Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16. BÖLÜM: "TUTSAK"


Multimedia: Hurts|Devotion

Evvet, ben geldim. Bu kez yaklaşık on beş gün sonra arayı fazla uzatmadan bölümü yayınlayabiliyorum. Bu bölüm benim için biraz garipti, o yüzden yorumlarınızı ve düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Hepsi benim motivasyon kaynağım. Seviliyorsunuz, asilerim.

(Y/N: wattpad kafayı yemiş bölümü parça parça harflere bölmüş, tekrar yayınlıyorum. Umarım düzelir, siz de hala öyleyse yoruma yazın.)

16.BÖLÜM: "TUTSAK"

//


"Çünkü kız kardeşin henüz ölmek için çok genç."

Bir cümle.

Defalarca zihnimde tekrarlandı durdu. Harf harf kazındı zihnimin en derinlerine. Her defasında yutmak zorunda kaldım. Lakin yapamadım. Acı bir cümlenin bıraktığı boşluğun yumrusu hala boğazımdaki. Sanki bu bir kasırga, önüme aldığım her şeyi yok ederek mahvetmek istiyorum. Veyahut en yakıcı cehennemlerde bir ateşte yanmaktayım cayır cayır. Kirpiklerime bulaşan gözyaşlarımdı, ne var ki ağlayamıyorum.

Bir sessizliğe yatırdım tüm duyguları. Ölüm uykusunda uyutuyordum. Uyandı anbean. Sessizliği akrep ve yelkovanın telaşlı kovalamacası izledi. Bir zamanın bir noktasında yitip giden bendim, biliyorum. Hangi zaman, hangi an, hangi yerdi? Hatırlayamıyorum. Sadece sessizlikte çınlayan birkaç cümle yankı buldu kafamın içinde.

Çünkü. Kız. Kardeşin. Henüz. Ölmek. İçin. Çok. Genç.

"O yaptı," diye mırıldandım çatlak çıkan sesimle. Boğazım kupkuruydu, titremekte olan ellerimi birbirine sürttüm. Ya orduda bulunan bu oda git gide küçülüyordu ya da yok olmakta olan bendim. Saatlerdir ayakta devriye geziyormuş gibi bir an için bile oturmayan, şu an ellilerinden çok seksen yaşındaymış gibi çökmüş vaziyette bulunan babam bir an için de olsa kafasını kaldırıp bana baktı.

"Bahsettiğin herifi didik didik her yerde arıyorlar zaten,"

"Ama bulamıyorlar. Bu gidişle de bulamayacaklar!" Elimi sertçe koltuğun kenarına vurdum. Diğer elimi alnıma yerleştirdim ve hala idrak etmekte güçlük çeken beynime tekrarladım. Feray senin yüzünden öldü!

Duvara yaslanmış olan Ömer, duvardan doğruldu, ağır adımlarla yanıma ilerledi ve elini omzumun üzerine yerleştirdi. "Kardeşini bulacaklar, Arya,"

"Evet," diye onayladım onu acı bir gülüş eşliğinde. "Belki de cesedini."

Babam bu lafımın üzerine güçlükle yutkundu, başını iki yana salladı reddedercesine. Sırtında bağladığı ellerini bu kez önüne aldı ve odada volta atmaya devam etti. "Hayır, kızım yaşıyor."

Bu inkâr Feray'ı geri getirmeyecekti.

Haberi alalı yaklaşık üç saat olmuştu. Apar topar orduya gelmiştik. Feray'ın annesi de buraya bir saat önce ulaşabilmişti, yolda da birkaç kez fenalaşmıştı. Doktor ona sakinleştirici yapıp uyutmuştu. Babam o uyandığında ona güzel haberi vereceğini umuyordu. Ama sadece umuyordu.

Gözlerini bir türlü üzerimden ayırmayan Ilgaz'a bir an için de olsa baktım. Düşünceliydi ve ifadesiz. Aklından neler geçirdiğini bilmiyordum. Kendi aklımdan bile emin değildim. Hala nasıl aklımı kaçırmadığıma şüphe de ediyordum. Üzerime çöken ölü toprağı git gide dağılıyordu. Beyza ile Buğra karşı koltukta oturuyorlardı, Beyza arada bir dolmakta olan gözlerini siliyordu. Buğra'nın üzerindeki siniri hissedebiliyordum. Çoğu zaman duygularını yansıtmayan biri olarak siniri çok anlaşılabilir ölçüdeydi. Doruk ise dışarıdaydı. Telefon görüşmeleri yapıyordu, olay yerine tanıdıkları gitmişti sanırım. Bir şey bulabileceğine inanıyordu.

Boğazımı yakan acı verici bir nefes aldım. "Yaşıyor mu? Burada hepimiz oturmuş gelecek ölüm haberini bekliyoruz. Tüm yolcuların kimliği teşhis edildiğinde verecekleri ölüm haberini beklemekteyiz! Sadece bu! Yaptığımız bu! Onlarca insanın ölümüne sebep olan ruh hastası da dışarıda bir yerlerde!"

"Feray ölmedi!" diye kükredi babam. Sesi odanın dört bir yanında yankılandı. Ömer gerginlikle babama baktı. "Albay..."

"Şunu söylemekten vazgeçeceksin, duydun mu beni? Ölmedi, ölemez! Ağzına almayacaksın bir daha!"

"Kabul etsen de etmesen de ben sebep oldum! Daha en başında Serkan beni tehdit ettiğinde söylediklerine kulak assaydım, onunla konuşmaya çalışsaydım, ne bileyim polise gitseydim, sana söyleseydim Feray şu an hala hayatta olurdu! Ama yapmaz dedim, blöf diye düşündüm. O benim arkadaşımdı, katil olmaz dedim. Ama yaptı! Tüm bunların olmasına göz yumdum!"

Ayağa kalktığımda odanın içinde dört dönmeye başladım. Çıldıracak gibi hissediyordum. Kafamın içinde gürültülü patlamalar oluyordu sanki. Beynim uyuşmuş gibiydi. Saçlarımı sertçe çektim ve geriye attım. Gerçek gittikçe can yakıcı olmaya başlamıştı. Onun ölmesine ben sebep olmuştum.

Göğsüme bıçak darbesi yemişim gibi nefessiz kaldım. Herkes ve her şey ağır çekime alındı. Feray'ın artık olmadığı ve buna sebep olanın ben olduğumu ilk kez anlıyormuş gibi canım yandı. Binlerce hıçkırık boğazıma düğümlenmiş gibiydi. Ellerimi yüzüme kapadım. "Yirmi yıl önce bir annenin katili olduğum yetmezmiş gibi kardeşimin ölümüne sebep oldum!"

"Hayır, Arya, bak bana," Ömer yüzümü ellerimden çekmeye çalıştı. Onun açık mavi gözlerindeki çaresizliği de görebiliyordum. "Sakin ol, senin suçun değil. Feray bulunacak, göreceksin. Buna inan. Buna inanmak zorundayız, Arya."

"Biliyorum," diye fısıldadım. Elim kalbime gitti. Mengeneye sıkışmış gibi can çekişiyordu. "Buramda hissediyorum. O artık yok," Bu hissi biliyordum. Daha önce yaşamıştım. Anneannem öldüğünde, kapının önündeki onlarca ayakkabıdan anlamıştım. Ta yüreğimin en derininde o keskin sancıyı hissetmiştim. Sonra yaklaşık iki yıl önce...

Pencerenin önündeki koltukta otururken dizlerimi kendime çektim. Akşamdan beri çıkarmadığım makyajım yüzüme, gözüme her yerime bulaşmıştı. Elimin tersiyle bir kez daha gözlerimi ovuşturdum. Elimdeki siyahlığa bakarken yutkundum. Şimdi, aynen bu siyahlık gibi kalakalmıştım. Kimsesiz, çaresiz ve kapkaranlık...

Geceden beri gözümü kırpmadığım için göz kapaklarım iyiden iyiye ağırlaşmıştı. Bir kez daha gözlerimi kapatıp açtım ve titrek bir nefes aldım. Dün geceyi aklımdan silmek istiyordum. Unutmak ve sonsuza kadar hiç yaşanmamışçasına hatırlamamak... O hiç var olmamış gibi bendeki tüm izlerini silmek istiyordum. Kalbimdeki onu, benliğimdeki onu, ruhumdaki onu yok etmek istiyordum. Geriye benden ne kalırdı bilmiyorum. Beni sevmediğini bilmek... Öyle çok acıtıyordu ki. Daha önce kimse bu kadar beni sevsin istememiştim. Ne bir zamanlar bir babanın sevgisine muhtaçken, ne de anneme sarılmanın hayalini kurarken. Bir gerçeğin hayal oluşuna hiç bu kadar sıkı sıkı sarılmamıştım.

Sadece o da beni, benim onu sevdiğim gibi sevsin istemiştim. O zaman tüm kaybettiklerime değdi derdim.

Biri sizin hayatınızdaki karanlığa gökkuşağını indiriyordu siz onun hayatına dokunamıyordunuz bile.

Gözlerimden yanağıma doğru süzülen yaş gibi yolumu kaybetmiş ve güçsüzdüm.

"Gidiyorum, Arya," İçeriden duyulan slow müzikte ağır ağır sallanırken başını omzuma yasladı ve derin bir iç çekti. İlk baş ne tepki vereceğimi bilememiştim. Ne söylemem gerektiğini, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. İçimdeki kara delik git gide büyümekteydi sadece. Kal, diye haykırmak geldi içimden çığlık çığlığa. Ya da nereye gidiyorsan beni de götür, diyebilmek. Diyemedim.

"Nereye?" diye sordum vereceğini cevaptan korkarak. Hatta cevap vermese, sussa ona bile razıydım. Çünkü o hiçbir zaman istediğim cevapları vermemişti.

"Bir önemi yok," dedi başını kaldırmadan. Sanki daha çok sardı belimdeki elleri beni. Ya da ben öyle hissettim. "Bir daha geriye dönmeyeceğim."

Gözlerime hücum eden yaşlarla savaşmak için dudağımı ısırdım. Ağlamayacaktım. Ağlamamalıydım. Belimdeki ellerinden kurtulup onu geriye ittirdim. Yüzüme bakamıyordu, başını yana eğmişti. "Yüzüme bak," diyerek ikaz ettim onu. Kafasını kaldırmadı. Elimle çenesini kaldırdım ve bana bakması için zorladım. "Onur, yüzüme bak!"

"Yapma," diyerek elimi ittirdi.

"Niye kaçıp gittiğini gözlerimin içine bakarak söylemeni istiyorum! Sorun, baban mı? Ya da bencil yaratık abin? Şu hoşlandığın kız mı? Yoksa ben miyim? Benden mi kaçıyorsun? Sırf seni sevdiğimi söyledim diye mi kaçıyorsun?" Her sorumda onu bir kez daha ittirdim. İçimdeki parçalanmışlık hissinden kurtulurum sanmıştım. Yüzüme bir kez bakıp hemen gözlerini çekti ve elleriyle oynamaya başladı. Dağılmış görünüyordu. Cevap vermedi.

"Abin haklı, biliyor musun? Sen korkağın tekisin! Korktuğunda sadece kaçmayı bilirsin! Hayatında bir kez olsun cesur ol ve 'Seni sevmiyorum, sevmedim, sevmeyeceğim.' De! Sonra da git o kıza onu sevdiğini söyle. Sevgilisi olmasını boş ver, sadece söyle! Bir şey kaybetmeyeceksin! Hayatındaki insanlara gerçekleri söylemek yerine kaçıp gitme."

"Hiçbir şey göründüğü kadar basit değil, Arya." Başını iki yana salladı, gözlerinin kızardığını gördüm. Sanki tüm uykusuzlukları, tüm gece yarılarını, sabahlanmışlıkları barındırıyordu gözleri. Öyle dipsizdi ki uçurumun en kenarına sürüklüyordu. "Bazen birine bir şey söylediğinde o kelimeler onunla kalabiliyor. Ben kimsenin o kelimelere tutunup hayatını zindan etmesini istemiyorum."

"Neden bahsediyorsun sen?"

"Masallar inanmak isteyenler içindir. Güzeldir ama gerçek değildir. Ben senin bir masalla avunup gerçek hikâyeni kaçırmanı istemiyorum sadece."

Ellerimi saçlarımdan geçirdim ve ileri geri yürümeye başladım. İçine düştüğüm bu çukurdan debelenip kurtulacağımı sanıyordum. Onun dediklerine bir anlam veremiyordum, kafam hiçbir şeyi almıyordu. Beni düşündüğünü söyleyip, öylece çekip gidiyordu. Bu adil değildi. Kimse en sevdiği tarafından terk edilmeyi hak etmiyordu.

Bana doğru birkaç adım atıp yaklaştı ve elimi tutarak beni durdurdu. Gözleri dolu doluydu. Bu onun için de zorsa bunu neden yapıyordu? "Böyle olması gerekiyor."

Başımı salladım çaresiz bir kabullenişle. Tutmakta zorlandığım gözyaşlarımı bir kez daha geri gönderdim. Burnumu çektim ve başımı yana yatırdım. Kelimelerim düğüm düğümdü. "Pekâlâ," diye fısıldadım. Ne söylersem söyleyeyim onun fikrini değiştiremeyecektim. Biraz kafasını dinlemeye ihtiyacı varsa ona istediğini verecektim. Ne kadar sürerse sürsün bir gün dönecekti.

"Bana sadece kelimelerle mi veda edeceksin?" dedim gözlerimde biriken yaşlarımı elimin tersiyle silerken. Gülümsemeye çalıştım. Kollarını açtı, "Bundan daha iyisini yapabilirim. Yüzünü asmayı bırak da gel sarıl bana," O da gülümsemeye çalıştı. Kendimizi mi kandırıyorduk, yoksa birbirimizi mi?

Başımı yere eğdim. Bunu yapmamla tutmaya çalıştığım yaşlar birer birer süzüldü çeneme doğru. "Sorun değil, ben sarılabilirim." Diyerek beni kollarının arasına aldı. Sarıldı, sarıldı ve bir iç çekti. Sanki ayrılmamız hiç mümkün değildi. Tek beden, tek ruh ve tek kalp. "Bir gün beni affedeceğini umuyorum Arya. İşte o gün başka birisini sevebileceksin."

Odamın kapısı açıldığında dün gecenin görüntüleri yavaş yavaş zihnimi terk etti. Başımı yavaşça kaldırıp kapıda dikilen babama baktım. Yüzü kireç gibiydi. Albay'ın kontrolünü kaybedip duygularını dışa vurduğu nerde görülmüştü ki?

"Polisler aşağıda," dediğinde beni bir şey için suçladığını düşündüm. Oysa hiçbir şey yapmamıştım. Ne bir kazaya karışmış, ne birisiyle kavga etmiş, ne de sokak yarışı yapmıştım. Polisler de neyin nesiydi?

Ayağa kalktığımda tutulan boynumu elimle ovuşturdum. Babamın yüz ifadesinden bir şey çıkarmaya çalışıyordum. Şoka girmiş gibiydi. "İster inan ister inanma ben hiçbir şey yapmadım. Bununla uğraşacak vaktim de yok,"

"Senle ilgili değil, Onur..."

Onur'un polisle ne işi olurdu ki? Gerçeği idrak etmeye çalışırken babama baktım. Ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Kötü bir şey olduğu hissettim. Kalbim mengeneye sıkışmış gibiydi. Odamdan bir hışım çıkıp merdivenlerden koştururcasına indim. O yol sanki bir ömür gibi uzamıştı. Aklımdan geçen binlerce düşünce yığılıp kalmama neden olacakmış gibiydi. Kapının girişindeki polisler Deniz Abla ile konuşurken, Deniz Abla ve Feray dehşet içindeydi. Feray beni gördüğünde bana doğru yürüdü. "Arya," diye fısıldadı yaşlı gözlerle. Beni yatıştırmak istercesine bana yaklaştı.

"Arya Karayel?" diye sordu polis memurlarından birisi. "Evet, benim," dedim Feray'ın hali kalbimde bir bombardımana neden olmuşken. İçimde bir yerlerde biliyordum ama dile getirmeye gücüm yoktu. Her şey ve herkes gözümde anlamsızlaştı. Zaman her ne ise işte o anda yitip gitmiştim. Girdaba sürüklenip bir zindanda tutsak olan ruhun adıydım o saatten sonra.

"Onur Atahan'ı dün gece en son görenlerden biri olarak size intiharı ile ilgili birkaç soru sormamız gerekiyor."

"Biliyorum işte," dedim hatırladığım anıdan dolayı iki büklüm olurken. "Hiçbir şey yapamadım! Ne ona engel olabildim, ne de Serkan'ın kardeşimi öldürmesine! Ben sebep oldum, benim yüzümden!" Dizlerimin üstünde yere çöktüğümde Ömer beni yerden kaldırmaya uğraştı. Beyza ile Buğra da ayağa kalkmışlar, kollarımdan tutmuşlardı. "Sadece on yedi yaşında idealleri olan bir kızdı. Onun başına değil, benim başıma gelmeliydi! Hiçbir işe yaramayan, boşu başına yaşayan bir fazlalık olan bendim, o değil!"

Birisi önümde eğildi ve yüzüme gelen saçlarımı usulca geriye attı. "Henüz ölüp ölmediğini bilmiyoruz. Şimdi kendini bırakmanın zamanı değil." Gözlerimden akmakta olan gözyaşımı parmağıyla yavaşça sildi. Dokunuşu anlamsız bir huzur verdi bana. Çok saçma. "Bunu her kim yaptıysa onu bulacağım ve bunu ödeteceğim. Sana söz veriyorum. Şimdi sadece Feray'ın hala hayatta olduğuna inan, vazgeçersen kaybedersin. Kaybederiz."

"Ölmesine izin verdim," diye tekrarladım.

Kapının açılma sesiyle Ilgaz'ın bakışları kapıya çevrildi. Yüzünü buruşturmuştu. Birkaç saniye sonra Murat Atahan'ın sesi odada duyuldu. "Oktay Amca, haberi şehir dışındayken aldım. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Feray'dan bir haber var mı?"

"Hayır," dedi babam histen uzak yorgun bir sesle.

Murat Atahan'ın ayakkabılarının çıkardığı ses bana yaklaştığının göstergesiydi. O da diğerleri gibi eğildi. "Arya, ne diyeceğimi bilemiyorum..."

Başımı kaldırdığımda ayakta dikilen Özge'yi de gördüm. Burada ikisini de istemiyordum. "Siz de mi gelecek ölüm haberini beklemeye geldiniz?" diye gözyaşlarımın arasından güldüm. Murat Atahan hala şoktaymış gibiydi, dehşet içindeydi. "Kim yapmış, teröristi bulabilmişler mi?"

"Serkan yaptı ama çoktan izini kaybettirmiştir." Ayağa kalkmaya çalıştığımda Ilgaz belimden tutup beni kaldırdı. O an Ömer ile aralarında tuhaf bir bakışma geçti. Başımı çevirdim. Şu an hiçbir şey umurumda değildi.

"Kim bu Serkan?"

Murat Atahan'ın sorusunu cevaplamaya kimse gönüllü değildi. Ilgaz ile arasındaki gerginlik fazlaca belli oluyordu. Ilgaz, "Biraz hava almaya ihtiyacın var," diyerek beni kolumdan tutup yürümeme yardımcı oldu. Onu reddedemedim. Buna takatim bile yoktu. Zaten bu odada daha fazla kalamayacaktım. Diğerlerini arkamızda bırakarak Ilgaz kapıyı açtı. Kapının kenarında dikilen Özge ile göz göze geldim. "Umarım kardeşin sağ salim bulunur," dedikten sonra Ilgaz bir şey dememe izin vermeden beni dışarıya çıkardı.

***

Ordunun bulunduğu konum eğer yüksek bir yere çıkarsanız denizi görmeye müsaitti. Çocukken yaptığım gibi gözcü kulesine çıkmaya karar verdim. Belki de nereye kaçıp gidemeyeceğimi bilemediğim için. Ilgaz da bir şey demeden sadece beni izledi. Hava kararıyordu, baykuş seslerini duyabiliyordum. Kuleye çıktığımızda ellerimi korkuluklara dayadım. Deniz buradan koyu mavi gözüküyordu. Göğsümde hissedemediğim havayı bir kez daha içime çekerek ciğerlerime ulaştırmayı denedim. Aldığım her nefeste bir bıçak göğsümün tam ortasına saplanıyordu. Can çekişen ama bir türlü ölemeyen biri gibi çaresizdim. Kuruyan boğazımla bilmem kaçıncıya yutkunduğumda Ilgaz elindeki su şişesini bana uzattı. "İçmelisin," Saatlerdir bir şey içmediğimi düşünürsek bu kez onu reddedemedim. Uzattığı su şişenini aldım ve birkaç yudum suyu boğazımdan aşağı serbest bıraktım. Arkamı dönüp şişeyi tekrar ona uzattım. Önüme döndüğümde ellerimi korkuluklarının üstünde birleştirdim.

"Ne kadar tuhaf değil mi?" diye sordum denizden gözlerimi ayırmayarak. Feray'ın bana son bakışı gözlerimin önünden gitmiyordu. "Sevdiğin birini sonsuza kadar kaybettiğinde hala hayatın devam etmesi?" Burnumu çekip kollarımı bedenime sardım.

Ilgaz'ın adım seslerini duydum. O da yanıma gelip ellerini korkuluklara yasladı ve belini geriye doğru hafifçe büktü. "Dünyadaki en garip şey."

Başımı iki yana salladım ve titremekte olan ellerime baktım. Kirpiklerime takılı kalan gözyaşımı elimin tersiyle sildim. "Onu hareketsiz ve buz gibi yatarken hayal etmeye çalışıyorum ama çok zor..."

"Yapma bunu,"

"O hep sıcakkanlıydı, neşeliydi, benim aksime canlıydı, amaçları vardı. Ölümün yakışacağı en son insan bile değildi." Kabul etmek istemiyordum. Babam gibi bunu kabullenemiyordum. Hala her şey karman çorman bir kâbusun içindeymişim gibi hissettiriyordu.

"Ölüm kimseye yakışmaz," Ilgaz başını yana eğerek omzunun üzerinden bana baktı. Sonra da bana yaklaşıp omuzlarımdan tuttu. Gözlerimin içine bakarak konuştu. "Sürekli kendine yakıştırmaktan vazgeç, sen en iyisini hak ediyorsun."

"Bunu bilemezsin," Ona bakmayı bırakıp başımı direğe yasladım ve bir iç çektim. Kendimi uyuşmuş gibi hissediyordum. Üzerime bir ağırlık çökmüştü. Göz kapaklarım gittikçe ağırlaşmıştı. "Bu hayatta en çok özgür olmak isterdim sanırım," diye mırıldandım. Alakasız ve saçma konuştuğumu biliyordum. Rüzgâr serin serin yüzümü okşarken gözlerimi kapattım ve özgürlüğü duyumsamaya çalıştım.

"Öyle değil misin zaten?" diye sordu Ilgaz. Sesindeki merakı fark etmiştim.

"Kaybedecek bir şeyleri olanlar özgür değil, tutsaktırlar." Geriye kaybedeceğim bir babam kalmıştı sanırım. Hala beni darmadağın edecek bir şeyler vardı, ne garip. Daha ne kadar parçalara ayrılabilirdi bir insan?

Sevmek, bileğinize zincirleri geçirmek demekti. Kanatlanıp uçmaya ve gökyüzünde kaybolmaya izin vermiyordu. İlk baş bulutları ayaklarınızın altına seriyor sanıyordunuz. Gökkuşağının tüm renkleri gözlerinizi kamaştırıyordu. Bir gün o kişiyi kaybettiğinizde gökkuşağından geriye karanlık kalıyordu sadece. Bulutlar birer zindana dönüşüyordu ve o zindana zincirleniyordunuz.

"Peki, sen, Ilgaz?" diye sordum uyuşan bedenimi ona doğru güçlükle çevirerek. O da yorgun gözüküyordu. Sırtını direğe yaslayarak bana döndü. Bu küçücük alanda birbirimize oldukça yakındık. "Sen özgür müsün, tutsak mı?"

Göz göze geldiğimizde bir iki saniye düşündü. "Herkesin kaybedecek bir şeyleri mutlaka vardır, bu yüzden her insan biraz da olsa tutsaktır." Sonra da sert ve kendinden emin bir ses tonuyla ekledi. "Ama ancak kendime tutsak olurum, kimsenin tutsağı olmam."

Başımı salladım ve kuruyan gözlerimi elimle ovuşturdum. Vücudumdaki tüm enerji çekilmiş gibiydi. "Bana verdiğin o suda ne vardı?" diye sordum mayışan sesimle. Kızdığımı bile belli edemiyordum. Dışarıdan uysal bir kediyi andırıyor olmalıydım. Ilgaz yavaşça belime uzandı ve beni göğsüne doğru bastırdı, ona karşı koyamadım. Buna gerçekten gücüm yoktu. Baharat ve lavanta karışımı parfüm kokusu ciğerlerime doldu. Saatlerdir ilk kez gerçekten nefes aldığımı hissettim. Merdivenlerin en son basamağına beni oturttu ve kendisi de oturdu. Başımı tekrar göğsüne yaslamama izin verdi. "Sen kurnaz bir serserisin," diye mırıldandım. Kollarını kollarıma sardı. "Bir geceliğine kim olduğumuzu unutabiliriz, kedicik."

O an yüzüne bakmak istedim ama kafamı kaldırmaya mecalim bile yoktu. Göğsümdeki ağırlık hissinden kurtulmak istiyordum. Uyursam belki tüm bu kâbus biterdi.

"Uyandığımda her şey geçecek mi?" diye sordum.

"Evet," diye fısıldadı kulağıma doğru. "Uyandığında her şey geçecek."

Uykuya dalmadan önce son duyduğum bunlar oldu. Ne olursa olsun Ilgaz Ateşoğlu iyi yalan söylüyordu. İnanmak isteyeceğiniz türden yalanlar. Bunun onlardan yalnızca bir tanesi olduğunu asla bilemezdim.

***

Oldukça derin ve deliksiz uyudum. Ilgaz'ın suya kattığı ilaçtan olmalıydı. Uyandığımda orduya geldiğimiz zamanlar kaldığım misafir odasında açtım gözlerimi. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Ahşap duvardaki küçük pencereye başımı çevirdiğimde bulutlu havayı fark ettim. Sabah olmuştu. Oysa dün geceyi hiçbir şekilde atlatamayacağımı düşünmüştüm. Şu ana kadar bir haber gelmiş miydi bilmiyorum. Yatakta doğruldum ve üzerimdeki yorganı bir çırpıda kaldırdım. Kendimi üzerimden tır geçmiş gibi yorgun ve bitkin hissediyordum. Tüm enerjim çekilmiş gibiydi.

Köşedeki sandalyenin üzerinden deri montumu giyip odanın kapısı açtım. Çıkışı bulana kadar bir süre koridorda ilerledim. Karşılaştığım birkaç asker ilk kez kız görüyorlarmış gibi bana baktılar. Şu an oldukça çökkün göründüğüme emindim. Gözlerimdeki rimel de aktıysa korkunç bile olabilirdim hatta.

Dört basamaklı merdivenden bahçeye indiğimde sağa sola baktım. En köşede dört beş asker kendi aralarında gülüşüyorlardı. Onların dışında başka kimse yoktu. Onların ters istikametine doğru düz ilerleyip binanın köşesinden dönmeye karar verdim. Havanın kasvetli görüntüsü içimdeki karanlık oyuğu daha da arttırdı.

Feray hala hayatta mısın? Eğer ölseydin hisseder miydim?

Askeriye oldukça büyük olduğu için epey yürümem gerekti. Ceketime sarınmış vaziyetteyken ileriden bazı sesler kulağıma doldu.

"Haini uzakta aramamız yanlış bence, Oktay Amca. Ta kendisi karşımızda." Murat Atahan'ın sesi olduğuna neredeyse emindim. Neler döndüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Seslere yaklaşmak için adımlarımı olabildiğince hızlandırdım.

"Ne demek bu?"

"Kızının arkadaşı gibi görünen bu herifin güvenilmesi gereken en son insan olduğunu söylüyorum. Nişan günümde bir suikast planladıklarını, bazı nedenlerden dolayı gerçekleştirmediklerini biliyorum. Ne tesadüftür ki o gün gerçekleştirecekleri suikast ile dün gerçekleşmiş olan suikast neredeyse birebir aynı." Köşeyi döndüğümde Murat Atahan'ın, Ilgaz'ın karşısında dikildiğini, babamın Murat'ın biraz arkasında, Ömer ve iki askerin daha babamın yanında beklediğini gördüm. Özge biraz daha geride bekliyordu, yüzüne bakılırsa dehşet içindeydi. Bana arkası dönük olan Doruk, Buğra ve Beyza da Ilgaz'ın biraz gerisindeydiler.

"Sen ne diyorsun lan?" Ilgaz'ın, Murat'ın yakasına yapışmak için hamle yapması Buğra'nın onu tutması ve babamın araya girmesiyle engellendi. Babam çenesini sıvazladı, hala vücudunun yarısını ikisinin arasında tutuyordu. "Devam et, Murat." Murat bunu bekliyormuş gibi devam etti. "Bana karşı 'Avcılar' adını verdikleri bir örgüt mü artık ne altsa öyle bir karşıt grup oluşturdular. Benim yönetime adaylığımı koymam ve orduyla iyi ilişkilerimden dolayı da orduya karşı tavır aldıklarını biliyorum. Bir Albay'ın kızının canına kast etmek orduya karşı iyi bir uyarı olurdu."

Ilgaz, Buğra'nın kollarından kurtulmayı başarıp Murat'ı kolundan yakalayarak bu kez yakasına yapıştığında babam ve Ömer, Ilgaz'ı bir kez daha geriye çektiler. Ilgaz, yüzündeki öfkenin karanlığını görmüştüm. Belki de ilk kez bu kadar nefret doluydu.

Tepkisizliğimi üzerimden güçlükle attım. "Bu saçmalık da ne böyle?" diyerek onlara doğru yürüdüm. Duyduğum bu ithamın doğru olduğuna tabi ki inanmıyordum. Murat ne yapmak istiyordu?

"Arya, bu meseleye karışmayacaksın." Babamın uyarısı keskin ve sertti. Babam Ilgaz'ı birkaç adım geriye ittirdi. "Önce sakin ol, delikanlı." Murat bozulan yakasını düzeltip omuz silkerken kin ve nefret dolu gözlerle Ilgaz'a baktı. "Annenin hatırına daha önce yaptıklarını görmezden geldim. Oysa en başında seni içeriye tıktırmalıydım. Onlarca insanın canına kıymış bir teröristten herkesi korumuş olurdum."

"Murat..." Özge yavaş adımlarla onların yanına yaklaştı. Yüzünün rengi atmıştı ve korktuğu her halinden böyleydi. "Yeter, lütfen," diyerek onun koluna dokundu. Sesindeki yalvarışı fark etmiştim.

"Orospu çocuğu!" diye kükredi Ilgaz. "Ne planlıyorsun ha? Suçu benim üstüme yıkıp beni hapse mi attıracaksın?"

"Ben doğruları söyleyeceğim, Avcı." Sesindeki imadan sonra babama döndü tekrar. Sanki çok sevdiği bir tiyatro sahnesini canlandıran usta bir aktör gibiydi. "Arya'yı tehdit ederek yanında bir tutsak gibi tuttuğunu da bilmiyorsunuz tabi."

Buğra başını yere eğdi. "Yapma, Atahan." Diye söylendi.

"Bu doğru değil!" diye bağırdım. Babam bu herifi değil, beni dinlemeliydi. Babamın yüzünde belirginleşen damarları bulunduğum yerden sayabilirdim. Dişleri sıkarak önce Ilgaz'a sona bana baktı. "Seni o mahallede, o evde zorla mı tuttu Arya?"

"Hayır! Tabi ki hayır! Beni biliyorsun, kimse bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz!"

"Kızı ne ile tehdit ettiyse söylemekten korkuyor," diyerek alnını ovuşturdu Murat. Daha fazla sabredemeyecektim. Dünden beri yaşadığım üzüntü ve gerginlik sinirlerimi yıpratmıştı. "Seni yalancı!" diye bağırarak üzerine yürüdüğümde babam beni durdurmak için önüme geçti ve beni kolumdan yakaladı. O sırada Ilgaz'ın önünden çekildiği için her şey o anda oldu. Ilgaz, Murat'ın yüzüne öyle sert bir yumruk attı ki, Özge'nin bağırışını duydum. Murat kendini toparlayamadan Ilgaz bir yumruk daha çaktı ve Murat Atahan yere düştü.

Doruk cüsse bakımından Ilgaz'ı durdurabilecek tek kişiydi fakat hiçbir şekilde müdahale etmedi. Buğra, Ilgaz'ın kollarından geriye çekmeye çalışsa da başarılı olamadı. Beyza, Ömer ve diğer iki asker bu kez araya girdiler ve Ilgaz'ı olabildiğince geriye çektiler. "Bırak!" diye debelendi Ilgaz, hatta neredeyse beş kişinin elinden kurtulacaktı. Murat Atahan yerde kanayan dudağını silerken ukalaca güldü. "Bu yaptıklarını örtbas mı edecek? Emrin senin verdiğini biliyorum. O adamı buldum. Dün öğlen saatlerinde telefon konuşmaları yaptığınızı kanıtlayabilirim. Lakin konuşma kayıtlarını hiçbir şekilde dinleyemiyorum. Bu üst düzey güvenlik önlemine niye gerek duydun peki?"

Dün öğlen biz hep birlikte iskender yemeye gittiğimizde Ilgaz'ın işi olduğu için gelemediğini hatırladım. Babam hiddetle ellerini seyrekleşmiş saçlarından geçirirken bir an Ömer'e baktı. İkisinin bakışmasından rahatsız oldum.

"Bunu Serkan yaptı! Beni Feray ile tehdit eden oydu!" Tekrar bağırdım. Ne kadar bağırırsam bağırayım babama sesimi duyuramayacakmış gibiydim. Murat'ın tüm söyledikleri onu afallatmıştı. Ve inanmıştı.

"Aa, evet Serkan," dedi Murat alay dolu bir sesle. Yere tutunup ayağa kalktığında eliyle kanayan dudağına bir kez daha bastırdı. Sonra da takım elbisesini düzeltti. "Serkan ile Doruk'un bir zamanlar nasıl yakın olduklarını bilmesem bu düşmanlık saçmalığına inanacağım. Serkan'ın Avcılar'dan olmadığı ne malum? İki ayrı grup yaparak hedefi saptırmak akıllıca bir taktik olurdu."

Serkan ile işbirliği yapacak olmamı Ilgaz'ın öğrenmesi ve bana baskın yapması aklıma geldi. Biri söylemediyse nasıl haberi olmuş olabilirdi ki? Kafamı kurcalayan bu kuruntuyu defetmeye çalıştım. Sadece fazla renk vermiştim. O yüzden anlaşılmıştı. Başka bir nedeni olamazdı. Olmamalıydı.

"Taktikler senin işin lan pezevenk! Kendi babanı bile sen öldürdün, buna eminim. Bir gün kanıtlayacağız!" Doruk sessizliğini bozdu. Ellerini yumruk yapıp sıktığında istese Murat Atahan'ı un ufak edeceğini biliyordum. "Allah bilir intihar eden babandan başka intihar eden kardeşinin ölümünde de senin payın vardır!"

Cümleyi sindirmek için biraz bekledim. Neye inanmam gerektiğini bilmiyordum. Öyle şaşkına dönmüş durumdaydım ki. Yaşadığım dehşet tarifsizdi. Ya aklımı kaybetmiştim ya da kaybedecektim. Nasıl bir oyuna düşmüşsem bilmeceler birbiri ardına dizilmişti. Gökyüzü kuvvetle gürüldediğinde bir an kimse bir şey demedi. Murat Atahan tuhaf sakinliğini koruyarak konuştu. "Bu sadece arkadaşın Ilgaz'ın şizofrenik uydurması. Çünkü neden? Babasının ölümünde babam ile beni suçladı. Ve Özge onu değil beni seçti. Kaybetmeyi hazmedemeyen birinin iftira atması beklendik bir şey. Ama benim iddialarım neyse ki kanıtlı."

"Ölümün benim elimden olacak! Duydun mu beni? O leşlerini köpeklerinin önüne atıp yedireceğim! Yaptıklarını teker teker ödeteceğim!"

Murat Atahan'ın şoförü ve kırklarında berduş bir adam bize doğru yürüdüğünde babam yakasındaki bir düğmeyi açtı. Nefes alışverişlerini duyabiliyordum. Oldukça zorlanıyordu. "Baba, iyi misin?"

"Ilgaz'dan emri alan adam da bu."diyerek oldukça hırpalanmış halde duran adamı işaret etti Murat.

"Yeter!" diye bağırdım, hatta çığlık attım. Buna son vermeleri gerekiyordu, hemen şimdi. Ona inanmıyordum, inanmayacaktım da.

Ilgaz adamı gördüğünde hiddetle ellerini saçlarından geçirdi ve önce sağa sonra da ters istikamete doğru yürüdü. Yüzünü ellerine kapadı. "Bana tuzak kurdun," diye mırıldandığını duydum. Ayağıyla yere sertçe vurdu ve tükürürcesine bağırdı. "Bana tuzak kurdun!"

"Gizlenmiş telefon görüşmelerinin de saati burada." Diyerek şoföründen aldığı kağıdı babama uzattı. Şoför, arkadan elleri bağlanmış oldukça berbat görünen adamı tutuyordu. Adam ikide bir "Çok pişmanım, bana acıyın." Diye sayıklıyordu.

"Adamı emniyete teslim etmeden önce size vermek istedim. Ne yapman gerektiğini benden daha iyi bilirsin, Oktay Amca. Ben sadece Arya'yı kandırmaya çalışıp iyi bir adam gibi görünen bu herifi durdurmak istedim. Bu adamın dediğine göre Ilgaz, Feray'ın bulunduğu trene suikast emrini veren kişi."

Babamın dakikalardır süren suskunluğu hiddetli bir bağırışla son buldu. Ağzından tükürükleri saçıldı. Onun bu delirmiş halini daha önce de görmüştüm. "Kızım nerede?! Ne yaptın ona?" Ilgaz'a doğru yumruklarını sıkarak yürüdüğünde Doruk da babama doğru yürüdü. Çaresizlikle gözlerimi açıp kapadım. "Bu herifin dediklerine mi inanıyorsun? Ilgaz'a hesap sormak için bizi çiğnemen gerekecek, Albay."

"Ömer, Fatih, Raif diğerlerini de çağırın. Hepsinin diğer binadaki alt kattaki odalara götürülmesini istiyorum. Kıza nazik davranın," diyerek Beyza'yı işaret etti babam. Diğer asker arkasını dönüp telsizle diğerleriyle irtibata geçti. O an Özge ile göz göze geldik. İkimiz de dehşet içindeydik. Özge bir iki adım geriye sendeledi ve ellerini yüzüne kapadı. Tüm bu olan bitene de o da inanamıyordu.

Ömer ve diğer iki asker Ilgaz'ı tutup zorla götürmeye çalıştıklarında Doruk buna engel oldu. Askerlerden birinin gözüne yumruğu çaktığında Doruk'u durdurmak için neredeyse bir ordu lazımdı. Ve öyle de oldu. Yaklaşık on beş yirmi asker koşturarak bize doğru geldiler. Altı kişi Doruk'u zor zapt etti, Ilgaz da Doruk gibi zora koşsa da fayda etmedi. Beyza ile Buğra zorluk çıkarmadılar. "Baba, engel ol buna!" diye bağırdım ve arkalarından koşmak için yeltendim. Babam kolumdan kavradığı gibi durdurdu beni. "Buna karışmayacaksın Arya!"

"Bunu yapamazsın! Bu herifin gösterdiği kanıtlara inanıp onlara suçlu muamelesi yapamazsın! Onlar benim arkadaşım!"

"Onlar seni kandırdı!" diye bağırıp sarstı babam beni. Sanki kendime gelmem mümkünmüş gibi. "Kardeşini öldürmüş olabilirler, bir yerde rehin tutuyor olabilirler!"

Askerler, Ilgazları götürürken kopan bağırış gürültü gökyüzündeki şimşekler ile yarışırdı. Ortalıkta kıyamet kopuyordu. Onları kurtarmak istiyordum, tüm bunlara engel olmak... Babamın kollarından kurtulmak için debelendim. Tekrar tekrar çırpındım ama hiçbir işe yaramadı. Gözlerime dolan yaşlarla baş etmeye çalışırken defalarca bağırdım. "Bunu yapamazsın! Ilgaz yapmadı!"

Ilgaz yapmadı. Yapmadı. Bunu yapmaz. Bunu bana yapmaz.

Babam beni bırakıp arkasını döndü, Ilgazlar ve askerlerin arkasından yürümeye başladı. O kadar kalabalıktılar ki Ilgaz'ı ya da diğerlerini göremedim bile. Çaresizliği an be an yaşadım. Bir yanda Feray ve hala ondan bir haber alamayışımız diğer yanda Ilgaz ve arkadaşlarım, Murat Atahan'ın onları katil olmakla suçlaması. Murat Atahan zafer kazanmış bir edayla onların arkasından bakarken Özge gözlerinde birikmiş olan gözyaşlarının elinin tersiyle sildi. Dizlerimi bükerek eğildim ve ellerimi dizlerime dayayıp bir nefes aldım. Hayatımın en zor zamanlarından birini yaşıyordum. O ihtimali sorgulayan tarafımı susturamadım. Ya Ilgaz yapmışsa? Ya ordudan intikam almak için kardeşimi öldürmeyi göze almışsa?

Gökyüzünde arka arkaya iki kez şimşek çaktı. Bu gürültüye karışan bir el silah sesini zor da olsa duyabildim. Emin olamamıştım ki ardından ikinci silah sesi bu kez sessizlikte yankılandı. Tutsak bir ruhun en derinine saplanan kör kurşundan farksızdı. Ve çıkardığı ses en derinime saplandı.

17. Bölümde görüşmek üzere...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro