Bölüm 38
Şapkasının yüzüne inen siyah dantelli tülün arkasından bakan genç kadının gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Babasını, çok sevdiği karısı merhum kraliçenin yanına gömdüler. Dualar okundu, çiçekler serildi, büyük bir kraliyet töreni yapıldı. Ama Amara etrafında olup bitenlerin pek farkında değil gibiydi. Babasının yasını tutmakla meşguldü.
Alastair'in çevresi sürekli doluydu. Her kafadan bir ses yükseliyordu. Genç adam herkesi dinliyor ama ağzından tek kelime çıkmıyordu. Onun bu ketumluğu devlet adamlarını da geriyordu.
Prens Rowan'ın harekete geçtiği ve Arzova'ya doğru büyük bir birlikle geldiği haberi tüm ülkeyi sarmıştı. Kimse bu saldıraya hazır değildi. Bu işin tek bir avantajı olmuştu. Halkın, babasının cenazesine saygı duymayıp bekleme gereği duymadan saldıraya geçen prense olan itimatı azalmış, veliaht prensese destek gitgide artmıştı.
O akşam bir cenaze yemeği yapıldı. Komşu krallıklar, Arzova Krallığı lordları, Karya kralı ve kraliçesine baş sağlığı diliyordu. Büyük bir masanın ortasında oturuyorlardı. Yanlarında Vincent, Sorin gibi krallığın güvenilir lordları oturuyordu. Önlerinde uzanan sıralardaki kalabalık sırayla önlerine geliyor ve baş sağlığı diliyordu. Genç kral ve kraliçe suskundu. Odalarında yaptıkları tartışmadan ve birbirlerine olan duygularını itiraf ettikten sonra konuşmaya fırsat bulamadan cenaze töreni başlamıştı.
Amara, Alastair'in sözlerinde samimi olup olmadığını sorguluyordu. Peki ya o söylediklerine inanmış mıydı? Bütün gün tek bir ilgi kırıntısı göstermemişti. Sürekli düşünceli bir ifadeyle önüne bakıyordu. Bazen de Lord Sorin'i inceliyordu. Yoksa genç kadına inanmıyor muydu?
Zaria'nın ölümünü düşündü. Alastair ne derse desin kendini suçlamayı bırakamıyordu. Peki ya Zaria'nın son kez söylemek istediği şey neydi? Bebeğe ne olmuştu? Kız mıydı, erkek miydi? Konuşacakları öyle çok konu vardı ki.
Birden Alastair 'in dikkatini ona verdiğini fark etti. Genç adam yavaşça ona doğru eğilerek, "İyi misin?" diye sordu. Nasıl iyi olabilirdi ki?
"Ne kadar iyi olabilirsem."
Alastair başını salladı. "Çok zayıflamışsın," dedi alçak bir sesle. Onaylamaz bir bakış atmıştı. "Bir şeyler ye Amara. Hastalanabilirsin."
O sırada lordlardan birisi yanlarına geldi. "Başınız sağolsun majesteleri," dedi eğilerek. "Sizin de başınız sağolsun efendim. Duyunca çok üzüldük," diye ekledi genç krala dönerek. Alastair anlamayarak kaşlarını çattı. Zaria'yı duymuşlar mıydı? Ondan haberleri varsa neden baş sağlığı diliyorlardı? Bu durum Arzovalılar'ın umrunda olmamalıydı. Hatta tam tersi bu onları öfkelendirecek bir olaydı. Genç lord bu sefer Amara'ya dönerek, "Sağlığınız iyidir umarım majesteleri," dedi. "Bir bebeğinizin daha olması için size her gece dua edeceğiz."
Sözler bir yumruk gibi masaya indi. Alastair gözlerini kırpıştırdı."Bebek mi?" diye sordu. Sorgulayıcı bakışları Amara'yı buldu. "Ne bebeği?"
Amara'nın yüzü soldu. Bunun ne yeri ne de zamanıydı. Sessizce önündeki tabağa döndü. Durumu o anlık nasıl kurtarabileceğini düşündü. O sırada Lord Sorin, "Siz gittiğiniz gün kraliçe düşük yaptı," dedi hemen.
Bu acı haberi kendi vermeyi, Alastair'i yaralamayı istemişti. Nitekim genç kralın yüzünde beliren ifade tam da istediği şeydi. Alastair tüm vücuduyla birlikte Amara'ya döndü. "Sen hamile miydin?"
"Bunu daha sonra konuşabilir miyiz?" diye mırıldandı genç kadın zorlukla konuşarak. Gözlerine yaşlar dolmuştu ve kendisine bunu yaptığı için Sorin'e öfkeyle doluydu. Bu haberi veren kişi o değil, Amara olmalıydı. Nitekim hem kızgın hem de kırgın bir bakış etti genç lorda. Genç kadının sessiz sitemi Sorin'in içini pişmanlıkla doldurdu. Fakat yapacak bir şey yoktu. Olan olmuştu. Kıskançlığı gözünü kör etmişti bir kere.
Hala Amara'ya bakan Alastair'in yüzü allak bullaktı. Gözlerini yumdu. "Tanrım," diye mırıldandı alçak bir sesle. Ardından hızla gözlerini açtı ve masaya baktı. "Yemek bitmiştir. Kraliçeyle odamıza çekiliyoruz," dedi aniden ayağa kalkarak. Herkes kralın ayaklanmasıyla birlikte ayağa kalktı. Yemeğin tam ortasında, böylesi kalabalığın içerisinde bu hareketinden ötürü Amara'nın şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. Salon sessizleşmiş, tüm gözler üzerlerindeyken ne yapacağını bilemiyordu. Fakat Alastair biliyor gibiydi. Genç kadının elini tutup ayağa kaldırdı ve herkese iyi geceler dileyip onu da peşine katarak büyük salondan çıktı.
Odalarına çıkana kadar genç adamın ağzını bıçak açmadı. Amara'nın gerginlikten boğazı kurumuştu. Bir an başının döndüğünü, ayaklarının altındaki yerin çekildiğini hissetti. Onun yalpaladığını fark eden Alastair yavaşladı. Genç kadının vücudu daha fazla strese dayanamamıştı. Yere yığılacağı anda Alastair zayıf düşen bedenini sıkıca tuttu ve kucağına aldı. Başı geriye doğru düşerken Alastair'in doktoru çağırmaları için bağırdığını duyuyordu.
Alastair hızla odaya girdi ve genç kadını koltuğa yatırdı. Amara'nın gözlerini kırpıştırarak ona baktığını görünce derin bir nefes aldı. "Daha iyi misin?" diye mırıldandı endişeyle. O sırada koşturarak doktor ve yardımcısı girdi içeriye.
Kısa bir muayene, uzun bir sorgu oldu. Doktor, genç kraliçenin yaptığı düşüğün ne kadar tehlikeli olduğunu, genç kadının çok kan kaybettiğini, kanamayı zor durduklarını anlattı.
"Hanımefendinin daha fazla kendisini yormaması lazım. Yeterince kritik bir durumdan döndü," diye bitirdi sözlerini. Alastair kaşlarını çatmış, başını yere eğmiş ses çıkarmadan doktoru dinliyordu. Nedimeleri kraliçenin üzerini değiştirsin diye dışarı çıkmışlardı.
"Kaç günlük hamileydi?" diye sordu en sonunda. Doktor omzunu silkti.
"Günlük değil. Bir, bir buçuk aylık olmalıydı."
"Aylık?" diye tekrarladı genç adam. Eliyle yüzünü sıvazladı. Sıkıntılı bir sessizlik oldu. "Teşekkür ederiz doktor," dedi en sonunda. Doktor eğilerek huzurundan çekildi.
Doktor gittikten sonra Alastair bir süre kapının önünde durdu. Ne düşüneceğini bilemiyordu. Gözlerinden akan birkaç damla yaşı sinirli bir şekilde elinin tersiyle sildi. Sertçe burnunu çekti. Ardından içeriye girdi.
Amara ayaklanmıştı. Biraz daha toparlanmış gibi görünüyordu. Üzerine askılı, beyaz ipekten bir gecelik geçirmişlerdi. Yatmak istemediği için koltuğa oturmasına yardım ettiler.
"Çıkabilirsiniz," dedi kral gergin bir tavırla. Nedimeler önünde eğilerek dışarıya çıktılar. Alastair birkaç tanesinin dikkate değer bir şekilde elbiselerinin yakalarından fırlayan göğüslerini iyice sergileyerek eğildiğini, kirpiklerinin altından genç krala şuh bakışlar attığını fark etti. Bir kaşı sorgularcasına hava kalktı. İlgisini çekmeye çalışan kadınlara aldırmayıp gözlerini ilgilendiği tek kadına dikti. Ona doğru yürüyüp yanına oturdu.
Amara gözlerini ellerine dikmiş sessizce oturuyordu. Nitekim Alastair, "Hamile olduğunu bana neden söylemedin?" diye sorunca vereceği cevabın genç adamda yaratacağı gerilimi düşündü tedirgince.
"Bilseydin buraya gelmeme izin vermezdin."
Alastair bir anlığına öfkeyle soludu. Fakat sakin bir sesle devam etti. "Ben gittiğim için mi oldu?"
"Hayır. Babamın öldüğünü öğrenince..."
"Bana nasıl söylemezsin anlamıyorum," diye mırıldandı hayret edercesine.
"Bilsen de olacak olanı engelleyemezdin."
"Bilseydim seni asla bırakıp gitmezdim Amara!"
"Giderdin..." Genç adam inkar edeceği sırada ısrarla, "Giderdin Alastair," dedi. "Gitmemen yanlış olurdu. Ölüm döşeğindeki bir insanın çağrısını yanıtsız bırakamazdın. Ama keşke bana neden gittiğini söyleseydin. Ben de kendimi terk edilmiş hissetmezdim..."
Genç kadının son sözleri Alastair'in içini sızlattı. İçindeki öfke bir balon gibi söndü. Genç kadının buz kesmiş ellerini tuttu. "Söyleseydim kendini suçlayacaktın."
"Hala suçluyorum. Sen ne dersen de. Senin kadar benim de payım var olanlarda."
Alastair başını eğdi ve bir süre sessiz kaldı. Ardından, "Zaria seni affettiğini söyledi," diye mırıldandı. "Senin de onu affetmeni diledi. Seni suçladığı için pişman olduğunu iletti."
Amara'nın gözleri doldu. Af mı dilemişti? Affedilmesi gereken kişi o değildi ki! "O haklıydı. Ben onu hiçbir zaman suçlamadım," dedi içini çekerek. "Senden son isteği neydi?"
"Oğlumuza sahip çıkmamı istedi," dedi Alastair çabucak. Gözünden süzülen iri bir damla yaş burnundan aşağı doğru indi. Zaria'nın koca yatakta küçücük kalmış, cansız ve yapayalnız bedenini düşündükçe ızdırabı artıyordu. "Onu babasının ve amcasının ellerine bırakmamam için yalvardı."
Demek oğlan olmuştu. İşte bu her şeyi değiştirirdi. Zaria'nın oğlunu babasının ve amcasının eline bırakmamasını dilemesine şaşmamak gerekliydi. Çocuğu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyeceklerdi. "Sen ne yaptın peki?"
Genç adam temkinli bir bakış attı Amara'ya. "Hiçbir şey. Seninle konuşmadan bir şey yapmak istemedim. Senin bebeği isteyip istemeyeceğinden emin olamadım. Konu Zaria olunca vereceğin tepkileri kestiremiyorum."
"Ah Alastair," diye inledi Amara. "Küçücük bir bebeğe düşmanlık besleyeceğimi sanmadın umarım."
"Bir bebeğe düşmanlık yapmayacağını biliyorum Amara ama protokolün böyle yürümediğini biliyorsun. Arzovalılar bunu adına hakaret olarak algılayabilirler. Özellikle bu kadar kritik bir andayken."
Bu, Amara'nın düşündüğü bir ayrıntı değildi. "Ben umursamadıktan sonra gerisi önemli mi?" dedi dalgın bir ifadeyle.
Alastair gülümsedi. Genç kadının yüzünü ellerinin arasına aldı ve güzel gözlerine, biçimli dudaklarına baktı. Alnını alnına dayayıp gözlerini yumdu. "O kadar üzgünüm ki Amara." Elini yüzünden çekip şefkatle genç kadının karnının üzerine koydu. "Senin hamile olman çok heyecan verici olurdu. Bir çocuğumuz olmasını çok istiyorum."
"Ben de," diye fısıldadı genç kadın. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
"Bebeğimizi kaybettin ve ben senin yanında değildim. Ne yaparsam yapayım hep geç kalıyorum. Her şeyi elime yüzüme bulaştırıyor gibiyim." Hüzünle içini çekti. Ardından genç kadının yaşlarla dolu gözlerine baktı. "Beni sevdiğini söyledin," diye mırıldandı çok alçak bir sesle. Amara başını evet der gibi salladı.
"Sen de beni sevdiğini söyledin," diye fısıldadı. Gerçek olmadığından, hayal gücünün bir oyunu olduğundan korkuyordu sanki. Genç adamın dudaklarında tatlı bir gülümseme belirdi.
"Şimdiye kadar fark etmişsindir sanıyordum. Seni gördüğüm ilk günden beridir aklımdan çıkaramıyorum."
"Aklından çıkmamı istiyor musun?"
"Başlarda evet. Şimdiyse hayır. Sen hep benimle ol istiyorum. Hep benim ol."
"Ben zaten seninim Alastair."
Alastair buna cevap vermedi. Bakışları kararmıştı. Genç kadın onun bu halini neye yorması gerektiğini bilemedi. Çok kısa bir an sonra Alastair'in gözleri Amara'nın yüzüne indi, bakışları yumuşadı, her bir ayrıntısını ezberliyormuş gibi gözleriyle taradı ve dudaklarında durdu. Özlemle o güzel dudaklara uzandı ve içinde yanan ateşi kontrol edemez hale gelene dek uzun uzun öptü onu. Zorlukla geri çekildi ve aynı tutkuyla parlayan genç kadının alnına dayadı alnını.
"Dinlenmemiz lazım," dedi boğuk bir sesle. Daha fazlasını istiyordu ama Amara'yı hırpalamak da istemiyordu. Amara aklı yerinde olmasa da evet der gibi başını kaldırdı. Ayağa kalktı ve yatağa doğru yürüdü. Alastair de ağır ağır gömleğini, pantolonunu çıkardı. Birlikte yatağa girdiler. Genç adam, genç kadının beline sarıldı.
Bütün gece yatakta sohbet ettiler. Alastair ona çocukluk anılarından bahsediyordu.
"Bir keresinde saraydan kaçmıştım. Babam çıldırmıştı," dedi haylaz bir ses tonuyla kıkırdayarak.
Amara gülmeye başladı. "Nereye gittin?"
Alastair keyifle sırıtıyordu. Bu haliyle o kadar yakışıklı görünüyordu ki genç kadın ona hayran hayran bakmaktan kendi alıkoyamadı.
"Hatırlamıyorum. Sadece bir yavru köpeğin peşinden gittiğimi anımsıyorum. Sonra etrafımı askerler sardı. Babam o kadar kızmıştı ki, onun gazabından abim korumuştu beni. Sonra yavru köpeğin benle kalmasına izin verdiler."
"Benim de köpeğim vardı," diye mırıldandı genç kadın hayallere dalarak. "Rowan'ın on beşinci yaş günüm için aldığı hediyeydi."
Rowan'ın adının geçmesiyle tatsız bir sessizlik oluştu. Amara, abisini özlediğini fark etti. Fakat onun girdiği yol ikisini de geri dönülmez sonuçlara sokmuştu. Ne kadar uzaklaşmışlardı birbirlerinden. Beni öldürmeye çalıştı diye düşündü. Beni öldürmek istedi. Şimdi de yarım kalmış işini halletmeye geliyor. Peki ne uğrunaydı?
"Rowan geliyor," diye fısıldadı. "Ne yapacaksın?"
Alastair tereddüt bile etmeden cevap verdi. "Yapmam gerekeni. Ama önce Arzova tacını takacaksın. Arzova ve Karya krallığını tek bir çatı altında birleştirme zamanı geldi."
🍂
Hızlı bir tören hazırlandı. Amara, Alastair'i doğru düzgün göremiyordu bile. Genç kral sürekli meclisle toplanıyor, Arzova'nın komutanları ile görüşüyor, araziyi keşfe çıkıyordu. Halk farkında olmadan daha önceleri düşmanlık ettikleri Karya Kralı'ndan medet umar olmuştu. Karya Krallığı'ndan büyük bir askeri birlik Arzova'ya destek için geliyordu.
"Aldığım duyumlara göre Kral Merikh'de Karya açıklarına kuşatmaya çıkacakmış," dedi Sorin toplantıda. Alastair oturduğu yüksek koltukta tepkisiz bir ifadeyle lordları dinliyordu. Sorin'in söylediklerine yorum yapmadı. Aklından başka bir düşünce geçiyor gibiydi. Onun sessizliği mecliste sıkıntı yaratıyordu.
"Son bir kez barış çağrısı yapalım," dedi en sonunda. Salondakiler şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Bu, Alastair'den duymayı bekledikleri bir şey değildi.
"Emin misiniz, majesteleri?" diye sordu Vincent duyduğunu anladığından emin olmak ister gibi. Alastair başını ağır ağır salladı.
"Eminim. Yıllardır süren savaşlardan yeterince yıprandık. Aile arasındaki bir anlaşmazlık yüzünden halkımızın daha fazla acı çekmesini istemiyorum."
"Tahtın meşruiyetini savaşla kazanmalısınız. Halk bunu istiyor. Üstelik kraliçemize de suikast düzenledi. Bu hakareti sineye çekemeyiz."
Alastair keskin bir bakış attı Vincent'a. "Barış çağrısında bulunun, lordum," dedi sertçe. "Kabul etmezlerse gereken yapılacaktır." En azından benim içim rahat olacak diye düşündü. Her ne kadar barış yapmak gibi bir niyeti olmasa da en azından Amara'nın başka çareleri olmadığını kabul etmesini sağlamış olacaktı. Onun daha fazla suçluluk duyup acı çekmesini istemiyordu. Gereken ne varsa yaptığından emin olmalıydı.
Prens Rowan birlikleriyle Arzova ovalarına giriş yapmadan önce sade bir törenle Amara, Arzova Kraliçesi olarak tacını giydi. Aynı zamanda iki ülkenin birleştiğini ve bundan böyle Arzova'nın, Karya Kralı ile birlikte yönetileceği duyurusu yapıldı. Artık iki ülke değil, tek bir ülke vardı.
Rowan'a gönderilen barış çağrısının cevabı ise oldukça sert ve küçük düşürücüydü. Rowan, Alastair'e kız kardeşinin eteğinin altına saklanmamasını ve meydana çıkmasını söylemişti. Bu, bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu mesajla birlikte Amara, abisiyle aralarındaki son köprülerin de yıkılmış olduğunu anladı.
Savaş başlamıştı ve buna engel olamazdı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro