Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

21

Elinor umduğunun aksine sonraki iki üç günde Marianne'in eskisi gibi güç kazanmaya devam etmediğini gördü; ama kararlılığıazalmadığı, hala neşeli ve rahat görünmeye çalıştığı için ablasızamanın sağlığı üzerindeki etkisine güvenmeye devam edebilirdi.

Margaret geri döndü ve bütün aile tekrar birbirine kavuştu, tekrar sakince kulübeye yerleşti; olağan işlerine Barton'a ilk geldikleri zamanki gayretle sarılmadılarsa da en azından gelecekte daha büyük bir gayretle sarılma planları yaptılar.

Elinor, Edward'dan haber almak için sabırsızlanıyordu. Londra'dan ayrıldığından beri onunla ilgili bir şey duymamıştı, ne planlarına dair yeni bir şey, ne de şimdiki evine dair. Marianne'in hastalığı dolayısıyla ağabeyiyle mektuplaşmıştı; John'un ilk mektubunda şöyle bir cümle vardı: -"Talihsiz Edward hakkında hiçbir şey bilmiyoruz, böyle yasak bir konuda soru da soramıyoruz, ama hala Oxford'da olduğunu tahmin ediyoruz;" mektuplardan Edward hakkında tüm öğrenebildiği buydu; sonraki mektuplarda adı bile geçmiyordu. Bununla beraber, Elinor onun ne yaptığı konusunda uzun süre bilgisiz kalmaya mahkum değildi.

Bir sabah uşaklarını iş için Exeter'e göndermişlerdi; uşak masanın yanında dikilmiş hanımının yolculukla ilgili sorularına cevap verirken kendiliğinden şunu da söyleyiverdi-

"Herhalde duymuşunuzdur hanımefendi, IvL ı'errars evlenmiş."

Marianne bir anda irkildi, gözlerini Elinor'a dikti, onun sarardığınıgördü ve isteri krizi içinde sandalyesine yığıldı. Uşağın sorusuna cevap verirken gözleri sezgisel olarak aynı yöne dönmüş olan Mrs Dashwood, Elinor'un yüzünden ne kadar acı çektiğini görünce sarsıldı, hemen arkasından Marianne'in durumuna şaşırdı ve ilk ilgiyi hangi çocuğuna göstersin, bilmedi.

Sadece Miss Marianne'in hasta düştüğünü gören uşak akıllıca davranıp hizmetçilerden birini çağırdı; hizmetçi Mrs Dashwood'un yardımıyla koluna girerek onu dieer odaya götürdü. O zamana kadar Marianne biraz kendine gelmişti ve annesi onu Margaret'le hizmetçiye emanet edip Elinor'a döndü; Elinor hala darmadağın olsa da aklını ve sesini kullanabilecek kadar düzelmiş, Thomas'a bilgi kaynağı konusunda soru sormaya başlamıştı. Mrs Dashwood hemen bütün o işi üstüne aldı, Elinor da soru sormakla yorulmadan cevap almanın rahatlığını tattı.

"Mr Ferrars'ın evlendiğini sana kim söyledi Thomas?"

"Bu sabah Exeter'de Mr Ferrars'ı kendim gördüm efendim, hatta hanımını da, Miss Steele'i yani. New Lincoln Hanı'nın kapısında bir arabadaydılar, ben de Park'taki Sally'den postacı ağabeyine haber götürmek için oraya gittiydim. Arabanın yanından geçerken başımı kaldıracak oldum, bir de ne göreyim, küçük Miss Steele; bir daha şapkamı çıkardım, o da beni tanıdı, bana seslendi, sizi ve genç hanımları sordu efendim, bilhassa Miss Marianne'i, ve size kendisinin ve Mr Ferrars'ın en içten selamlarını söylememi istedi, gelip sizi görecek zamanları olmadığı için üzgünlermiş, çok aceleleri varmış, çünkü gidecek biraz daha yollan varmış, ama döndükleri zaman elbette gelip sizi göreceklermiş."

"Ama sana evlendiğini söyledi mi Thomas?"

"Evet efendim. Gülümsedi, oralara son geldiğinden beri ismini değiştirdiğini söyledi. Kendisi her zaman çok sıcakkanlı ve açık sözlü bir genç hanım olmuştur ve çok medeni davranmıştır. O yüzden ben de ona mutluluklar dileme hakkını kendimde gördüm."

"Mr Ferrars arabada onunla mıydı?"

"Evet efendim, tam arkasına yaslanırken gördüm ama o başınıkaldırmadı; -zaten hiçbir zaman fazla konuşkan bir bey değildi."

Elinor neden kendini öne çıkarmadığını anlayabiliyordu; Mrs Dashvvood da muhtemelen aym açıklamayı buldu.

"Arabada başka kimse yok muydu?"

"Hayır efendim, yalnız ikisi."

"Nereden geldiklerini biliyor musun?"

"Doğruca şehirden geliyorlarmış, Miss Lucy -yani Mrs Ferrars öyle dedi."

"Epeyce batıya mı gidiyorlarmış?"

"Evet efendim -ama uzun kalmayacaklarmış. Yakında dönecekler, o zaman elbette buraya uğrarlar."

Mrs Dashvvood kızına baktı; ama Elinor onların beklediğinden daha iyi durumdaydı. Mesajda hakiki Lucy'yi teşhis etti; Edvvard'ın bir daha asla yanlarına gelmeyeceğini biliyordu. Alçak bir sesle annesine muhtemelen Plymouth civarına, Mr Pratt'in yanına gittiklerini söyledi.

Thomas'ın istihbaratı bitmiş gibiydi. Elinor bir şeyler daha duymak istiyormuş gibi baktı.

"Yola çıktıklarını gördün mü, sen gelmeden önce?"

"Hayır efendim -atlar ancak çıkıyordu, ama daha fazla kalamazdım; geç kalmaktan korktum."

"Mrs Ferrars iyi görünüyor muydu?"

"Evet efendim, çok iyi olduğunu söyledi; bence de her zaman çok güzel bir genç bayan olmuştur -ve bir hayli mutlu görünüyordu."

Mrs Dashvvood'un aklına başka soru gelmedi ve şimdi aynı şekilde gereksiz olan Thomas da masa örtüsü de dışarı çıkarıldılar. Marianne daha fazla yemeyeceğini haber verdi; Mrs Dashwood'la Elinor'un da iştahları kaçmıştı; Margaret ise kendini şanslısayabilirdi, çünkü ablaları son zamanlarda öyle çok rahatsızlık geçirdiği, yemeği önemsememek için öyle çok sebepleri olduğu halde o daha önce hiç yemek yemeden masadan kalkmak zorunda kalmamıştı.

Tatlı ve şarap getirildiği ve Mrs Dashwood'la Elinor baş başa kaldıkları zaman birlikte uzun süre aynı düşünceli sessizlik içinde oturdular. Mrs Dashwood herhangi bir şey söylemeye çekindi, onu teselli etmeye kalkışmadı. Elinor'un dışarıya verdiği görüntüye güvenmekle hata ettiğini şimdi anlıyordu; o daha fazla mutsuz olmasın, Marianne'den sonra bir de onun için acı çekmesin diye zamanında herşeyin açıkça yumuşatıldığını farkediyordu. Kızının dikkatli, titiz özeni tarafından, bir zamanlar öyle iyi anladığıilişkinin gerçekte inanmak istediğinden ya da şimdi ortaya çıktığından çok daha zayıf olduğunu düşünmek üzere yanıltıldığınıgörüyordu. Bu inanç içinde Elinor'una karşı haksız, dikkatsiz, hatta nezaketsiz davrandığından korkuyordu; -Marianne'in derdinin daha çok konuşulduğu, daha ortada olduğu içinşefkatinden çokça pay aldığından ve ona, Elinor'un şahsında bir o kadar acı çeken, ama kendini daha az kapıp koyveren ve çok daha metanetli bir kızı olduğunu unutturduğundan korkuyordu.

Elinor artık üzücü bir olayın, akıl ne kadar olacak derse desin, beklentisiyle gerçekleşmesi arasındaki farkı biliyordu. İstemeden de olsa, her zaman, Edward bekar kaldığı sürece Lucy'yle evlenmesini engelleyecek bir şey olacağını, belki kendi kararıyla, belki yakınlarının araya girmesiyle ya da hanım için daha makbul bir evlilik fırsatının çıkmasıyla herkesi mutlu edecek bir şey olacağını umut ettiğini artık biliyordu. Ama şimdi evlenmişti ve Elinor içindeki acıyı alabildiğine artıran o sinsi iyimserlik için kendine kızıyordu.

Yetki belgesini almadan (tahminine göre), dolayısıyla kiliseye tayin edilmeden, bu kadar çabuk evlenmesi onu önce biraz şaşırttı. Ama çok geçmeden Lucy'nin becerikli idaresiyle, ona imzayıattırma acelesiyle gecikme riskine girmeden herşeyi halletmişolmasının ne kadar mümkün olduğunu gördü. Evlendiler şehirde evlendiler, şimdi de alelacele dayısının oraya gidiyorlar. Barton'ın dört mil yakınından geçerken, annesinin uşağını görünce, Lucy'nin mesajını duyunca Edward ne hissetmişti acaba!

Yakında Delaford'a yerleşeceklerini umuyordu. -Delaford, -onu ilgilendirmesi için çokça planın yapıldığı yer; hem tanımak hem de kaçınmak istediği yer. Bir an onları rahip lojmanında gördü; Lucy'de faal, çekip çeviren yöneticiyi gördü, şık görünme arzusuyla tutumluluğu birleştirmiş, ama mali çalışmalarının bir yarısınedeniyle şüphe edilmekten

utanıyor; -aklı her an çıkar peşinde, Albay Brandon'ın, Mrs Jennings'in ve her varlıklı tanıdığın gözüne girmek için numaralar yapıyor. Edward'da ise, -ne gördüğünü ya da ne görmek istediğini bilmiyordu; -mutlu mu mutsuz mu, —hiçbir şey hoşuna gitmiyordu; -onun her türlü resmini reddetti.

Elinor Londra'daki tanıdıklardan biri onlara yazarak olayı haber verir; ayrıntıları anlatır düşüncesiyle kendini oyaladı, -ama günler geçti, ne mektup geldi ne haber. Kimi suçlayacağına karar veremeden her ihmalkar tanıdığı suçladı. Hepsi düşüncesiz ve tembeldi.

"Albay Brandon'a ne zaman yazacaksın, anne?" diye sordu, birşeyler olsun diye sabırsızlandığı için.

"Geçen hafta yazdım, bir tanem; haber almaktan ziyade kendisini görmeyi umuyorum. Mektubumda bize gelsin diye ısrar ettim; bugün yarın kapıdan giriverirse şaşırma."

Bu bir kazançtı, bekleyecek bir şey olmuştu. Albay Brandon'ın verecek haberleri olmalıydı.

Buna daha ancak karar vermişti ki, at üstündeki bir adamın görüntüsü gözlerini pencereye çekti. Adam onların kapısında durdu. Bir beydi, Albay Brandon'ın kendisiydi. Artık daha fazla şey öğrenecekti; -bu beklenti içinde titredi. Ama -Albay Brandon değildi bu -onun havası yoktu -onun boyunda değildi. Mümkün olsaydı Edward olması gerektiğini söylerdi. Tekrar baktı. Adam atından henüz inmişti; -yanılıyor olamazdı; -bu Edward'di. Elinor pencereden uzaklaşıp oturdu. "Mr Pratt'ın oradan bizi görmeye geliyor. Sakin olacağım; kendime hakim olacağım."

Bir an sonra diğerlerinin de aynı şekilde hatayı farkettiklerini anladı. Annesinin ve Marianne'in renklerinin değiştiğini gördü; ona baktıklarını ve birbirlerine birkaç cümle fısıldadıklarını gördü. Konuşabilmek için dünyayı verirdi -ona karşı davranışlarında hiçbir soğukluk, hiçbir öfke görülmeyeceğini umduğunu anlamaları için; -ama ağzını açamadı ve herkesi kendi haline bırakmak zorunda kaldı.

Yüksek sesli tek kelime edilmedi. Hepsi sessizce misafirlerinin ortaya çıkmasını beklediler. Çakıl taşlı patika boyunca ayak sesleri duyuldu; az sonra holdeydi; ve bir an sonra karşılarındaydı.

Odaya girerken bakışları pek mutlu değildi, Elinor için bile. Yüzü heyecandan bembeyazdı ve nasıl karşılanacağından korkuyor gibiydi, nazik bir karşılama görmeyi haketmediğini bildiği için. Yine de Mrs Dashwood artık her konuda kılavuzluğuna güvendiği kızının dileklerine uygun davranarak onu iğreti bir memnuniyetle karşıladı, elini uzattı ve mutluluklar diledi.

Edward renkten renge girdi ve anlaşılmaz bir cevap mırıldandı. Elinor'un dudakları annesiyle birlikte hareket etmişti ve hareket anı bittiğinde onunla da el sıkışmış olmasını diledi. Ama artık çok geçti ve olumlu bir yüz ifadesiyle tekrar oturup havadan bahsetmeye başladı.

Marianne hoşnutsuzluğunu saklamak için olabildiğince gözden uzağa çekilmişti; durumun tamamını değilse de bir kısmınıanlayan Margaret ağırbaşlı olması gerektiğini kavrayıp ondan olabildiğince uzağa oturdu ve sımsıkı sustu.

Elinor mevsimin yağmursuz geçmesinden mutluluk duymayıbitirince korkunç bir sessizlik oldu. Sessizliği, kendini Mrs Ferrars'ın ayrıldıkları sırada gayet afiyette olduğunu umut etmeye mecbur hisseden Mrs Dashwood bozdu. Edward aceleci bir tavırla olumlu cevap verdi.

Bir sessizlik daha oldu.

Kendini zorlamaya karar veren Elinor kendi sesinin tınısından korksa da şöyle dedi,

"Mrs Ferrars Longstaple'da mı?"

"Longstaple!" -diye cevapladı Edward, şaşırarak -"Hayır, annemşehirde."

"Şey," dedi Elinor, masadan bir elişi alarak, "Mrs Edward Ferrars'ısormak istemiştim."

Elinor başını kaldırmaya cesaret edemedi; -ama annesi de, Marianne de gözlerini ona çevirdiler. Edward'in rengi değişti, kafası karışmış gibi göründü, kararsızca baktı ve biraz tereddütten sonra sonra şöyle dedi,

"Belki şeyi kastediyorsunuz -kardeşimi -yani Mrs -Mrs RobertFerrars'ı."

"Mrs Robert Ferrars!" -diye tekrar edildi Marianne ve annesi tarafından, müthiş bir şaşkınlık vurgusuyla; -Elinor konuşamadıysa da gözleri sabırsız bir hayret içinde ona dikildi. Edward koltuğundan kalkıp pencereye yürüdü, herhalde ne yapacağını bilemediği için; orada duran bir makası aldı ve konuşurken makasın kılıfını keserek aceleci bir sesle şöyle dedi,

"Belki biliyorsunuz -duymamış olabilirsiniz, kardeşim geçenlerde -şeyle evlendi -Miss Lucy Steele'le."

Sözleri Elinor dışında herkesten anlatılmaz bir şaşkınlık ifadesiyle yankılandı; başı elindeki işe eğilmiş oturan Elinor öyle bir heyecana kapılmıştı ki artık nerede olduğunu bile bilmiyordu.

"Evet," dedi Edward, "geçen hafta evlendiler, şimdi de Dawlish'teler."

Elinor daha fazla oturamadı. Neredeyse koşarak odadan çıktı ve kapı kapanır kapanmaz hiç bitmeyecek sandığı sevinç gözyaşlarına boğuldu. O ana kadar ondan başka her yana bakmış olan Edward onun aceleyle çıktığını gördü, belki heyecanını da gördü -hatta duydu; çünkü hemen arkasından öyle bir hülyaya daldı ki, Mrs Dashwood'un hiçbir sözü, hiçbir sorusu, hiçbir nazik hitabıkendini işittiremedi; sonunda tek kelime etmeden odadan çıktı ve köye doğru yürüdü; -diğerlerini durumundaki böyle ani, böyle harika değişiklikle ilgili müthiş bir şaşkınlık ve kafa karışıklığıiçinde bırakarak; -ve bu karışıklığı gidermek için kendi tahminleri dışında hiçbir imkanları olmadan.

Serbest kalışının şartları bütün aile için bir muamma olarak kalsa da Edward'ın artık serbest olduğu kesindi; bu serbestliğin hangi amaçla kullanılacağı ise herkesçe kolaylıkla tahmin edilebiliyordu; -çünkü annesinin onayını almadan girdiği ve dört yıldan fazla bir süredir yürütmekte olduğu bir akılsız beraberliğin nimetlerini tattıktan ve başarısızlığa uğradıktan sonra, ondan hemen bu tür bir başka beraberliğe girmekten daha azı beklenemezdi.

Barton'a yaptığı ziyaret aslında basit bir ziyaretti. Sadece Elinor'a evlenme teklif etmek içindi; -bu teklifi yapma konusunda hiç de deneyimsiz sayılamayacağı düşünülürse o sırada bu kadar rahatsız olması, cesarete ve temiz havaya filan ihtiyaç duyması tuhaf görünebilir.

Yürüye yürüye gerekli kararlılığa ulaşması ne kadar çabuk oldu, bu kararlılığı hayata geçirme fırsatı ne kadar çabuk doğdu ve kendini hangi şekilde ifade etti, nasıl karşılandı, bunların uzun uzun anlatılmasına gerek yok. Sadece şunun anlatılması gerekli; -gelişinden üç saat kadar sonra hep birlikte yemeğe oturduklarızaman eşini ikna etmiş, annesinden izin koparmış, sadece aşk sarhoşu değil, ama haklı olarak ve resmen de dünyanın en mutlu erkeklerinden biriydi. Durumu gerçekten olağanüstü neşe doluydu. Kalbine mutluluk, ruhuna neşe verecek sıradan aşkın olağan zaferinden çok daha fazlasını hissediyordu. Uzun süredir onu sefil eden

ilişkiden, uzun süredir sevgi duymadığı bir kadından kendisinin herhangi bir kusuru olmaksızın kurtulmuş, özgürlüğüne kavuşmuştu; -ve arzuyla düşünmeye başlar başlamaz umutsuzlukla düşünmek zorunda kaldığı bir başkasıyla o bağlılık düzeyine yükselmişti. Kuşkudan ya da kararsızlıktan değil, perişanlıktan gelmişti bu mutluluğa; -ve değişim, dostlarının onda daha önce hiç görmedikleri kadar hakiki, akıcı, olgun bir neşelilik içinde açıkça dile geliyordu.

Kalbi artık Elinor'a açıktı, bütün zayıflıkları, bütün hataları itiraf edilmiş ve Lucy'ye olan ilk delikanlıca bağlılığı yirmi dört yaşın tüm felsefi dinginliğiyle ele alınmış olarak.

"Benim açımdan aptalca, sersemce bir eğilimdi," dedi, "dünyayıtanımamanın -meşgale yokluğunun sonucuydu. On sekiz yaşında Mr Pratt'in gözetiminden çıktığım zaman annem bana faal bir meslek vermiş olsaydı, herhalde -yo, eminim, bunlar olmazdı; Longstaple'ı yeğenine duyduğum ve o sıralar vazgeçilmez sandığım bir ilgiyle terketmiş olsam bile yine de bir uğraşım olsa, zamanımı vereceğim ve beni ondan birkaç ay uzak tutacak bir hedefim olsa o hayali aşkı çok çabuk unuturdum, bilhassa hayata daha fazla karışsam, ki o durumda öyle yapmalıydım. Ama yapacak bir şeyim olması yerine, benim için bir meslek seçilmesi ya da bana seçim yapma izni verilmesi yerine büsbütün aylaklık etmek üzere eve döndüm; sonraki ilk on iki ay boyunca üniversiteye ait olmanın bana vereceği normal bir uğraşım bile yoktu, çünkü on dokuz yaşına gelene kadar Oxford'a gönderilmedim. O yüzden hayatta yapacak hiçbir şeyim yoktu, kendimi aşık sanmaktan başka; annem de evimi rahat bir hale getirmediği, kardeşim bana dost ya da arkadaş olmadığı, yeni insanlarla tanışmaktan da hoşlanmadığım için sık sık Longstaple'a gitmek benim için olağandışı değildi; orada kendimi evimde hissediyordum ve her zaman iyi karşılanacağımı biliyordum; dolayısıyla on sekizimden on dokuzuma kadar zamanımın büyük bölümünü orada geçirdim: Lucy son derece sevimli ve nazik görünüyordu. Güzeldi de -en azından o zaman öyle geliyordu; zaten pek başka kadın da görmediğim için karşılaştırma yapamıyor, kusurları göremiyordum. Herşey düşünüldüğünde, öyle umuyorum ki, aptalca bir ilişki de olsa, o zamandan beri her bakımdan aptalca olduğu ortaya çıkmış da olsa, o zaman olağandışı ya da affedilmez bir aptallık örneği değildi."

Birkaç saatin Dashwoodlar'm akıllarında ve mutluluklarında yarattığı değişim öyleydi ki -öyle büyüktü ki, hepsine uykusuz bir gecenin sevincini vaadediyordu. Yerinde duramayacak kadar mutlu olan Mrs Dashwood, Edward'a nasıl sevgi göstersin, Elinor'u nasıl methetsin, Edward itibarını zedelemeden serbest kaldığı için nasıl şükretsin, rahat rahat konuşmaları için onlarınasıl yalnız bıraksın, ama aynı zamanda da ikisini doya doya seyretmekten nasıl mahrum kalmasın bilemiyordu.

Marianne mutluluğunu sadece gözyaşlarıyla ifade edebiliyordu. Karşılaştırmalar yapıldı -üzüntüler ortaya çıktı; -ablasına duyduğu sevgi kadar hakiki olan sevinci onu ne şenlendirecek ne de konuşturacak türdendi.

Ama Elinor -Onun duyguları nasıl anlatılmalı? -Lucy'nin başka biriyle evlendiğini, Edward'in serbest olduğunu duyduğu andan o anı hemen izleyen umutların haklı çıktığı ana kadar sakin olmak dışında her hali yaşadı. Ama ikinci an geçtiği zaman, herşüphenin, her endişenin ortadan kalktığını anladığı zaman durumunu son zamanlardaki durumuyla karşılaştırdı, -eski ilişkisinden saygın bir şekilde kurtulmuş, serbest kalmış olduğunu gördü, bu serbestliği hemen değerlendirdiğini gördü, ona yaklaştığını ve hep tahmin ettiği kadar narin ve güçlü bir sevgiyle evlenme teklif ettiğini gördü, -mutluluktan boğulup yıkılır gibi oldu; -insan aklı iyi yönde değişimleri kolay kabullenmeye hazırsa da, ruhunun yatışması, içine belli bir sakinliğin gelmesi için birkaç saat geçmesi gerekti.

Edward'in en az bir hafta kulübede kalması kararlaştırıldı; -ondan herşey istenebilirdi, ama Elinor'la özlem gidermesi için ya da geçmişe, bugüne ve geleceğe dair konuşulacak şeylerin yarısınıolsun konuşabilmesi için bir haftadan az bir zaman verilmesi imkansızdı; -gayretli ve aralıksız konuşmayla geçen sadece birkaç saat bile iki aklı başında insan arasında gerçekten ortak olabilecek olandan daha fazla konu gerektirirse de aşıklarda durum farklıdır. Onlar arasında hiçbir konu bitirilmez, hatta hiçbir anlaşmaya da varılmaz aynı şeyi en az yirmi kere yeni baştan konuşmadan.

Bunlarm arasındaki en bitmek bilmez ve makul hayret konusu olan Lucy'nin evliliği elbette aşıkların ilk sohbetlerinden birini teşkil etti; -Elinor'un her iki tarafı da tanıyor olması meseleyi duyduğu en olağanüstü ve en açıklanamaz olaylardan biri olarak her açıdan görebilmesini sağladı. Nasıl oldu da bir araya gelebildileı; hangi çekim gücüyle Robert güzel bulmadığınısöylediği bir kızla evlenme düşüncesine kapıldı, -hem de ağabeyiyle sözlü olan, ağabeyinin ailesinden atılma sebebi olan bir kızla, -anlayabilmek onun kavrayış gücünü aşıyordu. Kendisi için elbette sevinç verici bir hadiseydi, hayalgücü için gülünç bir hadise, ama aklı, sağduyusu için tam bir bilmeceydi.

Edward sadece şöyle bir tahminde bulunabiliyordu; belki raslantıyla karşılaşmışlar, birinin kibri ötekinin iltifatlarına öyle kanmıştı ki gerisi azar azar gelmişti. Elinor, Robert'in ona Harley street'te söylediği kardeşinin işlerine zamanında karışmasının neler başarabileceğine dair görüşünü hatırladı. Bunu Edward'a söyledi.

"Tam Robert'tan beklenecek söz," -oldu Edward'm ilk tepkisi. "Belki de," diye ekledi arkasından, "ilk tanıştıkları zaman aklında bu vardı. Lucy de belki önce onun bana faydalı olmasını sağlamayıdüşünüyordu. Öbür tasarılar sonradan çıkmış olabilir."

Gelgeldim, aralarındaki ilişki ne kadar zamandır devam ediyordu, kendisi de çıkaramıyordu; Londra'dan ayrıldıktan sonra kalmayıtercih ettiği Oxford'da Lucy hakkında kendi söyledikleri dışında hiçbir haber alamıyordu; en sonuncuya kadar mektuplarının ne sıklığı azalmıştı ne de her zamanki sıcaklığı. Onu olacaklara hazırlayacak en küçük bir şüphe uyanmamıştı; -sonunda Lucy'den gelen bir mektupla hadise patlak verdiğinde bir süre böyle bir kurtuluşun hayreti, dehşeti ve neşesi arasında yarı aptala döndüğünü düşünüyordu. Mektubu Elinor'un eline bıraktı.

"Sayın Beyefendi,

Uzun süredir sevginizi kaybettiğimden emin olduğum için kendi sevgimi başka birine vermekte kendimi özgür hissettim; onunla bir zamanlar sizinle olabileceğimi sandığım kadar mutlu olacağımdan şüphem yok; ama kalbim başkasına aitken bana yapılan evlilik teklifini kabul etmeyi kendime yakıştırmam. Bütün içtenliğimle size seçiminizde mutluluklar dilerim; yakın akrabalığımızın gerektirdiği gibi her zaman iyi dost olarak kalamazsak bu benim suçum olamayacak; şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki size hiçbir dargınlık beslemiyorum ve eminim siz de bize fenalık yapamayacak kadar asilsiniz. Kardeşiniz bütün sevgimi kazanmış bulunuyor; birbirimizsiz yaşayamayacak olduğumuz için rahibin huzurundan henüz döndük ve birkaç haftalığına Dawlish'e doğru yola çıktık; sevgili kardeşiniz orayı çok merak ediyor, ama önce birkaç satırla sizi rahatsız etmeyi uygun gördü,

Her zaman duacınız, dostunuz ve yengeniz olan Lucy Ferrars

Bütün mektuplarınızı yaktım, ilk fırsatta resminizi de göndereceğim. Lütfen yazdıklarımı imha ediniz -ama saçımıtaşıyan yüzük elbette ki sizde kalabilir."

Elinor okudu ve yorum yapmadan geri verdi.

"Sana kompozisyon olarak nasıl buldun diye sormayacağım," dedi Edward. -"Eskiden dünyaları verseler onun mektubunu görmeni istemezdim. Bir yenge için yeterince kötü, ama bir eş için! -yazdıklarını okurken nasıl yüzüm kızarırdı! -Hatta diyebilirim ki bizim aptal şeyimizin -işimizin ilk altı ayından beri bu ondan aldığım, konusu benim açımdan üslup kusurlarını affettiren tek mektup oldu."

"Nasıl olmuşsa olmuş," dedi Elinor, az sonra -"evlendikleri kesin. Annen kendine gayet uygun bir ceza vermiş oldu. Sana gücendiği için Robert'a verdiği bağımsızlık onu kendi seçimini yapmaşansına kavuşturdu; aslında bir oğluna yılda bin pound rüşvet veriyordu ötekinin yapmaya kalktığı için mirastan mahrum bırakıldığı şeyleri yapsm diye. Bana kalırsa Robert'in Lucy'yle evlenmesi seninle evlenmesinden daha az yaralayacak onu."

"Daha çok yaralayacak, çünkü Robert her zaman onun gözdesi oldu. -Daha çok yaralayacak ve aynı nedenle onu daha çabuk affedecek."

Mesele aralarında halen ne durumda bulunuyordu, Edward bilmiyordu, çünkü henüz ailesinden kimseyle görüşmeye kalkışmamıştı. Lucy'nin mektubu geldikten yirmi dört saat sonra Oxford'dan ayrılmıştı; aklında tek bir hedef vardı, Barton'a giden en yakın yol; ve bu yolla yakın ilişkisi bulunmayan herhangi bir davranış planı çıkaracak zamanı da yoktu. Miss Dashwood'la kaderinden emin oluncaya kadar hiçbir şey yapamazdı; o kaderi ararken hızlı davranarak bir zamanlar Albay Brandon'ı düşündüğü kıskançlığa rağmen, kendi değerini biçtiği alçakgönüllülüğe veşüphelerinden bahsettiği kibarlığa rağmen çok da zalim bir karşılama beklemiyordu. Bununla beraber, beklediğini söylemek onun işiydi ve gayet tatlı bir şekilde söyledi. Konu hakkında bir sene sonra ne söyleyebileceği ise karı-kocaların hayalgücüne bırakılmalı.

Lucy'nin Thomas'la gönderdiği mesajla onları kandırmaya çalıştığı, Edward'a giderayak son bir kötülük yapmak niyetinde olduğu Elinor'a gayet açık görünüyordu; Lucy'nin gerçek yüzünüşimdi iyice görmüş olan Edward ise artık onun her türlü bayağılığıyapabilecek biri olduğuna inanıyordu. Onun cehaletini ve bazıhallerindeki seviyesizliği uzun süre önce, daha Elinor'la tanışmadan önce görmeye başlamış olsa da bunları onun eğitimsizliğine vermişti; mektubu eline geçene kadar onun hep iyi huylu, iyi kalpli ve kendisine son derece bağlı bir kız olduğuna inanmıştı. Böyle bir inançtan başka hiçbir şey, öğrenilip de onu annesinin şimşeklerine maruz bırakmazdan çok önce onun için sürekli bir huzursuzluk ve üzüntü olan bir beraberliğe son vermesini engelleyemezdi.

"Duygularımdan ayrı olarak," dedi, "annem beni reddettiği ve dünyada beni destekleyecek tek bir yakınım kalmadığı zaman beraberliğe devam etme ya da etmeme tercihini ona bırakmanın görevim olduğunu düşündüm. Böyle bir durumda, yani yaşayan birinin açgözlülüğünü ya da hırsını kışkırtacak hiçbir şey kalmamışken, o kadar ısrarla, o kadar hararetle kaderimi paylaşmak isteyince, ne olursa olsun, sebebinin çıkarsız bir sevgi olmadığını nasıl düşünebilirdim? Şimdi bile, en küçük bir sevgi duymadığı ve dünyada sadece iki bin poundu olan bir adama bağlanırken hangi dürtüyle hareket etti, ne elde edeceğini düşündü, anlayamıyorum. Albay Brandon'ın bana bir kilise vereceğini tahmin edemezdi."

"Hayır, ama senin lehine bir şeyler olacağını, ailenin zamanla ikna olacağını tahmin edebilirdi. Her durumda beraberliğe devam etmekle bir şey kaybetmezdi, çünkü ne eğilimlerini ne de hareketlerini sınırlamış gibi görünüyor. Evlilik elbette saygın bir durumdu ve muhtemelen arkadaşları arasındaki önemini artırdı; daha faydalı bir şey çıkmasaydı seninle evlenmek bekar kalmaktan iyi olacaktı."

Edward hiçbir şeyin Lucy'nin davranışından daha doğal, arkasındaki dürtüden daha aşikar olamayacağına elbette hemen ikna oldu.

Elinor onu azarladı, Norland'da onlarla o kadar zaman geçirip de kendini sadakatsiz hissetmediği için, hanımların kendilerine iltifat eden hataları her zaman azarladıkları sertlikle.

"Davranışın açıkça hatalıydı," dedi, "çünkü -benim düşüncelerimi bir yana bırak, bütün akrabalarım hayal kurup o zamanki durumuna göre asla olamayacak bir şeyi beklemeye başladılar."

Edward'in tek savunması kendi kalbini tanımaması ve beraberliğinin gücüne yanlış bir güven duyması oldu.

"O kadar saftım ki sadakatim başka birine ait olduğu için seninle beraber olmamda herhangi bir tehlike olamaz diye düşünüyordum; beraberliğimi bilmek kalbimi de şerefim gibi güvende ve dokunulmaz tutar diye. Seni beğendiğimi hissediyordum, ama kendime bunun sadece arkadaşlık olduğunu söylüyordum ve seninle Lucy arasında karşılaştırma yapmaya başlayıncaya kadar ne kadar ilerlemiş olduğumu bilmiyordum. Bundan sonra, sanırım, Sussex'de fazla kalmakla hata ettim ve bunun uygunluğu konusunda kendime yaptığım açıklamalarşunlardan daha iyi değildi: -Tehlike bana ait; kendimden başka kimseye zarar vermiyorum."

Elinor gülümsedi, başını salladı.

Edward, Albay Brandon'ın Kulübe'ye beklendiğini sevinçle öğrendi; hem onu daha iyi tanımak istiyor, hem de Delaford'daki kiliseyi verdiği için artık ona dargın olmadığına onu inandırmak istiyordu -"Halihazırda," dedi, "benimki kadar nankörce ifade edilmiş bir minnettarlıktan sonra teklif için onu affetmediğimi düşünüyor olmalı."

Henüz oraya gitmemiş olmasına şimdi şaşırıyordu. Ama meseleye öyle az ilgi duymuştu ki ev, bahçe ve çevre, köyün sınırları, arazinin durumu ve vergi oranlarıyla ilgili tüm bildiklerini Elinor'dan öğrenmişti. Elinor da bunları Albay Brandon'dan öğrenmiş ve anlattıklarını konuya iyice hakim olacak kadar dikkatle dinlemişti.

Bundan sonra aralarında kararlaştırılmamış tek bir sorun kalıyordu, üstesinden gelinecek tek güçlük. Sevgileri onları bir araya getirmişti, yakınlarının hararetli destekleri ve birbirlerini iyi tanımaları mutluluklarını kesinleştiriyor gibiydi -şimdi sadece neyle yaşayacaklarını bilmiyorlardı. Edvvard'ın iki bin poundu vardı, Elinor'un bin; bu da Delaford'daki kiliseyle birlikte kendilerinin diyebilecekleri tüm kaynaklarıydı; Mrs Dashwood'un onlara destek vermesi imkansızdı ve ikisi de yılda üç yüz elli poundun onları rahat yaşatacağını düşünecek kadar aşık değildiler.

Edward annesinde ona karşı iyi yönde bir değişim olacağından umudunu büsbütün kesmemişti ve gelirlerinin gerisi için buna güveniyordu. Ama Elinor böyle bir güven duymuyordu, çünkü Edward yine Miss Morton'la evlenemeyeceği ve kendisini seçmesi Mrs Ferrars'ın iltifatkar lisanında Lucy Steele'nin yanında kötünün iyisi olarak anıldığı için Robert'in işlediği suçun Fanny'yi zengin etmekten başka işe yaramayacağını düşünüyordu.

Edward'in gelişinden dört gün kadar sonra Albay Brandon göründü, Mrs Dashwood'un keyfine keyfine kattı ve ona Barton'da yaşamaya başladığından beri ilk kez evinde evin alacağından daha fazla misafir ağırlama gururu verdi. Edward'in ilk gelen olma ayrıcalığını korumasına izin verildi, dolayısıyla Albay Brandon da her gece Park'taki eski karargahına yürüdü, her sabah genellikle oradan döndü aşıkların kahvaltıdan önceki ilk sohbetini bölecek kadar erkenden.

En azından akşam saatlerinde otuz altıyla on yedi arasındaki orantısızlığı hesaplamaktan başka yapacak pek bir şeyi olmadan Delaford'da geçen üç haftalık bir konaklama onu Barton'a, neşelenmek için Marianne'in görünümündeki tüm ilerlemeye, onu karşılayışındaki tüm sıcaklığa ve annesinin sözlerinin tüm desteğine muhtaç halde getirmişti. Ama böyle dostlar ve bunca iltifat arasında keyfi yerine geldi. Lucy'nin evliliği hakkında henüz kulağına hiçbir söylenti gelmemişti; -olanları bilmiyordu; ziyaretinin ilk saatleri o yüzden dinleyerek ve hayret ederek geçti. Mrs Dashwood ona herşeyi anlattı, o da Mr Ferrars için yaptığıharekette yeni bir sevinç vesilesi buldu, çünkü durum Elinor'a yarıyordu.

Beylerin birbirleri hakkında olumlu şeyler düşündüklerini söylemeye gerek yok; tanışıklıkları ilerledi ki zaten başka türlü olamazdı. İlke ve sağduyu, mizaç ve düşünce şekli benzerlikleri başka bir çekim olmadan da onları arkadaş yapmaya muhtemelen yeterli olurdu, ama iki kızkardeşe aşık olmaları ve iki kızkardeşin birbirlerine düşkün olmaları başka türlü zamanın ve yargıların etkisini bekleyebilecek bu ortak saygıyı kaçınılmaz yaptı, hızlandırdı.

Şehirden gelen ve birkaç gün önce olsa Elinor'un sinirlerini ayağa kaldıracak mektuplar şimdi heyecanla değil şenlikle okunuyordu. Mrs Jennings mektubunda o harika hikayeyi anlatıyor düzenbaz kıza verip veriştiriyor ve zavallı Mr Edward'a acuna duygularınıboca ediyordu; ona kalırsa Mr Edward o beş para etmez aşüfteye çok aşıktı ve şimdi kalbi kırık bir halde Oxford'da bulunuyordu. -"Herhalde," diye devam ediyordu, "adiliğin bu kadarıgörülmemiştir; daha iki gün önce Lucy bana uğradı, benimle birkaç saat oturdu. Tek bir kişi bile bir şeyden şüphelenmedi, hatta Nancy bile, zavallıcık! çünkü Nancy ertesi gün ağlaya ağlaya bana geldi, Mrs Ferrars'ın şerrinden dehşete düşmüş halde, bir de Plymouth'a nasıl gideceğini bilememekten, çünkü öyle görünüyor ki Lucy evlenmeye gitmeden onun bütün parasını ödünç almış, herhalde gösteriş yapmak için; zavallı Nancy de hayatta beşparasız kalmış; -ben de ona seve seve beş gine verdim, onu Exeter'e kadar götürsün diye, orada üç dört hafta Mrs Burgess'la kalmayı düşünüyor, tabii umudu, ki ben de ona öyle dedim, doktorla tekrar arayı yapmak. Söylemeliyim ki Lucy'nin onu arabayla yanlarında götürmemesi nankörlüğün en kötüsü. ZavallıMr Edward! onu aklımdan çıkaramıyorum, ama onu Barton'a davet etmelisin, Miss Marianne de onu teselli etmeli."

Mr Dashwood'un üzüntüsü daha ağırbaşlıydı. Mrs Ferrars en talihsiz bir kadındı -zavallı Fanny sinir krizleri geçirmişti -kendisine gelince, her ikisinin de böyle bir darbeye rağmen hala hayatta olmalarını şükran dolu bir hayretle izliyordu. Robert'in hakareti affedilmezdi, ama Lucy'ninki besbeterdi. Mrs Ferrars bir daha ikisinin de adını ağzına almayacaktı; hatta olur da ileride oğlunu affetmeye kalkarsa o zaman da karısı bir daha asla onun kızı olarak anılmayacak, yanında görünmesine izin verilmeyecekti. Herşeyi aralarında hallettikleri gizlilik suçu son derece büyütüyordu, çünkü başkaları şüphe etmiş olsa evliliği önlemek için gerekli önlemler alınırdı; ayrıca Elinor'u Lucy'nin aile içinde rezaleti yaydıkça yaymasındansa Edward'la evlenmiş olmamasına onunla birlikte üzülmeye davet ediyordu. -Ve şunları ekliyordu.

"Mrs Ferrars henüz Edward'in adını anmadı, bu bizi şaşırtmıyor; ama büyük bir şaşkınlıkla gördük ki konuyla ilgili kendisinden tek bir satır alınmadı. Ama belki gücendirme korkusuyla sessiz kalıyordur; o yüzden Oxford'a yazarak ona şunu çıtlatacağım, ablası da ben de belki Fanny'ye hitaben yazılmış ve Fanny tarafından annesine gösterilecek usturuplu bir özür mektubunun yersiz olmayabileceğini düşünüyoruz; çünkü Mrs Ferrars'ın neşefkatli bir kalbi vardır, çocuklarıyla nasıl da uyum içinde olmak ister, hepimiz biliyoruz."

Bu paragraf Edward'in umutlan ve davranışı açısından önemliydi. Onu barışma girişiminde bulunmaya çağırıyordu, tam eniştesiyle ablasının gösterdiği şekilde değilse de.

"Usturuplu bir özür mektubu!" diye tekrarladı; "Robert'in ona yaptığı nankörlük ve bana yaptığı hainlik için annemden af dilememi mi istiyorlar? -Hiçbir şey dilemem. -Olanlar beni ne küçülttü ne de pişman ettirdi. -Çok mutlu biri oldum, ama bu onları ilgilendirmez. -Benim için usturuplu olacak bir özür yolu bilmiyorum."

"Elbette affedilmek isteyebilirsin," dedi Elinor, "çünkü gücendirdin; -hatta bence artık anneni kızdıran sözlerime için üzüntünü ifade etmeyi de deneyebilirsin."

Edward deneyebileceğini kabul etti.

"Ve seni affettiği zaman belki bir parça alttan almak yerinde olur, onun gözünde ilki kadar uygunsuz olan ikinci bir kızla sözlendiğini söylerken."

Edward buna itiraz etmedi, ama yine de usturuplu bir özür mektubu fikrine karşı koydu; o yüzden, meseleyi kolaylaştırmak amacıyla, çünkü vereceği bayağı tavizleri mektuba yazmaktansa ağzıyla söylemeyi tercih ederdi, Fanny'ye yazmak yerine Londra'ya gitmesi ve onun namına hayırsever bir girişimde bulunmasınıbizzat istemesi kararlaştırıldı. -"Eğer sizi barıştırmakla gerçekten ilgilenirlerse," dedi Marianne yeni bir açık sözlülük içinde, "o zaman John'la Fanny'nin o kadar da değersiz olmadıklarınıdüşünmeye başlayacağım."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro