Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

❄ 6. BÖLÜM ❄

Mehir, karanlığın arasından sür'atle uzaklaşan lacivert, üzeri altın işlemelerle kaplı hızlı trene bakmak yerine başını gökyüzüne çevirdi. Yaşadığı çorak topraklardan farkı yoktu. Koyu ve ağır duman halkası, tuhaf şekiller çizerek dalgalanıyor, genzini yakıyordu. Saçlarını savuran sıcak havaya rağmen nefes almaya çalıştı ve tozdan dolayı buğulanan gözlerine kolunu kapatarak derin derin soludu. Lakin kulaklarındaki kasıntı bir türlü uzaklaşmıyordu.

Gözlerini yukarı çevirdi yeniden.

İşte o an ömrü boyunca karşılaşmadığı devasa yaratıkları gördü. Mavinin, kızılın ve gümüş renginin hakim olduğu kanatları ile göğü arşınlıyorlardı. Attığı korkunç çığlıklarla birlikte bir köpeğin sivri çenesini andıran ağızları kocaman açılıyor, sivri dişleri özgürlüğe kavuşuyordu. Gözleri altın rengindeydi. Kimininki beyaz, kimininki ise kırmızı ve yeşil arasında gidiyordu. 

Gözleri az ileriye kaydı Mehir'in. Kuş olarak nitelendirdiği bu hayvanlardan uzakta, yalnız uçan bir kuş daha vardı. Tıpkı diğerleri gibi yeri göğü inleten çığlıklar atıyor, birilerine haber verir gibi geriliyordu. Kantları tarif edilemeyecek kadar büyük ve sivriydi. Her bir kanadında sivri bir buz parçası barındırıyordu sanki. Çırptığı zaman, geniz yakan kumları gökyüzüne savuruyordu. Gözleri diğerlerinden farklıydı. Kahve ile sarının karışımı olan bakışları sürekli yer değiştiriyordu.

Göz göze geldiler.

Mehir'in meraklı ifadesi buz kesti. Nefesi daraldı. Öyle keskin bakıyordu ki yutkunamadı. Ne gözlerini alabildi ondan ne de bakmayı sürdürebildi. Bir ikilemin arasında kalakaldı. Kuş ağzını açtı. Mehir ise onun gözlerine. Ve bir çığlık sesi duyuldu gökyüzünde. Kendisine bakan ela gözlerin bakışları yenilgiye uğrayarak geri çekildi. Kuş, diğer kuşların arasına karışarak izini kaybettirdi. 

Yüreğindeki can yakıcı kavranış ile ayıldı Mehir. Bakışlarını, yüzündeki tuhaf ifade ile diğerlerine çevirdi. Arden kendisine baktığını fark ettiğinde onu umursamadı. İki adım daha atarak kapıya ulaştı.

Karşısında, sınır kapısı olarak adlandırdığı  devasa bir anıt vardı. Tıpkı katedralleri andıran sivri uçları gökyüzüne doğru uzanıyor, bulutların arasında kayboluyordu. Koyu kahveydi. Gotik mimarinin izlerini taşıyan, tuhaf figürlerle dolu altından bir yapı gibiydi. İşlemeleri göz alıcıydı. İki sivri yapının arasında kalan duvarda az önce gördüğü kuşların ağızlarına benzer garip bir figür vardı. Fotoğraflarda gördüğü Venedik Karnavalları'nı anımsatmıştı ona. Veba salgının izlerini taşıyan maskeler gibi. Hastalıklı bir detay çizilmişti kapıya. 

Kendi gruplarındaki diğer on bir kişi de geniş ve gökyüzüne doğru uzanan anıtsal kapının önünde beklerken diğer gruplarla göz teması kurmak gibi bir çabası yoktu Mehir'in. Zaten her kafadan çıkan başı boş gürültüler de buna oldukça yardımcı oluyordu.

Devasa kapının önünde destelerce dizilmiş toplam otuz grup vardı ve hepsinin gözü de, istisnalar hariç, kapının ardındaki teknokentteydi. Arkalarındaki kurak bölgenin aksine bu kapı onlara yeni bir hayatı bahşediyordu. Kaderlerini kendileri yazacaktı. Ya başarıp bu sefil hayattan kurtulacaklardı ya da... Sefil hayata son nefeslerinde muhtaç olarak öleceklerdi. Bazen mutluluğu parada aramak yerine sevdiklerine bakmalıydı insan. İnsan...

Konuşulan farklı diller Mehir'in kafasını karıştırsa da pek üzerilerinde durmadı ve kendisine tek kelime etmeden kapıyı belirsiz bir şifreyle açan güvenliğe gözlerini dikti. Yüzü maskeli adam çabuk hareketlerle kapıdaki kilidi çözmüş ve elinden ne zaman çıkardığı belli olmayan ışık haznesini kapıya yöneltmişti. Adam orada işini halletmeye koyulurken birden kapı gıcırdayarak açılmaya başladı. 

Şaşkınlığını daha fazla gizleyemeyen Esra konuştu, içeri girmeden önce.

"Bu kuşlarda neyin nesi?" 

Kısa kakülleri, ela gözlerini ve şüphe içerisinde havalanan kaşlarını gölgeledi. Rüzgar saçlarını usulca savurdu. Kollarını birbirine bağladı Esra. Korkunç görünmeye çalışsa da küçük bir kızdan farksızdı görüntüsü.

Kapıyı açan adam içeri girmeden önce maskesinin altından sırıttı. Derin bir nefes alarak arkasını döndü. Çelikten yapılmış maskesine uzandı eli ve usulca kaydırdı. Yüzündeki yaralar ağır ağır ortaya çıktı. Ağzı, burnu, gözleri... her yeri kan içindeydi. Parçalanmış et parçalarından birkaçı yere düşecek gibiydi. Ölmüş ve çürümeye yüz tutmuş bir adamdı bu.

Onu gören gençlerden üçü kustu. Arkadaşlarının tutumundan ibret alan diğerleri bakmaya cesaret edemedi. Birkaç kişi başını eğdi. Homurdandı. Kötü söylemlerde bulundu. 

Adam yine sırıttı. Boğazında günlerdir hüküm süren hırıltı ile öksürdü ve ayakkabısının dibine kan tükürdü. Kırık dişlerinin altından konuşmaya başladığında az evvelki üç kişiye dört kişi daha eşlik etmişti.

"Asperatus bekçilerinin nefesinde cayır cayır yanmak istemiyorsanız ne yaşarsanız yaşayın asla kaçmayı denemeyin."

Gençlerin gözleri dehşet içinde büyüdü. Nefeslerini tuttular. O sırada kapı çoktan açılmış ve içeri neredeyse koşuşmaya başlamışlardı.

Kendilerine yönelen koyu yeşil devasa bir kuşun çığlıklarını duyarak gözleri büyüdü Arden'in. Kuş ağzındaki mavi alevlerle onlara doğru yaklaşıyordu. Attığı çığlıklar kalbinde yankı yapmış, yüreği korku ile dolmuştu. Ne zaman yanına ulaştığını anlamadığı Mehir'i hızla içeri çekiştirerek derin bir nefes aldı ve etrafını incelemeyi akıl etmeden daha yeni tanıdığı kızı paylamaya başladı.

"Ona yem olmak mı istiyorsun? Aklından ne geçiyor senin?"

Sesindeki sitem etraftakilerin dikkatini çekse de Mehir pek de aldırmış görünmüyordu. Genç kızın sağ kolunu tutan ellerini fark etti. Bir buzdan daha soğuk olan bakışlar kendisine nefretle bakıyordu. Yutkundu. Karşısındaki kızın gözlerinde yakaladığı karartı ile bir süre donakaldı. Ardından gözlerini kapayarak başını salladı. Nefes aldı. Hayal gördüğünü düşünüp kendini avuttu.

Ah. Hayır. Heyecandan aklı karışmış olmalıydı.

Saçmaladığını fark ederek kendi kendine gülümsedi Arden. Başını kaldırmayı akıl edip çevresine ela gözlerini dikti ve o an yüzündeki gülümseme yerini derin bir karanlığa bıraktı. 

Burası teknoloji şehri değil miydi? Hani şu korktukları yüce Asperatus! O halde bir savaş alanını andıran bu alanda neyin nesiydi? Etraftaki yaralı insanlar, tanklar, belli belirsiz hasır rengi çadırlar ve taş duvardan örülmüş geniş binalar, kanlı bir harekatın izlerini anımsatan derin çukurlar, asker kadar resmi kıyafetlerin içine girmiş garip insanlar...

Burası, 28. Bölge'den de berbattı. Oysa onlara anlatılan o büyüleyici şehir bambaşkaydı. Devasa binalar, binaların arasından geçen yüksek yollar, hızlı trenler, alışveriş merkezleri... Neredeydi tüm bunlar? Anlatılanların hepsi bir oyun muydu? Arkadaşlarına çevirdi, korku ile başını. Onlarda en az kendisi kadar şaşkındı. Böyle bir şeyi beklemedikleri aşikardı. Kimisi etrafına, gelecekteki kötü anıların sessiz tınılarını hücrelerinde hissederek bakıyor, kimisi ise bardaktan boşalırcasına terliyordu?

Nereye düşmüşlerdi böyle?

Genç kurbanların bakışları önlerinde duran yanık yüzlü adama kayarken yavaşça çekilen bir kılıç sesi duyuldu. Ses adamın hemen arkasından geliyordu. Çürük yüzlü maskeli adamın kopyasını andıran bir başka adam arkasında belirdi ve gözünü bile kırpmadan gençlerin önünde elindeki kılıcı havaya kaldırarak karşısındaki adamın kellesini uçurdu. Başı bedeninden ayrılan adam elleri üzerinde yere düşerken kanlar çoktan kuru toprağı hedef almıştı. O sırada genç kızlardan birkaçı çığlıklarını nemsiz havaya koyverdi. Titreyen elleri dudaklarında şoka girenler de çoğunluktaydı.

Bir çığlık daha koptu kızların arasından. O ölmemişti.

Başından kan damlayan adam toprak zeminde emekleyerek ayrılan başını buldu ve yavaşça elleri arasına aldı. Arden ve Ceyhun bir sonraki hamleyi boğazlarındaki yumru ile beklerken adamın ölmemesine mi yoksa başını elleri arasına almasına mı şaşırmışlardı, bilemiyorlardı.

Adam başını, gözlerinden damlayan gri sıvıya aldırmadan bedeninin üstüne koydu ve çürükler halinde birleşmeye başlayan etiyle arkasındaki ikizine döndü. 

"Hey, Klamenten! Onları korkuttun kardeşim!" 

Adam boynundan süzülen koyu kanları cebinden çıkardığı peçete ile silerken, Klamenten kırık dişleri arasından derin bir kahkaha attı ve kendine aval aval bakan yeni kurbanlara doğru gözlerindeki sinsi ifade ile konuşmaya başladı. Dudaklarından dökülen kelimeler inci tanesinde minik zehirlerdi şüphesiz.

"Cehenneminize hoş geldiniz, insanlar!"

Karşılarındaki adamların insan olmadığını yeni yeni fark eden eden gençler şaşkınlıklarını ve onun getirisi korkularını daha içlerinde paylayamadan pis ve kurak alanda ilerleyerek büyük ve oldukça geniş, taş duvardan yapılmış bir binanın içine girdiler. Hepsinin gözlerindeki korku şimdilerde yeni bir duyguya yelken açıyordu. Merak! Gözlerinden atamadıkları nidayı yüzlerine yansıtmışlar ve bir ayna misali çevresini ışıtıyorlardı. Her ne kadar pis ve fakir olsalar da burada berrak bir suyu andırdıkları tartışılmaz bir gerçekti.

Bulundukları yerde, içerinin doluluğu ile sesleri yankı yapmazken bütün dikkatlerini etraflarındaki silahlara çevirdiler. Asker yeşili ve hasır rengi kıyafetli insanlar, gerçi insan olduklarından da şüpheliydiler, bir karınca misali oradan oraya hareket ediyor, beyaz önlüklü, doktoru anımsatan canlılar ve oldukça resmi görünen birkaç takım elbiseli adamla burası ciddi anlamda bela kokuyordu. Kapının önünde duran tanklar da bunun en büyük kanıtıydı zaten.

Binanın içerisinde yankılanan el çırpma sesi ile gözlerine düşen bunaltıcı ışığı es geçmeye çalışarak başlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Karşılarında az önceki adamlara benzer bir kadın duruyordu. Yüzünün dörtte ikisi yanmış ve geri kalanı porseleni andıran bir maske ile kamufle edilmişti. Siyah, dağınık, uzun saçları belinde bitiyordu ve giydiği saman rengi kıyafetler onu bir savaşçı gibi gösteriyordu. Yanık yüzlerden ve garip kıyafetlerden anladıkları bir şey varsa ya doğuştandı ya da burada hiç de güzel günler geçirmemişti.

Kadın, mor dudaklarını aralayıp konuşmaya başladığında bir müddet kadının suratına bakakaldılar. Bu bakış siyah saçlı kadın susana kadar da devam etti. Çünkü konuştuğu dili kendileri gibi hiç kimse anlayamamıştı. Konuşması bittiğinde yanlarındaki adamları onar kişilik grupların yanlarına doğru yönlendirdi.

Az önceki adam, Mehir ve çevresindeki insanların yanına geldi ve konuşmaya başladı. 

"Birbirinizi anlamanız için ortak bir dil kullanmanız şart. Bu sebeple Asperatus A'in lideri General Klark, önce ortak bir dile programlanmanız için bilim adamları ile sizleri buluşturacak ve yeterli düzeye geldiğinizde gerekli açıklamaları yapacaktır. Sonra da oyunun ilk aşaması başlayacak. Şimdi beni takip edin."

Adam, az önce ikizi ile şakalaşan kendisi değilmiş gibi soğuk maskesini yüzüne indirmiş, karşısındaki insanlara tiksinir bir bakış atarak geniş bina alanından dar bir koridora ilerlemeye başlamıştı. Arkasındaki şaşkın nidalar ona ilk zamanlarını hatırlatıp içini o günkü ürperti ile doldururken bu gençlere acımadan edemedi. Üç yüz kişiden sadece ve sadece insan bedeninde bir kişi kalacaktı. İki yüz doksan dokuz kişi ise kendisi gibi porselenden bozma yaratık olarak hayatına devam edecekti. Tabii dışarıdaki bekçileri seçip tıpkı kendisi gibi yanmazsalar orası ayrı meseleydi. Sahi? Bunlar üç yüz bir kişiydi ve bu da oldukça tartışılır bir konuydu.

Adam koridorda ilerlemeye devam ederken fısıldaşmalara aldırmadı. Demirden yapılma bir kapının önünden geçti. Zaman sonra durdu ve gençlere baktı. içlerindeki en kısa ve esmer olan Esra'nın çığlıklarına aldırmadan kolundan sürükleyerek taş duvardan yapılmış kapıdan odaya soktu. Arkasında kalanlar ise manzaranın korkusundan bir adım gerilemiş, karşı koyamamışlardı. O hengamede fark edilen tek şey içeride cayır cayır yanan bir ateşin damga demiri ile birleşme sahnesiydi.

Arden kapının önünde volta atarken koluna dokunan Ceyhun ile düşüncelerinden sıyrıldı ve hareketini kesip arkasındaki duvara yaslandı. O kadar bitkin ve sinirli duruyordu ki kendisine sırıtarak bakan adamı boğazlayacak kadar kendinden geçmişti. Adı neydi? Lanet olası, Klamenten!

"Düşünmekten başıma ağrılar giriyor Ceyhun! Babamla 1. Bölge'yi gezmiş birisiyim ben ve o kokuşmuş bölge bile buradan daha güzeldi. Bu kahrolası yerde ne işimiz var?"

Dalgalı sarı saçlarını çekiştiren Arden'in omzunu sıvazlayarak onun yanında duvara uzandı Ceyhun. Çok geçmeden yanlarına Poyraz da geldi. Üçünün de görüş alanında taş kapı vardı ve ardındakilerin derin merakı... ya da yaşanacakların sinsi ve kışkırtıcı sancısı.

"Defter tarafından seçildik kardeşim. Yapacak hiçbir şeyimiz yok ne yazık ki." 

Ceyhun, açık olan gözlerini kapamadan koridorun sol kanadına baktı. Duvar köşesine sinen katili gördü. Hiç sorunu yokmuş gibi bir de bu aptalın suratını çekmek zorundaydı.

Arden, dostunun sözleri ile düşüncelerinden sıyrılırken bakışlarına bir ona ve bir de onun baktığı yere çevirdi. Ceyhun'un çöp konteynerlerindeki bir leşe bakar gibi baktığı yere; Mehir'e. 

Mehir ise iki duvarın arasındaki kuytu köşeye sinmiş, yine kendi dünyasında takılıyordu. Sanki etrafında ki hiç kimse umurunda değildi. Daha da kötüsü. Bu kız kendi bedenini bile umursamıyordu, belki de yaşadıklarından dolayı kalbine ve duygularına kilit vurmuştu. Arden, asla Mehir hakkında kesin bilgilere sahip olamayacaktı belki de. Bu duygu sinirlerini daha da bozarken yumruğunu arkadaki duvara geçirdi.

"O defter elime geçerse param parça olacak!"

Poyraz gevşek sesi ile karşılık verdi.

"Defter formunda yakalarsan, şüphesiz. Diğer türlüsü zor."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro