfkesini adı gibi biliyordu. En önemlisi eğer bu suçtan içeri girsem kendimi aklayamasam, kardeşine yaşattıklarım için ömür boyu benden nefret edecektin. İstediğini her şekilde almış olacaktı, benden tamamen uzak durmuş olacak, beni asla affetmeyecektin."

Söyledikleri son derece mantıklıydı. Murat Atahan gerçekten böyle zekice plan yapabilecek biriydi, onun ne kadar sahtekâr ve kötü biri olduğunu da biliyordum. Ama Ilgaz'dan kurtulmak için hiç suçu olmayan o insanları nasıl katledebilmişti? Hala bir tarafım bunu yapacak kadar kalpsiz, merhametsiz, aşağılık biri olamaz diyordu. Gerçekten bir an için onun kardeşinin ölümüne üzüldüğüne inanır gibi olmuştum. En azından o olayın az da olsa vicdanı olduğunu hatırlattığını sanmıştım. Ama gerçek ortadaydı, insan bile diyemeyeceğim böyleleri asla değişmezdi. Onlar için hiçbir şekilde umut yoktu.  

"Sence..." diye söze başladığında tekrardan ona doğru baktım. Doğrulup bana doğru yürüdüğünde doğrudan gözlerime bakmadı, hala söyleyeceğini düşünüyor gibiydi. Nemli saçlarının kokusu çok yakınımda olmasa bile burnuma doldu. "Murat Atahan neden kendini senin fedain olarak görüyor? Üstelik mal varlığının beşte birini sana bırakmayı düşünüyor. Bu bir aile dostunun kızı için çok yüksek bir oran."

"İstediği kadar düşünebilir. Kabul etmeyeceğim." Diyerek omuz silktim.

"Daha önceden bir geçmişiniz olmadığını söylemiştin?"

"Ciddi misin?" diye göz devirirken sinirlerim epey gerilmişti. O ruh hastası herifle önceden bile olsa bir birlikteliğimin olduğunu nasıl düşünebilirdi? "Ondan her daim nefret ettim! Psikopat babasının aile dostumuz olması dışında hiçbir alakam olmadı onunla! Benden kaç yaş büyük üstelik, ne ilişkisinden bahsediyorsun?"

"Kendinden yaşça küçük kadınlarla birlikte olmaktan rahatsız olduğunu mu düşünüyorsun? Hem o kadar uçuk bir yaş farkı da yok üstelik. Bence babana duyduğu saygıdan daha fazlası var. Sen ondan nefret edebilirsin ama belli ki o sana ilgi duyuyor."

"Onun kimi sevdiğini biliyorsun bence." Dediğimde Özge'nin ismini kullanmak istememiştim. Murat Atahan'ın bana o şekilde ilgi duyduğunu sanmıyordum. Onur ona söylemiş miydi bilmiyordum ama eğer gerçekten zeki bir adamsa bal gibi de kardeşine âşık olduğumu biliyor olmalıydı. Onun arkasından ne kadar mahvolduğuma şahit olmuştu. Duyduğum acıdan dolayı kendimi öldürecektim, bizzat her şey onun gözlerinin önünde yaşanmıştı. Bilmemesi imkânsızdı. Gerçi bu onu durdurur muydu? Kardeşinin Özge'ye âşık olduğunu bilmesi bile onu durdurmadıysa Onur'a olan aşkım onun sapkın ilgilerine asla engel olamazdı. Ama yine de bana o şekilde bir ilgisi olduğunu sanmıyordum. Onur'a verdiği bir söz olduğunu söylüyordu. Tabi bunu Ilgaz bilmiyordu ve de gerek yoktu.

"O kendinden başka kimseyi sevmez. Sadece bir şeyi ister ve alır. Gerçekten tek bir kadını isteyeceğini mi sanıyorsun?"

"Onun sapkın istekleri beni ilgilendirmiyor. Haberim yok, kafasında ne kuruyor. Umurumda da değil."

"Ondan neden bu kadar nefret ediyorsun?" diye sorduğunda şaşkınlıkla bakakaldım. Meraklı bakışlarını yüzümde gezdirirken alaycı bir ifadeyle gülme gereği duydum. "Sence? Nefret edilecek bir adam olduğu ortada değil mi?"

"Orası öyle. Ama senin nefretinin arkasında somut bir neden olduğu çok belli. Ondan bu kadar şiddetli bir şekilde nefret etmenin arkasında belli ki güçlü bir sebep var. Kimse canını yakmayan birinden, sırf kötü biri diye bu denli nefret edemez. Benim de nefretim çok güçlü, çünkü sevdiklerimin, bu topraklardaki herkesin canını yaktı. Üstelik babasıyla birlikte babamın ölümüne sebep oldular."

"İşte görüyorsun kaç kişinin canını yaktı ve ceza bile almıyor. Nefret etmek için yeterli bir neden bence. Nasıl sıyrılırlar anlamıyorum." Konuyu biraz da olsa değiştirebilmeyi umdum. Ona ne diyebilirdim ki? Yıllarca Onur'a yaptıkları yüzünden ondan nefret ediyorum mu diyecektim? İntiharında güçlü bir etkisi olduğunu düşünüyorum? Biliyordum ki Ilgaz bu meseleyi kurcalardı. Onur'u sadece arkadaşça sevmediğimi fark edebilirdi. Gerek yoktu. Artık onun bahsinin geçmesini istemiyordum, hele ki Ilgaz ile.

"Bir kişinin şahitliği her şeyi değiştirebilirdi ama olmadı." Diye bir iç çekti Ilgaz. "Doğrudan bir cinayet değil; adam bıçaklama, silahla vurma, ne bileyim boğma falan değil neticede. Tartışmaları esnasında babamı kışkırttılar buna eminim, kalbinden rahatsız olduğunu biliyordu Mehmet Atahan. Erken müdahale edilseydi belki de kurtulabilirdi. Ama ölmesine göz yumdu hepsi. Kalp krizi diye üzerinin örtüleceğini biliyorlardı çünkü. Babamı ortadan kaldırdığında halkın da onlara karşı ayaklanacak gücü olmayacağını biliyorlardı. Ölmesini istiyordu ve de istediği gibi oldu. Odada Atahanlar'ın dışında kimse yoktu ve benim dediğim gibi olduğunu ispatlayamıyorum."

"Bir kamera kaydı falan da mı yok?"

"Ondan önceki gün ve o gün kamera sistemlerinde bakım varmış. Hiçbir sistem çalışmıyor koskoca şirkette. Eğer sadece o gün sistem çalışmazsa polis bunun kasıtlı olduğunu düşüneceklerini söyledi ama bir önceki gün de çalışmıyor oluşu üzerindeki şüpheleri kaldırdı. Üstelik ambulansı aramış olmaları ve küçük oğlunun da kurtarmaya çalışması yalanı vs... Ölüme terk etmediklerine inandırdılar."

"Üçü de mi oradaydılar? Yani tüm Atahanlar?" Boğazım düğüm düğüm olurken bir an başımın döndüğünü hissettim. İki elimi tezgâha yaslarken kalbim göğüs kafesimi yumrukladı. Ne yani Ilgaz'ın babası, Onur'un gözlerinin önünde mi ölmüştü? Ne olup bittiğini biliyor muydu Onur? O halde Ilgaz'ın dediği gibi bir cinayet değildi bu. Gerçekten bir cinayet olsaydı, Murat ve Mehmet Atahan adamın ölmesine göz yummuş olsalar Onur hiç tereddütsüz her şeyi anlatırdı. Babasından ve abisinden ölesiye nefret ediyordu, onları hapse tıktırmak her zaman en çok istediği şeylerdendi.

"Evet, Küçük Atahan da oradaymış. İlk baş odada sadece Mehmet ve Murat olduğunu söylediler. Muhtemelen Mehmet Atahan oğlunu hiç karıştırmayacaktı meseleye. Ama Mete ile beraber sekreteri sıkıştırdığımızda odada üç kişi olduklarını öttü. Tabi ki yalanladılar. Fakat Onur Atahan sorgulamada odada olduğunu itiraf etti."

"O halde gerçekten de kasıtlı bir cinayet değildi. Belki de kalp krizi geçirdiğini anladıklarında gerçekten de müdahale etmeye çalışmışlardır, ambulansı aramışlar neticede. Mehmet ve Murat Atahan cinayet işleyecek biri olsa da Onur Atahan'ı zannetmiyorum." İsmini söylerken sesimin titremesine engel olamadım. Tek istediğim Ilgaz'ın bunu fark etmemiş olmasıydı. Aklım, mantığım, hiçbir şeyim bu durumun cinayet olabileceğini almıyordu. Onur buna asla izin vermezdi.

"Kalp krizi geçirdiği andan itibaren ambulansı aradıklarını nereden biliyorsun? Kasıtlı olarak çok geç arayıp hiçbir müdahale etmeden ölmesini beklemeleri çok daha olası!"

"Belki her şey on, on beş dakikanın içinde oldu? O sürede ambulansın yetişmesi imkânsız Ilgaz. Ciddi kalp krizlerinin çoğu ölümle sonuçlanıyor, profesyonel olmayan birilerinin müdahalesi her zaman hayat kurtaramaz."

Ilgaz bana sorgular gibi baktığında alaycı bir ifade yerleşti yüzüne. "Babamın şirkete gittiği saati biliyorum. Giderken de sinirliydi. Onu sakin olması için durdurmak için peşinden gittim. Güvenlik beni içeriye almadı. Niye içeriye alınmadım, bu bir. İkincisi neredeyse bir saat şirket kapısının önünde beklediğimi çok net biliyorum. Babam aramalarımın hiçbirine dönmedi. Üstelik o kadar uzun boylu hesaplaşma yaşayacaklarını hiç sanmıyorum. Babam bana söyleyecek iki çift lafım var, çok sürmeyecek dedi. Hiçbir şekilde kırk beş elli dakika konuşup son on dakikasında kalp krizi geçireceğine inanmıyorum. En başında sinirliydi zaten. Mehmet Atahan'ı da biliyoruz. Onu sakinleştirmek yerine kışkırttığını pekâlâ biliyorum. Tüm bu konuşma bir saat mi sürdü? Ambulans geldiğinde bir şeyler olduğunu anladım. Dakikalar sonra babamın cesedi çıktı Arya. Ambulans yolda gelirken, on dakikanın içinde ölmediğini adımın Ilgaz olduğu kadar iyi biliyorum."

"Ölüm saatinde ortaya çıkmaz mıydı? Aramalar ile ölüm saati karşılaştırılmıştır herhalde?"

"Hastanede içeriden birilerini ayarlamayacaklarını mı düşünüyorsun? Ne sanıyorsun onları cidden? Aptal falan mı?"

"Sadece böyle sıyrılabileceklerini aklım almıyor. Hem Onur Atahan'ın, babanla ne derdi olsun? Neden o da bu cinayete ortak olsun? Bildiğim kadarıyla abisi ve babasını sevmiyordu. Onlar gibi kötü birisi değildi."

Ilgaz bir anlığına yüzüme baktı. Yüzündeki ifadeden bir şey çıkaramamıştım. Şüpheci bakıyordu gözleri. Başını geriye yatırıp gözlerini bir anlığına kapatırken sakinleşmeye çalıştığını anladım. "Elbette bir nedeni olmalıydı." Diye mırıldandı. Sonra gözlerini tekrardan bana dikti. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum. "Herkesin suçu aynı derecede olacak diye bir şey yok. Söylesene bu kadar nefret ettiğin insanları neden bir anda savunmaya giriştin?"

"Savunduğum falan yok. Diğer ihtimal de olabilir dedim sadece. Ilgaz, yanlış anlıyorsun şu an!"

Başını alaycı bir ifadeyle iki yana sallarken yüzüme bu kadar dikkatli bakması rahatsız etti. Sanki yüzümden her şeyi okuyabilecekmiş gibi bakıyordu, anlamak ister gibi bir hali vardı. "Odada üç kişi olduklarını söylememden sonra diğer ihtimal üzerinde konuşmaya başladın. Arkadaşın mıydı bu Onur?" Sakin bir sesle sorduğu sorudan sonra dudağının içini dişliyor gibiydi. Bir an nefes alamadığımı hissettim. Göğsüme art arda yumruklar inerken yüzümü ifadesiz tutmayı başarabildim mi bilmiyorum. Başımı iki yana sallarken dudaklarım kurudu. "Fazla yakından tanımam. Murat'ı nasıl tanıyorsam öyle. Ama onlara benzemiyordu pek."

Başını anladım dercesine sallarken hala bakışları beni tartıyor gibiydi. Gözlerindeki sert ve sarsılmaz ifade beni ürküttü. "Özge de böyle düşünüyordu. Onur Atahan ile arkadaştılar da. Babasına asla benzemediğini söylemişti. Sonra bir gün aslında Murat da o kadar kötü biri olmayabilir, dedi. Denk geldikleri aile yemekleri fikrini değiştirmiş olmalı. Sonra bilirsin Onur Atahan'ın intihar olayından sonra Murat'ın yanında arkadaşça teselli veriyordu güya. Babamın ölümüne neden olan herife teselli veriyordu. Muhtemelen yatakta tabi." 

Ellerini yumruk yaptığında yüzündeki ifade beni korkuttu. Sanki o günlere tekrardan gitmiş gibi bir hali vardı.  "O da aynı böyle demişti. 'Belki de baban kendi eceliyle ölmüştür Ilgaz, onu kurtarmak istemişlerdir ama ambulans yetişemeden ölmüştür. Murat'tan emin değilim ama Onur böyle olsaydı asla sessiz kalmazdı.' Belki de gerçekten tamamen onlara benzemiyordu, asla tam olarak bilemem. Ama neticede benim babam o şirket odasında ölüme terk edildi. Hiçbir gerçek bunu değiştirmeyecek ve Küçük Atahan'ın aslında iyi kalpli olması ne babamı geri getirecek ne de katillerini içeri tıkmama izin verecek. Anlıyor musun?"

Dişlerini sıkarak konuşmasını bitirdiğinde hiddetle ellerini saçlarından geçirdi. Onu şu anki kadar nadir öfkeli görmüştüm. Murat Atahan'ın iftirasında öfkelendiği kadar öfkeli görünüyordu. Belki daha da fazla. İçindeki en karanlık tarafı görüyordum belki de şu an. "Ilgaz üzgünüm ben..."

"Yatak odasında yat ben salonda yatacağım. İyi geceler." Konuşmama izin vermeden hızlıca mutfak kapısından çıktığını gördüm. Oturduğum tezgâhta kalakaldım. Yaşadığım şaşkınlık ve acıdan bir an aklımı kaybedeceğimi sandım. Bacağımın üzerine yerleştirdiğim ellerim titriyordu. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki kalp krizi geçireceğim sanıyordum. Bu başıma gelmiş olamazdı. Ilgaz'ın babasının ölümü... Onur buna şahit olmuş olamazdı. Olmuşsa bile bu bir cinayet olamazdı. Gözlerinin önünde olan cinayete etinden et koparsalar sessiz kalacak biri değildi Onur. Onu yıllardır tanıyordum. Ilgaz'ın bu denli emin olması karşısında bir şey söyleyemiyordum. Atahanlar'ın tarafını tutuyorum sanmıştı. Belki acısı ve nefretinden dolayı bir suçlu arıyordu. Elbette Mehmet Atahan adamı kışkırtmış olabilirdi. Tartışma alevlenmiş olabilirdi. Ama kalp krizi geçirdiğini anladıklarında ellerinden geleni yapmış olmalıydılar. En azından diğerleri aramasa bile daha o anda Onur ambulansı aramış olmalıydı. Başka türlüsünün imkanı yoktu. 

Mehmet ve Murat adamın kalp krizi geçirmesine neden olmuş olabilirlerdi ama ortada bir kasıt olmadığı sürece kimse birisiyle sözlü bir tartışma yaşadı diye hapse atılamazdı. Belki de bu yüzden Ilgaz somut bir şeyler olduğuna bu denli körü körüne inanıyordu, başka türlü hapse attıramazdı Murat'ı. Mehmet Atahan zaten ölmüştü. Geriye kalan Murat'ın cezasını çekmesini istiyordu. Babası ölmüştü, sevgilisi Murat'a gitmişti. Bunların bedelini ödemesi gerektiğine inanıyordu. Onun aksi bir duruma kimse ikna edemezdi, gözlerindeki o keskinliği ve öfkeyi görmüştüm. Sanki olay kendi gözlerinin önünde gerçekleşmiş gibi emindi. 

Gözlerime dolan yakıcı yaşlarla savaşmaya çalışırken kalbim mengenede sıkıştırılmış gibiydi. Ilgaz'ın haksız çıkmasını öyle şiddetle istiyordum ki.

"Benim damarlarımda bir psikopatın kanı var; bencilliğin, kötülüğün, zalimliğin her bir zerresi damarlarımda dolaşıyor. Ona benzemeyiz diye avuttum kendimi ama Murat, öz abim ona dönüşüyor Arya. Bugün gözlerinde gördüm onu, babamın olduğu o canavara dönüşüyor. Bir mikrop gibi Atahan kanı, sanıyorum ki... İçimde bir yerlerde o lanet var ve zamanı geldiğinde gün yüzüne çıkacak."

Zamanı geldiğinde gün yüzüne çıkacak... Bencilliğin, kötülüğün, zalimliğin her bir zerresi damarlarımda dolaşıyor...

Tezgâhtan tutunarak yere indiğimde bacaklarım zangır zangır titriyordu. Kan vücudumdan çekilmiş gibiydi. Banyoya gitmeye karar verdiğimde duvarlara tutunarak ilerledim. Salonun önüne geldiğimde sokak lambasının vurduğu ışıkta Ilgaz'ın kanepede uzandığını, üzerine bir battaniye örttüğünü gördüm. Ona burada benim yatabileceğimi, yerine yatmasını söylemek istedim. Ses tonumdan o kadar korkuyordum ki. Ağzımı açamadım. Tüm vücudum titriyordu. Sanki ben cinayete tanık olmuşum gibi panik içerisindeydim. Ilgaz benimle beraber uyumak isterdi ama bana kızdığı için beni şu an görmek istemiyordu muhtemelen. Ne yapacağımı, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Daha ne kadar dünyam başıma yıkılabilirdi ki?

Birinden biri hatalı. Onur mu, Ilgaz mı?

Bu olamaz, bu gerçek olamaz. Şu an bunu yaşıyor olamam.

Güçlükle banyoya geldiğimde aynadaki aksimden korktum. Hayalet görmüş gibi bembeyazdım. Dudaklarım bile beyazlamıştı. Bir cesede bakıyordum sanki. Renksiz, soluk, hayat belirtisi olmayan boş gözler. Yüzüme bir iki defa su çarptım, ensemi ıslattım. Derin nefesler almaya çalıştım. Ellerimi lavaboya yaslarken sakinleşmeyi bekledim. Sanki mümkünmüş gibi.

"Aç şu telefonları Arya. Yapma böyle. Hatalıydım, haklısın. Köpek gibi pişmanım, yaptığım ve söylediklerim için. Benden nefret etmene dayanamıyorum, beni yok saymana, bir hiç gibi davranmana dayanamıyorum. Aklımı yitireceğim, üstesinden gelemiyorum hiçbir şeyin. Berbat davrandım, yapmamam gereken şeyler yaptım. Kaldıramıyorum Arya. Sana ihtiyacım var, en yakın dostuma ihtiyacım var. Kapıyı açana kadar, telefonlarımı cevaplayana kadar vazgeçmeyeceğim." Onur'un bana bıraktığı sesli mesajı hatırladığımda bir an gözüm kararır gibi oldu. Lavaboya biraz daha sıkı tutunup destek aldım.

Onunla o kafede son kez buluştuğumuzu hatırladığımda gözyaşlarım yüzümü bulanıklaştırmıştı. Ama tek bir damla yaş bile dökemedim. Ağlayamadım bile.

Karşısına oturduğumda masaya diktiği boş bakışlarını anca saniyeler sonra bana doğru çevirdi. Bakışlarında bir anlığına şaşkınlık belirdi. "Arya?"

Sırtımı sandalyeye yaslarken onun yüzüne pek fazla bakmamaya çalıştım. Ama yüzündeki belli olacak sakalları fark ettiğimde ben de en az onun kadar şaşkındım. Çok bitkin görünüyordu. Ama yumuşamayacaktım, beni nasıl paramparça ettiğini unutmamalıydım. Beni bir arkadaştan farklı görüp göremeyeceğini denemek isteyen biriydi o. Bana verdiği değer o kadardı. Duygularımı hiçbir zaman umursamamıştı. Yaptığı aşağılamayı ömrümün sonuna kadar unutamazdım. Geceler boyu içim çıkana kadar ağlamıştım. Bir an bile azalmamıştı içimdeki acı. Beni öptüğü o anlar aklıma geldikçe kendimden nefret ettim. Kendi dudaklarımdan nefret ettim. Onu seven kalbimden nefret ettim. Ama yaptığı, işe yaramıştı belki de. Onu zerre istemiyordum artık. İçimde ona karşı olan şeyler tamamen bitmemişti ama soğumaya yüz tutmuştu. Aşkıma daha çok acı ve nefret karışmıştı, kirlenmişti.

Ben kafamda yarattığım Onur'u sevmiştim. On iki yaşımdayken askeriye yemeğinde gördüğüm o suspus oturan, babam canımız sıkılmasın diye bahçeye çıkmamıza izin verdiğinde hiç konuşmadığı için dilsiz olduğunu düşündüğüm o çocuğu sevmiştim ben. Onun da annesinin ölümüne sebep olduğunu öğrendiğimde sevmiştim onu, hayata başlangıcımız aynı diye. Hiç konuşmadığımda bile gözlerimden her şeyi anlayabilmesini sevmiştim. "Dünyanın sonu gelecek, seninle beraber gezegen dışında bir yere kaçalım. Başka kimse olmasın." Diyen on beş yaşındaki o çocuğu sevmiştim ben. Beraber yürümelerimizi, bu kafede her şeyden konuşabilmemizi, limonata içmesini sevmiştim. Doctor Who izledikten sonra tüm bölümü telefonda anlatmasını, en umutsuz anlarda bile beni gülümsetebilmesini, kahkahalardan konuşamayacak hale gelmelerimizi sevmiştim. Kilometrelerce uzağımdayken sırf kötü olduğumu söylediğim için bulduğu ilk otobüse binip akşamına onu kapımda bulduğumda sevmiştim onu. Zor değildi onu sevmek, yüzlerce neden sayabilirdim. Ama nefret için de bazen tek bir şey yetebiliyordu. Ben içimdeki duyguları canlandıran masum bir çocuğu sevmiştim ama aynı hisleri katleden de o çocuğun büyümüş haliydi.

Benim hatamdı, her zaman yaşadığımız her şey en iyi arkadaşlardan farklı olmamıştı. Fazlasını isteyecek kadar aptaldım. Belki de dostluğumuzu ilk ben kirletmiştim, hissetmemem gereken duygularımla. Ama onun kirlettiği kadar olamazdı. Bir şey hissetmediği halde, sırf denemek için beni öpüp işi yatağa taşıması... Bunu hazmedemiyor, affedemiyordum. 

Ona baktığımda gerçeği bir kez daha net idrak ettim. Bizim geleceğimiz yoktu. Masum bir çocuğun duyduğu o aşkın onu hayatta tutabileceğine olan inancım yoktu. Onu son nefesime kadar sevecektim, bunu biliyordum. Ama aşk... O gece, o odada aldığı darbeyle beraber günden güne yok oluyordu.

"Attığın mesajları duydum. Bana ihtiyacın olduğunu söylemişsin. Anlatmak istediğin şeyler olduğunu. Eğer mesele o gece dışındaysa; baban, abin, Özge ile alakalıysa dinlemeye geldim."

"Dün tüm gece hep oturduğumuz o bankta bekledim seni. Geleceksin sandım ama bir yandan biliyordum gelmeyeceğini. Seni çok kırdım, ölene kadar suratıma bakmasan yeri. Böyle olması gerekiyordu belki de... Ama hatırlayacağım son şey senin bana nefretle bakan gözlerin olsa ne kadar kötü olurdu öyle değil mi? Bana eskisi gibi bakmayacağını biliyorum. Ama... " Duraksadı ve gözlerini kaçırdı. Gözlerindeki uykusuzluğu ve kızarıklığı gördüğümde kalbime kurşun yemişim gibi hissettim. Kanaması vardı, durmuyordu, durdurulamazdı. Atmayı kesene dek bu acı devam edecekti.

"Hala bir ama olması şaşırtıcı değil mi? Her şeye rağmen içimde hala bir ama var, bir keşke var. Tüm bunlara rağmen. Yaptıklarıma rağmen. Olacak olanları bilmeme rağmen. Hala... Hala..." Sustu. Başını yere eğdi. Yüzündeki acı dolu ifade silinirken yerini tekrar boş ve ifadesiz gözler aldı. "Murat haklıydı, lanet olasıca babam olacak o ruh hastası haklıydı, sen de haklıydın. Ben korkaktım, zayıftım, güçsüzdüm. Bir yalancıydım, bir katildim. Ve her Atahan'ın olduğu gibi ben bu hayatta tamamen yalnızdım."

Bazen bazı anlarda bir şeyi yapmayı o kadar çok isterdi ki insan. Ama içindeki lanet olasıca bir ses, bir güç engel olurdu buna. O an her şeyi unutup ona sarılmayı ve sen yalnız değilsin, sen hiçbir zaman yalnız değilsin demek istedim. Bir anlamı olacağından bile emin değildim o an. O geceden sonra bana değer verdiğine inanmıyordum. Özge'ye duyduğu aşkın onu değiştirdiğini düşünüyordum. Bu yüzden Özge'den de nefret ediyordum. İkisi de ayrı zamanlarda iki en yakın arkadaşımı almışlardı ellerimden. Kalbimdeki yerlerini yakıp yıkmışlardı. Oysa biliyordum bazen sadece bir cümle her şeyi değiştirebilecek güçte olabiliyordu. Ama o an inanmadım buna, kalbimin kırıkları o kadar büyüktü ki yok sayamadım. Kalbim bunca kırgınlığına rağmen söylemek istese de o cümleyi, dilimden dökülmedi işte.

"Neler oldu abinlerle? Anlatacak mısın?" diye sordum onu yerine.

Bana sadece boş gözlerle baktı. Konuşmadı dakikalar boyunca. Belki yarım saat bile hiç konuşmadan oturduk. "Biz konuşmadan da birbirimizi duyabiliyoruz değil mi?" diye sordu neden sonra. Yan yatırdığım başımı doğrultup ona bakarken cümlem oldukça sitemkar çıktı. 

"Uzun zamandır duyamıyoruz Onur, ne sen beni, ne de sanırım ben seni."

Yüzüne baktığımda acı çeken ifadesini gördüm ve nefes alamıyormuş gibi göğsüm daraldı. Onu böyle görmeye dayanamazdım. O beni darmadağın etse de ben ona bunu yapamazdım. "Neler olduğunu anlat haydi," dedim dolan gözlerimdeki yaşları geri göndermeye uğraşırken. "Hem kendine limonata da söylememişsin." Tüm kırıklarımı ayaklar altına aldım o an. 

Dudaklarınca acıyla can bulan o buruk gülümseme ağlama isteğimi kamçıladı. "Ben benimle limonata içmeni seviyorum, şu an benden öyle nefret ediyorsun ki, bunu senden isteyemem. Az önce bana acıyarak baktın, sanırım nefret ettiğini görmek bile acıyan bakışlarını görmekten daha az acıtır." Bir an susup devam etti. Konuştuğunda hiç olmadığı kadar acımasız bir yüz ifadesi takınmıştı. "Sen korkak bir adamı sevdin Arya, senin gibi cesur bir kız benim gibi korkak bir adamı sevdi. Hala aklım almıyor. Cidden senin aklın başında mı?"

Başımı sallarken gözümden bir damla yaş çeneme doğru süzüldü. "Az önce dedin ya... Hatırlayacağım son şey senin bana nefretle bakan gözlerin olsa ne kadar kötü olurdu öyle değil mi? Eğer ki bir gün benden önce ölürsen umarım hatırlayacağın en son şey sana nefretle bakan gözlerim olur. Küçümsediğin sevgime layık olmadığın gibi aslında nefretime de layık değilsin ya, her neyse. Ama olur da ben senden önce ölürsem, umarım gözümü son kez kapattığımda gördüğüm son yüz seninki olmaz. Bir başkasını severek ölürüm. Onunla mutlu bir sonum olmasa bile, onun beni sevdiğini ve sadece onu sevdiğimi bilerek ölürüm. Ondan sonra benim için üzülme, cesur kız onun gibi cesur bir adamı sevdi diye avut kendini. Ve umarım bu kahpe dünyadan ilk ayrılan ben olurum çünkü sen gerçek yalnızlığın ne demek olduğunu bile bilmiyorsun."

"Şu an tamamen öğrendim," dediğinde başka ne söyleyeceğini umursamadan masadan kalktım. Onunla daha fazla tükenmeye ne isteğim ne de gücüm vardı. Her şeyin hatrına son kez çabalamıştım ben. Geçirdiğimiz onca yıl için, dostluğumuz için yine de ona yardımcı olmak istemiştim. Ama kabul etmeliydim, sevdiğim Onur Atahan çoktan ölmüştü. Az önce o sözleri söyleyen, tanıdığım, sevdiğim adam olamazdı. 

Hep merak etmiştim... Onu bu denli ne değiştirmişti? Özge mi reddetmişti? Murat veya babası mı daha fazla canını yakmıştı? Ne olmuştu? Eğer gerçekten Ilgaz haklıysa cevap ortadaydı. Bunu yapmış olabilir miydi? Onur da, abisi ve babası gibi bir adamın ölmesine göz yumacak kadar acımasız olmuş olabilir miydi? Ne Onur verebilirdi cevabı, ne de Mehmet Atahan. Murat Atahan, o odada olup bitenin tek canlı tanıdığıydı artık. Ve ben bunun sonunda öleceğimi bilsem dahi o ölümün arkasında yatan gerçekleri öğrenmeyi kafaya koymuştum. Bu şüpheyle devam edemezdim. Yarın Murat Atahan bana o cevabı verecekti. Ya Ilgaz haklı çıkacaktı ya da Onur her şeye rağmen az buçuk da olsa tanıdığım o iyi adamdı. 

Gerçeğe doğru atılan o bir adım zaten ölü olan bir kalbi ne kadar öldürebilirdi ki? İşte bunu o an tam anlamıyla kestirememiştim. Bazı gerçekler; kimi inançların, yıllar verdiğiniz dostlukların, hiç kirlenmemiş en saf duyguların, buz tuttuğunu sandığınız kalbinizin bile katili olabilirdi. Peki ya kimsenin dokunamadığı gerçek yalnızlık... İnsanı bambaşka biri haline getirebilir miydi?

Selamlar... Bir ay gibi uzun bir zaman olduğu için üzgünüm. Gerçekten şu geçtiğimiz ay her açıdan yorgun düşürdü beni. On gün gibi bir süredir gerçekten yazmak için çok çaba sarf ettim. Ondan öncesi sınavlardan, özel durumlardan dolayı vaktim yoktu zaten. Bölümü umarım beğenmişsinizdir, kendimi epey zorladım yazmak için.  Umarım sizler iyisinizdir ve her şey yolundadır. Yorumlarınızı gerçekten çok özledim, ne düşünüyorsunuz bölüm hakkında? Ve umarım yalnızlığınıza dokunabilen insanlar vardır yanınızda. Sizleri seviyorum asilerim, umarım en kısa zamanda görüşürüz!

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro