Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Benimle Oynama

Bir süre olduğum yerde durup onun o iki dipsiz kuyuyu andıran gözlerine meydan okurcasına diktim gözlerimi. Ardından ellerimi göğsüne koyarak bedenini bedenimden uzaklaştırmak adına ittirdim. Kollarımı göğsümde bağlarken oldukça sakin hissediyordum kendimi.

"Konuşalım."

Gözleri bir an beni baştan ayağı ürpertecek denli ciddi bir bakışla süzdü. "Sana o adamdan uzak duracaksın demedim mi?"

Yine aynı şey diyerek gözlerimi devirdim. "O kadar çok şey söyledin ki Erik, gerçekten artık hatırlamıyorum. Umrumda olmadığı için olabilir." dedim rahat bir tavırla odanın ortasına yürürken.

Öfkeyle bileğime yapıştı. Burun delikleri nefes alıp verirken genişliyordu. "Benimle oynama." diye tısladı dişlerinin arasından. İşte bu çok fazlaydı.

"Ne istiyorsun benden? Birbirimizden uzak kalmamızı isteyen sendin! Şimdi ne değişti? Sen Ariana ile evleneceksin ama ben ömrümü tek başına mı geçireceğim?"

"O herifle olmayacak Asha!"

"Sana mı soracağım ya!" diye patladım en sonunda.

"Seni son kez uyarıyorum. O adamdan uzak duracaksın."

Dudaklarım alayla yukarı kıvrıldı. "Durmazsam ne olacak?"

Bir eliyle alnındaki saçları geriye iterek çekiştirdi. Öfkesi hiç alışkın olmadığım boyutlardaydı ve nedense hoşuma gitmişti. "Canını yakarım."

Gözlerimi kocaman açtım. "Ah! Beni de mi yumruklayacaksın?" Diyebildim.

Bu sefer alayla gülme sırası ondaydı. "Canını yakmam için seni yumruklamama gerek yok." diye mırıldandı. Söyledikleri yüzümün sararmasına neden olmuştu bundan emindim ama ayakta durdum.

"Benimle oyun oynuyorsun ama istediğin şekilde bitmeyecek Erik. Eğer benim canımı yakarsan ben de senin canını yakarım."

Kızgın boğalar gibi birbirimize diktik gözlerimizi. Burnumuzdan duman solusak hiç şaşırmazdım doğrusu. En sonunda geri çekilen o oldu. "Öyle olsun bakalım." diye söylendi.

Kollarımı göğsümde bağladım. "Aynen."

Öfkeli sessizliğimizde birbirimizi tartarak inceledik. Aramızda öyle şiddetli bir elektrik vardı ki bir an korktum. Bu gerilim sadece öfkeden kaynaklı değil miydi yoksa? Sanki Erik cevabını biliyormuş gibi gözlerinde garip bir parıltıyla bakıyordu şimdi. Ellerimin buz kestiğini, dilimin kuruduğunu hissettim.

O gözlerimin içine tehlikeli ışıklarla bakarken ben hareket etmesini umarak bakıyordum. Ama yine geri çekildi. Bir şey demeden çıktı gitti. Beni nasıl bir ateşin içinde yanmaya mahkum ettiğini bilmiyordu bile. Belki de biliyordu.

***

Zor geçen bir gecenin ardından kahvaltı için ana salona inerken Anthony'nin odasının önünde durakladım. Kavgadan beridir onu görmemiştim. Yüzünde yara bere olduğu aşikardı ve düzelmeden de ülkesine dönmeye niyetli değildi. Sonuçta tek varislerinin dağılmış bir yüzle geri dönmesi halkına hakaret olarak algılanabilirdi. Anthony gereksiz yere gürültü çıkmasını istemiyordu.

Belki de bu sebeple odasından hiç çıkmıyordu. Ben de onu görmek istememiş hiç yanına gitmemiştim. O an kapıda duraklarken çekip gidemeyeceğimi hissettim ve düşünmeden kapıyı tıklattım.

Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve Anthony'nin uykulu ama yakışıklı yüzünü gördüm. Sağ gözü şişmişti ama geçen zamanla şişliği azalmıştı. Burnunda da hafif bir şişlik vardı. Erik'in yumruğuyla çıkan ses hala kulaklarımdaydı. Yüzümü buruşturmadan durmam zordu. Oysa beni gördüğüne şaşırmış bir halde öylece bakıyordu. Ardından aptallığına güldü ve sıcacık bir gülümseme sundu yüzüme.

"Günaydın."

"Günaydın." diye mırıldandım. Utanıyordum. Benim yüzümden dayak yemişti ve ben onu bir kere ziyaret etmemiştim. "Şey, seni merak ettim." diyebildim zorlukla. Anlayışla gülümsedi.

"Kahvaltıyı benimle etmek ister misin?"

Davetiyle bir an duraklasam da yüzündeki güven dolu gülümsemeyi görünce kabul ettim.
Ben içeriye girdiğimde o kapının önünde durmuş zilini çalıyordu. Hemen uşağı belirdi.

"Bize iki kahvaltı tepsisi." diye buyurdu kibarca.

Odası oldukça düzenliydi. Sadece masası çok dağınıktı. Kitaplar, kağıtlar, tüyler ve hokkalar birbirine karışmıştı sanki. Masanın üzerine gelişigüzel yayılmış kağıtlar ilgimi çekmişti. Ayıp olacağını düşünerek kağıtlara bakmadım.

"Nasılsın?" diye sordum zorlukla gülümseyerek.

"Daha iyi günlerim olmuştu ama iyiyim."

Solgun yüzündeki canlı gülümsemeye karşılık vermeye çalıştım. "Odada durmaktan sıkılmadın mı?"

"Kendimce uğraşlarım var. Kitap okuyorum, resim çiziyorum." O sırada kapı açıldı ve içeriye iki kahvaltı tepsisi geldi. Anthony masanın üzerindeki kağıtları toparlarken biri yere düştü. Ona yardım etmek adına kağıdı yerden aldım ve gördüğüm şeyle kalakaldım. Kağıtta benim eskizim vardı. Dalgalı uzun saçlarım, iri parlak gözlerim ve pervasız gülüşüm ile öyle genç ve güzel gözüküyordum ki elimde olmadan hayretle içimi çektim. Anthony baktığım kağıda göz attı ama yorum yapmadı.

Uşaklar gittiğinde konuşabildim ancak. "Çok güzel çizmişsin." diyebildim. Masaya sandalyemi çekerken yine sıcacık gülümsemişti. "Modelim çok güzel çünkü."

Yorum yapmayarak çektiği sandalyeye oturdum. Sessizce kahvaltımızı etmeye başladık. Anthony'nin de bir nedenden ötürü benim kadar rahatsız olduğunu hissedebiliyordum. Belki de yüzündeki izlerden çekiniyordu.

Ben çayımı yudumlarken o çatalını bırakmış, beni izlemeye başlamıştı. Çekinerek buz mavisi gözlerine baktım. Kimi mavi gözler denize benzerdi ama onun gözleri güneşli bir gökyüzü kadar açıktı. "Böyle olsun istemezdim." dedi en sonunda. Söyledikleriyle başımı eğdim.

"Ben de." diyebildim tabağımdaki didiklenmekten zavallı hale gelmiş peynire bakarak. Elini nazikçe çeneme koydu ve yüzümü kaldırdı. Yumuşak bakışlarıyla adeta içimi okşuyordu.

"Senden hoşlanıyorum Asha. Hatta çok hoşlanıyorum." Konuya direk girmesiyle yüzüm kızardı. Bu halim hoşuna gitmiş olmalı ki gülümsedi. "Çok güzel bir kadınsın. Senden hoşlanmamak zor. Seni yakından tanımak istiyorum. Seninle vakit geçirmek eğlenceli ve dürüst olmak gerekirse senin yanında kendim gibi oluyorum."

Sıkıntıyla yerimde kıpırdadım. Umarım bana evlenme teklifinde bulunmazdı. Çünkü ne diyeceğimi gerçekten bilmiyordum. Evet, hoş birisiydi. Erik'e olan hislerimle alakası yoktu ona olan hislerimin ama bana ve seçimlerime saygı duyması beni mutlu ediyordu. Onun güzel mavi gözlerine bakarken onu sevebileceğimi düşünüyordum. Ve bunu istiyordum. Erik her zaman ulaşılmaz olacaktı bana. Boşuna acı çekiyordum.

"Elbette seninle ciddi düşüyorum." diye devam etti düşündüklerimden habersiz. "Ama senin evliliğe daha hazır olmadığını biliyorum." Güldü. "Aslında ben de henüz hazır değilim."

Bir kaşımı istemsizce havaya kaldırdım. Duyduklarım elbette içimi rahatlatmıştı ama sormadan yapamadım. "O zaman neden babama öyle söyledin? Zor durumda kalmamak için mi?" Ah, evet istemeden olsa onu iğnelemiştim. Bakışları birden ciddileşti.

"Tabiki hayır." dedi kesin bir sesle. "Asha seninle evlenmek istiyorum ama hemen değil. Vakte ihtiyacımız var. Ayrıca senin de cevabını bilmiyorum. Ama yeni tanıdığın bir adamın teklifine evet diyerek ciddi bir söz vermek istemeyeceğin kadar tanıdım seni."

Durdu. Sözlerine nasıl devam edeceğini düşünüyordu belki. "Erik'in tepkisi beni çok kızdırdı. Ama düşündüğün şekilde değil."

Kaşlarım havaya kalktı. "Nasıl?"

"Bak, bana olan güvensizliğine tamam derim. Onun için değerlisin anlayabiliyorum ama seni çocuk gibi görmesini anlamıyorum. Sen istemediğin müddetçe ben zaten sana zarar veremem. Sen söyle. Ben ya da herhangi biri senden faydalanabilir mi?"

"Asla." dedim kesin bir öfkeyle. Ne demek istediğini anlamıştım ve Erik'e kızdığım en büyük sorun da buydu. Beni çocuk görmesinden nefret ediyordum. Daha başka bir şey demeden sözünü kestim. Erik'i ve olanları hatırlayıp yeniden öfkelenmek istemiyordum. "Seni anlıyorum. Ne demek istediğini de anlıyorum. Belli ki sen de beni anlıyorsun. Bu konuyu burda kapatalım ne dersin?"

Geri kalan vaktimizde başka şeylerden bahsettik. Onun hemen evlenmek istememesi ve benden cevap beklentisine girmemesi rahatlamama neden olmuştu. Bir süre sonra odasından çıktığımda yüzünde çok hoş bir gülümseme ile beni uğurladı. "Güzel bir sabah oldu, teşekkür ederim."

"Keyifli bir sohbetti. Akşam yemeğinde de devam etmek isterim." dedim kibarca artık odasından çıkması gerektiğini vurgulayarak.

Bir an karamsar kalsa da en sonunda kabul etti. "Güzel bir fikir."

Bir süre gözlerimiz birbirine takıldı. O sırada arkamızdan bir ses duyuldu. Kötü karşılaşma diye buna denirdi herhalde. Erik, kolunda Ariana ile birlikte hemen arkamızda öfkeli bir boğa gibi soluyarak bizi izliyordu.

"Prens Anthony, nasılsınız?" diye cıvıldadı Ariana hemen. Yüzümü buruşturmamak verdiğim en büyük savaştı. "Seni kahvaltıda göremedik Asha?" diyerek hızla bana yöneldi ardından.

"Keşke seni de görmemek mümkün olsa." diye mırıldandım ağzımın içinde.

"Efendim?Duyamadım." diyerek hızla atladı Prenses Merak. Fakat Anthony ne dediğimi duymuştu. Bıyık altından gülerek ikimize baktı.

"Prenses kahvaltıyı benimle yapma yüceliğinde bulundu."

"Ah, anlıyorum." diye kıkırdadı kara böcek. Neyi anlıyordu acaba? Anthony'nin cevabıyla Erik'in yüzünün karardığını gördüm. Hızla prense döndüm.

"Akşam yemekte görüşürüz." dedim bir tatsızlık çıkmadan önce. Anthony beni anlamış olmalı ki başını sallayarak odasına girdi.

Kapıyı kapattığı gibi Ariana hülyalı hülyalı bana bakmaya başladı. "Evlilik tarihini mi konuştunuz?"

"Ariana!" Erik'in öfkeyle araya giren sesi prensesi hazırlıksız yakaladı. Prensesin kolunu kavrayan elinden hiç de kibar olmayan bir şekilde sıyrıldı ve bana doğru yürüdü. "Onun odasında ne işin vardı?"

Sesi öfkesinden boğuk çıkıyordu ve elinde olsa kapıyı kırarak Anthony'nin boğazına yapışacak gibiydi. Bu hali beni korkutsa da geri adım atmadım. "Onu duydun. Kahvaltı yaptık."

"Asha..." diye tısladı dişlerinin arasından. "Senin bekar bir adamın odasında ne işin var?"

"Erik, ben de senin odana giriyorum. Ne var bunda?" diye araya girdi Ariana birden. Demek prensesi odasına alıyordu prens hazretleri! Sinir olduğumu belli etmeden gülümsedim.

"Ariana, Asha sen değil!"

Paylanmanın verdiği incinmişlikle prenses bir kolunu meydan okurcasına beline koydu. "Ne farkımız var anlamadım."

Erik sabır dilercesine derin bir nefes aldı. "O Andarkan'ın Prensesi." diye başlamıştı ki Ariana öfkeyle soludu.

"Ben basit bir ülkenin prensesiyim yani? Bu nedenle bekar bir erkeğin odasına girmemde sorun yok. Ama onurlu bir ülkenin prensesi bekar bir erkeğin odasına giremez!"

Gözlerimi kocaman açtım. "Erik, prensesi böyle küçük düşürmen hiç hoş değil."

"Ben kimseyi küçük düşürmüyorum! Öyle demek istemedim Ariana, biliyorsun!" diye haykırmıştı ki prenses onu dinlemeden eteklerini toplamış koşturarak uzaklaşmıştı bizden. Kahkahalarla gülmemek için tek bir nedenim vardı. O da beni öldürecekmiş gibi izleyen bir çift siyah gözün karşımda dikilmesiydi.

"Ayıp oldu." dedim alayla karışık hüzünle.

Bileğimden sertçe kavrayarak beni koridorun ucuna, karanlık bir köşeye çekti ve sırtımı sertçe duvara yapıştırdı. Acıyla inledim. "Ne yapıyorsun sen?" diye tısladım öfkeyle.

"Seni öptü mü?"

Sorusu kızarmama neden olurken içimde bir yerler neşeyle şakıryordu. Oyuncu Asha evet demem için kışkırtsa da diğer tarafım evet dersem Erik'in soluğu Anthony'nin odasında alacağı ve hiç iyi şeyler olmayacağını söylüyordu.

"Maalesef." dedim sahte bir hüzünle. Bileğimi öyle sert sıktı ki acıdan gözlerim doldu.

"Bırak beni, canımı acıtıyorsun. Kendine gel artık."

"Benimle oynama dedim sana. Canını yakarım."

Bileğimi sertçe bıraktı. Gözleri iki siyah çukur gibi bir süre beni hapsetti içlerinde. Ardından hızlı adımlarla çekti gitti. Kızaran bileğimi ovalarken gidişini izledim. Her adımında sessiz bir öfke dalgası yayıyordu. "Daha bitmedi Erik." diye söylendim. "Her şey yeni başlıyor."

***

Öğleden sonra Manso ile her zamanki tarih dersindeydim. O bana yine her zamanki eski savaşları anlatırken benim aklım penceremin hemen altında talim yapan Erik'teydi. Her zamankinden daha vahşice dövüştüğünü görmesem de anlayabiliyordum. Onun da benim kadar acı çekmesi iyi bir şeydi belki ama ben iyi hissetmiyordum. Sonumuzun nereye varacağını o da düşünüyor muydu acaba?

Manso'nun söylediklerini not alırken aklıma takılan bir şey durmama neden oldu. O her zamanki hararetliliğiyle bir meydan savaşını anlatırken araya girdim. "Manso, bana Victoria Dönemini anlatır mısın?"

Kendisini kaptırmış anlatırken söylediklerim ile bir an tıkandı. Şişman yanakları mümkünmüş gibi daha çok kızardı. Şaşkınlığı sorumun aniliğinden miydi yoksa anlatacaklarının sıkıntısını mı yaşıyordu emin olamadım. Victoria'nın hakkında iyi şeyler duymamıştım. Annemin kardeşiydi ama düşman gibilerdi ve hiç iyi şeyler yapmamıştı. Bir sürü insanın vahşice katledilmesine ve en sonunda da aynı vahşetin kendi sonunu getirmesine neden olmuştu.

Manso ağır ağır sandalyesine oturdu. İri eli dalgınca sakalını çekiştiriyor, gözleri sıkıntıyla beni süzüyordu. "Bunu neden istiyorsun yavrum?"

Manso'nun benimle samimi konuştuğu anlar genelde kötü şeyler olduğu zamanlardı. Omzumu silktim. "Bence asıl öğrenilmesi gereken tarihimiz o dönem. Bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için."

Manso sanki on yaş yaşlanmış gibi gözlerini ovuşturdu. Üzerine birden yorgunluk çökmüştü. "Kötü zamanlardı." diyebildi çok sonra.

"Ben o kötü zamanları bilmek istiyorum."

Siyah boncuk gözleri derin bir kederle bakıyordu yüzüme. "Çok insan öldü Asha. Çok can yandı."

"Kurban olarak yakılıyorlardı değil mi?"

Bu kadarını Cecilia'dan öğrenebilmiştim. Victoria dinlerini değiştirmeyen insanları tanrısına kurban olarak adayarak meydanlarda yakıyordu. Manso'nun siyah boncuk gözleri kederle bakıyordu. "Başka bir zaman anlatayım. Olur mu yavrum?" diye içini çekti hüzünle.

İtiraz etmek istedim ama Manso'daki bir şey duraklamama neden oldu. Bir süre sessizce önümüze baktık. Aşağıdan hararetli kılıç sesleri geliyordu. Bir de Erik'in öfkeli sesleri karışıyordu araya. Manso'nun kederli gözleri bir an pencereye kaydı. Erik kendisine yakışmayacak afili bir küfür savurmuştu yenilen askerine. Duyduğum lafla kızarsam da yorum yapmadım.

"Prens şu sırlar çok sinirli." dedi sakince. Doğruydu. Herkesi şaşırtacak kadar sinirliydi şu sıralar. Onun hiç bilmediğimiz bir yanını görüyorduk. "Manso..."dedim ani bir kararla. "Victoria'nın hiç çocuğu olmadı mı?"

Yaşlı adamın yüzü sarardı birden. Gözleri gözlerimi buldu. Bir şeyleri tartıyor gibiydi zihni. En sonunda hayır der gibi başını salladı. "Bugünlük bu kadar yeterli prenses."

Ben kitaplarımı ve defterlerimi toplarken o derin düşünceler dalmış uzaklara bakıyordu. Bir anlık duraksama yaşadım. "Sen kimi kurban verdin?"

Sorduğum soruyla gözleri kapandı ve iri damlalar yanaklarından dökülmeye başladı. "Kızımı." diye mırıldandı boğuk bir sesle.

Acısını anlayamasam da hissedebiliyordum. Elimi omzuna koymak istiyor, onu teselli etmek istiyordum ama bunun yetmeyeceğini biliyordum. Kızının yandığını, çığlıklarını duymuştu. Hiçbir teselli sözü yeterli gelmeyecekti. "Özür dilerim." diyebildim en sonunda. Onu orada yalnız başına bırakıp odadan çıktım.

Odadan çıktığımda kederli bir soluk aldım. Manso'nun bir kızı olduğunu bile bilmiyordum. Odama çıkarken aklımdan saray arşivi geçiyordu. Bahsedilmese de dönemin kayıtları tutulmuştu ve arşivlenmişti. Bunu biliyordum.

Odama çıkarken o sırada bir kasırga gibi Erik geçti yanımdan. Elindeki metal başlığı fırlatırcasına yaverine atmıştı. Bir an dengemi kaybedip tökezledim. "Yavaş!" diye bağırdım istemsizce. Onun dikkatini çekmek en son istediğim şeydi elbette ama ben buydum işte. Asla içimde tutamazdım.

Erik hızla bana döndü. Gözlerinde öldürücü bir ışıkla alayla güldü. "Prenses bir yerini mi incitti?"

Gözlerimi kıstım cevap vermeden önce. "Sen mi inciteceksin beni? Espiri yeteneğin beni bir hayli şaşırtıyor biliyor musun Erik? Özellikle zeka kapasiteni göz önünde bulundurursak."

Sözlerim onu öfkelendireceğine güldürmüştü. Bu canımı sıksa da bir şey demeden yanından geçtim. O da hemen dibimde bitti. "Nerden böyle? Anthony'nin odasından mı?"

"Ona gece uğramayı düşünüyorum." dedim hiç alınmadan. Daha sonra dilimi ısırsam da artık çok geçti. Erik'in yeterince kabarık damarına çok sert basmıştım. Yeterince hızlı olursam ondan kaçabilirdim. Kaçmaya çalışırken bileğime demirden mengene gibi yapıştı. Gözlerindeki tehlikeli ışık beni korkutacak boyuta ulaşmıştı.

"Hiçbir yere kaçmıyorsun." dedi ürkütücü bir sakinlikle. Ardından bileğimden tuttuğu bedenimi yaprak gibi ardından çekiştirmeye başladı.

"Nereye götürüyorsun beni?" dedim korkuyla.

"Sana benimle oynama yoksa canını yakarım demiştim Asha."

"Ben de pek ciddiye almamıştım doğrusu." dedim son bir kez kurtulmaya çalışırken.

"Yazık olmuş."

Sesindeki sahte hüzün iyice korkmama neden oldu. "Ne yani beni mi döveceksin?" diye söylendim ters ters.

Odasına varmıştık. Beni içeriye iterken kapıda şöyle bir etrafına baktı. Ardından kilidi çekti. O bana dönerken ben de kendimi korumak için en yakındaki şeye uzandım. Boş bir sürahiydi. Elimdeki aciz silaha güldü.

"İstersem çok tehlikeli olurum gülme." dedim tehditkar çıkarmaya çalıştığım bir sesle.

Hızlı adımlarla yanıma geldi ve sürahiyi elimden kapıverdi. O kadar hızlı davranmıştı ki hiçbir şey yapamamıştım.

"Hala tekme atabilirim." diye söylendim zayıf bir sesle.

"Hıhı." dedi sadece beni duvarla arasına sıkıştırırken.

"Çığlık atarım." dedim bu sefer de.

Yine bir onaylama homurdanması çıkardı. Çığlık atmak için ağzımı açmıştım ki dudaklarıyla çığlığımı bastırdı ve beni daha derin ve yakıcı bir çukurun içine yuvarladı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro