❄ 54. BÖLÜM ❄
Ayrılık can yakardı.
Yan yanayken kilometrelerce uzak hissettirirdi. Dokunsanız, param parça olacak bir antika gibi tutunurdu iliklerinize. Gözlerine bakıp da tek kelime edememek, ezbere bildiğiniz yüzün, size hatırlattığı onca anı, can yakardı. İçinizde büyüyen sözleri, artık bir yabancı gibi görünen kalbe anlatmak nefes almaktan zor gelirdi. Solumak ölümden beter olurdu, her kalp atışınızda. Dudaklar titrerken kalp ağrırdı.
Uzaklık en kötüsüydü, şüphesiz. Vakit, hatıralarınıza acımasızca davranırdı. Sizden aldıkları, götürdüklerinin yerinde kırık bir çerçeve gibi, alçısı körelmiş duvarda usul usul çürümeyi beklerdi. Unutmak istemedikçe, beyninizin en güzide köşesinden ufalmış bir silgi misali silinirdi. Engel olmadıkça, tüm hücreleriniz, sonu taş zemine çarpan bir okyanusun en derinine çakılırdı. Önce yüzü kaybolurdu titreşen irislerden, ardından gülüşü... Avuçlarınız arasında bir tek hissettirdikleri kalırdı, numunelik bir eşya gibi. Ve zamanla o da yok olurdu. Tıpkı sizin beyninizde yavaş yavaş yok olacağınız gibi.
Çünkü insan beyni en tehlikeli hapisti.
Kendi kendinizin mahkumu olurdunuz, farkında olmadan.
Arden, acılarını boğazına atmayı bırakmıştı, ayrılık çattığında. Eskiden kalma, avaz avaz susan koca yürekli bir adam vardı. Şimdilerde yanan yüreği artık haykırıyordu alevlerini. Bir ateş halkası görüş alanını kaplıyor, yerini karanlığa bırakıyordu. Öfkesinden değildi kararan gözleri. Hüzün görüş alanını bulanıklaştırıyordu. Kızaran gözleri omuzlarını tutan arkadaşlarına rağmen durmaksızın çağlarken bile haykırışı susmak bilmedi. Başını sallıyor, bu ani gidişi kaldıramıyordu. Ayrılık, vebal... Sel gibi boşalıyordu kalbinden.
Bir kadın severse, çok severdi. Sevgisi kalbine sığmaz, yüreği kıpır kıpır, tüm dünyaya kucaklarını açardı.
Fakat bir adam severse güzel severdi. O gururundan kucaklarını açmazdı, evet. Sinesine hapsedeceği bir kadının yüreği, tahtların en güzeli olurdu.
Ayaklarını hissedemeyen Nolan, ne ara yere yığıldığını bilmiyordu. Gözleri, arkadaşının ağır ağır kaybolan siluetinde takılı kalmıştı. Yanaklarından aşağı doğru süzülen acının farkında değildi, henüz. Duygu seli, önce kalbinde yoğun bir uyuşukluğa yol açmış, akabinde sert bir bıçak darbesini aşılamıştı. Çevresindekilerin ürkmesine sebep olacak bir çığlık sesi, Arden'in haykırışlarına, arkadaşlarının hıçkırıklarına karıştı, nefes alacağı vakit. Şok içinde titreyen bedenine aldırmadan bağırdığında, Mavris arkasına bile bakmadan solonu terk ediyordu.
"Acı çekmeleri hoşuna gidiyor değil mi, amca! Gözlerinin önünde yok olmaları vicdanını tazeliyor! Euryale yüzünden çektiğin acıyı, başkalarına da yaşattığında, yükün sadece senin omuzlarında olmadığını düşünüyorsun!"
Adımları son bulan amcası durdu ama arkasını dönmedi. Sadece kımıldamadan, kalbine saplanan gerçekleri dinliyordu. Yüreğindeki dağınıklığı temizleyen süpürge, hareketlerini azalttı önce. Sevdiği kadının isminin geçtiği vakit ise kayış koptu. Toplanan bütün kırıklar dört bir yana savruldu. Sivri parçalar her köşeye insafsızca saplanıyordu. Battığı yerlerden süzülen kanlar canını acıtırken yutkunamadı.
"Rahatlıyorsun ama yanıyorsun!" Kollarını iki yana düşürdü, Nolan. "Amca! Senin lanet olası acın yüzünden neden ben yanıyorum ha?! Sen sevmeyi beceremedin diye neden biz mahvoluyoruz?!" Ellerini saçlarına geçirdi ve bağırdı. "Neden?!" Hareketleri uzaktan tıpkı bir deliyi andırıyordu. "Neden?! Neden?! Neden?! Neden?!" Nefesi tükenene kadar bağırdı ve dizlerinin üzerine çöktü. Burnuna dolan duman kokusunu umursamıyordu, o an.
Yükselen çığlık seslerine aldırmadı. İçeriyi dolduran kalın uyarı zili ile omuzlarına çarparak dışarı çıkan insanlar, hiçbir şey hissettirmiyordu. Kulaklarına dolan yüksek ritmli adımlar, haykırışlar, koşuşturmaca, hengame... Umurunda değildi. Beyni büyük bir savaşın ortasında, mağlubiyetin zehrinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Zehir kanatırken, acılar sızlamaya başlamıştı. Yavaş yavaş tükeniyordu.
Kim olarak gördüğünün, ne önemi vardı?
O, Nehir'i seviyordu.
"Patlayacak! Lanet olsun geri çekilin! Patlayacak! Uzaklaşın!"
Kolundan çekiştiren Poyraz ve Ian'ın ne yapmaya çalıştığını başlarda fark edemedi, Nolan. Öğrencileri geri çekilmesi için uyaran eğitmenlere gözü kaydığında az önceki Melusine'den çıkan dumanları görebilmişti. Arden'i kaldırmaya çalışan Kira ve diğerlerine bakmayı kesip ayağa kalktığında tıpkı bir sersem gibiydi. Kendini taşımayan ayakları neler olduğunu algılamak istemiyordu. Yaka paça uzaklaştırıldığında şaşkın bakışlarını eğitmenlere çevirdi.
Ağabeyinin yüzündeki yıkılmışlığı, şaşkınlığı, korkuyu, tedirginliği okuduğunda hangisinin daha ağır bastığını algılayamamıştı. Etrafı saran duman halkası gökyüzüne yükselmişti. General ve Mavris uzaklaşırken, oyun masasının hemen yanında büyük bir patlama baş gösterdi. Ellerini başlarına atanlar yere diz çökmüştü.
"Uzaklaşın hemen!" Duygusuz'un sert ve kati sesini duydu. Ağabeyi ile geri kalan öğrencileri çevreden uzaklaştırıyordu. "Poyraz çıkar onu buradan!" Ağabeyinin sesini işitti. Ancak gözü hala az önce kaybettiği arkadaşındaydı. Elinden şekeri alınan, savunmasız bir çocuk gibiydi. Ne yapacağını şaşırmış halde sarsak adımlarla çevresini izliyordu.
Ani bir şokun, boğazını yakaladığını fark bile edemiyordu.
"Çıkar onları Kuralcı! Lanet olsun yaklaşmayın! Klarenten sen diğerlerini al! Tanrım, diğer robotlar nerede?!" Çığlık seslerine karışan İsimsiz'in sözünün arasına giren ağabeyi halen Poyraz'a bağırıyordu. "Çıkar onu!" Çekiştirildiğini hissetti ama bir şey yapamadı. Mavi gözlerini kendisini izleyen arkadaşlarına çevirdiğinde ise oldukça garip davranıyordu. Beyni uyuşmuş, boğazı kurumuş, ağzından tek kelime çıkmayacak kadar lal kesilmişti. Tuhaftı davranışları.
Tam neler olduğunu soracaktı ki, az öncekinden daha şiddetli bir patlama sesi ile bağrışmalar birbirini kovaladı. Ian'ın geriye savrulduğunu gördüğünde Kira çığlık atmış, Hannah dumandan baygınlık geçiriyordu. Korkudan dizleri titreyen Doris ise şoktan ve patlamadan dolayı dizlerine başını gömmüş hıçkırarak ağlamakla meşguldü.
"Lanet olsun!" diyerek söylendi, Poyraz. O sırada yanlarına ne zaman geldiğini bilmediği Ceyhun, Arden'i dışarı çıkarıyordu. Şaşkınlığını üzerinden atıp Nolan'ın gözlerinin içine baktı. "Bana bak, Nolan. Mehir için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Hannah bayıldı. Onu çıkarmam lazım. Kendine gel ve bize yardım et." Durdu ve gözlerini kendisini toparlayan Ian'a çevirdi. "Doris'i al." Başını sallayan Ian, harekete geçeceği sırada ağır bir ses daha duyuldu. Bir patlama daha gerçekleşmiş, çığlıklar artmıştı. Nefes nefese kalan gençler, dumanların çoğalmak yerine azalması ile başlarını çevirip Melusine'ye baktılar ve ardından, dışarı fırlattığı kıza...
Sırtı zemine çarpan Mehir'in yanındaki uzun saçlı adama korkarak bakarken hepsi birbirinden şaşkın, nefes nefese, karşılarındaki manzaraya bakıyorlardı.
Zaman durmuştu.
Beton zemine yayılı kırmızı sıvı, oldukça ağır hareketlerle yeri boyuyordu. Mehir'in kanla kaplı saçları, yüzünü kapamış, üstü başı toz içindeydi. Cansız bir şekilde yerde yatarken ifadesizdi. Çizik çizik olan elindeki ince parmaklar usul usul titremişti, kısa bir süreliğine. Boğuk sesi, acı içinde kıvrıldı.
Yanındaki adamın çaprazında, yüzü ona dönük bir şekilde uzanırken kim olduğunu bilmedikleri kişi, bir iki adım atarak Mehir'in yanına geldiğinde, tüm Asperatus'un nefes alış veriş sesleri çoğalmıştı. Adam, yüzüne alayla karışmış bir üzüntü yerleştirdiğinde yutkunmakla yetindiler.
Saçları simsiyahtı ve beline kadar uzanıyordu. Gözleri beyazın en koyu tonuydu. Gri göz bebeklerine baktıkça yerin dibine girmek isteyesiniz geliyordu. Yanık teninin üzerindeki dövmelerin her biri, bir sayıyı temsil ediyor olmalıydı. Üstünde, kaplan tüyünden uzun bir yelek altında koyu kahve pantolon vardı ve çıplak göğsüne değen uzun bir kolye bulunduruyordu. Siyah botları, yüzünün yarısını kapatan maske ile birebir aynı desende idi.
"Fazla güzel bir kurban." Bakışları Mehir'in üzerinde geziniyordu. Oldukça sahte bir ifade ile dudaklarını büzdüğü sırada başını Mavris'e çevirdi. "Yazık olmuş." Ellerini birbirine geçirdi ve tekrardan genç kıza baktı. "Bir porselen olamayacak kadar da genç görünüyor." Beyaz gözlerini eski dostuna çevirdiğinde gülümser gibi yaptı. "Gel seninle bir anlaşma yapalım."
"Defol git, Geijah!"
Mavris'in gür sesini onaylamayan adam, uzlaşmaz bir tavırla başını salladı ve gülümsemesini silmeden ekledi.
"İsmimi hatırlaman ne kadar da hoş, efendi Mavris." Hitap şeklini tükürerek telaffuz etmişti.
"Ne istiyorsun?"
Üzülür gibi bir ses çıkardı, Geijah. Elindeki keskin kılıç ile, Mehir'in başının etrafında bir daire çizdi. Duruşunu bozmadan gözlerini kaldırdığında yeniden gülümsemişti.
"Vakti geldiğinde öğreneceksin."
Mavris'in kaşları çatıldı. "Ne vakti?"
Başını gülerek sallayan Geijah, kızın bedenine göz gezdirerek başını yeniden Mavris'e çevirdi. "Melusine, onu sana bağışladı ve ben, zamanı geldiğinde benim olanı almaya geleceğim."
Elindeki kılıcı kınına yerleştirdiğinde kafası karışmış insanlara bakarak yüzünü buruşturdu. Beyaz gözlerini eski dostuna çevirdi ve dudaklarına şeytani bir mimik yerleştirdi. Gözlerindeki kin, karşısındaki adamı buldu. Kaybolmadan önce sadece Mavris'in anlayabileceği o cümleyi kurmuştu.
"Yılanların kuyruğunu kesmen, onları öldürdüğün anlamına gelmez, Mavris. Dikkatli ol."
Görüntü bir ara silikleşir gibi oldu ve yeniden eski halini aldı.
"Bu arada. Anlaşma çoktan yapıldı. Az sonra gerçekleşecek kaybın için, şimdiden taziyelerimi sunmak isterim."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro