❄ 17. BÖLÜM ❄
Oyuncu'nun yüzündeki kibirli gülümseme genişledi. Karşısındaki kızın her saniye biraz daha kararan mimiklerine bakarak keyiflendi. Her an rakibine vurmaya hazır kollarındaki kaslar gerilmişti.
"Canın mı yanıyor, ufaklık?" diyerek dalga geçti Mehir'le. Onun kendisine vurmasını bekliyordu.
Mehir, bu kez bambaşka bir ifade ile Oyuncu'ya bakmaya başladı. Onun tarafında durumlar daha bir karışıktı. Çünkü karşısındaki adam oldukça şüpheli konuşuyordu ve bu da gerilmesine sebep oluyordu. Eğer ki bir şeyler biliyorsa, sırf bu sebep yüzünden bile karşısındaki kişiyi mahvederdi ancak şu da bir gerçekti ki, Mary olmadan Mehir bir hiçti.
"Bir amacım olmadan kimseye elimi sürmem ben," dedi buz gibi sesle.
Duygusuzca kurduğu cümle, Oyuncu'nun alaylı gülümsemesini yarıda kesti.
Oyuncu "Ne diyorsun sen?" dedi sinirlendiği sırada.
Mehir onu umursamadı ve omuz silkti.
"Duydun."
İçi boş tavırları ile şüphesiz karşısındaki kişiyi aşağılıyordu.
"Bir amaç mı istiyorsun?" dedi Oyuncu. "Öleceğine bahse girerim."
Kendisine sinirle bakan adama, dudağından sızmakta olan kanla cevap verirken dağılmış göründüğünün farkında değildi Mehir.
"Yalnız kalmak istemiyorum," dedi.
Oyuncu kaşlarını çatarak "Ne?" dediğinde, kızın ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalıştı ama Mehir'in mimiklerinden ve anlamsız hareketlerinden hiçbir şey çıkaramıyordu.
Mehir yine aynı ifadesizlik ile "Duydun," dediğinde dişlerini sıksa da başka türlü anlaşamayacaklarını kabul ederek kafasını salladı. Bu komutu alan Mehir ise gözlerini Oyunu'nun gözlerine dikerek, tehlikeli bir şekilde gülümsedi.
Mary olmanın zamanı gelmişti. Elini kalbine götürüp fısıldadı.
"Yardım et."
Bu hareketi, Oyuncu'da dahil olmak üzere herkesin dikkatini üzerine topladı.
Uzun zamandır kendisi ile iletişime geçmeyen Mary, Asperatus'ta olduğu için memnun değildi ve kendisine kızgındı fakat Mehir'in yapabileceği hiçbir şey yoktu. Pes etmeden içtenlikle çağırdı içindeki kötü katili.
"Yardım et."
Ne yapmamı istiyorsun?
Usulca seslenen Mary'nin sesi halen kötü çıkıyordu. Fakat yüzyılı aşkın açlığı, artık ayda bir içtiği ruhlarla yetinmiyordu. Susuzluk başını almış, yeni katliamlarla gökyüzüne yükseliyordu. Laneti, soğukta ayaza kalmış, her geçen gün de onu mahvediyor ve umudunu körpe bedenlerde boğuyordu. Soğuk sesi, soğuk anıları ile birleşince anılar zihnine bir bir üşüştü. Laneti kulaklarında uğulduyordu.
Euryale'in kehaneti...
'Sevdiğim adamın kalbini çalıp, ölümüme sebep olduğun için seninde ruhunu parçalamaları adına lanetimi okuyorum. Ey gökyüzü acımı gör! Kalbimdeki can parçalarının kırık seslerini duy! Ey Aspendos'un kutsal toprakları! Kalbimdeki kazıktan akan koyu kanların pençesinde... Canımı yakan kişinin ruhunu bedeninden ayır ve haz etmediği soyun, insanoğlunun bedenine hapset. Ne zamanki 10.000 ruh, ruhuma şad olup beni yeniden diriltirse.... işte o gün bu iffetsiz kadının pis ruhunu masum insanın bedeninden çek!
Ey yerlerin yaratıcısı! Ey göklerin hakimi! Sevdiğim adamın tanrısı! Kehanetimi Mary'nin üzerine oluk oluk akıt!'
Mary kulaklarını tıkayıp hapsolduğu bedenin isteğine kendini verdi. Bunları düşünmek bile içine gömüldüğü bedenin kanını dondurmanın önüne geçemiyordu. Gerçek şuydu ki, bir gün ruhu Mehir'in üzerinden çekilecek, çekilirken hapsolduğu bedeni yok edecek ve şad olan ruhlar Euryale'i yeniden diriltecekti. Olan; Mehir ve kendine olacaktı. Kısmen.
"Onu öldüresiye dövmek istiyorum."
Pekala...
Mary, Mehir'in ruhunu kapana kıstırdı. Hakimiyeti elde ettiğinde ise artık kontrol tamamen kendisindeydi. Mehir, sadece kendisinin yönlendirdiği bir kukla olmuştu. Bunu av esnasında yapması gerekirken yine saçma bir pazarlığa girmişti.
Mehir'in yüzündeki durgunluk tehlikeli bir tebessüm ile son bulurken dudakları alayla aralandı. Rengini yitirmiş mor dudaklarından az önceki yumruğun etkisi ile koyu kırmızı bir sıvı çenesine doğru süzüldü. Yeşil gözleri ölümü arzuluyordu. Soğuk, tehlikeli ve nefret doluydu. Sesi boğuk çıkarken harfleri dişleri arasından tıslayarak çıkardı.
"Tik, tak Oyuncu. Şimdi oyun zamanı."
Salondakiler birkaç adım geri kaçtı. Mehir'in sesi oldukça boğuk ve tuhaf çıkmıştı.
Mary gülümsedi.
Kelimeler kalın dudaklarından ürkütücü bir melodi eşliğinde çıkarken Oyuncu'nun mavi gözleri, garip bir ifade ile kısıldı. Karşısındaki kızın içine bir şey kaçmış gibiydi. Mehir, eski Mehir değildi sanki.
Oyuncu, genç kızdaki değişikliği çözmek isterken Mehir, ani bir hareketle havalanıp genç adamın göğsünün tam ortasına sert bir tekme indirdi. Nefesini yutan Oyuncu, bu hızlı ve ilginç hareketle arkasına düşecekken yalpaladı fakat kendini hemen sonra toparlayabildi. Ancak Mehir pes etmedi ve bu sefer de dönerek bir tekme daha savurdu. Bu hareketlerini ustaca savuran Oyuncu'ya sinir olan Mary ise son kozunu oynayıp belindeki kemeri çıkardı ve onu kırbaç niyetine kullanarak genç adama yaklaşmaya başladı. Yenilmek Mary'e göre değildi. Ölürken çektiği acıları, on bin ruhu tamamlamadan unutmaya hazır değildi.
Hayatta ki en kötü ölüm şekliydi yanmak. Çünkü Mary, Mavris tarafından diri diri yakılmıştı. Burnuna kendi etinin yanık kokusu nüfuz ederken onun yaptığı sadece çığlık atmak olmuştu ve genç kadın bir şeyi ilk defa o gün anlamıştı. Başkasına ait bir adamı oyuna getirerek kalbini çalmak ölmek demekti. Öyle ki o adamın sahibi yalnızca bir kadın değildi. O kadın, bir galandı. O, iki düşman ırkı birbirine bağlayan bir Ay Kuşağı'ydı ve Euryale'in pamuk gibi yüreğine milyonlarca kez darbe vurmuştu sevdikleri.
Önce ilk aşkı, Neil.
Sonra Euryale'in sevdiği adamı elinden alan öz kardeşi, Stheno.
Sesini çıkarmaya tenezzül etmeyen, Medusa.
Arkasından iş çeviren, Athena.
Ve son aşkı, kızının babası, ona asla kalbini açmayan, Mavris.
Ve son darbeyi vuran en yakın arkadaşı, Mary. İffetsiz kadın. Mary.
Bu yaşadıklarını sonuna kadar hak etmişti kendisi. Arkadaşına, en yakın arkadaşına, kendisine evini açan o güzel yürekli kadına bunu yaptığı için deliler gibi pişmandı ve şimdi tanrı onu bu şekilde cezalandırıyordu. Bir bedene bile asla tam anlamıyla sahip olamayarak, canı yanarak, ölüler ve diriler arasındaki o ince çizgide sıkışarak... Euryale ölmeden önce kendi laneti ile lanetlemişti Mary'i. Bir bedene bürünüp ruh emdiği zamanlarda yılana dönüştürerek... Çizginin ötesi ile, içine girdiği bedenlere anlaşma imzalatarak.
Aklına gelen kötü anıları zihninden attı ve kırbaç görevi gören ince kemeri karşısında ki genç adama savurdu. Kemerin sisli havada yarattığı o tiz ses kulakları uğuldatırken yine korumuştu adam kendini. Hiç pes etmez mi bu, diyerek düşündü Mary. Kemeri sinirle soluyarak bir daha salladı. Kemerin tiz sesi odayı doldururken tene değen o mayhoş ses, Mary'nin içini rahatlatmaya yetti. Karşısındaki adamın gerilmiş, kaslı koluna sert bir kırbaç darbesini indirmişti ve değen yer şimdiden kan toplamaya başlamıştı.
"Ne o? Korktun mu?" dedi Mary.
Oyuncu ona öldürücü bir bakış attı.
"Madem benden bu kadar korkuyorsun, neden kışkırtmaya çalışıyorsun?"
Konuşmadı adam. Mary gülümsedi. İleri gittiğini anlamayacak kadar keyiflenmişti.
"Zavallısın."
Oyuncu'nun gözlerinde gördüğü nefret içini titretirken kemeri etrafında çevirerek yere sertçe vurdu ve bir adım geri çıktı. Hareketleri dans edercesine çevik ve ahenk doluydu. Kemeri bedeni ile uyum içerisinde sallarken Oyuncu'ya bir kez daha savurdu ancak o an hiç de aklında olmayan bir şey gerçekleşti.
Oyuncu, kemeri avucuna alarak durdurdu ve hissettiği acıya aldırmadan onu kendine çekti. Gözlerindeki kin Mary'e, Mavris'i hatırlatırken ani bir korkaklıkla Mehir'in bedenini terk etti Mary. Saklandığı yere tedirginlikle sindi.
Mary'nin, içinden hızla çıkması ile ayılan Mehir'in ilk ve son olarak gördüğü tek şey kendisine nefretle bakan mavi gözler oldu. Mary, her ne yaptı ise fazla ileri gitmiş olmalıydı. Eğitmeninin alnı terden sırılsıklam olmuş bir şekildeydi ve göğsü nefes almaktan neredeyse yerinden çıkacak gibiydi. Tıpkı geçen gün olduğu gibi bir nefeslik yakınlıktaydı. Kendisini boğazından yakalamış, gözlerini gözlerine kenetlemişti.
Mehir'in vücudu bu kadar hareketi kaldırmazken tüm dermanı bedeninden çekildi ve aynı saniyelerde olduğu yere yığıldı.
Oyuncu, kızın bu derece delireceğini bilseydi bırak hakkında konuşmayı onu ringe bile çıkarmazdı. Gözü dönmüş bir şekilde saldırmasını başta çocukça bulsa da ardından gelen kemer darbeleri deli gibi öfkelendirmişti onu. Delirmiş bir düşman gibi etrafına zarar veriyordu. Çektiği acıya rağmen eli ile onu durdurmuş ve kendine çekmişti. Gözlerindeki değişimlerse herkesi al aşağı etmişti. Mehir'in gözlerindeki nefret, yerini önce boşluğa ardından da şaşkınlığa bırakmıştı.
Anladığı bir şey varsa, az önce ki Mehir, Mehir değildi.
Bunu kesin bir şekilde söyleyebilirdi.
Düşünceleri olayı çözmek için sıraya girerken Mehir'in yere yığılan bedenini tuttu ve baygın bir şekilde yatmakta olan kıza seslendi.
"Mehir?"
Oyuncu, Mehir'in başından, kaşından ve dudağından sızan kanı yakından gördüğü anda kendisine kızmadan edemedi. Lanet olası inadı yüzünden öğrencisine zarar vermişti. Sorun kendi grubundan birisinin yaralanması değildi. Sorun, Mehir'in yaralanmış olmasaydı.
Ne yazık ki bunu idrak etmesi uzun sürmüştü.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro