Amara aynadan kendisine baktığında karnındaki ağrılar daha da artmıştı. Altın rengi işlemeleriyle kırmızı bir elbise giymişti. Saçları her zamanki gibi bir şelale misali beline dökülüyordu. Bembeyaz yüzüne tatlı bir gülümseme kondurmaya çalıştı. Titreyen ellerini eteklerine bastırdı. Büyük gün gelip çatmıştı işte. Taç giyme törenine hazırdı.
Saraya döner dönmez hazırlıklar başlamıştı. Bu süre zarfında Alastair'in yüzünü dahi görmemişti. En azından seremoni başlamadan önce kısa süreliğine de olsa yanına gelseydi mutlu olacaktı. Konuşmasını hazırlamıştı ve ne düşüneceğini merak ediyordu. Mecliste büyük bir tepki alacağından emindi. Octavian ona bu konuda yardım etmişti fakat genç kadının fikirlerinden hoşlanmadığı belliydi.
"Bu bir tek lordların değil, halkın da tepkisine sebep olacaktır majesteleri. Çocukları çalıştıran yalnızca lordlar değil. Sokaklarda çalışan çocuklar da var üstelik. İşçi maliyeti hiçbirinin hoşuna gitmeyecektir."
Fakat Amara, yaşlı adamın sözlerine kulak asmamıştı. "Öyle ya da böyle alışacaklar. Karya gibi bir ülkeye yakışmayan, çağ dışı bir uygulama bu."
"Bu geleneği devam ettiren ülkeler var hala," diye karşı fikrini sundu yaşlı adam. Amara omuz silkti.
"Karya onlardan birisi olmayacak o zaman. Üstelik çocuk işçiler konusunda aydınlanma yaşayan başka ülkeler de var. Emin olun gelecekte bahsettiğiniz ülkeler de aynı şeyi yapacak."
Alastair ona bu konuda destek olacağını söylemişti fakat bu konuşmayı taç töreni sırasında yapacağını bilmiyordu. Zamanlama konusunda ne düşünürdü bilmiyordu.
Üstelik canını sıkan birkaç haber daha almıştı. Abisinin sarayı terk ettiğini ve Kontes'in malikanesine yerleştiğini öğrenmişti. Amara, Kontes'i tanır ve severdi. Kadının abisine olan sevdasını biliyordu. Kontes'in prensi sonuna kadar desteklediğini de. Onu geren de buydu. O kadının bağlantıları güçlü, parası bol ve gücü çoktu. Resmiyete dökülmese de abisinin yaptığı üstü kapalı bir baş kaldırıydı.
Belki de Alastair'i görememesinin sebebi buydu. Belki de bu yüzden yanıma gelmek istemiyor diye düşündü huzursuzca. Derin bir iç çekti. Gözlerini kapatıp zihnindekileri dağıtmaya çalıştı. Bu tarz düşünceler hiç de yardımcı olmuyor, tam tersi işini zorlaştırıyordu. Zaten yeterince zor bir eşiği geçmek üzereydi.
Amara tacını Alastair ile nikahlarının kıyıldığı tapınakta giyecekti. Oradaki soylulara takdim edilecek, ardından üstü açık bir arabanın içerisinde halka takdim edilip selam verecekti. Halka konuşma yapacak olan kişi Alastair idi. Amara'nın bir süs bebeği gibi kralın yanında durmasını istemişlerdi. İçinden buna isyan etse de sessiz kalmak zorunda kalmıştı. Daha sonra meclise gelecek ve ilk toplantısına katılmış olacaktı. Konuşmasını o sırada yapmayı düşünüyordu. Fakat Octavian onu uyarmıştı. Meclisteki toplantıya katılmasının tek nedeni protokoldü. Onun toplantılara katılması beklenmiyor hatta istenmiyordu. Buna da alışırlar diye diretmişti genç kadın.
Arabanın hazır olduğu haberi geldiğinde halen daha Alastair'i bekliyordu. Nedimeleriyle ve saray görevlileriyle birlikte bahçeye indi. Büyük, şaşalı bir araba onu bekliyordu. Kapılarında kraliçenin arması bulunuyordu. Onu takip edecek arabalarda da kraliçe armasının olduğu bayraklar vardı.
Fakat Alastair yoktu. Anlamıyordu. Parlayan zırhıyla hızla yanına gelen Gavril'i görünce rahatladı. Şövalyesi hemen önüne gelerek yerelere kadar eğildi. "Ben hemen arkanızdaki arabada olacağım, majesteleri," dedi.
Amara hızlı ve alçak bir sesle, "Kral?" diye sormakla yetindi.
Gavril gergin bir şekilde, "Kral sizi tapınakta karşılayacak, majesteleri," dedi. Genç kraliçe başıyla onay verdi. Ardından kapısı açılan arabaya binmesine yardım edildi. Her şey tamamlandıktan ve herkes yerlerine geçtikten sonra yola çıkıldı.
Amara arabada tek başınaydı. Çok gücenmiş hissediyordu kendisini. Alastair'in, onu tapınakta bekleyeceğini önceden bildirmesi gerekmiyor muydu? Bu adamın bir sıcak bir soğuk tavırlarını bir türlü anlamıyordu. Üstelik hazırlıklar sırasında bir kez bile gözükmemişti ortalıkta. Bir kez olsun genç kadına nasıl olduğunu soramaz mıydı? Onu bir başına bırakmıştı sanki.
Gergin geçen uzun bir yolculuktan sonra; sokaklar insanlarla doluydu ve kraliçenin arabasını görünce yollarına çiçekler atıyorlardı, fakat genç kraliçe kapalı perdelerin arkasında henüz gözükmüyordu, genç kadın kendini tapınağın önünde buldu. Ellerini ağrıyan karnına koydu. İşte başlıyordu. Derin bir nefes aldı ve açılan kapıdan dimdik bir şekilde, gülümseyerek çıktı. Tapınağın etrafı şeritlerle kapatılmıştı. İnsanlar şeritlerin arkasından genç kraliçeye tezahüratlar yapıyor, çiçekler fırlatıyordu. Genç kadın bakışlarını tapınağın girişine dikti. Nedimeleri elbisesinin uzun eteklerini düzeltiyordu.
Alastair son derece şık bir askeri kıyafet giymiş, tapınağın girişinde onu karşılamak için duruyordu. Omuzlarına içinde siyah tüylerin olduğu samur kürkünden beyaz yakalı, kırmızı bir pelerin geçirilmişti. Başında som altından kırmızı yakut taşlarla süslü bir taç vardı. Genç kadın, Alastair'i ilk defa tacıyla görüyordu.
Alastair ona gülümseyerek elini uzattığında neler olduğunu anlayabilmek için genç adamın yüzünde ufak da olsa bir ipucu aradı. Fakat Alastair hoş, kibar gülümsemesi ile hiçbir şey ele vermiyordu. Bu, Amara'nın içindeki kuşkuları daha da arttırmıştı. Bir şeyler olmuştu ya da oluyordu.
Alastair ise günü olabildiğince profesyonel bir şekilde sonlandırma derdindeydi. Amara'yı bu süreçte yanlız bıraktığının farkındaydı fakat genç kadının ülkesinde bir iç savaş çıkmak üzere olduğunu bilmesini henüz istemiyordu. Üstelik babasının durumu daha da ağırlaşmıştı. Aynı zamanda Zaria'dan da hoş olmayan haberler almıştı. Genç kadının doğumu gittikçe yaklaşmıştı ve yatak döşek hasta bir şekilde yatıyordu. Doğumdan sağ çıkabileceği bile şüpheli deniyordu. Alastair bu haberle kahrolmuştu. Haberi alır almaz Zaria'nın yanına gitmek istemişti ama önünde ona engel olan ertelenemez bir tören vardı. Biraz da bu sebeple genç kadının yanına gitmemişti. Nedense içten içe kızgınlığının acısını Amara'ya mal etmişti. Genç kadını sarayına hiç getirmeseydi, bunların hiçbiri gerçekleşmeyecekti.
Fakat onu arabadan inerken gördüğü anda, altın sarısı kırmızı elbisesinin sardığı ince bedeni, kokusunu unutamadığı uzun, koyu kestane saçlarının çevrelediği zambak tenli narin yüz hatları, uzun kirpiklerle bezeli iki büyük koyu renkli boncuk gibi parlayan gözleri ve öpmeye doyamadığı pembe dudaklarıyla kalbinde hissettiği sızı aslında ona ne kadar ihtiyacı olduğunu haykırıyordu. Amara, güzelliği ile etrafındaki herkesin başını döndüren, tevazu sahibi ağırbaşlı tavırlarıyla çevresindekileri kendisine hayran bırakan bir kadındı. Genç kadının altta kalmayan cesur bakışlarına tezat ince parmaklarının buz gibi olduğunu ve titrediğini hissetti. Avuçlarının içine aldığı narin elinin üzerine yumuşak bir öpücük bıraktı. Karşısındakini yakıp küle çeviren yeşil alevlerin dans ettiği gözleri genç kadına yürek hoplatan bir bakış attı.
"Muhteşem görünüyorsun," dedi. Ondan gelen bu sıcakkanlı yaklaşıma rağmen Amara rahatlayamadı. Alastair'in yüzündeki hoş gülümseme bir şekilde gözlerine dek ulaşmıyordu. Tuhaf bir resmiyet var gibiydi aralarında. Sanki ilk tanıştığımız zamanlar gibi.
Yine de yüzündeki tebessümü korudu. Tamamlaması gereken bir tören vardı. Binlerce, binlerce insanın izlediği bir tören.
Büyük tapınak insanlarla doluydu. Alastair, genç kadının elini tutmuş, ona kırmızı kadife halılarla kaplı koridor boyunca eşlik ediyordu. O sırada koro alçak ve çok tatlı bir sesle ilahi söylemeye başladı.
O andan sonrasını Amara sanki dışardan bir gözle izliyormuş gibi seyretmişti. Mihrabın önünde dua eden rahibin önüne gelmiş ve yere diz çökmüştü. Dua bittikten sonra saçlarının tepesine elmaslarla süslü altın bir taç yerleştirildi. Genç kadın tacın ağırlığını sanki boynunda hissediyordu. Alastair durduğu köşeden öne çıkıp elini tuttu ve ayağa kalkmasına yardım etti. Amara başındaki altın taçla kalabalığa döndüğünde bir alkış tufanı koptu. Hemen omuzlarına Alastair'inki gibi bir pelerin geçirildi. Alkışların arasında Alastair onu önce merdivenlere yöneltti. Tapınağın geniş merdivenlerinden üst kata yürüyerek balkona çıktılar.
Tapınağın önündeki kalabalık, "Çok Yaşa Kraliçe Amara" tezahüratlarıyla iyice coşmuştu. Kırmızı beyaz gül yaprakları genç kadının başından aşağı dökülüyordu. Alkışlar, ıslıklar ve tezahüratları zorlukla bastırdılar. Alastair düğün gününde yaptığı konuşmaya benzer bir konuşmayla halka seslendi. Amara tam da kendisinden istenildiği gibi bir süs bebeğiymişçesine genç kralın yanında duruyor, önünde uzayan kalabalığa bakıyordu.
Birden, sebebini bilmediği şekilde bir anlığına başını eğip elbisesinin eteklerine baktı. Normalde böyle bir şey asla yapmazdı ama nedense başını eğme gereği duymuştu. Tam o anda kafasının sağ tarafını yalayarak hızla geçen bir ses duydu. Hızla başını kaldırdı. Bir tabanca sesi daha duyulduğunda Gavril hızla üzerine atılarak genç kadını sertçe yere eğdi. Aynı anda sesler Amara'nın kulaklarına doldu.
Kalabalık çığlıklar atarak koşuyordu. Amara, Alastair'in kükreyen sesini duyuyordu ama ne dediğini anlamıyordu. Patlayan tabanca ve tüfek sesleri derisini diken diken yapmıştı. Çok sonradan Gavril'in onu kaldırdığını, bir grup etten duvar arasında tapınağa girdiğini ve hızla merdivenleri indiklerini fark etti. Tapınağın içinde de bir kargaşa kopmuştu. Askerler ellerinde tüfeklerle etrafta koşuşturuyor, konukların haykırışları bir sel gibi duvarlara çarpıyordu.
Durmadılar. Daha da aşağıya inen, dar merdivenlerden geçtiler. Genç kadının zihni tek bir şey haykırıyordu o sırada. Alastair!
Gavril onu demirden kapısı olan, keşişlere ait gibi duran küçük bir odaya soktu ve ağır kapıyı kapattı. Askerler kapının önüne dizilip tüfeklerini karanlık koridora, görünmeyen düşmana doğrultmuştu. Dışarıdaki karmaşa sesleri devam ediyordu. Amara kapıya koştu fakat Gavril önünü kesti. Anlamıyordu. Neden bu odaya kapatmışlardı onu? Alastair neredeydi? Gavril'in kollarına tutundu. Gözlerinden yaşlar aktığının farkında bile değildi.
"Alastair," dedi zorlukla nefes alarak. "Alastair! Alastair nerede? Onun yanına gitmek istiyorum, bırak beni!"
Gavril boşuna bir çabayla genç kadını engellemeye çalıştı. Durmadan majesteleri diyerek ona ulaşmaya çalıştı. Fakat Amara bir krizin eşiğindeydi. Yaşadığı şoktan kontrolünü kaybetmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve sadece Alastair diye bağırıyordu. Şövalye en sonunda genç kraliçenin omuzlarını tuttu ve gözlerinin içine baktı.
"Amara!" dedi sert bir sesle. "Burada durmak zorundasın! Hedef Alastair değildi! Öldürmek istedikleri kişi o değil!"
Genç kadınının sesi kesildi. Ağlamaktan kızaran gözleri inanmamazlıkla açılmıştı. Yüzü bembeyazdı. Uzun bir sessizliğin ardından, "Ben miydim?" diye fısıldadı zorlukla. Bacakları o kadar titriyordu ki ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Bir an olduğu yerde sendeledi. Amara'nın fenalaştığını fark eden Gavril hızla onu kucaklayıp odanın bir köşesinde duran samandan yatağa yatırdı. Endişeyle genç kadının durumunu çözmeye çalıştı. Kısa bir süre sonra Amara'nın kapalı gözlerini kırpıştırarak açtığını görünce rahatlayarak tuttuğu soluğunu bıraktı.
"Majesteleri, etraf durulana kadar burada kalacağız. Kral yanımıza gelip de çıkabileceğimizi söyleyene kadar. Biraz dinlenmeye çalışın," dedi saygıyla. Amara'nın gözleri yargı baygın tavana bakıyordu. Yaşadığı anların yaşattığı korku damarlarında kor gibi geziniyordu. Şövalyesi demir kapının önüne geçip belindeki kılıcı sıkıca tuttu. Saldıraya hazır pozisyonda bekliyordu.
Amara olanları düşündü. Bir anlığına başını eğmeseydi çoktan balkon zemininde kanlar içinde yığılmış kalacaktı. Neredeyse ölecekti. Neredeyse! Kafasında tek bir soru vardı artık. Bunu kim, neden yapmıştı?
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro