Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

1

Sana düştüğüm güne lanet olsun, Park Jimin.

Ev sessizdi. Seokjin, dizi çekimleri için bir aylığına şehir dışına çıkmıştı. Doksan dörtlüler hala askerdeydi. Taehyung ve Jungkook'sa aileleriyle vakit geçirmek için memleketlerine dönmüşlerdi.

Peki ev neden sessizdi? Yoongi zaten ses çıkaran bir tip değildi. Jimin neredeydi?

Yine ona gitti.

Dirseklerini dizlerine dayayarak öne eğildi ve yüzünü avuçladı. Büyük elleri yüzünden suratı görünmüyordu. Nefessiz kalıp ölmeyi diledi, böylece bu kadar çok düşünmeyecek ve acı çekmeyecekti.

Grup bir aradayken her şey daha kolaydı. Sürekli çalıştığı için düşünmeye vakti olmuyordu ve genelde Jimin'e karşı olan hislerini kağıda döküyordu. Şimdiyse ikisi, koskoca evde yalnızdı. Bang PD tatilde olduğunu ve dinlenmesi gerektiğini söyleyerek Yoongi'yi şirkete almıyordu, doğal olarak Genius Lab'den uzaktaydı. Evin onu daha çok yorduğunu göremiyor muydu? Ev beni yoruyor, diye kendi kendini onayladı Yoongi. Evim beni yoruyor.

Jimin olsa da yoruluyordu, olmasa da. Olmadığında yorgunluğuna bir de acı ekleniyordu ama, o yüzden varlığını hiçbir şeye değişemezdi. Ona sarılmamak için kendini tutuşu kollarını iki yanında uyuşturuyordu, dudakları daha önce hiç tatmadıkları dudakların özlemiyle sızlıyordu ve kulakları o güzel sözü duymaya muhtaçtı: "Ben de seni seviyorum, hyung."

Elbette, Jimin duygularından utanan biri değildi. Birini sevdiğinde gidip söyler, kollarını etrafına sarar ve yüzünü de boynuna gömerdi. Sevmeyi bile seviyordu Jimin.

Ama Yoongi'yi değil, en azından, Yoongi'nin istediği şekilde.

Yüzünü ovalayarak ellerini indirdi ve derin bir nefes aldı. Biraz daha mı uyusaydı? Keşke dertleşebileceği biri olsaydı, en azından kusmak istediği laflar boğazını böylesine tırmalamazdı.

Ayağa kalkıp odanın lambasını açtı ve en loş dereceye getirdi, günlerdir karanlıktaydı ama yazı yazabilmek için ışığa ihtiyacı vardı. PD ekipmanlarını ondan almış olabilirdi ama kağıt ve kalemine kimse dokunamazdı. Şarkı yapamıyor olsa da yazabilirdi.

Daha kalemi parmaklarının arasına yerleştireli bir saniye bile olmamışken kapısı tıklatıldı. Bu masum ve hafif tıklatılmayı nerede duysa tanırdı Yoongi. Sandalyesinde dönerken "Gir." diye seslendi ve on iki saattir odadan çıkmadığı için de iğrenç göründüğünü tam o an hatırladı. Ama çok geçti, Jimin başını araladığı kapıdan yavaşça uzatmış ve Yoongi'yi görünce de gülümsemişti. "Hyung?"

"Ne var?"

Gülüşü bir an için titrese de yaşça küçük olan adam kendini tutmayı başardı. "Kahve yaptım, beraber içmek ister misin?"

Başını sallayarak Jimin'i onayladı. "Sen git, ben geliyorum."

Jimin kapıyı kapatarak odadan ayrılınca panik içinde sandalyesinden fırladı Yoongi, gün içinde ettiği en hızlı hareket bu olduğu için de başı döndü. Duş mu alsaydı? Burnunu koltuk altına yaklaştırıp kokladı, kesinlikle duş almalıydı. Jimin noonacığına gitmeyip evde hyung'una kahve yapmıştı, biricik Yoongi hyung'u elbette onun yanına duş almadan gitmeyecekti. Jimin cuddle yapmak isterse ne olurdu sonra?

Banyoya koştu. Hayatı boyunca aldığı en hızlı duşlardan biri olmalıydı, gözüne şampuan kaçırmış, duş başlığını düşürüp her yere su saçılmasını sağlamış ve ayak serçe parmağını duşakabin kapısına çarpmıştı. Yine de dişlerini fırçalamadan mutfağa inmedi.

Jimin mutfakta değildi ve mutfak balkonunun kapısı açıktı, Yoongi de yavaşça o yöne ilerledi. İşte küçüğü oradaydı, küçük ellerinin arasına sıkıştırdığı bir kupayla dümdüz karşıya bakıyordu. Önünde öyle mükemmel bir manzara yoktu ama Yoongi Jimin'in gözlerini çok iyi tanıyordu. Jimin sadece bakıyordu o an, hiçbir şey görmüyordu.

Acaba ne düşünüyordu?

"Jimin-ah?" dedi istemsizce. Jimin şok içinde ona baktı, Yoongi'nin geldiğini duymamıştı. "Ah, hyung." dedi yüzü yavaş yavaş aydınlanırken. "Gelmeyeceksin sandım."

"Geldim işte." Hasır koltukta Jimin'in yanına oturdu, Jimin'in daha önce kokusunu sevdiğini söylediği şampuanlardan birini kullanmıştı. Küçüğü derin bir nefes alınca amacında başarılı olduğunu fark ederek kendi kendine gülümsedi, Jimin'in bakışları bir an için kıvrılan dudaklarına kaymış, sonra daha da parlayarak gözlerine dönmüştü.

Ne kadar da garipti... Jimin'i sadece gözlerine bakarken görebiliyordu. Jimin'i görebiliyordu. Gözleri onun tüm o güzelliğine açılan iki ufak pencere gibiydi. Temiz kalbine, güzel düşüncelerine ve iyi niyetine. Çok seviyordu.

Keşke sevmeseydim. "Kahvem nerede?"

"Oh." Jimin bir anda ayaklandı. "Gelmeyince soğumasın diye demliğe geri dökmüştüm. Getireyim."

"Sen otur." Yaşça küçük adamı dirseğinden yakalayıp hasır koltuğa geri oturttu. "Ben alırım."

"Ama-"

"Otur, Jimin-ah."

İsminin sonuna getirilen ekle beraber Jimin koltuğa sinmiş ve bakışlarını kirpiklerinin altından Yoongi'ye sabitlemişti. Yoongi de ölmemek için mutfağa kaçmıştı falan filan. Gri sweatshirt'ünün koluna burnunu sildi, saçları ıslak balkona çıkmıştı ve kesin hasta olacaktı. Yine de, kahvesini koca bir bardağa doldururken, hasta olacak olması daha az umurunda olamazdı. Elinde kahve kupasıyla Jimin'in yanına geri döndü, genç adamı yine düşüncelere dalmış bir halde bulmuştu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu hasır koltuğa otururken.

Jimin bakışlarını yavaşça ona çevirdi. "Geleceği."

Bu, Yoongi'nin beklediği en son cevap falandı. O daha çok "Bora noona'yı." ve onun ne kadar da harika bir dinleyici, tavsiye verici olduğunu söylemesini bekliyordu. Jimin o kadının ismini ağzından düşürmüyordu, bu saatler de genelde Bora noonacığıyla geçirdiği saatlerdi. Yoongi bu yüzden odasında acı çekiyordu işte. Ev sessizdi çünkü Jimin yoktu. Çünkü Yoongi evsizdi.

Daha ne kadar yanılabilirdi acaba? Jimin, Kim Bora'ya gitmemişti. Jimin bu cuma gecesi Kim Bora'yla beraber Gangnam'a çıkmamış, evde Min Yoongi'ye kahve yapmıştı.

Gülümseyecekti Yoongi ama tam o an hapşırmıştı. Burnunu çekti. "Pardon."

"Tutar mısın?" Jimin kupasını Yoongi'ye uzatıyordu, ne olduğunu anlamasa da Yoongi bardağı onun elinden alarak bakışlarını yarısı bitmiş koyu renkli sıvıya indirdi. Jimin'in bardağı onunkine kıyasla daha küçüktü. Jimin zaten kahve sevmezdi ki? En azından, Yoongi kadar.

Hoseok ve Namjoon askere ilk gittiklerinde Jimin'e bir demlik dolusu çay yapmıştı ve genç adamın yüzündeki ifade hala o günmüşçesine gözlerinin önündeydi. Çayın düzeltemeyeceği bir şey yok, hyung. Kendi kendine salak salak gülümsemeye başladı Min Yoongi. Eğer çayı sen yaptıysan.

Kahveyi Yoongi için yapmıştı, kendi için değil.

"Kaldır bakalım kollarını." Düşüncelerinden sıyrılarak kendine geldiğinde, kendini, Jimin'in lafını istemsiz bir şekilde dinlemiş ve kollarını kaldırmış vaziyette buldu. Jimin şimdi onun üzerine siyah, yün bir battaniye örtüyordu; beklemeden kendi de koltuğa oturdu ve Yoongi'ye sırnaşarak bedenlerinin battaniyenin altında kaybolmasını sağladı. "Teşekkür ederim." Bardağını Yoongi'nin elinden aldı ve dudaklarına götürdü.

"Gerek yoktu."

Jimin gülümsedi, Yoongi de merak etti. Yalanlarını hep fark ediyor muydu? Kalbini her kırdığında aslında dudaklarına yapışmak istediğini biliyor muydu acaba?

Hayatında bir kez olsun Jimin'e karşı dürüst olmak istedi ve boştaki elini kaldırıp kolunu genç adamın omuzlarına sardı. Jimin o kadar şaşırmıştı ki bir an kaskatı kesildi ve Yoongi'ye bakmaktan başka bir şey yapamadı. Yoongi de bu yaptığı oldukça önemsiz bir şeymiş gibi kahvesinden bir yudum aldı; şimdi bakışları Jimin'in bakarak düşüncelere daldığı noktadaydı. Geleceği.

"Neyi varmış geleceğin?" diye sordu kısık sesle. Nesi vardı o şerefsizin, yani daha fazla acı ve gözyaşından başka? Yoongi ölene kadar böyle yaşayacağını kabullenmişti.

"Bilmem." Küçüğü hafifçe omuz silkti, kolu etrafında olmasaydı Yoongi fark etmezdi bile. "Grup olarak geri dönmemize daha yıllar var ve.. bilmiyorum işte. Ya dönmezsek?"

"Kim sokuyor bu fikirleri senin kafana?" dedi Yoongi kaşlarını çatarak.

"Hyung, Seokjin hyung otuz beş yaşında. Biz geri dönene kadar... Yani.. Bilmiyorum, evlenmek ve bir aile kurmak isteyebilir."

"Evlenince ses telleri çürümeyecek, Jimin."

"Burada yaşamayacak." dedi Jimin ve onu asıl endişelendiren konunun bu olduğunu fark etti Yoongi. "Sen de yaşamayacaksın."

"Ben evlenmeyeceğim." diye kestirip attı. "İç kahveni."

Jimin acı acı gülümsedi, ya da Yoongi yine rüya görüyordu. "Ya aşık olursan?"

Ve Yoongi güldü.

O kadar büyük bir kahkaha attı ki battaniyenin bir kısmı açıldı, Jimin şaşkınlıkla onun suratına bakıyordu ve Yoongi onun yüzünü kavrayıp dudaklarını öpmeyi hiç olmadığı kadar çok istiyordu şimdi. Kendini durdurmak amacıyla kupasını dudaklarına yaklaştırdı ama dudaklarında hala büyük bir sırıtış vardı.

"Niye gülüyorsun?" dedi Jimin, ses tonu az da olsa sinirliydi.

"Aşık olmayacağım." dedi Yoongi basitçe omuz silkerek. Jimin'in yüzüne bakamıyordu ve bu yüzden küçüğünün suratında nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordu ama Jimin tekrar konuştuğunda ses tonu şaşkınlıkla doluydu. "Aromantik misin?"

"Zaten aşığım."

İşte, bomba balkonun orta yerine düşüvermişti. Konu ne ara buraya gelmişti sanki? Jimin'le bu tarz konuları hiç konuşmazlardı ki! Şimdi bir de evde yalnızlardı, Jimin bu konu hakkında merak ettiği her şeyi soracak ve Yoongi'yi köşeye sıkıştıracaktı.

Ama Jimin "Oh." demekle yetindi. "Anladım."

Bir bok anlamadın, geri zekalı.

"Ben evlenmek istiyorum." dedi Jimin bakışlarını uzaklara çevirip. Yoongi şaşırdı, neden aşık olduğu kişiyi sormuyordu? Meraklı Jimin'e ne olmuştu? Yoksa Yoongi'nin özeline saygı mı duyuyordu? Hayır, bu başka bir şeydi. Konuşurkenki yüz ifadesine baktı Yoongi, Jimin hayalindeki evin banyosunu anlatıyordu şimdi. Omuzları çökmüş, dudakları zorlukla cümle kuruyormuş gibiydi.

Jimin, üzülmüştü.

Bunca yıldır beraberlerdi, aşkı karşılıksız olsa da Yoongi bir noktada Jimin'in ailesiydi. Ve böyle önemli bir konuyu Jimin'den saklamıştı.

Jimin çok üzülmüştü.

"Hey, küçük." Lafı bölünen Jimin bakışlarını yavaşça Yoongi'ye çevirdi. O güzel gözleri şimdi dolu doluydu ve gözyaşları damlamasın diye mücadele verdiği çok beliydi. Yoongi galiba o gün içinde kendinden kırk yedinci kez nefret ediyordu. "Sorun ne?"

"Hiçbir şey." diyerek gülümsedi Jimin, gözleri kısılınca birkaç damla gözyaşı istemsizce yanaklarına damladı ve Yoongi balkondan atlamak istedi. "Hiçbir şey, hyung." Başını çevirip Yoongi'nin görmediğini sanarak hemen yanaklarını kuruladı, Yoongi de Jimin görmediğini sansın diye neden ağlıyorsun, diyemedi. Öperek kurulayamadıktan sonra, o yanakları önemsemeye hakkı var mıydı?

"Hadi yakın gelecekten konuşalım!" diye şakıdı yalnızca bir saniye sonra Jimin. Profesyonel bir yalancıydı. "Askerlikten çok korkuyorum, hyung."

"Korkmalısın."

"Yah!" Kupasını tutmayan eliyle yavaşça Yoongi'ye vurdu, hala dip dibelerdi. "Beni teselli et."

"Ben giderken sen beni teselli etmemiştin." dedi Yoongi kahvesinden bir yudum almadan hemen önce. Sonra duraksadı. "Sen beni yolculamaya bile gelmedin." Noonacığının evinde uyuyakalmıştın.

Jimin yutkunarak başını önüne eğdi ve o günden beri belki de milyonuncu defa "Özür dilerim." dedi.

"Sorun değil. Ben de seni yolculamayacağım, ödeşeceğiz."

Ama Jimin şakasına gülmemişti. Aksine, battaniyenin altındaki bedeni iyici ezilip büzüldü ve ufacık oldu. Sarf ettiği her kelimeyle sevdiği adamın kalbini kırmak zorundaydı çünkü Min Yoongi. "Dalga geçiyorum, Jimin-ah."

Yaşça küçük olan başını hafifçe salladı ama birkaç saniye boyunca bir şey demedi. Sonra da o yalancı neşeli kimliğine geri büründü. "Ben de senin gibi olur muyum?"

"Benim gibi?"

Jimin bedenini hafifçe ona çevirdi ve battaniye yüzünden görebildiği kadarıyla bakışlarını Yoongi'nin bedeninde gezdirdi. "Erkeksi."

Yoongi kıkırdadı. Kadınlardan hoşlanan sevdiği adam onu erkeksi buluyordu, ne güzel. "Jimin..."

"Ciddiyim, hyung! Omuzların genişledi ve kas yaptın, hatta boyun uzamış!"

Biraz daha güldü. "Evet, gençlik yıllarımda basketbol oynayıp da uzatamadığım boyu otuz yaşında askere gidip de uzattım."

"Ciddiyim ben." deyip somurttu Jimin. İşte şimdi onu öpmenin tam sırası, diye düşündü Yoongi. Ve elbette öyle bir şey yapmadı.

"Tamam, sen gidince senin de uzar o zaman."

"Zor muydu?"

Sensizlik mi? "Evet."

Jimin biraz daha somurttu. "Sen gittiğinde çok korkmuştum."

Yoongi'nin kaşları havalandı, küçüğü daha önce hiç böyle bir şeyden bahsetmemişti. "Efendim?"

"Görev yerin sınır çıkınca çok korkmuştum, hyung." Sol eli kahve kupasını tutarken sağ elinin işaret parmağı bardağın ağzında çemberler çiziyordu, bakışları aşağıdaydı ve konuşurken sesi kısıktı. "Sürekli haberlere çıkıyordu oradaki patlamalar."

"Ah," Kupasının dibinde kalan kahveyi de kafaya dikti Yoongi. "Anladım."

"O ölen çocuğun haberi geldiğinde çok ağlamıştım."

"Benim bölüğümden değildi, tanımıyordum ama üzücüydü, evet."

Jimin iç geçirdi, nefesi titriyordu. Tüm bunları düşünmek ona acı veriyormuş gibiydi. "Jungkook'la birbirimize sarılıp ağlamıştık ve sen telefonlarımıza ancak iki gün sonra cevap vermiştin."

Yoongi'nin dudağının kenarı kıvrıldı. "Öldüm diye grup dağıtılır falan mı sandınız?"

Kullandığı kelimeyle beraber Jimin'in nefesi kesildi ve irileşmiş gözleriyle Yoongi'ye baktı. "Bunu nasıl söylersin?"

Yoongi ne diyeceğini bilemedi. Ya ne diye ağlamışlardı?

"Hyung, özür dilerim ama," dedi Jimin keskince. "Sen geri zekalısın."




bir bölüm daha gelecek, yorum yapın lütfen 🌸

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro

Tags: #bts#yoonmin