Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Nişan

Sıkıntıyla önümdeki beceriksiz adamı izliyordum. Aptal dans provasındaydık. İyi olansa erkeklerin de bu sefer provaya katılmasıydı.

İnci'nin bekçiliğini yapan Kibir'di. Anthony ise Kılıç'tı ve beni kurtaracaktı. Önünde garip garip hareketler yapan adama tuhaf tuhaf bakıyordu. En sonunda tepemin tası atmıştı. Bu kadar salağı bir arada görmek bana iyi gelmemişti. Adama yaklaştım ve dizinin arkasına bir tekme indirdim. Adam inleyerek yere düştü.

"Ben kendi ejderhamdan kurtuldum." diye homurdandım. Anthony bana önce şaşkın şaşkın baksa da ardından kocaman bir kahkaha attı.

"Hayır, hayır prenses! Lütfen dansı bozmayın!" diye araya girdi telaşla dans eğitmeni. Gözlerimi devirdim.

"Neden illa bir prensin beni kurtarmasını beklemeliyim ki? Kendi kendimi gayet iyi koruyorum." diye isyan ettim sıkıntıyla. Eğitmen nazikçe gülümsedi.

"Ona ne şüphe prensesim. Ama bu bir oyun ve siz, bir prens tarafından kurtarılmalısınız."

Göz ucuyla Anthony'i süzdüm. İpek gömleğinin yakası açılmış, kuzgun karası saçları dağılmıştı. Buz mavisi gözleri ise neşeyle parlıyordu. "Seni nasıl kılıç şekline sokacaklar anlamıyorum."

"İnan ben de bilmiyorum. Sadece seni başka birinin kollarında dans ederken görmek istemediğim için katıldım."

En sonunda komedi tadındaki kurtarılma sahnesi gerçekleştikten sonra dansa başlamıştık. Anthony ile dans etmek eğlenceliydi. Çok nazik ve çok becerikli dans ediyordu. Sanki kollarının arasında süzülüyor gibiydim. "Hadi itiraf et. Görebileceğin en kötü konsept."

Dudaklarının kenarı kıvrıldı başını hafifçe yana yatırırken. "Daha kötüsünü de görmüştüm."

"Bundan daha kötüsünü düşünemiyorum." diye söylendim sıkıntıyla.

Beni kendinden uzaklaştırırken sırıtıyordu. Canım ne kadar sıkkın olsa da ben de gülümsedim. Nazikçe yeniden kendine çekti. "Bana evet dersen, nişanımızda ve düğünümüzde böyle saçma konseptlerin olmayacağına garanti verebilirim." diye mırıldandı. Gözleri neşeyle ışıldıyordu. Yanağımın içini ısırırken utandığımı hissedebiliyordum. Bu adam beni alışık olmadığım kadar çok utandırıyordu.

"Bana baskı yaptığına inanmaya başlayacağım." dedim şakayla.

"Asla." dedi o da aynı muzip ifadeyle. Bakışlarımı kaçırırken içime bir sıkıntı oturmuştu. Nişan yaklaşıyordu ve ben o gün bir sürü adamın flörtöz tavırlarına katlanmak zorunda kalacaktım. Sonuçta güçlü ülkelerden olan Andarkan'ın altın prensesiyle kim evlenmek istemezdi ki?

***
Nişan günü gelmişti. Annem, babam nişan sabahı gelebilseler de Cecilia, James, gelmesini beklemediği Miranda ve biricik Lily önceden gelmişlerdi. Bir de Carmen'in gelmesiyle iyice moralim düzelmişti. Onları özlemiştim.

"Kral ve oğlu denildikleri kadar varmış." diye söyleniyordu Carmen bir yandan kanepeleri yerken. Dikkatli gözlerle onun artan iştahına baksam da az ötede bizi izleyen Chris'in uğursuz bakışları yüzünden Carmen ve şüpheli iştahına odaklanamıyordum.

"Tam bir sadist. Peki ya kölelere ne diyorsun?" dedim hafifçe etrafta dolaşanları işaret ederek. Tiksintiyle yüzünü buruşturdu.

"Korkunç bir şey. Zavallı insanlar. Böyle muamele görmeyi hak etmiyorlar."

Ona Maria'nın bana anlattıklarını anlattım. Bu uygulamayı ülkeye Kral Emanuel'in getirdiğini, diğer lordların da onu desteklediğini ama bazılarının da bu durumdan hoşnut olmadığını söyledim. İlgiyle beni dinledi. "Evet, köleliğin kaldırılmasını isteyen çok. Sadece kendi lordları değil, pek çok ülke de köleliği kaldırması için krala baskı yapıyor. Ama başarılı olamadılar. Adam çok güçlü bir konumda. Onu alaşağı etmenin peşinde olduklarını duydum." diye fısıldadı. Kaşlarımı çattım ve dikkatim Erik'in üzerine yoğunlaştı. Bana söylemedikleri şey bu muydu acaba? Kralı indirmeye mi çalışıyorlardı? Bunun Ariana ile olan alakası neydi ki? Onunla evlenmesiyle ne alakası olabilirdi?

Carmen yeniden kanepeleri yiyordu ama gözleri salonun öbür ucunda, ben buradayım diye haykıran kan kırmızı elbise giymiş Emma'daydı. "Şu Emma'yı bir türlü sevemedim. Hala aynı. Biliyor musun Miranda'ya ne dedi? James benim küçük nişanlımdı diye şaka yaptı. Güya. Ne kadar patavatsız!"

Düşüncelerim hala Erik'in üzerine odaklıydı ama rahat tavırlarla salondaki bütün erkeklerle flörtleşen Emma'ya baktım. "Bu sebeple hala evli değil zaten." Sonra ona aramızda olan sürtüşmeyi anlattım. Anneme ettiği hakareti duyunca deliren arkadaşım, benim yaptığım son harekete dehşetle içini çekmişti.

"Yapmamalıydın." diye söylendi onaylamayan bir sesle ama ardından daha alçak bir tonda ekledi. "Yine de çok iyi yapmışsın."

Kıkırdadığımızda onu ne kadar özlediğimi fark etmiştim. Gözlerim yeniden Erik ve Ariana'ya kaydığında içime anlatılamaz bir hüzün doğuyordu. Bu mutsuzluğun artık gitmesini istiyordum. "Anthony ile işleri ilerletmiş gibisiniz?" diye sordu içimde yaşadığım fırtınalardan habersiz olan arkadaşım. Pencere tarafında duran Anthony'nin gözleri sürekli üzerimdeydi. Sanki beni kaçıracaklarmış gibi garip bir gerginlik vardı üzerinde.

"Fazla sahiplenici." diye fısıldadı Carmen alayla. Güldüm ve onunla son zamanlarda yaşadığımız olayları anlattım. Ağzı kocaman açılsa da bir hanımefendi olduğunu hatırlayarak tek hareketle,hızla çiçekli yelpazesini açtı ve yüzüne tuttu.

"Seni öptü mü?" diye mırıldandı hayretle. Gözleri kocaman olmuştu.

"Hem de birden fazla." diye kıkırdadım.

"Çok edepsizsin Asha." diye söylendi onaylamayan bir tonla ama gülüyordu.

"Ah, Erik ve Ariana kadar olamam." diye söylendim huysuzca. "Sana asıl olanları anlatmadım." diyerek şahit olduğum konuşmayı anlattım. Carmen'in yüzünün rengi atmıştı anlattıkça. Kocaman bir bizon yutmuş gibi bakıyordu bana. Ardından yelpazesini kapattı ve hızla elime indirdi. Acıyla inledim.

"Asha Jane Richmond." diye azarladı beni. "Kapı dinlemek mi? Sana hiç yakıştıramadım."

"Evet biliyorum çok edepsiz bir kız oldum iyice ama kabul et sen de meraklandın."

Bir süre sustu ve çok şükür ki ağzına bir şeyler tıkıştırmayı bıraktı. Ariana'yı izlediğini görebiliyordum. "Yaptığı şey tamamen rezillik. Erik'i tebrik etmek lazım çok erdemli davranmış."

Gözlerimi devirdim. Bu halime gözlerini kısarak baktı. "Anlaşma konusuna ne diyorsun?"

"Aralarında nasıl bir anlaşma olabilir ki? Amaçları ne olabilir?"

Gözlerim babamla konuşan krala kaydı. Babama üstten bakarak konuşuyordu ama babamın öyle bir duruşu ve mesafesi vardı ki kralın hareketleri çok çocukça duruyordu. Carmen ne düşündüğümü anlamış gibi dehşetle başını salladı. "Tehlikeli sularda yüzüyoruz güzelim." diye mırıldandı. "Bu şu an tartışmak istediğim bir konu değil."

Gümüş rengi elbisesiyle olağanca güzelliğiyle bize yaklaşan Cecilia'yı görünce ikimiz de sustuk. Ablam o kadar güzeldi ki evlendiği halde hala salonda beğeniyle takip ediliyordu. İnce parmakları kadehini sarmıştı. Canı sıkkın gibiydi. "Ben de katılabilir miyim?"

Carmen gerin bir şekilde güldü. "Tabiki. Sorman hata."

"Senin neyin var?" dedim süzülmüş yüzünü incelerken. Sıkıntıyla şarabını içti. "Sakın geçiştirmeye kalkma yoksa gider Philipp'e sorarım."

Başını arkasına attı ve derin bir iç çekti. Gözlerini yummuştu. "Pekala, Philipp ile kavga ettik. Aramız şu sıralar iyi değil ve bu beni çok yıpratıyor."

Gözlerimi kıstım. Onu böyle üzgün görmekten nefret ediyordum. Bu erkeklerin derdi neydi? "Aslında aramızda bir problem yok. Sorun annesi. Garip bir şekilde bana cephe aldı. Paranoyakça davranıyor. Beni onun yerine göz dikmekle suçladı."

Carmen hayretle içini çekse de ben öfkeyle soludum. "Bu kadının derdi ne? Sürekli kavga çıkarmaya mı çalışıyor?"

"Bilmiyorum." dedikten sonra şarabını hızla kafasına dikti. "Ben de aynısını dedim. Artık bıktım. Ona delirdiğini söyledim. Elbette hoş bir tavır değildi ama bana düşman olmak için bahaneler aradığını söyledim. Haklıyım da."

"Kesinlikle." diye destekledi Carmen. Düşmanca bakışlarımı James ve Erik'le sohbet eden Philipp'e çevirdim. "Peki onun derdi ne?"

"Annesine saygısızlık edemezmişim. O bir kraliçeymiş ve benim görevim ona hizmet etmekmiş. Ona cehennemin dibine gitmesini söyledim." Şaşkınlıkla ablamın yüzüne baktım. Bunu diyebilmesi için gerçekten çileden çıkması gerekiyordu. "Ve o da benimle konuşmuyor. Davetler dışında hiçbir şekilde yanıma gelmiyor."

"Odaya da mı?" diye mırıldandı Carmen dehşetle. Cecilia hüzünle başını evet der gibi salladı.

"Biliyor musun? Bunu James'e söylemek yeterli. Emin ol ağzıyla burnunun yeri değişirse kendine gelecektir."

Cecilia hızla elimi tuttu. "Hayır Asha, kesinlikle bana söz vermelisin. Kimseye bu konudan bahsetme. Beni ve Philipp'i ilgilendiren bir durum bu. Kimsenin karışmasını istemiyorum. Ağabeyinin kanatları altına sığınan küçük bir kız değilim."

"Haklısın hayatım. Çok doğru bir karar." diye onayladı onu Carmen.

"Ama artık barışmak istiyorum." diye inledi ablam. "Bu kadar yakınken, bir o kadar da uzak olmak çok yorucu."

İçim sızlarken onu ne kadar çok anladığımı fark ettim. Yakınken uzak olmak öyle zordu ki ve ben bu durumu o kadar uzun zamandır yaşıyordum ki. Yıpranmıştım artık.

"Pekala. Düzeltmek mi istiyorsun? Ona neler kaybettiğini göster."

Anlamayan bir yüzle bana baktı. "Etrafına bak Cece, seni beğeniyle takip eden bu gözlere bir bak."

Dehşetle geriledi. "Saçmalama Asha, ben evli bir kadınım."

Gözlerimi devirdim. "Sana onlarla flörtleş demiyorum. Sohbet ettikleri zaman sohbet et, dans etmek istedikleri zaman geri çevirme. Bunda ahlaksız bir şey yok."

Dudağını ısırıyordu. "Düşünebilirim." dedi en sonunda.

"Emin ol etkili olacak." diye sırıttım hınzırca.

Biz kendi aramızda söylenirken Kral Emanuel salonun ortasına doğru ilerlemeye başladı. Gerinlikle kuruyan boğazımla yutkunmaya çalıştım. Yanı başımdaki masadan bir kadeh aldım ve sabırsızca dudaklarıma dayadım. Şarabın buruk tadı irkilmeme neden olsa da hoşuma gitmişti.

Erik ve Ariana'da kralın yanına geldiğinde sıkıntıyla bir kölenin tuttuğu kırmızı kadife yastığa baktım. Üzerinde iki tane yüzük vardı. Biri taşlı oldukça pahalı bir mücevherdi. Diğeri ise son derece sade bir alyanstı.

Kral konuşuyordu. Ses tonu buz gibiydi. Kimseye hiçbir şekilde tavizi yok gibi meydan okurcasına konuşuyordu. Bense söylediği hiçbir kelimeyi duymuyordum. Kıpırdamadan öylece Erik'i izliyordum. Koyu kahverengi saçları taransa da hafifçe dağılmış, sıcak çikolata gözleri sakince etrafı kolaçan ediyordu. Yüzünde yarım, sahte bir gülümseme asılı kalmıştı. Yüzünün solgun olduğunu ve zayıfladığını fark ettim. Gözlerinde yorgun bir ifade vardı. Sanki hiç uyumuyordu.

Ariana ise yanında nişan elbisesiyle gerçekten büyüleyiciydi. Çok mutlu bir ifadeyle kralı izliyordu. Yan gözle Erik'e baktığında bir an için yüzü düşer gibi olsa da hemen toparlamıştı. Kral en sonunda konuşmasını bitirdi ve yüzükleri taktı. Erik, Ariana'yı öptü. Kısa ve küçük bir öpücüktü.

Ardından yemek başlandı. Dans, yemekten sonra edilecekti. Sadece şarap içtim. Konuşulan hiçbir şeyi dinlemiyordum. Kırgın bakışlarım bir ara yeniden Erik'e döndüğünde masanın bir ucunda bana bakıyordu. Yüzü karanlıklar içindeydi. Tanrılar aşkına, neler düşünüyordu? Ruhsuz gözleri bir süre gözlerimde asılı kalsa da bir an sonra başka yere döndü. Mutsuzlukla yerime kuruldum.

"İyi akşamlar prenses. Rahatsızlık vermeyeceksem yanınıza oturmak isterim."

Yanı başımdan gelen sesle irkildim. Uzun boylu bir adam gülümseyerek beni izliyordu. Ona toz olmasını söylemek isterdim ama nazikçe gülümsemekten başka bir şey yapamadım. Adam beyaz üniformasının içinde esmer tenli, hoş biriydi. Siyah saçları ve kömür karası gözleri vardı. Ten rengine ve aksanına baktığımda güney ülkelerinden biri olduğunu tahmin etmek zor olmamıştı. Elimi nazikçe dudaklarına götürdü.

"Ben Astera Ülkesi'nin varis prensi Caleb Esdras. Sizinle tanışmak benim için büyük onur."

Sıkıntıyla başımı salladım. "O onur bana ait majesteleri."

"Güzelliğiniz bahsi geçildiği kadar var gerçekten. Bizim ülkemizde sizin gibi altın saçlı kadınlara ne denir bilmek ister misiniz?"

"Tahmin edeyim. Altın Kadınlar mı?" dedim tatlı bir şekilde gülümseyerek. Adamın yüz ifadesindeki bozuntu nokta atışı yaptığımı kanıtlamıştı.

"Çok zeki olduğunuzu da duymuştum. Bir destandan fazlasınız."

Bana bilmediğim bir şey söyle diye içimden söylensem de kibarca gülümsemekten vazgeçmedim. Caleb bir süre sonra bana ülkesini anlatmaya başladı. Onu çok az dinlememe rağmen hiç renk vermiyordum. Ah, bu korkunç geceyi atlatabilseydim bir an önce. Caleb kendini beğenmiş bir adamdı. Anladığım kadarıyla ülkesinin ekonomik durumu pek de iyi değildi. Ayrıca topraklarını korumakta da pek başarılı değillerdi. Coğrafya dersimden aklımda kalanları düşünüyordum. Astera Ülkesi'ni zihnimin ansiklopedilerinde arıyordum. Kıtlık, salgınlar ülkeyi epey zorlamıştı. Şu sıralar toparlansalar da çok da güçlü bir ülke sayılmazlardı. Ama Caleb öyle bir anlatıyordu ki sanki ülkesi bulunmaz bir cennetti. Bu çabasını elbette takdir ediyordum ama beni karlı bir anlaşma olarak görmeyecek biriyle evlenmeyi tercih ederdim.

"Asha hadi, dans için hazırlanmalıyız." diye neşeyle söylenen Ariana sayesinde bu sıkıcı sohbetten kurtuldum. İşte o an ilk defa prensese karşı olumlu bir his duymuştum. Derin bir oh çekerek masadan kalktım.

Hızlıca üzerimizi değiştirdik. Ariana ışıltılı gümüşi bir elbise giymişti. Esmer teninde çok güzel durmuştu. Onu ilk defa bu kadar mutlu ve güzel görüyordum. Neşesi gözlerine, pembeleşmiş yanaklarına bulaşmıştı ve onu olduğundan daha dikkat çekici, tutkulu bir kadına dönüştürmüştü. İçime aynı sıkıntı çöreklenirken beyaz elbisemi düzelttim. İncilerle süslü detaylar çok kibar ve zarif göstermişti beni.

Emma, gözlerini yansıtan safir mavisi renkte elbisesini giymiş, koyu kahverengi saçlarını özenle düzeltiyordu. Saçlarının tepesinde safirden bir taç vardı ve küpeleri de safirdi. Prenses Charlotte Elmas rolü için en değerli elmas olan pembe elması tercih etmiş, pembe bir elbise giymişti. Yüzük parmağında hatırı sayılır büyüklükte pembe bir elmas vardı. Başında ise renksiz elmastan yapılma ince bir taç vardı. Leydi Claudia, kırmızı elbise giymişti. Onun ise boynunda yakuttan bir kolye vardı. Leydi Layla zümrüt küpeleri ve yüzüğüyle, zümrüt yeşili bir elbise giymişti. Leydi Maria ise topaz sarısı elbisesi ve topazdan yapılmış çok hoş bilekliğiyle hazırdı.

Aynada son kez inci kolyemi düzelttim. Saçlarımın tepesinde inciden bir taç vardı. Benim elbisem diğerlerinin yanında gösterişsiz kalmasın diye incilerle süslenmişti. Çünkü inci aralarında en nadir bulunan ama en gösterişsiz taştı. Hepimiz elbisemizle uyumlu olan maskelerimizi taktık ve salona yürüdük.

Oyun sandığımdan daha eğlenceli geçmişti. Ejderha kılığına giren adamlar daha çok kralın soytarısına benziyorlardı. Herkes kendisine verilen ejderhayla savaşıyordu. Siyahlar içindeki Anthony'nin elinde tahtadan bir kılıç vardı. Önünde saçmasapan hareketler yapan adama yine tuhaf bir bakış atsa da benim sırıtışımı görünce arkadan dolanarak, bacağının arkasına kılıcıyla indirdi. Adam yere düşerken kahkahalarla gülüyordum artık. Diğerleri de komik hareketlerle ejderhalarla dövüşüyordu. Kızlar da benim gibi kahkahalara boğuluyorlardı.

Fiyasko olan kurtarma sahnesi bittikten sonra dansa başladık. Anthony siyah maskesinin derinliklerinden yakıcı bakışlar atıyordu. "O kadar güzelsin ki! Seni bu salondan kaçırmak istiyorum."

Kollarında süzülürken hafifçe güldüm. "Carmen senin fazla sahiplenici olduğunu düşünüyor."

Çarpık bir gülümseme sundu yüzüme. "Haklı olabilir. O prens bozuntusuyla ne konuştuğunu sorsam söyler misin?"

Gözlerimi kocaman açtım. "Prens bozuntusu mu? Daha önce ne kadar kaba olduğunuzu söyleyen oldu mu majesteleri?" dedim alayla. Çatık kaşları düzelmese de gözlerinde muzip ışıltılar belirmişti.

"Pekala, beni baştan çıkarmaya çalışıyordu."

Suratı düşmüştü. "Başaramadığını umuyorum." diye söylendi huysuzca.

Başımı hayır der gibi iki yana salladım. "Hatırladığım kadarıyla Astera Ülkesi anlattığı gibi harika bir ülke değildi. Daha çok zayıf, fakir bir yerdi. Onlara yardım etmeyi isterim ama bu yardımı prensleriyle evlenmeden de yapabilirim."

Beni döndürürken cevabımdan hoşnut kalmıştı. "Seni kandırmak kolay değil."

Dans bittiğinde yeni bir müzik çalmaya başladı. Bu sefer salondaki çiftler de dansa katılmıştı. Anthony ile dansa devam ederken yanımıza çok kötü bir çift olan Emma ve Chris gelmişti.

"Merhaba Anthony. Biraz da benimle dans eder misin?" diyerek hızla aramıza girdi Emma. Ben daha ne olduğunu anlayamadan Chris belime sarılmış, onlardan oldukça uzağa sürüklemişti bedenimi.

"Seni kullandığı için alınmadın mı?" diye söylendim sinirle. Salonun en ucunda kalan Anthony şaşkın ve öfkeli gözüküyordu. Chris omuz silkti.

"Ben ödülümü aldıktan sonra..."

"Hadi ama Chris, daha iyisini yapabilirsin." diye homurdandım.

"Pekala." dedi pes etmiş bir şekilde. "Emma gerçekten çok ısrarcı olabiliyor. Başımı ağrıtmasına daha fazla katlanamadım."

Bir kaşımı havaya kaldırırken onu süzdüm. "Kemik kırma fantezinle susturabilirdin bence." dedim iğneleyici bir tonla. Pervasızca güldü.

"Emma'nın tehditlere aldırış ettiğini sanmıyorum prenses."

"Ah, ben de etmiyorum. Bundan emin olabilirsin."

Gülse de yorum yapmadı. Daha çok bir şeyleri tartıyor gibi bakıyordu yüzüme. Karanlık bakışları rahatsız hissettirmişti. Sonuçta zarar vermeyi seven bir yapısı vardı.

Bize yakın bir köşede dans eden Ariana ve Erik'e baktım. Ariana neşeyle dans etse de Erik donuk bakışlarla Chris ve beni süzüyordu. "Hayatının en kötü gününü yaşıyor olmalısın."

En az bakışları kadar karanlık bir tonla konuştuğu için hızla ona baktım. Yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. "Bazen size çok üzülüyorum. Bu kadar yakınken bir o kadar da uzak olmak."

Bir el sanki kalbimi avucunun içine almış ezilene kadar sıkıyordu. Nefesimin kesildiğini ve morardığımı hissettim. Sıcak avuçlarının içindeki ellerim buz kesmişti. Sakin kalmaya çalışsam da bakışlarım titredi. "N..ne?" diyebildim zorlukla. "Sen neden bahsediyorsun?"

Yüzünde yine gamsız tebessümü vardı. O gülüşü tırnaklarımla kazımamak için dişlerimi sıktım. "İki umutsuz aşık." diye içini çekti. "Söylesene, canın çok yanıyor mu? Sevdiğin adamı başkasıyla nişanlanırken görmek zor olmalı."

Zemin ayaklarımın altında titrerken, sırtımdan soğuk terler boşalıyordu. Biliyordu. Nasıl? Zihnimde nasıllar büyüyor, dans ediyor, yeniden küçülüp yeniden büyüyorlardı. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Belki de bizi tartışırken duymuştu.

"Saçmalama." dedim keskin bir ifadeyle.

"Korkma, sırrınız tamamen emin ellerde. Söyler misin Asha, merak ediyorum. Erik sana bu kadar aşıkken neden sevmediği bir kadınla nişanlanıyor? Yoksa bu nişan görüldüğünden fazlasını mı içeriyor?"

Yutkunmaya çalışsam da boğazım öyle bir kurumuştu ki öksürmeye başladım. Kalbimi ezen el bu sefer soğuk parmaklarını boynuma dolamış, nefesimi kesiyordu.

"Sanırım çok içtin." dedim buz gibi bir sesle. "Ne dediğini bilmiyorsun."

Başını yana yatırdı ve yılan tatlılığıyla bana gülümsedi. Erik'in dibimizde belirmesiyle irkildim. "Bu kadar dans yeterli." dedi soğuk bir sesle. Ardından beni onun dehşetinden çekip kollarına aldı. Chris beni kandıramazsın der gibi sırıtıyordu şimdi.

Endişeyle Erik'e baktım. Kaşları çatılmıştı. "Biliyor." diye fısıldadım hemen. Anlamayarak daha da çattı kaşlarını.

"Ne? Kim neyi biliyor?"

"O." dedim soluk soluğa. "Chris, aramızdakileri biliyor."

Göz bebekleri büyüdü. Çenesi kaskatı kesilmişti. Soğuk bakışları daha da mesafeli bakıyordu artık Chris'e. "Sana ne dedi?"

Bana söylediklerini söylediğimde ifadesi daha da sertleşti. "Bizim aramızda bir şey yok Asha. Olmayan bir şeyi iddia edemez." dedi buz gibi bir sesle. Göğsümün ortasında peyda olan acı bir yük gibi soluğumu kesmişti. Daha ne kadar zor bir gece olabilirdi ki? Gözlerimin dolmasına engel olmak için dilimi ısırdım. Kan tadı, acıyan yaramdan süzülürken gözyaşlarım içime doğru yol aldı. Başımı evet der gibi salladım. Sessizce dansımızı ettik. En mesafeli, en soğuk çift bizdik dans edenlerin arasında. Müzik durduğunda biz de durduk. Gözlerim gözlerine kaydığında bir anlığına bana baktı.

"Tebrik ederim." dedim titrek bir sesle. Başını salladı. Bir şey söylemek ister gibiydi ama kendisiyle savaşıyordu sanki. Yerime gitmek için harekete geçtiğimde en sonunda kulağıma fısıldadı.

"Tanrıçaları kıskandıracak kadar güzelsin."

Dişlerimi sıktım ve sanki onu duymamışım gibi hızla yanından uzaklaştım. Elime bir kadeh şarap alırken bu sefer başka bir ülkenin prensinin bana doğru geldiğini görünce Tanrılara beni kurtarmaları için dua ettim. Anlaşılan çok uzun bir gece olacaktı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro