3
Lady Middleton masasının zarafetinden ve evinde yaptığı tüm düzenlemelerden gurur duyardı; verdiği partilerde en büyük keyfi bu tür bir gösteriş duygusundan alırdı. Ama Sir John'un insanlardan aldığı keyif çok daha gerçekti; etrafına evinin alabileceğinden daha fazla genç toplamaktan zevk duyardı, hatta ne kadar gürültü yaparlarsa o kadar iyiydi. Civarın yeni yetme kısmı için bir nimetti o; yazın habire açık havada soğuk jambon ve tavuk partileri düzenlet; kışın da on beş yaşın bastırılmaz iştahından muzdarip olmayan her genç hanıma yetecek sıklıkta özel balolar verirdi.
Civara yeni bir ailenin taşınması onun için her zaman bir neşe kaynağıydı ve şimdi Barton'daki kulübesine bulduğu kiracılar onu her bakımdan cezbediyordu. Genç Dashwoodlar güzel ve sade kızlardı. Onun gözüne girmek için bu kadarı yeterliydi, çünkü güzel bir kızın görüntüsü kadar ruhunu da albenili yapmak için tek ihtiyacı sade olmaktı. Sir John'un dost canlısı mizacı, onu, durumları geçmişe göre talihsiz denebilecek bu insanlara barınak sağlamakla mutlu ediyordu. O yüzden kuzenlerine kibarlık göstermekten gerçek bir tatmin duyuyordu; sadece hanımlardan oluşan bir aileyi kulübesine yerleştirmekten de bir avcının duyabileceği tüm tatmini duyuyordu; çünkü bir avcı, yalnızca avcı olan hemcinslerine itibar ederse de, kendi köyünde oturmalarına izin vererek onların zevklerini teşvik etmeyi pek istemez.
Mrs Dashwood ve kızları Sir John tarafından evin kapısında karşılandılar ve sade bir içtenlikle Barton Park'a buyur edildiler; oturma odasma doğru onlara eşlik ederken genç hanımlara önceki gün sözünü ettiği, onlarla tanıştıracak parlak delikanlılar bulamamaktan duyduğu üzüntüyü tekrar etti. Orada ondan başka sadece bir bey daha göreceklerini söyledi; Park'ta kalan bir arkadaşıydı ama ne pek genç ne de pek neşeliydi. Topluluğun ufak oluşunu mazur göreceklerini umuyor, bunun bir daha olmayacağına onları temin ediyordu. Sayıyı artırmak umuduyla o sabah birkaç aileye uğramıştı, ama gece ayışığı olacağı için herkesin verilmiş bir sözü bulunuyordu. Neyse ki son anda Lady Middleton'ın annesi
Barton'a gelmişti ve gayet neşeli, uyumlu bir kadın olduğu için Sir John genç hanımların toplantıyı sandıkları kadar sönük bulmayacaklarını umuyordu. Genç hanımlar da, anneleri de toplulukta yabancı iki kişinin bulunmasından hayli tatmin olmuşlar, fazlasmı istemiyorlardı.
Lady Middleton'ın annesi Mrs Jennings iyi huylu, şen şakrak, şişman, yaşlıca bir kadmdı; çok konuşuyordu, çok mutlu görünüyordu ve biraz kaba sabaydı. Şaka ve kahkaha doluydu ve yemek bitmeden önce aşıklar ve kocalar konusunda birçok şakacı söz söylemişti; kalplerini arkada, Sussex'de bırakmadıklarını umuyordu ve tepkilerine bakmadan yüzlerinin kızardığını görmüş gibi yaptı. Ablası adına Marianne'in canı sıkıldı; bu saldırılara nasıl dayandığını görmek için gözlerini Elinor'a çevirdi, hem de öyle bir ısrarla çevirdi ki, Elinor'a Mrs Jennings'inki gibi basit bir alayın yol açabileceğinden çok daha fazla acı verdi.
Sir John'un arkadaşı Albay Brandon onun arkadaşı olmaya davranış benzerliği bakımından hiç de uygun görünmüyordu, tıpkı Lady Middleton'ın onun karısı olmaya ya da Mrs Jennings'in Lady Middleton'ın annesi olmaya uygun görünmediği gibi. Sessiz ve ciddiydi. Bununla beraber otuz beşini aştığı için Marianne'le Margaret'in gözünde tam bir müzmin bekar olduğu halde görünümü sevimsiz değildi; yüzü güzel sayılmasa da hatları düzgündü, konuşması ise gayet beyefendiceydi.
Grupta hiç kimsede Dashvvoodlar'ın arkadaşı olabileceklerini düşündüren bir şey yoktu; ama Lady Middleton'ın soğuk durgunluğu öyle iticiydi ki, onunla karşılaştırıldığında Albay Brandon'ın ciddiliği, hatta Sir John'la kayınvalidesinin şamatası bile makul geliyordu. Lady Middleton sadece gürültücü dört çocuğunun yemekten sonra odaya girmesiyle canlanıyor göründü; çocuklar orasını burasını çekiştirdiler, elbisesini yırttılar ve kendileriyle ilgili olanlar dışında her türlü konuşmaya son verdiler.
Akşamleyin Marianne müzik yeteneği olduğu anlaşılınca piyano çalmaya davet edildi. Piyanonun kilidi açıldı, herkes keyiflenmeye hazırlandı ve çok güzel şarkı söyleyen Marianne, Lady Middleton'ın evlenirken aileye getirdiği ve annesinin ifadesine göre lady hazretleri vaktiyle fevkalade piyano çaldığı, kendi ifadesine göre de pek sevdiği halde evliliği müziği bırakarak kutladığı için besbelli o gün bugün piyanonun üstünde öylece duran şarkıların çoğunu okudu.
Marianne'in performansı hayli alkışlandı. Sir John şarkı söylenirken nasıl yanındakilerle yüksek sesle sohbet ediyorsa şarkının sonunda beğenisini yine aynı yüksek sesle haykırdı. Lady Middleton insanın dikkatinin bir an bile müzikten uzaklaşabilmesine hayret ederek onu sık sık uyardı ve Marianne'den henüz söylediği bir şarkıyı söylemesini rica etti. Tüm gruptakiler içinde sadece Albay Brandon onu kendinden geçmeden dinledi. Marianne'e sadece dikkatini vererek iltifat etti; diğerlerinin müziğe utanmaz bir zevksizlikle boşverdikleri bir ortamda Marianne ona bu yüzden saygı duydu. Müzikten aldığı zevk kendisininki gibi ulvi haz seviyesine çıkmıyordu, ama diğerlerinin dehşet verici ilgisizliğinin yanında kayda değerdi; Marianne otuz beş yaşındaki bir adamın keskin duyguları ve her istisnai zevk alma gücünü artık geride bırakmış olabileceğini kabul edebilecek kadar anlayışlıydı. İnsaniyet gereği Albay'ın ileri hayat seviyesini hoş görmeye gayet sıcak bakıyordu.
Mrs Jennings duldu; kendisine ait bir serveti vardı. Sadece iki kızı vardı; ikisinin de saygın evlilikler yaptığını görecek kadar yaşamıştı ve şimdi dünyanın geri kalanını evlendirmekten başka yapacak işi kalmamıştı. Kendini var gücüyle bu amaca vakfetmişti; tanıdığı gençler arasında evlilik planları yapma konusunda hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Eğilimleri hissetmede son derece hızlıydı ve filanca delikanlı üstündeki gücünü ima ederek birçok genç kadının yüzünü kızartma ve kibrini canlandırma ayrıcalığını zevkle kullanmıştı; bu yeteneği ona Barton'a geldikten hemen sonra Albay Brandon'ın Marianne Dashwood'a sırılsıklam aşık olduğunu ilan etme imkanı verdi. Birlikte oldukları ilk akşam Marianne onlara şarkı söylerken onu o kadar dikkatle dinlemesinden şüphelenmişti; Middletonlar kulübede akşam yemeğine giderek ziyareti iade ettikleri zaman Marianne'i yine dinlemesiyle durum kesinleşmişti. Öyle olmalıydı. Bundan adı gibi emindi. Harika bir evlilik olurdu, çünkü adam zengindi, kız güzeldi. Mrs Jennings Sir John'la olan akrabalığı sayesinde tanıdığından beri Albay Brandon'ın iyi bir evlilik yaptığını görmeyi çok istiyordu; zaten her güzel kıza iyi bir koca bulmak her zaman pek hoşuna gitmişti.
Bunun kendisine sağladığı faydalar da az değildi çünkü her ikisi hakkında sonsuz şaka yapma imkanı oluyordu.
Park'ta Albay'a güldü, kulübede Marianne'e. İğneli sözleri Albay'ı kendisi açısından muhtemelen hiç etkilemedi; diğerine de önce belirsiz geldi, ama sonra maksadı anlaşılınca, saçmalığına gülsün mü, yoksa küstahlığına kızsın mı bilemedi, çünkü Albay'ın ileri yaşına ve müzmin bekar olarak umutsuz haline nezaketsizlik olduğunu düşündü.
Kendisinden beş yaş genç bir adamı kızının gençlik dolu zihnine göründüğü kadar aşırı ihtiyar bulmayan Mrs Dashwood Mrs Jennings'in adamın yaşını şaka konusu yapmak istiyor olma ihtimalini kabul etmeye yanaşmadı.
"Ama anne, maksatlı bir kötü kalplilik olduğunu düşünmesen bile, en azından suçlamanın tuhaflığını inkar edemezsin. Albay Brandon açıkça Mrs Jennings'den daha genç, ama babam olacak yaşta; vaktiyle aşık olacak enerjisi olduysa bile artık o tür duyguları unutacak yaşa gelmiş. Çok gülünç! İhtiyar ve kötürüm olmak yetmiyorsa insanı böyle bir alaydan ne korur?"
"Kötürüm mü!" dedi Elinor, "Albay Brandon'a kötürüm mü diyorsun? Sana annemden çok daha yaşlı göründüğünü tahmin edebiliyorum, ama elini ayağını hala kullanabildiği konusunda kendini kandıramazsın!"
"Romatizmadan şikayet ettiğini duymadın mı? bu ihtiyarlığın en tipik alameti değil midir?"
"Yavrucuğum," dedi annesi gülerek, "o halde ben çürüyüp gidiyorum diye her an dehşet duyuyor olmalısın; demek ki kırk yaşına gelmiş olmam sana mucize gibi görünüyor."
"Anneciğim, beni anlamıyorsun. Albay Brandon'ın dostlarına onu bugün yarın kaybedeceklerini düşündürtecek kadar yaşlı olmadığını biliyorum. Yirmi yıl daha yaşayabilir. Ama otuz beş yaşın da artık evlilikle işi olmaz yani."
"Belki," dedi Elinor, "otuz beş yaşla on yedi yaşın aynı evlilikte işi olmamalı. Ama yirmi yedi yaşında hala bekar olan bir kadın çıkarsa, o zaman Albay Brandon'ın onunla evlenmesine kimsenin itirazı olmaz sanırım."
"Yirmi yedi yaşında bir kadın," dedi Marianne, bir an düşündükten sonra, "artık kimsede heyecan uyandırmayı bekleyemez; evi rahatsızsa, geliri ufaksa bence kendini bakıcılık gibi bir işe razı edebilir, hiç olmazsa evliymiş gibi güvende olur. Albay Brandon'ın böyle bir kadınla evlenmesi hiç de uygunsuz olmaz. Gayet işe yarar, herkes de memnun kalır. Benim gözümde bu evlilik olmaz; ama olmasın. Bence sadece karşılıklı çıkar üzerine kurulu ticari bir alışveriş olur."
"Seni yirmi yedi yaşındaki bir kadının," diye cevap verdi Elinor, "otuz beş yaşındaki bir adam için aşka yakın bir şey hissedebileceğine, onu kendine sevimli bir hayat arkadaşı olarak görebileceğine inandırmam imkansız olur, biliyorum. Ama Albay Brandon'la eşini adamcağız dün (üstelik çok soğuk, rutubetli bir gündü) omzundaki hafif romatizma ağrısından şikayet etti diye hasta odasına mahkum etmene itiraz etmek zorundayım."
"Ama iç fanilası giymekten bahsetti," dedi Marianne, "bana göre iç fanilası ağrıları, krampları, romatizmaları ve yaşlılara, güçsüzlere tebelleş olan öteki hastalıkları akla getiriyor."
"Sadece şiddetli ateşi olsaydı onu bunun yarısı kadar bile küçümsemezdin. itiraf et Marianne, yüksek ateşli birinin kızarmış yanaklarında, baygın gözlerinde ve hızlı nabız atışlarında seni cezbeden bir şey yok mu?"
Bundan hemen sonra Elinor odadan çıkınca, "Anne," dedi Marianne, "hastalık konusunda senden saklayanlayacağım bir tedirginliğim var. Edward Ferrars'ın iyi olmadığından eminim. Biz buraya geleli neredeyse on beş gün oldu, hala gelmedi. Bu olağandışı gecikmeye sadece gerçek bir engel yol açmış olabilir. Onu Norland'da başka ne tutabilir ki?"
"Bu kadar çabuk geleceğini mi düşünüyordun?" dedi Mrs Dashwood. "Ben düşünmüyordum. Aksine, konuyla ilgili tek endişem varsa o da çocuğun Barton'a gelmesinden bahsettiğim zaman davetimi kabul etmek konusunda biraz isteksiz görünmüş olması. Elinor onu bekliyor muydu?"
"Konuyu hiç açmadım, ama elbette bekliyor olmalı."
"Bence yanılıyorsun, çünkü dün boş yatak odasının şöminesine yeni ızgara almaktan bahsettiğim zaman acelesi yok dedi, odanın daha bir süre kullanılma ihtimali yokmuş."
"Ne kadar tuhaf! bunun anlamı ne olabilir! Ama birbirlerine olan davranışlarının izahı yok! Son vedalaşmaları nasıl soğuk, nasıl mesafeliydi! Birlikte oldukları son akşam sohbetleri ne kadar cansızdı! Edvvard'ın vedasına bakarsan Elinor'la benim aramda hiçbir fark yoktu; sanki ikimize karşı müşfik bir ağabey gibi iyi dileklerini sundu. Son sabah onları iki kere mahsus yalnız bıraktım, çocuk anlaşılmaz şekilde ikisinde de arkamdan dışarı çıktı. Elinor, Norland'dan ve Edward'dan ayrılıyoruz diye benim kadar ağlamadı. Şimdi bile sakinliğinde hiçbir oynama yok. Ne zaman hüzünlü ya da kederli oldu ki? Ne zaman insanlardan kaçtı, ne zaman insan içinde rahatsız, keyifsiz göründü ki?"
Dashwoodlar artık Barton'a gayet rahat bir şekilde yerleşmişlerdi. Ev, bahçe, çevrelerindeki tüm nesneler artık tanıdık geliyordu; Norland'a yarı cazibesini veren gündelik meşgaleler babalarının kaybından sonra Norland'ın sunabildiğinden çok daha büyük bir keyifle tekrar ele alındı. İlk on beş gün boyunca her gün onları ziyaret eden ve evde fazla meşgale görmeye alışkın olmayan Sir John Middleton onları her zaman meşgul görmekten duyduğu hayranlığı saklayamadı.
Barton Park sakinleri dışında fazla misafirleri yoktu; çünkü Sir John'un komşularla daha fazla kaynaşmaları için yaptığı ısrarlı tembihlere ve arabasının emirlerinde olduğu şeklindeki tekrarlanan teminatlarına karşm Mrs Dashwood'un ruh bağımsızlığı çocukları için duyduğu cemiyet ihtiyacına baskın geliyordu; yürüme mesafesi ötesindeki her aile ziyaretini kararlılıkla reddediyordu. Ve böyle sınıflanabilecek sadece birkaç aile vardı, bunların da hepsi ulaşılabilir durumda değildi. Kulübeden bir buçuk mil kadar uzakta, daha önce tarif edilen Barton vadisinden çıkan dar, kıvrımlı Allenham vadisi boyunca kızlar ilk yürüyüşlerinden birinde onlara bir parça Norland'ı hatırlatarak hayalgüçlerini cezbeden ve içlerinde onu daha iyi tanıma isteği uyandıran eski, saygın görünümlü bir konak keşfetmişlerdi. Ama soruşturunca, çok iyi kalpli yaşlı bir bayan olan sahibinin ne yazık ki dünyaya karışamayacak kadar hasta olduğunu ve evden hiç çıkmadığını öğrenmişlerdi.
Çevrelerindeki bütün arazi güzel yürüyüş yollarıyla doluydu. Kulübenin hemen her penceresinden onları zirvelerindeki havanın tadını çıkarmaya davet eden yüksek yamaçlar aşağıdaki vadilerin çamuru daha üstün güzellikleri yasakladığı zaman hoş bir seçenek sunuyordu; güzel bir sabah, sağanak yağışlı bir gök altında parçalı güneş ışığının cazibesine kapılan ve önceki iki günün aralıksız yağmurunun yol açtığı tutsaklığa daha fazla dayanamayan Marianne'le Margaret adımlarını bu tepelerden birine yönelttiler. Hava Marianne'in gün boyu bozmayacağını, tüm tedirgin edici bulutların tepeden çekildiğini söylemesine rağmen diğer ikisini kalemlerinin ve kitaplarının başından kaldıracak kadar cazip değildi; bunun üzerine iki kız birlikte yola çıktılar.
Neşeyle yamaçları indiler, mavi göğü her gördüklerinde katettikleri mesafeden mutlu oldular; sert güney-batı rüzgarının canlandırıcı esintilerini yüzlerinde hissettikleri zaman anneleriyle Elinor'u bu keyifli duyguları paylaşmaktan alıkoyan korkulara esef ettiler.
"Dünyada," dedi Marianne, "bundan daha büyük bir mutluluk var mıdır? -Margaret, en az iki saat yürüyelim."
Margaret kabul etti; rüzgara karşı yollarına devam ettiler, güle oynaya rüzgara yirmi dakika daha karşı koyarak; sonra ansızın yukarıda bulutlar toplandı ve üstlerine sıkı bir yağmur indi. Şaşırdılar, üzüldüler, istemeseler de geri dönmek zorunda kaldılar, çünkü evlerinden daha yakın bir sığınak yoktu. Yine de onları teselli eden bir şey kaldı, ki o anın mecburiyeti içinde her zamankinden daha makul görünüyordu; bu da dağın hemen bahçelerinin kapısına inen dik yamacından aşağı var güçleriyle koşmaktı.
Harekete geçtiler. Marianne hemen öne geçti, ama yanlış bir adım atınca ansızın yere yapıştı; ona yardım etmek için kendini durduramayan Margaret elinde olmadan koşmaya devam etti ve düzlüğe sağ salim ulaştı.
Etrafında iki puanterin oyun oynadığı tüfekli bir beyefendi yamaçtan yukarı çıkıyordu ve kaza olduğunda Marianne'e birkaç adım uzaktaydı. Tüfeğini yere bırakıp yardımına koştu. Marianne yerden kalkmıştı, ama düşünce ayağı burkulmuştu ve zor ayakta duruyordu. Beyefendi yardım teklif etti ve utangaçlığı yüzünden durumunun gerekli kıldığı şeyi reddettiğini kavrayınca gecikmeksizin onu kollarına aldı ve yamaçtan aşağı taşıdı. Sonra Margaret'in açık bıraktığı bahçe kapısından geçip onu doğruca eve getirdi, zaten Margaret de ancak gelmişti, ve oturma odasında bir koltuğa yerleştirinceye kadar onu kucağından bırakmadı.
Elinor'la annesi onlar içeri girince şaşkınlık içinde ayağa kalktılar; gözleri apaçık bir hayretle ve beyefendinin görünümünden kaynaklanan gizli bir hayranlıkla onlar üzerinde sabitlenmiş haldeyken beyefendi davetsiz gelişi için özür diledi, neden geldiğini anlattı; tarzı öyle içten ve öyle zarifti ki, olağandışı yakışıklı olan görüntüsü sesinden ve ifadesinden ek bir cazibe kazanıyordu. Yaşlı, çirkin ve kaba saba bile olsaydı, çocuğuna ilgi gösterilmesi Mrs Dashwood'un minnettarlığını ve nezaketini sağlama almaya yeterdi; ama gençliğin, güzelliğin ve zarafetin etkisi, harekete, onun gönlünü fetheden bir farklılık kattı.
Beyefendiye tekrar tekrar teşekkür etti; her haline eşlik eden bir letafetle onu oturmaya davet etti. Ama beyefendi kirli ve ıslak olduğu için bunu reddetti. Mrs Dashwood bunun üzerine kime teşekkür borçlu olduğunu bilmek istedi. Adı, dedi beyefendi, Willoughby'ydi, halen evi Allenham'daydı, hanımefendinin ona yarın Miss Dashvvood'un sağlığını sormak üzere uğrama izni bahşedeceğini umut ediyordu. İzin hemen bahşedildi ve beyefendi kendini daha da ilgi çekici kılmak istercesine ağır bir yağmur altında oradan ayrıldı.
Beyefendinin erkekçe güzelliği ve olağandışı zarafeti bir anda genel hayranlık konusu oldu; gözüpekliğinin Marianne etrafında yarattığı şakacılık dış görünümünün cazibesiyle ayrı bir ruh kazandı. Marianne yüzünü ötekilerden daha az görebilmişti, çünkü onu havaya kaldırdığı zaman yüzünü kızartan şaşkınlık eve girdikten sonra onu gözlemleme gücünü yok etmişti. Ama ötekilerin hayranlığına katılmasına yetecek kadar görmüştü, hem de övgülerini her zaman süsleyen bir enerjiyle. Beyefendinin yüzü ve havası hayalgücünün en sevdiği hikayenin kahramanı için çizdiğine denkti; onu resmiyete pek oralı olmadan eve taşımasında bir düşünce hızı vardı ki, hareketi bilhassa cazip gösteriyordu. Beyefendiye ait her ayrıntı ilgi çekiciydi. Adı iyiydi, evi sevdikleri köydeydi; Marianne çok geçmeden tüm erkek kıyafetleri içinde en hoş olanın av ceketi olduğunu farketti. Hayalgücü meşguldü, düşünceleri keyifliydi ve burkulmuş bileğin acısını duymazdan geldi.
Sir John o sabah hava tekrar aralanıp dışarı çıkmasına izin verir vermez onları ziyaret etti; Marianne'in kazası ona anlatılıp Allenham'da Willoughby adında bir bey tanıyıp tanımadığı soruldu.
"Willoughby!" diye haykırdı Sir John; "yani, şimdi köyde mi? İşte bu iyi haber; yarın oraya gider, perşembe günü için yemeğe davet ederim."
"O halde onu tanıyorsunuz," dedi Mrs Dashvvood.
"Tanımak mı? Tabii ki tanıyorum. Her sene buralara gelir."
"Nasıl biri?"
"En alasından biri, emin olun. Çok iyi nişancı; İngiltere'de ondan daha cesur binici yoktur."
"Onun için tüm söyleyebileceğiniz bu mu?" diye haykırdı Marianne, hiddetle. "Daha yakından tanıyınca davranışları nasıl? Zevkleri, yetenekleri, üstünlükleri neler?"
Sir John biraz şaşırdı.
"Valla," dedi, "o kadarını bilmem. Ama efendi, terbiyeli adamdır; gördüğüm en güzel siyah dişi puanter onunki. O da yanında mıydı bugün?"
Ama Marianne onu Mr Willoughby'nin puanterinin rengi konusunda onun Mr Willoughby'nin tabiatının ayrıntıları konusunda tatmin edebildiğinden daha fazla tatmin edemedi.
"Peki kimdir?" dedi Elinor. "Nereli? Allenham'da evi mi var?"
Bu konuda Sir John daha kesin bilgi verebiliyordu; onlara Mr Willoughby'nin köyde kendi mülkü olmadığını, sadece Allenham Court'a, akrabası olan ve mülkünün mirasçısı olduğu yaşlı bir bayanı ziyarete gelince orada kaldığını söyledi ve ekledi, "Evet, evet, yakalamaya değer biri olduğunu söyleyebilirim, Miss Dashvvood; ayrıca Somersetshire'de de kendinin küçük güzel bir mülkü var; yerinizde olsam bütün bu dağda düşme işlerine rağmen onu kardeşime bırakmazdım. Miss Marianne bütün erkekleri kendine saklamayı umut etmemeli. Dikkat etmezse Brandon'ı kıskandıracak."
"Mr Willoughby'nin," dedi Mrs Dashvvood, "kızlarımdan herhangi birinin yakalamak dediğiniz türden teşebbüsleriyle taciz edileceğini sanmıyorum. Onlar böyle bir terbiyeyle yetiştirilmediler. Ne kadar zengin olurlarsa olsunlar erkekler bizim yanımızda gayet emniyettedirler Bununla beraber, sözlerinizden arkadaşlık edilmeye uygun, saygın bir delikanlı olduğunu memnuniyetle öğrendim."
"En alasından biri kanımca," diye tekrarladı Sir John. "Geçen Christmas'da Park'taki ufak bir eğlencede saat sekizden dörde kadar bir kez oturmadan dans etti."
"Öyle mi?" diye haykırdı Marianne, kıvılcım saçan gözlerle, "peki zarafeti, heyecanı var mıydı?"
"Evet; üstelik saat sekizde ava çıkmak için tekrar kalktı."
"İşte bundan hoşlandım; bir delikanlı tam böyle olmalı. Uğraşı ne olursa olsun sınırsız bir hevesle yapmalı ve yorgun düşmemeli."
"Bak, bak, durum anlaşıldı," dedi Sir John, "durum iyice anlaşıldı. Sen şimdi onu tavlamaya çalışacaksın ve zavallı Brandon'a yüz vermeyeceksin."
"Bu ifadeden, Sir John," dedi Marianne, sıcak bir sesle, "hiç hoşlanmıyorum. Kinayeli tüm bayağı sözlerden nefret ederim; 'birini tavlamak' ya da 'birini elde etmek' ise en iğrençleri. Anlamları ağır ve densiz; uydurulduğunda hoşa gittiyse bile zaman tüm hoşluklarını çoktan yoketmiş."
Sir John bu kınamayı pek anlamadı; ama anlamış gibi var gücüyle güldü, sonra cevap verdi,
"Bana kalırsa öyle ya da böyle yeterince kalp çalacaksın. Zavallı Brandon! şimdiden gayet çarpılmış; bütün bu tökezleme, bilek burkma işlerine rağmen size diyebilirim ki o da gayet tavlamaya değer biridir."
Margaret'in isabetli değilse de incelikli bir şekilde Marianne'in koruyucusu dediği Willoughby bizzat bilgi edinmek için ertesi sabah erkenden kulübeye uğradı. Mrs Dashvvood tarafından ziyadesiyle kibar bir şekilde karşılandı, Sir John'un onunla ilgili anlattıklarının ve kendi minnettarlığının yarattığı bir sevecenlikle; ziyaret sırasında olup biten herşey Willoughby'yi kaza sonucu tanıştığı ailenin akıllı uslu, nazik, birbirine bağlı ve hali vakti yerinde olduğuna ikna etti. Kişisel cazibelerinden emin olmak için ikinci bir görüşmeye ihtiyaç duymamıştı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro