15. BÖLÜM: "AYRILIKLAR"
Sizleri o kadar özledim ki. Çok uzun zaman oldu. Fakat inanın ki hiç fırsat bulamadım. Sınavlardan, sunumlardan imkan bulamadım. Bu arada bir bölüm yazmak istedim, fakat biraz da aceleye geldi hatalarım olmuş olabilir o yüzden. Hatta bazı kısımların silinme gibi bir durumu oldu, bilgisayardan dolayı tekrar yazdım.
Lütfen, benim için güzel yorumlarınızı eksik etmeyin. Diğer bölümde yorumlar biraz azdı, belki bu bölüm telafi ederiz. Satır arası yorumları özledim ayol, bir de uzun güzel yorumlarınızı tabi. Düşüncelerinizi eksik etmeyin.
Sizleri seviyorum, keyifli okumalar dilerim, asilerim.
15. BÖLÜM: "AYRILIKLAR"
Bazı anları hiç yaşamamış olmayı dilerdim. Eminim ki her birinin ruhumda bıraktığı derin kesikler hala geçmemişti. Fakat yaşamamış olmayı dilediğim anların arasına bugünlerde yenisi eklenmişti. Henüz bir ay kadardır tanıdığım, ateşi vadeden kızıl kahve gözlerin sahibi, bilmediğim gizemli bir hayatı olan avcı ve kafamı tuhaf bir biçimde karıştıran Ilgaz Ateşoğlu'nu hiç tanımamış olmayı dilerdim. Eğer bir şansım olsaydı o otel odasında onunla karşılaşmamı sonsuza kadar geri almak isterdim. Gerçekten... Gerçekten bunu istiyordum.
Pikap'ta ortalığı toplama işini bitirdikten sonra son kez etrafa baktım. Bir hayli yorgundum, saat dört falan olmalıydı. Güçlü bir esnemeyi ağzımı kapatarak savuşturdum, uzun saçlarımı sırtıma doğru attım. O sırada odasından çıkıp merdivenden inmekte olan Ilgaz'a ister istemez gözüm ilişti. Lacivert, vücut detaylarını belli eden bir gömlek ve siyah kot pantolonla bir kez daha fazla iyi göründüğüne karar kıldım. Fakat ona bakmam sadece bir ya da iki saniye sürdü. Başımı çevirdim ve ondan herhangi bir onay beklemeden alt kata indim. Fakat hesaplayamadığım şey onun da katta hiç oyalanmadan peşimden merdivenlerden inmesiydi. Yalnızca birkaç merdiven gerimde olması tuhaf bir biçimde beni tedirgin etti. Olabildiğince hızlanıp aramızdaki mesafeyi açmak istedim.
"Arya," Ses tonu için o an onlarca şey söyleyebilirdim. Bir yandan durmamı rica eder gibiydi, bir yandan sanki saf bir şefkat barındırıyordu –ki Ilgaz'ın bana olan tavırlarına bakılırsa bu imkânsızdı- diğer yanda sesine yansımış olan tuhaf pişmanlık bende farklı bir merak duygusu uyandırdı. Kadife, berrak fakat erkeksi ve tok bir sesi vardı. Bir serserinin bu denli etkileyici bir ses tonu olması da dünyanın garipliklerinden bir tanesi olmalıydı. Üstelik tanıştığımız bu bir ayı geçen sürede bana topu topu kaç kez ismimle seslenmişti ki? Cümlelerinin sonunda bana 'kedicik' diye hitap eder ve yüzüne o çarpık gülümsemesini takınırdı. Şu an ona sırtım dönük de olsa yüzünde o gülümsemesinin olmadığını biliyordum.
Dün sabah bana söylediklerinden beri aramızda süregelen bu uğursuz sessizlik şimdi son mu bulacaktı emin değildim ama onunla konuşacak bir şeyim yoktu. Onu görmeyi de, sesini duymayı da istemiyordum. Her gördüğümde dün söyledikleri kulaklarımda uğulduyor, beynimde yankılanıyordu. Umursamamalıydım, normalde olsa umursamazdım. Babam da son kavgamızda oldukça ağır konuşmuş, üstüne üstlük bana tokat atmıştı. O gün canımı bir hayli yakmıştı. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da babamın söylediklerini umursuyordum. Peki, Ilgaz neyin nesiydi?
Birkaç saniyelik duraksamamdan sonra arkamı dönmemeye karar verdim ve merdivenlerden inmeye devam ettim. Bu kez sabırsız ve ısrarcı bir ifadeyle tekrarladı. "Arya, lütfen." Lütfen?
Önce derin bir nefesle ciğerlerimi doldurdum ve yüzüme umursamaz, ifadesiz maskemi özenle yerleştirdim. Sonra da topuklarımın üzerinde arkama döndüm. İki basamak yukarımda olduğundan normaldekinden çok daha fazla boy farkı vardı aramızda. Doğrudan gözlerini benimkilerle buluşturdu. Ben de meydan okurcasına çekmedim gözlerimi ve ilgisiz bir sesle sordum. "Evet?"
Elini yavaşça kumral saçlarından geçirip ensesine indirdi. Bu sırada gözlerini yere dikti, diğer eli cebindeydi. Kafasını kaldırıp tekrar bana baktığında gözlerindeki tereddüdü gördüm o an. Serseri halinden öyle uzaktı ki. Hatta ona masum, savunmasız bile diyebilirdim. Biliyorum, bu imkânsızın da ötesindeydi!
"Konuşmak istiyorum," dedi sakin ama kesin bir sesle. İtiraz etsem kabul etmeyecek gibiydi.
Gece kulübünde çıt bile çıkmıyordu, hatta sokakta bile in cin top oynuyor olmalıydı. Sabaha bir iki saat kalmıştı ve merdivenlerin ortasında gözlerimin içine bakarak benimle konuşmak istediğini söylüyordu. Sağ elimi kaldırdım ve parmaklarımla saymaya başladım. "Müşterilerin siparişlerini olabildiğince hızlı götürdüm, kaytarmak olmasın diye bir an bile oturmadım, kimseyi terslemedim ya da gereksiz laubali olmadım, bütün katı temizledim, mutfağı da hallettim..." Her saydığım maddede bir parmağımı indirdim ve yüzüne baktım. "Yapmam gereken başka bir şey daha mı vardı, patron?"
"Yapma böyle." Sesi zayıf bir tonda döküldü dudaklarından. Söylediklerimle gözlerini kıstı ve memnun olmamışçasına yüzünü buruşturdu. Soğuk gardımı indirmedim. "Neyi yapmayayım?"
Merdivenden bir basamak daha indi. Şimdi tam anlamıyla dibimdeydi. Nefes alışverişlerimiz birbirine karışacak kadar. Fakat hala olması gerekenden daha uzun olduğu için aramızdaki mesafeyi koruyorduk. Yine de vücutlarımızın arasında nerdeyse sıfıra inen mesafeye çare olmuyordu bu. "Beni cezalandırıyorsun," dedi.
"Sana öyle gelmiş," dedim sıkıldığımı belli eden bir tonda. "Ben sadece davranmam gerektiği gibi davranıyorum. Bu konudaki düşüncelerini net dile getirdiğini sanıyordum." Arkamı döner dönmez merdivenlerden hızlıca indim. Onunla tartışacak takatim yoktu. Üstelik buna gerek de görmüyordum.
Merdivenler bittiğinde çantamı ve montumu almak için personel odasına doğru ilerledim. Bana yetiştiğinde önüme geçti ve bir kolunu kapının pervazına yaslayarak odaya girmeme engel oldu. "Kızdığında gözlerin daha koyu yeşil oluyor," dediğinde bu kez şaşkınlıkla ona baktım. "Şu an kızgınsın."
Söylediği sersemlememe neden oldu. Bu da ne demekti şimdi? İstemsizce gözlerimi kırpıştırdım. Sanki gözlerim gerçekten olduğundan koyuymuş da bunu yapmamla eski haline dönecekmiş gibi. "Etraf loş olduğundan olmasın o?" diyerek onu alaya aldım. Hissettiklerimi dışarı vurmadan soğukkanlılıkla konuştuğum için daha sonra kendimi tebrik edecektim.
"Hayır, değil." Diyerek büyük bir ciddiyetle bana yaklaştı. Aramızda birkaç santim kala tam önümde durdu. Geriye kaçmamak için kendimi bir hayli zorladım. "Gözün normalde zeytin yeşili gibi, evet yine koyu fakat duyguların daha yoğun olduğunda bir zümrüt kadar yeşil olabiliyor. Şu an olduğu gibi. Bir zümrüt kadar yeşil ve parlaklar, bunun etrafın karanlık olmasıyla alakalı olmadığını sen de biliyorsun." Sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı. Tenimde karıncalanmaya neden olan bir fısıltı...
Gözümü bu kadar dikkatli incelemesi açıkçası ne düşüneceğimi bile şaşırmama neden oldu. Birkaç saniyelik şaşkınlık evresinden sonra silkelendim ve yana kayarak odaya girdim. "Bunu genlerime borçluyum," dedim yine alaycı bir ifadeyle. Göz analizi yapmayı seviyor olabilirdi, ya da yeşil gözlere ayrı bir zaafı vardı o yüzden merak ediyordu. Bilmeme rağmen bir an Özge'nin yeşil gözlü olup olmadığını sorguladım kafamda. Çikolata kahvesi, eskisine göre donuk bakan gözlerini hatırlayınca niye rahatladım bilmiyorum. Özge şu an nereden çıkmıştı ya?
İçeride montumu giyerken saçlarımı montumun içinden kurtardım ve çaktırmadan açık kapıdan gözüken girişe baktım. Beni bekliyordu. Susması beni şaşırtmıştı. Bir yandan konuşmasın istiyordum, diğer yandan ise bir şeyler söylesin istiyordum. Sanki buna ihtiyacım varmış gibi. Bende artık denge diye bir şey kalmamıştı ki.
Odadan çıktığımda ellerini cebinden çıkardı ve doğruldu. Demir kapıyı açtı ve geçmem için yol verdi. Bu düşünceli halleri gözlerimi yaşartacaktı resmen! Bu gece içkiyi biraz fazla kaçırmış olabilirdi, onda bir gariplik vardı. Onu yok sayarak dışarı çıktığımda havanın serinliği yüzüme çarptı. Temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Bir iki saniye de olsa arkamda dikilip beni beklediğine emindim. Sonra bir şey demeden arabaya doğru yürüdü. Gönülsüz bir şekilde ben de arabaya doğru yürüdüm. Fakat bu kez yanındaki koltuğa oturmak yerine arka kapıyı açtım ve koltuğa yerleştim.
Kafasını arkaya doğru çevirerek bana baktı. Onu gerçekten şaşırtmış olmalıydım. "Neden orada oturuyorsun?" dediğinde sorusunu duymazdan geldim. Cevap vermeyeceğimi anladığında pes ederek önüne döndü fakat bundan memnun olmadığı açıktı. Arabayı çalıştırdı, yola çıktığımızda da arada göz ucuyla aynadan bana baktığını hissediyordum. Oralı olmuyordum, insanları yok saymak zorlandığım bir şey değildi.
"Dün beni yanlış anladın," dedi uzun bir sessizliğin ardından. Yol boyunca arabadaki rahatsız edici sessizliği bozan ses tonu mümkünmüş gibi beni daha da rahatsız etti.
"Hangisini?" diye sordum. Sessiz kalabileceğimi sanmıyordum. "Benim kolay kandırabilecek basit bir kız olduğumu söylediğin kısım mı? Yoksa iki erkekle de aynı anda gönül eğlendirip seninle ilgilenen kızların üzerine atladığım kısım mı?"
Direksiyonu kavrayan elindeki damarlar daha da belirginleşti. Parmak boğumları karanlıkta epey beyaz görünüyorlardı. "Sana öyle bir kız olduğunu asla ima etmedim," dediğinde bir kaşım sorgular gibi havaya kalktı. "Desene bunca kötü özelliğimin arasına bir de şizofrenlik eklendi."
"Hakkın olmayan saçma şeyler söyledim evet, fakat o tarz bir kız olmanı kast etmedim." Duraksadı ve aynadan bakıp gözlerini benimkilere sabitledi. "Ah," diye kısık sesle bir iç çekti. "Keşke ne demek istediğimi anlasan."
"Boş versene, ben dün her şeyi gayet iyi anladım."
Daha fazla konuşmak istemediğimi belirterek başımı cama doğru çevirdim. Bunları tekrar konuşmak yaşadığım o kalp kırıklığını tekrar hatırlatıyordu. Sanki Ilgaz'ın hakkımda ne düşündüğü gerçekten umrumdaymış gibi! Ona sadece arzu duymuş, çekim hissetmiştim. Aramızdaki zıtlığa, onun çekici bir adam olmasına bakılırsa bu normaldi. Belki birkaç hafta sonra ona karşı duyduğum bu çekim bana komik bile gelebilirdi. Hem aramızda asla tensel bir şey bile olmayacaktı. Nefret ettiğim biriyle bir şeyler yaşayacak değildim. Benim kolay lokma olduğumu ima eden bir herifle asla böyle bir şey yapmazdım.
Araba aniden durduğunda düşüncelerimden sıyrılıp bulunduğumuz ana odaklandım. Başımı etrafıma çevirdiğimde mahallede olmadığımızı gördüm. Sahilde ne işimiz vardı? Ona bunu sormak için ağzımı araladığımda vazgeçtim ve hızlıca dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne yapmaya çalışıyorsa çalışsın ilgilenmeyecektim. Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve bakışlarımı ruhsuz bir ifadeyle önüme sabitledim. Arabadan gayet rahat ve karizmatik hareketlerle indiğinde beni fark etmesin diye tekrar önüme bakmaya devam ettim. Yaklaşık beş on saniye sonra bulunduğum arka kapı açıldı. "Haydi in,"
Bakışlarımı ona doğru diktim, küçümseyici bir bakış attıktan sonra kapıyı kapatmak için elimi uzattım. Elimi yakaladı ve güçlü bir hamleyle beni dışarıya doğru çekti. Başım vurmasın diye de diğer eliyle saçlarımı nazikçe kavradı. Dışarı çıktığımda yüzüme vuran serin rüzgârla karışık kokusu da burun deliklerime doldu. Ciğerlerimi o kokuyla buluşturmamak adına epey çaba gösterdim. Ellerim önü açık ceketinden lacivert gömleğine değiyordu. Önce ellerimi geriye çektim sonra da birkaç adım geriye gittim. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordum sadece kıyıya vuran hafif dalgaların sesi arka planda duyulurken.
"Benimle konuş istiyorum,"
Saçlarımı savuran rüzgâr beni üşüttü, kollarımı vücuduma sardım ve ona arkamı döndüm. "Ben ise istemiyorum." Denize doğru yürüyerek biraz daha yaklaştım. Onu arkamda bırakmak yok saymayı biraz daha kolaylaştırıyordu. Neredeyse sabahın köründe burada onunla olmak ve onunla bir şeyler konuşmak istemiyordum. Biraz uyumaya ve düşüncelerimi zihnimin gerisine atmaya ihtiyacım vardı.
Adım seslerini arkamda işittim. Fakat dalga seslerine yoğunlaşmayı denedim. Yüzüme çarpan sert rüzgârın beni kendime getirmesini diledim. Tam arkamda durduğunu hissettim fakat herhangi bir temas yoktu. "Bağırsan bile bir şeyler söylemene ihtiyacım var," Sıcak nefesini kulaklarımda hissettim. Sesi öyle derin, öyle yaralıydı ki. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Tenime binlerce iğne saplandı ve aynı kuvvetle çekip çıkartıldı sanki. Yine burnuma dolan mest edici kokusu beni sersemletti. "Ilgaz..."
"Sanki hayatımdaki tüm kadınlar beni cezalandırmaya yemin etmiş gibi," diye fısıldadı. Tereddüt etsem de yüzümü ona doğru döndüm. Kafasını eğmişti ve bir eliyle şakaklarını ovuşturuyordu. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Tüm kadınlar dediği kimlerdi bilmiyordum fakat birisi Özge olmalıydı.
"Ilgaz, bunu konuşacağın kişi sanırım ben değilim." Dedim. Sesim düz çıkmıştı fakat bir yandan tereddütlüydüm. Öğrenmeyi istiyordum, bir şeyler söylemesini... Fakat ona kırılmış olan yanım bir türlü ikna olmuyordu.
Yana doğru geçerek hafifçe yere eğildi ve yerden birkaç tane taş aldı. Ne yaptığını dikkatle izlemeye koyuldum. Sağ kolunu geriye çekip büyük bir kuvvetle taşları art arda kapkara duran denize fırlattı. Derin nefesleriyle inip kalkan göğsünü görebiliyordum. Nesi olduğunu bilmiyordum. Ilgaz duygularını yoğun yaşayan biriydi. Kimi zaman gömüldüğü koca bir sessizlikken kimi zaman taşan bir nehir gibiydi.
Dalgalı, kumral saçlarını eliyle itti ve soluk soluğa ellerini dizlerine dayadı. Belki de şu anki tarafı ya hiç görmediğim ya da nadiren gördüğüm bir yanıydı. Gözlerinde beliren acıyı ve çaresizliği görebiliyordum. "Özür dilerim," dedi bana doğru dönerek. Suçlu bir çocuk gibi görünüyordu. "Öfkeliyken sana istemediğim saçma sapan bir sürü şey söyledim. Aptalcaydı, kırıcıydı... O kapıyı aramıza örttün ve ben... Ben nasıl açacağımı bilmiyorum."
"Kapalı dursa daha iyi olur," diye mırıldandım. Kırgın olan yanım Ilgaz'ın karşısında bir koltuğa kurulmuş, tırnaklarını törpülüyor ve umursamaz bir ifadeyle özrüne dudak büküyordu. Sanki daha fazlasını duymaya ihtiyacı vardı.
"Sen de farkındasın," diyerek bana doğru yürüdü. İyice yaklaştığında tam dibimde durdu ve sağ elini usulca kaldırıp yanağıma yerleştirdi. Şaşkınlıktan aralanan dudaklarımı hızlıca birbirine bastırdım. Yanağımda müthiş bir karıncalanma, bedenimde de uyuşukluk hissi baş gösterdi. Parmaklarınla usulca daireler çizerken bedenimin heyecandan kasıldığını hissediyordum. "Bunun sen de farkındasın," diye fısıldadı.
Nefesi dudaklarıma çarptı ve gözlerimi kapatıp bu anın büyüsüne kapılmamak için kendimi olabildiğince zorladım. "Aramızdaki çekimin," diye açıkladı.
"Ne önemi var?" diyerek elimi elinin üstüne yerleştirip yüzümden elini çektim. "Sen patronumsun, bense senin çalışanın. Arkadaşının kız arkadaşıyım." Dahası sen çocukluk arkadaşıma âşıksın, diye geçirdim içimden. Sanki tüm bunları biliyor olmak istemeye engelmiş gibi. Ah, ne diyordum ben?
"Mete'ye karşı bir şey hissetmiyorsun," Ses tonu ısrarcıydı, onu onaylamamı istiyordu. Mete mevzusu iyice canımı sıkmıştı. İyi ki biriyle çıkıyordum. Herkes bunun aşk olmadığını söylüyordu bilmiş bilmiş, ben bilmiyormuşum gibi. Öylesine takıldığımızı anlamak bu kadar mı zordu?
"İyi vakit geçiriyoruz," dedim dürüst davranarak. Mete anlaşması kolay biriydi. Rahattı, eğlenceliydi, samimiydi. Kafamı dağıtmama yardımcı oluyordu. Zaten onun bana kör kütük âşık olduğunu görüp onu inciteceğimi düşünsem buna devam etmezdim. Mete kolay kapılıp kolay vazgeçebilen tiplerdendi. Bir şeyi elde ettikten sonra eski ihtişamı kalmıyordu gözünde. Bana ilk anda tutulması öylesine bir şeydi. Benimle de birkaç kez yatsa eski ilgisini çekmeyeceğime emindim.
Onun ayaklarını yerden kesip âşık edecek kız ben değildim. İyi ki de değildim. Onunla biz sevgili adı altında iyi vakit geçiren iki yakın arkadaştan çok da fazlası sayılmazdık.
"Seni benden kıskandığını biliyor muydun, peki? Esra'yı patakladığının gecesi bana hesap sordu. Arkadaşının kız arkadaşında gözü olan bir adam da oldum sayende."
"Kavga mı ettiniz?" Sol elimi alnıma yerleştirip bıkkınca bir nefes verdim ve öfkeyle gözlerimi kapatıp açtım. Son günlerde her şey öyle kontrolüm dışında gerçekleşiyordu. Müdahale edemiyordum ama tuhaf bir biçimde de merkezindeydim. Tüm bu olan bitenlerden artık çok yorulmuştum.
"Tartıştık," diye düzeltti düz bir ifadeyle. Elini deri ceketinin cebine attı ve çevik bir hareketle bir sigara paketiyle çakmak çıkardı. Dudaklarına yerleştirdiği sigaraya bakarken gözüm istemsizce dudaklarına ilişti, silkelenerek bakışlarımı yan tarafa çevirdim. Temiz havayı ciğerlerime doldururken uyku isteğiyle sızlayan gözlerimi kapattım. Tatlı bir serinlikte esen rüzgâr tenime değdikçe üstümdeki yorgunluk azalıyordu. "Hiç hayatında birini tanıdığına pişman oldun mu?"
Gelen bu beklenmedik soruya gözlerimi yavaşça araladım ve başımı ona doğru çevirdim. Arka taraftaki çimlerin üzerinde dizlerini kırarak oturmuştu. Sigaradan bir nefes çekti ve yan yatırdığı başını bana doğru çevirdi. Meraklı bir ifadeyle şimdi bana bakıyordu. Kesinlikle biraz çakırkeyifti.
Yavaşça yere eğildim ve ben de aynı onun gibi çimlerin üstüne dizlerimi kırarak oturdum. Ellerimi dizlerimin altında birleştirirken derin bir nefes verdim. "Neredeyse tanıdığım her insanda pişman oldum." Yalan da yoktu yani.
Başını salladı. "Beni de tanıdığına pişmansın o halde?"
Düşünmeden cevap verdim. "Öyleyim."
"Henüz beni tanımıyorsun."
"Tanısam fikrim değişirdi yani?" diye güldüm alaycı bir ifadeyle.
"Yani... İstesem fikrini değiştirebilirdim." Dudaklarında bir gülümseme belirdi. Nefesimi kesecek türden. Uzun kirpiklerinin arasında derin bir ateş yakan gözlerine ifadesizce baktım. Soğuk kişiliğim çoğu zaman duygu geçişlerimi örtmemi sağlıyordu. "Kendine bu kadar çok güvenme, Ateşoğlu."
Sol elini saçlarının arasından geçirirken dudaklarını ıslattı. Sağ elindeki sigarayı tekrar dudaklarınla buluşturduğunda bana gözlerini kısarak bakıyordu. "Korkuyor musun?" diye sordu.
"Neyden?"
"Benden etkilenmekten."
Beklemediğim bu soru karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Sağa sola bakındıktan sonra ona döndüm. "Ne kadar içtin bu akşam? Sarhoşsun."
Başını büyük bir ciddiyetle iki yana salladı. "Ben sarhoş olmam kedicik, o şeref sana ait," Ardından küçük bir kahkaha attı. "Aslına bakılırsa sarhoş haline bayılıyorum. Tüm maskelerini indiriyorsun, olduğun gibisin."
Bu itirafı sindirmek için birkaç saniye bekledim. Avuç içlerimi çimlere yaslayarak omuzlarımı ileriye doğru çıkardım. "Sarhoşken arabanı dağıttım hatırlatırım. Bir daha düşün istersen sarhoş halime bayılıyor musun?"
Omuz silkti. "Eh öpücüğün dikkatimi dağıtmasaydı iyi olacaktı tabi."
Boğazımı temizledim ve öksürür gibi yaptım. "Kalksak mı artık? Üşüdüm ben."
Güldü. Bu gece ne kadar çok gülmüştü böyle. Gülmesi yasaklanmalıydı çünkü tehlikeli bir şekilde hoşuma gidiyordu. "Kalkalım bakalım," dedi imalı bir ifadeyle. Yerden bir çırpıda kalkıp önümde dikildi ve kalkmam için bana elini uzattı.
"Serseri Ilgaz'a ne yaptın sen? İçki içindeki centilmen adamı uyandırdı resmen." Uzattığı elini tutmadan, bir hamlede kendim ayağa kalktım. Huysuz bir ifadeyle başını iki yana salladı. "Ben centilmen değilim zaten. Nazik adam olayları benlik değil."
"Ne güzel,"
"Ayrıca artık tavır yapmayı bıraksan? Özür de diledim."
"Kusura bakma hak verirsin ki artık her güzel söze tav olmuyorum." Arabaya doğru ilerlediğimde arkamdan geldi.
"Sanki senin hiç kabahatin yok. Senin yüzünden Mete ile aram açıldı." Ona doğru döndüğümde parmağını bana doğru sallıyordu.
"Yok ya! Ben mi dedim kavga edin diye?"
"Bok vardı da o kız düşkünü herifle çıkmaya başladın! Seni de yatağa attı mı?"
Omzuna sertçe bir yumruk geçirdim. "Bana bak, doğru konuş benle!"
"Yattınız mı, yatmadınız mı?" diye sordu ısrarla. Ellerim öfkeden karıncalanmaya başladı. Bu geri zekalı herif laftan falan anlamıyordu. "Sana ne?!" diyerek ittirdim. Sarhoş olduğundan hafifçe sarsakladı.
"Yattınız mı?" Dudaklarını birbirine bastırdı ve yedi yaşında inatçı bir çocuğu andıran bakışlarını yüzüme dikti.
Ona doğru bir adım atıp öfkeyle elimi kaldırdım ve tokatı yüzüne çarpmak için elimi indirdim. Elimi bileğimden havada yakaladı ve beni arabanın kaputuna yasladı. Aramızdaki mesafe neredeyse sıfıra indi. Alkolle karışmış ona has parfüm kokusunu daha yakından duydum. Tedirginliğim öfkeme karışmış durumdaydı. "Çekil üstümden, hayvan herif!" diye bağırdım.
Bileğimi kurtarmak için çırpındım. Fakat inatla put gibi önümde dikilmeye devam etti. Gözlerindeki ısrarcılık pes etmeyeceğinin göstergesiydi. En sonunda bu duruma dayanamadım ve bağırdım. "Yatmadık, Allah'ın cezası! O tarz bir birlikteliğimiz yok. Rahatladın mı?"
Bileğimi bıraktı. Öfkeden yanan gözlerimi yüzüne diktim. Birkaç saniye sonra geriye çekildi. İfadesiz yüzü gevşedi. Dudağında ufak bir gülümseme belirdi. "Rahatladım,"
***
Ilgaz, kontrolsüz hareketlerle apartmanın demir kapısını açabildiğinde onu içeri girmesi için ittirdim. Anılarımı davet eden eski evimi görme taraftarı tabi ki değildim fakat Ilgaz'ın sızıp kalmadan eve girdiğine emin olmak istiyordum. Bu gece kesinlikle kendinde değildi. "Evine gitmen gerekirdi," diye mırıldandı uyku mahmurluğunda. Asansöre binmesi için onu yönlendirdim.
"Gideceğim zaten," diyerek dördüncü katın düğmesine bastım. Başını asansörün aynasına yasladı ve gözlerini kapattı. Bir ressamın ustalık eseriymiş gibi duran kusursuz ve çarpıcı yüzü bir anlığına afallamama sebep oldu. Koyu renk kirpikleri öyle kusursuzdu ki. Hayran olunası yüzünü çevreleyen kirli sakallarına dokunma dürtüsü duyuyordum. Elimi zapt etmek istercesine enseme götürdüm ve boynumu ovaladım.
Asansör durduğunda Ilgaz kıpırdamadı. "Hayır, hayır, uyuma!" diyerek koluna girdim ve onu çekiştirdim. Gözlerini kocaman açtı ve etrafa bakındı. Durumu anladığında sakinlikle bana itaat etti. Evin kapısının önüne geldiğimizde Ilgaz'ın kapıyı açamadan sızıp kalacağını anladım. Elimi deri montunun cebine attım ve anahtarlığı çıkarıp birkaç anahtarı denedim. O da bu sırada duvara dayanmış ve yine gözlerini kapatmıştı.
Sonunda doğru anahtar kilide uyduğunda kapıyı açtım ve sonuna kadar ittirdim. Ilgaz'ın kolunun altına girdiğimde irkildi, "Kendim yürüyebilirim," diyerek huysuzlandı. Söylediklerinin bilincinde olmadığına emindim. Çünkü ayakta uyuyordu.
Kapıyı arkamızdan kapatırken ağırlığını omzuma verdim ve kolunu boynuma attım. Ilgaz tamamen uyukladığından olsa gerek onun ağırlığıyla baş edemedim ve odaya gelene kadar bir kez duvara tosladık. Alnım acıyla zonkladı, Ilgaz gözlerini kırpıştırdı ve bana baktı. Gözlerini açık tutmakta bir hayli zorlanıyordu. "Uyumak istiyorum,"
"Uyuyacaksın," Koridorun sonundaki odasına geldiğimizde rahatladım. Yatağın yanına gelince Ilgaz'ı yatağa doğru bırakmak için kolunu boynumdan kaldırdım ve yatağa bıraktım. Bu sırada biraz sendeleyip üstüne de düştüm. Gözlerini açmadı. Uyuyordu.
Gövdesine fazla baskı uygulamadan yataktan destek aldım ve vücudumu kaldırdım. Sabahın ilk ışıkları odanın penceresinden süzülüyordu. Yüzüne vuran ışık alnına düşen birkaç kumral saç tutamını aydınlatmıştı. Dudakları hafifçe aralıktı. Önüme düşen saçlarımı usulca geriye ittirirken kıpırdamaya korkuyordum. Mahalleli serseri bir çocuktan fazlası olmadığını düşündüğüm Ilgaz, uyurken son derece olağanüstü bir güzellikteydi.
Parmaklarımı tereddüt ederek alnına yaklaştırdım ve yavaşça alnındaki saç tutamını geriye doğru ittirdim. Saçlarının arasında kalan parmaklarım ona dokunmak için büyük bir istek duyuyordu. Korkarak parmaklarımı saçlarında gezdirdim. Bu hareketimle başını yana doğru eğdi. Avucumun içine değen yüzüne büyük bir hayranlıkla baktım. Parmaklarımla yavaşça yüzüne dokundum. Göğsü ritmik nefes hareketleriyle inip kalkıyordu. Soluk alışverişlerini duyabiliyordum. Uyanmasından korkmama rağmen kirli sakallarına dokundum. Uykusu esnasında bir iç çektiğini duydum. Telaşla elimi geri çektim. Kıpırdamıyordu. Soluk alışverişleri aynı düzendeydi. Hala uyuduğunu anladığımda derin bir nefes aldım.
Üzerinden yavaşça kalktım. Odası, ilk zamanda burada gözlerimi açtığımda hatırladığım gibiydi. Gece mavisi duvar kâğıtları ilk bakışta gözünüze çarpıyordu. Çalışma masası bu kez düzenliydi. Etrafta herhangi bir dağınıklık yoktu. O an içimden geçen tehlikeli düşünce Ilgaz'ı kontrol etme isteği uyandırdı. Ona baktığımda hala derin uykusundaydı. Parmaklarımın uçlarında çalışma masasının çekmecelerine ilerledim. Belki benden ne gizliyorsa bulabilirim umuduyla.
İlk çekmeceyi büyük bir dikkatle ve yavaşça açtım. Bir ajanda, birkaç faturayı andıran zarf tomarı, ıvır zıvır... Ajandayı elime aldım, çıtçıtlı yerini açtım. Gelir gider hesapları yazıyordu her sayfada. Gece kulübünün olduğunu düşündüm. Başka bir şey bulabilirim umuduyla sayfaları çevirdim. Benzer hesaplardan vardı. Birkaç sayfa sonra gözüme bir tarih ilişti. 21 Ocak 2017.
Nişan için otele geldiğimiz tarih.
Altında da, "İşlem tamamlanamadı, başka bir plan." Yazıyordu. Cümleyi birkaç kez daha okudum. Fakat neden bahsettiğini alamadım. Hangi işlem? Hangi plan?
Arka sayfaya geçtim. Bu kez şifrelere benzeyen rakamlar dizisi vardı. Hiçbir anlam çıkaramadım. Diğer sayfalara geçtiğimde gelir gider tablolarına geri dönüyordu. En son sayfadan yere bir fotoğraf düştü.
Defteri masanın üzerine koyup yere eğildim. Ters düşmüş fotoğrafın arkasında bir tarih vardı.
23.05.2014
Fotoğrafın yüzünü çevirdiğimde kalakaldım. Fotoğraf gerçek değilmiş gibi biraz daha yakından baktım. Kafamda bir türlü birleşmeyen bu ikiliyi şimdi fotoğrafta bu kadar samimi görmek yutkunmama sebep oldu.
Ilgaz, kolunu onun boynuna dolamıştı. Özge ise başını onun boyun girintisine yaslamıştı. Yüzü eğikti ve gözleri kapalıydı. Huzurlu bir tebessüm etmişti. Ilgaz şimdiki haline göre biraz daha toydu ve gülümsüyordu. Mutluydular. Bu gerçeği idrak etmem birkaç dakikamı aldı. Kafamdaki resimde bir türlü oturtamadığım Ilgaz ve Özge bir zamanlar birbirini sevmiş ve mutluydular. Bu gerçek boynuma bir el gibi dolandı. Gerçek işte tam karşımdaydı. Beni tuhaf bir biçimde rahatsız etse de Ilgaz hala Özge'yi seviyordu. Özge her ne kadar Murat ile nişanlı olsa da belki bir gün Ilgaz ile tekrar bir araya gelirdi, kim bilir...
Nefesimi boşluğa bıraktım ve masaya tutunarak güçlükle ayağa kalktım. Fotoğrafa son kez baktım, zihnime kazımak istercesine. Sonra da ajandanın en son sayfasına yerleştirdim ve defteri kapatıp çekmeceye koydum. Terleyen avuç içlerimi dizlerime silerken amaçsızca sağa sola bakındım. Sonra da bakışlarım tekrar ona çevrildi. Eski en yakın arkadaşımın eski sevgilisi... Bunu düşününce dudaklarıma alaycı bir gülümseme peyda oldu. Ona karşı duyduğum bu çekimi de bir kenara bırakmalıydım, Ilgaz benim için hep öyle kalmalıydı.
Hızlı adımlarla ona bir daha bakmadan odadan çıktım. Dış kapıyı çekerken duraksadım ve elimi birkaç saniye duvara dayadım. Sonra aynı hızla merdivenlerden inip kendimi sokağa attım. Tepede yeni yeni beliren güneşe çevirdim yüzümü ve birkaç dakika boş sokakta dışarısını izledim. İçime çöreklenen bu kasvetin nedenini anlayamıyordum. Anlamak da istemiyordum.
Anahtarla evin kapısını açana kadar düşünceler kafamda dönüp durdu. Beyza uyuyor olmalıydı. Odama gidip Feray'ın uyuyup uyumadığını kontrol ettim. Yine üzerini açmıştı. Uzanıp üzerini örttüm. Gece kulübünde çalıştığımı ona söylemiştim, mecbur kalmıştım. Çünkü çalıştığım kafeyi görmek istemişti, daha fazla bu kafe yalanını ona karşı sürdürmek istemiyordum. Bir hayli söylenmiş ve nutuk çekmişti. Gelince konuşuruz diyerek kestirip attım. Zaten ben de yakın zamanda, gece kulübünden, geçmişimin olduğu bu kasabadan, Ilgaz'dan kurtulmak istiyordum. Kurtulacaktım da.
Duş almak için banyoya girdim. Sıcak suyun altında mayıştım, parmaklarım buruşana kadar suyun altında kaldım. Sakinleşmiştim ve kesinlikle daha iyi hissediyordum. Uykusuzluk başımın biraz ağrımasına neden oldu. Saçımı bir havluya sardım, bu saatte saç kurutma makinesini çalıştırmam doğru olmayacağından üzerimi giyinip, saçlarımdaki havluyu çıkarmadan kanepeye uzandım. Zaten dakikalar sonra da uyuyakalmışım.
"Arya, Arya!"
Birinin omzumu sarsmasıyla gözlerimi yavaşça araladım. Feray üzerime eğilmiş uyanmamı bekliyordu. Tipik uyandırılma şeklim. Homurdanarak koltukta doğruldum. "Ne oldu?"
"Uyuyan güzel, bugün en yakın kankin hepinize iskender ısmarlıyor! Hemen hazırlan." Doruk'un coşkulu sesini işittiğimde kafamı salonun girişine çevirdim. "En yakın kankim mi?" diye sordum uyku sersemi. Benim en yakın arkadaşım mı vardı? "O da kim?"
"Tabi ki benim salak. Bak bir daha bu fırsatı yakalayamazsın, cömertliğim tutmuşken bunu kaçırma."
"Sen ve bir şeyler ısmarlamak?" diyerek ayağa kalktım. Algılamak istercesine onlara baktım. Hangi dağda kurt ölmüştü? "Üstelik iskender?"
"Duy da inanma," diyerek güldü Beyza salona girerken. Siyah bir tayt, gri işlemeli bir kazak giymişti. Çenesinin hizasında kısa saçlarına ince siyah bir bant takmıştı.
"Amma uzattınız ha! Şimdi vazgeçeyim de görün gününüzü."
"Saçmalama, iskender yiyeceğim diye bu saate kadar bir şey yemedim." Beyza'nın tatlı tatlı koluna girmesiyle Doruk'un yüz ifadesi yumuşadı.
Restauranta geldiğimizde bizi orada bekleyen Mete ve yanında dikilen uzun boylu, oldukça güzel kız karşıladı. Mankenleri kıskandıracak fiziği, uzun açık kahve saçları, pürüzsüz bebeksi bir cildi vardı. "Arya, seni Didem ile tanıştırayım." dedi Mete. Benim dışında herkesin bu kızı tanıdığını böylelikle anladım.
Didem denilen kızla kısa bir tanışma faslından sonra Doruk büyük bir sabırsızlıkla siparişleri vermeye başladı. İkide bir, "Açım, açım!" diye söyleniyordu.
Didem, Mete'nin yakın arkadaşlarından biriydi. Birlikte kamplara, gezilere, tırmanışlara çeşitli aktivitelere katılmışlardı. Güzel olduğu kadar da sıcak bir kıza benziyordu. Onun burada olmasından rahatsız olmadım aksine kıza kanım ısındı. Zaten sülük Esra yoktu. Furkan da oyun salonunu bırakamadığı için gelememişti. Tabi hala ortalıkta görünmeyen Ilgaz da merakımı perçinliyordu.
Ben Doruk'un ile Mete'nin ortasına oturdum. Didem, Mete ile yan yanaydı. Beyza ile Buğra da karşımıza oturmuşlardı. Feray da Beyza'nın diğer tarafındaydı. Doruk bir kez daha Ilgaz'ı ararken ben Mete'ye döndüm. "Beş dakika yalnız konuşabilir miyiz?" Mete bu söylediğime şaşırdı, yüzü değişti ve "Tamam," diyerek masadan kalktı.
"Birazdan geliriz," diye masadakilere döndüğümde Doruk kaşlarını çattı. "Hayırdır?" Mete ile yalnız kalmamdan pek hoşlanmazdı. Genel olarak ikimizin bir arada olmasından hoşlanmıyordu. Eğer bir kız kardeşi olsaydı gerçekten kıskanç bir abi olacağına emindim.
"Sorun yok," diyerek omzunu sıvazladım ve masadan kalktım. Tuvaletlerin önündeki arada Mete beni bekliyordu. Duvara yaslanmıştı, ben geldiğimde tereddütlü bir ifadeyle bana baktı. "Didem'i getirdiğime mi kızdın? O sadece arkadaşım, Arya." Diyerek bir çırpıda açıklamaya girişti. Konunun bunla uzaktan yakına alakası yoktu. Didem ile olan arkadaşlıkları umurumda bile değildi.
"Mesele o değil."
"O halde beni özledin?" diyerek ellerini belime yerleştirdi ve beni kendine doğru çekti. Bu beklenmedik samimiyeti karşısında ilk önce duraksadım. Dudağıma bir öpücük konduracağı sırada başımı yana çevirdim ve böylelikle yanağımı öpmüş oldu. Yüzünü astığında ellerini belimden yere indirdim. "Ilgaz ile kavga etmeni açıklamanı istiyorum."
Bunalmış bir ifadeyle nefes verdi ve bir iki adım geriye gitti. Arkasını döndüğünde bir an cevap vermeyeceğini sandım. Yaklaşık bir dakikanın ardından, "Büyütülecek bir şey değil. Hemen sana yetiştirmesine gerek yoktu." Dedi.
"Esra'nın yaptığı hadsizliğe inanmadığını söylerken gidip Ilgaz'a hesap sorman! Ne farkın kaldı o kızdan?" Keşke biraz daha sakin bir insan olabilseydim. Esra'yı hatırlar hatırlamaz sinirim birkaç tık daha arttı.
"Aynı şey değil. Ben sadece cevap versin istedim. Sinirlenip olayı büyüten oydu."
"Bende gözü olduğunu söylemişsin, bunu sakince karşılamasını bekleyemezdin herhalde."
Sessiz kaldı. Sanki bir şeylerin cevabını gözlerimde aradı. Bu kadar derin bakması rahatsız olmama sebep oldu. "Ne?"
"Haklısın, hata bendeydi. En başından Ilgaz'ın sana ilgisi olduğunu anlamalıydım. Fakat ben seni görür görmez hoşlandığım için peşinden koştum ve çevremde ne olup ne bittiğini göremedim bile. Aslında resme sonradan dâhil olan kişi bendim, Ilgaz değil." Söyledikleri pişmanlık doluydu. Üzgün olduğu her halinden belliydi. Bir anda konunun yön değiştirmesine ne cevap vereceğimi bilemedim. Sonra Ilgaz ve Özge'nin fotoğrafı geldi gözümün önüne.
"O, Özge'yi seviyor. Yanlış anlamışsın, Mete."
"Belki anlamak istemeyen de sensindir."
Yine mi? Başımı bıkkın bir ifadeyle yana eğdim. Ilgaz ile aramızdaki büyütülmeyecek bir çekimden fazlası değildi. Biz birbirimize katlanamıyorduk bile. O başkasını seviyordu. İnsan birini severken başka birine bir şey hissedemezdi. Ben hissedemezdim. Ilgaz konusunu kendi içimde kapatmıştım. Bir yanım Özge'den ne kadar nefret etse de Ilgaz ona karşı kullanacağım bir silah değildi.
"Ilgaz'dan özür dileyeceğim, merak etme. Bak, Ilgaz benim kardeşim gibidir. Onu kaybetmek, isteyeceğim en son şey."
"Buna sevindim."
Elini açık kumral saçlarının arasından geçirirken Mete bir hayli düşünceliydi. Bana göre mesele hallolmuştu. Fakat sanırım başka bir şey vardı. Kararsızlığını gördüğümde konuşması için teşvik ettim. "Söyle, Mete."
Birkaç saniye bana baktı, baktı ve "Sence de biz seninle arkadaş gibi değil miyiz?" diye sordu.
Sorduktan sonra da rahatlamış bir ifadeyle derin bir nefes verdi. Haklıydı, sadece iyi anlaşan ve birlikte takılan yakın arkadaş gibiydik. Birkaç basit öpücük dışında arkadaşlardan farkımız yoktu.
"Benden ayrılıyor musun?" diye sordum gücenmiş bir ifadeyle.
"Öyle değil." Diyerek duraksadı. Sonra da ellerime uzandı ve ellerimi tuttu. Bir ellerimize bir ona baktım. Şu an gayet ciddi duruyordu. "Küçücük bir umut olsa inan ki sonuna kadar giderdim. Fakat ikimiz de bana o tür bir şey beslemediğini biliyoruz. Birisi eskiden seni çok üzmüş olmalı ve doğru zaman olmadığını anlayabiliyorum. Sürdürmemizin bir anlamı yok."
"Sen şuna rahat rahat kızlarla takılamıyorum demiyorsun da." Diyerek güldüm. Bir ayrılık konuşması da olsa aramızdaki iletişim o kadar rahattı ki. Bu bile arkadaştan fazlası olamayacağımızın göstergesiydi.
"Eh, o da var tabi." Dediğinde omzuna bir tane patlattım. Bunun üzerine kahkaha attı ve bana sarıldı. Başım omzuna yaslanırken ellerini belime sardı. "Ama bir söz ver, nereye gidersen git, hiç kopmayacağız."
Bu büyük bir sözdü. Gittiğimde buradaki kimseyle bir daha görüşüp görüşmeyeceğimi enine boyuna düşünmemiştim. Birilerine hayatıma tamamen dahil etmenin sözü benim için zordu. Ama Mete benim yanında kendim gibi hissettiğim, çok değer verdiğim, sevdiğim biriydi. Umarım bu sözü tutabilirdim.
"Söz veriyorum,"
***
Ilgaz gelmedi.
Doruk onu birkaç defa daha aradığında sonunda ulaştı. Dediğine göre işi vardı, o yüzden gelemeyecekti. Ilgaz ve bitmek bilmeyen acayip işleri. Bana kalırsa Mete de geldiği için bir bahane yaratıyordu. Ya da dün akşamdan sonra eski haline dönmüştü ve beni de görmek istemiyordu. Yok saymaya çalışsam da yemek boyunca bir türlü aklımdan çıkmadı.
"Ne yedim be!" Doruk elleriyle karnını sıvazladı ve sandalyede geriye yaslandı. Oldukça keyifli görünüyordu. Doruk ve yemek yeme aşkı ayrılmaz bir ikiliydi.
"Valla güzel yedik, hele ki hesabı senin ödeyeceğini bilmek ayrı keyiflendiriyor insanı." Buğra sırıtıyordu. Anladığım kadarıyla Doruk arkadaşlarına hesabı kilitlemeyi seven biriydi. Kırk yılda bir ısmarlıyordu ancak. Oto tamircisinde de çalıştığı için maaşıyla bize de sürpriz yapmıştı. Aslında paylaşmayı seven, cömert biriydi. Eminim ki hesabı yıkma işini Ilgaz ve Buğra'ya gıcıklık olsun diye yapıyordu. Onlarla uğraşmayı seviyordu.
"Hadi oradan, duyan da akşamları çıktığımız zaman kızlarla sana az içki, meze ısmarlamadım sanır."
Beyza'nın anında yüzü değişti. Ellerini çenesinin altında birleştirdi ve Buğra'ya döndü. "Kızlar?"
Mete ile gülmemek için zor tuttuk kendimizi. Fakat göz göze gelince anında gülmeye başladık. Buğra bizi takmadı. "Kızlarla ne işim olur, hepsi Doruk'un kırığı. Beraber içeceğiz diye çıkıyorduk, alakasız insanları çağıran oydu."
Beyza sırtını sandalyeye yasladı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Yüzünü başka tarafa çevirdi. Bir hayli bozulmuştu. "Hiç bahsetmedin."
"Ee Doruk senin yok mu kız arkadaşın falan?" diye sordu Feray konuyu değiştirmek adına. Doruk sandalyede doğruldu ve kem küm etti. Sonra da boğazını temizledi. "Yok canım, ne alakası var?"
"Niye abi, erkeklere mi ilgin var?" diye sırıttığında Mete, Doruk alev saçan bakışlarıyla benim önümden Mete'ye eğildi. "Sıçtırtma ağzına pezevenk!"
Doruk, Mete'ye bir hayli sinirlenmişti. Buğra'ya "Bunu kim çağırdı?" deyip durdu. Buğra da Doruk'a somurtuyordu. Beyza hala Buğra'ya pas vermiyordu ve yüzü asıktı. Durumlar zincirleme ilerlemişti resmen.Yemekten kalktığımızda en keyifli yine Mete ve bendik sanırım. Sadece Feray'ı yolcu edeceğimiz için içim biraz buruktu. Yarın okulu vardı. O da benden ayrılmak istemiyordu, yüzünü asmıştı.
Mete, Didem'i bırakmak için gitti. Beyza ile Buğra da eve gittiler. Sanırım Buğra şansını yalnız deneyecekti. Doruk ile ben de Feray'ı bindirmek için tren istasyonuna gittik. Ilgaz en azından buraya gelir diye düşündüm ama gelmedi.
"On beş yirmi gün sonra ben de geleceğim, merak etme." Diyerek saçlarını karıştırdım Feray'ın. Trene binmeden önce bir hayli morali bozuktu. Onu keyiflendirmek istiyordum.
"Tabi kızım ne bozuyorsun moralini, hem sen daha sık gelirsin buraya," dedi Doruk. Ona ters ters baktım. "Buraya bir daha gelmeyecek." Burasının onun için tehlikeli olduğunu Doruk da biliyordu, ne demek istediğimi anladı.
"Trendeyken ve varınca beni ara,"
"Anlaştık," diyerek hafifçe tebessüm etti ve ellerini belime sarıp başını göğsüme yasladı. "Kendine iyi bak abla," Feray sadece bir şey isteyeceği zaman abla derdi. Bu durumda da bir şey isteyecek gibi durmuyordu. Bu tuhaf hissetmeme neden oldu. Fakat içime çöreklenen tuhaf hissi belli etmedim.
"Sen de kendine dikkat et,"
Feray daha sonra Doruk'a yaklaştı ve ona kısaca sarıldı. Aralarındaki boy farkından dolayı bu oldukça komik göründü gözüme. Onun yanında küçücük kalmıştı. "Seni tanıdığıma sevindim Doruk."
Doruk'un yüzündeki gülümsemesi genişledi ve başını salladı. "Ben de, ufaklık."
Tren hareket edene kadar vagonun penceresinde karşısında bekledik. En sonunda tren hareket ettiğinde de Feray çocuksu gülümsemesiyle bize el salladı. Tren gözden kaybolana kadar arkasından el salladım. İçimdeki bu garip huzursuzluğun nedenini bilmiyordum. Doruk kolunu omzuma attı ve her zamanki gibi saçlarımı karıştırdı. "Bozma moralini, o iyi olacak."
Eve geldiğimizde odamda pinekledim durdum. Birazdan gece kulübüne gideceğim için en sonunda üzerime bir kot ve bordo bir bluz geçirdim. Ilgaz'ın bana nasıl davranacağını içten içe merak ediyordum. Aslında nasıl davranacağımı ben de bilmiyordum. O söylediklerinden dolayı hala onu affetmiş miydim bilmiyorum.
Saçlarımı taradıktan sonra üzerime montumu geçirip odadan çıktım. Dış kapının pervazında dikilmiş Beyza ve Doruk kiminle konuşuyorsa bir hayli gergin görünüyorlardı. Biraz daha ilerleyince kapıdaki kişinin Ilgaz olduğunu gördüm. Onun gece kulübünde olduğunu düşünmüştüm oysaki.O yüzden onu görünce ne tepki vereceğimi bilemedim. Dün gece sızıp kalması, onu izlemem ve o fotoğraf geliyordu aklıma. Ortamdaki gerginliği fark ettiğimde gizli işleri, avcılık meselesi her ne ise onunla ilgili bir şey olduğunu düşündüm.
"Sorun ne?" diye sordum çekinerek de olsa. Bana anlatmayacaklarını biliyordum aslında. Hatta Ilgaz, "Sana ne?" deyip beni tersleyebilirdi. Fakat beklediğim tepkiyi vermedi. Bana döndüğünde yüzü yumuşadı. Daha çok ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Doruk ile kısa bir anlığına bakıştılar. Doruk bana doru yürüyüp ellerini omuzlarıma yerleştirdi. Yüzü kireç gibiydi. "Ne oluyor?" diye sordum içimdeki paniğin boyutu git gide artarken.
"Daha hiçbir şey tam olarak belli değil," Doruk beni ikna etmek istercesine gözlerimin içine baktı. Fakat o da oldukça üzgün görünüyordu. "Birine bir şey mi oldu?" dememle beynimde şimşekler çaktı.
Beyza gözlerini kaçıran taraf oldu . Portmantonun üstüne yavaşça çöktü ve ellerini yüzüne kapadı. Doruk'tan bir cevap beklercesine yüzüne baktım. "Hayır, hayır Doruk!" diye bağırmaya çalıştım. Fakat sesim doğru dürüst çıkmadı bile.
"Bir trenin bombayla patlatıldığı haberini aldık. Trenin Feray'ın bindiği tren olduğunu sanıyoruz." Bunu söyleyen Ilgaz'dı. Yüzünü yere eğdi ve çenesini sıvazladı.
Bazı anlar vardır, o andan bir saniye sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını anlarsınız. Mahvolmuşluğun o kekremsi tadı dilinize yapışır. O andan önce sahip olduklarınızla o andan sonraki sahip olduklarınız asla aynı değildir. İşte bu anlar çoğu zaman en çok sevdiklerinizin katilidir. Bazı anlardan geriye sadece anılar kalır.
"Kendine iyi bak abla,"
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro