Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

❄ FİNAL PART III ❄

Mehir büyük sarsıntı ile yere çakıldığında, boynundan başına doğru bir yılan gibi nükseden acıyla yerinde kıvrandı. Sıktığı dişleri ve bedenini taşımak için yeri avuçladığı elleri titriyordu. Göğsüne giren akımla nefesini yuttu ve ağır soluklar eşliğinde gözlerini araladı. Yorgun kirpikleri, az önce yaşananları anlamlandırmak istercesine çırpınıyordu.

Ölmüştü.

Ölümünü ve daha sonrasında yaşanan her şeyi görmüştü.

Şimdi ise beyaz bir odadaydı. İçeride adını koyamadığı onlarca beyaz eşya vardı. Yukarıdaki aydınlatmadan, duvarlardaki simgelere kadar her şeyiyle bembeyaz bir odadaydı. Sol tarafında hastane yatağına benzer bir yatak vardı. Rafları açık olan birden fazla dolap, yine beyaz kapaklı kitaplar ve kıyafetlerle dizayn edilmişti. Sağ tarafında bilgisayar, ona bağlı makineler ve yatağa bağlı sayısız beyaz kablo vardı. Karşısında ise bu iki eğreti yakayı buluşturan bir kapı vardı. Şüphesiz bulunduğu odadaki berraklığı bozan tek renkti kendisi.

Görüntü zihnini öyle uyuşturmuştu ki kulaklarına ilişen sesi zar zor duydu.

"Ayağa kalk."

Kalın ve tok sesi işittiğinde boğukça öksürdü ve korku içinde ileri kaçtı. Başı hızla geriye atıldığında ise odada yalnız olmadığını anlamıştı. Karşısında saçlarından tenine, dudaklarında gözlerine kadar beyazlar içinde bir adam vardı. Mehir sanki daha az korkuyormuşçasına biraz daha korktu. Bu duygu ona yabancıydı.

"Ayağa kalk," dedi adam.

Mehir, ağzının içerisinin de beyaz olduğu kanaatine vardığı adamın sözlerine itaatsizlik etmeden çabucak ayaklandı. Kalbi deli gibi çarpıyor, bu lanet olası yerde ne halt yediğini düşünüyordu.

"Yaklaş."

Kaşlarını dehşetle kaldırdı Mehir. Bedeni ister istemez gerilemeye başlamıştı. Başını iki yana korku içerisinde sallıyordu.

"Yaklaş!"

Adamın gürleyişini duyduğunda yerinde sıçradı. Ellerini kulaklarına attı, gözlerini kapadı ve deli gibi bağırmaya başladı. "Lütfen beni öldürme! Lütfen beni öldürme! Ne istersen yaparım! Yalvarırım-"

Daha fazla konuşamadı. Çünkü dudakları yok olmuştu. Gözlerini dehşetle açan Mehir karşısındaki adam ile gözgöze geldi. Çenesi titriyor, soğuk soğuk terliyordu.

"Sen zaten ölüsün."

Mehir'in yüzüne tokat gibi çarpan bu kelimeler çılgın davranışlarını bir mıknatıs gibi çekip aldı. O gerçekten de ölmüştü. Burada ne zamandır bulunduğunu bilmiyordu lakin yaşanan her şey dün gibi aklındaydı.

"Şimdi yaklaş," diyen adamın sözlerini kendisinden beklenmeyen bir sakinlikle karşıladı ve ona doğru usulca yaklaştı. Her adımda ayrıntıları daha fazla gözüne çarpan tuhaf adamın ne kadar korkunç göründüğüne tanık olmuştu. Cinsiyeti olmayan çıplak bir insan figürünü andırıyordu. Sesini duymasa onun bir erkek olmadığını bile düşünebilirdi.

Gözlerine odaklanan adama dikkatle baktığı sırada, zihninden bir film şeridi geçercesine adamı, yaşadıklarını ve tanık olduğu onca ölümü düşündü. Fakat adamın parmakları havalanıp şakaklarına değdiği anda her şey son buldu, görüntüler zihninden siliniverdi.

Dudaklarındaki bağ çözülüvermiş, yaşanan onca trajik olay sonrası kötümseyen bedeni normale dönmüştü. Sarhoş olmuş gibi bir uyuşukluk hâkimdi vücudunda.

"Otur," diyerek dudaklarını aralayan adamın sözlerini bu kez ikiletmedi ve gözüne ilk çarpan şeye, yatağa oturdu.

Konuşmak istiyordu fakat üzerindeki sersemlik buna engel oluyordu. Bu yüzden karşısında duran adamın söyleyeceği şeyleri dinlemeye koyuldu.

"İnsanlar –ölür, Bayan Albay. Fikirler de, fikirlerin yol açtığı hatalar da, onlara yataklık eden kötülük de ölür. Ölüm-"

Bakışlarını Mehir'den çekmeden yana doğru döndü.

"Ölüm yalnızca canlılara mahsus değildir elbette. Canlılığın bir parçası olan her şey bir gün ölür-"

Sözlerini hızlı ve devamı olacakmış gibi bitiren adamın dediği hiçbir şeyi anlamamıştı Mehir. Ancak konuşmaya mecali yoktu.

"Derisini değiştiremeyen yılanlar ölmeye mahkûmdur, Bayan Albay. Tıpkı kardeşleriniz olan diğer iki kişilik gibi, tıpkı Dünya'nın iflah olmaz inancı gibi, tıpkı- Tıpkı ölümünüz gibi."

Mehir adama bakmadı bile.

"Bugün size Mehir Alkım'ın hayatından değil, sahibi olduğunuz bedenin –Bei Ji Wei'nin hayatından bahsedeceğim. Bu uykunun gerçek sahibinin-"

İşte şimdi konu Mehir'in dikkatini çekmişti.

"Bayan Wei, normal bir çocukluk geçirmişti. Hatta normalin de ötesinde bir gençliği vardı. Fakat bir gün, henüz on yedi yaşındaki iken bir ruh tarafından ele geçirildi. Sonra ise paranormal olaylar yaşayan bir akıl hastasına dönüştü. Başta olaylar basit bir korku filmine benzese de işler vakit geçtikçe çığırından çıktı. Kimse onu insanların akıl sağlığını yok etme potansiyeli olan bir canavar olarak görmemişti. Kimse onun dünyanın sonunu getireceğini düşünememişti. Çünkü kimse ona inanmıyordu-"

Adam tekrardan arkasına döndü ve az önce birer eşyadan ibaret olan makinenin önüne geçti.

"Bir gün, birisi ona inandı. Onun adı, Doktor Asperatus'tu-"

Arkasındaki kızın nefesini tuttuğunu hisseden adam onu umursamadan devam etti.

"Başta amacı yalnızca kızı iyileştirmek olan bu doktorun amacı gün geçtikçe bütün Dünya'ya bulaştı. Ve kendisine şunu dedi: Neden daha fazlası olmasın?"

Mehir bir şey diyecek gibi olsa da demedi.

"Aç gözlülük- Evet- Onun pençesine düşmüştü-" Derin bir nefes aldı adam. "İnsanlara yardım ettiğini düşünüyordu. Fakat aklında ise hep daha fazla insanı tedavi etmek vardı. Bu yüzden, geliştirdiği tedaviyi yıllarca kızın üzerinde uygulamadı. Onun içindeki ruhu bile unutmuştu. Onu da diğer hastalar ile eşdeğer görüyordu. Ve yıllar geçti. Wei'nin içindeki ruh çılgına dönmeye, kızın ruhunu da tıpkı diğer insanların ruhu gibi bölmeye başladı. Bir değil, iki değil, tamı tamına üç kişiydi Wei. Dünya ırkı da tıpkı kız gibi delirdi."

Mehir'in içinden kıza karşı bir acıma duygusu geçtiyse de bunu belli etmedi.

"Sonra Asperatus'un oluşturduğu ekibe yeni bir doktor atandı. Doktor Andreas-"

Bu adı Heraphia yok olurken görmüştü Mehir. Demek her şeyin başında o vardı.

"Bei Ji Wei Asperatus'a olan güvensizliğini o adam ile kırdı. Amaçları kızın içerisindeki canavarı -yeşil ruhu- ölülerin dünyasına ulaştırmaktı. Doktor Andreas defalarca kez bu konuyu Asperatus ile konuştu. Fakat Asperatus onlara inanmamayı tercih etti. Çizgi ötesine yaptıkları geçiş, bir ruhu oraya bırakmaya yetmezdi. Nitekim iki taraf da büyük bir yanılgıya uğradı. Ruh çizgi ötesine geçti geçmesine lakin yeni yaratılan kişiliği terk etmedi. Sizi terk etmedi."

Nihayet dudaklarını aralayabildi Mehir.

"Mary- O- Aslında yeşil ruh o muydu?"

Adam onu duymazlıktan gelircesine "Asperatus'un kurgusunda Mary adında bir karakter yoktu," dedi. "Fantastik bir evren yarattığı doğruydu lakin bu kurgu da paranormal olaylara ya da korkuya yer yoktu. İşler ne zaman yolunda gitmese yeşil ruhu durdurmak için Asperatus kurguyu değiştiriyordu. Dünya mahvolurken bile Asperatus yarattığı evrenin yok olmaması için savaş veriyordu."

Sonra adam durdu. Yaptığı iş de durmuştu. İçeriye bir matem havası çökmüştü sanki.

"Ölümle anlaşırsanız Bayan Alkım, getireceği sonuçları da kabul etmek zorunda kalırsınız- Bayan Wei, ölümle anlaşmıştı. Doğru sandığımız yanlışlar- Bunu hem Asperatus'tan hem de Andreas'tan gizlemişti. Sonucu ise korkunç oldu. Çizgi ötesine geçen yeşil ruh, hem tedaviyi hem de insanları yok etti. Tedaviyi gören tüm insanlar, sağlıklı insanların kanı ile beslenen şeytani birer canavara dönüştü. Bayan Wei'nin yaptığı anlaşma hasta ve kişiliksiz bedenleri şeytani ruhlara teslim etti."

"Bu korkunç-" demekten kendini alamadı Mehir.

"Bayan Wei, içindeki kötü ruh yüzünden yok olacağından öyle çok emindi ki, ruhunu şeytana satmada tereddüt bile etmedi. Sonra ise- Asperatus'un yarattığı evrenle birlikte yok oldunuz. Bayan Wei yeşil ruh, diğer hastalar ise şeytani ruhlar tarafından ele geçirildi. Arkadaş olarak bildiğiniz herkesin bedeni şu an başka ruhların içerisinde ve korkarım o bedenler artık arkadaşlarınıza ve size ait değil."

Hiçbir şey söylemedi Mehir. "İnsanlar-" diyebildi korkakça.

"Nüfusu tükenmek üzere olan insanlar- Onlar halen saklanmak için gündüzleri kullanıyor. Geceleri onlar için bir felaket. Çünkü kötü ruhun ev sahipliği yaptığı bedenler, güneşe rahatsız edecek kadar duyarlılar."

Aklına güneş ışığında yanan canlılar geldi Mehir'in. Nedensizce vampirleri hatırladı. Başkasına saçma gelebilecek bu düşünce, onu şaşırtmıyordu bile.

"Peki ya arkadaşlarım- Onlar da ölüler mi?"

Adam yine onu duymadı. Bu durum Mehir'in çakırkeyif bedenini germişti.

"Asperatus zeki bir adamdı. Yüzyılın mucidiydi. Başına gelecekleri kestiremese de her şey için önlem almıştı. Bu yüzden bir anahtar geliştirdi. Belki yaşananları geri alabilecek bir kudrete sahip değildi fakat yarattığı programlara beden kazandıracak kadar becerikliydi. Bilimin gücüne inanan, hırsları üzerine kurbanlar veren çatak bir profesör olarak anılması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Anahtarı kurguya ustaca yerleştirdi. Kurgusal karakterlerine can verecek olan anahtarı-"

Kaşlarını çattı Mehir. Yüzündeki her bir ifadeden onlarca düşünce kıvrımı geçiyordu. Kalbi nedensizce hızlanmış, dili kurumuştu.

"Anahtar kolyeydi Bayan Alkım. Kardeşiniz olarak bildiğiniz karakterde olan kolye, birinci anahtardı. Bu anahtarın adı uyarıcıydı. Sizi rüyalarınız ile birlikte bu dünyaya bağladı. Gördüğünüz rüyaların sebebi buydu. Diğer anahtar ise sizdeydi. Çığlıklar ve beraberindeki ölümler- Acı çeken siz değildiniz. Acıyı çeken içinizdeki kötü ruhtu. Çünkü kolye ölümün yaklaştığını değil, zamanın daraldığını haber veriyordu. Onun adı ise haberciydi- Bugün burada bulunmanızın asıl anahtarı sizdeki kolyeydi."

Mehir'in gözleri şüphe içerisinde kısıldı ancak bir şey söylemedi.

"Siz öldünüz- ama aynı zamanda yeniden dirildiniz de. Basit bir bilgisayar programı beden değil, bedenler kazandı. Çünkü ikinci anahtar, kurgunun kilidini yenidünyaya açtı."

Mehir şaşkınlıkla başını kendisine bakmayan adamın üzerine dikti ve "O –onlar yaşıyor mu?" dedi. Yutkundu. "Nolan- Yani Nte- Ya da- Ah- Her kimse. Arkadaşlarım da benim gibi mi?"

Bu kez adam ona döndü ve tam olarak gözlerinin içine baktı.

"Kafanızın karışması gerekiyordu. Tıpkı ilk anahtarın çalışmasının sonuçlarının kardeşinizin gerçekleri öğrenmesi olduğu gibi- Anahtar çalışmadan önce ve çalıştıktan sonra bazı sonuçlar üretir." Duraksadı adam. "Her şeyin aniden sonlanması, Gerçek Evren'in, Kurgusal Evren'i kaldıramamasından kaynaklıydı."

"Ama Asperatus da öldü-"

"Evet. O da yok oldu. Çünkü o da tıpkı diğerleri gibi uykunun bir parçasıydı. Lakin Asperatus, Doktor Andreas gibi uyumadı. Bir karakter yaratmış ve buna kendi adını vermiş olabilirdi fakat o kurguyu yöneten tek kişiydi. Onun ölmemesi gerektiğini biliyordunuz. Onun ölümünün, Gerçek Evren'deki ölümü olduğunu da-"

"Onlar mı öldürdü?"

"Kurguda ölen birisi yeniden dirilemez belki ama bir form kazanabilir. Onun avantajı, kendisini kurgulamış olmasıydı. Çünkü o aynı zamanda bir bilgisayar programı gibi çalışıyordu."

Bir süre konuşmadı adam. Sonra ise ilgilendiği makinelerden elini çekip tamamı ile Mehir'e döndü.

"İnsanoğlu Asperatus'un yaratmış olduğu her şeyden nefret etse de halen ona muhtaç. Kendilerini kurtaracakları günü umutsuzca bekliyorlar. Sizi bekliyorlar Bayan Albay."

Mehir'in uyuşmuş bedeni korku içerisinde gerildi.

"Beni mi? Neden? Ben kimseyi kurtaramam. En son bunu yapmaya çalıştığımda aptalca bir şey yapmış ve bir adamın hayatını kurtarmıştım. Bu ise benim sonum olmuştu. Bir daha mı- Asla-"

"Doktor Andreas'ın hayatını kurtarmıştınız. "

"Ne?"

"Bayan Wei'nin bedenindeki siz, Doktor Andreas'ın bedenindeki ise Oyuncu'ydu. Siz hem Gerçek Dünya'da hem de Kurgusal Dünya'da birbirinizin hayatını kurtarmaya çalıştınız. Bu basit bir aşk değildi. Bu bir dürtüydü. Kurgusal Dünya'nın, Gerçek Dünya'ya duyduğu açlıktı."

Mehir şimdi anlıyordu. Yaşanan her şeyin ne kadar hızlı geliştiği, Oyuncu'yu sevmediği halde ona yapmış olduğu fedakârlığı, Nolan'ın kız olduğunu düşünmesini ve daha onca saçmalığı- Tüm bunların yaşanmasına sebep olan şey anahtardı. Asperatus Evreni yok olacaktı ve kurgu son çırpınışlarını yaşıyordu. Aslında yaşanan birçok şeyin gerçekliği yoktu çünkü Asperatus o dakikalarda ölmüş ve kurgu kendini diriltmeye çalışıyordu. Bu yüzden birden fazla şeyi değiştirmeye çalışmış fakat eline yüzüne bulaştırmıştı.

"Peki, şimdi ne olacak? Bu-" etrafına bakındı. "-odadan çıkabilecek miyim?"

"Bu odadan çıktığınız an karşılaşacağınız şeyin garantisini size veremem. Zira Dünya'mız korkunç bir yer. Ancak evet –Evet, bu odadan çıkacaksınız. Arkadaşlarınız da öyle. Kurguya dâhil olan her kişilik de tıpkı sizin gibi çıkacak. Lakin çıktığınız an-" Aynı soğuk bakışlarla baktı kıza. "Kendinizi görmeyi kaldırabilecek misiniz bilemiyorum."

"Anlamıyorum-"

"Şu an sahip olmanız gereken bedenleri kötü ruhların ele geçirdiğinin ne kadar farkında iseniz, onların da siz olduğunun farkında olmanız gerektiğinden söz ediyorum. O bedenler tıpatıp size benziyor. Kurgusal Dünya'da kişilikleriniz aynı kalabilir ama bedenleriniz olmanız gereken forma yeniden bürünür. Siz her zaman tanıdığınız Mehir Alkım değilsiniz. Siz Bei Ji Wei'siniz ve bedeniniz bir canavar -bunca yıl yardım ve yataklıkta bulunduğunuz kötü bir ruh- tarafından ele geçirildi. Bunu aklınızdan çıkarmayın."

Mehir derin bir nefes aldı. Yeni bir bedene alışmak –gerçek bedenine alışmak zor değildi. Zor olan dışarıdaki dünya ile nasıl baş edeceğiydi. Buna henüz hazır olduğunu düşünmüyordu. O kötü ruhun ona kattığı güçleri de yoktu. Savunmasız insanın tekiydi.

"Yanılıyorsunuz-" dedi adam sanki onun zihnini okuyor gibi. "Asperatus bir bilim adamıydı ve yarattığı karakterlere mahsus özel güçler vermişti. Hiçbiriniz sıradan değildiniz."

"Yani demek istiyorsunuz ki, yeşil ruhun bana kattıkları dışındaki her bir özelliğim aynen olduğu gibi duruyor."

"Evet-"

"Bu durumda avantajlı olan yalnızca Herephia'lılar-"

"Özel güç her şey demek değildir Bayan Alkım." Adamın sesi donuktu. "Asperatus kimisini iyi bir savaşçı, kimisini iyi bir gözlemci, kimisini ise tehlikenin kokusunu kilometrelerce uzaktan alabilen kurnaz bir karakter olarak yarattı." Bembeyaz gözleri Mehir'in tedirgin gözlerini buldu sonra. "İnsanoğlunu küçümsememelisiniz."

Yine de, diyerek düşündü Mehir. O canavarlara karşı ne gibi bir şansları vardı ki?

"Biz-" Nefes aldı. "-yani kurgusal karakterler bile kendi içimizde savaş halinde iken, dışarıdaki dünyayı nasıl koruyacağız? Bunu neden yapmak isteyelim ki?"

"Bu yüzden-" dedi adam.

Arkasındaki makineden geldiğini düşündüğü bir ses tüm odada yankılandı. Ardından ışıklar söndü ve odaya mor bir ışık nüfuz etti. Az önceki bembeyaz odanın her bir köşesinde şimdi resimleri vardı. Yaşadığı vakit boyunca bulunduğu yerlerin kareleriydi buralar. Sesler birbirine karışmıştı. Sonra kareler bir anda kararmaya başladı. Sesler cızırdadı ve pürüzleşti. Bedenler ağır bir çekimde kaybolurken yerini büyük bir karanlık kapladı.

Mehir bakışları ile adamı aramaya koyuluyordu ki ışıklar yeniden açıldı ve beyazlık yerini buldu.

"Bedeniniz yoksa-" Acımasızca devam etti. "-siz de yoksunuz."

"Ama az önce var olabileceğimizi söylediniz- Anlamıyorum- Eğer bir hiçsek nasıl nefes alıyoruz – Tanrım bilmece gibi konuşmayı kesin! Kafamı karıştırmak dışında yaptığınız bir şey yok-"

"Anlaşma-" dedi adam. "Sizinle bir anlaşma yapacağız."

"Ne gibi?"

"Bu odadan çıkmanızın tek bir şartı var. O da onlarla savaşmanız."

Mehir düşünceli gözlerle adama baktı. Bir bedeni yoksa o da yoktu. Bunu kabulleniyordu zaten. Eğer Asperatus Gerçek Dünya ile Kurgusal Dünya'yı birleştirdi ise bunu da amaçsız yapmazdı. Mutlaka bir gayesi olmalıydı. Görünen o ki, gayesi de kendi yaptığı hatayı yarattığı karakterlerin temizlemesiydi.

"Pekâlâ," dedi Mehir. "Kabul ediyorum." Hala tedirgindi. Yorgun bir nefes koyuverdi. "Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama bir şekilde onunla baş edeceğim."

Adamın yüzündeki hiçbir mimik oynamadı.

"Anahtar size yol gösterecektir," dediğinde Mehir'in parmakları istemsizce kolyesine gitmişti. Hiçbir şey söylemedi. Yalnızca adama bakıyordu. Adamsa devam etti.

"Birinden kaçmak istediğinizde ona dokunun- Sonra ise gideceğiniz yeri düşleyin-"

"Siz-" Dudaklarını yaladı ve boğazını temizledi. Dakikalar önce sorması gereken şeyi şimdi soruyor olması ne kadar da ironikti. "Siz kimsiniz ve ben şu an neredeyim?"

Adam bakışlarını ondan çekmedi.

"Şu an çizgi ötesindesiniz Bayan Albay-"

"Yani –şey daha karanlık olmasını bekliyordum."

"Kurgusal Dünya'nın çizgi ötesindeyiz."

"Anlıyorum- Im –Kim olduğunuzu söylemediniz?"

Mimikleri oynamayan adamın dudaklarında bir kıpırdanma görür gibi hisseden Mehir, bunun aklının bir hayal ürünü olduğunu düşünüp umursamadı.

"Gerçek Dünya'da ölen, fakat Kurgusal Dünya sayesinde hayatta kalabilen yaşlı bir adamım."

"Siz-"

"Ben Asperatus'um, Mehir Alkım. Her koşulda yanınızda olmaya çalışacağım. Ve- Sizi son kez uyarıyorum. Onları öldüremezsiniz. Ruhlarını yok etmeye çalışın. Bunu yaptığınız anda gerçek ruh sahibine geri dönecektir. Şimdi arkadaşlarınızın yanına dönebilirsiniz."

Mehir şaşkınlık içerisinde konuşmaya çalışıyordu ki adam son kez dudaklarını araladı ve onu böldü.

"Kurgu Dünyası ile Gerçek Dünya'nın birleştiğini aklınızdan çıkarmayın ve yaşayacağınız her şeye hazırlıklı olun."

Bir an da etraf şeffaflaştı ve karşısındaki adam da tıpkı çevresindeki diğer her şey gibi yok oldu. Dakikalar evvel ki düşüş sahnesini yaşarken yine aynı acı ile kıvranıyordu.

Asperatus'u görmüştü. Geri kazanabilecek bir bedeni olmayan, bu yüzden beyaz bir vücut şeklinde olan adamı. Kendisini uyarmasının sebebi de buydu. Bedeni olmazsa o da tıpkı Asperatus gibi görünecekti.

Her şey öyle bir netlik kazanıyordu ki zihninde, ne üzerine vuran yakıcı öğle ışığını ne de ona gölge olan arkadaşlarını fark edebilmişti. Tarif kazanan her şey yüzünde delici bir gülümsemeye yol açıyordu. Neyse ki, kim olduğunu bilmediği birisi koluna dokunduğunda kendine gelebildi ve aynı saniyeler içerisinde geriye kaçtı.

"Hey, hey-" Bu sarı saçlı bir kızdı. "Sakin ol- Benim, Doris-"

Mehir gözlerinin neden dolduğunu bilmediği bir şekilde hızla Doris'i kucakladı.

"Tanrım- Doris sensin- Ben öldüğünüzü gördüm- Hepimiz ölmüştük- Sonra bir anda buradayız- Ah, Tanrım-"

Sonra herkes yeniden birbirleri ile tanışıyorlarmışçasına – ki öyleydi, kucaklaştı. Görüntüleri şaşılacak kadar farklı değildi. Ardından içinde bulundukları durumu değerlendirdiler. Nerede ise bütün ekip tamdı. Hatta kendilerinin karşıtı olan onlarca kişi vardı. Azımsanamayacak kadar fazlaydılar. Birkaç kişi haricinde -neyse ki onlarla fazla muhatap değillerdi- herkes buradaydı. Görünen o ki, gruba görevleri hakkında bilgi verilmişti.

O gün, gün ağarıncaya kadar kalacakları yeri hazırladılar. İki katlı evin her köşesini çelikle, tahtayla ve demirle – bulabilecekleri her şeyle ördüler. Onların girmesine sebep olacak her deliği kapattılar. Sayıları seksene yakın grubun karşısına kaç kişi çıkacaklarını bilmiyorlardı ama hazırlıklı olmak için ellerinden gelenin fazlasını yaptılar. Güneş çekilip karanlık çöktüğünde ise evin avlusunda, pencereler ve duvarlardan uzak bir şekilde, ellerinde silahları ile beklemeye koyuldular.

O gün, ertesi gün ve daha sonraki gün- Nerede ise koca bir iki hafta, kandan uzak olan grubu kimse rahatsız etmedi. Lakin ikinci haftanın sonunda hazır oldukları gürültü onları da buldu. Varlıklarını hissedecekleri güne, her saat her dakika hazırdılar.

Zaman sonra dışarıda bekledikleri gürültü kopmaya başladı. Montreal'in sanatla harmanlanmış sokaklarında vahşi ve keyifli kahkahalar kopuyordu. Yaklaşan sesler en nihayetinde bulundukları evi buldu. Çevresinde geziniyor olmalılar diye düşündüler.

"PAT!"

Çığlığını küçük elleri ile gizlemeye çalışan Doris, kendini pencereden geriye çekerek Ceyhun'un koluna girdi. Elindeki sopa titriyordu. Neyse ki pencerenin ardındaki şey ondan uzaklaşmıştı.

"Neden dışarı çıkmıyorsun küçük şey?"

Doris'in gözleri, kendisinin tıpatıp aynı olan sesle dehşetle açılırken Ceyhun, Doris'in kulağına şefkatle fısıldadı. "Shht- Seni kışkırtmaya çalışıyor. Sakin ol-" Ardından genç kızın dudağına küçük bir öpücük bıraktı.

Savaş, tıpkı diğerleri gibi onları da yakınlaştırmıştı.

"Hadi ama-" Ceyhun kızı kendine biraz daha çekti. "Böyle hiç eğlencesi yok." Doris artık daha çok titriyordu. "KORKAK!" Diyerek haykıran sesle gözleri baygınlaşan kız kendini zor toparladı.

Karşısındaki Mavris'in ordusu değildi. Onlar kendi bedenleri içerisindeki şeytani ruhlardı. Üstelik Mavris bile onların yanında iken tüm bunlarla baş edemiyorsa, kendisinin onlara karşı fevkalade cesur olması gülünç olurdu.

Nolan ise çatı katında Kira ile birlikte bekliyordu. Arada bir kıza bakıyor, her hangi bir tehlikeye karşı tetikte duruyordu.

Ian'ın, Arden'i yem olarak yeşil ruha teslim etmesinden sonra Kira yıkılmıştı. Mehir ise bu durumu hazmedememiş ve Ian'ı Kira'ya gerek kalmadan öldürmüştü. Oyuncu, abisi deliye döndüyse de Mehir durmamıştı. Nolan, Mehir'in Oyuncu'ya karşı hep bir şeyler hissettiğinin farkındaydı. Lakin gururuna bir türlü yediremiyordu bunu. Bu durum Nolan ile Kira'yı nedensiz bir şekilde birbirlerine yakınlaştırmıştı. İkisi de itiraf etmekte güçlük çekiyordu ama birbirlerine olan bakışları durumlarını ele veriyordu.

Öte yandan kaçınılmaz olan Poyraz ve Hannah aşkı halen yerinde sayıyordu çünkü Hannah iflah olmaz bir savaş kadınıydı ve bulundukları durumda aşkı düşünemeyeceğini söyleyerek Poyraz'ı sürekli reddediyordu. Tıpkı Melaine ve Duygusuz ikilisi gibi. Birbirleri ile küsüşüp durmaktan başka yaptıkları hiçbir şey yoktu.

Pencere ve duvar kenarındaki herkes, en az Doris kadar şaşkına dönerken kapının yanındaki Oyuncu ve Mehir için durumlar daha farklıydı. İkisi de haftalar önce, yaşananları aşmıştı. Aralarında diğerlerinin düşüncelerinin aksine hiçbir şey yoktu. Tamamen kendilerini, bedenlerini ele geçirmeye kaptırmışlardı. Geçmişin izleri zaman zaman onları yoklasa da, şu an için bunun uygun olmadığının farkındaydılar. Öncelikli olan görevleriydi ve şimdi iki yakın dosttan öte bir şey olamazdılar.

"Sizce onunla baş edebilir miyim?" dedi Mehir.

"Daha önce yaptın," diyen İsimsiz oldu. Hemen arkasında duruyordu. "Neden şimdi yapamayasın?"

"Evet. En son hatırladığımda beni öldürmüştü."

Oyuncu, Amanda ve Mavris'e döndü. "Beni de, seni de ve-" Çevreyi işaret etti. "Diğerlerini de-"

"Çok komik-" diyen Duygusuz oldu.

"NEDEN KONUŞMAYI KESİP DIŞARI ÇIKMIYORSUNUZ!"

Mehir ve arkasındaki birkaç kişi korku içerisinde sıçrarken Oyuncu içgüdüsel olarak Mehir'in elini tuttu. Konuşan kişi Mehir'in ta kendisiydi. Kapının ardında onları bekliyordu.

"Mary..." diyerek fısıldadı İsimsiz.

Mehir gözleri kapıda, donuk bakışlarla karşı çıktı. "Hayır. O, yeşil ruh-"

Kötü ruh ona şen bir kahkaha bahşetti.

"Ta kendileri tatlım! Hasar listesini en aza indirmek için kapıyı açmaya ne dersin?"

Mehir'in gözlerinden akan nefret, bir ok olup yeşil ruha saplandı sanki.

"Seni ben öldüreceğim yılan."

"Ah- Bu kötü bir açılış oldu. Neyse- En azından bütün sevecenliğimi kullandım-"

Neşe dolu kahkaha son buldu. Ardından diğer sesler ürkütücü bir hızda kesildi. Etrafta bir korku dalgası gezinmeye başladı. Gerilim kokan hava karanlığın arasında dolaşıyordu.

Mehir ve Oyuncu elele olacakları beklerken kapıya bir kez güçlü bir şekilde vuruldu. Bu herkesi korkutmaya yetmişti.

Ve ardından az önceki sevimli sesin yerini dehşet dolu bir ses kapladı.

"CEHENNEMİN OLACAĞIM! SEVGİLİ KENDİM!"

Kapıya bir kez vuruldu, iki kez vuruldu, üç kez vuruldu. Her vuruşta geri kaçıyorlardı ki çatıdan bir çığlık koptu. Mehir korku dolu gözleri önce çatıya ardından kapıya giderken tüylerini diken diken eden bir son vuruşla kapı yerle bir oldu.

Ay ışığının aydınlattığı beden netleşirken Mehir karşısındaki şeye dehşetle baktı. İnce bedeni, uzun boyu, kumral saçları ve beyaz teni ile bu kendisiydi. Saçları yüzünü kapatan yeşil ruh başını usulca kaldırdı ve yüzündeki şeytani gülümseme ile kırmızı gözlerini ona dikti. Bir delinin bakışları hâkimdi ifadesinde. Arkasında duran kişiler de gecenin karanlığında en az kendisi kadar korkunçtu.

"Merhaba Wei," dedi ruh. "Ben de Bei Ji Wei!"

Korkunç kahkahası evi doldururken anlık ruh hali değişimi ile yüzündeki gülüş silindi. Ardından tiksinti dolu bakışları eşliğinde, arkasındaki kalabalığa haykırdı.

"GEBERTİN!"

Her şey hızla gelişirken, tam o anda Mehir, aklına düşen şeyle kolyesini tuttu ve bir eli Oyuncu'nun elleri arasındayken gözlerini kapadı. Yeşil ruhun şaşkın saniyeleri esnasında da anahtarı çalıştırdı.

Nereye gittiklerinden emin olmadan kurduğu "Yakalayabilirsen öldür-"sözleri ise son sözleri olmuştu.

SON


l u m o s !

Açıkçası umut vermek istemesem de, bu kitabın da ucunu açık bırakma istediğim tamamı ile devamının gelmesini arzulamamdan kaynaklıdır. Lakin bir takım özel sebeplerden dolayı ne yazık ki fırsat bulabileceğimi düşünemiyorum. Bu sebeple, aslında ikinci kitabın başını oluşturan bölümü de buraya ekledim. Amacım gelecek hakkında da bilgi sahibi olmanız ve kafanızda gelecek hakkında soru işaretleri bırakmamak.

Beni devamını yazmak konusunda yüreklendirmeniz bile unutamayacağım bir şeydi. Gönül ister ki, en başından kimsenin etkisine mazur kalmadan yazayım hikayeyi. Fakat ben kolay şeyler yaşamadım. Şu an bu kitabı tamamen bitirebilme cesaretini kazandıysam, bu da sizin sayenizde.

Elimden geldiğince sorularınıza cevap verdim ve en iyi finali yapmaya çalıştım. Karakterlerin hayatlarındaki değişime bile istemeden değindim ki siz bunun üzerine de teoriler üreterek kendinizi yemeyin. :)

Umut ediyorum ki kurguyu beğendiniz. 

Bu vakte kadar yanımda olan herkese sonsuz teşekkürler diliyorum. Sağlıcakla kalın.

Bir gün ikinci hikayede görüşmek dileğiyle...

n o x !

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro