❄ 14. BÖLÜM ❄
"Nehir bekle! Özür dilerim. Be- Ben- Ben sana yalan söylemek istemedim."
"Bana Nehir demeyi kes!"
"Özür dilerim."
"Özür dilemeyi de kes!"
"Üzgünüm..."
Mehir, Nolan'ın söylediklerini duymayı reddetti ve onlardan olabildiğince uzaklaşıp kapı eşiğine ilerlemeye başladı. Gözleri hala Nolan'ın üzerindeydi fakat adımları ondan uzaklaşıyordu. Mehir geri adım attıkça, Nolan ona biraz daha yaklaşıyordu. Kaşından sızan kan damlalarını umursamadan adımlarına devam etti Mehir. Kendisine endişe içinde bakmakta olan ikiliye aldırmadan konuştuğunda, her zamanki gibi ifadesizdi fakat kırıldığı sesinin her tonuna yansımıştı.
"Sana güvenmiştim. Sana her şeyimi anlatmıştım. Kimsenin bilmediği gerçekleri dostum dediğim insana..." Biraz bekledikten sonra toparladı kendini. "Hayır. Uzaylıya açmıştım. Ama sen ne yaptın? Bir aptal olduğumu yüzüme vurdun. Beni kandırdın. Korkarım yaşadığımız her şeyi çevrendekilere de anlattın."
Mimikleri yoğun bir alevin içinde harlandığında, nefretle Nolan'a baktı Mehir. Yılların üzerine çığ gibi bir yalan devrilmişti. Ömrünü verdiği ağaçtan kalın bir dal kopmuştu ama asıl kopan candı. Şimdi kırık dallar arasında, kinle bakıyordu arkadaşına.
"Geçmişimden nefret ediyorum. Nehir'den nefret ediyorum. Hepinizden nefret ediyorum. Ama biliyor musun Nolan? Şu an en çok senden nefret ediyorum."
Omzu yeniden dikleşti Mehir'in. Kaşındaki koyu kana yapışan kaküllerini bir eli ile kenara itip alnını açık bıraktı. Yeşil gözleri daha bir netti ve şimdi gün yüzüne çıkan öfkesi ile bakıyordu. Duygusuz, hissiz bir kızın içine tazecik, güzelim duyguları aşılamak varken nefretini ve öfkesini kazanmışlardı.
İnsanlardan nefret etmekte haklı olduğunu her zaman bilirdi ancak şimdi yalnızca insanlardan değil, nefes almaya devam eden bütün canlılardan nefret etmesi gerektiği kanaatine varmıştı. Merhamet, sevgi ve vicdan baş etmesi güç duygulardı. Oysa nefret etmek kolaydı. En azından şimdilik içinde biriktirdiği öfkenin yıkımını yaşamamıştı. Ancak biliyordu ki, nefret de en az sevgi kadar büyük yıkımlar getirecekti. Sadece zamanı vardı.
İnkar yoktu.
Bir yalancı olarak, o da en az Nolan kadar suçluydu.
Fakat o suçunun önünde dimdik durmayı biliyordu. İşte bu yüzdendir ki, maskesinin altında yatan ruhların vicdanını taşımıyordu. O kötü olarak doğmuştu, kötü olarak yaşıyordu ve yine saf bir kötü olarak ölecekti. Kendi acısı kendineydi ve kendi intikamı da yine kendisinin olacaktı.
Elbette içinde iyiliğe dair ufacık da olsa kırıntılar besliyordu. Minnet gibi. Bu dünya üzerinde minnet duyduğu tek bir kişi vardı. O da şüphesiz Mary'di. Tüm bunlara o sebep oluyor olsa da, Mehir'i bu bataklıkta ayakta tutan kişi de bu kadındı. Mary Mehir'siz bir hiçti, Mehir de Mary'siz. İkisinin de yaşanmış onca acısı vardı. Acılarının altında yatan bir de saf intikam duygusu.
Mehir yıllar önce, nasıl yerin yedi kat dibindeki çöplüğe bırakılmışsa, orada sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun yaşamaması gereken şeyleri yaşamışsa, nefreti, kini öğrenmişse, dayak yemişse, soğuk odalarda zihni çıplak bir şekilde yaşamaya mahkum edilmişse, aç bırakılmışsa, hayale sığmayacak makinelerle vücuduna sayısız darbe almışsa daha beterini yaşatacaktı. Bu onun en doğal hakkıydı.
Başını eğmemeye özen gösterse de eğdi. Sanki kendinden asla emin olamıyor gibiydi. Fakat ne ağladı ne de isyan etti. Bir nevi düşüncelerini zihninde tartıyordu. Ve kötü kız, her zamanki çirkinliği ile ağır bastı. Nefret öyle bir duyguydu ki... Mehir, bedeni için şimdiden en içten dileklerini sunuyordu. Çünkü bu oyunun sonunda kendi de zarar görecekti. Belki de en fazla yarayı o alacaktı.
Başını kaldırdı ve ilk defa, içten olmasa da gülümsedi. Tebessümü sahteydi. Gözleri nefretle bakarken dudağı hafifçe iki yanına kıvrılmıştı.
"Gerçekten nefret ediyorum."
Mehir'in deli yanını fark eden Nolan, ona bir adım atıp yeniden özrünü sundu.
"Seni kaybetmekten korktum Nehir."
Mehir'in yüzündeki gülümseme buz tutarken çocukluk arkadaşına, Mary'e kabul ettirebildiği tek kişiye tiksinerek baktı.
"Sen beni çoktan kaybetmiştin."
Duydukları ile yıkılan Nolan'a doğru korkutucu bir yavaşlıkla yaklaştı. Ancak Nolan karşı çıktı.
"Gitmek istemedim. Seni öylece bırakıp gitmek kolay mıydı sanıyorsun?"
Mehir durdu.
"Seni bir kötüye kabul ettirmekten kolay olduğuna bahse girerim."
Nolan sıkıntılı bir nefes aldı.
"Yeniden deneyebilirim." Bu söylediğinin gerçekleşmesinin zor olduğunu kendisi de biliyordu. "Nehir beni anlamalısın."
Mehir gözlerini yumdu, dişlerini sıktı ve sakin olmaya çalışarak konuştu. Bu adı duymak canını yakıyordu.
"Bana Nehir demekten vazgeç artık. O adı her ağzına aldığında..." Devam edemedi. Kendisini kontrol etmeye çalıştı. Aslında ruhunu dizginlediği kişi Mary'di. O da Nolan'ı görmekten hoşnut değildi.
Nolan, Mehir'in ellerinin titreyişini fark ettiği anda sustu. "Özür dilerim," diyebildi kısaca.
"Dileme," dedi Mehir. Sesi çatal çatal çıkmıştı. "İnsanların günahlarını örtmek için kullandığı bu iki kelime sana da en az onlar kadar yakışmıyor çünkü."
"Böyle yapma."
Mehir başını kısa bir süreliğine yere eğdi.
"Buraya gelmeden önce beni burada bulma gibi bir umudun yoktu, değil mi? Öyle ise hiç bulamadığını farz et. Çünkü ben seni, tıpkı Eric gibi kaybedeli yıllar oluyor Nolan."
Nolan ne diyeceğini bilemedi. Mehir'in, Eric'i kaybetmesinin iki açıklaması olabilirdi. Ya Eric'in ailesi onu Mehir'den tıpkı kendi ailesinin yaptığı gibi uzaklaştırmış ya da Mehir, Eric'e kendisi zarar vermişti. Nedense ikinci cümle kanını dondurdu. Mehir gerçekten de bu kadar kötüleşmiş miydi? Eğer öyleyse, burası yalnızca insanların değil kendisinin de sonu olurdu.
Endişe içerisinde bir adım öne çıktı Nolan ancak aklında dönüp duran soruları soramadı. Yalnızca gözlerinde, yapmadın değil mi bakışı geziniyordu.
Mehir de tıpkı Nolan gibi öne doğru bir adım attı. Ardından bir adım daha ve bir adım daha. Yüz yüze geldiği Nolan'ın gözlerinin içine bakıyordu şimdi. Yeşil gözleri öyle çıplak bakıyordu ki, Nolan kısa bir anlığına Mehir'den ayrı geçirdiği sekiz yılı tüm netliği ile okudu.
Önce korku, sonra öfke, ardından nefret ve şimdi ise koca bir hiçlik.
Nolan'ın içi buz gibi oldu. Tepeden tırnağa titredi. Çünkü o gözlerde okuduğu bir cümle daha vardı.
Ben yaptım.
Nolan olduğu yere mıhlanırken Mehir arkasını döndü ve gitti. Tek bir kelime ile onca yıllık dostunu, kendini mahzenden çıkaran arkadaşını hiçe sayarak gitti. Evet. Mehir koca bir nankördü. Fakat koca bir yalancı olmaktansa nankör olmayı, bencil olmayı yeğliyordu o.
"Neydi bu şimdi?" diyen Oyuncu ellerini saçlarına daldırıp inanamıyormuş gibi diğerlerinin yanına giden Mehir'e baktı. Az önce, ağzını bıçak açmayan kız, kardeşi ile konuşmayı bırakın onu paylamış ve yanından uzaklaşmıştı. Bir başkası söylemiş olsa inanmayacak olduğu kini kendi gözleriyle görmüş ve bu kini Mehir'in yeşil gözlerine yakıştıramamıştı. Kendisine boş gözlerle bakmasını, soğuk davranmasını ondan beklerdi ancak bu derece şeytani bir hisle karşılaşmayı beklemiyordu.
Her ne oluyorsa, dün geceki kız bugün hayat buluyordu.
Düşüncelerinde uzun bir yolculuğa çıkan Oyuncu, kardeşinin Mehir'in arkasından koştuğunu görünce öfkelendi. Grubunun da kendisi gibi onların arkasından baktığını fark ettiğinde bütün öfkesini onlardan çıkarıp bağırdı.
"Herkes yerlerine!"
Eğitmenlerinin bir anda bağırması ile yerlerinde sıçrayan gençler oluşturdukları grup arkadaşları ile hızla sıraya geçmeye başladılar.
Nolan, ise halen Mehir'in peşinden koşuyordu. Aralarındaki mesafeyi azaltıp iyice yaklaştığında arkadaşının elini bir çırpıda tutup kendisine çevirdi. Mehir'in kendisine karşı koymamasını fırsat bilerek ona yaklaştı. Fakat tam karşısında duran Mehir'in yüzündeki an ve an değişen ifade yüzünden ellerini çekmek zorunda kaldı. Bu davranışı Mehir'in yeniden hareketlenmesine sebep oldu. Ta ki Nolan Mehir'in olduğu yere çivilenmesine sebep olacak o cümleyi kurana kadar.
"Dün gece işlediğin cinayetten haberim var."
Soru tarzında kurulan cümle karşısında yavaşça dönmeyi seçti Mehir. Sanki kendisi hiçbir şey yapmamış gibi bir tavır takınarak alayla konuştu.
"Ne diyorsun sen?"
Nolan, Mehir'in bu tavrına tebessüm etti. Arkadaşını tanıyorsa eğer bu hareketi kimsenin dikkatini üzerine çekmemesi içindi. Böyle bir cinayeti işleyecek tek kişiyi, dev yılanı tanıyordu. O da şüphesiz Mehir'di. Dün gece konuşulanlara pek kulak asmamıştı çünkü kendisi gruba geç girdiği için Mehir'i görememişti. Bu yüzden ihtimal de vermemişti ancak şimdi emindi. Bunu arkadaşı yapmıştı.
"Nehir... Beni tanıyorsun."
"Eeee."
"Şu inadından vazgeçsen. Bak. Buradayım." Ellerini iki yana açmış kendini kanıtlamaya çalışıyordu. "Senin yanındayım. Yine beraberiz. İçindeki ile beraber mücadele edebiliriz. Eskisi gibi..."
"Çocuktuk Nolan."
"Şimdi ne fark eder ki?"
Nolan ne yaşarsa yaşasın yüzünden düşürmediği gülümsemesini arkadaşına sunarken beklemediği bir şey oldu ve Mehir etrafına kısaca göz gezdirerek Nolan'ın kolundan tuttu. Onu koridorlardan birisine apar topar götürdüğünde Nolan'ın yüzündeki ifadeye aldırmadan hafifçe eğildi. Ardından ayağındaki siyah botlardan sağ tarafta olanı çıkardı ve sadece kendilerinin duyabileceği sesle sitem etti.
"İçimdeki ile sürdürdüğüm mücadelemin sonuna yaklaşıyorum. Yıllarca bu yükle yaşadım ve o, artık çıkmak istiyor."
Neler olduğunu anlayamayan Nolan'a sinirle bakan Mehir ayağını işaret ederek öfkesini yenemeden konuştu.
"Tırnaklarımın haline bak. Simsiyah." Nolan istemsiz bir şekilde kaşlarını çattı. "Asıl ruh bedenimi terk ediyor. Bu da daha fazla enerji, daha fazla ruh demek. Yokluğunu dolduracak yeni bedenlere ihtiyacı var."
Etrafına bakınarak ayakkabısını giyen Mehir devam etti.
"Yakın bir zamanda öleceğim ben Nolan. Benimle ilgili hayallerini unut. Vicdanın rahatlayacaksa affettim gitti. Fakat bundan sonra ne sen beni tanı ne de ben seni tanıyayım."
Yüzündeki gülümsemesi kaybolan Nolan, şoka girmiş gibi önünde korkutucu bir sakinlikle duran onca yıllık arkadaşına baktı. Ölümden mi söz ediyordu? Kendine geldiği vakit kararlı konuşması ile dillendirdi düşüncelerini. Bu kıza ölüm yakışmıyordu.
"Mahzenden de çıkamayacağını söylüyordun Nehir ama çıktın. Kimseyle konuşmam diyordun, benimle konuşuyorsun. Şu kafandaki olumsuzluklardan kurtul. Ben tüm huysuzluğuna rağmen yanında olacağım ve seni her şeyden koruyacağım. Anladın mı?"
Mehir alaycı bir gülüş daha attı. Başını iki yana salladı.
"Bu beslediğin iyi duygular, yalnızca midemi bulandırıyor."
"Sana söz veriyorum. Ömrümün geri kalanında yalnızca senin yanında olacağım."
Mehir derin bir nefes aldı ve "Yakın bir zamanda ölecek birisi için güzel teselli veriyorsun fakat fazla iyisin Nolan. Fazla," diyerek arkadaşına baktı. Ardından sağ elini genç adamın göğsüne sertçe vuran Mehir, gözlerini devirip uzaklaştı. Bu hareketi Nolan'ı güldürmüştü.
Alaycı arkadaşının arkasından koşarken eski anıları aklına hücum etmiş ve yeniden gülümsemeye başlamıştı.
"Nehir, kafamdaki kovayı çıkarmazsan olacaklardan sorumlu değilim. Nehir! Kime diyorum!"
Aşcı yamağı yaşlı kadın, başındaki un kovasını çıkarmaya çalışırken bir yandan da söyleniyordu. İçeriye telaşla Büşra Hanım girdi ve yaşlı hanımefendiyi görünce elini ağzına götürüp bir 'ah' çekti. Ardından da şaşkınlığını bir kenara atıp harekete geçti. Çok geçmeden tüm çabalarının mükafatını almış ve kadının kafasındaki kovayı çıkarmıştı.
Siyah saçları, yüzü gözü, üstü başı, her yanı una bulanan kadına gülmemek için zor duruyordu Büşra Hanım. Kızı bu sefer haddini aşmıştı doğrusu. Ancak yeniden birileri ile konuştuğu için pek yadırgamıyordı. Yine de her anne gibi o da söyleniyordu.
"Nehir! Seni bir elime geçirirsem... Bu sefer elimden kimse almayacak."
Arkasına her dönüşünde kendi dediklerine gülen kadın, yaşlı kadına döndüğünde ise ustaca oyunculuğunu sergiliyordu. Büşra Hanım'ın dediklerini onaylayan kadın üstünü temizlemek için dışarı çıktı. O çıktıktan sonra ise sessizlikte daha çok belli olan gülüşme sesleri duyuldu.
Büşra Hanım, çaktırmadan iki haylazı dinlemeye koyuldu.
"Sen o kovayı, akrep Sultan'ın kafasına geçirince nasıl da bağırdı ama."
"Havladı sandım. Ne bağırması. Kedim bile ondan daha iyi havlıyor."
"Olmayan kedin havlamayı nasıl başardı?"
"Bir dakika ya."
"Tam bir budalasın Nehir."
"Ve sende bu budalanın en en en en yakışıklı dostusun."
"Öyleyim tabii."
"Bir de en kendini beğenmiş."
İkilinin konuşmasını dinleyen Büşra Hanım sonunda dayanamayıp üzerilerindeki koliyi çekti ve iki cambazın kendisine masum tavşan bakışları atışını memnuniyetle izledi. İkili bir süre sonra da birbirine bakıp şaşkınlıkla şakıdılar. Bir yandan da gülmemek için yerlerinde zor duruyorlardı.
"Eyvah! Basıldık galiba."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro