❄ 20. BÖLÜM ❄
"Arşimed ile olan görüşme nasıl gidiyor, Hector?"
Hector, elindeki sigara izmaritini yanındaki altın işlemeli kaba usulca bastı ve ağzında kalan dumanlı pis havayı dışarı üfledi. Amelia hafifçe öksürmüştü.
"Berbat. Bir hafta sonra arenaların açılacağını söylüyor..."
General sıkıntı içinde, ellerini masaya vurarak bağırınca Düzenbaz ve Amelia ürkmüştü.
"Ve sende bu kadar rahatsın öyle mi?!"
"Ne yapmamı istiyorsun? Elimden gelenin fazlasını yaptım ancak Efendimiz Mavris, bu durumu onaylamakta kararlı."
Amelia "Bu bir katliam olur!" diyerek öne atıldı. "Hiçbiri hazır değil. Neden biraz daha bekleyemiyorlar ki?"
Sağ bacağını, sol bacağının üzerinden nazikçe indiren Victoria, ellerini birbirine kenetleyerek başını onaylar bir ifade içerisinde salladı.
"Amelia haklı. En az üç hafta daha eğitilmeliler. Çoğu teknik hareketlerden bile bir haber."
Cam kenarındaki İsimsiz, yüzünü sıkıntı içerisinde sıvazladı.
"Cinayet soruşturması bitmeden yarış başlayamaz. Neler olduğunu anlamamız şart. Ne malum, yarış esnasında katilin ortaya çıkmayacağı. Cinayetin nedeni bile birer tahminin önüne geçemiyor."
"Haklısınız. Ben de bu duruma karşıyım. Ancak elimden hiçbir şey gelmiyor. Katliam ya da değil. Her ne olursa olsun, bu yarış başlayacak."
Duygusuz, Hector'un sözüne derince bir kahkaha attı. "Yarışın bir kazananı olmayacak. Bu işine gelir mi komutan?"
"Ne demek 'İşine gelir mi?' ?
Duygusuzun imasını, cümlelerin içinden dikkatlice seçen General, sakince araya girdi. "Her ne ise... Sanırım bize düşen, önümüze bakmamız. Ne olursa olsun bir kazanan olacak. Bu durumda siz eğitmenlere daha fazla görev düşüyor."
Hilebaz, bıyık altından gülerken gözlerini kısmış General'e bakıyordu. Ellerini cebinden çıkarıp Amelia'nın arkasında durdu. Hedefi Generaldi elbette. "Her zamanki gibi..." Bu cümle genç kadını ürkütmüştü. "Yük bizim omuzlarımızda."
General, genç adamı onaylayacakken İsimsiz sinirle araya girdi.
"İçimizde bir katil var diyorum."
Victoria, uzun dalgalı kumral saçlarını elleri ile geriye çekerken "Bu cinayeti Mavris'e açsaydık, yarış ertelenebilirdi."
Duygusuz, arkadaşının yerine cevap verdi. "Unut bunu, kadın."
Victoria, kaba adamın araya girmesi üzerine gözlerini devirerek homurdanmıştı.
General bunaldığını hissederek sırtını geriye verdi. O sırada konuşmaya dahil olmak yerine kara kara düşünen Oyuncu'ya takılmıştı gözleri. Pencereden dışarıya bakarak derin düşüncelere dalmış gibiydi.
"Sen ne düşünüyorsun Oyuncu?" Dedi dikkatini dağıtmaya çalışarak. Ancak genç adam kendisine bakmak yerine halen düşünce aleminde dolanıyordu. Sinirden kızardığı sırada "Oyuncu?" dedi.
General'in, sonuç alamayacağını anlayan toplantı sakinlerinden İsimsiz, yanında bekleyen dostunun kolunu dürttü ve sessizce "Hey." dedi.
Oyuncu, Mehir'li düşüncelerden ve dünün etkisinden sıyrılarak kafasını İsimsiz'e çevirdi. Bakışları ne olduğunu sorar gibiydi. İsimsiz, başı ile General'i işaret ediyordu.
Oyuncu, umursamazca kollarını önünde birbirine geçirdi ve keskin bakışları altında "Bu zamana kadar hiçbir şeyde bize danışmadınız. Yine aynısını yapın. Sonuçta arenalar, önünde sonunda haftaya başlayacak."
"Haklı." Diyerek bir sigara daha yakan Hector'a kaşlarını çatarak bakıyordu Amelia. "Önünde sonunda gerçekleşecek. Sizler işinize odaklanın."
İsimsiz, artık sadece sesine değil, bedenine de yansıyan sinirle "Bu akademide bir cinayet işlendi ve içimizden birisi eksildi. Lanet olsun! Neden kimse umursamıyor?!" deyip bağırdıktan hemen sonra yumruğunu General'in masasına indirdi.
"Belki de hepimizin sonu olacak bir ölüm bu!"
"Sakin ol..." diyerek ayağa kalkan Victoria, usulca eğitmenin koluna dokundu ancak kendisine ateş püsküren gözleri, akabinde fark ederek biraz geriledi.
"Ölen benin öğrencimdi, General."
"Ve sen de bir öğrenciye bile sahip çıkamadın."
"Bu senin de sorunun olabilirdi, Düzenbaz."
"Ne yazık ki değil..."
General, ince ama güçlü parmaklarını şakaklarına dayayarak sakinleşmeyi denedi ancak araya yeniden giren İsimsiz'in sözleri üzerine sertçe konuştu.
"Ne demek 'değil' ha!"
"Yeter!"
Kendisine çevrilen bakışlara tatmin olarak devam etti. "Cinayet soruşturması bekleyebilir. Ölümü ise bana bırakın. Kayıtlardan, yarış esnasında düşeceğim ve kimsenin ruhu duymayacak."
Amelia, ağabeyinin baş komutan olmasından cesaret alarak alayla General'e karşılık verdi.
"Bu distopyada yaşayan, yaklaşık 500 kişinin kulağına gitmiş bir ölümü..." diyerek sinsice karşısında kendisini dikkatle dinleyen Genaral'e başını eğdi. Her hareketi alayla harmanlamıştı. "...geri kalan 10.000 kişinin duymaması sizce ne kadar mantıklı?"
"Amelia..." diyerek uyarır tonda çıkıştı Hector, kardeşine. "Haddini bil."
Amelia, gözlerini devirdi ve "Her neyse..." diyerek doğruldu. Bozulduğunu belli etmemeye çalışmış ancak pek de başarılı olamamıştı.
Dağınıklığı toplamaya çalışan orta yaşların sonuna yaklaşan General, planını daha açık bir dille anlattı. Bir şekilde Oyun devam etmeliydi. Yoksa defteri asla ele geçiremez ve amacına ulaşamazdı ve bu da... Bir yüz yıl daha aynı işkencelerle uğraşması anlamına gelirdi.
Sıkıntı içerisinde nefes verdi. Kendisini dinleyen veyahut dinlemeyen gruba hitaben tane tane konuştu.
"Unutmayın. Bizler bir amaç uğruna çalışıyoruz. Bir amaç uğruna... kendimizi feda ediyoruz. Hector, baş komutan olmak istemedi ya da ben General olmak istemedim. Ya Korkak? O her defasında yenilmeyi seçmedi. Ya İsimsiz? O da birinci olmayı istemedi. Eğitmenler kimseye bir şeyler anlatmak zorunda değildi. Buradan çıkanların sonunu hiçbirimiz istemedik."
Anlatırken yumruğunu sıktığını fark edip biraz olsun gevşedi.
"Bundan yüzyıllar önce Dünya'ya düşen bir defter, bunların tüm sorumlusu. Tüm yaşananlar onun suçu. Mavris'in, Euryale'in, Ramon'un, Patria'nın hatası değil, bu olanlar. Onlar kendi dünyalarında yaşayan birer canlıdan başka bir şey değildi. Ancak defter... Ancak Asperatus. Bizleri böylesine bir yönetime hakim kıldı. Kendi doğruları eşliğinde yeni bir dünya kurdu."
Soluklandı.
"Pekala... İnsanlar da en az onun kadar suçlu. En az Asperatus kadar tehlikeli. Ama unuttuğumuz ve benim de sürekli hatırlattığım bir sebep var."
Kendisini dikkatle dinleyen gruba şöyle bir göz gezdirdi. Ardından da hepsini kendisine getirecek o cümleleri kurdu.
"İnsanlar... Kendi galaksilerinin ötesindeki canlıların dünyasına el uzattılar. Yetmedi, o canlıların kopyasını yapıp evcilleştirdiler. Ancak bu da yetersizdi onlar için. Daha fazlasını istediler ve o canlıları evlerinden edip, mutasyona uğrattılar. Ve bir şey intikam istedi. İnsanlardan nefret eden bir şey..."
Karşısındakiler yüzlerine inen gerçeklerle bir süre bekleyip onaylar bir ifadeye büründüler.
"Asperatus... O, geleceği gördü ve kendisine, yaralanarak kötüleşen, devasa bir kara kalbe sahip olan kişiyi seçti ve onu yönlendirerek kendi dünyasını kurdu. Kendi kurduğu yönetim şeklini, insanlara uyguladı."
Gözleri pencereden içeriye yansıyan turuncunun en koyu tonuna sahip yakıcı güneşi bulmuştu.
"Amerika'nın sonunu getiren Rusya değildi. Çin... Milyonları aşan nüfusu ile büyük ülkelerin başını çeken o Cumhuriyet'i bir devlet yıkmadı. İnsanlar değildi suçlu olan. Suçlu... Evrene hakim olmak isteyen o meçhul kişilerdi. Kardeşi, kardeşe kırdıran, ortalığı ayağa kaldırarak sorun çıkaran, işin içine din ayrımını katan... O meçhul kişi halen hayatta ve yüzyıllar boyu da içimizde barınmaya devam edecek."
Amelia... Cevap arayan meraklı gözleri ile etrafı süzerken kendine hakim olamamış ve konuşmuştu.
"Kim bunlar...? Varlığını bilmediğimiz sürece onlarla nasıl savaşabiliriz."
Genaral, zamanın getirdiği gerçeklik ile dolu sonuçları gözlerinin önünden hızlı bir şeritte giden o hayat ile geçirirken destursuz soruya cevabını geciktirmedi.
"Ne yazık ki onlarla savaşamayız. Onları yenmeniz, iradenize bağlı."
Konuşmaya uzun zamandır katılmayan Rose, Amelia'dan önce davranmıştı.
"Anlamıyorum..."
"Bir düşmanın... Somut olması gerekmez."
"Soyut?" dedi, Garould. General'e karşı bir saygısızlıkta bulunmamayı çok önceden anlamış olmalı, daha kısa cümleler kuruyordu.
"En yakınınızdaki düşmanı fark ettiğiniz an, her şey daha anlaşılır olacak."
Bu cümle kimisine bir sır perdesi olarak inmiş, kimisinin ise düşüncelerini bulandırmanın önüne geçememişti. Belli ki, düşmanlarını keşfetmeleri ve onları fethetmeleri için önlerinde uzun bir zaman vardı. Akabinde kendini toparladı ve konuşmasına devam etti.
"Şimdi. Birbirimizi yemek yerine yönetime ayak uydurup defterin doğruları üzerinde hareket etmeliyiz. Bu sayede belki... affedilir ve eski yaşantılarımıza dönebiliriz. Belki sonsuza kadar sürecek. Fakat umudunu yitirmiş birisi, çoktan kaybetmiş demektir. Nefes alıyorsanız... Tanrılarınız, sizlerin her daim yanında. Her zaman yaptığınız gibi. Gardınızı kuşanın ve insanların gözlerini yanlışlarla kör edin. Gerçek bizim ellerimizde. Onlar sadece birer piyon. Değerinizi bilin ve kendinize gelin. Konumunuzun kıymeti ortada. Defter herkesi bir amaç uğruna seçiyor. Deftere ve ona sahip çıkana sırtınızı dönmeyin. Dönerseniz... yanarsınız."
Başını Oyuncu'ya çevirdi ve serinkanlı hareketleri ile devam etti. "İsimsiz'in, cinayet soruşturması artık senin. Daha fazla sorun istemiyorum." Başı, Oyuncu'nun biraz önündeki İsimsiz'e kaydı. "Sen de şu ölümü kafandan çıkar. Hallederim diyorsam... Hallederim."
Derin bir nefes alıp kapıyı işaret etti. "Toplantı bitmiştir."
***
Oyuncu, grubuna çoktan yayılmış haberi verdikten sonra fazlası ile tedirgindi. Önüne sunulan soruşturmanın bilinmezliği, babasının bir gün önce yolladığı mektup, Mehir'de sezdiği tuhaf hareketler ve bu hareketlerin getirisi şüpheler, kardeşinin kendi grubunda olması, General'in baskısı, İsimsiz ile aralarında gerçekleşecek olan gerginlik...
Bir gün, kendisini bu hayattan feragat edecekti şüphesiz...
Teslimat binasının önünden geçerken iki Asparagas asker, Eğitmen'in kollarında bulunan mühimmatların bir kısmını ellerine almış ve içeriye geçmesini kolaylaştırmıştı. Hızlı bir şekilde parolayı girip yavaşça açılan kapıdan geçecekken yükselen seslerle dikkati dağıldı. Gittikçe artan kahkaha sesleri üzerine dişlerini sıktı ve pekte umurunda olmayan bir tavırla konuştu.
"Bu gürültünün sebebi ne?"
Askerlerden birisi içeri gireceği sırada oldukça resmi duruşu ile kendisine hitaben konuştuğunda başını üzerinde kahverengi ve mavi tonlarında desenlerin bulunduğu siyah ağırlıklı üniformalı, siyahi genç askere çevirdi.
"Efendim. General'in emri ile bu sabah saatlerinde, sıra sıra 20 öğrenciye, görevli teymenler çevreyi tanıtıyor. Aspendos komutasında ki birkaç birlik de yanında."
"Gruplar karışık halde mi geziyor?"
"Hayır, efendim. Her grup kendi üyeleri ile geziyor."
"Şu an ki komuta kimde?"
"Teğmen Alfred'te, efendim."
"Hangi gruba eşlik ediyor?"
"Sizin grubunuz, efendim. Şu an ki son grup."
Anladığını ifade eden bir baş hareketi ile içeri girecekken aklına takılan bir soruyu daha beyan etti.
"General, eğitmenlere neden bu geziden söz etmedi."
"Bilgimiz yok, efendim."
Askerin, asil ve dürüst cevaplarına başı dik bir şekilde gülümsedi eğitmen. Samimiyetine karşılık genç erin dik omzunu sıvazladı ve "Sağol asker." dedi. Asker bir baş selamı ile içeriye girerken Oyuncu, diğerlerinin yanına doğru yol almıştı. Güya, akşama doğru, yaklaşan 1. Aşama sebebi ile grup üyeleri ile silah talimi yapacaktı. Fakat bu düşüncesi, üslerin dengesiz tavırları yüzünden sonuçlanamamıştı.
Birkaç metre ötelerinde bulunan gruba ve başlarında bulunan genç teğmene doğru yürümeye başlayan Oyuncu, teğmenin yanında gördüğü kişi ile adımlarını kesti.
Teğmen Alfred, Mehir Alkım'ı göstererek bir şeyler izah ediyor ve önlerinde duran grup da, teğmenin rahatlığı sebebi ile gürültülü bir şekilde gülüyordu.
Mavi gözleri şüphe ve tarif edemediği garip bir duyguyla kısılırken ürkütücü duruşu omuzlarına yayılmış bir şekilde, konuşulanları duymak için biraz daha ilerlediğinde bu seferde duydukları sebebi ile duraklamıştı.
"Eğitmeni'ni devirdin, ha? Belki de seni birliğimize almalıyız, Alkım. Ne dersin?"
Vücudu ve kalbi aynı anda kasılırken sinirlerini dizginlemeyi kendine komuta edip yanlarına hızla ilerledi. Kalabalıktaki gürültüler kesilip gruptaki birkaç kişi kendisine dönerken Teğmen Alfred, halen Mehir'e gülümsüyordu.
"Belki de seni görevden almalıyız, Teğmen... Ha? Ne dersin?"
Asparagas Asker: Asperatus'a gelerek terfi almış askerlere verilen ad.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro