Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

4

Miss Dashwood'un narin bir yüzü, düzgün hatlan ve dikkat çekecek kadar hoş bir vücudu vardı. Marianne daha da güzeldi. Vücudu ablasınınki kadar orantılı olmasa da boy avantajına sahip olduğu için daha çarpıcıydı; yüzü öyle hoştu ki gündelik övgü dilinde güzel kız dense de gerçek genelde olduğundan daha az tahrif ediliyor olamazdı. Cildi gayet kumraldı, ama duruluğundan ötürü çehresi olağanüstü parlaktı; hatları düzgündü; gülümsemesi tatlı ve çekiciydi ve kapkara gözlerinde zevk duyulmadan bakılamayacak bir hayat, bir ruh, bir isteklilik vardı. Gözlerinin ifadesi ilk başta Willoughby'den esirgendi yardımını hatırlamanın yarattığı rahatsızlık yüzünden. Ama rahatsızlık geçince, neşesi yerine gelince, beyefendinin kusursuz terbiyesi içinde içtenlikle canlılığı birleştirdiğini görünce, en çok da müziğe ve dansa tutkuyla

düşkün olduğunu söylediğini duyunca ona öyle bir beğeni bakışı attı ki, geri kalan konukluğu boyunca konuşmasının en büyük kısmının kendisine yönelik olmasını temin etti.

Marianne'i sohbete çekmek için sevdiği herhangi bir eğlenceden bahsetmek yeterliydi. Bu konular açıldığı zaman sessiz kakmıyordu; tartışmada ne utangaçlık ne de sınır tanıyordu. Dans ve müzik zevklerinin ortak olduğunu, bunun da dans ve müzikle ilgili her meselede genel bir fikir uyuşmasından kaynaklandığını çabucak keşfettiler. Willoughby'nin tercihlerini daha derinlemesine incelemek için bundan cesaret alan Marianne onu kitaplar konusunda sorguya çekmeye başladı; kendi sevdiği yazarları söyledi ve onlardan öyle kendinden geçmiş bir zevkle bahsetti ki, yirmi beş yaşındaki her aklı başında delikanlı daha önce önemsememiş bile olsa bu eserlerin ihtişamına oracıkta vurulurdu. Zevkleri şaşırtıcı ölçüde benzerdi. İkisi de aynı kitapları, aynı bölümleri göklere çıkarıyordu -eğer görüş ayrılığı olur, itiraz gelirse bile Marianne'in fikirlerinin gücü ve gözlerinin parlaklığı görününce hepsi ortadan kalkıyordu. Willoughby onun tüm kararlarını kabul etti, tüm hevesine yetişti; ziyaretin bitmesine daha çok vardı ki eskiden beri tanışıyorlarmış gibi yakınlık içinde sohbet ettiler.

"Ee Marianne," dedi Elinoı; beyefendi gittiği zaman, "galiba bir sabah olsun çok iyi iş yaptın. Mr Willoughby'nin hemen her önemli meselede ne düşündüğünü öğrendin. Cowper'la Scott'ı nasıl buluyor, biliyorsun; onlardaki güzelliği gereğince takdir ettiğinden eminsin; Pope'a makul bir hayranlık duyduğuna dair her işareti aldın. Ama tüm sohbet konuları böyle apar topar ortaya atılırsa arkadaşlığınızı uzun süre nasıl ayakta tutacaksınız? Yakında sevdiğiniz her mevzuyu tüketeceksiniz. Bir sonraki görüşme beyefendinin resimde güzellik anlayışını, ikincisi evlilik görüşlerini anlatmasına yetecek, sonra da soracak hiçbir şeyin kalmayacak."-

"Elinoç" diye haykırdı Marianne, "bu adil mi? Bu şık mı? Ben o kadar kıt fikirli miyim? Niyetini anlıyorum. Çok rahat, çok mutlu, çok içten davrandım; tüm görgü kurallarına göre kusur ettim; uzak, ruhsuz, donuk ve ikiyüzlü olmam gerekirken açık ve samimi davrandım: -sadece havadan ve yollardan bahsetseydim, sadece on dakikada bir konuşsaydım bu azan işitmezdim."-

"Bir tanem," dedi annesi, "Elinor'a gücenmemelisin -sadece şaka yapıyordu. Yeni arkadaşımızla sohbetten keyif almanı engellemek isteseydi onu bizzat ben azarlardım. "-Marianne hemen yumuşadı.

Öte yandan Willoughby bu arkadaşlıktan zevk aldığına dair her belirtiyi gösterdi; açıkça arkadaşlığı ilerletmek istiyordu. Her gün onlara geldi. İlk başta Marianne'in sağlığını sorma bahanesi vardı; ama her gün daha bir nezaket kazanan karşılanışından aldığı cesaret imkansız hale gelmeden çok önce bu bahaneyi gereksiz kıldı. Marianne birkaç gün için eve mahkumdu; ama hiçbir mahkumiyet daha az sıkıcı olmamıştır. Willoughby iyi meziyetleri, hızlı hayalgücü, neşeli ruhu ve açık, sevecen tavırları olan bir delikanlıydı. Tam Marianne'in kalbini fethedecek biriydi, çünkü tüm bu özellikleriyle sadece çekici bir kişiliği değil, Marianne'in kendi örneği tarafından uyarılıp güçlendirilen ve onu Marianne'in duygularına herşeyden fazla yaklaştıran doğal bir ruh ateşini de kendinde birleştiriyordu.

Varlığı giderek Marianne'in en istisnai zevki oldu. Okudular konuştular, şarkı söylediler birlikte; ciddi müzik yeteneği vardı; Edward'ın maalesef yoksun olduğu tüm duyarlılık ve tutkuyla okuma yapıyordu.

Mrs Dashvvood'un kanısınca da Marianne'in düşündüğü kadar kusursuzdu; Elinor da onda güçlü bir şekilde kızkardeşine benzeyen ve kızkardeşini memnun eden, kişilere ve koşullara aldırmadan ne düşündüğünü her durumda fazlaca söyleme huyu dışında eleştirecek bir şey görmüyordu. Başka insanlar hakkında aceleyle hüküm vermek ve bunu ifade etmek, o an kendini verdiği meselenin keyfini bölmemek için genel kibarlığı feda etmek, usule, adaba çok kolay boşvermekle o ve Marianne ne kadar savunurlarsa savunsunlar Elinor'un onaylayamayacağı bir basiretsizlik sergiliyorlardı.

Marianne on altı buçuk yaşında kapıldığı, mükemmellik tarifine uyabilecek bir adamla karşılaşma umutsuzluğunun yersiz ve sebepsiz olduğunu kavramaya başlıyordu. Willoughby o mutsuz saatte ve daha ışıklı her dönemde hayalinde çizdiği, ona bağlanabilecek tek kişiydi; yeteneği nasıl güçlüyse, davranışları da bu yöndeki dileklerinin o kadar içten olduğunu gösteriyordu.

Delikanlının zenginliğine bakıp evlenseler diye iç geçiren annesi de bir hafta geçmeden evliliği umut etmeye, beklemeye ve Edward ve Willoughby gibi iki damat kazanmış olduğu için gizli gizli kendini tebrik etmeye başladı.

Albay Brandon'ın Marianne'e olan ve arkadaşları tarafından çabucak keşfedilen ilgisi şimdi Elinor'a ilk defa aşikar geliyordu. Arkadaşlarının dikkati ve şakaları daha talihli olan rakibine yöneldi; ötekinin herhangi bir ilgi uyanmadan önce maruz kaldığı küçük alaylar, duyguları tutkusunun haklı bir sonucu olarak gerçekten gülünç olmaya başladığı zaman sona erdi. Elinor şimdi istemese de Mrs Jennings'in kendi keyfi için Albay Brandon'a atfettiği hislerin hakikaten kızkardeşinden kaynaklandığını ve taraflar arasındaki genel bir mizaç benzerliği Mr Willoughby'nin duygularını harekete geçirmiş olsa da, aynı derecede çarpıcı bir karakter farklılığının Albay Brandon'ın gözünde engel teşkil etmeyeceğini kabul etmek zorunda kalıyordu. Bunu endişeyle gördü; çünkü otuz beş yaşındaki sessiz bir adam ne umabilirdi, yirmi beş yaşındaki kanlı canlı bir adam karşısında? Başarılı olmasını dileyemediği için, kayıtsız kalmasını can-ı gönülden diledi. Ondan hoşlanıyordu -ağırlığına, ciddiyetine rağmen onu ilgi çekici buluyordu. Tavırları ağırbaşlı da olsa yumuşaktı; ciddiyeti doğal bir kasvetlilikten çok kendini kontrol etme eğilimin sonucuna benziyordu. Sir John geçmişindeki yaraları ve hayal kırıklıklarını ima etmişti ki, bu da onun talihsiz bir adam olduğu şeklindeki sezgisini haklı çıkarıyordu; onu saygı ve acımayla düşünüyordu.

Hareketli ve genç olmadığı için ona karşı önyargılı olan ve meziyetlerine dudak büken Willoughby ve Marianne tarafından hafife alındığı için belki daha da yakınlık duyuyordu ona.

"Brandon da öyle bir adam ki," dedi Willoughby bir gün, birlikte ondan bahsederlerken, "herkes beğeniyor ama kimse umursamıyor; görmek herkesin hoşuna gidiyor, ama kimse dönüp konuşmuyor"

"Bence de aynen öyle," diye haykırdı Marianne.

"Bununla gurur duymayın ama," dedi Elinor, "çünkü ikiniz de haksızlık yapmış oluyorsunuz. Park'taki bütün ailenin saydığı biridir; şahsen onu her gördüğümde sohbet etmek için can atıyorum."

"Sizin himayenizde olması," diye cevapladı Willoughby, "onun için gayet iyi tabii; ama başkalarının saygısına gelince, başlı başına bir hakaret. Lady Middleton ve Mrs Jennings gibi kadmlar tarafından beğenilmenin itibarsızlığına kim boyun eğer, başka herkes kayıtsız kalırken?"

"Ama belki siz ve Marianne gibi insanların küçümsemesi Lady Middleton ve annesinin saygısını telafi ediyordur. Onların övgüsü eleştiri ise sizin eleştiriniz de övgü olabilir, çünkü onlar sizin önyargılı ve zalim olduğunuzdan daha düşüncesiz değiller."

"Gözdenizi savunurken iğneleyici bile olabiliyorsunuz."

"Sizin deyişinizle gözdem aklı başında bir adamdır; akıl da benim için her zaman birçok cazibeye sahip olacaktır. Evet Marianne, otuz kırk yaşındaki bir adamda bile. Dünyada çok şey görmüş, yurtdışında bulunmuş, okumuş ve düşünen bir beyni var. Türlü konularda bana pek çok bilgi verebildiğini gördüm; sorularıma her zaman kibar ve sevecen bir ilgiyle cevap verdi."

"Yani," diye haykırdı Marianne küçümsemeyle, "Doğu Hint Adaları'nda iklimin sıcak olduğunu, sivrisineklerin başa bela olduğunu söyledi."

"Öyle sorular sorsaydım şüphesiz bana öyle söylerdi, ama bunlar bana zaten daha önce anlatılmış konulan"

"Belki," dedi Willoughby, "gözlemleri mihracelere, altın rupilere ve tahtırevanlara kadar uzanıyordun"

"Şunu söyleyebilirim ki onun gözlemleri sizin samimiyetinizden daha ileriye gitmiştin Ondan niye hoşlanmıyorsunuz?"

"Hoşlanmadığım yok. Aksine, herkesin methettiği ama kimsenin dikkat etmediği gayet saygın bir adam olduğunu düşünüyorum; harcayabileceğinden çok parası, nasıl dolduracağını bilmediği kadar çok zamanı ve her sene iki yeni paltosu var."

"Ayriyeten," diye haykırdı Marianne, "ne zekası, ne zevki, ne de ruhu var. Beyninde tek bir pırıltı, hislerinde tek bir yoğunluk, sesinde tek bir ifade yok."

"Kusurlarına öyle gelişigüzel ve kendi hayalgücüne dayanarak karar veriyorsun ki," diye cevapladı Elinor, "onun hakkında söyleyebileceğim övgüler senin sözlerin karşısında soğuk ve cılız kalıyor. Sadece onun aklı başında, iyi yetişmiş, bilgili, kibar bir adam olduğunu söyleyebilirim; sevecen bir kalbi olduğuna inanıyorum."

"Miss Dashvvood," diye haykırdı Willoughby, "artık bana acımasızlık ediyorsunuz. Sözlerinizle beni etkisiz hale getirmeye ve beni irademin aksine inandırmaya çalışıyorsunuz. Ama olmaz. Siz ne kadar hünerliyseniz benim de o kadar inatçı olduğumu göreceksiniz. Albay Brandon'dan hazzetmemek için üç sağlam nedenim var: hava güzel olsun istediğim zaman beni yağmur yağacak diye korkuttu; arabamın yaylarına kusur buldu ve onu benim kahverengi kısrağımı satın almaya ikna edemedim. Bununla beraber, başka bakımlardan karakterinin kusursuz olduğuna inandığımı söylemem sizi tatmin edecekse eğer, bunu itiraf etmeye hazırım. Bana biraz acı verecek olan böyle bir itiraf karşılığında ondan yine eskisi kadar hazzetmeme ayrıcalığını benden esirgeyemezsiniz."

Mrs Dashwood da, kızları da Devonshire'e ilk geldiklerinde günlerini bu kadar kısa zamanda meşgul edecek bu kadar faaliyet olacağını, bu kadar sık davet alacaklarını, sürekli ziyaretçileri olacağını düşünmemişlerdi, o kadar ki şimdi ciddi işleri için kendilerine pek az boş zaman kalıyordu. Ama hal böyleydi. Marianne iyileştiği zaman Sir John'un tertiplemekte olduğu evdeki ve ev dışındaki eğlence planları hayata geçirildi. Park'ta özel balolar başladı; ekim yağmurları her fırsat verdiğinde göl partileri düzenlendi. Tüm toplantılara Willoughby de katıldı; bu partilere doğal olarak eşlik eden rahatlık ve samimiyet havası Dashwoodlar'la tanışıklığını ilerletebileceği, Marianne'in üstün meziyetlerine tanık olma imkanı bulabileceği, ona olan ateşli hayranlığını sergileyebileceği, Marianne'in davranışlarından da onun ona olan ilgisinin kesin işaretlerini alacağı şekilde ayarlandı.

Elinor onların yakınlıklarına şaşırmadı. Sadece o kadar ortalıkta olmamasını diliyordu; bir iki kez Marianne'e kendini toplamasını tavsiye edecek oldu. Ama Marianne serbestlik gerçek bir utanç ihtimali taşımıyorsa her türlü gizlilikten nefret ediyordu; kendi içlerinde ayıp olmayan duyguları kısıtlamayı amaçlamak ona sadece gereksiz bir çaba değil, aynı zamanda aklıjı bayağı ve hatalı görüşlere utanç verici bir biçimde köle edilmesi gibi geliyordu. Willoughby de aynı fikirdeydi ve davranışları her an fikirlerini yansıtıyordu.

Delikanlı ortadayken kızın gözü başka kimseyi görmüyordu. Her yaptığı doğruydu. Her dediği zekiceydi. Park'taki akşamları kağıt oyunuyla bitiyorsa delikanlı kendine ve masadaki herkese karşı hile yapıyor, kıza iyi bir el gelmesini sağlıyordu. Gecenin eğlencesini dans oluşturuyorsa, ikide bir eş oluyorlardı; birkaç danslığına ayrılmaları gerekince birlikte durmaya dikkat ediyorlar ve başkasıyla tek kelime etmiyorlardı. Bu davranışlar onları elbette alay konusu yapıyordu; ama alay edilmek onları utandırmadığı gibi, kızdırıyor bile değildi.

Mrs Dashvvood onların duygularına öyle bir sıcaklıkla yaklaştı ki, bu aşırı duygu gösterisine engel olası gelmedi. Ona göre bu genç ve kıpır kıpır bir ruhtaki güçlü duyguların doğal sonucundan başka bir şey değildi.

Marianne için mutluluk mevsimi gelmişti. Kalbi Willoughby'ye adanmıştı; Norland'a duyduğu ve Sussex'den yanında getirdiği derin bağlılık delikanlının varlığının Marianne'in şimdiki evine kattığı büyüyle mümkün sandığından daha çabuk hafifleyecek gibiydi.

Elinor'un mutluluğu o kadar büyük değildi. İçi rahat değildi; onların eğlencelerinden pek o kadar katıksız bir sevinç duymuyordu. Ona geride bıraktığı şeylerin yerini dolduracak ya da Norland'ı eskisinden daha az üzüntüyle düşünmeyi öğretebilecek bir arkadaş veremiyorlardı. Ne Lady Middleton ne de Mrs Jennings ona özlediği sohbetleri sunabiliyorlardı; gerçi Mrs Jennings aman vermez bir konuşmacıydı ve daha en başta ona konuşmasının büyük bir parçasının muhatabı olmasını sağlayacak bir nezaket göstermişti. Kendi hayat hikayesini Elinor'a üç dört kez tekrarlamıştı; Elinor'un hafızası düşünme yeteneği kadar güçlü olsaydı, Mr Jennings'in son hastalığının tüm ayrıntılarını, ölmeden birkaç dakika önce karısına ne dediğini tanışıklıklarının daha başında öğrenebilirdi. Lady Middleton annesinden daha makuldu, sadece daha sessiz olduğu için. Elinor onun ölçülü duruşunun, içinde aklın payı olmayan düz bir davranış sakinliği olduğunu kavramak için pek az gözleme ihtiyaç duydu. Kocasına ve annesine karşı da onlara karşı olduğu gibiydi; demek ki yakınlık aranmayacak, beklenmeyecekti. Bir gün de önceki gün demediği bir şey desin! Sıkıcılığı sabitti, çünkü ruh hali bile her zaman aynıydı; kocasının ayarladığı partilere itiraz etmiyor, herşeyin adabınca yürütülmesini sağlıyor, en büyük iki çocuğu ona eşlik ediyorduysa da bunlardan evde oturmaktan daha fazla zevk alıyora benzemiyordu; -kendi varlığı da başkalarmın aldığı zevke pek bir katkıda bulunmuyor sohbetlerine katılmıyordu, öyle ki bazen onlara aralarında olduğu sadece haylaz oğullarından dert yanmaya başlayınca hatırlatılıyordu.

Tüm yeni tanıdıkları arasında sadece Albay Brandon'da becerileri için saygı talep edebilecek, arkadaşlık ilgisi uyandırabilecek ya da dost olarak keyif verebilecek birini buldu Elinor. Willoughby söz konusu bile değildi. Elinor'un beğenisi ve ilgisi, hatta ablaca ilgisi bile onu etkilemiyordu; ama o bir sevdalıydı; tüm dikkati Marianne'deydi ve çok daha az sevimli bir adam bile etraftakilere daha sevimli gelebilirdi. Albay Brandon ne yazık ki Marianne'i düşünme cesaretinden yoksun bırakılmıştı ve kızkardeşinin mutlak kayıtsızlığının en büyük tesellisini Elinor'la sohbet etmekte buldu.

Elinor'un ona duyduğu acıma arttı, aşkın hayal kırıklığına uğraması nasıl bir ızdırap, tahmin edecek sebebi olduğu için. Bu tahmin bir akşam Park'ta diğer herkes dans ederken ikisinin ortak rızasıyla oturdukları sırada kazayla ağzından dökülen birkaç kelimeyle ortaya çıktı. Gözleri Marianne üzerinde sabitlenmişti; birkaç dakikalık bir sessizlikten sonra belli belirsiz bir gülümsemeyle şöyle dedi, "Kızkardeşiniz, anladığıma göre, ikinci arkadaşlara sıcak bakmıyor."

"Evet," diye cevapladı Elinor, "her düşüncesi öyle romantiktir ki."

"Ya da galiba olmaları imkansız sanıyor."

"Eminim öyledir. Ama iki eşi olan kendi babasının karakterini düşünmeden bunu nasıl başarıyor, bilmiyorum. Mamafih, birkaç yıl içinde görüşleri makul bir sağduyu ve gözlem temeli üzerine yerleşecek; o zaman görüşlerini tarif etmek ve haklı çıkarmak şimdikinden daha kolay olabilir, tabii kendisi dışında herhangi biri için."

"Muhtemelen öyle olacak," diye cevapladı Albay Brandon; "yine de genç bir aklın önyargılarında öyle sevimli bir şey var ki, insan daha yaygın görüşlerin kabulüne feda edildiklerini görmekten üzüntü duyuyor."

"Bu konuda size katılamayacağım," dedi Elinor. "Marianne'inki gibi duyguların yol açtığı sıkıntılar var ve dünyanın bütün heves ve cehalet büyüleri bile bunları telafi edemiyor. Marianne'in adetlerinin usul adap dinlememek gibi talihsiz bir eğilimi var; dünyayı daha iyi tanıması onun en büyük muhtemel kazancı olur diye bekliyorum."

Kısa bir sessizlikten sonra Albay Brandon şu sözlerle konuşmayı sürdürdü-

"Kızkardeşiniz ikinci bir arkadaş konusundaki itirazında hiç ayrım yapmıyor mu? Yoksa bunu herkes için aynı suç olarak mı görüyor? İlk tercihlerinde karşıdakinin sadakatsizliğinden ya da şartların olumsuzluğundan hayal kırıklığına uğrayanlar hayatlarının geri kalanında yine kayıtsız mı olmalılar?"

"Doğrusu, onun ilkelerini her ayrıntısıyla bilmiyorum. Tek bildiğim, ikinci bir arkadaşlık mazur görülebilir dediğini henüz duymadım."

"Bu," dedi Albay Brandon, "böyle gitmez; duygular değişir, tümden değişir hem de -Hayır, hayır, bunu arzu etmeyin, -genç bir aklın romantik incelikleri feda edilmek zorunda kalınınca onların yerini sık sık çok sıradan ve çok tehlikeli fikirler alır! Tecrübeden konuşuyorum. Mizacı kızkardeşinize çok benzeyen bir hanım tanırdım, onun gibi düşünür, onun gibi karar verirdi, ama mecburi değişimlerden ötürü -bir dizi talihsiz olay-" Burada ansızın durdu; çok konuştuğunu farketmiş gibi göründü ve yüz ifadesiyle, Elinor'un aklına başka türlü gelemeyecek düşüncelere yol açtı. Söz konusu hanım şüphe edilmeden muhtemelen laf arasında geçip gidecekti, Albay Brandon Miss Dashvvood'u o hanımı üzen şeylerin ağzından kaçmaması gerektiğine inandırmış olmasaydı. Albay Brandon'ın duygularını geçmişteki bir yakınlığın sevecen anılarıyla birleştirmek için hafifçe hayal etmek yetti. Elinor daha fazlasına yeltenmedi. Ama Marianne olsa o kadarla kalmazdı. Bütün hikaye onun hareketli hayalgücünde hızla yazılır ve herşey ızdıraplı bir aşkın en kederli akışı içinde geçerdi.

Elinor'la Marianne ertesi sabah birlikte yürüyüş yaparlarken Marianne ablasına ufak bir haber verdi; haber, Marianne'in tedbirsizliğini ve düşüncesizliğini zaten bildiği halde her ikisinin aşırı bir örneği olmasıyla Elinor'u şaşırttı. Marianne, Willoughby'nin ona Somersetshire'deki arazisinde bizzat büyüttüğü ve tam bir kadını taşıyacağı hesap edilmiş bir at verdiğini büyük bir zevkle söyledi. Annesinin at bakma planı olmadığını, bu hediye yüzünden kararını değiştirecek bile olsa uşak için de bir at alması, atı sürsün diye bir uşak tutması, nihayet atları sokacak bir ahır yaptırması gerekeceğini düşünmeksizin hediyeyi tereddütsüz kabul etmiş, ablasına bir keyif, bir keyif anlatıyordu.

"Seyisini bunun için hemen Somersetshire'e göndermeyi düşünüyor" diye ekledi, "geldiği zaman her gün bineriz. Sen de kullanırsın. Bir düşünsene Elinorcuğum, bu yamaçlarda dörtnala gitmek ne zevk olur."

Böyle bir mutluluk hayalinden uyanmak, meselenin sevimsiz gerçeklerini kabul etmek istemiyordu ve bir süre bunları düşünmeyi reddetti. Yeni bir uşak önemsiz bir masraftı; annesi buna asla itiraz etmezdi; uşak için hangi at olsa olurdu; her zaman Park'tan bir at bulabilirdi; ahıra gelince, basit bir saçak bile yeterdi. Elinor bunun üzerine o kadar az ya da hiç olmazsa o kadar kısa zamandır tanıdığı bir adamdan

böyle bir hediye kabul etmesinin uygun olup olmadığını sorgulamayı denedi. Ama bu kadarı çok fazlaydı.

"Yanılıyorsun Elinor," dedi Marianne sıcak bir sesle, "Willoughby'yi hiç de az tanıyor değilim. Tanışalı uzun zaman olmadı tabii, ama o dünyada annemle senden sonra en iyi tanıdığım insan. Yakınlığı belirleyen şey zaman ya da imkan değildir; -sadece karakterdir. Bazen yedi yıl yetmez bazı insanların birbirini tanımasına, ama bazılarına da yedi gün rahat rahat yeter. Ağabeyimin at hediyesini kabul etsem kendimi Willoughby'ninkini kabul etmekten daha büyük bir uygunsuzluk suçu işlemiş sayarım. Yıllarca birlikte yaşadığımız halde John'u pek az tanıyorum; ama Willoughby hakkındaki kanaatim uzun zaman önce oluştu."

Elinor bu konuya dokunmamanın daha akıllıca olacağını düşündü. Kızkardeşinin huyunu bilirdi. Böyle hassas bir konuya itiraz etmek sadece onun kendi görüşlerine daha sıkı sarılmasına yol açacaktı. Ama annesine olan sevgisine başvurunca, evin genişlemesini kabul ederse (ki muhtemelen edecekti) o fedakar annenin üstlenmek zorunda kalacağı yükleri anlatınca Marianne kısa zamanda teslim oldu; tekliften bahsederek annesini böyle düşüncesiz bir iyiliğe kışkırtmamaya ve Willoughby'ye ilk fırsatta hediyeyi reddetmek zorunda olduğunu söylemeye söz verdi.

Sözünde de durdu; Willoughby kulübeye uğradığı zaman, aynı gün Elinor alçak bir sesle hediyesini kabul etmekten üzülerek vazgeçmek zorunda kaldığını söylediğini duydu. Bu değişikliğin sebepleri de Willoughby'nin daha fazla ısrar etmesini imkansız kılacak şekilde anlatıldı. Gelgelelim Willoughby'nin üzüntüsü gayet açıktı; bunu içtenlikle ifade ettikten sonra aynı alçak sesle ekledi"Ama Marianne, şimdi kullanamasan bile at hala senin. Sen alabilene kadar senin için muhafaza ederim. Barton'dan ayrılıp daha kalıcı bir evde kendi düzenini kurunca Queen Mab seni bekliyor olacak."

Miss Dashvvood bütün bunları duydu; cümlenin tamamında, delikanlının kelimeleri telaffuz edişinde, Marianne'e sadece ilk adıyla hitap edişinde hemen aralarında kusursuz bir uyuma işaret eden çok kesin bir yakınlık, çok doğrudan bir anlam gördü. O andan itibaren sözlenmiş olduklarından şüphe etmedi ve bu inanç böylesine samimi tabiatlı kişilerce onun ya da dostlarının durumu kazaen keşfetmeye bırakılmış olmaları dışında hiçbir şaşkınlık yaratmadı.

Margaret ertesi gün ona bu durumu daha berrak bir ışık altında gösteren bir şey anlattı. Willoughby önceki akşamı onlarla geçirmişti; Margaret de salonda bir süre Marianne ve onunla yalnız kalınca sonradan çok heyecanlı bir yüzle hemen ablasına anlattığı gözlemlerde bulunma fırsatı elde etmişti.

"Ay Elinor," diye haykırdı, "sana Marianne'le ilgili bir sır söyleyeceğim. Çok yakında Mr Willoughby'yle evleneceğinden eminim."

"High-church yamacında ilk karşılaştıklarından beri hemen her gün aynı şeyi söylüyorsun; tanışalı daha bir hafta olmamıştı, Marianne'in boynunda onun resmini taşıdığından emindin; ama sadece büyük amcamızın minyatürü çıktı."

"Ama cidden bu başka bir şey. Çok yakında evleneceklerinden eminim, çünkü Willoughby bir tutam saçını taşıyor"

"Dikkat et Margaret. Kendi büyük amcasının filan saçı olmasın."

"Ama cidden Elinor, Marianne'in saçıydı. Eminim yani, çünkü çocuğu saçı keserken gördüm. Dün gece çaydan sonra, senle annem odadan çıkınca hızlı hızlı fısıldaşıp konuşuyorlardı; çocuk ona yalvarıyor gibiydi, sonra makas alıp saçından uzun bir lüle kesti, çünkü saçları sırtından aşağı dökülüyordu; sonra saç lülesini öptü, bir parça beyaz kağıda sardı ve cep defterinin içine koydu."

Bu kadar güvenle anlatılmış böyle ayrıntılara Elinor inanmazlık edemezdi; zaten inanmama eğilimde de değildi, çünkü durum kendisinin işitip gördükleriyle tastamam uyuşuyordu.

Margaret'in zekası her zaman ablasını bu kadar memnun edecek şekilde ortaya çıkmıyordu. Mrs Jennings bir akşam Park'ta onu Elinor'un gözdesi olan ve uzun zamandır merak edip durduğu delikanlının adını vermesi için sıkıştırınca Margaret ablasına baktı ve şöyle dedi, "Söylememem lazım, değil mi Elinor?"

Bu elbette herkesi güldürdü; Elinor da gülmeye çalıştı. Ama acı verici bir çabaydı. Margaret'in admı sessizce taşıyamayacağı belli bir kişi üstünde sabitlendiğini düşünüyordu; onu da artık Mrs Jennings ağzına dolar dururdu.

Marianne kızkardeşi için içtenlikle üzüldü; ama kıpkırmızı olup kızgın bir tavırla Margaret'i azarlayınca işleri daha da berbat etti.

"Unutma ki tahminin ne olursa olsun söyleme hakkına sahip değilsin."

"Tahminim filan yoktu," diye cevap verdi Margaret; "bana sen kendin söyledin."

Bu cevap herkesin neşesini iyice artırdı; Margaret'i bir şeyler daha söylesin diye sıkıştırdılar.

"Hadi lütfen, Miss Margaret, söyleyin de bilelim," dedi Mrs Jennings. "Beyefendinin adı ne?"

"Söylememem lazım hanımefendi. Ama kim olduğunu biliyorum; nerede olduğunu da biliyorum."

"Evet evet, nerede olduğunu biz de tahmin edebiliyoruz; Norland'da kendi evinde tabii. Papazın çırağıdır herhalde."

"Hayır, papazın çırağı değil. Mesleği yok."

"Margaret," dedi Marianne büyük bir sıcaklıkla, "bütün bunlar senin uydurman, biliyorsun; hayatta öyle biri yok."

"O zaman yeni ölmüştür Marianne, çünkü eskiden böyle bir adamın olduğuna eminim, adı da F'yle başlıyordu."

O sırada Lady Middleton, "Bugün de çok yağmur yağdı," tespitinde bulununca Elinor ona minnettar kaldı, müdahalenin ona gösterilen bir hassasiyetten çok Lady Middleton'ın kocasıyla annesinin pek sevdiği bu tür yakışıksız aşk meşk konulardan hiç mi hiç hoşlanmaması olduğunu bildiği halde. Yağmur konusunu o başlattıysa da başkalarının duygularına her zaman özen gösteren Albay Brandon hemen devam ettirdi; ikisi de yağmur hakkında epey bir şey söylediler. Willoughby piyanoyu açtı ve Marianne'den piyanoya oturmasını istedi; böylece farklı insanların türlü çabaları arasında mesele kapandı gitti. Gelgelelim, Elinor içine düştüğü korkudan kolay sıyrılamadı.

O akşam, ertesi gün Barton'dan on iki mil kadar uzaktaki, Albay Brandon'ın eniştesine ait ve yurtdışında olan kendisinin talimatına göre Albay Brandon olmadan gezilemeyecek çok güzel bir yeri görmeye gitmek için grup kuruldu. Arazinin hayli güzel olduğu söyleniyordu; araziyi hararetle öven Sir John makul bir yargıç sayılabilirdi, çünkü son on yıldır her yaz en az iki kez orayı gezmeye gidecek gruplar oluşturuyordu. Arazide muhteşem bir göl vardı; yelken gezisi sabah eğlencesinin büyük bölümünü sağlayacaktı; yanlarına soğuk yiyecekler alacaklardı, sadece üstü açık arabalar kullanılacaktı ve herşey keyif erbabı insanların olağan üslubunda yürütülecekti.

Yılın o zamanını düşününce gezi gruptan bazılarına cesur bir girişim gibi göründü; son on beş gündür her gün yağmur yağmıştı; -Elinor zaten soğuk algınlığı olan Mrs Dashwood'u evde kalmaya ikna etti.

Whitwell'e seyahat planlan Elinor'un umduğundan çok daha farklı sonuçlandı. Islanmaya, yorulmaya, ürkmeye hazırlanırken hadise daha da talihsiz oldu, çünkü hiç gidemediler.

Saat ona doğru bütün grup kahvaltı etmek üzere Park'ta toplanmıştı. Bütün gece yağmur yağdıysa da sabah hava güzel sayılırdı; gökyüzünde bulutlar dağılıyor, güneş sık sık çıkıyordu. Herkesin keyfi, neşesi yerindeydi, herkes mutlu olmak istiyordu, başka ihtimallerdense herkes en büyük sıkıntı ve zorluklara katlanmaya razıydı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro