Isınamazsın ağlarken.
Okuldan eve erken dönmenin huzuruyla odama girdim. Bu eve ve odaya fazlasıyla erken uyum sağladım. Alışkanlıklarımdan vazgeçmem genelde kolay olmaz ama bu sefer çevremdeki insanların da etkisiyle kolay bi' adapte süreci geçirdim. Bunda Begüm'ün etkisi çok büyük, eğer onunla tanışmasaydım bölümden birkaç kişiyle sınırlı kalırdı iletişimim. Doğum gününe bir hafta kaldı ve ben ona çok güzel bir sürpriz hazırlamak istiyorum ama bunu yapabilmem için onu en iyi tanıyan insanların yardımına ihtiyacım var. Parti Begüm'ün uzmanlık alanı, bugüne kadar herkesin doğum günü organizasyonunu o yapmış, bu kez de ona sürpriz parti yapılmalı. Önce nerede ve nasıl olacağına karar vermem lazım, evde olmaz, hemen anlar. Asla tahmin etmeyeceği bir yerde olmalı.
Çantamı attığım yeri bulmak için odama bakındım ama burada değildi, hole doğru yürüdüm, ayakkabılığın üstüne bırakmışım. Bu aralar çok dalgınım. Üstün bir çaba harcadıktan sonra telefonu bulabildim. Rehberde Arda'nın adını bulup ara düğmesine bastım.
"Derin." diye açtı telefonu, fazla coşkulu bir sesle.
"Arda, nasılsın?"
"İyiyim canım, sen?"
"İyiyim ben de. Hani geçen gün konuşmuştuk ya Begüm'ün doğum günü için, bir şeyler planlamamız lazım."
"Canım ben şimdi dersten çıktım şirkete gidiyorum, toplantı var."
Ya dersi var ya da şirkette işi, ne zaman planlayacağız biz bu partiyi.
"Anladım. Ben kendim bi' şeyler düşünürüm artık." dedim üzgün bir sesle.
"Derin, bir dakika bekler misin?" dedikten sonra biriyle mırıldanma seslerini duydum. Begüm için, ne işin var sanki gibi bir şeyler söyledi. Karşıdaki kişi önce kabul etmedi, Arda daha da ısrar etti. İyi tamam, diyen Kerem'in sesini duydum. Kerem mi? Hayır olmaz. Hayatta olmaz, o öyle üsten üsten bakarken, yargılayıcı cümlelerle homurdanırken asla bi' fikir üretemem.
"Derin, Kerem sana yardım edecek."
"Gerek yok, işi falan vardır. Biz, sen uygun olunca birlikte hallederiz." Panik halinde aklıma gelen ilk cümleleri sıraladım.
"Bu görev için en uygun kişi Kerem, inan benden daha çok işine yarar." Gülmesini bastırmaya çalışan bir hali vardı. Kerem'in ona dik dik baktığına eminim.
Haklıydı. Sarışın hakkında en detaylı bilgiye sahip ikinci kişi Kerem'di. Mecburen kabul edecektim.
"Tamam, evdeyim, buraya gelsin." Sesimdeki hoşnutsuzluğu yansıtmamaya çalıştım.
"Tamam, görüşürüz." deyip kapattı telefonu.
Dışarıya çıkma ihtimalimize karşı üstümü değiştirmeye karar verdim. Odama tekrar döndüğümde fazla dağınık olduğunu fark ettim. Kitaplar ve notlardan görünmeyen çalışma masama yöneldim, kitapları üst üste dizdikten sonra notları dosyaya yerleştirdim. Etrafa dağılan kalemleri toparladım, yandaki makyaj masasına dönüp orayı da hızlı bir şekilde düzelttikten sonra minderin üzerindeki kıyafetlerimi askılığa astım. Şimdi ne giyeceğime karar vermem lazımdı.
Siyah dizleri yırtık kotumun üstüne uzun, siyah, omuzları zımbalı kazağımı giydim. Banyoya gidip saçlarımı biraz ıslattıktan sonra fırçaladım, gözlerimin altı hala şişti, yüzüme hafif bir kapatıcı sürdükten sonra aynadan yansımama baktım. Beş dakika önceki halimden daha iyi göründüğüm kesindi ama bir şey eksikti. Makyaj masama koşup rimelimi aramaya başladım, çekmecenin derinliklerinden çıkartıp yoğun olmayacak şekilde sürdüm. Şimdi tamam oldu. Mutfağa gitmeye yöneldiğim sırada kapı çaldı.
Kapıyı açıp kenara çekildim.
Kerem, koyu mavi kot pantolonu ve beyaz yakası açık tişörtünün üstüne siyah deri ceketiyle kapıdaydı.
Yüzünde muzip bir gülümsemeyle, "Buyrun, Derin hanım, emrinizdeyim." dedi.
"İçeri gel." Oyununa eşlik ediyordum.
İçeri girip salonda camın yanındaki kırmızı tekli koltuğa oturdu. Camdan vuran güneş saçlarını aydınlatıyordu, her zamanki halinden daha turuncu görünüyordu. Sevimli sayılabilecek kadar turuncu. Bu düşünce beni gülümsetti, Kerem anlam veremeyen bir ifadeyle yüzüme bakarken ceketini çıkartıp yandaki ikili koltuğa attı, ayağını dizinin üstüne koyup kolunu koltuğun kenarına yasladı.
"En azından bir kahve yapsan da, kafam açılsa." dedi fazlasıyla iğneleyici bir tonda.
"Kahve yeterli olacak mı?" En az onun kadar iğneyeci bir tonda söylemiştim.
Mutfağa gidip su ısıtıcısının düğmesine bastım. Tezgahın yanından tepsiyi alıp en sevdiğim iki kupamı koydum, kendim için batman simgeli, Kerem için ise wake up yazılı olanı. Muzip bir ifadeyle gülümseyip kaynayan suyu kupalara doldurdum. Kahve, şeker ve süt tozunu da tepsiye koyup içeri yürüdüm.
Tepsiyi sehpaya bıraktıktan sonra suya kahve şeker ve süt ekledikten sonra Kerem'in karşısındaki siyah tekli koltuğa oturdum. Kerem suya sadece kahve ekleyip yerine döndü.
Elimdeki kupaya dikkatle baktıktan sonra gülümsedi. "Batman?" Sesi fazlasıyla hoşnuttu.
Boynumu dikleştirip gülümsemesine karşılık verdim.
Kahvesinden bir yudum alıp "Aklında ne var?" diye sordu. Aklımda hiçbir şey yoktu, sadece parti yapmak istiyordum ama nasıl, nerede olacağına karar verememiştim.
"Aslında pek bir şey yok." dedim utanarak.
"Parti yapmak istiyorum ama kesinlikle sürpriz olmalı, asla anlamamalı."
"Iım, o zaman burada olmaz. Önce mekan bulmak lazım."
Aynen öyle mekan bulmak lazım da, neresi? Bir süre sessiz kalıp düşündük. Kahvemi daha fazla içmek istemediğimden sehpaya bırakmak için yerimden kalktım.
"Bizim evde olsun, havuz başında."
"Hayır, olmaz." dedim hışımla. Sizin ev, havuz başı ve sen; Begüm, hiç de iyi olmayan anılarını hatırlar.
Kerem tek kaşını kaldırıp yüzünü buruşturdu. Tepkimin nedenini anlamaya çalışıyordu.
Yerime oturup yutkundum. "Daha önce anısı olmayan bir yerde yapsak?"
Kerem'in ağzı hayretle açıldı. Yüzüme şaşkın şaşkın baktıktan sonra "Sana anlatmadığı bir şey kaldı mı?" diye homurdandı.
Omuz silktim. Kalmıştır tabii, on yılınız birlikte geçmiş ama şimdi bunu tartışmak istemiyordum, aslında hiçbir zaman tartışmak istemiyordum. Dudağımın içini kemirip dizimi sallamaya başladım. Fazlasıyla stres altındaydım. Kafam çalışmıyordu, aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Biraz daha bir fikir üretemezsem Kerem'i buraya kadar boşuna sürüklemiş olacaktım.
"Begüm en çok nerede olmak ister?" diye sordum, herhangi bir fikir üretebilmek umuduyla.
"Denizde."
"Sahilde yapalım o zaman?"
"Aralıktayız."
"Ateş yakarız."
"Ateşin etrafında mı parti yapacaz?"
"Kerem Sayer'sin sen, bir yolunu bulursun."
Kahkaha attı, gözlerimin içine bakıp tekrar güldü.
Başını aşağı yukarı yavaşça salladı. "Bulurum."
"Kalk o zaman." dedikten sonra yerinden fırladı, ben de peşinden.
Koltuktan ceketini alıp üstüne geçirdi, ayakkabılıktan çantamı alıp adımlarını takip ettim. Kapıyı kitlememi beklemeden merdivenlere yöneldi, beni beklememesine sinir olduğumdan asansörün düğmesine bastım. Birkaç saniye sonra asansörün kapısı açıldı, arabanın otoparkta olduğunu düşsündüğümden zemin kata indim. Otoparka girdiğimde Kerem ortalarda yoktu, onu cezalandırmaya çalışırken her an durum bana dönebilirdi. Neredeydi bu, Begüm'ün park yerine doğru yürüdüm orada da yoktu. Tekrar apartmana girip çıkış kapısından çıktım, yola doğru yürüdüğümde araba kapının önündeydi Kerem de içinde. Hızlı adımlarla yürüyüp kapıyı açtım. Koltuğa oturunca ondan tarafa bakmamaya özen göstererek kemerini taktım, arabayı çalıştırdı. Ana yola çıktıktan sonra hızını arttırdı. Birkaç dakika sonra daha da hızlandı. Kızmıştı. Kızmıştı ama neye? Onu birkaç dakika beklettim diye mi, arkasından inmedim diye mi, alışkın olduğu bu muydu, o ne yaparsa insanların aynısını tekrarlaması mı?
"Nereye gidiyoruz?" Sorum belki konuşmasını sağlar umuduyla ona doğru baktım ama hiç tepki vermedi. Yoldan gözünü ayırmadan ilerliyordu.
Koltuğa iyice gömülüp dışarıyı seyretmeye başladım. Bu kadar kızacak ne vardı? Bu Kerem Sayer'in 'Ben ne dersem o olur.'larından biri olsa gerek. Peki ben niye bu kadar gerildim. Kızmış olması onu ilgilendirir, benim bir suçum yok ki, istediği kadar kızsın. Terleyen avuçlarımı kotuma silip gözümün ucuyla tekrar baktım. Gözlerini yola kilitlemiş, çenesini kasıyordu. Boynumu iyice çevirip gözlerimi yüzüne diktim. Belki bu benimle konuşmasını sağlardı. Bir süre sonra dişlerini sıkmayı bıraktığından, yüzü yumuşadı.
Gözünün uçuyla baktı. "Bir şey mi söyleyeceksin?"
"Hayır." Sesim netti.
Biraz önceki sessizliğine büründü. Bu sessizlik sinirimi bozuyordu. İnsanlar neden hislerini söylemek dışında her yola başvuruyordu? Kızgınsan kızgınsın; bağır, kır dök, nedenini açıkla ama yeterki konuş. Her ne hissediyorsan o an konuşacaksın ki içinde kalmasın, sırtına yük olmasın.
"Kızgın mısın?" diye sordum.
Tepki vermedi, göz ucuyla bile bakmadı. Bu kadar tepkisiz nasıl kalabiliyordu?
"Kerem." diye üsteledim. Bir cevap alana kadar pes etmeyecektim.
Bu sefer anlık bir bakış kopartabilmiştim ama yine bir cevap yoktu.
Emniyet kemerini çıkarttım. Hızla dönüp bana baktı, işte böyle. Gülümsememi bastırmak için dudağımın içini ısırdım. Arabanın hızını normal düzeye indirdi.
"Kızgın değilim." Sesi sakindi.
Ona doğru dönüp yan oturdum. "Vücut tepkilerin öyle demiyor."
"Kızgın olmam mı gerekiyor?"
"Hayır ama kızgınsın ve ben nedenini merak ediyorum."
Gözünün uçuyla bana baktıktan sonra, "Kemerini tak." diye emretti.
"Önce cevap ver." En az onun kadar sinir bozucu olabilirdim.
"Derin, kemerini tak." Adımı bastırarak söylemişti.
"Cevap ver." Ona doğru iyice döndüm.
Arabayı yan seride geçirip yavaşladı ve durdu.
Kemerini çıkartıp bana döndü. "Evet kızgınım. Kafana göre hareket etmene kızgınım. Arkamda olduğunu sanırken baktığımda orada olmamana kızgınım. Sonra gelip hiçbir şey olmamış gibi davranmana kızgınım. Sürekli sorular sormama kızgınım. Beni tanıyormuş gibi davranmana kızgınım. Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun, hiçbir şey." Gözleri öfkeden parıldıyordu. Bağırmak, üste çıkmak istedim ama gözlerinde öfkenin yanında başka bir ifade daha vardı, çözemediğim bir ifade.
"Şimdi kemerini tak." Sesi buz gibiydi.
Önüne dönüp kemerini taktı, bana bakıp kemerimi taktığımdan emin olunca arabayı çalıştırdı.
Pencere tarafına doğru kıvrılıp camdan dışarı bakmaya başladım. Sesi hala kullaklarımdaydı, bana böyle bağırmaya hakkı yoktu. Hem o kim ya, kim sanıyor da kendini beni davranışlarımdan dolayı yargılıyordu. Onu tanımıyordum evet, tanımak da istemiyordum. Hatta şu an arabadan inip gitmek istiyordum ama çocuk gibi davranmak ve suçumu kabul etmiş olmak da istemiyordum. Arabanın yavaşladığını fark ettiğimde etrafta bakındım, marinaya gelmiştik. Buraya niye geldik şimdi? Kapısının açılma sesini duymamla kemerini çıkartıp kapıyı açtım. Hızlı adımlarla teknelerin yanından yürüyordu, birkaç adım arkasından ilerliyordum. On tekne falan geçtikten sonra The Raven yazan bir teknenin önünde durdu. Kuzgun, bu ismi gerçekten benimsemiş.
"Bu nedir?" dedim, herhangi bir cevap almak için sormamıştım sadece ağzımdan çıkmıştı.
"Tekne." dedi sevimli bi ifadeyle. Biraz önceki tavrını affettirmeye çalışarak. İfadesiz bir şekilde baktığımdan ekledi. "Azimut 105." Çok açıklayıcı oldu, evet, merak ettiğim teknenin modeliydi. Gözlerimi devirip tekneye doğru atlamasını umursamadan olduğum yerde dikilmeye devam ettim. Elini bana doğru uzatınca, tutup tekneye çıktım. Büyük ve güzel dekore edilmişti. iki katlıydı. Alt katta yatak odaları vardı, üstte ise yemek masası. Tekneyi dolaşmayı bitirince burun tarafına geçip denizi karşımıza aldık.
Kollarımı göğsümde birleştip denizin havasını içime çekerken, "Partiyi burada yapabiliriz." dedi.
Parti, evet. Tamamen aklımdan çıkmış. Omuz silktim. "Olur."
Dudağının kenarı kıvrıldı, gamzeleri belli belirsiz gözüktü. "Kontrol sende, nasıl olsun istiyorsan öyle ayarla. Cumartesi sabahtan bir yemek şirketi gelip servisleri ayarlar. İstiyorsan birkaç kişiyi de süsleme için ayarlayabilirim ya da bir konsept belirleyebiliriz."
Umrumda bile değildi. Sadece ağlamak istiyordum ya da tek başıma denize açılıp orada kalmak. Tepki vermemi beklediğinden başımı salladım.
"Artık gidebilir miyiz?" Çünkü biraz daha gitmezsek burada küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlayacaktım.
Suçlu bir ifadeyle gülümsedi ve yürümeye başladı. Birkaç adımlık mesafeyi koruyarak arkasından ilerledim. Tekneden aşağı zıplayıp inmem için kolumu tuttu. Yardımıyla indikten sonra önden hızlı hızlı yürüyerek arabanın yanına ulaştım. Koltuğa oturup kemerimi takınca biraz önceki konumumu alıp dışarıyı izlemeye devam etti. Torpidoya uzanıp bir cd çıkarttı, müzik çalara yerleştirdikten birkaç saniye sonra melodi başladı. Rahatlatıcı bir müzikti, daha önce dinlemediğim bir müzisyendi ya da grup. Kim olduğunu merak etsem de sormak istemiyordum.
"Mumford & Sons." Ona doğru bakmamı beklemiş olacak ki birkaç saniye sustu. "Ingiliz bir grup, en sevdiğim müzisyenlerdenler." Harika. Seni tanımamaya devam etmek istiyorum, o yüzden bana sevdiğin müzisyenleri dinletmezsen mutlu olurum diye bağırmak istesemde sustum.
"Hold me fast, hold me fast
Cuz I'm a hopeless wanderer
Hold me fast, hold me fast
Cuz I'm a hopeless wanderer
I will learn, i will learn to love the skies I'm under
I will learn, i will learn to love the skies I'm under
The skies I'm under"
Şarkının huzur verici melodisi bittiğinde çok yorgun olduğumu hissettim. Fazlasıyla yorgun.
Gözümü açtığımda sitenin önünde duruyorduk. Uyuya kalmıştım, hızla dönüp Kerem'e baktığımda o da bana bakıyordu.
"Ne zamandır uyuyorum?" diye sordum panikle.
"Yeni geldik, on beş dakika falan uyumuşsundur." Sevecen bir hali vardı. Tanıdığım -pardon tanımadığım- en ruh hali karmaşık insandı. Bir anı bir anına uymuyordu. Avazı çıktığı gibi bağırdıktan beş dakika sonra gülücükler saçabiliyordu. Hızla arabadan indim, Kerem'e dönüp "Görüşürüz." dedikten sonra kapıyı kapattım. Yakın zamanda görüşmemeye umarak bahçe kapısından girdim. Apartmana doğru yürürken göz ucuyla baktım hala gitmemişti, merdivenleri koşarak çıkıp apartmanın kapısını açtım. Asansörü çağırıp sekiz yazan düğmeye bastım. Evin kapısını açıp odama doğru hızlı adımlarla ilerleyip üstümü bile çıkartmadan kendimi yatağa bıraktım.
Kapının çarpma sesinin ardından ağlama sesi duyarak uyandım. Begüm'dü, koşarak odamdan çıktım, ses salondan geliyordu. Salona girdiğimde Begüm sehpanın yanında yere çökmüş hıçkırararak ağlıyordu, yarım metre kadar önüne saçılmış dosya ve kağıtlar vardı. Hızla yanına gidip oturdum.
"Begüm, canım, ne oldu?"
Bana bakmıyordu, ağlaması şiddetlendi. Kollarımı omzuna uzatıp sarıldım. Sakinleştirmek için sırtından elimi aşağı yukarı kaydırıyordum. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Kötü bir şey mi olmuştu, birine mi bir şey olmuştu? Koşarak mutfağa gidip bir bardak su aldım. Yanına döndüğümde aynı yerde kıpırdamadan oturuyordu, ağlaması biraz durmuştu. Suyu içmesi için yardım edip gözlerine baktım. "Kötü bir şey mi oldu?"
Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra hışımla kalktı.
"Ben iyi bir şey yapmak istemiştim, mutlu olur sanmıştım." diye geveledi.
Kimden bahsediyordu? Gri ikili koltuğa oturup dizinin üstüne kollarını dayayıp tekrar ağlamaya başladı.
Yerdeki dosyaları ve kağıtları kaldırmak için eğildim. Bir yerin planlarıydı, dikkatle bakınca bir anaokulu olduğunu anladım. Sude anaokulu, yazıyordu dosyanın üstünde. Sude mi, Sude de kim?
Dosya ve planları toparlayıp sehpanın üstüne bıraktım.
"Begüm, bunlar ne?"
Sehpanın üstüne kısa bir bakış attıktan sonra "Kerem'e sürpriz olacaktı ama onu deliye döndürdü." Hıçkırmaya başladı. "Şirketin ortasında bana deli gibi bağırdı. Herkesin önünde rezil etti."
Yüzünü ellerine kapatıp ağlamaya başladı. Yanına oturup yüzüne düşen saçlarını arkaya attım. Önüne gelen herkese bağırıp çağırabileceğini mi sanıyordu? Bir insana bunu yapmaya ne hakkı vardı? İnsanlar seslerini çıkartmadığı sürece bu böyle devam edecek belli oldu. O herkese bağıracak, onlar da susacak ve bağırma hakkını kendinde daha çok görecek. Buna bir dur demenin vakti geldi.
Odama koşup çantamı aldım, salonun kapısına geçip "Begüm benim bi yere gitmem lazım." dedim.
Başını kaldırdı, gözleri kıpkırmızı olmuştu. "Nereye?" diye sordu, anahtarın dönme sesini duymamla kapıya baktım. Tam zamanında.
"Kayra." Yanına gidip "Begüm iyi değil, sen onunla kal ben hemen gelecem." dedikten sonra evden çıktım.
Yola çıkıp bir taksi durağına gittim. Taksiye bindikten sonra karşılama partisine giderken etraftan gördüğüm kadarıyla yolu tarif etmeye çalışarak, "Çekmeköy, olması lazım. Müstakil evler var hani." dedim. Taksici elli yaşlarında sevimli biriydi. Gülümseyip arabayı çalıştırdı.
Bir süre ilerledikten sonra "Sultan Reşat yalıları." diye düzeltim. Görünce hatırlarım diye düşünüyordum. Aynadan başıyla onaylayıp yola döndü.
Çok kızgındım. Bana bağırmasını bir şekilde atlatmıştım, ki bana da bağırmaya hakkı yoktu ama Begüm'ün halini görünce kan beynime sıçramıştı. Bir insan bu kadar umursamaz olamaz, bu kadar çevresinde insanlara zarar veremez. Böyle alışmış, bu zamana kadar kimse sesini çıkartmamış, herkes her dediğini yapmış ama yeter. Birinin de ona sen kim oluyorsun demesi lazım. Begüm'ün de Arda'nın da her koşulda yanında kalacaklarından emin olduğundan onları kırmaktan, üzmekten çekinmiyordu.
Gelmiştik, parayı uzatıp taksiden indim.
Hızlı adımlarla büyük demir kapıya yöneldim, kapıyı geçtikten sonra bir süre bahçede ilerleyip merdivenlere ulaştım. Evin kapısına geldiğimde ya evde değilse diye düşündüm, umarım buradadır. Zile basıp bekledim. Birkaç saniye sonra kapıyı, karşılama partisinden hatırladığım kızıl saçlı, orta boylu kadın açtı.
"Kerem burada mı?" diye sordum, kendimden emin bir tavırla.
"Odasında." Gülümseyip içeri geçmem için kapıdan çekildi, belli ki o da beni hatırlamıştı.
Hızla içeri girip merdivenlere doğru yürüdüm, tam yukarı çıkacakken "Odası aşağıda." uyarısıyla, yönümü değiştirip aşağı merdivenlere yöneldim.
Merdivenler direkt odasına iniyordu, sert adımlarla son merdivene ulaştığımda Kerem yoktu, hani odasındaydı? Odanın ortasında büyük bi yatak, merdivenlerin hemen yanında kum torbası ve spor aletleri, yatağın karşısında oturma takımı ve televizyon vardı.
"Kerem." dedim yüksek sesle ve oldukça sert bir tonda.
Birkaç saniye sonra yanımdan banyo olduğunu düşündüğüm bir kapı açıldı. Kerem elinde bir baş havlusu ve altında eşofman altıyla banyodan çıktı. Zamanlama hatamı umursamadan atağa geçtim. "Sen nasıl bir insansın?" Sesim tahmin ettiğimden daha sert ve öfkeliydi.
Odasında beni görmenin şaşkınlığıyla boş boş bakıyordu. "Senin burada ne işin var?" Sesinde her zamanki aşağılayıcı ton vardı.
Söylediğini duymamış gibi üstüne doğru yürüdüm.
"Sen sanıyorsun ki, kimse seni bırakıp gitmez, kimse senden vazgeçmez, vazgeçemez. Sen istediğin gibi kırıp dökersin, istediğin gibi bağırıp çağırırsın ama insanlar seni hep affeder. Hatta özür bile dilemezsin çünkü özür dilemek sana göre değil. Sen yaralarsın, parçalarsın sonra biraz zaman geçer ve Begüm de Arda da seni affeder. Çünkü onlar senin en yakının çünkü onlar seni kimseye değişmez."
Kaşlarını çatıp yüzüme şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. Burada olmamın şokunu atlatmaya çalışırken bir de söylediklerimi algılamaya çalışıyordu.
"Sen ne diyorsun ya?" Elindeki havluyu yatağa atıp koltuğun üstündeki tişörtü üstüne geçirdi.
Ona bir adım daha yaklaştım, aramızda yarım metrelik mesafe kalmıştı.
"Hemen açıklayayım. Begüm eve geldiğinde perişan haldeydi. Ağlama krizine girdi. Sen ona bunu nasıl yaparsın? Onun için bu kadar değerliyken onu en çok nasıl sen yaralarsın?"
Gözleri kararmıştı, dudaklarını birbirine bastırdı, sinirlenmişti.
Kaşlarını çattı. "Niye buradasın, Derin? Sadece Begüm'le tartıştık diye mi, yoksa sabah sana bağırdım diye mi?"
Niye buradaydım? Evet, Begüm'ü o halde görmek beni üzmüştü, hatta sinirlendirmişti. Evet, bunun hesabını sormak için gelmiştim. Öğlen Kerem bana bağırmasaydı da gelir miydim, bilmiyordum.
"Begüm'ün halini görmedin."
Üstüme doğru bir adım attı, "Bana bak, sakın bir daha bana hesap sormaya kalkma. Kime nasıl davranacağımı sana soracak değilim. Hem bizi kaç gündür tanıyorsun, sen kim oluyorsun da bana Begüm için hesap soruyorsun."
"Ya sen nasıl bir insansın, kız sana sürpriz yapmak istemiş, ne var bunda?"
Öne doğru atılıp kolumu tuttu, beni kendine doğru çekti. "Sürpriz mi? Ona mı kaldı bana sürpriz yapmak, hem sen bu konu hakkında ne biliyorsun?"
Canım acıyordu, Kerem'in gözlerini öfke ele geçirmişti. Onu ilk kez bu kadar kızgın görüyordum. "Hiçbir şey, hiçbir şey bilmiyorum." Sesim ağlamaklıydı.
Kolumu bırakıp geriye doğru itti. Sendeleyip koltuğa tutundum. Gözlerinde öfke ve kızgınlık dışında bir ifade daha vardı. Korkutucu bir ifade. Arkama döndüm, koşarak merdivenleri çıkıp kapıya ulaştım, etrafta kimsenin olmamasına sevinerek kendimi bahçeye attım. Koşarak demir kapıdan çıktım, bir süre koştuktan sonra duvara yaslanıp ağlamaya başladım. Dudaklarımı ısırıp ağlamamı bastırmaya çalıştıkça hıçkırıklarım daha da yükseldi. Kendimi sıkmayı bırakıp göz yaşlarıma teslim oldum.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro