Sarışınlar Boktur.
Derse gitmek için odadan çıkarken üzerinde mini şortu ve tek omzundan düşen tişörtüyle bir adet sarışın kapımın önünden mutfağa doğru ilerliyordu. Liseden arkadaşımın yeterli olacağını düşünmüş olacak ki Begüm, hala açıklama yapmamıştı.
Dolabın içine doğru eğilip bir süre bekledikten sonra yüzünü buruştururak doğruluğunda gözlerini bana çevirdi.
"Ananas suyu bitmiş."
Prensesimiz sabah akşam ananas suyu içtiğinden bitmiş olması gayet normaldi ama biten her şeyin yenilenmesine alışık olduğundan garipsiyordu.
"Dolabın üstündeki listeye ekle, alışverişe gidildiğinde alınır."
Ayakkabılarımı hızla ayağıma geçirip anahtarımı almak için ayakkabılığa uzandım.
Bu evden olabildikçe hızlı çıkmam lazımdı yoksa sarışının saçlarını yolacaktım ve bu pek benlik bir durum değildi. Neden böyle hissettiğimi anlayamıyordum, tamam kibirli ve üsten bakan tavrı hoşuma gitmiyordu ama Begüm'ün çevresindeki çoğu insan böyleydi, bu kızda başka bir şey vardı, çözemediğim bir şey, beni huzursuz ediyordu.
Okulun tıklım tıklım hali ve gürültüsünde bir sınıftan diğerine giderek dersleri bitirdiğimde ben de bitmiş haldeydim. Yorgunluktan ayaklarım ağrıyordu ve Begüm de olmadığı için bir de eve gitmek için mücadele verecektim. Cebimde hissettiğim titremeyle telefonumu çıkarttım.
"Kerem."
"Nerdesin?"
"Şimdi fakülteden çıkıyorum, sen?"
"Bekle beş dakikaya geliyorum."
Sesi soğuk değil ama garipti, sanki bir şeye kızmış ama suçu ben işlememişim gibi, tavrı doğrudan bana değildi ama yine de sinirini bozan bir şey vardı.
Kapının önüne çıkıp beklemeye başladım, yağmur şiddetini giderek arttırmıştı. Kerem, Ece'nin varlığından pek hoşnut olmadığından eve gelmiyordu, Ece ise Kerem'le ve Arda'yla ilgili konularda imalı konuşuyordu. Birkaç kez sorsam da Begüm cevap vermedi, ben de üstelemeyi bıraktım. Araba tam önümde durduğunda montumun şapkasını geçirip hızlı adımlarla ilerledim. Kapıyı açıp koltuğa yerleşir yerleşmez yanağına bir öpücük kondurarak gergin olan ifadesini yumuşattım.
"Selam."
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum kemerimi takarken.
"Nereye gidelim?" Gerginliği gözle görülür biçimde azalmıştı.
"Önce yemek yiyelim, çok açım. Sonra da film izleyelim."
"Oo, planlar yapılmış."
Okulun arazisinden çıkarken müzik çaların düğmesine bastı, hafif melodili Fransızca bir şarkı eşliğinde yağmurda ilerledik.
Yarım saatlik bir yolculuk sonucu ağaçların içinde küçük bir yerin önünde durduk. Böyle yerleri nerden buluyordu, daha önce kahvaltı yaptığımız o yeri andırıyordu ama burası daha da küçüktü.
İki çalışanı olan ve renkli tahta masalardan oluşan mekana girip yerleştik.
"Ne alırsınız?" Garson soruyu ikimizi birden sormuştu, ilk kez Kerem'e adıyla hitap edilmeyen bir yerdeydik.
"Ben pizza istiyorum, pepperonili."
"Ben de pizza alayım, karışık olsun."
Garson bizi başıyla onaylayıp yanımızdan ayrıldı.
"Ee ne yaptın, bugün?"
Kollarımı masaya yaslayıp ellerimi çeneme dayadım. Onu özlemiştim, bu his hala garibime gidiyordu, bir gün hatta birkaç saat görmeyince birini özlemek garipti ama özlüyordum.
"Sabah derse girdim, sonra şirkete uğradım yine ıvır zıvıra imza attırdılar, o kadar."
"Şirketten bahsederken sürekli yüzünü buruşturuyorsun."
Gözlerimin içine bakarken bana doğru eğildi.
"Çünkü, resmi kıyafetler ve kafalardan nefret ediyorum, şimdi tamam dersen seni alıp Filipinlere kaçarım."
Dudaklarımdan taşan minik bir kahkaha eşliğinde eline uzandım.
"Filipinlere?"
"Avustralya da olur."
"Peki aklımda bulunsun."
Garson elinde siparişlerimizle dönmüştü.
Pizzadan bir dilim alıp ısırdığımda Kerem bana gülümseyerek bakıyordu, bunun nedenin elimle yemem olduğunu biliyordum, biblo bebekler gibi küçük küçük parçalara ayırıp yemek yemememden memnundu.
"Uzak ülkelere kaçma fikri seni heyecanlandırdı mı?"
Gözlerimi ona çevirdiğimde muzip bir ifadeyle kıvrılan dudakları, belirginleşen gamzeleri ve ışıldayan bir çift yeşille beni kendine hayran bırakıyordu.
"Seninle her yere gelirim, Filipinler'e de Iğdır'a da."
"Gerçekten mi, yani yarın sabah hazırlan yarım saate gidiyoruz desem?"
"Sırt çantasına birkaç eşya atıp ayakkabılarımı giyerim."
Şaşkın ama durumdan hoşnut bakıyordu, o bana bakarken bir kez daha emin oluyordum, doğru yerde doğru adamın gözlerine baktığımdan.
"Neden?"
Gözlerimi kısıp ne anlatmak istediğini çözmeye çalıştım, onunla her yere neden gidebileceğimi mi soruyordu?
Suyundan bir yudum içip ellerini peçetesine silip masaya doğru eğilirken elini çenesi dayadı.
"Neden benimle her yere gelebilirsin, yani neden ben?"
"Aah, hiç Sayer'e uygun bir soru değil, son baktığımda özgüveniniz tam kadro yerindeydi."
Kıkırdamama karşılık gülümsesede ifadesi ciddiydi, gerçek bir cevap bekliyordu.
"O zaman elimden geldiğince açıklayayım."
Yerimde doğrulup elimi ıslak mendille sildikten sonra bir ayağımı diğerinin üstüne atıp masaya daha da yaklaşırken gözlerimi bir çift yeşile sabitledim.
"Sen beni alt üst ettin, önce küçük bir sarsıntı sandım ama büyük bir depremmiş, şimdi burada tam karşında oturup gözlerine bakarken bunu daha iyi anlıyorum."
Suyumdan bir yudum içip nefes alırken devam ettim.
"Sen beni öptüğünde kafamın içinde bulanık olan görüntü netleşti, sana ait olanmışım ben. Herkesin hayatımızda olma amacı farklıdır, sen beni ben yapmaya geldin. Yani daha basit anlatımla ben bir yap bozdum sen de kayıp parçam, beni öptüğünde tamamlandı."
"Derin." Nefes nefese kalmış gibi soluduktan sonra kızaran gözleriyle gözlerimin içine baktı.
"Sen beni umutlu kılansın, hayatın yaşamaya değer olduğunu ispatlayansın, sen karşımda gülerken ben daha güçlü bir adam oluyorum."
Yerimden kalkıp yanına gittiğimde şaşkın gözlerine aldırmadan ona sarıldım, ait olduğum yeri biliyordum ve orada olmamı hiçbir şey engelleyemezdi.
Telefonumun sesini duyunca Kerem'e doladığım kollarımı çektim, yerime dönüp çantamı karıştırmaya koyuldum, her zamanki gibi her köşesini arayıp bulduğumda ekranda Arda'nın ismini gördüm.
"Efendim."
Kerem, arkasına yaşlanmış halde gözlerini bana dikmiş dikkatle dinliyordu.
"Derin, nerdesin?"
"Dışardayım Arda, ne oldu?"
Arda'nın adını duymasıyla oturuşunu daha da dikleştiren Kerem gözlerini benden ayırmıyordu.
"Eve ne zaman geçersin?"
"Bilmiyorum, bir sorun mu var?" Sesi oldukça sakin olmasına rağmen endişelenmiştim.
"Yoo, yok bir sorun."
"Peki, görüşürüz o zaman." Bir an önce bu konuşmayı sonlandırmak istiyordum.
"Görüşürüz."
Kerem başını yana çevirip dudaklarını birbirine bastırarak açıklama bekliyordu.
"Bize gelecek herhalde, öylesine aramış."
Başını imalı bir tavırla sallarken yerinde bir kez daha doğruldu.
"Arda, seni ne sıklıkla öylesine arıyor?" Öylesineyi vurgulamıştı.
"Sarhoş olup geldiği geceden beri ilk kez."
Kerem başını tekrar sallarken garsona hesap işareti yaptı.
Arabayla on dakikadır ilerliyorduk ve ikimizde tek kelime konuşmamıştık.
"Sinemaya mı gitmek istiyorsun?"
"Evet."
Daha önce onunla film izlememiştim ve bunu gerçekten istiyordum.
Düz gittiğimiz yolda sağa dönerek ilerlemeye devam etti, sessiz haline geri dönmüştü.
Sinema salonunun önünde durduğumuzda kemerimi çözdüm.
Arabayı kilitledikten sonra yanıma gelip elimi tuttu, sadece onun elindeyken elim, huzurlu hissediyordum.
"Hangi film?"
Afişlerin önünde dikilirken filmlerin adını okuyordum, omzuna yatarak izleyeceğim bir film olduktan sonra ne olduğunun bir önemin yoktu.
"Mama."
Gülümsedikten sonra gişeye doğru yürüyüp biletleri aldı.
Salonda birkaç kişi dışında kimse yoktu, pazartesi ve öğleden sonra olmasının büyük etkisi olsa gerekti.
Film başlamadan koltuğa iyice yerleşip Kerem'in yüzünü görebilecek şekilde oturdum.
"Rahat mısın?"
Ellimi eline geçirip parmaklarımızı kenetlerken gülümsedim.
"Şimdi rahatım." dedim omzuna başımı koyup akan jenerikteki yazıları okurken.
Film gerilimli ve kasvetli ilerlerken Kerem'e giderek daha sokuluyordum.
Son sahneye geldiğinde gözlerimin dolduğunu hissettim, bugün biraz fazla duygusaldım.
Film bittiğinde Kerem'in omzuna iyice yerleştiğimden mayışmıştım, doğrulup saçlarımı arkaya attım. İnsanlar salonu hızla boşaltırken biz hala kalkmak için bir hamle yapmamıştık.
Dağılan saçlarımı toparlamaya çalışırken ellerini uzatıp saçlarımı düzeltmeye başladı, yüzümü avcuna alıp bana doğru yaklaştı. Yanaklarım avuçlarının içindeyken gözlerinin içine baktım. Salonda sadece biz kalmıştık ve kapanış jeneriği bitmek üzereydi.
Dudakları muzip bir gülücükle kıvrılırken beni kendine daha da yaklaştırdı, dudaklarımız buluşurken öpüşüne karşılık verdim.
Dudaklarımız ayrıldığında burnumu çenesine dayayıp gülümsedim. Elimden tutup koltuktan kalktı, iki adım önümde ilerleyen adımlarını takip ettim, binadan çıktığımızda yağmur durmuştu ama yerler hala ıslaktı.
Arka sokağa doğru yürürken hayatımın en mutlu zamanlarını yaşadığımı düşündüm, yağmurdan ıslanmış sokaklarda, elimde aşık olduğum adamın eli yürüyordum.
Kerem yılbaşı gecesinden beri fazla sessizdi, bunun içinde bulunduğumuz durum ve işle ilgili olduğunu düşünsem de tam olarak çözemiyordum ve soracak fırsatım olmamıştı. Aslında şu an gerginliğinden eser yoktu ve en iyi zaman şu an olabilirdi.
"Kerem."
Aramızdaki mesafeyi bir adıma indirecek şekilde yavaşladı.
"Bir süredir gerginsin, yani bana karşı olmasa da bunu hissedebiliyorum, sorun ne?"
"Önemli bir şey değil." diye fısıldarken adımları tekrar hızlandı.
Olduğum yerde elini bırakmadan duruduğumda mecburen bana doğru döndü.
"Derin, şirkette işler yoğun ve daha fazla sorumluluk almam gerekiyor."
Bana doğru iyice yaklaşıp aramızdaki mesafeyi sıfırlamıştı. Ellerini omuzlarıma yerleştirip gözlerini gözlerime dikerken masum ve içten bakıyordu.
"Biliyorum, sahibi olmak istemediğim bir iş seni esir ediyor ama beni huzursuz eden şey bu gerginliğin her zamankinden farklı oluşu."
Dudaklarımı küçük bir çocuk gibi sarkıtırken bunu yapışımdan utandım, onunlayken çoğu zaman olduğu gibi kendimi tanıyamıyordum. Belki de asıl ben Kerem'in yanındaki halimdi; sevilmek, korunmak isteyen ve aşık olduğu adamım hiçbir üzüntüsüne dayanamayan bir ben.
Beni göğsüne doğru bastırdığında kollarımı beline doladım, yağmur çiselemeye başlamıştı.
Burnunu saçlarıma gömerken soludu.
"Şimdi burada, saçlarının kokusu ciğerlerime ulaşırken olmak istediğim yerdeyim, olmak istediğim tek yerde, önemli olan da bu."
Yağmur biraz daha hızlanırken başını kaldırıp bana baktı, gözleri okuduğum bütün şiirlerden daha güzeldi.
"Hadi gidelim, ıslanıcaz."
Elimi tutup bir adım attığında olduğum yerden kıpırdamayarak onu tekrar durdurdum.
"Eğer yağmur yağarken içeri gireceksen, seninle gelmem uzak ülkelere." *Umay Umay
Bana doğru döndüğünde şaşkınlıkla karışık gülümsüyordu.
"Ben seninle ne yapacağım?"
Omuzlarımı sevimli bir tavırla kaldırırken dudaklarımı bilmiyorum manasında sarkıttım.
Küçük bir kahkaha dudaklarından dökülürken belime uzanıp beni kendine doğru hızla çektiğinde dudaklarımız buluştu.
Saçlarımızdan süzülen yağmura kafa tutarak öpüşüyorduk, bir kez daha emin olmuştum, bu hayatımın en güzel zamanlarıydı.
Kapıyı açarken Kerem gelmemek için hala huzursuzluk yapıyordu, küçük bir çocuğun gitmek istemediği misafirlik için uydurduğu bahanelerin hepsini sıraladıktan sonra ısrarlarıma dayanamayıp gelmek zorunda kalmıştı.
Begüm elinde iki şarap kadehi içeri doğru ilerlerken açılan kapının sesiyle bize doğru döndü. Hızlı adımlarla yanımıza yaklaştı.
"Sonunda geldiniz, mesajlarımı görmediniz sandım."
"Aa, biz kapıda karşılaştık." diye açıklama yapmaya çalışan Kerem'i duymazdan gelerek konuşmaya devam etti.
"Arda da şimdi gelir, hadi salona beni bu faciayla baş başa bir daha bırakırsanız fena olur."
Yüzüne yapmacık bir gülümseme takınıp içeri doğru yürüdü.
Cebimden telefonu çıkarttığımda Kerem de kendi telefonunu çıkarttı.
"Üç tane mesaj atmış." dedi.
"Bana da beş." Yüzümü buruşturup ceketimi askılığa astım.
Zilin çalmasıyla Kerem kapıyı açtı, ikimize birden garip bir bakış attıp içeri doğru bir adım atan Arda'nın yüzünde de Kerem'de olan huzursuz ifade vardı.
Kerem'e doğru huzursuz bir bakış attığında, Kerem bir şeyler mırıldandı. Arda, Kerem'in söylediği şeyi duymazdan gelerek salona doğru yürüdü.
"Sen içeri geç, ben bir üstümü değiştireyim."
Kerem beni başıyla onaylarken Arda'nın ardından salona girdi.
Üstüme açık gri bir tayt ve beyaz büyük bir sweat giyip ayağıma ev botlarımı geçirdim.
Mutfağa girip kendime büyük bir fincanda çay yapıp salona geçtim.
Ece, camın önündeki tekli kırmızı koltukta siyah deri taytı ve kırmızı gömleğiyle ayak ayak üstüne atmış, elinde şarap kadehiyle oturuyordu.
Kerem'e doğru dönüp elimdeki kupayı göstererek, "Çay ister misin?" diye sordum. Arda'nın elinde de bir kadeh olduğundan onu pas geçmiştim.
"Daha sert bir şeye ihtiyacım var." derken yerinden kalkıp içkilerin olduğu dolaptan viskiyi çıkarttı.
Üzerimde ev kıyafetlerim ve elimde çayla bu topluluğa hiç uygun olmasamda üçlü koltuğun köşesine oturdum.
Kendi aralarında yaptıkları sohbeti dinliyormuş gibi yapıp çay içiyordum, bugün oldukça yorucu geçmişti ve şu an istediğim tek şey uyumaktı ama Kerem'i burada tek başına bırakıp odama geçemezdim.
"Derin, sen ne okuyorsun?"
Adımı duymamla başımı sesin geldiği tarafa çevirdiğimde gözlerinde aşağılayıcı bir ifade olan Ece'yle karşılaştım.
"Psikoloji, Begüm'le aynı sınıftalar." Kerem, soruyu cevaplayan Arda'ya hoşnutsuz bakışlar atarken yapmacık bir tavırla gülümsedim.
Ece, Arda'ya doğru dönüp koltuğun köşesine iyice yaslandı, gözlerini kırpıştırken gülümsedi. İlk kez gerçekten gülümsediğini görüyordum.
"Derin'e sorulan soruları sen mi cevaplıyorsun hayatım?"
Arda yerinde kıpırdansada bir cevap vermeden içkisinden bir yudum aldı.
"Ee, Ece Seattle'a ne zaman dönüyorsun?"
Seattle mı? Biri artık bana bu kızın kimle ne bağlantısı olduğunu anlatsa da ben de aval aval bakınmasam etrafa.
Ece, Kerem'e muzip bir bakış atıp Begüm'e döndü. "Seattle'la işim bitti tatlım."
Kerem fazla gürültü bir şekilde elindeki bardağı sehpaya bırakıp kalkarken bana doğru üzgün bir ifadeyle baktı. Mutfağa doğru yürüdüğünde yerimden kalkıp peşinden gittim.
"Sorun ne?"
Kerem mutfakta bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Elimdeki bardağı tezgaha bırakıp kolundan tuttum.
"Kerem, ne oluyor?"
"Derin bak, sana bir şey söylemem gerekiyor."
"Tamam, söyle."
Ellerini omuzlarımı yaslarken gözlerimin içine hüzünlü ve kararsız bir ifadeyle baktı.
Kapının itilmesiyle arkama doğru döndüm, Ece içeri doğru ilerlerken bizi yavaşça süzüp alaycı bir ifadeyle sırıttı.
"Sayer Sayer Sayer, hiç sana göre değil." dedikten sonra buzdolabını açıp buz dolu kabı çıkarttı.
Kerem'e doğru kaşlarını imalı bir tavırla kaldırdıktan sonra saçlarını savurarak arkasını dönüp kapıdan çıktı.
Bu da neydi şimdi? Kafam allak bullak olmuştu.
"Kerem ne anlatacaksın?" Sesim kızgın çıkmıştı, çözemesem de duyacaklarımdan hoşlanmayacağımdan artık emindim.
"Derin." İçerden seslenen Begüm'ün sesini duyduğunda Kerem bir adım geriye çekildi.
"Sonra konuşuruz."
Kapıdan çıkıp gittiğinde artık emindim, öğreneceklerimden memnun olmayacaktım.
Salona döndüğümde Ece elinde viski bardağıyla Arda'nın yanında oturuyordu.
"Hani bunlar bana hava atmak için boks yapmışlardı ya, Arda'nın dudağı Kerem'in kaşı patlamıştı." Ece kahkaha atarken bana doğru kısa bir bakış atıp devam etti.
Begüm, Ece'nin kahkahasına eşlik ederken Kerem ve Arda huzursuz tavırlarını koruyorlardı.
"Yazlıkta, kayalıklardan denize atlamışlardı bir de." diye ekledi Begüm.
"Evet, evet. Nasıl korkmuştum bir şey olacak diye." Arda'nın omzuna kolunu yaslarken biraz önceki içten gülümsemesini takınıp fısıldadı. "Sana bir şey olsaydı ben ne yapardım."
Arda arkasına doğru yaslanıp Ece'nın kolundan kurtulurken bana doğru huzursuz bir bakış attı.
Ayaklarımı altıma toplayıp pencerenin önünde duran Kerem'e çevirdim gözlerimi. Sıkışıp kalmış gibi bir hali vardı.
"Ee Arda, günlerdir buradayım hala yanında bir kız görmedim, sakın bana yalnız olduğunu söyleme, inanmam."
Tavrı o kadar yapmacıktı ki sinirimi bozmakla kalmıyor tüylerimi ürperttiyordu.
"Bu aralar gidenin dönmesini bekliyorum."
Gözlerini gözlerime dikip konuşmuştu. Kerem yerinde doğrulup kaşlarını çattığında ben de bacaklarımı koltuktan sarkıttım.
Ece bir bana bir Arda'ya bakıp gözlerini kıstı.
"Bir dakika, bir dakika siz, yok artık." Arkasını dönüp Kerem'e kısa bir bakış attığında, Kerem kasılmış çenesiyle yerinde bir kez daha kıpırdandı.
"Ben sanmıştım ki." Ağzı hayretle açılırken fazla gürültü bir şekilde kahkaha atmaya başladı.
Açılan kapıyı fırsat bilip yerimden kalktığımda holde Kayra'yla burun buruna geldim.
"Ne oldu sana, yüzün bembeyaz olmuş."
"Ben bu kızı boğarım." diye tısladım dişlerimin arasından.
"O hala burada mı ya, Begüm de hoşlanmıyor niye göndermiyor anlamıyorum."
Başımı huzursuz bir tavırla sallarken içeri doğru attığı adımları izledim.
Begüm yerinden kalkıp Kayra'nın yanağına bir öpücük kondurdu.
Kerem olduğu yerden kıpırdayıp Kayra'yla kendi tarzlarında tokalaştıklarında kulağına eğilip "Ben kaçıyorum, Derin sana emanet." dedi.
Hole doğru geçtiğinde bana içten bir bakış atıp gülümsedi.
"Ben gideyim artık, sen de uyu."
Onu başımla onaylarken ayakkabılarını giymesini izledim.
Yanağıma küçük bir öpücük kondurup kapıdan çıktığında, mutfağa döndüm.
Bir bardak su doldurup iyi geceler dilemek için salona dönecektim ki Ece içeri girdi.
Boşalan buz kutusunu doldurup bana döndü.
"İkisiyle birden olabilirsin, ben yapmıştım."
Kapıdan çıktığında kafamda netleşen durum midemde ağrıya neden oluyordu.
Seattle, Arda, Kerem, Ece, Kerem'in dönüşü, halledilmesi gereken durum, Arda'nın Kerem'in döndüğü günkü hali...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro