Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

11. BÖLÜM: "KISKANÇLIK"


Multimedia: Little Mix | Little Me

11. BÖLÜM: "KISKANÇLIK"

Gece kulübündeki müziğin sesi o kadar yüksekti ki hemen yanınızdakine bile sesinizi duyurmak için büyük bir çaba sarf etmeniz gerekiyordu. Ayakta dans eden hareketli ve terli vücutlara çarpmamak için de aynı ölçüde bir savaş verdim. Fakat bu gece o kadar kalabalıktı ki, yere iğne atsam düşmeyecek gibiydi. Atkuyruğu yaptığım saçlarımdan kurtulmuş kısa, sarı tutamlar gözlerimin önüne gelince nefesimi üfleyerek onları geri attırdım. Elimdeki boş tepsi ve boş bardaklarla sonunda bar tezgâhına gelebildiğimde elimdekileri alelacele tezgâha bıraktım ve kollarımı yasladım. Omzumun üzerinden arkama baktığımda karşıdaki araba biçimli sahnede şarkı söyleyen, yaşları genç olan erkek grubuna baktım. Bu tür mekânlara fazla yabancı sayılmazdım lakin iş çalışmak olunca işin rengi değişiyordu. Birilerine hizmet etmekten kesinlikle hoşlanmadığımı fark ettim son günlerde.

Bana arkası dönük olan Buğra önündeki içkileri hallettikten sonra bana doğru döndü ve benim için gayet hızlı bir biçimde içecekleri yeni tepsiye yerleştirdi. "Yorgun görünüyorsun, yeni kız." Ona baktığımda siyah tişörtüne bulaşan minik bir içki lekesini silmek için arkasını dönüp ıslak bir mendili eline aldı. Kesinlikle fazla çevik biriydi. "Uykusuz anca bu kadar oluyor." Dedim.

Başımı kolumdaki saate çevirdiğimde saat bire yaklaşmıştı. Kötü haber ise en iyi ihtimalle saat dörde kadar çalışacağımdı. Üç gündür beyefendinin gece kulübünde köle gibi çalışıyordum. Benden bir nevi intikam alıyordu. Diğerlerini eve gönderiyor, her yeri temizleme işini bana bırakıyordu. Kendi de bu süre içerisinde beni beklediğinden üst kattaki odasına gidiyor, ben uykusuzluktan ölürken padişahlar gibi uyuyordu. Tembihlediği üzere de saat altı buçuğa kadar onu uyandırmıyor, onu beklerken bir buçuk iki saat personel odasında uyukluyordum. Saat yediye doğru gece kulübünden çıkıyor ve mahalleye gidiyorduk. Evde saat on bire kadar uyuyordum, bizzat kendisi beni sürekli telefonla arıyor, uyandırıyordu! Birileriyle konuşmaya gidiyor, bu süre içerisinde de sırf gözünün önünden ayrılmayayım diye araba içerisinde onu beklememi söylüyordu. Onu beklerken arabada uyukluyordum. Öğleden sonra ile akşamüstü arası ise ortadan kayboluyordu. Hatta hepsi. Beni Nesrin Teyze'ye bırakıyordu. Onunla vakit geçiriyorduk, tabi ben yine uyukluyordum. Fakat Ilgaz Bey yarım saatte bir aradığı için deliksiz bir uyku çekemiyordum. Kendi telefonumu sessize alınca bu kez ev telefonunu açana kadar çaldırıyordu. Bana işkence çektirmek için yemin etmişti.

Ağırlaşan göz kapaklarımı bir kez açıp kapadığımda Buğra'nın yüzünde saniyelik de olsa garip bir hüzün oluştu. "Ilgaz zor affedecek gibi ha?" Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi, ona baktığımı fark ettiğinde silkelendi.

"Buğra, bana da bir bira versene." Arka tarafımdan gelen Doruk'un sesini işittiğimde telaşla arkamı döndüm ve bakışlarımı ona diktim. Siyah, spor deri montun kapüşonunu kafasına geçirmişti, ellerini de ceplerine atmıştı. Yüzü sert ve mavi gözleri ulaşılmazdı. İri cüssesinden dolayı ürkütücü gözüküyordu ve bu yüzden kimsenin ona sataşmaya cesaret edemeyeceğini düşünüyordum.

"Ilgaz gibi sen de mi içeceksin?" diye sordu Buğra. Aynı zamanda da cam dolaptan bir bira şişesini çıkardı.

"Sıkıldım."

Doruk özellikle bana bakmadan konuşuyordu. Üç gündür onunla konuşabilmek için onca dil dökmüştüm. Fakat hiçbirinde başarılı olamamıştım. Serkan ile işbirliği yapmamı hazmedememiş ve bana çok kızmıştı. Ağzını bıçak açmıyordu, alışık olmadığım bir şekilde sessizdi.

Buğra'nın uzattığı cam bardaktaki sarı, köpüklü birayı eline alırken arkasını döndü ve merdivenlere doğru yürüdü.

 "Doruk!" diye seslendim sesimi duyurabilmek için. Duyduğuna da emindim fakat durmadı. Bu beni şaşırtmadı. Yüzsüzlük yapıp arkasından ona yetiştim ve kolunu çektim. Bana doğru döndüğünde çatık kaşları ve sert yüz hatları çekinme neden oldu. Oysa onun görünüşünün aksine her zaman sevimli olduğunu düşünürdüm. 1.73 boylarında olmama rağmen aramızda gözle görülür yirmi - yirmi beş santim vardı. Bu yüzden kafamı bir hayli kaldırmam gerekti.

"Artık benimle konuşmayacak mısın? Tamam, kız, bağır, bir şeyler söyle. Ama böyle yapma, Doruk."

"Söyleyecek bir şey yok." Diye kestirip attı. Tekrar arkasını döndü ve merdivenlerden inmeye başladı. Arkasından tekrar seslendim ama hiçbir işe yaramadı. Boşluğa nefesimi üfleyerek, omuzlarımı düşürdüm ve bar kısmına geri döndüm. Yüzüm asılmıştı ve gerçekten de Doruk ile aramı nasıl düzelteceğimi bilmiyordum. 

İnanılır gibi değildi, çocukken bir kez bile küstüğümüzü hatırlamıyordum. Özge ile çok yakın olsak da ara sıra aramız açılır ve birkaç gün konuşmazdık. Ama Doruk her şeyden öte benim en sevdiğim oyun arkadaşımdı. Beraber büyümüştük, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Ne aynı kalmıştı ki? Serkan ile de oldukça yakın arkadaştık ama bana yapacaklarından geri kalmamıştı. Bir insan nasıl bu kadar değişebilirdi?

Başımı dans edenlere ve taburelerde oturan gençlere çevirdiğimde gözüm akşamdan beri lise arkadaşlarıyla vakit geçiren Ilgaz'a takıldı. Bu garipti. Yani Ilgaz'ın bir zamanlar liseli olduğunu bilmek. Onun bir formanın içinde, ergen arkadaşlarıyla takıldığını görmek, ders çalıştığını düşünmek... İmkânsız geliyordu. Liseden arkadaşlarıyla hala görüştüğünü görmek de tuhaftı. 

Bu gece onu ziyarete gelmişlerdi ve akşamdan beri içiyorlar, konuşuyorlar ve eğleniyorlardı. Farklı bir Ilgaz'a tanık olmuştum sanki. Oysa onun Doruk, Beyza ve Buğra'dan başka arkadaşı olacağını düşünmemiştim. Hâlbuki Ilgaz sevilen ve merak edilen biri olmalıydı. Ben ise liseden bir tek Allah'ın kuluyla bile görüşmüyordum. Bir tane bile gerçek anlamda arkadaşım olmamıştı. Sadece araba yarışlarına katıldığım, birlikte kaçamaklar yaptığım serseri birkaç sözde arkadaşlarım olmuştu.

Grupta akşamdan beri çok konuştuğunu fark ettiğim esmer, kemik siyah bir gözlük takan, bilgisayar mühendisini andıran bir genç; saçları omuzlarına değen, kirli sakallı, vücut yapmak için bir hayli uğraştığı belli olan kumral bir adam ve uzun bacaklı, saçlarının boya olduğunu tahmin ettiğim, uzun sarı saçlı, sürekli kahkaha atan bir kız vardı.

Onlara baktığımda yine esmer gözlüklü çocuğun bir şeyler anlattığını, hemen Ilgaz'ın yanında oturan çakma sarışının da Ilgaz'ın kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra kahkaha attığını gördüm. Ilgaz eğer bir geri zekâlı değilse akşamdan beri lise arkadaşının ona yazmakta olduğunun farkında olmalıydı. Kızın onunla flört etmesine, gülüşmelerine o da gülerek karşılık verdiğine göre bu onun da hoşuna gidiyordu. Hâlbuki beyefendi sarışın kızlardan kati suretle hoşlanmadığını, esmer ve kumral kızların tercihi olduğunu daha önceden belirtmişti. Her neyse, beni ilgilendirmiyordu.

Tekrar önüme döndüğümde göz ucuyla onların masada bir hareketlilik olduğunu gördüm ve tekrar başımı o tarafa çevirdim. Kız ve Ilgaz ayağa kalmıştı ve kız, Ilgaz'ı elinden tutmuş dans edenlerin arasına doğru sürüklüyordu. Bu tuhaf bir biçimde şaşırmama neden oldu. Eğer ki yanlış görmüyorsam o kızla dans edecekti. Hani şu serseri ve avcı olan Ilgaz!

Ortaya geçtiklerinde kız kollarını Ilgaz'ın boynuna doladı ve çalan yabancı slow şarkıda ileri geri hareket etmeye başladı. Üzerindeki mini, uçuş uçuş elbisesi sallandıkça hareketleniyordu. Ilgaz ise ellerini beline yerleştirmişti, hareketleri kontrollü ve ağırdı. Onun hareketli bir şarkıda hoplayıp zıplayacağını düşünmezdim zaten. Kız ayakuçlarında yükselip Ilgaz'ın kulağına tekrar bir şeyler fısıldadıktan sonra Ilgaz'ın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı ve kız bir kahkaha attı. Ilgaz'ın hafif çakır olduğu her halinden belliydi, yoksa hiçbir şekilde o dans teklifini kabul etmezdi. 

Neyi olduğunu bilmiyordum. Eski sevgilisi Özge'yi unutmak için teselliyi başka bir kızın kollarına atlamakta mı bulmuştu? Bilmiyordum. Hatta düşünmemeliydim. Onun ne yaptığı ve ne hissettiğiyle zerre ilgilenmiyordum.

Arkamı döndüm ve Buğra'nın hazırladığı tepsiyi alarak yine aynı dikkatle kalabalıkta dans edenlerin arasından geçtim. İçkileri dağıtmayı bıraktığımda Ilgaz'ın arkadaşı olan şu uzun saçlı, kirli sakallı çocuk bana el atarak beni yanına çağırdı. "Bana da bir votka getirir misin?" dediğinde başımı sallayarak arkamı döndüm. Gitmeme izin vermeden bileğimden nazikçe tuttu. Başımı çevirdim ve bileğimdeki eline baktım. Elini çekti. "Üzgünüm, seni daha önce hiç burada görmedim."

"Yani?" diye sordum sert tavrımdan vazgeçmeyerek. Ilgaz'ın arkadaşıymış diye ona nazik olacak değildim. 

Gülümsemesi genişledi. Sesini duyurmak için ayağa kalkarak kulağıma doğru konuştu. "Yani, senin kim olduğunu merak ediyorum."

"O halde merak etmekle kalacaksın." Yan tarafımızdaki esmer, gözlüklü çocuk da ilgiyle bizi dinliyordu. Ilgaz arkadaşlarını terslediğim için bana olan işkence dozunu arttırabilirdi.

"Özür dilerim, sanırım yanlış bir izlenim bıraktım. Rahatsız ettiğim için üzgünüm." Diyerek yerine geri oturdu. Bu neydi şimdi? Esmer çocuk, kemik gözlüklerini düzeltirken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Sanırım, Mete biraz bozuldu." Dedi arkadaşına doğru bakarken ve aynı zamanda ciddi bir tavır takınmaya çalıştı. Mete denilen çocuğa baktığımda omzuna dökülen kumral saçlarını eliyle karıştırıp yan tarafa baktı. Bıkkınlıkla bir nefes verdim. Ilgaz, arkadaşını terslediğim için bana kızacaktı. "Arya," dedim duyabileceği şekilde. "İsmim Arya." 

Elimdeki tepsiyi göğsümde bastırdığımda bana doğru döndü. Yüzündeki şaşkınlığı karizmatik bir gülüşe dönüştü. "Votkan birazdan gelir." Diyerek arkamı döndüğümde karşımda dikilen Ilgaz ile neredeyse burun buruna geldim. Ellerim onun göğsüne çarptı fakat bu temastan etkilenmedi bile. Flört ettiği çakma sarışın da biraz arkasındaydı. Ilgaz'ın sert yüz ifadesini anlamlandırmaktan vazgeçtim ve geçebilmek için yana doğru kaydım. Neye sinirlenmişti? Arkadaşını terslediğime mi? Yoksa daha sonradan ismimi söylememe mi?

Ben insanların arasından geçmeye çalışırken onun da arkamdan geldiğini duydum. Arkamı döndüm ve ne var dercesine ona baktım. Bir adım daha atıp kulağıma doğru eğildiğinde garip bir şekilde ürperdim. Yüksek sesten dolayı bunu yaptı, diye uyardım kendimi.

"Bir daha sakın," dedi harflerin üzerine bastırarak. Ses tonu olabildiğince sertti ve keskin bir içki kokusu üzerinden geliyordu. "Sakın onunla flört etme."

Geriye çekildiğinde karanlıkta daha da koyu gözüken gözlerine baktım. "Sen, ne..." Neden bahsettiğini anladığımda arka taraftaki uzun saçlı arkadaşına baktım. "Saçmalama! O benimle flört etti. Onu tersledim fakat daha sonra arkadaşını terslememe kızarsın diye..." Duraksadım. Ona niye açıklama yapıyordum ki? "Bana ne yapıp yapacağımı söyleyemezsin." Dedim ve arkamı dönüp yürüdüm. Bar tezgâhına geldiğimde bunu sindirmek için biraz bekledim. Neyse ki peşimden gelmedi.

İnsanlar dağıldığında saat üçü geçiyordu. Gözlerimi açık tutmakta bir hayli zorlanıyordum ve birkaç kez kollarımı tezgâha dayadığımda içim geçmişti. Buğra ile Doruk da son olarak mekândan ayrıldığında merdivenlerin orada arkadaşlarını uğurlamakta olan Ilgaz'a baktım. İsminin Esra olduğunu öğrendiğim kız ona yaslanmıştı ve ayakta duramayacak kadar sarhoştu. Tuhaf bir şekilde gıcık olduğum, esmer çocuk onlardan önce indi. Mete ise merdivenlerden inmeden önce bana doğru baktı ve gülümsedi. Gülümsemesine karşılık vermeden başımı çevirdim ve arkamı dönüp tezgâhı temizlemeye başladım.

"Ilgaz, gitmek istemiyorum." Diyen kızın sızlanmalarını duyduğumda rahatsızlık hissiyle elimdeki ıslak bardakları biraz daha sıktım.

"Mete seni eve bırakacak, artık gitmelisin."

Göz ucuyla baktığımda kızın ellerini hala Ilgaz'ın boynundan çekmediğini gördüm. "Bu gece seninle kalmak istiyorum." Kızın bu söylediğine Mete bir ıslık öttürdü. "Niye ısrar ediyorsun ki Ilgaz, arkadaşımız senle kalmak istiyor." Diye bir kahkaha attı ve alelacele, kızı almadan merdivenlerden indi. Arkasından şaşkınlıkla bakakalan yalnızca Ilgaz değildi. Ben de bir hayli şaşkındım.

"Mete, gel buraya!" diye bağırdı arkasından Ilgaz fakat bu hiçbir şekilde tesir etmedi. Bir sürtüğü defetmek bu kadar mı zordu? İstese onu defalarca başından savabilirdi. Demek ki o da bu geceyi kızla geçirmek istiyordu.

"Sonunda baş başa kaldık," diyen kız Ilgaz'ı duvara doğru ittiğinde şaşkınlıktan gözlerim irice açıldı ve elimde tuttuğum cam bardak kayıp düşerek onlarca parçaya bölündü. Çıkardığı sesten dolayı Ilgaz kızı savuşturarak bana doğru döndü fakat düşmemesi için kızı hala belinden tutuyordu. "İyi misin?" diye sorduğunda yere eğildim ve iri parçaları alıp çöp kutusuna attım. "Sorun yok, hallederim." Diye cevap verdim soğuk bir sesle. Sorunun ne olduğunu ben de bilmiyordum. İçerideki bölmeden çek-bası aldım ve yerdeki küçük parçaları çöp kutusuna doğru süpürdüm. 

"Ben Esra'yı evine bırakmaya gidiyorum, birazdan dönerim. Kapıyı kilitleyeceğim, kimse giremez. Korkma, tamam mı?" Ona döndüğümde kızı tamamen kucağına aldığını ve merdivenlerden inmekte olduğunu gördüm. Burada rahat edemeyecekleri için kızın evine gidiyordu. Dönmeyeceğini ikimiz de biliyorduk. O sarışın sürtükle neler yapacaklarını adım gibi biliyordum. Öfkeden elime batan küçük cam parçasını hiddetle çıkardım. Parmağımdan birkaç damla kan aktığında lavaboya gittim ve kapıyı ardımdan kapattım.

Elimi soğuk suya tuttuğumda aynadaki aksimle karşılaşmak daha çok sinirlenmeme sebep oldu. Anlamadığım şey ise niye sinirli olduğumdu.

Bana kaç gündür köle muamelesi yapıp işkence etmesi yetmezmiş gibi beni burada bir başıma bırakıp o sürtükle oynaşmaya gidiyordu! Bu durumdan son derece sıkılmıştım, bana sürekli emirler veriyordu. Ben babamı bile karşıma almış insandım, yahu! Şimdi sadece birkaç haftadır tanıdığım bir adamın söylediklerini yapmaktan bunalmıştım. 

Birinin emri altında çalışmak benim hayat tarzıma uymuyordu, hele ki bir köle gibi. Gel Arya, git Arya. Şu saatte yat, ben isteyince kalk. Ben ne istersem onu yap. Buna bir ay daha katlanmak istemiyordum. Hele ki Serkan ile işbirliği yapmamı öyle bir abartmışlardı ki ben bile her şeye gönüllü olup onlara suikast yapılmasına izin vermiş gibi hissediyordum. 

Bu kadar tafra, emir, surat çekeceğime giderdim evime yakın bir yerde adam gibi çalışır biriktirdiğim parayı da Ilgaz Bey'e verirdim. Sonra da herkes yoluna... Belki de olması gereken buydu.

Musluğu kapatıp ıslak elimi alnıma bastırdım ve bir süre öylece sakinleşmeyi bekledim. İçeri girdiğimde hiçbir şeye dokunmayarak alt kata indim ve personel odasına girdim. Tek istediğim şey uyumaktı. Kanepeye uzandım ve ayakucumdaki yumuşak battaniyeyi üzerime çektim. Kolumdaki saate baktığımda üç buçuk olduğunu gördüm. Acaba Ilgaz'ı ne zaman döneceksin diye arasa mıydım? Neden bahsediyorum ben? Asla böyle bir şey yapmayacaktım, neticede bir şeyleri bölmeme sinirlenebilirdi.

Yaklaşık yarım saat boyunca kafamı meşgul eden bazı şeylerden dolayı uyuyamadım. Daha sonra uykuya daha fazla direnemeyerek gözlerimi kapattım. Rahat bir uyku çekemedim. Huzursuzdum ve karmaşık rüyalar gördüm. Hatta öyle karmaşıktı ki hayal mi rüya mı kestiremedim bile. Lise balomdan bölük pörçük görüntüler gördüm.

"Seni bahçede bekliyor,"

Karanlıkta, merdivenlerden inerken ürkütücü sessizliği dinliyorum. Korkuyorum. Çünkü gecenin nasıl sona erdiğini biliyorum. Tüm vücudum kasılıyor ve alnım kırışıyor. Bunu hatırlamak istemiyorum.

"Arya?"

Birinin beni hafifçe sarsmasıyla iyice sıktığım gözlerimi bir anda açtım. Etraf aydınlıktı. İçeriye gün ışığı vuruyordu. Tepemde dikilen kahve gözlerle bozguna uğradım bir kez daha. Ilgaz ne zaman gelmişti?

"Sayıklıyordun, sanırım kâbus görüyordun. O yüzden uyandırdım."

Yattığım yerden doğruldum ve sırtımı koltuk başlığına yasladım. Dudaklarım kurumuştu, alnımda oluşan ter birikintilerini elimin tersiyle sildim. Ilgaz biraz daha ayılmış duruyordu.

"Ne zaman geldin?" diye sordum bir anda. Bunu ben de beklemiyordum. Aniden dudaklarımdan dökülmüştü.

"Saat dördü geçiyordu, geldiğimde uyuyordun."

Dörtte mi gelmişti sahiden? Yani o kızın yanında kalmamıştı. Bu herhangi bir şekilde beni ilgilendirmemeliydi. Fakat tuhaf bir biçimde hoşuma gitmişti.

Yukarısını temizlemediğimi de fark etmiş olmalıydı. Saatler önce ona rest çekmeyi düşünürken şu anda bir aylık süreçte bu işkencelere katlanabileceğimi düşünüyordum. Bazen bu dengesizliğimi ben de anlamıyordum.

Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde tereddütle bana bakmakta olduğunu gördüm. Gördüğüm anıya benzer rüya düşündüğümde ürpermeme neden oldu.

"Saat kaç?"

"On iki buçuk falan."

Bu şaşırmama neden oldu. Saatlerdir uyuyordum, o da geleli saatler olmuştu. Fakat beni uyandırmamıştı. Telefonumun çalmasıyla aramızdaki bu tuhaf sessizlik son buldu. Montumun cebinden telefonu çıkardığımda ekranda daha önce hiç görmediğim bir numara gördüm. Yabancı numaralar artık beni işkillendirdiğinde panik içinde Ilgaz'a baktım.

"Serkan mı?" diye sordu.

"Bilmiyorum." Dediğimde açmamı işaret etti ve "Hoparlöre al." Dedi.

Dediğini yaptım ve hattın öbür ucundaki kişinin sesini duydum. "Arya?"

İlk başta sesin kime ait olduğunu çıkaramadım. Sesi benzettiğimde kafamı kaldırıp çabucak Ilgaz'a baktım. Dikkatle dinliyordu.

"Ben Murat, Arya. Seninle bir konuda görüşmek istiyordum." Murat? Murat Atahan!

Ilgaz ile aynı anda gözlerimiz buluştuğunda kaşlarının çatıldığını gördüm. Benim yüz ifadem nasıldı bilmiyorum.

"Ne istiyorsun?" diye sordum kaba olup olmadığımı umursamadan. Bu herif neden beni aramıştı ki?

"Önemli bir konu. Bir saate şirketime gelebilir misin?"

"Her neyse umurumda değil." Diye kestirip attım. Kendine bu kadar güvenmesi ve beni ayağına çağırması sinirimi bozmuştu.

"Şu an nerede kaldığını biliyorum. Oraya gelmem pek doğru olmaz. O yüzden senden buraya gelmeni rica ediyorum Arya," Duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Onun hakkında," diye ekledi.

O? Aklıma gelen kişiyle duraksadım ve kuruyan dudaklarımı ıslattım. Merakım ile mantığım birbirine ters düşmüştü. Uzunca bir sessizlikten sonra merakım galip geldi ve "Pekâlâ, orada olacağım." Diyerek telefonumu kapattım. Farkındaydım, bu Ilgaz'ın hiç hoşuna gitmemişti.

***

Ilgaz'a kendim gidebileceğimi söylesem de beni bırakmak için ısrarcı davranmıştı. Beni gözünün önünden ayırmamak için bir hayli çabalıyordu. Bir sorun çıkmasını istemiyordum neticede düşmandılar. Kim sevdiği kadını elinden alan adamla düşman olmazdı ki? Bu duygunun nasıl hissettirdiğini az buçuk biliyordum. Ilgaz'ın Chevrolet'iyle şirketin önüne geldiğimizde arabayı durdurdu. "Seni burada bekliyorum, acele et."

İtiraz edecek oldum, sonra bunun hiçbir işe yaramayacağını bildiğimden bir şey demeden arabadan indim. Ilgaz'ın bana tavırlı olduğu her halinden belliydi. Neden onunla buluştuğumu sorduğunda cevapsız bırakmıştım. Buna verecek doğru dürüst bir cevabım yoktu. Üstelik ona hesap verecek de değildim.

Şirketin dönen kapısından geçtikten sonra güvenlikten geçmem de kolay oldu. Murat Atahan'ın misafiri olunca herkes beklediğiniz saygıdan fazlasını gösteriyordu. Genç bir kız, Murat'ın yanına kadar bana eşlik etti. Murat Bey'in bir dergi için fotoğraf çekimleri varmış, az önce bittiğini ve beni odasında beklediğini söyledi. Odasına çıktığımızda benim yerime kapıyı tıklattı ve geçmemi işaret etti. 

"Murat Bey, Arya Hanım geldi."

"Gel, Arya," dedi direkt beni muhatabına alarak. İçeri girdiğimde kız da dışarı çıkarak kapıyı ardından kapattı. Oda oldukça geniş ve ferahtı. Boydan boya olan camlar manzarayı ayaklarınızın altına seriyordu. Yerler gri parke döşeliydi, içeride geniş bir masa ve siyah deri koltuklar bulunuyordu. Başka bir yere açıldığını tahmin ettiğim gömme bir vitrin de vardı. Kollarını masada kovuşturan ve oturan Murat'a baktığımda oturmamı işaret etti. Koyu gri bir takım elbise giymişti. Lacivert de bir kravat takmıştı. Siyah, gür saçları kısa ve özenliydi. Her zamanki gibi sakalsızdı ve ciddi duruşu onu karizmatik kılıyordu. Tüm bu maskelerin ardındaki o çıkarcı adamı tanıyordum ne yazık ki. 

Karşısındaki koltuğa oturdum. Kısa da olsa sessizlik canımı sıktı. "Beni niye çağırdın?" diye sordum onun konuşmadığını görünce. Aslında buraya ondan bahsedeceği için geldiğimi biliyordum ama tam olarak konu neydi bir fikrim yoktu.

"Bir şey içer misin?" diyerek sorumu duymazdan geldi. Başımı iki yana salladım ve sabırsız bir ifadeyle ellerimi dizlerime yerleştirdim. "Seni en son gördüğümde beni rahat bırakmanı söylemiştim, şimdi de telefonlarla ayağına çağırıyorsun. Cidden derdin ne?" Git gide sinirleniyordum. Bu adam her baktığımda daha fazla öfkelenmeme neden oluyordu.

"Mesele onunla ilgili, öyle mi? Hayattayken beni ilgilendiren şeyleri bile söylemeyen sen, şimdi tutmuş beni çağırıyorsun?" Üzerimdeki öfke ve hırçınlığı kontrol edemiyordum. Sıcak ve rahatsız edici bir sıkıntı basmıştı. Aldığım hiçbir nefes yeterli değildi ve üstümdeki kazak ile kaban boynumu sıkıyordu sanki.

"Hiç haberin oldu mu bilmiyorum ama hayattayken bir hastaneye düzenli ziyarete gidiyordu."

Sorusu biraz daha sinirlenmeme neden oldu. Hastane konusu, hastalık bunlarla ilgili hiçbir şey bilmiyordum ki. Ne Murat ne de o son ana kadar hiçbir şeyden bahsetmemiştiler.

"Hastanede çocuklarla, yaşlılarla vakit geçirmeyi seviyordu. Onu o ziyaretlerde birçok defa gördüm. Bunun onun psikolojisini olumsuz yönde etkileyeceğini söylesem de dinlemedi. Kardeşim de en az senin kadar inatçı olabiliyordu, Arya."

Başımı önüme eğdim. Kapalı bir kapının ardına yığdığım tüm duygular dışarı çıkmak için beni zorluyordu. İfadesizliğimi korumak için o kadar büyük bir çaba sarf ettim ki. Gözlerim yanmaya başlamıştı ama mühim olan içimde binlerce mumun yanmış olmasıydı.

Murat, konuşamadığımı fark etmiş olmalıydı. Bu yüzden konuşmaya devam etti. "O hastanedekiler onu çok seviyordu. Hem o hastaneye onun ismini veriyoruz hem de onun adına bir vakıf açıyorum. Cumartesi akşamı bunun için bir davet veriyorum, senden buna katılmanı istiyorum. Lütfen,"

"Onun ismine ihtiyacım yok, Atahan. Onu bana geri verebilir misin?" Tek ihtiyacım olan buydu. Geldiğimden beri ilk kez gözlerinin içine baktım. Koyu renk gözleri bir anlığına daldı ve yutkundu. Elindeki kalemi ters çevirdikten sonra ayağa kalktı. Ellerini ceketinin cebine attı ve ağır adımlarla cama doğru yürüdü. "Sana gerçeği söyleseydim, inan ki hiçbir şeyi değiştiremezdin. Biz Atahan'lar kafamıza koyduğumuzu yaparız, biliyorsun. Belki de onu yaşamaya ikna ettiğimizi sanırken bir gün yine yapacaktı bunu. Biliyorum, onunla aramız iyi olmadı. Fakat onu yaşatmak için elimden gelen her şeyi yapardım Arya, her şeyi."

Ben de ayağa kalktım. Dişlerimi birbirine bastırdım. Ellerim titriyordu. "Gerçekten mi?" diye sordum alay barındıran sesimle. "Bu imparatorluğun tek sahibi olman hiç hoşuna gitmiyor mu? Biraz bile? Kendini kandırmaya devam et ama beni hiçbir zaman kandıramayacaksın!" Kapıya doğru hızlı adımlarla yürüyüp kapıyı açtığımda arkamdan seslendi. Koridor boyunca hızlıca yürüdüm ve lavaboyu işaret eden sağ tarafa döndüm. İçeri girdiğimde kapıyı arkamdan kapattım ve kapıya yasladım tüm bedenimi. Gözlerime biriken yaşlar serbest kaldı ve yanaklarıma doğru süzüldü. Hıçkırmamak için ellerimi ağzıma kapadım. Bir kez daha farkındaydım. Bu yara asla iyileşmeyecekti. Asla iyileşmeyecektim. Bunu unutmak için daha ne kadar güçlü olmam gerekiyordu? Daha kaç gün, kaç ay, kaç mevsim geçmesi gerekiyordu?

 Dizlerimin üstünde yere çöktüm, bağırmamak için dudaklarımı ısırdım. Kucağıma düşen gözyaşlarımdan ıslanmış ellerime baktım. Bütün vücudum kati suretle bu acıyı unutmayı reddediyordu. Acı hala taptazeydi. Silinen şey hatıralardı. Kimi zaman yüzü gözlerimin önüne belirsizce geliyordu, yüzündeki tüm detayları hatırlayamadığımı fark ediyordum. En kötüsü de artık sesi git gide yok olmuştu kulaklarımdan. Hele ki kokusu... Güzel olduğunu hatırladığım ama bir daha asla tam olarak nasıl olduğunu bilemeyeceğim kokusu.

Bir insanın hangi sebeple olursa olsun bunu size yapmaya ne hakkı vardı? Onun olmadığı bir dünyada yaşamakla cezalandırılmıştım.

Ruhumu da kendiyle beraber götürmüştü. Benim üzerime düşen şey ise unutmaktı. Başka birini sevmeli, hayatıma devam etmeli, gülümsemeliydim. İnsanların benden beklediği buydu.

Öyle garipti ki yaşanılan tüm güzel anları günü geldiğinde unutmak üzere rafa kaldırıyorduk.

Ben de öyleydim, hafızamı sıfırlayabilmek isterdim. Çünkü insanlar hatırladığında canları yandığı için unutmayı seçiyorlardı. Oysa o benim lanetim olmuş gibiydi. Ne kalbimden söküp atabilecektim, ne de bendeki izlerini silebilecektim. Onu hatırlamadığım bir güne uyanmak öyle imkansız geliyordu ki.

En kötüsü de onun yaşaması için yeterli olmadığımı bilmek acıtıyordu. Hâlbuki bir zamanlar uyandığımda bu hayatta nefes almam için onun olması benim için tek yeterli sebepti.

Gözyaşlarımı silerek ayağa kalktım ve lavaboya tutundum. Gözlerim kanlanmıştı ve hala ıslaktı. Dağılan saçlarımı ellerimle düzelttim. Musluğu açarak suyun ellerimde dolaşmasına izin verdim. Suyu avuç içlerime alarak yüzüme birkaç defa çarptım. Belki de Feray'ın söylediği şu doktordan bana etkili depresanlardan yazmasını isteyebilirdim. Bunu düşünmeyi aklımın bir kenarına not ettim. Biraz daha sakinleştiğimde son kez kendime baktım.

Ilgaz'ı fazla bekletmiştim. Onun yanına dönmeliydim. Zaten kimse az önce ağlayan o kadın olduğumu anlayamazdı. Yüzüm yine ifadesizdi ve sadece yorgun görünüyordum. Bu da kolayca uykusuzluğuma bağlanabilirdi.

Şirketin dışına çıktığımda Ilgaz'ın beni bıraktığı arka bahçeye doğru ilerledim. Binanın köşesinden dönecektim ki onun arka tarafta biriyle konuştuğunu gördüm. Biraz daha ileri gittiğimde yaşadığım şaşkınlık duraksamama neden oldu. Ayağımı geri çekerek bedenimi duvarın arkasına gizledim. Ağrıyan gözlerimi ovuşturdum ve hafif bir açıyla başımı duvardan çıkartıp tekrar baktım. Evet, yanlış görmemiştim, Özge ile konuşuyorlardı.

Saçları yine iri dalgalar halinde omuzlarından sırtına doğru dökülüyordu. Uzun açık kahve tonlarında bir kaban giymişti ve siyah, pahalı markalardan olduğunu tahmin ettiğim çantasını da dirseğinde tutuyordu. Seslerini duyabilmek dikkat kesildim. Konuşan Özge'ydi fakat neler dediğini seçememiştim. Ilgaz'ın sesini daha net duydum. "Nişanlının yanına dönmelisin,"

Özge'nin sesi deminkinden daha fazla çıktı. Açıkçası bu işime geldi. Kulak misafiri olmak hoş bir şey değildi. Fakat adap kurallarını pek fazla takan bir insan değildim zaten. "Burada ne aradığını sordum Ilgaz? Her ne peşindeysen..."

"Senin peşinde olacağımı mı sandın prenses?" Sesi keskin ve aşağılayıcıydı. 'Prenses' kelimesini tiksinir gibi bir ifadeyle söylemişti. Başımı tekrar çevirdiğimde Ilgaz'ın da başının bu tarafa çevrili olduğunu gördüm. Alelacele kafamı çektiğimde görmemiş olmasını umuyordum. Ah, rezil olmuştum!

"Nişanlın, benim Sarışın ile görüşmek istemiş. Ben de burada onu bekliyorum." Benim Sarışın mı? Az önce ağlayan ben değilmişim gibi şok üstüne şok yaşıyordum.

"O da geldi zaten," diye devam ettiğinde beni gördüğünü anladım. Ah, lanet olsun! Duvarın dibinden yeni geliyormuş bir hareketle bahçe tarafına geçtim ve gayet rahat hareketlerle onların yanına gittim. Özge'nin beni görmesiyle kaşları çatıldı. Afallamış gibiydi. Yüzünü ifadesiz tutmakta epey zorlandı.

"Merhaba," dedim isteksiz bir sesle. Bir şeyler daha söyleyecektim ki Ilgaz elimi elinin içine alıp parmaklarımızı kenetledi. Tuhaf bir elektrik akımı vücuduma yayılırken önce ona sonra da birleşen ellerimize baktım. Özge'nin gözlerindeki mahvolmuşluğu kısa bir an için de olsa gördüm. Eski en yakın arkadaşımın karşısında eski sevgilisinin elini tutuyordum! Brezilya dizileri bile bu kadar karmaşık değildi. Onun bir şey demesine izin vermeden Ilgaz elimi çekerek beni arabaya doğru yönlendirdi. Arabanın yanına geldiğimizde elini çekti ve arabaya binmemi işaret etti. Özge'ye baktığımda hala olduğu yerde ifadesizce dikildiğini gördüm. Tuhaf bir biçimde onu teselli etme isteğinle doldum. Sonra gözümün önüne tanıdık ve iç yakıcı anı geldi. "Çok güzel bir kız. Ona baktığımda tüm söylemek istediklerimi birer birer yutuyorum."

"Ne yani?" diye sormuştum boğazımdaki yumru ve kalbimdeki zamansız sancıyla. "Bunun adı aşk mı?"

"Belki de," diye bir iç çekti. Bana en büyük hayal kırıklığını yaşattığını bilmeden. İçimdeki sessiz hıçkırıkların sahibi olduğunu fark etmeden. "Belki de bunun adı aşk."

Teselli etme isteğim birden yerini bana da zarar veren bir nefrete bıraktı. Ona bakmayı kesip arabanın kapısını açtım ve bindim. Ilgaz arabayı çalıştırdı ve şirketin bahçesinden çıktık. İkimiz de sessizliğimizi koruduk. Eski aşkına karşı beni kullanması iki ediyordu. Başımı ona çevirdiğimde yüz ifadesi öylece kalmama neden oldu. Direksiyonu her an yumruklayacakmış gibi duruyordu. Çenesinde bir kas seğiriyordu. Bir eliyle saçlarını kopartırcasına çekti.

Ana yola çıktığımızda hızımızı arttırmıştı. Hızdan kolay kolay etkilenen biri olmamama rağmen bu kadar işlek bir yolda bu hızla gitmesi tedirgin olmama neden oldu. Kendini kaybetmiş gibiydi, her an bir kazaya sebep olabilirdi. Bir eliyle kornaya basılı tutup tüm araçları son sürat solladığında onun kontrolden çıktığını anladım. Şu an kesinlikle bir yarış pistinde gibiydik. Boş bir yolda belki bu hoşuma gidebilirdi fakat böyle bir yolda, deneyimsiz şoförlerin de göz önünde olduğunu bulundurursak bu çok tehlikeliydi.

"Ilgaz, yavaşla!" diye bağırdım. Yan tarafımızdaki bir adam kolunu camdan çıkarmış ne yapıyorsunuz dercesine sallıyordu. Ilgaz bunu fark etmesiyle arabanın hızını düşürdü ve birden frene bastı. Başımı çarpmamak için ellerimle koruduğumda Ilgaz sert bir sesle, "Burada kal," deyip kapıyı açıp indi.

Arabanın durmasına sevineyim mi o adamı dövmek için indiğine üzüleyim mi bilemedim. Panikle atan kalbimi umursamadan kapıyı açtım ve arabanın önünden dolaştım. Diğer arabanın şoförü de sağa çekmişti. Ilgaz'ı adamın yakasına yapışmış halde buldum. "Az önce dediğini şimdi söyle." Diyerek dişlerini sıkıyordu. Birkaç araba durmuştu, çoğu da umursamadan geçip gidiyordu.

"Ilgaz!" diye bağırdım ve onlara doğru koşuşturdum. Onun kolunu tuttum ve adamın gırtlağından çekmesi için çekiştirdim. Sinirden ne yaptığını bilmediğine emindim. "Ilgaz, bırak adamı!" Elini çekmeyi başardığımda ellerini tutarak bana doğru dönmesini sağladım. Adam da elleriyle öksürüğünü dizginlemeye çalıştı. Ilgaz'ı birkaç adım gerimize çektim ve yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

Derin ve sık nefesler alıyordu. Elleriyle dirseklerime tutundu ve gözlerini birkaç kez açıp kapadı. "İyisin," diye mırıldandım ve elimin altındaki kirli sakallı yüzünü hafifçe okşadım. Başını geriye attı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Sana kalmanı söylemiştim."

Parmaklarımı hafifçe kımıldattığımda başını tekrar benim hizama indirdi ve bana oldukça yakından baktı. "Hiç söz dinlemiyorsun, kedicik." Diyerek saçlarıma doğru mırıldandı. Garip bir şekilde ona yakın olmanın iyi hissettirdiğinin farkına vardım. Ona karşı duyduğum bu çekim akıl almazdı.

"Asi nehrini bilirsin," diyerek hafifçe güldüm. Nefesi saçlarıma karıştı. Biraz daha sakinlemiş gibiydi. Demin ki ürkütücü ifadesi yoktu. Özge'yi kaybettiği için acı çekiyordu ve onu görünce kendini kontrol edememişti. Bu yaraların nasıl acıttığını benden iyi kimse anlayamazdı. Onu anlıyordum. "Biliyorum kedicik, biliyorum." Dedi ve bir iç çekti. Gözlerini gözlerimden çektikten sonra dudaklarıma bir anlığına baktı. Bu kısa bir andı fakat büyük ölçüde dikkatimin dağılmasına neden oldu. İkimiz de başımızı başka tarafa çevirdik.

Ellerimi yavaşça yüzünden çektim ve yere indirdim. Onu sakinleştirdiğim için mutluydum. "Daha iyisin değil mi?" diye sordum. Daha sakin ve kontrollü görünüyordu. Arabasına binmiş olan adama tekrar bulaşmasın diye bileğinden çekip onun arabasının yanına doğru çekiştirdim. Ben sürücü koltuğunun kapısını açtığımda arkamdaydı, yakınlığını görmezden geldim. "Daha iyiyim," dedi derinden gelen bir sesle. Yüzüne bakmak için arkamı dönmek istedim.

İstedim lakin yapamadım. Hâlbuki cesur bir kızdım ama şimdi bundan kaçınmıştım. İçimden geleni değil de doğru olanı yaptığımı düşünüyordum. "Bu kez arabayı ben kullanacağım, yan tarafa geç." Dedim arkama bakmadan. "Hiç itiraz etme, bu tartışmaya açık bir konu değil." O böyle yaptığında etkili oluyordu, ben de bunu denemiştim. Arkamdan uzaklaştığında soğuk hava tenime çarptı, tuhaf bir biçimde boşluk hissettim.

Arabanın önünden geçip yan tarafa doğru yürüdü ve kapıyı açıp arabaya bindi. Vay canına, işe yaramıştı. Duran diğer araçların da ilerlediğini fark ettiğimde arabaya bindim ve arabayı çalıştırdım.

"Her şey bu arabaya binmenle ve dikkatimi dağıtmana neden olmanla başladı, biliyorsun değil mi?" diye sorduğunda nereye varmak istediğini anlamadım. Başımı onaylarcasına salladım. Yola odaklandım ve normal bir hızda arabayı sürmeye devam ettim.

"Biliyorum," dedim sessiz bir kabullenişle. 

"Bilmiyorsun," diye itiraz etti. "O gece ne yaptığını hiç bilmiyorsun, kedicik."


Bu kadar hızlı bölüm ben de beklemiyordum, tatil hızlı geçtiğinden kısa sürede paylaşmak istedim. Yazım hataları varsa kusura bakmayın bazen gözümden kaçabiliyor. Geçen bölümki yorumlar o kadar harikaydı ki o motivasyonla bölüm de çabuk geldi. Şimdi de aynılarını bekliyorum. Bölümle ilgili fikirlerinizi merak ediyorum. Arya'nın sevdiği kişi Murat Atahan'ın kardeşi çıktı, bekliyor muydunuz? Yorumlara  çoook ihtiyacım var. Görüşene dek kendinize iyi bakın. Öpüldünüz.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro