Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

3. UÇURUM

UÇURUM

Por leylandus

"Kim olduğunu önemsemiyorum, eğer kalbimin müziğini başarılı bir şekilde çalarsan o zaman sana aşık olacağım."

-Dandelion

Günlerden cumaydı ve bu kainatı ayakta tutan tek şey aşktı. Çünkü aşk diğer şeylerin aksine hırsı sevmez, para istemezdi. Küçük bir sevgi kırıntısı bile onu beslemeye yeterdi. Aşkın gönlü tok, kalbi pekti.

İşte tam da o gün, sinsi bir bulut hapsetmişti şehrin her yanını. Yine de aşktan mahrum olan hayatımın en mutlu günlerinden birisiydi. Çünkü aylardır beklediğim an gelmiş, en yakın arkadaşım ve kardeşim evime, beni ziyarete gelmişti.

Yalnız yaşamak benim seçimimdi, fakat yalnızlığın içinde gizlenen bir zehir vardı. Ve bu zehir yavaş yavaş tüm vücuduma yayılıyordu. Yalnızlığım hem duygusal hem fiziksel boyuttaydı. Sırtımı yalnızlığıma yaslamıştım.

Her ne kadar eksik tarafımı koca bir boşlukla doldurmaya alışkın olsam da, bu bir haftalık zaman diliminde bile onların varlığı eksik tarafımı tamamlamıştı. Günler günleri arsızca kovalarken gidecekleri gün gelip kapımızı çalmıştı.

Kapımızın önünde beliren taksiye çatık kaşlarımla baktım. Dillendiremediğim sözler bir ur gibi büyüyordu boğazımda. "Gitmeyin!" demek istiyordum. "Size ihtiyacım var!" diye haykırmak istiyordum.

Yapamadım; yapamadığım onca şey gibi...

Üstüme çöken hüznün doğurduğu ensemdeki gerginliği hissedebiliyordum. Taksiye binip yol almaya başladığımızda avcumun içi gibi bildiğim İstanbul sokaklarını izlemeye koyuldum.

Kafamdaki düşünceler birbirini sabırsızca kovalarken gözüm bir anlığına dikiz aynasına takıldı. O bir saniyelik zaman diliminde tuhaf bir tedirginlik duygusu benliğime sarıldı. Dikiz aynasından bana doğru bakan taksicinin gözleri buğulu bir maviydi. Denizin en derin yerlerinden kopan bir mavi... Ve bakışları anlayamadığım bir şekilde, kızların gelişiyle içimdeki evin bir yerlerine saklanan, görünmeyen huzuru yerle bir etmeye yetmişti.

Yaklaşık on dakikalık bir mesafe gittikten sonra tren garının önünde durduk. Ücreti ödemek için elimi cüzdanıma attığım sırada kızlar çoktan taksiden inmiş, bagajdaki eşyalarını çıkarıyorlardı.

Taksici parayı vermek için uzattığım elimi tutup gergin bir yüzle gülümsedi. Uzun zamandır unuttuğu bir şeyi yapar gibiydi gülümsemesi. Tenlerimizin teması içimdeki boşluğu silik bir nokta kadar da olsa doldurdu.

Hissettiğim bu tuhaf duygunun korkusuyla gözlerimi araladığımda okyanus göz keskin bir hareketle önüne döndü. Para elimde kalmıştı. Ne olduğunu bile anlayamadığım kısa bir zaman diliminde gazı kökledi. Ani bir refleksle kapıyı açmak için uzandığım sırada okyanus göz benden önce davrandı ve direksiyonun yanında bulunan otomatik kilit düğmesine bastı. Bütün kapılar kilitlendi.

Sırtım arabanın hızının artmasının etkisiyle koltuğa yapışırken; kalbim kafesinden kurtulmaya meraklı hırçın bir kuş gibi çarpmaya başladı.

"Allah kahretsin!" diyen okyanus gözün sesi kalbimin melodisine eşlik etmeye başladı. Yay gibi gerilen kaşlarını dikiz aynasından görebiliyordum. Okyanus gözün yüzünde yakaladığım her kare beynimde şimşekler çakmasına sebep oluyordu. Zonklamaya başlayan başıma dayanılmaz bir ağrı saplandığında ağrıyan yerimin kalbim olduğunu fark ettim; buna anlam veremedim.

"Beni nereye götürüyorsun? Bırak beni!" diye haykırmayı akıl edebildiğimde ses tellerim benimle dalga geçer gibiydi. Korkuyla kısılan sesim çatlamıştı. Kalbimin üstünde bağdaş kuran ağrının etrafında uçuşan kelebekler hayrete düşmeme sebep oldu.

"Sakin ol. Seni kaçırdığım falan yok. Zamanımız yoktu. Arkamızdaki arabaya bak." dediği sırada çevik bir hareketle arka cama yapıştım. Beyaz ve lüks bir araba bizi takip ediyordu.

"İndiğin anda sana zarar verebilirlerdi!" Sözcüklerinin ardında sahnelenen endişe şaşkınlığıma bir yenisini daha eklemeyi başardı.

"İyi de, benimle ne işleri olur ki?"

Göz kapaklarımdan akmak için sabırsızlanan gözyaşlarımı kontrol altına almak istercesine alt dudağımı dişledim. Olduğum yere sindiğimde küçücük kalmıştım. Bedenim okyanus gözün iri bedeninin yanında, bir aslanla kıyaslanırsa; küçücük bir serçeyi andırıyordu. Heybetli kollarıyla direksiyonu sıkarken damarlar kaslarını yırtıp dışarı fırlayacak gibi görünüyordu.

Niye bilmiyorum; içimden bir ses korkmamın yersiz olduğunu fısıldadı kalbime. Göğsümün tam altında konumlanan korku saklandı bir yerlere birden bire.

Henüz soruma yanıt bile alamadan, bir el silah sesiyle birlikte istemsiz bir şekilde boğazımdan kopan çığlık bir oldu. Kısa bir süre içinde silah sesleri sıklaşmaya başladı. Tam o sırada okyanus göz direksiyonu ani hareketlerle bir sağa bir sola kırmaya başladı.

Çenemden aşağı yuvarlanan damlalar kıyafetimde bir göl oluşturduğunda ağladığımı fark ettim. Araba mümkünmüş gibi daha da hızlanırken, sürat korkum bedenimi felçliymişim gibi kilitlemeye yetmişti.

Delilik aynı şeyi defaatle yapıp farklı sonuçlar elde etmeyi ummaksa eğer, bende defalarca gözlerimi açıp kapatıyor ve yaşadığım şeyin bir kâbus olduğuna inanmak istiyordum; bir şey dışında: okyanus mavisi bir çift göz...

Kurşun kafamın hemen üstündeki arka cama isabet etiğinde ve cam parçacıkları kalbimle bir tuz buz olduğunda durumun düşündüğümden daha ciddi olduğunu anladım. Tam o sırada okyanus göz emretti:

"Ağlamayı kes ve direksiyona geç Hayat."

Efsunluymuş gibi bakan gözleri en derinlerime işlerken fısıldadım: "Adımı nerden biliyorsun?"

"Eğer soru sormaya devam edersen muhtemelen birkaç dakika içinde ölmüş olacağız."

"Sen kimsin? Bırak beni! Beni biriyle karıştırıyor olmalısınız! Benimle oyun mu oynuyorsun?" diye ağlarken hıçkırıklarımı bölen yüreğimden akan sıcacık ve tanıdık bir histi.

Bir eliyle direksiyonu tutarken diğer elini arkada bulunduğum koltuğa atmış, elimi yakalamıştı. Dokunuşu daha önce defalarca yürüdüğüm bir yolun kaybettiğim haritası gibiydi. Kırılan camdan davetsizce içeri süzülen havanın etkisiyle burnuma dolan kokusu tanıdıktı sanki.

"Hadi güzelim, geç şu direksiyona..."

Sesi bu kez beni incitmekten korkar gibiydi. Afalladım. Birbiri içine geçmiş utanç, öfke ve korku hissinin yanaklarıma pompaladığı kanın etkisiyle sızlayan yüzümü avuçlarımın arasına aldım.

"İyi de, ben araba kullanmayı bilmiyorum ki..."

" Kahretsin! Bunu nasıl da unuttum!"

Silah sesleri iyiden iyiye sıklaşmaya başladığı sırada binlerce kilo ağırlığında bir tabut taşıyormuşum gibi omuzlarımı düşürdüm. Kulaklarım aralıksız bir şekilde patlayan silah sesleriyle çınlarken zaten ağrıyan başım adamakıllı ağırlaşmaya başladı.

"Direksiyona geçemediğine göre başka çaremiz yok. Oturduğun koltuğun altında silahlar var. Seç bir tanesini. Hemen!"

Seç mi? Ben silah seçmekten ne anlardım ki! Acı bir tebessüm dudaklarıma yayılırken: "Sanırım şaka yapıyor." diye düşündüm. Zihnimi okumuş gibi cevap veren okyanus gözün ses tonu bu kez daha ciddiydi.

Gözlerinde kol gezinen bulutların arkasında alev alev yanan bir duygu gizliydi sanki. Ve o yangın beni de içine almak üzereydi. Silah sesleri ve içimde her geçen saniye bir balon gibi büyüyen korku hareketlenmeme yol açtı. Hemen ön taraftaki boşluğa kaydım. Koltuğu kaldırdığımda gördüğüm sahne daha da dehşete düşmeme sebep oldu. Gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi önümde duran onlarca irili ufaklı silaha bakarken nutkum tutuldu.

"Ölmek mi istiyorsun Hayat! Acele et dedim sana!!!"

Rastgele seçtiğim bir silahı titreyen ellerimin arasına aldığımda denizin en dibinden yukarı doğru çıkmaya başlayan bir ceset gibi ağırlaşmıştı hareketlerim.

"Şimdi ne yapacağım?"

"Arkadaki arabayı nişan al ve tetiği çek." İlk önce verdiği emri reddetmek istedim. Fakat nefesini ensemde hissettiğim ecel, şah damarımın üstüne usulca bir öpücük indirdi sanki. Ölmekten korkuyordum. Kaybolmuş bir ruhun içine hapsolan bedenim hakkı olmasa da ecelinden kaçıyordu. Silahı arkamızdaki beyaz arabaya doğrulttum. Gözlerimi kapattığım gibi tetiği çekmem bir oldu.

Kafamdaki gürültüden içimdeki sesi duyamıyordum. Olduğum yere sığamıyordum. Tenime değen hava tüm vücudumu rendeleyerek geçiyordu sanki. Gözlerimi kapattığım o bir saliselik zaman dilimi yüzünden bile yorgun hissediyordum. Balon gibi şişen gözlerim ateş ettiğim hedefi görmemi zorlaştırıyordu.

"Ne duruyorsun? Ateş etsene! Hadi! Hadi!"

Başımın tam yanından geçen kurşunun saçlarımı havalandırdığını fark ettiğimde, okyanus göze isabet edip etmediğini görmek için kafamı şoför koltuğuna doğru çevirdim. Derin bir nefes aldım. Ön cam kristal bir avizenin asılı olduğu tavandan yere düştüğü anda tuzla buz olması gibi patlamıştı. Tekrar hedefime dönüp bir el ateş ettim. Tetiğe bastığımda silahın sarsıntısını azaltmak için parmaklarımı olabildiğince sıktım. Ve yeniden ateş ettim. Bir kez daha... Bir kez daha... Ardından bir kez daha... Defalarca...

Silahın içindeki mermiler bittiğinde ruhumun derinlerinde çalan Beethoven'ın üç numaralı sonatı yerini cenaze marşına bıraktı. Gözlerim bizi takip eden arabanın yoldan çıkıp defalarca takla atmasıyla yuvalarından fırlayacakmış gibiydi. Dilim dondu, yüreğim buz kesti. Okyanus göz arabayı ani bir frenle durdurduğunda, öndeki iki koltuğun arasından fırladım.

Ne olduğunu bile anlayamadığım şu kısacık zaman diliminde tek hissettiğim; okyanus gözün ani bir hamleyle ön camdan fırlamak üzere olan bedenimi bir zırh gibi sahiplenmesi oldu. Bu küçük taksinin içinde iki büklüm olmuş bedenim az evvel işlediğim cinayetin etkisiyle sarsılmaya başladı. Buz kütleleriyle dolu bir havuzun içine girmişim gibi titriyor, dişlerimin takırtısından okyanus gözü duyamıyordum.

Bilincimi kaybetmeden önce kulağıma erişebilen tek cümle: "Özür dilerim. Yeniden karşına çıkmamalıydım..." oldu.

Üzerine yazılacak cümlelerin bilinmediği tertemiz ve beyaz bir kâğıt olduğumdan haberim yoktu. Satırlarında en ölümcül cümleleri saklayan kapkara bir kâğıttan bile daha tehlikeliydim belki de. O beyaz ve boş kâğıt çok daha tehlikeli ve kirli cümleleri üstünde hapsedebilirdi. Ve o beyaz kâğıt bendim.

Gözlerimi araladığımda bilincim yerine gelmek için çırpınırken aynı arabanın içinde olduğumu anladım. Bakışlarım camdan dışarı kaydığında havanın çoktan kararmış olduğunu fark ettim. Gök ortadan ikiye yarılmış gibi toprağa akıyordu. Uğuldayan fırtınanın tiz sesi kırık camdan usul usul kulaklarıma doluyordu. Ürperdiğimi hissettim.

Bakışlarımı bu kez yakınımdan gelen sese doğru kaydırdım.

"İyi misin?"

Hıçkırarak ağlama isteğimi reddeden beynim histerik bir kahkaha krizine girmeme sebep oldu. Deliler gibi kahkaha atmaya başladım. Sorduğu soruya yalnızca gülünebilirdi çünkü. Gözlerimden yaşlar gelene kadar, nefesim kesilene kadar, karnıma ağrılar girene kadar...

Okyanus göz omuzlarımdan tutup beni sarstığında: "Kendine gel Hayat!" diye emreden sesinde sahnelenen endişe kahkahalarımı bir bıçak gibi kesti. Sormam gereken onlarca şey arasından tutunabildiğim ilk soruyu sordum:

"Adımı nerden biliyorsun?"

Göz bebeklerinin maviliği koyulaştı. Ellerini omuzlarımdan saçlarıma kaydırdı. Bu dünya üzerindeki en nadide şeyi okşarmış gibi hareket eden parmakları zihnimde ani bir görüntünün belirmesine sebep oldu.

Zihnimde beliren görüntüyü yakalamak için göz kapaklarım birbiriyle buluştuğunda evimdeydim. Yatağımda uzanıyordum. Ve saçlarımı okşayan kişi okyanus gözdü.

"Duymak istediğine emin misin?" diyen ses gözlerimi tekrar aralamama sebep oldu. Başımı "Evet." anlamında telaşla salladım. Ve sorduğu soru zihnimde yeni bir görüntünün daha belirmesine yol açtı.

Ormanlık bir alandaydık. Okyanus gözün arkasından koşuyordum. "Söyle işte! Hadi ne söyleyecektin? Söylesene..." diye bağırırken şen kahkahalarımı şu an bile kalbimin en derinlerinde hissedebiliyordum.

"Duymak istediğine emin misin?" diye sordu okyanus göz aniden yüzünü bana çevirirken. Sonra kalbimde sahici bir sarsıntıya sebep olacak cümlesini kurdu:"Sanırım sana aşık oldum Hayat!"

Zihnimde beliren her görüntüye bir yenisi, bir yenisi daha ekleniyordu. Gözlerimde beliren her görüntü hayrete düşmeme sebep oluyor, her bir sahne ayak bileklerimden bir denizin en dibine zincirlenmişim gibi, ruhumu okyanus gözün ruhuna hapsediyordu. Sorusuna cevap verdim: "Daha önce hiç bu kadar emin olmamıştım."

Düşünceli bir şekilde bir süre kafasını kaşıyan okyanus göz aniden zihninde bir ampul belirmiş gibi gözlerime baktı. "Hiç mi hatırlamıyorsun?" derken yüzü yüzüme ağır çekim halinde yanaşmaya başlamıştı. Sağ eli yumuşak bir hareketle boynuma kaydığında ürperen tenimi saç diplerime kadar hissettim. Aynı anda hissizleştim. Hissettiklerim ve hissedemediklerim bir çığ olup kalbime yuvarlandı. Az evvel buz kesen kalbim dudaklarımız arasında bir nefeslik kadar bir mesafe kaldığında alev aldı. Tarifi imkânsız bir şekilde içimde beliren huzur beni yakarken fısıldadım: "Ne olur anlat..."

Dudaklarını yalayan nefesim, okyanus gözün irkilmesine yol açtı. Derin bir nefes aldı. "Bu kokuyu tekrar duyabilmek için senelerce bekledim."

Kurduğu her cümle beynimdeki depreme artçı etkiler yaratsa da, aynı anda zihnimde belirmeye başlayan onlarca görüntü eşliğinde kokusunu ciğerlerime doldurdum. Artık emin olduğum tek bir şey vardı: aşkın ne olduğunu bilmesem de, aşk şu an kalbimin tam ortasındaydı. Ruhu ruhuma karışmıştı.

Dudakları dudaklarımla buluştuğunda bıraktığı küçük öpücük hissettiğim hazzı körüklerken, kendime şaşırmama sebep olacak bir şekilde öpücüğüne karşılık verdim. Defalarca yürüdüğüm, pusulasını ezbere bildiğim bir yolda gibiydim. "Ne olur beni hatırla..." diye fısıldadı. Açık mavi gökyüzünde salınan rengârenk bir gökkuşağının altında gelincikler, zambaklar ve beyaz kadife çiçekleriyle dolu bir bahçede geziniyor gibiydim.

Zihnime bir ordu dolusu atlı askerler gibi hücum eden görüntüler eşliğinde, okyanus mavisi bir çift gözün içinde nefes almaya başladım yeniden. Öldüm. Sonra yeniden doğdum. Cehennem ateşlerinde kavrulan kalbimin küllerini okyanus rengi bir çift gözde yıkadım. Ve küllerimden yeniden doğdum. Ben artık o olmuştum, onun olmuştum.

"Sana benim yüzümden daha fazla zarar gelmemesi için bırakmıştım seni. O gün... Kaderin bizi ayırdığı o gün..." derken gözleri gözlerimi buldu. Yüzüme çarpan ılık nefesi gözlerimi kapatmama sebep oldu. "O gün ne oldu?" diye sorduğum an zihnimde yeni bir görüntü belirdi.

İri cüsseli ve tanımadığım iki adamın kolları arasındaydım. Okyanus göz: "Bırakın onu! Beni alın! Ona zarar verirseniz sizi yaşatmam!" diye haykırırken gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Umutsuzdu bakışları. Sinir krizi geçiren bir adamın öfkesiyle, kollarından zincirlendiği eski püskü sandalyeden kurtulmaya çabalıyordu. Ve işte o an, başımın sağ yanında bir sıcaklık hissettim. Şok haliyle iri cüsseli adamın suratına fışkıran kendi kanıma baktım. Vurulmuştum. Tam beynimden vurulmuştum.

"Nasıl hayatta kaldım?" diye sorarken gözlerimi araladım. Yüzüme bulaşan bir damla gözyaşı az evvel zihnimde sahnelenen görüntünün sahiciliği ile alakalıydı.

Okyanus göz hatırladığımı anlar gibi acı bir tebessüm etti. "Aylarca komada kaldın. Onlarca ameliyata girdin. Bir saniye bile yanından ayrılmadım, fakat hafızanı kaybettiğini öğrendiğimde..." derken alt dudağını dişledi. Dikkatimi dağıtıyordu. "Benden vazgeçtin öyle mi?" Elinden şekeri alınan küçük bir çocuk gibi dudaklarımı büktüm. Bir taşın acımasızca kalbimi ezdiğini hissettim.

Biliyordum. Hepimiz bir gün ölümün o acımasız ellerini boynumuza bir yular gibi geçirdiği anı tadacaktık. Kimimiz bir trafik kazasında, kimiz hasta yatağında... Varsın benim ölümümde seni korumak için olsun diye geçirdim içimden. Sevdiğini korumak için ölümü tatmak, ölmek için güzel bir yoldu doğrusu...

"Asla!" derken sesi yükselmişti. Düşüncelerimden dolayı kıskançlık bir köstebek misali kalbimin altını kazarak ruhuma doğru ilerlerken sordum: "Benden vazgeçmişsin, beni öylece bırakıp nasıl gidersin!" Birden aklımda belki de düşünmem gereken en son şey belirdi. Benden sonra başka biri olmuş muydu acaba? Kaşlarımı çattım.

"Seni bıraksaydım, sırf sana yakın olabilmek için bir sokak ötendeki taksi durağını satın almazdım! Bugün... Nefsime yenik düştüm ve sırf seni son bir kez yakından görebilmek için geldim bu taksiyle evinin önüne."

İçimde yeşeren filiz küçük bir çiçek açtı. "Ama kahretsin! Seni yine tehlikeye attım!" Kendiyle kavga ediyor gibi bir hâli vardı. Bana dokumayı hak etmiyormuş gibi aniden uzaklaştı. "Önemi yok..." diye fısıldadım.

"Önüne çıkan her şeyi yutan devasa bir dev dalga gibi benim geçmişim. Bir an olsun peşimi bırakmıyor! Takip edildiğimi anlayamadım! Benim yüzümden katil oldun! Benim yüzümden!" derken kemikli elleriyle yüzünü kapattı. Hıçkırıkları bu küçük arabanın içinde yankılanmaya başladı.

"Yine mi gideceksin?" Az evvel hissettiğim umut ruhumdaki karanlık sokaklara ışık tutmuştu. Fakat şimdi, ölü bir bebeğin içinde sallandığı beşik gibi bir yanıp bir sönen o umut ışığı, can vermeye başlıyordu içimde bir yerlerde. Kalbim ilk kez bu denli acıyordu.

"Gitmek zorundayım. Aynı şeyleri sana yaşatamam! Hayatına kaldığın yerden devam etmek zorundasın." derken nerden bilebilirdi kaldığım yerin onun kalbi olduğunu. Yüzünü kapattığı ellerini indirdim. Dudaklarım göz kapaklarında, nizami bir şekilde dizilmiş kirpik uçlarında, uysal bir şekilde sıralanmış kaşlarında ve bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi mükemmel olan burnunun ucunda geziniyordu. Elmacık kemikleri kızarmıştı. Çatık kaşlarının arasında belli belirsiz bir çizgi vardı. Belki de farkında olmadan alt dudağını yaladı. Bakışları dudaklarıma her değdiğinde alt dudağına küçük ısırıklar bırakıyordu. Hızlanan kalbinin atışı göğsüme küçük darbeler indiriyordu. Yüz hatlarındaki kusursuz simetri beni hayrete düşürüyordu.

"Gitme..." diye inledim. "Bu kez unutamam..."

Kolları bedenimi sardığında küçük bir serçenin aslanın kollarında şifa bulduğu bir film sahnesini hatırladım. Gülümsedim. Kendimi; kaybettiğim sıcak yuvamı bulmuş gibi hissediyordum. Elleri sırtımda gezinirken sözcükleri aksini iddia etti: "Yapamam Hayat. Hayatını riske atamam!". "Sensiz bir hayat isteyen kim?" diye yanıt verdim. Kırıldıktan sonra yapıştırılamayacak türden nadide eşyalar gibi yeniden etrafa mı saçılacaktık? Bizi bu kez bir araya getirmeye kimin gücü yeterdi?

"Senden uzaklaşmaya çalıştıkça, sana doğru sürükleniyorum..." derken nefesini tuttu. Şah damarımın üstüne bir öpücük indirdi. Ardından burnunu saçlarımın arasına gömdü.

"Her zaman seni seveceğim... Sen benim hayatımsın. Bunu unutma..." Sözcükleri veda eder gibiydi.

"Gitme..." dedim ve yüzü yüzümü buldu. Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Dudaklarımız birbiriyle sevişirken nerde olduğumu unuttum. Dudaklarımızın tadı birbirine karışırken inledim. Gözyaşlarımız birbiriyle buluşurken fısıldadım. "Gitme..."

Bir insana bedenini göstermek birkaç saniyeni alacak kadar kolay bir işken, ruhunu çırılçıplak bırakmak çok daha derin duygularla mümkün olabilirdi. Ve okyanus gözün dudakları benimle her buluştuğunda ruhumu çırılçıplak bırakmayı başarıyordu. İliklerime kadar hissettiğim saf haz duygusu bedenimden uzaklaşan bedeniyle son buldu. Gitmeye hazırlanıyordu. Veda eder gibi baktı. Tereddütten yoksundu bu kez beni delip geçen bakışları.

Ani bir hamleyle el frenini indirdim. Kapıyı açmak için kapı koluna uzanan eli havada kaldı. Araba önünde durduğumuz uçuruma doğru sürükleniyordu. Bazen sessizlik anlaşmak için en iyi yoldu. İkimizinde bakışları önümüzde uzanan uçsuz bucaksız denize sabitlenmişti.

"Kararını ver." dedim. "Benimle misin, ölmek mi istiyorsun?"

Zamansız söylenen bir şarkının en güzel nakaratı gibiydik. Güzel, fakat zamansız...

"Bunu kendine yapma." diyen okyanus göz el frenini çekmek için tek bir hamle dahi yapmadı. "Benimle olmanın ne anlama geldiğini bilmiyorsun." derken benden çok kendini ikna etmeye çabalar gibiydi. Arabanın denize uçmasına az bir mesafe kalmıştı. "Sensiz olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum ama!" derken korku damarlarımı iyiden iyiye esir almıştı.

Her seferinde yanlış durakta durmak için ısrar eden kalbim yine ayak diretmeye başlamıştı. Alışkın olduğu yanlış durağa yaklaştıkça eskisinden daha hızlı atmaya başlayan kalbim, o durağa, okyanus gözün kalbine saklanmak için can atıyordu. Okyanus gözün bilmediği şey ise bazı yanlışların en doğru yol olduğuydu.

"Benimle olmanın ne anlama geldiğini bilmiyorsun! Kim olduğumu bilmiyorsun!" diyen sesin endişesinin nedeni; belki de yaşamının son anında bile kendisi için değil, benim içindi.

"Umurumda bile değil! Gitmene izin veremem! Seni bu kez unutamam!"

"Unutursun! Unutmak zorundasın!" diyen okyanus göz el frenini denize düşmemize yaklaşık üç saniye kala çekti. Araba uçurumun kenarında zorlanarak durdu.

"Gidecek misin?" diye sordum. Onaylar gibi başını hafifçe salladı. Ölüm fermanımızı imzaladı.

Yavaş hareketlerle yüzüm yüzüne yanaşmaya başladı. Belki de onu son kez öpmek istediğimi sandı. Elleri otomatik bir şekilde saçlarıma kaydı. Nefesi nefesime dolanırken boşta kalan sol elimle, el frenini indirdim.+

Araba son hız uçurumdan aşağı doğru kayarken denizin uçsuz bucaksız koynuna atladı...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro