Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

26.BÖLÜM: PART 2 "MASAL SONA ERDİ"



Bölüm şarkısı: Vega | İz Bırakanlar Unutulmaz

26. BÖLÜM: PART 2 "MASAL SONA ERDİ"

Gözüm sürekli en uca kadar giden kırmızı kadife izleyici koltuklarının hepsinin dolup dolmayacağındaydı. Atahanlar Şirketler Grubun'dan ve diğer iş ilişkisinde olunan birçok şirketten olduğunu tahmin ettiğim takım elbiseli, klas adamlar ve şık kadınlar mevcuttu. Beyza birkaç kişinin eski belediye başkanları olduğunu söyledi. Basın da en ön sıralardaydı. Bir ara Özge ve annesini gördüm. Özge, soluk mavi, önü dize kadar gelen arka kısmı uzun bir kuyruğu andıran, göğsü siyah işlemeli gösterişli bir elbise giymişti. Basın toplantısı için fazla şık sayılabilirdi fakat bundan hemen sonra yan taraftaki davet salonunda kokteyl olduğu için birçok kişinin parti havasında giyinmesini anlayabiliyordunuz. Kokteyli Murat Atahan düzenlemişti. Orhan Amca da onun isteğini kırmamış, şimdilik ona ayak uyduruyordu. Aralarında belli bir savaş olsa da Orhan Amca saygı çerçevesinde ve adaletli bir yarış olmasını istiyordu. Peki ya Murat? İşte bu konuda son derece rahatsız edici şüphelerim vardı.

Ben, Beyza ve Doruk'un arasında oturuyordum. Beyza'nın yanında Buğra, Doruk'un yanında ise sırasıyla ablası Cemre Abla, eniştesi Engin abi ve annesi oturuyordu. Doruk, eniştesine dönüp "Seçimi kazandığımızda erkek erkeğe içmeye gideceğiz, sen de gel birader, dansöz bile getireceğim." Benzeri şeyler deyip kasıtlı olarak hemen yanındaki ablasını kışkırtıyordu.  "Engin öyle bir yere gidemez, evli ve çocuklu. Sana gelince Doruk, sen daha çocuksun, bacak kadar boyunla kart dansözlere para mı yedireceksin bir de?"

"Bacak kadar boyum mu? Farkında mısınız bilmem ama kasabanın boy ortalamasını yükseltiyorum ben."

Bu sefer benim yanımdaki Beyza karıştı lafa. "Zaten birkaç kez daha erkek erkeğe gideceğiz deyip Buğra'yı kızlı ortamlara soktun, yemin ederim bu sefer topunuzu ateşe veririm."

Doruk bir kahkaha attı. Bana döndü bu sefer ve kolunu omzuma yerleştirdi. "Bir laf vardır Arya'cım görmemişin sevgilisi olmuş tutmuş..."

"O laf öyle miydi?" diyerek güldü Buğra ve başını iki yana salladı. 

Yan tarafındaki ablası yumruğu Doruk'un omzuna geçirdi. Ben geçirirsem kesinlikle elim kırılırdı. Fakat ablası bir seksen boyunda, yapılı sayılabilecek kiloda ve doğum yapmadan önce sporla uğraşan genç bir kadındı. "Tutarım o dilini koparırım senin. Mete haklı bir yandan, sevgilin yok diye millete sataşıyorsun."

"Kuru iftira! Ay dur ciddi olacağım," deyip kahkahayı bastı. Gülmesini toparlamaya çalışırken hepimiz ona tuhaf tuhaf bakıyorduk. "Bir dakika. Şimdi ciddiyim. Mete kim? Tanıyor muyum öyle birini?"

"Sahneye bak canım, babanın kampanyasını yürüttü ya. Belki bir yerden tanıdık gelir." Deyip sahnenin sol kısmındaki Orhan Amca'nın kürsüsünü işaret ettim. Orhan Amca kürsünün gerisindeydi. Kürsünün yanında dikilen Mete ve Ilgaz'a ilişti gözüm. Kampanyayı yürüten yardımcılar da adayların yanında dikiliyorlardı. Mete de Ilgaz da normal hallerinde daha sportif ve rahat giyimli kişiler olsa da şu an oldukça şık ve resmiydiler. Ilgaz'ın takım elbiseli haline hala alışamasam da, Mete'yi gri bir takım elbiseyle görmek öyle fazla şaşırtmadı. Babası iflasa sürüklenip şirketini Mehmet Atahan'a satmak zorunda kalmadan önce kısa bir süre de olsa iş adamı sayılırdı Mete. Tabi o zamanlar daha çok playboy gibi takılmayı yeğlese de.

Mete, eğilip ciddi bir ifadeyle Ilgaz'ın kulağına bir şeyler söylerken Ilgaz onu başıyla onayladı. Sahnenin en sağ kısmındaki Murat Atahan ise yanında konuşan Ece'yi dinliyor ve önündeki suyunu yudumluyordu. Siyah bir takım elbise giymişti. Adama olan olumsuz hislerimi bir kenara koyacak olursak karizmatik sözlüğünün kelime anlamı olduğuna dair birçok kişi gibi ben de hemfikirdim. Yüzündeki ciddi, sert ama bir yandan karizmatik ifade için ölüp biten birçok kız tanımıştım. Atahan ismi birçok intihar skandalına karışsa da Murat Atahan, yaptığı işlerle, karizmatik ve çekici oluşu ile iş dünyasında takdir edilen genç iş adamlarındandı. 

Baş danışmanı Ece ise krem, mini, bir tarafı kolsuz diğer kısmı uzun kollu, omuz detayı gümüş işlemeli bir elbise giymiş, siyah saçlarını abartısız bir topuz yaptırtmıştı. Ece'nin hemen yanındaysa İstanbul'da o bar vukuatından sonra sokakta yolumuza çıkan Alman aksanlı adam vardı. Karakteristik bir yüzü olduğundan onu tanımam zor olmamıştı. Sürekli boynundaki kravatıyla oynuyor, konuşan Ece ve Murat'ı ilgisiz bir ifadeyle dinliyordu. Tüm bunlardan sıkıldığı çok belliydi.

Konuşmaların akışını yürütecek olan konuşmacı ortaya geçtiğinde tüm salondaki gürültü kesildi ve salon sessizliğe büründü. Konuşmacı olan adam kısaca seçim tarihinden, seçimden çekilen diğer iki adaydan bahsetti, ardından yeni aday Orhan Amca ve eski aday Murat Atahan'ın son kez bir arada konuşma yapacaklarını söyledi. İlk söz hakkı Murat Atahan'ın centilmenliğiyle(!) Orhan Amca'ya verildiğinde heyecan içerisinde koltuğumda doğruldum. Yanımdaki Doruk'un ayağa kalktığını gördüğümde yanındaki ablası da ben de onu oturtmak için geriye doğru çekeledik. "Sanırım panik atak geçiriyorum, kalbim güm güm," diyerek elini kalbine götürdü oturduğunda. "En son lisede sunum yapacağım zaman böyle çok heyecanlanmıştım."

"Sen değil baban konuşma yapacak Doruk, sakin kalmayı dener misin?" dedim ve tekrar önüme döndüm. Orhan Amca kendi kürsüsüne çıktığında Ilgaz ve Mete arkasında dikiliyorlardı. Doruk'un öttürdüğü ıslıkla ona tekrar döndüm ve uyarıcı bir bakış attım.  Etrafımızdaki çoğu insan sesin geldiği Doruk'a baktıklarında parmağıyla kürsüdeki babasını ve sonra kendisini gösterdi. "Benim babam, benim."

İnsanlar ona ters ters baktıklarında boynundaki papyonu huzursuzca düzeltti.

"Birçoğunuzun diğer aday Murat Atahan gibi beni yakından tanımadığınıza eminim, elbette içinizde tanıyan kesim de var. Seçim yarışına sonradan dâhil olan ve çoğu insanı şaşırtmış olan Orhan Dikkaya benim. Elli dört yaşındayım, Ziraat Mühendisi ve aynı zaman da bir çiftçiyim." Salondaki yerli halktan alkışlar yükseldiğinde sayılarının hiç de az olmadığı ortadaydı. Orhan Amca'nın konuşması oldukça sıcak, sempatik geçti. Doruk oturduğu koltukta hiperaktifler gibi debelenip dursa da konuşma bittiğinde az da olsa rahatlamıştı. Salondaki Ziraat Odaları Birliği, Sanayi ve Ticaret Odası Birliği'nden olan epey kalabalık olan grup Orhan Amca'yı alkışlarıyla desteklediler. Şirket yöneticileri ve eski siyasetçiler kılını bile kıpırdatmadılar. Murat Atahan'ı bekliyorlardı.

Konuşma sırası Murat Atahan'a geldiğinde hareketleri, mimikleri bile başarılı bir iş adamı olduğunu gerçekten iyi hissettiriyordu. Ortama ve konuşmaya olan hâkimiyeti birçok insanın yanına gelemeyeceği kadar başarılıydı. "Yıllar önce hep büyük siyasetçilere, diplomatlara imrenirdim. Babam Mehmet Atahan bir iş adamı olmasının yanında bir generaldi, bir orduyu yönetiyordu. Ve derdi ki bir Atahan hangi alanda olursa olsun bir lider olabilmelidir. Yıllardır bu soyadını taşıyan herkes ne işi yaparsa yapsın daima en iyisiymiş. İşte bu yüzden, küçük kardeşimden de benden de daima en iyisini olmamızı isterdi. Kardeşim Onur bir gün bana bir hastanesi olmasını ve orayı yönetmek istediğini söylemişti. Eğer gerçekten bir lider olacaksam bunu diğer insanlara fayda sağlayacak bir işte yapmak istiyorum, diye de eklemişti. Bunu söyleyen on üç yaşındaki çocuktan o kadar etkilenmiştim ki, benim de kendimi iyi hissedebileceğim ve işte bu noktada gerçek bir liderlik gösterebileceğim bir şey bulmalıyım diye düşünmüştüm. Siyaset ve diplomasi hep uzaktan uzağa ilgilendiğim şeylerdi. Yıllar geçti ve bir gün ondan ilham aldığım küçük kardeşim öldü."

Murat Atahan duraksadı ve yutkundu. Ama ben yutkunamamıştım. "Babamdan ya da annemden ilham aldım demeyi isterdim ama ben kendimden on yaş küçük kardeşimden ilham almıştım, belki farkında değildim o zaman. O öldüğünde sonradan hep düşündüm. Hastane hayalini gerçekleştirememişti. Girdiği sınav sonuçları ölümünden bir ay sonra falan açıklandı. Tıpı kazanmıştı. Bir gün kendi hastanesinde başhekim olabilirdi. Ama olamadı. Onun hayalini gerçekleştirmeye karar verdiğim an kendi hayallerimi de sorguladım. Onur Atahan ismini taşıyan bir vakıf hastanesi açarken, tam o anda halkın mustarip olduğu belediye başkanlığı benim de hayalimin başlangıcıydı. Belediye başkanlığına adaylığımı koydum çünkü bunu en iyi şekilde yapabilecek olanın ben olduğuma ve bir şeyi istediğimde büyük bir tutkuyla peşinden gidebilen biri olduğuma emindim. Beni tanıyan insanların bunu en iyi şekilde bildiğini düşünüyorum." Bu cümleyi söyledikten sonra en ön sıralarda oturan Özge'ye baktı bir an. "Bu hastane işi sadece bir başlangıç, kasabadaki en büyük hastaneyi yapmakla yetinmeyeceğim, her yaptığım yenilikte kardeşim Onur'dan ilham alacağım. Eğer ki seçimi kazanan ben olursam daima yeniliklere adım atacağız ve bu kasabaya gerçek refah ve huzuru getireceğim."

Konuşma bittiğinde büyük bir alkış tufanı koptu. Birçok iş adamı ve siyasetçi onu ayakta alkışlıyordu. Elimi alnıma siper edip başımı ovuştururken ondan bir kez daha nefret ettim. Onur ölmüştü ve şimdi acındırma politikası izleyerek onun üzerinden mi bir yerlere gelmeyi hedefliyordu? Bu adamın derdi neydi? Onur'a düşecek olan tüm mal varlığı, her şey ona kalmıştı ama bu bile yetmiyordu. Şimdi de ismini kullanıyordu, onu bile kendine almıştı. Öldüğünde bile kurtulamamıştı Onur, bu Atahan zehrinden. 

Onur'un hastane fikrini sadece bana söylediğini sanıyordum. İyi anlaşan bir abi kardeş gibi hayallerini birbiriyle paylaştıklarını söylediği kısma kocaman bir kahkaha atmak istiyordum. İnandırıcılık kokan ama baştan ayağa sahte biriydi Murat Atahan. Ve yine birçok insanı etkisi altına alabilmeyi başarabilmişti. Salondaki coşku seçim sonuçlarıyla paralel bir gidişat gösterirse seçimin galibinin şimdiden o olduğu belliydi.

Basın Hem Murat'a, hem Orhan Amca'ya sorular yönelttiğinde Doruk sert bir ifadeyle gömleğinin yakasını çekiştiriyordu. İnsanlar ayaklanmaya ve sesler birbirine karışmaya başlamıştı. "Abi, insan her şeyde mi intihar eden kardeşini kullanır be?" Doruk sesini incelterek devam etti.  "Bu hastane işi sadece bir başlangıç, kasabadaki en büyük hastaneyi yapmakla yetinmeyeceğim, her yaptığım yenilikte kardeşim Onur'dan ilham alacağım." Eliyle sahte bir alkış yaptı. "Bu kadar iyi abiydin de bu çocuk neden intihar etti diye sorarlar adama."

Doruk konuşurken daha fazla Onur'un intiharı ile ilgili bir yorum dinleyemeyeceğim için Beyza ve Buğra'nın önünden geçerek konferans salonunun çıkış kapısına doğru ilerledim. Boğulacak gibi hissediyordum. Neden insanlar ondan bahsediyordu? Hem de böyle büyük bir rahatlıkla, sıradan bir olaymış gibi...

Ben içinde bulunduğum acı durumuyla baş edebilmek için o hiç var olmamış gibi devam etmiştim hayatıma. Murat Atahan'ı uzun bir aradan sonra nişan gecesinde göreceğimi bildiğim an yine tüm geçmiş önüme dökülmüştü. Sonra nişanlandığı kadının Özge olduğunu görmüş ve büyük bir şok yaşamıştım. Babaları Mehmet Atahan'ın ellerinde, Murat'ın ellerinde Onur'un kanı vardı. Babası aynı senenin sonunda intihar etmişti. Belki suçluluk duygusu, belki pişmanlık... Gazetelerde saçma sapan haberler çıkmıştı. "Atahanlar'ın intihar silsilesi... Sıra Murat Atahan'da mı?"

Oysaki Murat Atahan küllerinden doğmuş ve kısa sürede zirveye oynamıştı. Özge gibi güzel ve genç bir kadınla evlenmek üzereydi. Ben ise beni anlamayan yabancıların arasında, başka gözlerde onu aramış ve dibe sürüklenmiştim. Asi, derbeder, baş belası Arya olmuştum. Ne için? Kim için? Deniz Abla haklıydı belki de; kimse için onca yılınızı, kendinizi heba etmenize değmiyordu. Dolan gözlerimden düşen bir damla yaşı silerken bir söz verdim kendime. Bu Onur için, en iyi arkadaşım, ilk aşkım için dökeceğim son gözyaşıydı.

***

Kokteyl kısmı konuşmalardan az biraz daha canlıydı. Uzun, küçük masalarda herkes kendi gruplarıyla kaynaşmıştı. Ortamda çalan yabancı şarkılar, ara sıra tekrar klasik müziğe dönüyordu. Herkes en azından bir kadeh de olsa bir şey içmişti, lakin ben alkol aldığımda sapıtan bir insan olduğumdan bu gece sadece su içmiştim. Artık içki içmiyordum. Uysal bir kıza dönme yolunda emin adımlar atmıştım. Yani fazla emin adımlar sayılmazdı ama neyse. Mesela haftaya başlayacak olan sınavlarım için Berkan'dan notları atmasını istemiştim. "O kadar fazla ders var ki ve o kadar çok hiçbir derse gelmedin ki. Hangi birini atayım?" deyip adeta ben enayi miyim demeye getirmişti. Haklıydı bir yerde. O yüzden takılmamıştım. Eve gittiğimde biraz kitap karıştırmayı düşünüyordum. Duy Albay duy, bir de tembel olduğumdan bahsedersin!

Gözlerim kalabalıkta Ilgaz'ı aradı fakat bulamadı. Yanımızdakilere de nerede olduğunu soramadım. Malum hemen "Oo Ilgaz ve sen, ooo," durumları... Orhan Amca birkaç mühendis arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim adamlarla konuşurken Mete'yi de göremedim. Belki Ilgaz ile ikisi bir yerdeydiler. Tekrar bardağa doldurduğum suyumu yudumlarken bizim masaya döndüm.

Bizim masamızdaki Doruk ve Cemre Abla en çok konuşanlardı kuşkusuz. Boylarını genetiklerine borçlu olduğunu anlıyordum da bu çene de mi genetikti? Annesi daha sakin bir kadındı oysa, babası ise boş değil çoğu zaman mantıklı ve yerinde konuşurdu. Abla kardeş kime çekmişlerdi böyle? "Çocuğumu market arabasında unutmam kötü bir anne olduğum anlamına gelmez Doruk, kes şunu. Çok fazla market poşeti yüklenmiştim ve hastaneden dönmemin stresi vardı. Dalgınlığıma geldi. Hem kapıdan çıktıktan saniyeler sonra geri döndüm."

Doruk eğilip karnını tutarak güldüğünde ablası bozulmuş bir ifadeyle kollarını göğsünde kavuşturdu. Kâküllerini eliyle geri atarken yan tarafındaki kocasına baktı. "Söyler misin ona iyi bir anne olduğumu?"

"Hayatım sen zaten iyi bir annesin, Doruk abartıyor sadece."

"Abla her şeyi anlarım, ama Migros'ta, market arabasında çocuk unutmak?" Yine kahkahalara boğuldu. Buğra gülmesini gizlemek için yüzünü yan çevirmişti ve dudaklarını birbirine bastırıp kahkaha atmasını engellemeye çalışıyordu. Beyza ise Doruk'a kendine gel dercesine kaş göz yapıyordu.

"Senin diline düşeceğine insan kendini Boğaz Köprüsü'nden atsın daha iyi."

"Bana bakın," Bir anda gülmesini kesip ciddileşti. "Efe burada yok ya çocuğu yine bir yerde unutmadınız değil mi? Yeğenimin can güvenliğinden endişe etmeye başladım."

"Babaannesine bıraktığımızı söyledik ya, bana bak, Efe'nin babaannesiyle denk gelirsen sakın ona bu olaydan bahsetmiyorsun. Yemin ederim öldürürüm seni, annem bile elimden alamaz."

Doruk bize doğru dönüp elini ağzının kenarına siper ederek fısıldadı. "Kaynanasını hiç sevmez de,"

Masadaki muhabbetten soyutlanıp ortada aceleyle yürüyen Özge'yi gördüğümde onunla az da olsa konuşmak istediğimi hatırladım. O benimle sahilde konuşmak istemiş ama ben geçmişin bunca yıldan sonra bir önemi olmadığını söylemiştim. Belki bu sefer benim bir adım atmam, en azından denemem gerekiyordu. Etrafımı kontrol edip masadakilerin benimle ilgilenmediklerini anladığımda Özge'nin peşinden ilerledim. Onu neredeyse annesinin olduğu masaya ilerlerken yakaladım. "Özge," deyip hafifçe koluna dokunduğumda arkasını döndü. Beni gördüğüne mi, onun koluna dokunup onu durdurduğuma mı daha çok şaşırdı bilemedim. Elbisesinin uzun kuyruğunu bacağının yanına alıp düzeltirken tekrar bana baktı. "Merhaba Arya, bir şey mi söyleyecektin?"

"Konuşmamız gerekiyor," dediğimde birkaç saniye boş bir ifadeyle yüzüme baktı, sonra da gözlerinde alaycı bir ifade belirdi. "Ne hakkında konuşmamız gerekiyor?"

"Burada olmaz," diyerek etrafıma bakındıktan sonra gözüm üst kattaki karşı lobiye geçişi sağlayan, bu alt kata bakan, balkon görünümlü yere takıldı. "Yukarıda konuşsak?" diyerek orasını işaret ettim. Tereddüt içerisinde başını kaldırdığında bana uzun sayılabilecek bir süre boyunca konuşmadı ve sonra derin bir nefes verdi. Arkası örülmüş dalgalı saçlarını sağ omzuna aldı ve kısa bir anlığına arkasındaki masaya baktıktan sonra yine bana döndü. "Şu an birkaç kişiyi görmem gerekiyor. On beş, yirmi dakika sonra yukarıda olursan konuşuruz."

"Tamam," deyip başımı salladığımda boynumdan kayıp ters çevrilen siyah, küçük çantamı düzelttim, o da arkasını döndü ve tüm zarafetiyle annesi ve birkaç aile dostlarının olduğu masaya ilerledi. O sırada onun arkasından Murat geldi ve ellerini Özge'nin omuzlarına yerleştirip şakağına bir öpücük kondurdu. Özge ona tebessüm etmekle yetindi ve sadece saniyeler sonra eli kulağındaki mücevher küpelere gitti. İşte bu yutkunmama neden oldu. 

Özge ne zaman stresli, mutsuz, gergin ve rahatsız hissetse bunu yapardı çünkü. Çocukken anne ve babası çok sık kavga ediyordu, o da onlar kavga ettiğinde istemsizce kulağındaki küpeleriyle oynadığını bunun bir takıntıya dönüştüğünü söylemişti. Onu öpmesi onu rahatsız mı ediyordu yoksa başka bir şeye mi gerilmişti? Belki eski sevgilisiyle ve eski arkadaşlarıyla aynı ortamda olmak onu germişti. Belki de onunla konuşmak istemem onu rahatsız etmişti.

Ona bunu sorabilir miydim? Mutlu olup olmadığını? Çok sevdiği babası, annesini terk ettikten sonra onunla görüşüp görüşmediğini, bu on yıl içinde hayatında neler olup bittiğini... Belki de ona en çok Onur'un ölmeden önce onu bu buhrana sürükleyecek benim bildiğimden daha somut bir şey söyleyip söylemediğini sormak istiyordum. Ama hayır... Öğreneceklerim ile başa çıkmak ve tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Bu yüzden o soruyu yok saydım. Üst kata biraz erken çıktığımda açıkçası beş on dakika kafamı dinlemek ve sakince ne konuşacağımızı düşünmek istiyordum. Ta ki balkon demirlerine kollarını yaslamış, aşağıdaki gürültülü kalabalığı izleyen Ilgaz'ı görene dek.

Ne yapacağımı bilemediğim için önce geldiğim merdivenlere baktım, sonra sağa ve sola çevirdim kafamı. Özge'nin birazdan burada olacağı kafama dank ettiğinde aşağıya inip ona başka yerde konuşabileceğimizi söyleyebilirdim, mesela dışarıda. Ses çıkarmadan arkama dönüp merdivenlere ilerlemiştim ki Ilgaz'ın şaşkın sesini duydum. "Arya?"

"Hay ben şansıma," diye sessizce söylendiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım ve yüzüme rahat, sakin bir ifade yerleştirip arkama döndüm. "Aa Ilgaz, sen de mi buradaydın?" Sonra bu dediğimi tuhaf buldum. Buraya gelip onu görmeme durumu biraz abes kaçmıştı da.

Ilgaz bedenini iyice bana döndürüp sırtını balkon demirlerine yaslarken birkaç saniye beni süzdü ve yüzüme baktı. "Beni burada görünce kaçıyormuş gibi bir halin vardı ama... Bu tabi ki mantıklı değil, değil mi?"

Gözlerimi bariz bir şekilde açıp güldüm. "Tabi ki değil. Seni görmedim. Bilirsin herkes takım elbiseli ve birbirine benziyor. Sen olduğunu fark etmedim." Yalan. Seni tüm herkesin içinde on kilometre öteden bile tanıyabilirim.

"Pekâlâ," dedi yüzünde herhangi bir mimik oynamazken. "Sen de mi aşağıdaki gürültülerden bunaldın?"

"Etrafı dolaşmaya çıkmıştım aslında, burasını aşağıdan görünce de merak ettim." Elimi arkamdaki mermer sütuna yaslarken, bir iki kez elimle vurdum. "Güzel mimari," Az kalsın elim sütunun üstündeki geniş mumlara çarpıyordu ama bozuntuya vermedim. Aramızda sessizlik olduğunda ellerimi önümde birleştirip omzumun üzerinden arkamdaki merdivenlere baktım. Oraya doğru yürüdüm. "Oldu o zaman,"

Ona arkam dönük olduğundan Ilgaz'ın bana doğru yürüdüğünü ve önümde durduğunu ayak seslerinden anladım. Başımı çevirdiğimde gözleri gözlerimi buldu. Bir iki adım geriye gitme ihtiyacı hissettiğimde arkamda merdiven olduğunu son anda idrak ettim, fakat herhangi bir düşme ya da sendeleme durumu yaşamadan Ilgaz beni belimden kavrayıp ileriye, kendine doğru çekti. "Benden kaçmadığını söylemiştin?"

Zoraki bir gülümseme göndermek istedim. "Kaçmıyorum. Sadece sağlıklı bir iletişim için biraz mesafe olması gerekir bilirsin, yüzünü görebilmek için, göz kontağı falan filan, o yüzden..." Saçmaladığımı fark ettiğim an susmaya karar verdim, bulunduğum yerde hafifçe kıpırdandığımda belimdeki ellerini hala çekmemişti. "Söylesene," dedi bir eliyle çenemi kavrayıp ona bakmamı sağlarken. "Yanlış bir şey mi yaptım?"

"Hayır," dedim bu kez sağa doğru kayıp belimdeki elini yavaşça ittirdikten sonra. "Sadece ben... Hani demiştin ya kafanda bir sürü şey döner, karmaşıktır. Sanırım öyle bir durumdayım." Balkon demirlerine doğru yürüyüp ellerimi demirlere yasladım ve aşağıdaki insanlara baktım. Salonda Vega'nın İz Bırakanlar Unutulmaz şarkısı çalmaya başlamıştı. "Kabul kimi zaman huysuz ve somurtkan olabilirim ama her zaman iyi bir dinleyiciyimdir. Benimle konuşabilirsin." Birkaç adım atıp arkama geldiğinde yüzümü göremese de hafifçe gülümsedim. Sonra aşağıdaki insanlara baktım. Sahne kısmında şarkı söyleyen genç soliste ve gruba ilişti gözüm.

Bir kız vardı, güzeldi sanki ve senindi.

Gözlerinde saklı bir belki ve senindi

Anladı bir gün bitermiş her şey ve bitti

Anladı bir gün bitermiş her şey

Ve bitti.

"Anlatacak belli başlı bir şey yok, inan ki," dediğimde kollarımı bu siyah desenli korkuluktan çektim. Ne ile yüzleşmem gerektiğini, beni yiyip biten çelişkilerin tam olarak ne olduğunu ben de bilmiyordum ki.

O çocuk var ya o sendin sanki ve deliydi

Uyusaydı büyürdü belki ve deliydi

Derdi ki yarın bitermiş her şey ve bitti

Derdi ki yarın bitermiş her şey

Ve bitti.

Ilgaz arkama daha da yaklaştı ve yakınlığı hiç gecikmeden vücudumda etkisini gösterdi. Tenimde küçük küçük kıvılcımlar yandı. Ve sonra hepsi alev aldı. Çıplak omzumdan bileğime doğru parmağıyla ince bir çizgi halinde yol izlerken başını omzuma yerleştirdi. "Tüm o karmaşıklığı, karanlığı, kaosu silebilecek tek bir şey hayal et. Hepsinin üstünden gelebilecek kadar kuvvetli bir şey." Konuştuğunda dudakları omzuma çarptı. Bileğimde oyalanan eli ve belimi sarmalamış olan eli, iki yanımda sallanan ve buz kesen ellerimi tuttu. Ellerimi avuçlarının içine alarak karnımın üzerinde birleştirdi. "Kapat gözlerini," dedi usulca kulağıma fısıldarken. Kalbim ağzımdan dışarı fırlayacak sanmıştım. Karnımın üzerinde birleşen ellerimize hala şaşkınlıkla bakarken, "Kapat haydi," diye tekrarladı. İtiraz edemedim, şu an nasıl bir etki alanında olduğumu kendim de bilmiyordum. Gözlerimi kapattım.

Ver, ver ateşe, ver bizi

Bir iz bırak burda

İz bırakanlar unutulmaz

Ver, ver ateşe, evimizi

Bir iz bırak burda

İz bırakanlar unutulmaz

"Gürültüleri, çalan şarkıyı, arka planda insanların konuşmalarını, hepsini bir kenara it. Sadece tek bir şey kalacak geriye. Aklını kurcalayan ve tüm o karmaşıklığı yaratan en bariz düşünce. Ya da bir anı, bir hayal." Ellerimiz hala karnımın üstünde kenetliyken ritme göre hafifçe sağa sola sallandık. Soğumuş olan ellerimi fark ettiği için onları ısıtmak için biraz ovaladı. Parmaklarını, parmaklarıma kenetledi. Onun ateşi benim buzdağıma çarptı ve eriyip suya gömüleceğim an onun sıcaklığına ihtiyaç duydum tekrardan. Yok edeceğini bile bile hayatta tutacağına gerçekten inandığım küçücük bir an. İstedim ki her şey silinsin ve geriye sadece biz kalalım. İkimiz. Zihnime dolan dün sabaha ait tanıdık görüntü kaçamadan yakaladı beni.

Aralık perdeden odaya dolan gün ışığı gözlerime vurduğunda uykunun huzurlu kollarından sıyrıldım ve gözlerimi araladım. Sadece birkaç saniye sonra nerede olduğumu, kimin yatağında, kim ile yattığımı gördüm. Dün gece hemen zihnime doldu. Sol tarafımda yatan ve hala uyuyan Ilgaz'a bakmak için yan döndüm, ellerimi yüzümün yanında üst üste birleştirdim. Sadece birkaç ay önce yabancısı olduğum bu kusursuz yüze bakıyordum. Sadece birkaç ay önce aşina olmadığım bu koku doluyordu burun deliklerime, hücrelerimi canlandırıyordu. Ve sadece birkaç ay öncesinde ona bakmak bu denli zor değildi. Şimdi... Şimdi ne olduğunu bilmediğim birtakım duygular, düşünceler, çelişkiler tarafından çembere alınmış gibi hissediyordum. 

Yüzü yine öyleydi, uyuyorken bile tam huzurlu göründüğünü söyleyemezdim. O tedirginliği, güvensizliği yüzünden silip atmayı ve huzuru, tebessümü yerleştirmek istedim yüzüne. İrkilmesinden korkmasam soğuk parmaklarımı elmacık kemiklerinde gezdirirdim. Ona dokunabilmeyi, onu iyi edebilmeyi ve kısacık bir anda olsa onun olabilmeyi, benim olabilmesini diliyordum. Göz kapaklarını tamamlayan kıvrımlı, uzun, gür kirpiklerine yavaşça elimi uzattım ama sonra tereddüt ederek geri çektim. Alnına düşmüş içinde kumrallıklar barındıran saç tutamlarına ilişti daha sonra gözüm. Ellerim karışsın istedim saçlarına, yüzü yüzüme değsin ve tüm imkansızlıkları kenara itip tek beden, tek ruh olabilelim.

Tüm bu düşündüklerim bir illüzyon muydu?

Ona biraz tutku ve çekimin dışında bir şey hissetmiyordum. Diğer tüm düşündüklerim gerçek olamazdı. Yolumu o kadar şaşırmış vaziyetteydim ki, gerçek cevap neydi bilemiyorum. Ya da bir yolum var mıydı benim? Yoksa yol, iz olmadan rüzgarın oradan oraya, rastgele savurduğu güçsüz bir yaprak mıydım?

Öyle çok fazla sevilmemiştim ki, yüreğimi yerleştirmiştim o kapalı sandıklara. Geçmişin tozlu sayfaları, yıpranmış anılar, eskimeye yüz tutmuştu her bir sevdiğim orada. Çok beklemiştim, o kadar çok beklemiş ve öylesine kalpten inanmıştım ki bir gün beni seveceklerine. Neden ben de kimse için bir kez olsun özel değildim, niye bir kez olsun biricik değildim, nasıl vazgeçilmez olamamıştım? 

Herkes bana umutsuz olma demişti ama kimse umudum olmaya da yanaşmamıştı. Herkes bana daima bir yolunu bulursun demişti ama hiç kimse elimden tutup doğru yolu göstermemişti. Ve herkes bana şimdi olmasa bile bir gün birisi benim seni sevdiğimden daha çok sevecek demişti ama o gün hiç gelmemişti. Bekledim, bekledim, sayısız gün geçti, mevsimleri devirdim, her gece büyük bir özlemle onu bekleyen gündüzüne kavuştu. Takvimdendi oysa eksilen yapraklar, peki ben niye eksildim?

"Keşke..." dedim Ilgaz'a bakarken. "Keşke sadece tek bir an yetebilseydi." Sen kendi yoluna ben kendi yoluma birbirimizi hiç tanımamış gibi dönebilseydik. Yapabilir miydik bunu? Bilirsin işte, yapmak zorundaydık.

Ellerimi yüzüme kaparken derin bir nefes aldım ve bu buruk hüznü üzerimden atmaya çalıştım. Keşke tek bir işaret olabilseydi, ne yapacağıma dair. Kalmamın mı gitmemin mi benim için daha iyi olabileceğini bilebilseydim. 

O sırada Ilgaz yatakta kıpırdandı. Ellerimi yüzümden çekip ona doğru baktığımda gözlerini yavaşça araladı. Kirpiklerinin arasında uykulu duran gözlerini ilk baş aralamakta zorlandı, gözlerinin odağı beni bulduğunda gözlerini ovaladı. İlk baştaki şaşkınlığı yerini kocaman bir gülümsemeye bıraktığında kalbim atması gerekenden daha hızlı attı. "Günaydın kedicik,"

"Günaydın," dedim çatallaşan sesimle. Boğazımı temizlemek istercesine öksürdükten sonra bakışlarımı ona değil de tavana çevirdim. Saniyeler boyunca süren sessizlikten sonra göz ucuyla ona baktım ve beni izlediğini gördüm. Gözlerimi tekrar tavana diktim, ellerimi karnımın üzerinde birleştirip alakasızca parmaklarımla oynadım. Asitli bir içecek içmişim gibi midem yanmaya başlamıştı. Bakışlarını hala yüzümde hissederken rahat davranmak çok zordu. "Gitmeliyim," diyerek kalkacak olduğumda elimi tuttu. Elimi, elinin içine aldı.

"Biraz daha kal,"

Ellerim, ellerinden yavaşça sıyrılıp tüm bedenimi ona çevirdiğim an içimi acıtan en bariz şey ona delicesine istek ve özlem duyarken hayatımın bu sayfasını yırtıp atacak olmamdı. Uzun zaman sonra birine böylesine büyük bir özlem, istek, tutku, bağlılık duymak bile inanılmazdı.

Suyun üzerinde yürüyebilmek gibiydi, büyüleyiciydi ama gerçek olamayacak oluşu korkutuyordu.

Yüzüne baktığımda aklından ne geçirdiğini anlamak mümkün değildi. Gözlerindeki karşı koyamadığım yangın belki de tutunabileceğim tek şeydi. Girdiğimiz saçma öpüşme iddiasını o kaybetmişti aslında, bugün onun evinde beni öpmek için ilk o hamle yapmıştı. Dile getirmedim, şu an benim için mühim değildi. "Gözlerindeki hüznün nedeni ne?" diye sordu Ilgaz. Sonra da kirpiğime bulaşmış bir damla gözyaşını parmağıyla sildi. 

"Ben..." diye söze başladığımda ardından gidiyorum diyecektim ki parmağını yüzümden çekip iki elini belime yerleştirdi ve beni kendine çekti. Bana sarıldığında ellerim şaşkınlıktan iki yanımda kalakaldı. Kokusu burun deliklerimi sızlatırken başım omzuna yaslandı. İçimdeki tüm boşluk ve eksiklik duygusu bir anda tamamlandı. "Eskiden sarılmayı pek sevmezdim ama sen bana sarıldığında işe yaramıştı, belki ben de sana sarılırsam... Belki... Seni üzen her ne ise unutturabilirim, bir anlığına da olsa."

 Kollarımı boynuna doladım. Ayrılmamız hiç mümkün değilmiş gibi sımsıkı sarıldım. Elleri belime daha sıkı tutunduğunda başımı omzuna yatırdım. Çalan şarkıyla beraber hafifçe sağa sola sallandık tekrar. Konuşmadık, sustuk. Parmaklarımı yüzüne çıkardığımda başını bana doğru çevirdi, başımın üstüne bir öpücük kondurduğunda huzurlu bir iç çektim. Başımı kaldırıp ona baktım ve uzanıp dudaklarına bir öpücük kondurdum. Sonuna kadar gidebilmeyi istedim onunla. Gidebildiğim en son yere kadar gidebilmeyi, sonunda ne olacağını hiç umursamadan hep böyle kalmayı umdum onunla.

Ve kim bilir belki de sonuna kadar giderdim. Merdivenlerden gelen topuklu ayakkabı sesinin kime ait olduğunu idrak ettiğim an dudaklarımı, Ilgaz'ın dudaklarından çektim ve başımı güçlükle gelen kişiye çevirdim. Bir şey söylemek istedim, belki de açıklamak. Buraya onu bizi izlemesi için çağırmadığımı belirtmek.  Gözlerindeki tanık olduğum hayal kırıklığı ve dolan gözleri buna engel oldu. Ilgaz, belimdeki ellerini hiç gevşetmemişken ben ellerimi boynundan çektim ve birkaç adım uzaklaşmak istedim.  Özge de savaş verdiği gözyaşlarına galip geldi ve bana bir iki adım yaklaşarak elinde tuttuğu kâğıda benzer şeyi uzattı. Ilgaz umursamaz sayılabilecek bir ifadeyle ona bakış attı. "Çantandan düşürmüşsün." Uzattığı şeyin gidiş biletim olduğunu anladığım an başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Ilgaz'ın bakışları bileti bulduğunda gerginlik içinde Özge'ye baktım. 

"İstanbul'a gidiş biletin." Bileti uzatırken gözlerimin içine öyle büyük bir nefretle baktı ki. Bileti elime aldıktan sonra tereddütle avucumun içinde sıkıştırdım ve tekrar gözlerimi ona diktim. Bu soğuklukta buz keseceğimi düşündüm. Gözlerinden anlayabilirdiniz, oradaki nefret beni yok etmek isteyecek kadar büyüktü.  

"Ne bileti?" Ilgaz'ın sorusu, Özge'nin cümlesine devam etmesiyle arada kaynadı.

"Sonunda ait olduğun yere gittiğini görmek güzel. Demek benimle konuşmak istiyordun?" Bir elini yumruk yaptı ve dişlerini sıkıp bir iki saniye gözlerini yumdu ve açtı. "Buraya ikinizi görmem için mi çağırdın beni? Ne kadar acınası, ne kadar alçakça ve ne kadar da sen. Annene sadece fiziksel olarak benzemediğini söyleyen annem son derece haklıymış. Karakteriniz de birebir aynı. Başkalarının erkeklerine düşkünlüğün genetik olsa gerek." 

Duyduğum cümleler kafamın içine gürültülü darbeler halinde düşerken son cümlesinde anneme ima ettiği şeyden sonra kulaklarımda gürültülü bir uğultu duydum. Öfke hiç gecikmeden tüm bedenime hücum etti. O saniyelerden sonra az önceki ona karşı pişmanlık duyan, ona üzülen yanım çoktan yok olmuş yerine bambaşka bir Arya gelmişti. Ilgaz durumu fark ettiği an beni kolumdan yakaladı ve merdivenlere doğru yürümem için beni çekiştirdi. "Dediklerini duyma, buna değmez,"

Geriye dönmek istediğimde Ilgaz'ın kollarından kurtulamadım fakat bağırmama da engel olamadı. Avazım çıktığı kadar bağırdım. 

"O mal ve statü düşkünü annen mi söyledi bunları? Sınıf atlamak için yapmadığı kalmadı. Evli bir adamı ayarttığını ben değil, boy boy magazin sayfaları söylüyor! Benim annem mi sürtük? Senin hayatına, ne okuyacağına, kiminle evleneceğine, düğün tarihine bile karışan annen mi iyi anne? Allah bilir saçını nasıl yapacağına bile karışıyordur! Ben kimin erkeğini elinden almışım ha? Senin erkeğinin Murat Atahan olduğunu düşünürsek... Söylesene hala Ilgaz'ı seviyorsun da Murat ile zorla mı evleniyorsun Özge?! Tüm bu evlilik masalı bir şov mu?"

Tüm bu bağırmalarım boyunca alt kattaki müziğin bittiğini sustuğumda fark ettim. Boğazım bağırmaktan adeta yanıyordu.  Aşağıda gürültülü seslerden geriye sadece sessizlik kalmıştı. Yanı başımdaki Ilgaz başını eğip eliyle alnını ovuştururken başını iki yana salladı. Yan tarafımızdaki demirli balkondan aşağıdaki salona baktığımda tüm konukların başını yukarıya çevirmiş ve şaşkınlıkla bize, bana baktıklarını gördüm. İlk birkaç saniye aval aval herkesin suratına baktım. Sonra gözüm tepkisiz bir ifadeyle bize bakmakta olan Murat Atahan'ı buldu. 

Başını bize doğru kaldırmıştı, gözlerindeki o ifade... Ona daha fazla bakmadan gözlerimi kaçırdım. Kafamı tekrar Özge'ye çevirdiğimde bana anlamsız ve sert gözlerle baktıktan sonra o da aşağıya baktı, dehşet içindeydi. Murat'ın gözlerindeki buz gibi ifadeyi görmüş olmalıydı. İşte o an olabilecek daha da kötü bir şey oldu. Kalabalığın arasından bize doğru flaşlar patladı.  Saniyeler sonra Özge telaş içerisinde karşı binaya geçişi sağlayan koridora doğru koşturdu. 

Ilgaz elimden düşürdüğüm bileti eğilip aldıktan sonra kısa bir an bilete, sonra aşağıdaki curcunaya en son da bana baktı. Ben, Arya Karayel büyük bir skandala imza atmam yetmezmiş gibi yüzleşmem gereken başka şeyler de vardı. Saat on ikiyi vurdu, bir başka hikayenin prensesi ortadan kayboldu. Nişanlısı öfkeliydi. Külkediciği karşısındaki adama bakarken masal sona erdi, şimdi gerçeklerin vaktiydi. Belki de tüm herkes için.

Daha önce yayınlayacağımı söyledim fakat umduğum gibi bölümü bitiremedim. Bölümün bir yerinde kafamda bir türlü oturtamadığım bir kısım vardı, tam yedi sekiz kez farklı versiyonla yazıldı. Okuyan çoğu kişiden de hiç yorum gelmemesi beni üzdüğü için ben de akışa bıraktım. Düşünceleriniz neler, beğeniyor musunuz, devam etmeli mi bir şeyler söyleseniz keşke. 

Yine de görüşmek üzere diyorum şimdilik, kendinize iyi bakın. 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro