Bölüm 27
Alastair'in ateşli selamı Amara'nın nefesini kesmişti. Aynı zamanda aklını da karıştırmıştı. Karşısındaki adamı bir türlü çözemiyordu. Fazlasıyla duygularına kapılarak yaşıyordu. Sorun şu ki, duyguları genelde çok değişkendi. Çabuk öfkeleniyor, bazı zamanlar da öfkeli olması gerekirken sakinliğini koruyordu. Dengeli gözüküyordu ama fazla atılgan bir hali vardı. Kollarına hapsolmuş, Alastair dudaklarıyla onu tüketirken başının döndüğünü hissetti. Bir an her şeyi unutup, o da genç adamda kaybolmak istedi ama bunu öylesine geçiştiremezdi. Zorla da olsa genç adamın dudaklarından kopup, kollarından sıyrıldı. Sorgulayan gözleri, karşısındaki alev alev yanan yeşil gözleri taradı.
"Neler oluyor?"
Genç kadının geri çekilmesiyle Alastair istemeyerek de olsa onu bıraktı. Bir an ne diyeceğini bilemedi. "Uyumamışsın."
"Uyayamadım. Geleceğini bilmiyordum. Bir şeyler içmek ister misin? Sıcak şarap var."
Alastair'in cevabını beklemeden hızla şömineye yöneldi. Şöminenin üzerine yeni ısıtılıp konmuş cam sürahideki şarabı alıp kristal kadehlere doldurdu. Alastair karanlıkta kalmıştı. Yüzünü göremiyordu ama her hareketini izlediğini biliyordu.
"İşim uzun sürdü," diye mırıldandı genç adam uzun bir sürenin ardından. Amara başını salladı. Kadehleri eline alıp genç adam doğru yürürken yüzünde kurnaz bir bakış vardı.
"Gavril'in raporunu sunması uzun sürmüş olmalı," dedi kadehi uzatırken. Alastair'in yüzü bozulur gibi oldu.
Genç kadın gülümseyerek yatağına oturdu. "Savaşçının elbette sadece sana sadık olduğunu biliyorum," dedi yumuşak bir sesle. "Beni bu kadar saf görmenize şaşırmam lazım aslında ama ne yazık ki şaşırmıyorum." Belli belirsiz dudak büktü.
Alastair gergin bir şekilde yerinde kıpırdadı. "Ne emrettiysen onu yapacak."
"Ondan kuşkum yok zaten."
"Biraz da sen söyle bakalım," diye karşı atakta bulundu Alastair. Yüzünde karanlık bir ifade vardı. "Lord Sorin ile ne konuşuyordun?"
Amara rahat bir şekilde omzunu silkti. "Bahçede mi yoksa kahvaltıda mı?"
"Amara..." Alastair'in sesi alçaktı ama ses tonu ürktütücüydü. "Benimle oynama."
"Seninle oynamıyorum Alastair. Sadece soruyorum. Çünkü her iki yerde de onunla konuştum."
"O zaman her iki yerde de ne konuştun?" diye üsteledi genç adam sabırsızlıkla. Öfkeleniyordu. Fakat öfkesi Amara'nın öfkesinin yanında bir hiçti.
"Üzgünüm majesteleri. Yanlış mı anlıyorum? Her konuştuğum kişiyle, ne konuştuğumu rapor etmem mi gerekiyor?"
Alastair öfkeyle öne doğru bir adım attı. "Lord Sorin ile konuştuğun her şeyde gerekiyor!"
Amara'nın kaşları havaya kalktı. "Onlarla işbirliği yaptığımı mı düşünüyorsunuz?"
"Sana kahrolası adamla ne konuştuğunu soruyorum! Çıkarımlarımı tahmin etmeni değil!"
Amara da öfkeyle ayağa kalktı. "Ben de bunu sormanızın nedenini merak ediyorum," dedi yüksek sesle. Fakat bu Alastair'i daha da hiddetlendirmişti.
"Çünkü kralın böyle buyuruyor!" diye kükredi.
Genç kadının yüzü düştü. Vay canına, diye düşündü. Gerçekten de çok ama çok kızgındı. Bu çok mantıksızdı ve ona hesap sorma hakkına sahip olmadığını bağırmamak için kendini zor tutuyordu fakat sakin olması lazımdı. Yüksek gerilimli cevapları Alastair'i daha da kuşkuya düşürüyor gibiydi. İçinden gözlerini devirmek geçti.
Sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Ona abimle benim aramda bir seçim yapmasını söyledim."
Alastair'in ağzı açık kaldı. Bu beklediği şey değildi. Amara gergin bir şekilde kadehini komodinin üzerine koydu ve kollarıyla titreyen bedenini sardı. "Ona sadakatinin hangimize bağlı olduğunu sordum. Kraliçesi olduğumu hatırlattım. Ve... Abimi geri dönülmez şeyler yapmaması için engellenmesini rica ettim."
Alastair uzun bir durakmasının ardından, "Bunu neden yaptın?" diye sordu kuşkuyla.
Genç kadın yeniden omzunu silkti. Ama bu sefer, önceki gibi sinirinden değil, yenilmiş gibi bir ifadeyle yapmıştı. "Babamın abim yerine beni düşündüğünü biliyorum. İki krallığı birleştirmeyi düşündüğünü biliyorum," dedi cansız bir sesle.
"Nasıl? Baban mı söyledi?"
Genç kadın gücenmiş bir bakış attı karşısındaki adama. "Tabii ki hayır. Beni tehlikenin göbeğine itiyor ama hiçbir uyarı veya bilgilendirme yapmıyor. Her zamanki gibi."
"İyi de sen bunu nereden öğrendin?"
"Sandığın gibi etrafımda ne olup bittiğini anlamayacak kadar aklı bir karış havada bir kadın değilim Alastair. Çevremde nelerin döndüğünün gayet iyi farkındayım. Babamın, abimi kontrol altında tutmak için seninle anlaşması yeterliydi bunu anlamam için."
Alastair şaşırmıştı. Amara sandığından daha zeki bir kadındı. Zeki ve de fazlasıyla sağduyusuna kulak veren biriydi. Abisi gibi anlık kararların peşinden gitmiyor, duygularına teslim olmuyor, her şeyi enine boyuna düşünmeden adımını atmıyordu. Tıpkı bir lider gibi diye düşündü.
"Sorin'in sana sadık olacağına güveniyor musun?" diye sordu yine aynı kuşkulu tavırla.
Amara omzunu silkti. "Hangimiz bilebiliriz? Sen lordlarının sonsuza dek sana sadık kalacağına güvenebilir misin?" Alastair cevap vermeyince başını salladı. Zaten herhangi bir cevap da beklemiyordu. "Bir adım atmak zorundaydım Alastair. Abimi gözden çıkaracak değilim. Bana ne denli öfkeli olduğunu biliyorum." Bakışları dalgınlaştı. "Babamın kararını öğrendikten sonraki öfkesinin de boyutlarını tahmin etmem zor değil. Fakat bunu halledebileceğimize inanıyorum."
Alastair elindeki kadehi, Amara'nın kadehinin yanına koydu ve genç kadının yanına oturdu. İnce, beyaz ellerinden birini avuçlarının içine aldı. "İyi niyetli tavrını anlıyorum ve onaylıyorum Amara. Yine de kendini kötü koşullara da hazırlamalısın."
Genç kadının yüzü bembeyaz oldu. "Hayır, Alastair. Senin ve babamın bu tavrını ben de anlıyorum ama olaylara biraz olumlu açıdan baksanız..."
Genç adam yeşil gözlerini kaldırıp genç kadının kocaman açılmış koyu kahverengi gözlerine dikti. Amara'nın gözleri iri, parlaktı ve ifadesi çok kırıldangı. Bir ceylanın gözlerini andırıyordu ona. Çevik ve hızlı bir zekası vardı ama aynı zamanda narin bir ruhtu.
"Amara..." diyerek sözünü kesti. "Olayların olumlu yanını düşünmeye çalışmanı gerçekten takdir ediyorum. Bu tavrın bize kaybettiğimiz sağduyuyu kazandıracaktır elbette. Fakat hepimizden aynı tavrı bekleme. Bir taraf da olumsuz yanların odaklanmalı ki tetikte olabilelim. Bu sadece aileler arasında olan, yalnızca bizi etkileyecek bir kavga değil. Biliyorsun."
Amara yorgun bir şekilde başını eğdi. Alastair haklıydı. Bu kavgada yara alacak tek kişi kendisi değildi.
Alastair'in uzun parmağı avucunun içini usul usul okşarken kirpiklerinin altından genç adama baktı. "Bu yüzden mi kızgındın?" diye fısıldadı birden. Alastair daldığı düşüncelerden çıkıp anlamayan gözlerle genç kadına baktı.
"Lord Sorin ile konuştuğum için mi?"
Genç adam başını yana yatırıp bir an düşündü. Evet, onun için kızgındı. Cevap vermese de genç kadın içinden geçenleri anlamıştı.
"Neden?" diye sordu.
Alastair' in bakışları karardı. "Adam sana körkütük aşık, Amara," diye homurdandı.
"Sen de başkasına aşıksın."
Bunu çok alçak bir sesle söylemişti fakat etkisi balyoz darbesi gibiydi kral için. Sanki üzerine bir kova dolusu buzlu su dökülmüş gibi irkildi. Yeşil gözlerinin siyah irisleri irileşti. Elini tutan eli kaskatı kesilmişti. O kısacık kalp atımı zamanda ruh hali değişivermişti. Bir anda iki yabancı gibi oluvermişlerdi.
Alastair buna ne cevap vereceğini bilemedi. Apar topar ayaklandı. "Sabah erkenden yola çıkacağız. Uyusan iyi olur. İyi geceler," diye mırıldandı kapıya doğru giderken.
Onun bu ani çekilişi Amara'yı afallatmıştı. Genç adam yanından uzaklaşınca içi üşümüştü. Gitmesini istemiyordu.
"Alastair..." dedi fakat genç kral onu dinlemeden odadan çıkıp gitti.
O gidince odadaki bütün ışık da gölgelere çekilmişti sanki. Amara karanlıkta ve soğukta bir başına kalmış gibi hissediyordu. Oda sıcak olsa da o titriyordu. Gözlerine dolan yaşları engellemek için dudağını ısırdı. Onun için ağlamak istemiyordu. Bir kez ağlarsa ona daha da kapılıp gitmekten ve umutsuz bir aşkın kuyularında acı çekmekten korkuyordu. Başını iki yana salladı.
"Sen... Halkın için..." diye mırıldandı zorlukla yutkunarak. İçindeki yangını söndürmek istermişçesine odanın içinde yanan mumları tek tek üfledi. Mumlar söndüğünde bir tek şöminede yanan ateşin ışığı kalmıştı. Bir de ruhunu yakan o ateş.
🍂
İlluya sandığından daha güzel bir yerdi. Henüz kente inmemişti fakat balayını geçirmek için geldikleri malikane muhteşemdi. Saray kadar gösterişli değildi elbette. Şahane bir bahçesi, ormana ve ötesindeki denize açılan bir korkuluğu vardı. Manzarası enfesti. Hem saray kadar kalabalık da değildi. Maiyetin çoğu orada kalmıştı. Nedimelerin ve nedimlerin idaresini genç kralın, kendisinden büyük kuzeni Düşes Diora eline almıştı.
Düşes Diora, kırklı yaşlarında sarışın, ela gözlü, çok güzel ve çok sert görünüşlü bir kadındı. Amara onu sevmişti ama bu sevgi karşılıklı değildi. Düşes Diora'da, Leydi Zaria'nın gidişinden yeni kraliçeyi sorumlu tutuyordu belli ki.
İlluya'ya geleli iki gün olmuştu. İlk günü neredeyse yolda geçmişti. Ertesi gün Alastair, kentle alakalı halletmesi gereken işleri olduğunu söyleyerek gitmişti. Akşam yemeği vakti kralın kentte bir malikanede konuk edildiği, çifçilerle olan görüşmelerinin bitmediği haberi geldi.
Alastair'le o geceden beri çok konuşmamışlardı. Sanki genç kadından kaçıyor gibiydi.
Her ne kadar İlluya Malikanesi'ni çok sevse de kocaman yemek salonunda tek başına yemek yemek zordu. Sessizliğe dayanamadığı ve kendi düşünceleriyle baş başa kalmak istemediği için yemek yerken bir yandan da kitap okuyordu. Burada en fazla on gün kalacaklardı.
Ertesi gün atının hazırlanmasını isteyip ormanda gezintiye çıkmıştı. Gavril, güvenilir koruması olarak gittiği her yerde genç kadına eşlik ediyordu. O dev gibi cüssesine rağmen sessiz, sakin bir adamdı aslında. Ona alıştığını hissediyordu.
"Kenti dolaşmak istiyorum," dedi birden. "Bunun için kralı beklemeli miyim?"
"Siz nasıl uygun görürseniz majesteleri," dedi Gavril başını eğerek.
"Sizin fikrinizi merak ediyorum, sör."
Gavril bir süre sessiz kaldı. Ardından, "Beklemeniz daha uygun olur majesteleri," dedi.
Genç kadın başını salladı. Tabii kral gelirse diye geçirdi içinden. Alastair o gece de dönmemişti.
Ertesi gün yeniden gezintiye çıktıklarında Amara bu sefer deniz kıyısına kadar gitti. Uyumadığı için yüzü solgundu. Bakışları dalgındı. Bir kayaya oturup karşısında uzanan sonsuz maviliği izledi. Kokusunda, renginde ve dalgaların sesinde bir başka huzur vardı. Doğanın verdiği bir özgürlüktü bu. Kendisinin asla sahip olamayacağı bir özgürlük.
Gavril atları bir ağaca bağlarken Amara ona döndü.
"Gavril, senden bana bir konuda dürüst olmanı istesem, bunu yapar mısın?"
Şövalye gergin bir şekilde başını eğdi. "Elbette majesteleri," diye mırıldandı.
Genç kraliçe bir an duraksadı. Soracağı soruyu kafasında ölçüp biçiyor gibiydi. En sonuda,"Leydi Zaria'nın nereye gittiğini biliyor musun?" diye sordu.
Bu soru Gavril'i şaşırtmıştı. Bu na rağmen Amara'nın konuyu buraya getireceğini biliyordu. Belli belirsiz başını salladı.
"Bu şehirde mi?" diye sordu genç kadın.
Gavril yalan söylemek istedi. Fakat karşısındaki kadın öyle kırgın ve bir başına kalmış gibi bakıyordu ki ona bunu yapamayacağını hissetti. Yeniden başını salladı.
Amara son sorusunu sormadan önce keskin bir nefes aldı. "Kral şu anda onun yanında mı?"
"Majesteleri, kral gerçekten de çiftçilerin sorunları için..."
"Konakladığı malikane, Leydi Zaria'nın malikanesi mi?" diye böldü onu Amara ne dediğini umursamayarak.
Gavril başını eğdi. "Evet, majesteleri," diye mırıldandı belli belirsiz.
Amara gözlerini yumdu. Denizin tatlı kokusunu içine çekti. Dalgaların sesine odaklanmaya çalıştı. Zihninde çarpışan onca gürültüyü bastırmak için elinden geleni yaptı. En sonunda ayağa kalkarken, "Daha beterlerini de yaşadım," diye mırıldandı kendi kendine. Alastair'i zihninden söküp atmalıydı.
"Kente inmek istiyorum ve bunun için kralı beklemeyeceğim." dedi aniden. "Bana buranın yerlilerinden bahset. Ne işle uğraşırlar, çiftçilerin sıkıntıları neler, nüfusları ne kadar, hepsini bilmek istiyorum."
Gavril sadakatle başını eğdi. Genç kadının ağlayacağından korkmuştu. Fakat genç kraliçenin güçlü iradesi her geçen gün daha da şaşırtıyordu onu. Tıpkı bir lider gibi diye düşündü.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro