Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Buruk Acı

Dudakları dudaklarımı bulduğunda düşmemek için kollarına tutundum. Tuhaf bir duyguydu. Erik'in defalarca kırdığı kalbim, Anthony'nin sevgisine ve şefkatine ihtiyaç duyuyordu. Bana iyi geliyordu. Bu yeni duyguya sevinçle kucak açtım çünkü artık mutsuz olmaktan bıkmıştım.

Beni bıraktığında gözlerinde parlayan hayran bakışlarla yüzümü inceledi. Yanaklarımın yandığını hissediyordum. Baş parmağı şefkatle ateşten yanan yanağımı okşarken, diğer eli saçlarımın üzerinde geziyordu. Bu iyiydi. Erik'le olan öpüşlerin sonunda ortada kalmak, onun her defasında tedirgin kaçışı ve hiçbir şey olmamış gibi davranmasının yaşattığı acı dolu boşluktan çok daha iyiydi sevildiğini bilmek. Anthony bana değer veriyordu. Duygularımı önemsiyor beni düştüğüm boşluktan kurtarıyordu. Gülümsedim ve o da bana gülümsedi.

"Başkasına evet deme." diye mırıldandı birden yumuşacık bir sesle. Bir an ne dediğini anlamadım. Kaşlarım havaya kalktı. "Başkasıyla evlenme." dedi anlamam için. Havaya kalkan kaşlarım çatıldı. Bir de evlilik mevzusu vardı değil mi?

"Senden başkasıyla tanışmadım zaten." diye omuz silktim. Hoş, bir başkası Anthony kadar etkileyemezdi beni. Dudaklarında hoş bir tebessüm belirdi.

"Chris seni beğeniyor gibi."

Yüzüm kireç gibi olurken başımı salladım. "O sadece eğlence arıyor."

Başını salladı. "Biliyorum. Onun eğlence anlayışı kendine has. Tatsız ve tehlikeli."

Rahatsız bir bakış attım. "Onu tanıyor musun?"

Saçlarımı sevecenlikle okşamaya devam ederken sıkıntıyla içini çekti. "Onu ve o aptal arkadaşlarını ..." diye mırıldandı. Ardından yüzünü buruşturdu. "Onu bir rakip olarak görmemem gerektiğini varsayıyorum."

Abartılı bir şekilde ürperdim. "Tanrılar korusun. Andarkan'a döndüğümde Aaru Tapınağı'na gidip sadaka dağıtacağım." Aaru Tapınağı en büyük tapınağımızdı. Benim dehşetim Anthony'i güldürdü.

"Sevindim."

Yine sustuk. Gözlerindeki bana olan hayranlık o kadar etkileyiciydi ki utançtan kafamı kuma gömmek istiyordum. Yüzü yeniden yaklaştığında istem dışı kasıldım. Yine mi? Fakat o alnıma küçük bir buse kondurup geri çekildi. "Erik seni alıkoydum sanıp ortalığı ayağa kaldırmadan dönelim."

Keyifsizce kıkırdadım. "Artık en büyük düşmanı Chris."

Güldü. "Ah, o konuda yalnız değil."

***
Nişan günü yaklaşırken sarayda da bir koşuşturma başlamıştı. Cecilia'nın nişan hazırlıkları yeterince bunaltmıştı beni. Bir de Erik'in nişanı eklenmişti üzerine!

Erik'le uzun zaman boyunca konuşmadım. O da benimle konuşmak için bir girişimde bulunmadı. Çoğu zamanını ya odasında çalışarak, ya Ariana ile dolaşarak ya da Anthony ile tatsız sohbetler ederek geçiriyordu. Gözleri beni görmüyor gibi yanımdan geçip gidiyordu. Sadece bazı akşam yemeklerinde hayalet gibi saydam bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilemiyordum.

Yine bir gün bahçelerden birinde Anthony ile gezerken onu sorguya çekmeye karar verdim. "Erik'le bu kadar çok ne konuşuyorsunuz anlam veremiyorum. Birbirinizin gırtlağına yapışmadan anlaştığınızı görmek çok garip."

Gergin bir şekilde güldü. "Ortak bir amaç diyelim."

Kaşlarım havaya kalktı. "Sen, Erik ve ortaklaşma! İşte bu çok garip!"

"Diplomasi Asha. Devlet konularında Erik'te ben de bazı duygularımızı saf dışı bırakmayı iyi biliyoruz."

Kafam karışmıştı. Devletle alakalı ne gibi bir konuları olabilirdi ki? Hangi devletle? Bir tutam saçımı parmaklarımın arasında döndürürken zihnimdeki çarklarda aynı hızla dönüyordu. "Sizin aranızdaki husumetten haberleri yok değil mi?" diye sordum birden. Şaşkınlıkla durakladı.

"Kimlerin?"

"Kral ve Chris."

Yüzünde çok ciddi bir ifade oluştu. Benim meraklı bakışlarımı süzerken gülümsedi birden. "Gerek var mı? Ben nişan için, Ariana'nın davetiyle geldim. Ah, bir de seni görmek için. Aslında en çok senin için geldim."

Konuyu değiştirmesine izin vermek istemiyordum ama o benden daha tecrübeliydi. "Sana bir şey göstermek istiyorum." dedi hızla. İçimde yarım kalan soruşturmamın merakıyla yutkundum. "Öğleden sonra seni nerede bulabilirim?"

Kaşlarımı çattım. Kıyafet provası vardı ama çabuk bitmesini sağlarsam öğle sonrası boş olabilirdim. "Ariana'nın odasında olurum."

Elimi nazikçe öptü. "Pekala, seni oradan alırım."

"Neden şimdi göstermiyorsun?"

Yeleğinin cebinden gümüş zincirli köstekli bir saat çıkardı. Kaşlarını çatmıştı. "Çünkü birazdan balo dansı için provan var."

Dehşetle çığlık attım. "Ne? Ne dansı, ne balosu?"

"Nişanda bir gösteri yapılmasını istemişler. Asillerin katıldığı maskeli bir balo."

İnledim. "Nefret ediyorum. Balolardan nefret ediyorum."

Anthony beni saraya götürürken neşeli bir kahkaha attı. "Seninle aynı duyguları paylaşıyorum. Özellikle baloda seninle dans etmek için oluşacak o kuyruğu düşünmek hiç hoşuma gitmiyor."

Yanaklarım kızarsa da omuz silktim. "Kuyruk olmayacak."

"Ah, olacak prensesim. Emin ol ki olacak."

Huzursuzluk içinde göz ucuyla ona baktım. Tabiki olacaktı! Evlilik için adaylarımı beklediğimi ilan etmişlerdi. Tanrılar! Bana yardım edin diye haykırdım içimden. Çok zor günler beni bekliyor gibi diye söylendim. Halbuki en huzurlu günlerim olduklarını çok sonradan fark edecektim.

***
Dansın konsepti saçmalıktan ibaretti. Emin olduğum bir şey varsa o da bu saçmalığın Ariana'nın fikri olduğuydu. Kesinlikle o belirlemiş olmalıydı.

Nişan yaklaştıkça davet edilen asiller saraya gelmeye başlamışlardı. Bu dansın özelliği bekar asilleri birleştirmekti. Sadece Erik ve Ariana çift olacaktı. Zaten baş roller de ikisine aitti.

Ülkenin önemli lordlarının kızları ve oğulları, ben dahil üç prenses ve iki prens de vardı dansın içinde.

Rollerimiz birbir dağıtılırken sıkıntıyla içimi çektim. Prenses Myrra kötü bir ejderha tarafından kaçırılmıştı. Myrra elbette ki Ariana'ydı. Ejderha ise komik kostümlü beceriksiz bir şövalyeydi. Prens Damon onu kötü ejderhadan koruyan cesur adamdı. O da tabiki Erik idi.

"Çok masal okumuşsun prenses." diye mırıldandım konsepte bakarken. Ariana hariç altı kişiydik. Erkekler de Erik hariç altı kişiydi. Altı kız, prensesin değerli taşlarını temsil edecektik. Safir, zümrüt, inci, yakut, elmas ve topaz. Erkekler ise prensin silahlarını temsil edecekti. Kılıç, arbalet, mızrak, hançer, balta ve gürz. Bir de aptal ejderhanın kötü huylarını temsil eden aptal altı adam vardı. Kibir, öfke, nefret, açgözlülük, bencillik ve merhametsizlik. Prens ve altı silah, ejderha ve altı kötü huyla dövüşecek, prens prensesi, altı silahta, altı mücevheri kurtaracaktı. Ariana'nın hayal gücü sınır tanımıyordu.

Verona Ülkesi'nin Prensesi Charlotte ve Avalera'ın Prensesi Emma heyecanla konsepti ne kadar beğendiklerini haykırıyorlardı. Charlotte ve Emma elmas olmak için çırpınıyorlardı. Geriye kalan üç leydi de kendi aralarında rol paylaşımı yapmaya çalışıyordu. Bense sıkkın bir şekilde onları izliyordum. Karmaşayı önlemek için rolleri kraliçenin dağıtmasına karar verdiler.

Kraliçenin konuşacağını hiç düşünmüyordum. Hatta duyduğundan bile emin değildim. Ama o dikkatle rolleri okudu. Daha sonra da dalgın dalgın bizlere baktı. Herkesin garip bir saygıyla onun kararlarını beklediğini fark ettim. Kraliçe Yolanda sessiz bir figür olabilirdi ama saygınlığı yeterince belirgindi.

Kibarca Charlotte'yi süzdü. Kumral, ela gözlü genç bir kızdı prenses. En gencimiz oydu ve Ariana'nın da yakın dostuydu. "Elmas, masumiyet ve sadakatin temsilidir. Senin ne kadar sadık ve masum bir dost olduğunu biliyorum sevgili Charlotte." dedi sakin bir sesle. "Elmas sensin."

Prenses Emma bozulsa da bir şey demedi. Charlotte zaferle gülümsedi ve  rolünü hemen aldı. Yolanda bu sefer Emma'yı süzdü. "Safir, özgürlüğü, inancı temsil eder. Ülkenin özgürlüğüne olan düşkünlüğünü ve inancınızın kuvvetini biliyorum sevgili Emma. Safir sensin."

Emma'nın yanakları pembeleşti. Elması kaybettiği için artık sinirli değil gibiydi. Rolünü beğenmişti. Gözleri bir kenarda ilgiyle onu dinleyen bana kaydı. Sanki ruhumu görür gibi bakıyordu. Rahatsız oldum. Nasıl olmuştu da geldiğimden beridir sesi çıkmayan kadın konuşur olmuştu? Sanırım kraliçeliğinin gerektirdiği görevler olunca iletişim kuruyordu. Soluk yeşil gözleri benim gözlerimi delip geçerken acaba kızından hoşlanmadığımı anlamış mıdır diye düşünüyordum.

"Prenses Asha, size İnci'yi uygun gördüm."

Bir an ne diyeceğimi bilemeden bocaladım. Bana siz diye hitap etmişti. Belki de diğerlerini tanıdığı için onlara siz dememişti. "İnci çok nadir bulunan bir güzelliktir. Çok zor elde edilir. Siz de nadir bulunan ve zor elde edilen bir güzelliksiniz."

Yanaklarım yanarken uzattığı kağıdı aldım. "Teşekkür ederim majesteleri." dedim yavaşça. Nazikçe gülümsedi. Leydilerden birine döndü. Kızıl kıvırcık saçlı, sevimli bir kızdı. Onu tanıdığı belliydi. "Sevgili Claudia, sana Yakut'u vereceğim. Çünkü yakut, şansı temsil eder. Babanın ne kadar şanslı bir lord olduğunu biliyoruz."

Gülüşmeler oldu. Belli ki bu onların arasında bir espiriydi. Şahsen Leydi Claudia'yı ve lord babasını tanımıyordum. Leydi Layla, Zümrüt oldu. Anlaşılan zümrüt de bir çeşit sadakat taşıydı ve Leydi Layla, Prenses Charlotte'dan sonra gelen en sadık dostlarıydı.

Geriye topaz kalmıştı. Zekayı temsil eden topazı, ülkenin en zeki kadını olduğunu düşündüğü Leydi Maria'ya vermeyi uygun bulmuştu. Bu garip rol dağıtma işi bittiğinde herkes rollerini beğenmiş ve sahiplenmişti. Geriye dansı öğrenmek kalmıştı.

***
İğrenç dans çalışmalarından sonra bir o kadar kötü olan kıyafet provası vardı sırada. Nişan kıyafetini hazır almıştım ama dans için giyeceğim elbise özel dikimdi.

İnciyi temsil ettiğim için inci renginde düz bir elbise dikilecekti. Detay olarak da incilerden süslemeler yapılacaktı.

Prensesler ve leydiler heyecanla dansı konuşuyor, bir yandan da dikilecek elbiselerin güzelliğini övüyorlardı.

"Bu müthiş konsepti kesin sen bulmuşsundur Ariana." dedi Prenses Charlotte. Ariana bilmiş bir tavırla güldü.

"Erik'le birlikte düşündük."

Gülmemek için dudaklarımı ısırsam da kıkırtımı bastıramamıştım. Hepsi şaşkınlıkla bana baktı. Ariana hariç. O kıpkırmızıydı.

"Erik hangi kısımda dahil oldu? Ejderhanın kötü huylarında mı?"derken sesimdeki alaycılık barizdi.

"Sayılır." diye mırıldandı Ariana dargın bir tavırla.

"Çok yaratıcı. Gerçekten." dedim gülerek. Şimdi hepsi kınayarak bakıyordu yüzüme.

"Bence de çok yaratıcı. Ejderhalar güzel prenseslere ve değerli taşlara düşkündür." diye savundu Leydi Layla hemen. Ariana umutla ona gülümsedi.

"Gerçekten var olsalardı, doğruydu. Bunlar çocuk masalı." diye burun kıvırdım.

"Peki ya sen ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Emma birden saldırgan bir tavırla.

"Ben böyle şeylerle vaktimi harcamam." dedim hemen omuz silkerek. Bu sefer ağızları bir karış açık baktılar. "Şaşılacak bir şey yok. Ablam Cecilia'da nişanında ya da düğününde böyle bir konsept planlamadı."

"Aslında istemişti." dedi Ariana fazla hararetli bir sesle. "Düğün için özel bir konsept ayarlamak istiyordu. Ama Erik birden gidince üzüntüsünden planlayamadı."

Bu sefer şaşkınlık sırası bana gelmişti. İçime bir hüzün oturdu. Cecilia'nın düğününü mahvetmiştim. Demek o da böyle aptal bir konsept yapmak istemişti. Ama annemin ve babamın hüznünden dolayı yapmaktan vazgeçmişti. Bu hüznün tek nedeni de benim boşboğazlığımdı.

"Erik nereye gitmişti ki?" diye soran Emma dikkatimi dağıttı.

"Devlet meselesi." diye mırıldandım hemen. Daha fazla irdelemediler. İçime bir sıkıntı çökmüştü. Bu nedenle olsa gerek onlar çene çalarken ve ölçülerimiz alınırken hiç yorum yapmadan öylece durdum.

"Prens Anthony ile aranızda bir şey var mı Asha?" diye ani bir soru sordu Emma. Konunun bir anda dağılmasıyla sersemledim. Ama Emma'nın Anthony'den bahsederken gözlerinde beliren hayranlığa bakılırsa bu soruyu sormak için sabahtan beridir kıvranıyordu. "Yanlış anlama, aranızda bir şey varsa adına sevinirim. Ama yoksa..." Gözleri neşeyle hareket etti. "Onu kendime saklamak isterim açıkçası. Ariana'nın nişanı tanışmamız için büyük bir vesile olabilir."

"Hiç heveslenme. Anthony, Asha'ya aşık!"

Ariana'nın sözleri tokat yemişim gibi hissetmeme neden olmuştu. Aşk mı? Hoşlandığını biliyordum, bakışlarından belli oluyordu. Beni beğeniyordu. Ama ya aşk? 

Aynı şekilde hisseden tek ben değildim. Emma'da sanki acı bir şey yemiş gibi yüzünü buruşturmuştu. Umursamaz gözükmeye çalışsa da beceremiyordu doğrusu.

"Hatta Asha'ya evlenme teklifi etti."

Bütün gözler üzerimdeyken rahatsızlıkla kıpırdandım. Ariana'nın boşboğazlığı canımı sıkmaya başlamıştı. "Bu kadar yeterli." dedim terzilere. Hepsi anında çekildiler.

"Özür dilerim ama benim erken çıkmam lazım. Size iyi eğlenceler." dedim çabucak bir şekilde üstümü başımı toparlayarak.

"Zaten bizim de provamız bitti." dedi hemen Ariana'da. Bu kadar hızlı toparlandığına göre kesin Erik'le buluşacaktı.

Hepimiz toparlandıktan sonra odadan grup halinde çıktık. Leydi Maria gerçekten zeki birine benziyordu. Kızlar hala dansı konuşadursun biz Maria ile ülkenin halini konuşuyorduk. Daha doğrusu Maria ülkesindeki köle geleneğinin Kral Emanuel ile başladığını söylemişti.

"Kral Stephen döneminde esirler ülkelerine yollanırmış. Ya da garanti için tutsak tutulurlarmış. Asla kölelerden hoşlanmazmış. Kardeşi Kral Emanuel ile bu konuda çok kavga ederlermiş, babam anlatırdı." diye anlattı alçak sesle. "Şimdi ise civar ülkelerden kaçırılanlar bile burada satılmak için pazara çıkarılıyorlar. İnsanlık dışı ve ülkemizi çok geriye sürüklüyor. Ama kralı ikna edemiyoruz. Bir tek kral da değil, diğer lordlar da bu köle uygulamasından hoşnutlar." Üzüntüyle başını salladı. "Cennet gibi bir ülkeyi cehenneme çevirdiler."

Benim düşündüğümü dile getirmişti. Kapıdan çıktığımız gibi Anthony'i, Silvaro Prensi Victor ile konuşurken buldum. İkisi de gülerek bir şeyler anlatıyorlardı. Bizi görünce durdular. Victor'un Maria'ya gülümsediğini fark edince şaşkınlıkla bir kaşımı kaldırdım. Prensler, leydilerle pek flörtleşmezlerdi. Nitekim Maria kibar ama soğuk bir gülümseme ile karşılık verdi ona. Nezaket gereği gibi. Ardından hızla uzaklaştı. Çok geçmeden Victor'da peşine düşmüştü.

"Merhaba." dedi Anthony hoş bir gülümsemeyle. Dalgın bakışlarımı ona çevirdim ve gülümsedim.

"Süprizini çok merak ediyorum."

"Çok beğeneceğinden eminim." Elimi sıcak avucunun içine aldı ve nazikçe öptü. Kızarırken bir köşede suratsız bir yüzle bizi izleyen Emma'yı gördüm.

Emma'yı tanıyordum. Amcam Arthur'un ilk karısı Estella'nın yeğeniydi. Amcamın küçük bir çocukken James ile Emma'yı nişanlamayı düşündüğünü biliyordum. Avalera ile ittifak kurmak istiyordu. Andarkan'ın Arthur Dönemi tarihinde okumuştum.

Annesi İra'nın küçük bir portresini Yakın Tarih kitabında görmüştüm. Sarışın, mavi gözlü bir kadındı. Emma belli ki babasına çekmişti. Oldukça güzeldi. Annesinin sarı saçlarına inat at yelesi gibi parlak siyah saçları ve rolünü aldığı safir misali parlak mavi gözleri vardı. Anthony'den hoşlandığı çok belliydi. İlginçtir ki James ile yaşıt sayılırdı. Benden oldukça büyüktü hatta Anthony'den de bir iki yaş büyük olmalıydı. Bu zamana kadar evlenmemesi çok ilginçti.

Anthony'nin kolunu uzattığını fark ederek elimi uzattım. Diğer eliyle koluna yasladığım elimi kapattı. Emma'nın kıskanç bakışları altında sarayın çıkışına yürüdük.

Beni ahırların olduğu yere götürdü. Siyah bir at hazırlanmış bizi bekliyordu. Elbiseme baktım. "Ata binmek için pek uygun değilim."

"Senin için önemli mi?"

Tabiki değildi. Omzumu silktim. "Fark etmez."

"Güzel." dedi ve birden belimden kavrayarak ata bindirdi. Ardından arkama atladı ve elleri belimin her iki yanından uzanarak atın dizginlerini tuttu. "Şunu tutabilir misin?"

Bir uşağın elindeki küçük sepeti işaret ediyordu. Uşağın uzattığı sepeti aldım ve sıkıca tuttum. "Piknik yapmaya mı gidiyoruz?"

"Biraz." diye güldü gizemli bir şekilde.

Gittiğimiz yer çok uzak sayılmazdı. Çölden farklı bir güzergah izlemişti. Ülkenin nadir görünen küçük ormanlarından birine gelmiştik. Buraya orman demek de doğru olmazdı ya. Daha çok tropikal ağaçların olduğu kumsal gibi bir yerdi ama deniz yoktu.

Ormanın ortasına doğru ilerlediğimizde küçük bir göl gördüm. Aslında buna göl denmezdi. Üzerinde hafifçe tüten buharlar vardı. "Bu da ne?"

Atını durdurdu. Önce kendi indi. Ardından kollarını uzatarak beni indirdi. Gözlerimi sıcak suya dikmiştim. "Bu bir doğal kaplıca. Ülkedeki tek kaplıca hatta."

Elimden tutup bir kayanın üzerine çıkardı ve ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını suya soktu. Ben onu şaşkınlıkla izlerken o çok rahatlamış gibiydi. "Bence sen de dene." dedi gevşemiş bir şekilde. Onun bu rahat haline bir kahkaha patlattım.

"Biliyor musun?" diye söylendim. Eteğimi biraz yukarı sıyırıp ayakkabılarıma uzanarak. "Hayat felsefen bana çok yakın."

"Biliyorum." diye sırıttı.

Ayakkabılarımı çıkarıp yanıma koydum ve suyun sıcaklığıyla irkildim. "Uzun süre durabileceğimi sanmıyorun. Çok sıcak."

"Ama çok faydalıdır."

Ayaklarımı gelişigüzel sallayarak suları sıçrattım. "Hayatımın en sıkıcı sabahıydı. Burasını çok beğendim. Teşekkür ederim."

"Neden? Dans hoşuna gitmedi mi?"

Gözlerimi devirdim ve ona konsepti anlatmaya başladım. Gülerek beni dinliyordu. "Erik'le planlamışlar! Eminim ejderhanın özelliklerini söylemiştir. Ah, bir de silahların adını. Prensesin o silahların çoğunu gördüğünden bile emin değilim."

"Sen bu konuda baya bilgilisin. Buraya ilk geldiğim gün Erik'i fena benzetmiştin." Sesinde hayret ve hayranlık vardı.

O gün aklıma gelince kaşlarımı çattım. "Hak etmişti." diye homurdandım.

"Bundan eminim."

Birden yine onu sorgulamayı düşündüm. "Sen o gün Erik'le acil neyi konuştun?"

"Devlet meseleleri. Bilirsin." diye omuz silkti. Bir yandan da yanımızda getirdiğimiz sepeti açıyordu. İçinde bir tabak dolusu yaban mersini, dağ çileği ve böğürtlen vardı. Küçük bir tabakta da çikolata sosu vardı.

"Bilmiyorum." dedim onu izlerken. "Bilsem sormazdım."

"Bu çilekler gerçekten çok lezzetli." dedi aniden. "Denesene."

"Konuyu dağıtma." desem de ağzıma zorla tıkıştırdığı çilekten sesim boğuk çıkmıştı.

"Asla vazgeçmeyeceksin değil mi?"

Asla der gibi başımı salladım. Sıkıntılı bir şekilde kaşlarını çattı. "Seni anlıyorum ama Erik dışında kimsenin bilmemesi daha iyi." dedi alçak sesle.

Ayaklarımı sudan çektim. Su kaynardı ve acı sınırımı geçmek üzereydi. Ama Anthony sanki suyu hissetmiyormuş gibi ayaklarını çekme gereği duymadı. "Erik evlenmek zorunda olduğunu söyledi." diye mırıldandım alçak bir sesle. "Meselenizin içinde bu evlilik de var mı?"

"Öyle mi söyledi?" dedi hafif bir alayla. "Bana pek zorunda kalmış gibi gelmedi. Her boş buldukları yerde birbirlerine yapışıyorlar."

Öğürmemek için kendimi zor tuttum. Haklıydı. Gayet de memnundu halinden. Evlilik de değilse bu önemli devlet meselesi neydi peki? Yan gözle onu süzsem de ağzından başka bir şey çıkaramayacağım ortadaydı.

"Neden sıkıcı şeylerden bahsediyoruz ki!" dedi birden. "Pikniğimizi mahvetmeye ne gerek var?"

Benim için mahvolmuştu bile. Yine de bir şey demedim. "Bana ülkeni anlat."

Şaşırsa da hemen toparladı. Sanki sorduğuma sevinmiş gibiydi. "Biliyorsun biz bir adayız. Büyük bir ada. Burası gibi sıcaktır iklim. Tropikal meyvelerle, ağaçlarla doludur ama çöl yoktur. Büyük yapraklı ağaçlar, beyaz kumlar ve göklerden bile mavi denizler." dedi özlemle ve gururla. Gözlerimin önüne getirmeye çalıştım.

"Kulağa çok huzurlu geliyor."

Gözleri gözlerimi bulduğunda kalbim birden hopladı. Bakışları ciddiydi ve yine aynı tutku yanıyordu göz bebeklerinde. "Seni bir gün oraya götürmek istiyorum. O kadar çok istiyorum ki."

Heyecanla yutkundum ve gülümseye çalıştım. "Ben de isterim." dedim yavaşça. Elleri ellerimi tuttu. Gözleri gözlerimi esir almıştı sanki.

"Bana evet demen için ne yapmam lazım?"

Gözlerimi kocaman açtım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. "Ah Asha, bana ne yaptın? Aklımdan hiç çıkmıyorsun. Lütfen, bana evet de. Dünyayı ayaklarının altına dökmeye hazırım."

Gözlerimi ellerime indirdim. "Dünyaları istemiyorum."

"Biliyorum. Sen tanıdığım en alçak gönüllü, en ince ruhlu, en zeki ve en güzel kadınsın."

Söyledikleri kızarmama neden olmuştu yine. "Değilim, biliyorsun."

Bir eliyle alnımda gelişi güzel duran saç tutamını aldı ve öptü. İçim titremişti nedense. Öptüğü saçımı kulağımın arkasına itti. "Seni bir daha öpmek istiyorum."

Ah! Yüzüm bu sefer bordoya dönmüştü bundan emindim. Yine iznimi istiyordu. Bu hem iyi hem de kötüydü. Bana saygı duyması hoşuma gidiyordu ama öp beni diyecek kadar da kendimi dünden razıymış gibi göstermek istemiyordum. Sessiz kalmayı tercih ettim ve ısrarla parmaklarıma bakmaya devam ettim. Baş parmağını çenemin altına koydu ve nazikçe başımı kaldırdı. Gözleri çok yakınımdaydı. Buz mavisi gözleri nasıl bu kadar sıcak bakabiliyordu?

Çok yavaşça yaklaştı. Dudakları tüy hafifliğinde değiyordu dudaklarıma. İnanılmaz bir yumuşaklıkla öpmeye başladı. Sanki beni incitmekten korkar gibi. Karşılık verdiğimi hissediyordum. Karşılık vermemle birlikte kasılsa da hiçbir şekilde aşırıya kaçmadı. Aynı özenle ve yumuşaklıkla öpmeye devam etti. Sanki ibadet ediyordu, kutsal bir emanetmişim gibi hassastı. Ona biraz daha sokuldum. Bir eli belimi sararken diğer eli saçlarımı okşuyordu. Tatlı bir tütsü, nane ve sedir ağacının etkileyici kokusunu alıyordum. Öpüşü o yavaş ve tatlı işkencesine devam ederken kokusu başımı döndürüyordu. Sanki yüksekten düşüyordum. Ellerim geniş omuzlarına tutundu sıkıca. İşte o anda çözüldü ve öpüşü ateşli bir şiddetle arttı. Dili ağzımda keşfine çıkmıştı ve bayılacak gibi hissetmeme neden olmuştu.

Geri çekildiğimizde ikimizde nefes nefeseydik. O kadar heyecanlanmıştım ki boylu boyunca kaplıcanın sıcak sularına düşebilirdim. Anthony halime gülse de birden bir şeyden rahatsız olmuş gibi ciddileşti ve döndü. Aynısını ben de hissetmiştim. İzlenildiğimize dair garip bir önseziydi.

Doğruydu da. Erik ve Ariana tam karşımızda bizi izliyorlardı. Ariana'nın ağzı açık kalmıştı. Erik ise yaralı bir kurt gibi vahşi, saldırgan ve acı doluydu. Buz gibi bakışları yüreğime oturdu. Ama asıl fark ettiğim şeyle yüreğimdeki taş yuvarlanarak mideme çakıldı.

Erik'in üstü çıplaktı. Gömleği bir elindeydi ve göğsüyle saçları ıslaktı. Aynı şekilde Ariana'da ıslak saçlarıyla karışımdaydı. Üzerindeki elbise kuru olsa da diğer elinde saklamayı beceremediği ıslak iç elbisesiyle öylece duruyordu.

Birlikte suya gitmişlerdi. Anlaşılan ikisi de soyunmuştu. Kalbim inkar etmek istese de mantığım içten içe gerçeği biliyordu. Biliyorsun, inkar etme diye bağırıyordu. Birlikte olduklarını biliyorsun!

Acı boğazıma otururken ayağa kalktım. Erik bana, ben ona soğuk savaşın son kırıntılarıyla, buruk bir acıyla bakıyorduk. Birbirimize yaşatacağımız en büyük acıyı yaşatmıştık bile ve çok kötü yaralanmıştık. Bunun artık geri dönüşü yoktu!

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro