12. BÖLÜM : "HATIRLANMAYAN ÖPÜCÜK"
Model | Sarı Kurdeleler
12. BÖLÜM: "HATIRLANMAYAN ÖPÜCÜK"
"Söyleyeceksin dediysem söyleyeceksin."
Elektriklerin saatlerdir kesik olduğu bir Cuma akşamıydı. Bu kasabanın bir diğer garip yani elektrikler kesildiğinde tamamen sessizliğe gömülmesiydi. Belki ürkütücü gözükebilirdi fakat bir yandan huzur vericiydi. Dışarıdaki baykuşların sesi kulaklarımı dolduruyor, ay ışığı küçük, aralık camdan gece kulübünün içerisine süzülüyordu. Beyza'nın yaptığı havuçlu tarçınlı kekten dolayı etrafı hoş bir tarçın kokusu sarmıştı. Bu kokuyu seviyordum. Tezgâhın üzerine oturmuştum, uzanıp cam tabaktaki keklerden bir dilim daha aldım. Kesinlikle çok lezzetliydi. El feneriyle elindeki zarf benzeri şeyleri inceleyen Ilgaz her zaman yaptığı gibi yine beni duymazdan geldi. Tezgâhın üzerine ve masaların üzerine dizilmiş mumlar ortama romantik bir hava katmıştı. Gece kulübünün bu atmosferini o renkli diskotopundan yayılan ışıklı halinden daha çok sevmiştim.
Buğra ile Beyza masalardan birine karşılıklı kurulmuş tavla atıyorlardı. Çoğu zaman sessizliği dolduran onların kahkahaları, benim ise Ilgaz'a ısrar edip durmamdı. Mum ışığında tavla atmanın mantığı neydi bilmiyorum ama onlar bir hayli keyifliydiler.
"Ilgaz!" dedim sabırsız bir ifadeyle ayaklarımı sallayarak. "Söyle hadi, o gece ne yaptım?"
"Çok konuşuyorsun," diye mırıldandı. Kafasını hala önündeki zarf yığınlarından kaldırmamıştı. Ağzımın içini dişledim ve bir küfür savurdum. Ortaya bir şey atıyordu ve sonra ise hiç söylememiş gibi davranıyordu. Tekrar bir kek parçasını ağzıma tıkıştırdığımda Ilgaz elindeki zarflardan birisini bana verdi. "Bu sana gelmiş," Ağzımdakini çiğnerken anlamak istercesine zarfı evirip çevirdim. Arkasında benim ismim ve soy ismim yazıyordu. Arya Karayel'e...
Zarfın paketini açıp yırtarken mektupları sevmediğimi düşündüm. Çoğu zaman güzel haber vermiyorlardı. Fakat bunun bir mektup değil davetiyede olduğunu zarfı açar açmaz anladım. Murat Atahan'ın kardeşi adına açtığı vâkıftaki açılışa davet ediyordu. Yarın akşam bahsedilen vakıfta açılış vardı. Kaşlarım istemsizce çatıldı ve dizlerimi sallamaktan vazgeçtim. Bu adam benden ne istiyordu?
"Kötü bir haber mi?" diye sordu Ilgaz. Sesi bu kez daha yumuşak ve ilgiliydi. Önündeki zarfların hepsini sanırım okumuştu, mum ışığında parlayan koyu kahve gözlerine baktım. Benden bir cevap bekliyordu. "Seni ilgilendirmez." Dedim sert bir sesle. İki gündür türlü sıkıştırmalarıma rağmen bana hala bahsettiği gece ne yaptığımı söylememişti. Ona hiçbir şey anlatacak değildim.
"Pekâlâ, ben bodruma iniyorum." Diyerek önündeki zarfları birer birer çekmeceye doldurdu. Cevabıma kızmış olmalıydı, buna sevindim çünkü ben de ona sinir oluyordum. Arkasını döndüğünde inmemi işaret etti. "Jeneratöre bakacağım, sen de ışığı tutarsın, gel benimle."
Elimdeki davetiyeyi dörde katlayıp siyah hırkamın cebine sıkıştırdım ve bir elimden destek alarak tezgâhtan yere atladım. Beyza'nın neşeli sesi artık adıyla hitap etmeye alıştığım Pikap'ta yani gece kulübünde yankılandı. "Ben kazandım!"
"Karanlıkta hile falan mı yaptın sen? Bu kadar üst üste kazanmana inanamıyorum."
"Hadi ama aşkım, hile yapsam anlardın. Bir avcının gözünden..." Beyza bir anda bakışlarını bana çevirdi ve cümlesini tamamlamadan sustu. Buğra ile arasında garip bir bakışma geçtiğinde, "Rahat olun," dedim. "Sizin de avcı olduğunuzu tahmin etmem benim açımdan hiç zor olmamıştı. Hatta büyük bir bahis bile yatırabilirim ki Doruk'un babası da bu meseleyle ilgili."
Ilgaz merdivenlerden inerken seslendi. "Rahibe! Çok konuşma da gel buraya!" Rahibe mi? Yine? Ciddi misin, demek istedim fakat onun yerine merdivenlerden inip Ilgaz'ı takip ettim. Beyza ve Buğra'yı arkamda şaşkın bir vaziyette bıraktığıma emindim. "Avcı meselesini kurcalamam hoşuna gitmiyor değil mi?"
"Bakıyorum, zekisin."
Bodrum kata inen kilitli kapıyı da açtığında elindeki anahtarı cebine attı. "Bu meseleyi anlatmazsan hiç hoşuna gitmeyecek kişilere soracağım."
"Yine başını belaya sokacaksın yani." Bodruma inen merdivenlerden inerken Ilgaz elindeki feneri merdivenlere doğru tutuyordu. Etraf yoğun bir biçimde toz kokuyordu. "Önünü görüyor musun?"
Telefonumun fenerini çoktan açmıştım, ona doğru salladım. "Teknoloji senin gibi yerinde saymıyor Ilgaz Bey,"
Arkasını dönüp bana bir bakış attı. Dar, uzun koridor gibi bir yere indiğimizde burasının zifiri karanlık ve son derece sessiz olması biraz ürkütücüydü. Düzenli nefes alışverişlerimizi bile duyabiliyorduk. "Üzerlerine basmamaya dikkat et," diye mırıldandı Ilgaz boğuk bir sesle. Gizemli, tuhaf bir ifadeyle söyledi. "Fareler mi?" diye söylendim. Rahatsız olmuştum. Korkmaktan ziyade biraz iğreniyordum. Fakat daha önce defalarca fare görmüştüm. Hem lisedeki sınıfımızın ineği olan bir kızın hamsterı vardı. Dokunup onunla oynamıştım bile, aynı şey sayılırdı.
Ilgaz yere eğilip eline bir şey aldı. "Fare değil, engerekler!" diyerek elindekini bana fırlattığında ışıktaki uzun ince şeyi gördüm ve çığlığı bastım. Hızlı bir refleksle geriye sıçradığımda popomun üstüne yere düştüm. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki kendimi bir anda yerde bulmuştum. Ilgaz'ın sessizlikte yankılanan kahkahaları git gide yükseldi. Dizlerini büküp hafifçe eğildi ve karnını tutarak gülmeye devam etti. Daha önce hiç bu kadar güldüğünü hatırlamıyordum.
Bana fırlattığı şeyin bir urgan olduğunu gördüğümde ne kadar öfkelendim anlatamam. Üzerime bir anda fırlatmasaydı tabi ki de inanıp korkmayacaktım. "O engerekler bir taraflarını sokar inşallah!" diye söylendim. Avuç içlerime bulaşan tozları silkmek için ellerimi birkaç defa birbirine çarptım ve yan tarafıma düşen telefonumu da alarak kalkmaya yeltendim. Popom cidden çok pis acıyordu.
Ilgaz hala gülerken kalkmam için elini uzattı. Elini tokatladım ve yere tutunarak kendim kalktım. "Tam bir metropol kızısın," dedi hala sırıtırken.
"Senin gibi yabani bir dağ ayısı olmadığım kesin." Diyerek üstümü başımı silkeledim. Engerek demişti yahu, engerek! Sanki görse kendisi tırsmayacaktı.
"Ben miyim yabani?" Işığı etrafa tutarken onun peşinden yürümeye devam ettim. Popom sızlıyordu. Etrafta eski koliler, kartonlar, hortumlar, ipler, bir de eski bir bisiklet vardı. "Üzgünüm kedicik ama bahse girerim senden daha fazla arkadaşım, daha fazla çevrem ve bir statüm vardır."
Ona ne şüphe? Bu silahla beni vurması canımı sıktı. Pek arkadaşımın olmaması bugüne kadar fazla dert ettiğim bir şey değildi. Hiç bana karşı böyle dillendirileceğini düşünmemiştim. "Epey arkadaşım var, etrafımda deli divane olan oğlanlar var, bir Albay'ın kızıyım ve bir gün olur da bitirirsem üniversite mezunu olacağım. Statüyü tartışmayalım istersen." Kesinlikle altta kalmayı sevmiyordum. Arkadaş konusunda biraz yalan söylemenin bir zararı yoktu bence.
Sonunda bahsettiği jeneratörün oraya geldik. Ilgaz feneri tutmam için bana uzattı. "Ama sen tüm bunların hiçbirini istemiyorsun, yanılıyor muyum?" Bir iç çektim. Ne isteyip istemediğimi ben de bilmiyordum aslında. İstediğim hayat bu hayat değildi kesinlikle ama başka ne istediğimi de bilmiyordum. Hiçbir şeye karşı bir istek duymuyordum. "O gece ne yaptığımı öğrenmek istiyorum sadece." Diyerek konuyu değiştirdim. Kısık sesle güldü. Gözlerimle anlamlı anlamlı baktıktan sonra başını çevirdi.
"Pekâlâ, söyleme." Dedim hiddetle. İki gündür yalvarıyordum be, el insaf! "Bir daha devamını getiremeyeceğin bir şeye başlamazsın umarım." Merdivenleri geri çıktığımda Ilgaz da peşimden geldi. Merdivenlerin arasındaki düzlükte beni durdurdu. Bileğimdeki elini hızlıca çektim ve elimle omuzlarından ittirip onun aksine ben onu duvara yasladım. Bana karşı güç kullanmadığı için bunu yapmam kolay oldu. Karanlıkta yüzüne dokunma dürtümü son anda zapt ettim. "Sen korkağın tekisin," diye mırıldandım.
"Ben mi?" diye sordu. Şaşkınlığı ses tonuna yansımıştı. O an ona olan tüm nefretimi kusmak istedim lakin yapmak istediğim bu değildi. Karanlıkta parlayan gözlerine bakmayı bıraktım. "Boş versene," diye mırıldandım. Ayağımın ucuyla hafifçe duvara vurdum. Bir an onu öpmenin nasıl olacağını düşünmüştüm. Diğer erkeklerle yaşadığımdan farklı olmayacağına emindim. O yüzden şimdi burada patronumu öpüp bir seviyesizlikte bulunmama gerek yoktu. Merdivenleri çıkmaya devam ettim ve girişe açılan kapıdan içeri girdim. Dış kapıdan Doruk ile birisinin içeri girdiğini gördüm. O sırada elektrikler de geldi. Işıktan dolayı kamaşan gözlerimi ellerimle ovuşturdum. Saatlerdir karanlığa alışmış gözlerim için bu ışık oldukça fazla geliyordu. "Oh be sonunda," dedi Doruk. Yanındaki kısa saçlı adama baktığımda şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Yanlış mı görüyorum diye bir kez daha gözlerimi ovuşturdum.
"Mete..." dedim şaşkın bir ifadeyle hala onun saçlarına bakarken. İki gündür aralıksız bir şekilde bana randevu teklif etmişti. Hiçbirini kabul etmemiştim, en sonunda da ona uzun saçlı erkeklerden hoşlanmadığımı açıkça söylemiştim. Akşamına karşıma saçlarını kestirerek çıkacağını söyleseler asla inanmazdım. Yani kim bir randevu için saçlarını kestirirdi ki?
"Bu ifadenden benimle çıkmayı kabul ettiğini varsayıyorum." diyerek gülümsediğinde arkamızda dikilen Ilgaz'a baktım. Yüzündeki ifadesiz maskeden dolayı yine hiçbir şey anlamadım. Ne düşündüğünü belli etse ölürdü sanki! Bana sadece bir an için baktı ve sonra hiçbir şey demeden önümüzden geçip yukarıya çıktı.
***
Asker yeşili, uzun kollu elbisemi giydikten sonra saçlarımı taradım ve serbest bıraktım. Bir rimel sürdükten sonra parlatıcıyı da dudaklarımda gezdirdim. Mete için fazla abartmak istemiyordum. Fakat elbise giymemin nedeni bu randevunun benim için önemini Ilgaz'a göstermekti. Onu sinir etmek hoşuma gidiyordu. Mete ile dışarıya çıkacak olmamdan kesinlikle rahatsız olmuştu. Bir ara yumruklarını öyle bir sıkmıştı ki Mete'yi parçalayabileceğini düşündüm. Bu tekrar keyifle gülümsememe neden oldu. Odadan çıktıktan sonra salondan gelen gürültüleri duydum. Salon kapısından baktığımda Doruk ile Ilgaz'ın playstation oynadığını gördüm. Buğra, koltuğun tepesine oturmuş çerez yiyordu. Arada da Doruk'un ağzına tıkıştırıyordu. Beyza da halının üzerine oturmuş yarışı izliyordu. Bu akşam Pikap'ı açmamaları biraz tuhaftı. Oysa Cumartesi gecesi genelde en kalabalık gece oluyordu.
Hiçbir zaman sahip olamadığım eğlenceli, kafa dengi, samimi arkadaş grubu gibiydiler. Aslında bir zamanlar böyle arkadaşlara sahiptim fakat bazen hiç yaşanmamış gibi geliyordu.
İlk olarak beni Beyza gördü, "Arya, çok güzel olmuşsun!" dediğinde Buğra, ardından da Ilgaz baktı. Kaşları şaşkın bir ifadeyle yukarı kalktı ve ağzındaki patlamış mısırı yutmakta zorlandı. Ilgaz bakması gerektiğinden uzun bir süre bana bakınca odayı Doruk'un kahkahası doldurdu. "Yendim lan! Yendim oğlum! Hani yenemezdim?"
Ilgaz gözlerini kırpıştırarak elindeki oyun kumandasını yana fırlattı. Kaşları çatılmıştı. Sinirlenmişti. Doruk onun omzuna vurdu. "Bana o Fenerbahçe maç biletini alacaksın dostum hiç anlamam, bileğimin hakkıyla kazandım." Doruk'un çocuksu mutluluğu oldukça güzeldi. Beni fark ettiğinde bir şey demeden tekrar önüne döndü. Hala benimle konuşmuyor oluşu can sıkıcıydı.
"Alacağım lan, sus artık."
Ilgaz'ı şaşırttığım için memnundum. İçime nedensizce bir zafer edası kapladı. Gülümsedim. "Ben çıkıyorum," dedim portmantodan siyah kabanımı alırken. "Geç kalma," diye seslendi arkamdan Beyza. Ilgaz'ın bir şey söylememesi garip bir hayal kırıklığı yarattı. Gitme, dememişti. Bana bu kez emir vermemesi oldukça şaşırtıcıydı. Omzumun üzerinden baktığımda Ilgaz'ın, Beyza'ya kaş göz yaptığını gördüm. Benim baktığımı görünce hemen doğruldu ve bakışlarını televizyona odakladı. Öyle dikkatli izliyordu ki. Ekrana baktığımda bitmiş oyun ekrandaydı ve yeniden başla gibi seçenekler ekranda yanıp sönüyordu. İlginç.
Bahçe kapısına indiğimde siyah Mercedes arabasının önünde beni bekleyen Mete'yi gördüm. Kısa, açık kumral saçlarına tekrar gözüm takıldı. Kesinlikle bu saç ona daha çok yakışmıştı. Böyle hayırlı bir vesileye sebep olduğum için kendimi tebrik etmeliydim. "Vay canına çok güzel görünüyorsun," dedi beni gördüğünde. Zoraki bir gülümseme gönderdim. Başımı kaldırıp pencereye baktım. Merak edip bakmamıştı bile. Onu düşünmemeliydim.
Yol boyunca sessizdik aslında. Gönüllü çıktığım bir randevu değildi, zaten genelde böyle şeyleri pek ciddiye almazdım. Topu topu kaç tane ciddi randevuya çıkmıştım ki? Genelde araba yarışı kaçamakları yapıyorduk, ya da öyle basit flörtleşmeler oluyordu. Hiçbir erkeği ciddiye almıyordum ki, onların da zaten tek istedikleri cinsellikti.
Mete'nin dediği yere geldiğimizde buranın bir tepeye kurulmuş şirin bir mekân olduğunu gördüm. Tüm kasabayı ayaklarınızın altına seriyordu. Işıklarla parıl parlayan kasaba beni gülümsetti. Bu kasabada yaşamak hala garip geliyordu. Kısa bir zaman sonra ise buradan tamamen ayrılacaktım. Tekrar bu şirin, küçük restorana baktım. Gaz lambalarıyla aydınlatıldığı için etrafa nostaljik bir hava katıyordu. Renkli sandalyelerden birini Mete oturmam için çekti. Bu kadar centilmenlik alışkın olduğum bir şey değildi ve hoşuma gitmiyordu. Ben biraz daha salaş ve rahatlık insanıydım.
Yemekleri beklerken Mete gözlerimin içine baktı ve gülümsedi. Bembeyaz, inciyi andıran dişleri vardı. Onu inceleme fırsatı buldum. Lacivert bir gömlek giymişti. Kısa saçlarının önü fönlenmiş olmalıydı. Onu ilk gördüğümde daha fazla olan kirli sakallarını şimdi yok denecek kadar azaltmıştı. İlk gördüğüm halinden kesinlikle daha farklı biriydi. Kabul edelim yakışıklı biriydi, çekiciydi üstelik. Ama beni heyecanlandırmıyordu. "Biraz kendinden bahset Arya," dedi. "İsmin dışında hiçbir şey bilmiyorum."
Bir an düşündüm. Başka bahsedecek ne vardı ki? "Ne mesela?" diye sordum ilgisiz bir sesle. Önümdeki sudan bir yudum aldım ve ayaklarımızın altına serili olan manzaraya diktim gözlerimi. "Mesela ailen, okuyor musun, nelerden hoşlanırsın falan..."
İçimden geldiği gibi davranmaya karar verdim. Biriyle bir şeyleri paylaşmayı çok uzun zaman geçmişti.
"Hıza bayılırım aslında. Araba yarışları yaptığım arkadaşlarım vardı. Adrenalini seviyorum sanırım."
"Ben de," Gülümsemesi genişledi. Dikkatli baktığımda göz kapağında küçük bir ben olduğunu gördüm. "Arkadaşlarla tırmanışlar yapıyoruz, dalış falan. Bungee jumping en bayıldığım, onda tattığım adrenalin bambaşka. Bir gün istersen senle de yapabiliriz."
Mete renkli bir kişilikti. Gezmeyi, sporu, adrenalini seviyordu. Farklı yerler keşfetmeyi seven, doğa aşığı, spor tutkunu genç bir adamdı. Dolayısıyla anlatacak çok şeyi oluyordu. İnsanlarla gerçekten sohbet etmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki. Ben de ona araba yarışları için evden kaçtığımı ve babamın bizi nasıl bastığını anlattım. Kahkahalarla güldü. Telefonu çaldığında Mete tırmanış yaptıklarında kaybolan arkadaşından bahsediyordu. "Affedersin," diyerek telefonu açtığında önümdeki mantarlı soteden bir çatal daha aldım. "Evet, Ilgaz?"
Lokmayı yutmakta zorlandım ve üzerine birkaç yudum daha su aldım. Tüm gece boyunca en azından bir mesaj atar diye düşünmüştüm fakat atmamıştı. Şimdiyse Mete'yi arıyordu. Ne söylediğini o kadar merak ediyordum ki. Aramış olması beni heyecanlandırmıştı.
"Hayır, dostum, niye tehlikeli bir şey olsun? Merak etme Serkan iti on metre yakınımıza bile yaklaşamaz. Keyfimiz gayet yerinde, merak etme." Telefonu kapattığında masanın üzerine koydu tekrar. "Ilgaz seni merak etmiş," Bu söz alışık olmadığım bir şekilde midemin kasılmasına neden oldu. Sanki gerçekten buna ihtiyacım varmış gibi gerçek olmasını ümit ediyordum. Biliyorum, bu saçmalıktı.
Mete, daha sonra Serkan meselesini sordu ben de olayı üstü kapalı biraz anlattım. Tahminimce Serkan hakkında benden bile daha fazla şey biliyordu. Birkaç kadeh bir şeyler içtiğimizde yandaki garsonların söylediklerine kulak kesildim. "Murat Atahan bu gece şu karşıdaki yeni açtığı vakıftaymış. Şimdi hayır işleriyle göz boyuyor sanırım,"
Bahsedilen vâkıfın yakında olduğunu anladığımda bir kadeh daha şarap doldurdum kendime. İçki kafamı biraz da olsa sersemletmişti. "Mükemmel adam Murat Atahan'a içelim," diyerek kadehimi kaldırdım. Kadehlerimizi tokuşturduk. "Murat'ı tanıyor musun? Yıllar önce babam onun babasıyla iş ortaklığı yapmıştı. Atahanlar çıkarları uğrunda herkesi harcayan insanlar. O kanı taşıyan herkes aynı."
Bu söylediği kaşlarımı çatmama neden oldu. Bunu söylemesi hoşuma gitmemişti. Onun farklı olduğunu hep biliyordum. "Hepsi değil," diye mırıldandım. O kirli soyadına rağmen temiz kalan birisi vardı. Benden başka kimse daha iyi bilemezdi.
Akşamın ondan sonrası benim için düşünmekle geçti. Kafamdaki hiçbir sesi susturamadım. Mete, spor maceralarından sonra lise anılarını anlatmaya koyuldu. "Bir gün dersimiz yine İngilizce. Hocamız erkek ama hareketleri konuşması falan görsen pek bir nazik. Lise sondayız. O sene de akıllı tahtalar olmuştu. Bizim İngilizce'ci tabi daha alışamamıştı yeni düzene. Ilgaz'ı tahtaya kaldırdı. Ilgaz da adama kıl sözlüsüne düşük verdi diye. Tahtaya akıllı kalemle içinde küfür geçen İngilizce cümle yazdı. Hoca telaşla silmeye girişti elleriyle. Tabi tahta kara tahta değil elinle sil geçsin. Eliyle silmeye uğraştıkça daha çok karaladı tahtayı. Bir yandan da deli gibi bağırıyor nazik nazik 'Bu nasıl siliniyor?' diye."
Anlattıklarına ilgiliymiş gibi davranmıştım fakat koca gece aklım bu bahsedilen vakıftaydı. En sonunda dayanamadım. Aniden bir karara vardım. "Bir çılgınlık yapalım," dedim ayağa kalkarak. "Atahan'a bir sürpriz yapalım." Uzak da olsa görüş mesafesinde kalan bahsedilen vakfa baktım. Oraya gitmek istiyordum. "Hadi Mete, acele et."
Mete beni reddetmedi. Tepeden bir an önce ayrılıp arabaya bindik. Mete'nin arabasıyla vâkfın önüne geldiğimizde içeri girmemiz zor olmadı. Çünkü zaten davetli listesinde adım vardı. Davet salonu geniş ve ferahtı. Hepsi hoş giyimli, saygın insanlardı. Birçok takım elbiseli adamların ve zarif kadınların arasından geçerek orta yere geldiğimizde etrafıma bakındım. Murat Atahan birkaç kişiyle bir halka oluşturmuş hararetli bir biçimde konuşuyordu. Ellerinde içki kadehleri tutuyor ve birbirlerini dikkatle dinliyorlardı. Etrafta klasik bir müzik çalıyordu. Biraz daha dikkatli baktığımda Özge'nin de nişanlısının yanında olduğunu gördüm. Kadife, bordo bir elbise giymişti. Saçları hoş bir topuz yapılmıştı.
Başımı karşıya çevirdiğimde beni darmadağın edecek resmi gördüm. Kocaman gülümsediği resim... Beni kucaklayacak kadar içten, sığınabileceğim bir liman kadar dingin gözler... Bir iç çektim ve o gülümsemede kayboldum. Onun tüm fotoğraflarını saklamıştım hâlbuki, bazılarını da yok etmiştim. Geriye ondan hiçbir şey kalmasın istemiştim. Ama o hatırladığım gibiydi. Sanki dün görmüşçesine tanıdıktı benim için. Gerçek öyle acıydı ki; dünyalara sığdıramayacak kadar sevdiğiniz kişiyi gün geliyor bir fotoğraf karesine sığdırmak zorunda kalıyordunuz.
Buruk bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Resme doğru ilerleyip biraz daha yaklaştım. O an tüm güzel anılarımızı hatırladım. Üzerinden milyon yıl geçmiş gibi hissediyordum. Zamanın birinde o ve ben vardık ama eskimeye yüz tutmuştuk. Üzerine toprak atılan hiçbir şey aynı kalmazdı, eskirdi.
Tüm duygularımın altında bir kez daha ezildim. Meğer ne kadar da kırgınmışım. Parmak uçlarımdan saç tellerime kadar...
Şimdi elimde olsa yüzüne tekrar dokunabilmek için yedi milyar insanın hayatından hiç düşünmeden vazgeçebilirdim. Bencilce olduğunu biliyordum ama bazen sevmek bencilliği de beraberinde getiriyordu.
Resme dokunmak için elimi uzattım fakat sonra tereddüt ederek indirdim ve göğsümde kavuşturdum. "Sevgili dostlarım, hastanemizin müdürü Sayın Eşref Yılmazer ve saygıdeğer misafirlerim," Arka tarafımdaki sahne kısmında kürsüye çıkan Atahan'ı görmek için başımı çevirdim. Siyah takım elbisesiyle her zamanki gibi resmiydi. Mikrofona doğru hafifçe eğildi ve etrafta göz gezdirdi. "Burada olmak ve bu vakfın açılışını gerçekleştirmek benim için büyük gurur. Kardeşim adına engelli çocuklarımız için açılan bu vakıfta elimizden geldiğince onun adını yaşatacağımıza inanıyorum. Bağışlarınızla, bağışlarımızla küçük kardeşlerimizin tedavi masraflarını karşılayacak ve onlar için birer umut olacağız." Salondan büyük alkışlar koptu. Her biri Murat'a gıpta ile bakıyorlardı. Arkamda duran Mete'yi gördüğümde yüzündeki alaycı ifadeyle Murat'ı izlediğini fark ettim. "Tüm mal varlığı ona kaldı, küçücük hayır işleriyle göz boyamaya çalışması sinir bozucu. Babası ve erkek kardeşi öldüğü için sevindiğine kalıbımı basabilirim." Diye fısıldadı.
Artık onun devriydi. İstediği her şeyi ismi ve gücüyle elde edebilirdi. Onun için kul köle olacak insanları bile satın alabilirdi. "Özellikle vakıfla ilgili etkinliklerde nişanlım Özge Cevher bizzat yakından ilgilenecek." Tekrar bir alkış tufanı kaptı. Gözüm en ön sırada nişanlısını dinleyen Özge'ye kaydı. O ve Özge'nin birlikte tiyatro oynadıklarını biliyordum. Özge'yi orada tanıyıp beğenmişti. Ailecek görüşmeye başladıklarındaysa Murat Atahan da Özge'ye göz koymuştu belki de. Oysa o zamanlar Özge ve Ilgaz sevgili olmalıydı. Herkes tarafından arzu edilen kadın...
"Buradayken, bir şeyi daha açıklamak istiyorum sevgili dostlarım. Biliyorsunuz ki belediye başkanlık seçimleri bu yıl olacak." Kalabalıktan uğultular yükseldi, herkes kendi arasında konuşmaya başladı. "Evet, tam da tahmin ettiğiniz gibi bu yıl belediye başkanlığına adaylığımı koyuyorum."
Mete ile göz göze geldiğimizde bu ikimizin de hiç hoşuna gitmedi. Murat Atahan'ın liderlik arayışında olduğunu biliyordum fakat siyasete atılacağını hiç düşünmemiştim. Bu haber herkeste büyük bir coşku uyandırmıştı. Elinde tepsiyle gezinen garsonu durdurdum ve kırmızı şarabı bir çırpıda kafama diktim. Murat Atahan bir süre daha seçim hakkında konuştuktan sonra kürsüden indi. Daha sonra hastane müdürü olduğunu öğrendiğim adam konuştu, Murat'ı övdü durdu. Sonrasında da onun hakkında konuştu.
"Onur Atahan, hepimizin hüzünle ve buruk bir tebessümle hatırladığımız genç bir arkadaşımızdı. Zamansız ve ani ölümü hepimizi çok yaraladı. Hastalarımızla, özellikle küçük çocuklarla öyle ilgiliydi ki bugün hala o aileler yeni doğan çocuklarına onun ismini veriyor. Hastanemize yaptığı yardımlar öyle büyüktü ki. Kendisi ve ismi hiçbir zaman unutulmayacak ve onu anmaya devam edeceğiz. Murat Atahan'a bu vakfı açtığı için minnetlerimi sunuyorum."
Mete'nin elindeki içki bardağını aldım ve onu da bir çırpıda içtim. İçimde müthiş derecede tuhaf bir öfke uyanmıştı. Niye bilmiyorum duyduğum acıya benzin gibi dökülen öfke içimdeki ateşi körüklemişti. "Bu gecenin özel konuğu olarak ben de konuşma yapmak istiyorum," dedim ve sağa sola bakındım. "Arya, saçmalama lütfen, gel şuraya."
"Sen karışma," diyerek elimdeki bardağı yere fırlattım. Çıkardığı ses dikkatlerin bende toplanmasını sağladı. Hafif sarsak adımlarla kürsüye ilerledim. Bu ciddi, resmi ortama karşı bir an gülme isteğiyle doldum. Böyle ortamlarda kesinlikle kabak gibi sırıtıyordum.
"Öncelikle hepinize merhaba," diyerek selamladım herkesi. Özge en önde kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Murat ise ne söyleyeceğimi merak etmiş gibiydi. Herkes pür dikkat bana odaklanmıştı.
"Böylesine saygın ve güzel bir gecede bizi bir araya toplayan Murat Atahan'a büyük alkış istiyorum!" diye coşkuyla bağırdım. Alkış sesleri ve ıslıklar yüzümde sahte bir gülümsemenin oluşmasına neden oldu.
"Murat Atahan belediye başkanlığına adaylığını koyarsa onu kazanacağını siz de biliyorsunuz, o neyi isterse alır, öyle değil mi? Nişanlısı mesela, tüm erkeklerin gözdesiydi. Kardeşi, Ilgaz..." Sonlara doğru kendi kendime mırıldanır gibi konuştum. "Paranın açamayacağı hiçbir kapı yok bence. Sen ne düşünüyorsun Özge?"
Kalabalıktan uğultular yükseldiğinde insanlar şaşkın ve meraklı bakışlarla hem konuşuyorlar hem de beni izliyorlardı. "Bakın size ne anlatacağım? Özge ile ben sekiz yaşındayken hayaller kurardık. Özge hep ileride evleneceği beyaz atlı prensinden bahsederdi. Meğerse kara şövalyesini bekliyormuş, sekiz yaşındaki bir çocuğun sözüne güvenilmemeliymiş demek ki..."
"Bu kadar yeter!" Kalabalığın arasından bana doğru gelmekte olan Ilgaz'ı görünce şaşkınlıkla bakakaldım. O ne zaman gelmişti yahu? Murat'ın yüzü hepten gerildiğinde dudaklarımdan bir kıkırtı döküldü. "Gönüllerin Avcısı!" diye bağırdım ve ellerimi heyecanla birbirine çarptım. Özge yüzünü ellerinin arasına aldı ve sakinleşmeyi bekledi.
Ilgaz kürsünün yanına geldi ve kolumdan çekerek beni inmeye zorladı. Elini ittirdim ve yüzümü astım. "Gelmeyeceğim." Tüm bakışların üzerimizde olduğunun farkındaydım.
"Öyle mi?" diye adeta soludu. Etrafındaki herkese kısa bir bakış atmıştı.
Onun dediklerini yapmayacaktım. Neticede o benim dediklerimi hiç dinlemiyordu. Sürekli kendi bildiğini okuyordu ve bana emirler vermesi ciddi anlamda sinirlerimi bozuyordu. Hem buraya neden gelmişti ki? Murat Atahan ile düşman değiller miydi?
Ilgaz hafifçe eğilip elleriyle dizlerimi tuttu ve beni bir anda omzuna atıp tekrar ayağa kalktı. Bir anda baş aşağı geldiğim için bir çığlık attım ve sırtını yumruklamaya başladım. "Ilgaz, saçmalamayı bırak! Hemen indir beni!"
Sesleri uğultu şeklinde duyuyordum. Bir ara Mete'nin sesini duyar gibi oldum. Ilgaz onu başından def etti. "Bir kıza sahip çıkamıyorsun o yüzden şimdi işime karışma," demişti. Yüzümü örten saçlarımı ellerimle ittirirken başımı hafifçe kaldırmaya çalıştım. Ortalık iyice karışmıştı. Bu kez Ilgaz'ı bir kadın durdurdu. Orta yaşlı bu kadının kim olduğuna bakmak için kafamı biraz daha kaldırdım ama boynum ağrıdığı için pes ederek kafamı indirdim. "Ilgaz bu rezalet de ne böyle?"
"Sen hiç karışma," diyerek tersledi kadını. Öyle dönüp duruyordu ki baş aşağı olduğum için hepten midem bulanmıştı. Dışarı çıktığımızı bacaklarıma vuran soğuktan anladım. "İndir beni, adi pislik!"
Merdiven gibi bir şeyden indiğimizden kafam daha fazla sallandı. Şimdi kafasına kusacaktım, görecekti gününü. Dizlerimden sıkıca tutarak eğildi ve beni çimenlerin üzerine, popomun üstüne doğru bıraktı. Kendi yine ayağa kalkmıştı ve burnundan soluyarak bana bakıyordu. Ben de en az onun kadar kızgındım. Ne demek omzuna atıp kaçırır gibi oradan götürmek? Kendini ne sanıyordu bu aptal herif? "Bana istediğin gibi davranamazsın anlıyor musun? Omzuna atıp kaçıracağın kişi ben değil sevgilindi. Belki de kurtarılmaya ihtiyacı vardır, ha?" diye bağırdım.
"Kapa çeneni!" diye kükredi.
Çimlere tutunarak ayağa kalktım. Birkaç kez sendeledim. Hala başım dönüyordu. "Bana kuklanmışım gibi davranmaktan vazgeç!" diye bu kez daha yüksek sesle bağırdım. İçimdeki bu öfke tam olarak neyeydi bilmiyorum. Bir şeyleri parçalamak, dağıtmak, istiyordum. Ona doğru yürüyüp ellerimi göğsüne yerleştirdim ve ittirdim. Milim kıpırdamadı. Bir kez daha ittirdim, yine yerinden kımıldamadı. Bir kez daha...
Boşa çabaladığımı gördüğümde bu kez göğsüne vurmaya başladım. Öyle sarsıcı bir boşluk vardı ki içimde kelimelere bile tam olarak dökemiyordum. Sanki karşımda olan Ilgaz değildi de onu yumrukluyordum. İlk aşkım, ilk kalp ağrım... İnsanların kirlettiği bu kahpe dünyada beni bir başıma bırakıp gittiği için ondan nefret ediyordum. "Neden?" diye sordum sesli bir şekilde. Dolmuş olan gözlerimden bir yaş düştü. Bulanıklaşan görüntümden dolayı bu kez vurmayı bıraktım ellerimi yüzüme kapadım. "Neden gelmedin?"
Ilgaz bana doğru bir adım attığında ellerini belime yerleştirdi ve beni göğsüne bastırdı. Yüzüm onun göğsüne yaslandığında yaşlar gözlerimden sessizce süzülmeye devam etti. "Geldim işte, güzelim," diye mırıldandı saçlarımı okşayarak. Hesap sorduğum kişi o değildi fakat o an için hiçbiri umurumda değildi. Birine sımsıkı sarılmaya ihtiyacım vardı, birinin bana sarılmasına ihtiyacım vardı. Gecenin bir vakti çimlerin üstünde, yapraklarını dökmüş bir çınar ağacının altında o halde ne kadar kaldık bilmiyorum. Belki dakikalar, belki de saatler... Zaman kavramı uçup gitmişti benim için. Sessizlikte kaybolan baykuşların sesini ve birbirimizin nefeslerini dinledik sadece. Gözyaşlarım yüzümü ıslatmıştı fakat karanlıkta olduğumuza seviniyordum. Birkaç kadehten sersemlemiştim ve çocukça davranmıştım. Biraz olsun kendimi daha sakin hissediyordum. Keşke zaman zaman beni sinir eden bu uyuz herifle sonsuza kadar bu şekilde kalabilseydik.
İçimden geçirdiğim şeye lanet ettim. Kim olduğu mühim değildi, benim herhangi birine ihtiyacım vardı sadece. Hafif hafif saçlarımı okşarken mayışmıştım bir kedi gibi, uykum gelmişti.
"Seni bıraktığımda yine ne olduğunu gördük değil mi?" diye fısıldadı. Sesi huysuz çıkmıştı. Onu kızdırdığım için memnundum, kendimce ondan bir intikam almıştım. O bana bir şey söylememişti ve ben de onun dediğinin tersini yaparak Mete ile flört etmiştim. "Gayet iyi yaptım," diye söylendim. Sesim yorgun çıkmıştı. Üşümüştüm ve uykum gelmişti.
Başımı yavaşça onun göğsünden çektiğimde parmaklarımla ıslak gözlerimi sildim. Bana baktığını hissedebiliyordum. "Neden ağladın?" diye sordu yumuşak bir ses tonuyla.
"Ağlamadım, esnediğim için gözüm yaşardı bir kere."
Başını tamam dercesine salladı. Israr etmemesi benim açımdan iyiydi. Çünkü insanların yanında rahat rahat ağlayabilen insanlardan değildim. Duygularımı pek fazla dışarı vurmayı sevmiyordum. Bu konuda kesinlikle babamın kızıydım.
"Motosiklet ile geldim, karşı yolda." Diyerek yürümeye başladığında "Mete?" Diye sordum.
"Başlatma Mete'ne!" diye söylendi gür bir sesle. "Olur olmadık her yerden çıkıp sinirimi bozuyor zaten." Sesini biraz daha alçaltmasına rağmen dediklerini duydum ve güldüm. "O senin arkadaşın değil mi? Niye sinir oluyorsun?"
"Sen sandığımdan da tehlikelisin!" diyerek arkasını döndü ve parmağını bana doğru salladı.
"Ne yaptım şimdi?"
"Kaç yıllık arkadaşımla arama nifak tohumları serpiyorsun."
"Onunla çıktım diye mi oldu şimdi bu?"
"Sana onunla flört etme demiştim. Herkes onun ne kadar hızlı çapkın olduğunu bilir. O tek gecelik ilişkilerin adamıdır ve bu gece de belki onu arayıp nerede olduğunuzu sormasaydım, buradan sonra soluğu onun evinde alabilirdiniz."
"Buraya bunu engellemek için mi geldin yani?" Gülümsemem biraz daha genişledi, saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Neden, neticede ikimiz de yetişkin insanlarız?" Onu biraz daha köşeye sıkıştırmak istiyordum. Vereceği cevapları sabırsızlıkla bekliyordum. Bu çocuksu heyecanımı anlamlandıramıyordum. Belki de anlamlandırmak istemiyordum.
"Bana emanet sayılırsın kedicik, sana zarar gelmesini engelleyeceğime söz vermiştim. Özel hayatın beni ilgilendirdiğinden değil ama Mete'yi tanıyorum ve buna müdahale etmek hakkım. Başka adam mı kalmadı yani?" Ilgaz her zamankinden daha hızlı konuşmuştu. Beni işaret etti. "Hem şu haline bak çakırkeyifsin, baştan çıkmaya öyle müsaitsin ki,"
"Öyle mi?" diye mırıldandım. Yürürken ona yetişmiştim. Geniş sokakta yürürken aramızda bir hayli mesafe vardı. "Ben istemediğim sürece baştan çıkmam, merak etme." Dedim. O biraz arkamda kaldı. "Sarhoş olsan bile mi?" diye sordu. Yürümeye devam ettim. Üzerimde garip tarifsiz bir uyku mahmurluğu vardı.
"Sarhoş olsam bile," diye cevapladım mayışmış sesimle.
"O gece beni bilinçli olarak mı öptün yani?"
Duyduğum söz beni olduğum yere çiviledi. Gözlerimi açıp kapadım, arkamı dönmeye cesaret edemedim. Bomboş, geniş ve çıt çıkmayan sokakta duyduklarımın doğru olup olmadığını düşündüm. Gerçekten sarhoş olduğum gece onu öpmüş müydüm? Demek ki bahsettiği buydu. O gece onun kucağına çıkmış, onu öpmüş dikkatinin dağılmasına sebep olmuş ve arabasını duvara çarpmasına neden olmuştum. Tüm bunların nedeni benim hatırlamadığım bir öpücüktü. Hatırlayamadığım bir şeyin yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olması akıl almazdı. Tüm bu borç meselesi hatırlayamadığım o öpücükle başlamıştı.
Bir bölümün daha sonuna geldik. Arya ve Ilgaz arasındaki bu kıvılcım bakalım nelere sebep olacak? Yorumlarınızı bekliyorum. Onları okumak büyük motivasyon benim için. Tatilimin son haftasına gireceğim artık. En yakın zamanda görüşmek dileğiyle... Kendinize iyi bakın : )
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro