7
Öğlenden önce Sir John'la Mrs Jennings ziyaretlerine geldi; kulübeye bir beyefendinin geldiğini duymuş, gidip misafire bir bakalım demişlerdi. Kayınvalidesinin yardımıyla Sir John çabucak keşfetti Ferrars adının F'yle başladığını; bu da sadık Elinor'a karşı zengin bir takılma madeni hazırladı ki, Edward'la tanışıklıklarının yeni olması dışında hiçbir şey hemen işletilmesini önleyemezdi. Ama yine de Mrs Jennings, Margaret'in verilerine dayanarak bazı gayet anlamlı bakışlardan nereye kadar nüfuz ettiklerini anlayıverdi.
Sir John'un Dashvvoodlar'a gelip de onları ertesi gün Park'a yemeğe ya da o akşam çaya davet etmeden gittiği vaki değildi. Şimdi de misafirlerini daha iyi ağırlamalarına katkısı olsun diye onları hem yemeğe hem çaya davet etti.
"Bu gece mutlaka bize çaya gelmelisiniz," dedi, "çünkü yapayalnız olacağız -yarın da kesinlikle bize yemeğe gelmelisiniz, çünkü geniş bir grup olacağız."
Mrs Jennings mecburiyeti artırdı. "Hem kimbilir belki dans edersiniz," dedi. "Bu sizi baştan çıkaracaktır, Miss Marianne."
"Dans!" diye haykırdı Marianne. "İmkansız! Kim dans edecek?"
"Kim mi! Sizler tabii, Careyler, Whitakerlar. Ne yani, ismi lazım değil biri gitti diye kimse dans edemez mi sandınız!"
"Keşke," diye haykırdı Sir John, "Willoughby yine aramızda olsa."
Bu ve Marianne'in yüzündeki kızarıklık Edward'da yeni şüpheler uyandırdı. "Willoughby kim?" dedi alçak sesle, yanında oturan Miss Dashwood'a.
Miss Dashwood ona kısa bir cevap verdi. Marianne'in yüz ifadesi daha çok şey anlatıyordu. Edward sadece başkalarının imasını değil, Marianne'in daha önce aklını karıştırmış bu tür ifadelerini de kavrayacak kadar deneyimliydi; misafirleri gittiği zaman hemen yanına gidip fısıltıyla şöyle dedi, "Tahminde bulunuyordum. Tahminimi söyleyeyim mi?"
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Söyleyeyim mi?"
"Elbette."
"Pekala; tahminimce Mr Willoughby avcı."
Marianne şaşırdı, bocaladı; yine de davranışının sakin cilveliliği karşısında gülümsemeden edemedi ve bir anlık sessizlikten sonra şöyle dedi,
"Ah Edward! Nasıl olur? -Ama zamanı gelince umarım... eminim ondan hoşlanacaksınız."
"Şüphem yok," diye cevapladı Edward, Marianne'in hevesliliğine ve sıcaklığına biraz şaşırıp; çünkü bunun sadece Mr Willoughby'yle Marianne arasında olan ya da olmayan bir şey üzerine dayalı arkadaşça bir şaka olmasını düşünmemiş olsa sözünü etmeye kalkmazdı.
Edward kulübede bir hafta kaldı; Mrs Dashwood daha uzun kalması için içtenlikle ısrar etti; ama işi gücü kendine eziyet etmekmiş gibi, arkadaşları arasındaki mutluluğu doruktayken gitmeye karar verdi. Son iki üç gün boyunca ruh hali yine epeyce istikrarsız olmakla birlikte bir hayli ilerleme kaydetmişti -eve ve civarına daha da yakınlık duyuyordu -gitmekten bahsederken her defasında iç geçiriyordu -yarınının bomboş olduğunu ilan ediyordu -hatta onlardan ayrıldığı zaman nereye gideceğinden bile emin olmadığını -ama yine de gitmesi gerektiğini söylüyordu. Hayatında hiçbir hafta o kadar hızlı geçmemişti -bittiğine inanamıyordu.
Böyle söyledi tekrar tekrar; başka şeyler de söyledi, duygularmdaki değişimi gösteren ve hareketlerini yalanlayan. Norland'da mutlu olamıyordu; şehirde olmaktan nefret ediyordu; ama ya Norland'a ya da Londra'ya gitmek zorundaydı. Gösterdikleri yakınlığa herşeyden çok değer veriyordu, en büyük mutluluğu onlarla birlikte olmaktı. Yine de hafta sonu onlardan ayrılmak zorundaydı, o da onlar da hiç istemese de, herhangi bir mecburiyeti olmasa da.
Elinor bu tür şaşırtıcı davranışlarını annesine yordu; karakterini pek az bildiği bir annesi olması Elinor'un işine geliyordu, çünkü annesi oğlunun her tuhaflığının genel özrü oluyordu. Öte yandan, kendisine karşı olan güvensiz davranış-
larına üzülse, sıkılsa, bazen kızsa da hareketlerini esasen samimi hoşgörüsü ve cömert anlayışıyla değerlendirme eğilimindeydi ki, aynı tutumu Willoughby için de göstersin diye annesi akla karayı seçmişti. Edward'in neşe, açıklık ve istikrar zafiyeti genel olarak bağımsız olmamasına ve Mrs Ferrars'ın tercih ve tasarılarını iyi bilmesine bağlanıyordu. Ziyaretinin kısalığı, onlardan ayrılma amacının kesinliği yine o tutsak edici eğilimden, yine annesinin suyuna gitme mecburiyetinden kaynaklanıyordu. Şu eski, sarsılmaz vazife duygusu, evlatlık göreviydi hepsinin sebebi. Elinor bu zorlukların ne zaman biteceğini, bu muhalefetin ne zaman ortadan kalkacağını bilmeyi çok isterdi, Mrs Ferrars'ın ne zaman değişeceğini ve oğlunun ne zaman mutlu olma özgürlüğüne sahip olacağını. Ama bu boş dilekleri bırakıp rahatlamak için Edward'in sevgisine duyduğu güveni tazelemeye yönelmek, Barton'da bulunduğu süre içinde bakışlarında, sözlerinde beliren her sevgi işaretini hatırlamaya, en çok da sürekli parmağında taşıdığı o iltifat dolu kanıta yönelmek zorunda kaldı.
"Bence Edward," dedi Mrs Dashwood, son sabahlarında kahvaltı ederlerken, "zamanını dolduracak, planlarına, hareketlerine anlam katacak bir mesleğin olsa daha mutlu bir adam olursun. Bazı arkadaşların bundan elbette şikayetçi olabilirler -ne de olsa onlara o kadar zaman ayıramazsın. Ama (gülümseyerek) hiç olmazsa bir konuda ciddi bir kazancın olurdu. Arkadaşlarından ayrıldığın zaman nereye gideceğini bilirdin."
"Emin olun," diye cevapladı Edward, "sizin gibi ben de bu hususu uzun uzun düşündüm. Beni meşgul edecek bir işimin, bana yön verecek ya da bağımsız olmamı sağlayacak bir mesleğimin olmaması benim için ağır bir talihsizlik oldu, halen öyle ve muhtemelen hep öyle olacak. Ama maalesef rahata düşkünlüğüm ve ailemin rahata düşkünlüğü beni böyle yaptı, yani aylak, çaresiz biri. Meslek seçimimizde hiçbir zaman fikir birliğine varmadık. Ben hep kiliseyi istedim, hala da öyle. Ama bu aileme yeterince parlak gelmedi. Onlar orduyu tavsiye ettiler. Bu da benim için fazla parlaktı. Hukukun yeterince kibar işi olduğu kabul edildi; Adliye'de bürosu olan birçok genç yüksek çevrelerde gayet iyi çıkışlar yaptılar pek bilge nutuklar atarak şehirde dolaştılar. Ama hukuka meylim yoktu, ailemin tasvip ettiği bu daha az karışık tahsile bile. Donanmaya gelince, pek modaydı ama, konu oraya geldiğinde benim yaşım epey ilerlemişti -sonunda, illa bir işe girme mecburiyetim olmadığından, sırtımda kırmızı urba olmadan da şık ve pahalı yaşayabileceğim için, aylaklık neticede en rahat ve en saygın yol olarak göründü; zaten on sekiz yaşında bir delikanlı işe girmeye arkadaşlarının hiçbir şey yapmaması tavsiyelerine karşı koyacak kadar hevesli değildir. Bir daha Oxford'a girdim; o gün bugün bir güzel aylaklık ediyorum."
"Bunun neticesinde de, herhalde," dedi Mrs Dashwood, "aylaklık sizi mutlu etmediğine göre, oğullarınızı Columella'nın oğulları gibi işe güce boğarak yetiştirirsiniz."
"Oğullarım," dedi ciddi bir vurguyla, "benden olabildiğince farklı yetiştirilecekler. Duygu, davranış, konum bakımından, her bakımdan."
"Hadi ama canım; bunlar sadece şu anki keyifsizliğin etkisi Edward. Hüzünlü bir ruh halindesiniz ve size benzemeyen herkesin mutlu olduğunu sanıyorsunuz. Unutmayın, dostlardan ayrılmanın acısını zaman zaman herkes hisseder, eğitimleri ya da mevkileri ne olursa olsun. Kendi mutluluğunuzu tanıyın. Sabırdan başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok -ya da daha hoş bir isim verelim, umut diyelim. Anneniz zamanı gelince özlem duyduğunuz bağımsızlığınızı temin edecektir; onu görevi bu; bütün gençliğinizin keder içinde heba olmasını önlemek çok geçmeden onun en büyük mutluluğu olacaktır. Birkaç ayda neler olmaz ki?"
"Bana öyle geliyor ki," diye cevapladı Edward, "aylar da geçse bana bir faydası olmayacak."
Bu ümitsiz ruh hali, Mrs Dashwood'a izah edilemediyse de, az sonra gerçekleşen vedalaşma sırasında hepsini daha da üzdü ve bilhassa Elinor'un duygulan üzerinde atlatılması zaman ve çaba isteyecek rahatsız bir iz bıraktı. Ama Elinor bunu atlatmaya ve Edward'm gidişinin bütün ailesine verdiği kederden daha fazla acı çekiyor görünmemeye kararlı olduğu için benzer durumda Marianne'in hüznünü büyütmek ve sabitlemek için sarıldığı sessizlik, yalnızlık ve avarelik arama yöntemini benimsemedi. İkisinin araçları da hedefleri kadar farklıydı ve her birinin hayatta alacağı yola eşit ölçüde uygundu.
Edward evden çıkar çıkmaz Elinor çizim masasına oturdu, bütün gün kendini meşgul etti; onun ne adını anmaya çalıştı ne de adını anmaktan kaçındı; olağan aile meseleleriyle her zamanki kadar ilgili göründü ve eğer bu davranışıyla kendi acısını azaltmadıysa da, hiç olmazsa gereksiz yere artırmadı; annesiyle kızkardeşleri de onunla uğraşmak zorunda kalmadılar.
Kendi davranışının tam tersi olan bu davranış Marianne'e kendi davranışının hatalı geldiğinden daha meziyetli gelmedi. Kendine hakim olma işini gayet kolay halletmişti -güçlü duygular olsa bu imkansız olurdu, sakin duygular olunca da zaten meziyet sayılmazdı. Ablasının duygularının sakin olduklarını inkar etmeye kalkışmıyordu, ama bunu kabul etmek yüzünü kızartıyordu; kendi duygularının gücü konusunda ise bu can sıkıcı inanca rağmen o ablayı hala severek ve ona saygı duyarak çok çarpıcı bir kanıt sunuyordu.
Ailesinden kaçıp kendini odaya kapatmadan ya da onlardan kaçınmak için kararlı bir yalnızlık içinde evi terketmeden, ya da kederlere dalmak için bütün gece uyanık yatmadan, Elinor her günün ona Edward'i ve Edward'm davranışını hem de farklı zamanlarda farklı ruh hallerinin yarattığı her muhtemel çeşitlilik içinde -sevecenlikle, acımayla, onaylamayla, kınamayla ve kuşkuyla düşünmek için yeterince boş zaman verdiğini gördü. Annesiyle kızkardeşinin yokluğu sayesinde değil de, en azından meşguliyetlerinin doğası sayesinde aralarında konuşma mümkün olmayıp her türlü yalnızlık etkisi yaratıldığında bol bol zamanı oldu. Aklı kaçınılmaz biçimde serbestti; düşünceleri başka hiçbir yere zincirlenemiyordu; geçmiş ve gelecek, böyle ilgi çekici bir konuda onun önüne gelmiş, dikkatini zorlamış, belleğini, düşünüşünü ve hayalgücünü altetmiş olmalı.
Çizim masasında otururken bu tür bir hülyadan Edward'ın onlardan ayrılmasından hemen sonra bir sabah misafirlerin gelişiyle uyandı. Yapayalnız olduğu bir andı. Evin önündeki yeşil avlunun girişindeki küçük kapının kapanışı gözlerini pencereye çekti ve geniş bir grubun kapıya yürümekte olduğunu gördü. Aralarında Sir John, Lady Middleton ve Mrs Jennings vardı, ama başka iki kişi daha vardı, bir hanımla bir bey, ikisini de tanımıyordu. Pencereye yakın oturuyordu; Sir John onu görür görmez diğerlerini kapı çalma törenine bırakıp çimenliği geçti ve onu konuşmak için pencereyi açmaya mecbur etti, pencereyle kapı arasındaki mesafe birinde konuşulunca diğerinde işitilmemeyi imkansız kılacak kadar kısa olduğu halde.
"Bak," dedi, "sana yabancı birilerini getirdim. Beğendin mi onları?"
"Susun! Sizi duyacaklar."
"Duysunlar. Palmerlar işte canım. Charlotte çok tatlıdır, emin ol. Bu yana bakarsan onu görebilirsin."
Elinor o imkanı kullanmadan da onu birkaç dakika içinde göreceğinden emin olduğu için mazur görülmeyi rica etti.
"Marianne nerede? Biz geliyoruz diye kaçtı mı? Piyanosunun açık olduğunu görüyorum."
"Yürüyüş yapıyor, galiba."
Hemen yanlarına Mrs Jennings geldi; kendi hikayesini anlatmak için kapı açılıncaya kadar bekleyecek sabrı yoktu. Bir telaş pencereye geldi, "Nasılsın, şekerim? Mrs Dashwood nasıl? Kardeşlerin nerede? Ne! Bir başına mısın! Yanında arkadaş olması hoşuna gider öyleyse. Öbür damadımla kızımı seni görmeye getirdim. Nasıl da aniden geldiler! Dün gece araba sesi duydum zannettim, oturmuş çay içiyorduk, ama onlar olabileceği hiç aklıma gelmedi. Albay Brandon'ın dönüp dönmediğinden başka şey düşünemiyordum; bir daha John'a dedim ki, galiba araba sesi duydum; belki Albay Brandon dönmüştür"-
Elinor hikayesinin ortasında başını ondan başka yana çevirmek zorunda kaldı, grubun geri kalanını karşılamak için; Lady Middleton iki yabancıyı tanıştırdı; Mrs Dashvvood'la Margaret aynı anda merdivenden indiler ve hep birlikte oturup birbirlerine baktılar; o sırada Mrs Jennings Sir John eşliğinde holden salona yürürken hikayesine devam etti.
Mrs Palmer Lady Middleton'dan birkaç yaş daha gençti ve her bakımdan ondan çok farklıydı. Kısa ve şişkoydu, çok güzel bir yüzü ve yüzünde mümkün olabilecek en hoş iyi niyet ifadesi vardı. Davranışları ablasınınki kadar zarif değildi, ama çok daha samimiydi. Gülümseyerek içeri girdi, ziyaret boyunca gülümsedi, güldüğü zamanlar hariç, ve giderken hala gülümsüyordu. Kocası yirmi beş, yirmi altı yaşında ciddi görünüşlü bir adamdı, yola yordama karısından daha fazla dikkat ediyor ama memnun olmaya ve memnun etmeye daha az istekli gibi bir havası vardı. Odaya kendine önem veren bir görünümle girdi, hanımlara hafifçe eğilerek tek kelime etmeden selam verdi, onları ve daireyi kısaca gözden geçirdikten sonra masadan gazete alıp oturduğu sürece gazete okudu.
Mrs Palmer ise, aksine, kibar ve hoşnut olma eğilimiyle donanmış biri olarak salona ve içindeki herşeye hayranlığını yağdırmaktan neredeyse fırsat bulup yerine oturamadı.
"Ya ne keyifli bir oda bu! Bu kadar güzel bir şey görmemiştim! Hatırlasana anne, son geldiğimden beri nasıl değişmiş! Her zaman buranın çok tatlı bir yer olduğunu düşünmüşümdür hanımefendi! (Mrs Dashvvood'a dönüp) Ama siz burayı son derece güzel yapmışsınız! Bak abla, herşey nasıl da keyifli! Ben de böyle bir evim olsun ne kadar isterim! Siz de istemez misiniz Mr Palmer?"
Mr Palmer cevap vermedi, hatta gözlerini gazeteden kaldırmadı bile.
"Mr Palmer beni duymuyor," dedi gülerek, "bazen duymaz işte. Çok komik!"
Bu Mrs Dashvvood için yepyeni bir fikirdi, herhangi birinin dikkatsizliğinde zeka pırıltısı bulmaya alışkın değildi ve her ikisine de biraz şaşkınca bakmadan edemedi.
Mrs Jennings bu arada elinden geldiğince yüksek sesle konuşuyor, önceki akşam kızıyla damadını görünce ne kadar şaşırdıklarını anlatmaya devam ediyordu ve herşey anlatılana kadar da durmaya niyeti yoktu. Mrs Palmer şaşkınlıklarının hatırlanmasına yürekten gülüyordu; herkes gayet hoş bir sürpriz olduğunu arka arkaya iki üç kez kabul etti.
"Onları gördüğümüze hepimiz ne kadar sevindik tahmin edebilirsiniz," diye ekledi Mrs Jennings, öne, Elinor'a doğru eğilerek ve başka hiç kimse tarafından duyulsun istemiyormuş gibi alçak bir sesle konuşarak, oysa odanın farklı yanlarında oturuyorlardı; "ama yine de keşke o kadar hızlı gelmeselerdi, o kadar uzun seyahat etmeselerdi demeden edemiyorum, çünkü iş sebebiyle Londra üzerinden dolaşıp gelmişler, çünkü biliyorsun (anlamlı anlamlı başını sallayarak ve kızına işaret ederek) onun durumunda yanlış. Bu sabah evde kalsın, istirahat etsin istedim, ama bizimle gelmekte ısrar etti; sizleri görmeyi çok arzu etti!"
Mrs Palmer güldü ve bunun ona zarar vermeyeceğini söyledi.
"Şubatta doğum bekliyor" diye devam etti Mrs Jennings.
Lady Middleton böyle bir sohbete daha fazla dayanamadı ve öne çıkıp Mr Palmer'a gazetede herhangi bir haber var mı diye sordu.
"Hayır hiçbir şey yok," diye cevap verdi Mr Palmer ve okumaya devam etti.
"İşte Marianne geliyor" diye haykırdı Sir John. "Hadi Palmer, feci tatlı bir kız göreceksin."
Hemen hole gitti, ön kapıyı açtı ve onu içeri kendisi buyur etti. Mrs Jennings ortaya çıkar çıkmaz ona Allenham'a gidip gitmediğini sordu; Mrs Palmer soruya öyle yürekten güldü ki, anladığını gösterdi. Mr Palmer onun odaya girmesi üzerine başını kaldırdı, birkaç saniye ona baktı, sonra gazetesine döndü. Mrs Palmer'ın gözleri o sırada odanın duvarlarında asılı resimlere takıldı. Resimleri incelemek için kalktı.
"Oo! Aman ne güzel şeyler bunlar! Vay! Ne keyifli! Baksana, anne, ne tatlı! Bence çok güzeller; ilelebet bakabilirim bunlara." Sonra tekrar oturdu ve çok geçmeden odada öyle şeyler olduğunu unuttu.
Lady Middleton gitmek için kalktığında Mr Palmer da kalktı, gazeteyi yerine koydu, gerindi ve etrafındakilere baktı.
"Sevgilim, uyuyor muydun?" dedi karısı gülerek.
Mr Palmer cevap vermedi; sadece odayı tekrar inceleyerek çok alçak tavanlı olduğunu, tavanın da eğri olduğunu gözlemlemekle yetindi. Sonra eğilerek selam verip diğerleriyle birlikte çıktı.
Sir John ertesi günü hep beraber Park'ta geçirmek konusunda çok ısrar etti. Onlarla kulübede yediğinden daha sık akşam yemeği yemek istemeyen Mrs Dashvvood teklifi kendi adına kesinlikle reddetti; kızları diledikleri gibi yapabilirlerdi. Ama onlar da Mr ve Mrs Palmer'ın akşam yemeklerini nasıl yediklerini merak etmiyorlar, ayrıca onlardan başka herhangi bir keyif beklemiyorlardı. O yüzden aynı şekilde mazeret beyan etmeye çalıştılar; hava kararsızdı ve iyi olacağa benzemiyordu. Ama Sir John kabul etmedi -onlara araba gönderilecekti, onlar da geleceklerdi. Lady Middleton da annelerine ısrar etmediyse bile onlara ısrar etti. Mrs Jennings'le Mrs Palmer onların ricalarına katıldılar; hepsi de aile toplantısından kaçınmak istiyor gibiydiler; genç hanımlar peki demek durumunda kaldılar.
"Niye bizi istesinler ki?" dedi Marianne, onlar gider gitmez. "Bu kulübenin kirasının düşük olduğu söyleniyor; ama onlara ya da bize her misafir geldiğinde Park'ta yemek yiyeceksek burayı çok ağır şartlarla tutmuşuz demektir."
"Bu sık davetlerle bize karşı kibar ve nazik olmaktan başka amaçlan yok," dedi Elinor; "onlardan birkaç hafta önce aldığımız davetler nasılsa bunlar da öyle. Arkadaşlıklan sıkıcı ve donuk olduysa onlar değiştiklerinden değil. Değişimi başka yerde aramamız lazım."
Ertesi gün Miss Dashwoodlar Park'm oturma odasına bir kapıdan girerlerken bir diğer kapıdan Mrs Palmer koşarak girdi, önceki gibi iyi niyetli ve neşeli görünerek. Hepsini şefkatle ellerinden tuttu ve onları tekrar gördüğü için çok mutlu olduğunu ifade etti.
"Sizleri gördüğüme çok sevindim!" dedi, Elinor'la Marianne'in arasına oturarak, "çok kötü bir gün olduğu için gelemeyebilirsiniz diye korktum, ki gelmeseniz korkunç bir şey olurdu çünkü yarın yine gidiyoruz. Gitmek zorundayız, çünkü Westonlar önümüzdeki hafta bize geliyorlar, biliyorsunuz. Gelmemiz pek ani bir şey oldu; araba kapıya yanaşıncaya kadar benim de haberim yoktu, sonra da Mr Palmer onunla Barton'a gider miyim diye sordu. Öyle tuhaf biri ki! Bana hiçbir şey söylediği yok! Daha fazla kalamadığımız için üzgünüm; mamafih çok yakında şehirde yine görüşürüz, umarım."
Böyle bir umuda son verme ihtiyacı duydular.
"Şehre gitmiyor musunuz!" diye haykırdı Mrs Palmer gülerek, "gitmezseniz feci hayal kırıklığına uğrarım. Sizin için dünyanın en güzel evini tutarım, Hanover-square'de bizim evin bitişiğinde. Gerçekten gelmelisiniz. Mrs Dashvvood insan içine çıkmak istemezse doğuma kadar size her vakit eşlik etmekten mutluluk duyacağıma eminim."
Ona teşekkür ettiler; ama tüm ısrarlarına direnmek zorunda kaldılar.
"Ah, sevgilim," diye haykırdı Mrs Palmer o sırada odaya giren kocasına"Miss Dashvvoodlar'ı bu kış şehre gelmeye ikna etmeme yardım etmelisin."
Sevgilisi cevap vermedi; hanımlara hafifçe selam verdikten sonra havadan yakınmaya başladı.
"Ne korkunç şey bu böyle!" dedi. "Bu hava herşeyi ve herkesi iğrenç yapıyor Yağmur yüzünden içerisi de dışarısı kadar sıkıcı oluyor İnsanı tanıdıklarından bile nefret ettiriyor Sir John da ne demeye evine bilardo odası yaptırmaz ki? Ne kadar az insan konfordan anlıyor! Sir John da hava kadar aptal."
Grubun geri kalanı da az sonra içeri damladı.
"Korkarım Miss Marianne," dedi Sir John, "bugün Allenham'a olağan yürüyüşünüzü yapmadınız."
Marianne çok ciddi göründü ve bir şey demedi.
"Hadi, bizim önümüzde böyle huysuzluk yapmayın," dedi Mrs Palmer; "herşeyi biliyoruz çünkü, inanın; zevkinize de ziyadesiyle hayranım, çünkü ben de onu çok yakışıklı buluyorum. Köydeki yerimiz ondan çok uzak değil, biliyor musunuz. En fazla on mildir herhalde."
"Otuza yakın," dedi kocası.
"Neyse işte, aynı şey. Evine hiç gitmedim; ama tatlı güzel bir yer diyorlar."
"Hayatımda gördüğüm en berbat yer," dedi Mr Palmer.
Marianne sessiz kaldı, yüzü söylenenlere ilgi duyduğunu ele verse de.
"O kadar kötü mü?" diye devam etti Mrs Palmer"öyleyse o kadar tatlı olan yer başka bir yerdir herhalde."
Yemek odasında oturdukları zaman Sir John topu topu sekiz kişi olmalarına hayıflandı.
"Hayatım," dedi eşine, "bu kadar az olmamız gayet kışkırtıcı. Niye Gilbertlar'a bugün bize gelmelerini söylemedin?"
"Size söylemedim mi, Sir John, daha önce sözünü ettiğiniz zaman, olmaz diye? Daha dün bizdeydiler."
"Siz ve ben, Sir John," dedi Mrs Jennings, "böyle törenlere hiç gelemiyoruz."
"O zaman çok görgüsüzsünüz," diye haykırdı Mr Palmer.
"Sevgilim, sen de herkesle çekişiyorsun," -dedi karısı her zamanki gülüşüyle. "Çok kaba olduğunu biliyor musun?"
"Annene görgüsüz diyerek kimseyle çekiştiğimi sanmıyorum."
"Olsun, beni dilediğin gibi taciz edebilirsin," dedi iyi huylu ihtiyar hanım, "Charlotte'u bir kere elimden aldın, bir daha da geri veremezsin ya. O yüzden senden daha iyi durumdayım."
Charlotte kocasının ondan kurtulamayacak olması düşüncesine yürekten güldü ve kendinden geçercesine, birlikte yaşamak zorunda oldukları için kocasının ona karşı ne kadar aksi olduğuna aldırmadığını söyledi. Kimsenin Mrs Palmer'dan daha mülayim, mutlu olmaya daha kararlı olmasına imkan yoktu. Kocasının çalışılmış kayıtsızlığı, kabalığı ve hoşnutsuzluğu ona acı vermiyordu: onu azarladığı ya da taciz ettiği zaman o dikkatini başka yere çeviriyordu.
"Mr Palmer çok tuhaftır!" dedi Elinor'a, fısıltıyla. "Her zaman keyifsizdir."
Elinor küçük bir gözlemden sonra adamın görünmek istediği kadar sahici ve tabii bir şekilde kötü huylu ya da densiz olduğunu kabul etmeye yanaşmadı. Türünün birçok başka örneği gibi güzellik lehine açıklanamaz bir tercih yüzünden çok aptal bir kadının kocası oluverdiğini farketmek mizacını acılaştırmış olabilirdi, -ama Elinor bu tür bir hatanın hiçbir makûl erkeğe ilelebet ızdırap vermeyecek kadar yaygın olduğunu biliyordu. Herkese yönelik küçümseyen davranışlarına ve önündeki herşeyi hor görmesine yol açan şeyin daha çok bir ayrıcalık dileği olduğunu düşündü. Başkalarından üstün görünme arzusuydu bu. Bu arzu da o kadar yaygındı ki şaşılacak yanı yoktu; ama densiz olmaktaki üstünlüğünü sağlamaya yarıyorlarsa da, kullandığı araçlar karısından başka kimseyi ona yakınlaştıracağa benzemiyordu.
"Ah sevgili Miss Dashvvood," dedi Mrs Palmer az sonra, "sizden ve kardeşinizden büyük bir iyilik isteyeceğim. Bu Christmas'da Cleveland'a gelip biraz kalır mısınız? Hadi n'olur gelin, -hem de Westonlar bizimleyken gelin. -Nasıl mutlu olurum bilemezsiniz! Fevkalade keyifli olur! -Sevgilim," kocasına dönüp, "Miss Dashvvoodlar Cleveland'a gelsinler istemez misin?"
"Elbette," -diye cevapladı kocası burun kıvırarak"Devonshire'e gelirken tek amacım buydu."
"İşte bakın" -dedi karısı, "görüyorsunuz, Mr Palmer da sizi bekliyor; o yüzden gelmeyi reddedemezsiniz."
İkisi de hararetle ve kararlılıkla davetini geri çevirdiler.
"Ama gayet tabii gelmelisiniz ve geleceksiniz. Eminim orayı çok seveceksiniz. -Westonlar bizimle olacak ve pek keyifli olacak. Cleveland'ın ne tatlı bir yer olduğunu tahmin edemezsiniz; artık çok neşeliyiz, çünkü Mr Palmer seçim gezileri için sürekli köyleri dolaşıyor; daha önce hiç görmediğim o kadar çok insan yemeğe geliyor ki gayet güzel oluyor! Ama zavallı adamcağız! Onun için çok yorucu! Herkese kendini sevdirmeye çalışıyor çünkü."
Elinor böyle bir vazifenin zorluğunu kabul ederken gülmemek için kendisiyle mücadele ediyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro