Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bahar Kutlaması

Merhabalar. Uzun zamandır buralarda yoktum ve bu nedenle çok özür dilerim. Ama artık inşallah düzenli olarak yeni bölümleri yayımlayacağım. Beni takip ettiğiniz ve hikayemi beğendiğiniz için teşekkür ederim. İyiki varsınız 😊

(Multideki şarkıyı dinlemenizi tavsiye ederim ♥️)

***

Ağacın gölgesine sığınmış, sırtımı geniş ve yaşlı gövdesine yaslamıştım. Eteğime biriktirdiğim taşları tembelce gölete atıyordum. Saray ahalisi pikniğe gitmişti. Bense onlara katılmak istemiyordum. Hasta olduğumu bahane etmiştim. Erik ve aptal Ariana'yı yan yana görmek istemiyordum.

"Sen de mi piknikleri sevmezsin?"

İşittiğim ses Anthony'e aitti. Oturuşumu düzelttim. O da zarif bir şekilde yanıma oturdu. "Saray maiyeti boğucu geliyor bana. Çok yapmacıklar." diye devam etti. İstem dışı gülümsedim.

"Kral olduğun zaman bu tarz bir maiyetin içinde yaşayacaksın ve en büyük sahtekarlıklarını sana sunacaklar." diyiverdim. Sözlerime içten bir şekilde güldü. Güldüğünde yanaklarında beliren gamzeler çok hoştu.

"Evet bu sebeple benim gibi olacak bir eş arıyorum. O zaman o sahtekarlığın içinde kaybolmam."

Sözleri bittikten sonra buz mavisi gözlerini uzun bir süre gözlerime dikti. Yanaklarım kızarırken gözlerimi kaçırdım. "O zaman sana iyi şanslar diliyorum."

Yeniden gülümsedi. "Evet, şansa ihtiyacım olacak."

Bana kur yaptığını anlamam zor değildi. Göz ucuyla baktığımda çok yakışıklı bir prensti Anthony ama Erik'in onun hakkında söyledikleri ise bocalamama neden oluyordu. Birden Anthony ayağa kalktı. "İzin verir misin? Sana bir süprizim var."

Şaşkınlığım bir kat daha artarak başımı evet anlamında salladım. Uzattığı elini tuttum. Nazikçe çekerek ayağa kaldırdı beni. Burun buruna gelişimiz ile kızardım ve geri çekildim. Buz mavisi gözleri ışıl ışıl parlayarak beni izliyordu. "Çok beğeneceksin." diye ekledi.

Beni saraya götürecek sanmıştım ama arka bahçedeki ormana uzanan patikaya doğru götürdü. Atının bir kenarda otlandığını gördüm. Yardımcısı hemen yanımızda bitti.

Gülümseyerek bana döndü ve "İzninizle prenses." diyerek belimden kucakladı ve atına bindirdi. Küçük bir çığlık atmıştım. Bu halime güldü ve hemen ardımdan bindi. Kollarını belimden uzatarak kayışları tuttu. Nefesi enseme vuruyordu.

"Şey... Nereye gidiyoruz?" diye kekeledim.

"Çok eğleneceğimiz bir yere." diye fısıldadı gizemli bir tavırla ve atını sürme başladı.

***
Ormanı geçtikten sonra vadi gibi bir yere geldik. Uzaktan bilmediğim bir müzik sesi geliyordu. Heyecanla yerimde kıpırdandım. Sanırım bugün çok farklı ve çok güzel bir gün geçirecektim.

Vadiye indiğimizde at arabalarını gördüm. Üzerlerinde çeşitli büyüklükte fıçılar vardı. Orta yerde bir ateş yanıyordu ve sopaya geçirilmiş kuşlar çeviriliyordu. Yağları ateşe damlarken midem guruldamıştı. İnsanlar rengarenk elbiseler içerisinde neşeyle dans ediyordu. Genç kızların saçlarında hanımelinden ve yeni çıkmaya başlayan kır çiçeklerinden taçlar vardı.

Anthony atından indi ve beni de indirdi. Heyecanım yüzüme yansımış olmalı ki halime içten bir şekilde güldü. "Burası neresi? Bunlar kim?"

"Bunlar göçebeler. İlk cemrenin havaya düşüşünü kutluyorlar."

Gördüğüm bu farklı manzara bende unutulmaz bir duygu seli yaşatsa da istem dışı bir hareketle geriledim. Anthony bu duraksayışımı fark ederek sorarcasına baktı.

"Ben bir prensesim. Sen de keza prenssin. Bizim varlığımız onları rahatsız edecektir."

Pervasızca gülümsedi. Onun bu rahat ve kaygısız tavırları beni hiç germiyordu. Oysaki Erik her zaman beni germekle meşguldü. "Onlar için bir önemi yok. Göçebelerin kralı ve kraliçesi yoktur."

Elini uzattı. Bu bir teklifti farkındaydım. Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak elini tuttum. Sahiplenici ve sıcaktı tutuşu. Beni kalabalığın arasına soktu. Bizi görenler bir anlığına dikkatlerini bize verseler de dans etmeye devam ettiler.

"Misafir ağırlamak ister misiniz?" diye sordu Anthony orta yere. Kalabalığın ortasından yaşlı bir kadın çıktı. Uzun beyaz saçlarını iki yana boncuklarla örmüştü. Soluk kahverengi gözlerine koyu siyah bir sürme çekmiş, dudaklarına canlı kırmızı renkte bir ruj sürmüştü. Bahar şölenine göre fazla siyah bir kıyafet giymişti. Bizi keskin bir bakışla baştan aşağıya süzdü.

"Siz soylusunuz." dedi en sonunda. Anthony omuz silkti.

"Sizin için sorun olur mu?"

Kadın daha dikkatli bir bakış attı yüzümüze. Ardından umursamaz bir şekilde başını salladı. "Biz misafirleri severiz. Hoşgeldiniz." dedi en sonunda. Onun onayı ile diğerleri de bizi kabullendiler.

Genç kızlardan biri neşeyle yanıma geldi. "Şapkan çok güzelmiş! Kurdelesi ipekten mi?" diye cıvıldadı.

Uzun kızıl saçları ve gök mavisi gözleri vardı. Beyaz yüzü çilliydi ve bu çiller çok tatlı bir görüntü sunuyordu. Şapkamı çıkarıp ona uzattım. "Beğendiysen alabilirsin."

"Rosa, misafirlerden hediye kabul etmiyoruz." diye araya girdi yaşlı kadın. Adının Rosa olduğunu öğrendiğim genç kız abartılı bir şekilde gözlerini devirdi.

"Ben istemedim Emerald! Merak etme kabul etmeyeceğim."

Hemen araya girdim. "Lütfen ben almanı istiyorum. Sen de bana karşılığında çiçekten tacını verebilirsin."

Rosa tatlı bir ifadeyle kısa bir an düşünür gibi oldu. "Bence olur." diyerek şapkamı aldı ve kendi kafasındaki bahar çiçeklerinden sıkıca örülmüş tacını uzattı. "Adil bir takas." diye güldü neşeyle şapkayı kafasına geçirerek. Onun bu haline güldüm. Yan gözle bizi onaylanamadan izleyen Emerald'a kaşlarını kaldırarak baktı. "Benim tacım da değerli!"

Kıkırdayarak tacı saçlarımın tepesine oturttum. "Rosa haklı."

Kendinden emin bir şekilde gülümsedi. "Ben her zaman haklıyım. Hadi gel, seni bizim kızların yanına götüreyim."

Gözlerim Anthony'i aradı. Emerald'ın yanına gitmişti ve bana özgürsün dedi dudaklarını oynatarak. Rosa'nın peşine takılarak göl kenarında şakalaşan kızların yanına gittim.

Elbiselerini yukarıya katlamış, çıplak bacaklarını soğuk suya sokmuşlardı. Rosa da aynı şekilde yere oturdu ve kırmızı elbisesinin eteklerini kaldırarak çıplak bacaklarını ortaya çıkardı. Elbisesiyle uyumlu kırmızı topuksuz ayakkabılarını çıkardı ve soğuk suya daldırdı bacaklarını.

"Hey adın neydi?"

"Asha."

Mırıldanmalar duyuldu. "Güzel isimmiş. Kızlar bakın Asha bana ne hediye etti! Kendisi aristokrat!"

Kızlar merakla bana bakmaya ardından da şapkayı incelemeye başladılar. Saray dışına daha önce kendi başıma hiç çıkmamıştım. Çıktığım zamanlarda ise halkın saygısı ve mesafesine alışkındım. Oysaki bu insanlar beni kendileriyle bir sayıyorlardı ve nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum.

"Otursana Asha." diye davet etti beni sarışın bir kız. "Merak etme, bize üstünlük taslamadığın müddetçe aristokrat olman önemli değil."

Yere oturduğumda başımı hayır manasında salladım. "Asla öyle bir şey yapmam."

Rosa olumlu bir şekilde başını salladı. "Bence de yapmaz. Bana şapkasını verdi bakar mısınız? Hadi ama Asha çekinme. Sen de ayaklarını suya sok! Eminim soylu hayatın boyunca asla böyle bir şey yapmadın!"

Dedikleri çok doğruydu ve beni güldürmüştü. Eteklerimi katladım ve ipek ayakkabılarımı çıkardım. Çıplak bacaklarım buz gibi suya değdiğinde küçük bir çığlık attım. Kızlar bu halime güldüler. Ve ardından Rosa ipek gibi bir sesle hiç bilmediğim bir dilde şarkı söylemeye başladı. Ona diğer kızlar da katıldı ve tempo tutarak hep bir ağızdan söylemeye başladılar. Ben onları hayranlıkla izlerken onların sesleri iyice yükseldi. O sırada yakınımızdaki kamp yerinden davul sesleri duyulmaya başladı. Kızlar sanki bunu bekliyormuşçasına ayağa kalktılar ve dans ederek ateşin olduğu yere kadar şarkı söylemeye devam ettiler. Ben de gülerek peşlerinden geliyordum. Rosa bir yandan şarkı söylemeye devam ediyor bir yandan da ellerimden tutmuş beni dans etmeye teşvik ediyordu ama onların dansını bilmiyordum. Gerçi şöyle bir baktığım zaman hepsinin belli bir koreografiyle değil de kendi kendilerine dans ettiklerini fark ettim. Ellerini ve bellerini kıvırarak kendi etraflarlarında dönüyorlardı. Ben de onlar gibi yapmaya çalışsam da pek kıvrak olmadığım kesindi. Eteklerimi havalandırarak onlarla dönmeye başladım. Ardından müzik değişti ve daha tempolu, hareketli bir şarkıya başladılar. Bu sefer bambaşka bir dilde söylüyorlardı. Ayrıca dansa erkekler de katılmaya başlamıştı. Kızları ellerinden tutarak nazikçe döndürüyorlardı. Bana uzun siyah saçlı, sırım gibi bir delikanlı yaklaşsa da elimi tutan başka bir el tarafından döndürülmeye başladım. Anthony'den başkası değildi elbette.

"Seni bir göçmene kaptıracak değilim." dedi gülümseyerek. Onun bu sahiplenici tavrına güldüm ve yeniden döndüm.

"Yabancı erkeklerle dans etmek kulağa fazla maceracı geliyor. Açıkçası denemek isterim." dedim kıkırdayarak. Belimi tutarak kendine çekti beni. Yüzü fazla yakınımdaydı ve gözleri öyle parlaktı ki yanaklarım kızardı.

"Ne yaramaz düşünceler bunlar." diye mırıldandı. Yanaklarımdaki kan bütün yüzüme yayılırken sıcakladığımı hissettim. Ardından kulağıma eğildi. "Unutuyorsunuz ki ben de yabancı biriyim prenses." diye fısıldadı. Nefesi tenimi gıdıklamıştı ve kıkırdamamak için dudağımı ısırmak zorunda kaldım. Benden uzaklaşmasıyla derin bir nefes aldım. Ellerimden tuttu ve yeniden dans etmeye başladık. Yine bambaşka bir müzik ve başka dilden bir şarkı ile.

Müzik ve dans ne kadar sürmüştü bilmiyordum ama çok eğlendiğim kesindi. Rosa elinde iki bakır kupa ile yanımızda bitti. "Hey iki yabancı." diyerek elindeki kupaları ellerimize tutuşturdu. Ardından Anthony'e garip bir bakış attı. "Gerçi sen pek de yabancı sayılmazsın hım?" diye sordu. "Seni daha önce de Emerald'ın yanında görmüştüm. Torunu falan mısın?"

Anthony tereddüt ederek Rosa'ya gülümsedi ve kupayı başına dikti. "Bunu çok beğendim. Daha fazlasını nereden bulabilirim?" diye sordu soruyu duymazdan gelerek. Rosa kollarını göğsünde birleştirerek kafasıyla bir at arabasını işaret etti. Anthony kibarca başını eğerek teşekkür etti. "İzninizle." diyerek yanımızdan uzaklaştı. Rosa bir süre arkasından baksa da sonradan bana döndü.

"Ee, yatakta da göründüğü kadar ateşli mi?"

Apaçık sorusuyla kıpkırmızı kesildim. Halime kahkaha atmaya başladı. "Üzgünüm tatlım. Sizi şey sandım. Anlarsınız ya." diye kıkırdadı. "O zaman onunla flört etmemde bir sakınca görmeyeceğini umuyorum?"

Yeniden kızararak başımı hayır anlamında salladım ve bir şeyler yapmak adına kupamdan bir yudum aldım. Tadı ağır, metalikti garip bir şekilde pastırmanın keskin tadını da barındırıyordu ve çeşitli baharatların. Zorlukla yutkundum.

"O içtiğini her yerde bulamazsın. Bizim özel el yapımı biramız. Dünyanın en kaliteli ürünü diyebilirim."

Sesin geldiği yöne baktığımda benimle dans etmeye gelen uzun saçlı oğlana ait olduğunu gördüm. "Tabiki öyle!" diye şakıdı Rosa. Ardından bana döndü. "Giuseppe'nin ürettiği bir bira olduğu için Asha, kesinlikle lezzetli olduğu için." diye dalga geçti.

"Kaybol Rozi."

Genç kız kırmızı elbisenin önünü abartılı bir şekilde açtı ve beyaz göğüslerinin dolgun kıvrımları ortaya çıktı. "Zevkle." diye gülümsedi ve Anthony'e doğru yürümeye başladı.

Guiseppe bana döndü ve uzun kaküllerini arkaya atarak gülümsedi. Büyük, parlak ela gözleri vardı. "Aç mısın?"

"Çok." diye itiraf ettim.

Elini ateşe doğru uzattı. "Gel de bir şeyler yiyelim o zaman."

Ateşin yanına oturduk. Bir dala geçirilmiş kuşu alarak bakır bir tabağa koydu. Kuşun dumanı tüten etini bir çakı yardımıyla hızla parçalara ayırdı. Görünürlerde çatal yoktu ve Giuseppe eti parmaklarıyla alarak ağzına attı. Bu alışkın olduğum bir manzara değildi. Gülerek ben de aynısını yaptım. Et parçası ağzımda dağılırken genç adam elimdeki kupayı işaret etti. "Onunla dene."

Yeni bir et parçasını çiğnerken bir yudum da biradan aldım. Biranın baharatlı tadıyla etin lezzeti damağımda patlamıştı neredeyse. Bir süre gözlerimi yumdum ve sonra gülmeye başladım.

"Kaç dil biliyorsunuz?" deyiverdim aniden. "Söylediğiniz şarkıların çoğu farklı dillerdendi."

Omzunu silkti. "Biz sürekli yurt değiştiririz. Çok dil biliyoruz ama en çok da şarkıları biliriz. Müzik bizim her şeyimiz."

"Güzel olmalı." diye mırıldandım. "Sürekli dolaşmak, aynı yere bağlı kalmamak."

"Göründüğü gibi değil." diye söylendi geriye yaslanarak. Ela gözleri düşünceli bir ifadeyle ateşi izliyordu. "Köksüz, topraksız olmak kolay değil. Sürekli yeni başlangıçlar yapmak yorucu oluyor."

"Yerleşin o zaman." deyiverdim saf saf. Sanki hiç düşünmemişler gibi. Giuseppe güldü.

"Bizim tarzımız bu."

Gülümsedim. "En azından sıkıcı bir sarayda ömür tüketmekten daha iyidir."

Ela gözleri ilgiyle parladı. "Saraylı mısın? Saray nasıl bir yer?"

"Dedikodu kazanı! Herkes en güzel kıyafetlerini giyer, sıkı bir kibarlık çerçevesinde tiyatrosunu sergiler." Sesimin tonu beni bile sıkmıştı.

"Gerçekten sıkıcı olmalı." Ardından ince parmaklarını hafifçe elimin üzerine koydu. Ani dokunuşu irkilmeme neden olsa da sesimi çıkarmadım.

"Sen de bize katıl o zaman."

Yüzüm gölgelendi. Bir göçmen grubun arabasına atlayarak, sınır tanımadan dünyayı gezmek ne kadar cezbedici olsa da benim bir sorumluluğum vardı değil mi? Aileme, ülkeme karşı. Neydi onlar? Sadık ve soylu bir varis ile evlenip ülkeme güçlü bir ittifak kazandırmak. Sadece buydu değil mi? Ama ben bundan daha ötesi olmak istiyordum.

Birinin boğazını temizlemesiyle kendime geldim. Anthony karanlık bakışları ile Giuseppe ve eline baksa da Giuseppe onu umursuyor gibi değildi. Bu nedenle ben elimi çektim.

"Gidelim mi artık?" diye sordu gözlerini Giuseppe'den ayırmadan. Havanın karardığını yeni fark etmiştim. Muhtemelen saray ahalisi piknikten dönmüştü ve bizi arıyorlardı. İstemeyerek ayağa kalktım.

Herkesle vedalaşarak Anthony'nin atına yürüdük. Yine önce beni bindirdi. Ardından kendisi bindi. Kollarını belimden uzatarak kayışları tutmuştu. Hiç konuşmadan saraya sürdük.

Saraya yaklaştığımızda neredeyse akşam olmuştu. Atından atladı, ardından da dikkatle beni indirdi. Gözleri gözlerimi bulduğunda bakışlarındaki endişe açıkça okunuyordu.

"Süprizim hoşuna girmedi mi?"

"Ah, hayır. Aksine, çok eğlendim bugün. Çok teşekkür ederim. Hiç böyle bir şey yaşamamıştım."

"Sorun ne o zaman? Neden üzgünsün?"

Üzüntüyle içimi çektim. "Çünkü... kendimi ilk defa özgür hissettim. Ve bunun bitmesi hiç hoşuma gitmedi."

Kaşları çatıldı. Buz mavisi gözleri anlayışla yüzümü tarıyordu. "Sence özgür değil misin?"

Buruk bir şekilde gülümsedim. "Bilmiyorum. Emin değilim."

Devam etmemi bekliyordu. Benimse içimde hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyen bir kız içini çekmeye başlamıştı bile. Pes ederek içimi çektim. "Bugün ilk defa görevlerimi düşündüm ve ne buldum biliyor musun? Soylu bir varis ile evlenip ülkemle güçlü bir ittifak kurmak ve o ülke için bir düzine veliaht doğurmak. Kulağa sence de çok basit gelmiyor mu? Ben böyle olmak istemiyorum. Bundan fazlası olmak istiyorum."

Sesimin titremesinden nefret etsem de engel olamamıştım. Sinirle gözlerimi elbisemin uzun eteklerine indirdim. Anthony yumuşak bir hareketle yüzümü tek eliyle kaldırdı. Buz mavisi gözleri öyle derin bir anlayış ve şefkatle bakıyordu ki yüzüme yeniden kızarmıştım. Gözlerindeki hayranlığı görmemezlikten gelemezdim. Peki ya ben ona hayran mıydım? Beni önemsiyordu, bana karşı her zaman kibar ve anlayışlıydı. Ayrıca buz mavisi ve beyaz tenine tezat olan kuzgun karası saçları ile çok dikkat çekici ve yakışıklı biriydi.

"Sen zaten bütün bu dediklerinden fazlasısın ve hep öyle kalacaksın."

"Nasıl? Ben öyle hissetmiyorum ama."

Gülümsedi. "Senin ruhun özgür. Önemli olan ruhuna zincir vurmayacak bir adamı bulman. Senin ruhunun özgürlüğünü göremeyen bir adamla evlenirsen işte o zaman korktuğun başına gelecek ve bence sen bunun olmasından korkuyorsun. Baksana annene. O sadece veliaht doğurmuş bir kadın mı?"

"Çok daha ötesi." dedim hemen. Onaylayarak başını salladı. "Çünkü baban onun özgür ruhuna zincir vurmadı, vurmayacak da."

Bir süre ikimiz de sustuk. Bana çok yakındı ve bu yakınlık heyecanlanmama neden olsa da bir nedenle hoşuma da gidiyordu. Eli yüzümü okşarken daha çok yaklaştı bana. "Ve ben senin ruhunun özgürlüğünü görebiliyorum Asha." diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Fısıltısıyla birlikte gözlerimi yumdum. Bana daha da yaklaştığını hissedebiliyordum. Dudakları dudaklarıma değecekken bir gürültü oldu. Hızla gözlerimi açtım ve bir yumruğun Anthony'i devirdiğini gördüm ve olanca gücümle çığlık attım.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro