Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

20

Eve yaklaşırlarken Mrs Dashwood'un duyduğu dehşet onu neredeyse Marianne'in artık yaşamadığına inandırmaya başlamıştı; nasıl olduğunu soracak hali bile kalmamıştı; Elinor'la konuşacak hali bile kalmamıştı; ama ne selam ne de soru bekleyen Elinor ona hemen mutlu haberi verdi; -habere her zamanki gibi olanca hararetiyle sarılan annesi o ana kadar korkudan yıkılmak üzereyken o an mutluluktan yıkıldı. Kızıyla arkadaşının desteği arasında oturma odasına götürüldü; -orada hala konuşamaz halde olsa da sevinç gözyaşları dökerek Elinor'u tekrar tekrar kucakladı, arada dönüp dönüp Albay Brandon'ın elini sıktı, hem minnettarlığını hem de o anki mutluluğunu paylaştığı inancınıifade eden bakışlarla. Albay Brandon elbette bu mutluluğu onunkinden bile daha büyük bir sessizlik içinde paylaşıyordu.

Mrs Dashwood kendine gelir gelmez ilk arzusu Marianne'i görmek oldu; iki dakika içinde yokluğu, mutsuzluğu ve hastalığı yüzündenşimdi her zamankinden daha düşkün olduğu sevgili evladına kavuştu. Karşılaşınca ikisinin de neler hissettiğini gören Elinor'un mutluluğunu yalnızca bu buluşmanın Marianne'in daha fazla uyumasını engelleyebileceği düşüncesi azalttı; -ama Mrs Dashwood çocuğunun hayatı tehlikede olduğu zaman sakin, hatta sağduyulu olabiliyordu; Marianne de annesinin yanında olduğunu bilmekten memnun, konuşamayacak kadar bitkin olduğunun farkında, etrafındaki her hemşirenin şart koştuğu sessizliğe ve sakinliğe seve seve kendini bıraktı. Mrs Dashwood bütün gece yanında oturacaktı; Elinor annesinin isteğine uyarak yattı. Ama tümüyle uykusuz bir gecenin ve yıpratıcı bir endişeyle dolu saatlerin zorunlu hale getirdiği istirahat, ruhu ayakta olduğu için bir türlü mümkün olmadı. Willoughby, şimdi ona "zavallıWilloughby" diyordu, aklından çıkmıyordu; kendini savunma çabası hala kulaklarında çınlıyordu ve daha önce onu o kadar acımazsızca yargıladığı için kendini bir suçlu görüyor; bir haklıgörüyordu. Ama bunu kızkardeşine anlatmak için verdiği söz de aynı şekilde acı vericiydi. Anlatmaya korkuyordu, Marianne üzerindeki muhtemel etkilerinden korkuyordu; böyle bir açıklamadan sonra bir daha başka biriyle mutlu olabileceğindenşüphe ediyor ve bir an keşke Willoughby dul kalsa diyordu. Sonra Albay Brandon aklına geliyor, kendinden utanıyor, kızkardeşinin ödülünü rakibinin değil, onun ızdıraplarının ve onun sadakatinin hakettiğini hissediyor ve Mrs Willoughby ölmesin de ne olursa olsun diyordu.

Albay Brandon'ın Barton'a elçi olarak gelişinin sarsıntısı Mrs Dashwood'un zaten başlamış olan korkusu yüzünden fazla büyük olmadı; Marianne konusunda o kadar huzursuzdu ki, daha fazla haber beklemeden o gün zaten Cleveland'a gitmeye karar vermişve Albay Brandon gelmeden önce yolculuk hazırlıklarını yapmıştı, o kadar ki annesi onu enfeksiyon olabilecek bir yere götürmek istemediği için Careyler'in her an Margaret'i almaya gelmeleri bekleniyordu.

Marianne her gün iyileşmeye devam etti; Mrs Dashwood'un görünüşünün ve hareketlerinin ışıl ışıl neşesi de, sık sık söylediği gibi onun dünyanın en mutlu kadınlarından biri olduğunu gösteriyordu. Elinor annesinin bu sözlerini dinlerken ya da hareketlerini izlerken zaman zaman elinde olmadan annesinin Edvvard'ı hatırlayıp hatırlamadığını merak ediyordu. Ama yaşadığı hayal kırıklığına dair Elinor'un göndermiş olduğu ılımlıaçıklamaya güvenen Mrs Dashvvood coşkulu neşesine kapılıp gitmiş, neşesini daha da artıracak şeyler dışında hiçbir şey düşünemiyordu. Marianne büyük bir tehlike atlatmıştı ve o şimdi Willoughby'yle olan talihsiz ilişkisinde Marianne'i yüreklendirme hatası yaptığı için o tehlikede pay sahibi olduğunu hissetmeye başlıyordu; -ve şimdi Marianne iyileşirken Elinor'un aklına bile gelmeyen bir başka neşe kaynağı buluyordu. İlk fırsat bulup başbaşa kaldıklarında bunu Elinor'a şöyle anlattı.

"Nihayet yalnız kaldık. Elinorcuğum, henüz tüm mutluluğumu bilmiyorsun. Albay Brandon Marianne'i seviyor. Bana bizzat kendisi söyledi."

Art arda hem sevinen hem canı sıkılan, hem şaşıran hemşaşırmayan kızı sessiz bir dikkatle bekledi.

"Hiç bana çekmemişsin, sevgili Elinor, yoksa şimdi bu sakinliğineşaşardım. Ailem için oturup iyi bir şey dileyecek olsam en büyük arzum Albay Brandon'ın ikinizden biriyle evlenmesi olurdu. Tahmin ediyorum ikiniz içinden Marianne onunla daha mutlu olur."

Elinor neden böyle düşündüğünü sormak ister gibi oldu, çünkü yaş, karakter ya da duygu bakımdan tarafsız bir gözlem üzerine kurulu hiçbir neden olamayacağına inanıyordu; -ama annesi her zaman ilgisini çeken her konuda hayallerine kapılır giderdi; o yüzden soru sormak yerine bu sözleri gülümseyerek geçiştirdi.

"Dün yolda gelirken bana içini döktü. Herşey aniden oldu, kendiliğinden oldu. Tahmin edebileceğin gibi ben evladımdan başka bir şeyden bahsedemiyordum; -o da üzüntüsünü saklayamıyordu; baktım üzüntüsü benimkinden aşağı değil, ayrıca belki sadece arkadaşlığın böyle sıcak bir ilgiyi haklıgöstermeyeceğini düşündü -ya da herhalde hiç düşünmedive karşıkonulmaz duygulara teslim olup Marianne'e duyduğu içten, güçlü, sadakat dolu sevgiyi anlattı. İlk gördüğü andan itibaren onu sevmiş Elinorcuğum."

Gelgeldim, burada Elinor Albay Brandon'ın sözlerini, itiraflarınıdeğil, annesinin hoşuna giden herşeyi gönlüne göre donatan faal hayalgücünün doğal süslerini sezinledi.

"Ona olan sevgisi Willoughby'nin hissettiklerinden ya da numaralarından çok ileride, çok daha sıcak, çok daha sahici ve sağlam -buna ne dememiz lazım -sevgili Marianne'in o beş para etmez delikanlı için duyduğu mutsuz tutkusunu bildiği halde devam etmiş! -ayrıca bencilliği de yok -umut bile beslemeden hatta! -onu başka biriyle mutlu görebilecek olduğu halde -Böyle asil bir adam! -böyle samimiyet, böyle açık yüreklilik! -kimseyi kandırmayacak biri."

"Albay Brandon'ın," dedi Elinor, "harikulade bir adam olarakşahsiyeti herkesçe bilinir."

"Bilinir, bilirim" -dedi annesi ciddiyetle, "yoksa böyle uyandan sonra onun duygularına cesaret verecek, hatta duygularından memnun olacak son kişi olmam lazım. Ama bana böyle gelmesi, böyle faydalı, böyle candan bir dostlukla, en kıymetli bir insan olduğunu ispata yeter."

"Ama tabii," diye cevapladı Elinor, "yüksek karakteri, insanlık söz konusu olmasaydı bile, Marianne'e olan sevgisinin onu yönelttiği tek bir nazik hareketten ibaret değil. Mrs Jennings de, Middletonlar da onu uzun zamandır ve yakından tanıyorlar; hepsi de onu sevip sayıyorlar; ben bile, onu yeni yeni tanıdıysam da çok takdir ediyorum, ona öyle değer veriyorum, öyle saygı duyuyorum ki, eğer Marianne onunla mutlu olabilirse ben de bunun dünyada bize verilebilecek en büyük armağan olduğunu düşünmeye senin kadar hazırım. Ona ne cevap verdin? -Umut etmesine izin verdin mi?"

"Ah evladım, o sıra ne ona ne de kendime umuttan bahsedemezdim: Marianne o anda ölüyor olabilirdi. Ama zaten umut ya da cesaret istemiyordu. Onunkisi gayri ihtiyari bir dertlecmeydi, huzur verici bir dosta yapılmış karşı konulmaz bir itiraf, -yoksa bir ebeveyne yapılmış bir başvuru değil. Ama bir süre sonra dedim ki, çünkü başta çok fenaydım -yaşarsa dedim, ki yaşayacak, inanıyorum, dünyadaki en büyük mutluluğum ikisinin evliliğini desteklemek olur; geldiğimizden beri, tehlikeyi hayırlısıyla atlattığımızdan beri bunu ona daha dolu dolu söyledim tekrardan, elimden gelen her cesareti verdim ona. Zaman, az bir zaman, diyeceğim ona, herşeyi halleder; -Marianne'in kalbi Willoughby gibi bir adam için ilelebet sızlanıp durmaz. -Albay Brandon bu meziyetleriyle yakında bir sonuca ulaşır."

"Albay'ın ruh haline bakılırsa henüz onu bu kadar iyimser yapmamışsın."

"Hayır. -Marianne'in sevgisinin çok uzun bir süre değişemeyecek kadar derin olduğunu düşünüyor, hatta kalbi tekrar serbest kalsa bile böyle bir yaş ve mizaç farkıyla onu kendine bağlayabileceğine inanamayacak kadar kendine güvensiz. O noktada, gelgelelim, yanılıyor. Yaşı Marianne'den sadece ayrıcalıklı olacak kadar, kişiliğini ve ilkelerini oturmuş yapacak kadar ileride; -mizacı da, adım gibi eminim, tam kızkardeşini mutlu edecek gibi. Görünümü, hareketleri filan da ona puan kazandırıyor. Duygularım beni körleştirmiyor; elbette Willoughby kadar yakışıklı değil; -ama aynızamanda, yüzünde çok daha hoş bir şey var. -Hatırlarsan, Willoughby'nin gözlerinde her zaman hazzetmediğim bir şey vardı."

Elinor hatırlayamadı; -ama annesi onun onayını beklemeden devam etti,

"Sonra hareketleri, Albay'ın hareketleri bana göre sadece Willoughby'den daha hoş görünmekle kalmıyor, ama Marianne'e de gayet çekici gelecek türde. Hareketlerindeki nezaket, başka insanlara yönelik sahici özen ve erkekçe, tabii sadelik onun gerçek mizacına ötekinin suni ve densiz canlılığından çok daha uygun. Ben şahsen eminim, Willoughby aksi olduğunu kanıtladığı halde gerçekten düzgün biri olsaydı Marianne yine de onunla Albay Brandon'la olacağı kadar mutlu olamazdı."

Durdu. -Kızı onunla pek aynı fikirde değildi, ama itirazı işitilmedi ve dolayısıyla can sıkmadı.

"Delaford'da bana da çok yakın olur," diye ekledi Mrs Dashvvood, "ben Barton'da kalsam bile; ama herhalde, -çünkü büyük bir köy diye duyuyorum, bize şimdiki durumumuza uyacak kadar ufak bir ev, kulübe filan vardır yani."

Zavallı Elinor! -şimdi de onu Delaford'a götürecek yeni bir plan vardı! -ama onun doğası da inatçıydı.

"Sonra serveti de! -çünkü bu devirde, biliyorsun, herkes buna bakıyor; -gerçi ben servet nedir bilmem, bilmek de istemem, ama besbelli iyi bir şey olmalı."

Burada odaya bir üçüncü kişinin girişiyle konuşmaları kesildi ve Elinor bütün bunları kendi başına düşünmek, arkadaşına başarıdilemek, ama aynı anda Willoughby'ye üzülmek için çekildi.

Marianne'in hastalığı onu zayıflatmış olsa da iyileşmesi yavaşolacak kadar uzun sürmemişti; gençlik, kuvvetli bünye ve annesinin varlığı da yardım etti ve annesinin gelişinden sonra dört gün içinde Mrs Palmer'ın oturma odasına gidebileceği kadar sorunsuz geçti. Burada, kendi isteği üzerine, çünkü annesini getirdi diye onu teşekküre boğmak için sabırsızlanıyordu, Albay Brandon onu ziyaret etmeye davet edildi.

Odaya girince, onun değişmiş çehresini görünce, hemen ona uzattığı solgun elini tutunca Albay öyle duygulandı ki, Elinor'a kalırsa, sebebi Marianne'e duyduğu sevgiden ya da bu sevginin başkaları tarafından bilindiğini biliyor olmaktan daha fazla birşeydi; Elinor kızkardeşine bakarken onun hülyalı gözlerinde ve renkten renge giren yüzünde, muhtemelen Marianne'le Eliza arasındaki daha önce sözünü ettiği benzerliğin aklına getirdiği ve çökmüş gözlerin, hastalıklı tenin, halsiz duruşun ve hararetli minnet ifadesinin daha da güçlendirdiği, geçmişteki birçok hüzünlü hatırayı gördü.

Olan biteni en az kızı kadar dikkatli, ama farklı düşüncelerle ve o yüzden farklı sonuçlar çıkararak takip eden Mrs Dashvvood, Albay'ın davranışlarında sadece en sade ve olağan duyguların akla getirdikleri dışında bir şey görmedi, ama Marianne'in hareketlerine, sözlerine bakarak minnettarlıktan daha fazla birşeyin çoktan doğduğuna kendini inandırdı.

Bir iki günün sonunda Marianne her gün görünür biçimde güçleniyordu; Mrs Dashvvood kendi isteği kadar kızının da isteğine kulak vererek Barton'a gitmekten bahsetmeye başladı. İki arkadaşının kararları da onun kararına bağlıydı: Mrs Jennings, Dashwoodlar orada oldukları sürece Cleveland'dan ayrılamıyordu, Albay Brandon da hepsinin ricası üzerine oradaki konaklamasının aynı derecede vazgeçilmez değilse de aynı derecede arzu edilir olduğunu kabul etmek durumunda kaldı. Sonra Albay Brandon'ın ve Mrs Jennings'in ortak ricası üzerine Mrs Dashwood hasta çocuğunun rahatı için dönüş yolunda Albay Brandon'ın arabasınıkullanmaya ikna edildi; faal yardımseverliği sayesinde herkese dost canlısı ve konuksever gelen Mrs Jennings'le Mrs Dashvvood'un ortak daveti üzerine de Albay birkaç hafta içinde kulübeye misafirliğe giderek bunun ödülünü almayı seve seve kabul etti.

Ayrılık ve yola çıkış günü geldi; Marianne sanki geçmişteki ilgisizliğini gizlice kabul ettiği için şimdi alabildiğine minnettar, saygılı ve sevecen davrandığı Mrs Jennings'e hararetle, uzun uzun veda ettikten, Albay Brandon'a bir dost nezaketi içinde hoşçakalın dedikten sonra onun özenli desteğiyle arabaya bindirildi; hatta Albay arabanın en az yarısı tek başına ona ait olmalı diye endişe ediyor gibiydi. Arkasından Mrs Dashwood'la Elinor da binince diğerleri kendi başlarına kaldılar, yolculardan bahsetmek, kendi can sıkıntılarını hissetmek üzere; sonunda Mrs Jennings arabasına çağrıldı ve kaybettiği iki genç arkadaşı hakkında hizmetçisiyle sohbete dalarak kendini avuttu; hemen arkasından Albay Brandon Delaford'a doğru yalnız yolculuğuna çıktı.

Dashvvoodlar yolda iki gün geçirdiler; Marianne bütün yolculuğa önemli bir yorgunluk hissetmeden dayandı. İki dikkatli yol arkadaşının bütün endişesi büyük bir sevecenlik ve hassas bir özenle onu rahat ettirmekti; vücudunun rahat, ruhunun sakin olduğunu gördükçe çabalarının bütün karşılığını aldıklarınıhissettiler. Marianne sakinliğe özen gösterdiği için Elinor'a bilhassa minnet duydu. Ne dile getirecek cesareti ne de saklayacak gücü olduğu kalp ağrısının yükü altında haftalar boyu sürekli acıçekmesini izlemiş olan Elinor, şimdi başka hiçbir şeyin yaratamayacağı bir sevinçle onda belirgin bir duruluk görüyor bunun ciddi bir düşünce çabasının ürünü olduğuna ve sonunda onu huzura ve neşeye kavuşturacağına inanıyordu.

Barton'a yaklaşırlarken, her tarlanın, her ağacın bazen tatlı, bazen acı anılar uyandırdığı tanıdık mekanlara girerken sessizleşti, düşüncelere daldı; yüzünü onların gözlerinden kaçırıp pencereden dışarı bakarak öylece oturdu. Ama artık Elinor ne şaşırabilir ne de kızabilirdi; Marianne'in arabadan inmesine yardım ederken ağlamakta olduğunu görünce acımaktan daha az sevecen bir şey duyamayacağı kadar doğal, abartılmamış olmasıyla da övgüye değer bir ruh hali içinde olduğunu düşündü. Sonraki davranışlarının tümünde aklı başında bir çaba gösterme kararlılığını gördü; hatta oturma odalarına yeni girmişlerdi ki, Marianne sağlam bir duruşla gözlerini odada dolaştırdı kendini Willoughby'nin anılarıyla bağlantılı olabilecek her eşyaya hemen alıştırmaya kararlıymış gibi. -Az konuştu, ama her sözü neşeli olmaya yönelikti; bazen farkında olmadan içini çekse de bunu bir gülümseyişle telafi etmediği hiç olmuyordu. Akşam yemeğinden sonra piyanoyu denedi. Oturdu, ama gördüğü ilk müzik ona Willoughby'nin aldığı bir opera oldu, içinde sevdikleri düetler vardı ve kapak sayfasında Willoughby'nin el yazısıyla yazılmışkendi adı bulunuyordu. -Bu olmayacaktı. -Başını salladı, notalarıbir yana koydu, bir iki dakika parmaklarını tuşların üzerinde gezdirdikten sonra parmaklarının zayıflığından yakındı ve piyanoyu tekrar kapadı; ama kapatırken inançla ileride epeyce alıştırma yapması gerektiğini de söyledi.

Ertesi sabah bu sevindirici işaretlerde herhangi bir azalma getirmedi. Aksine, dinlenmenin güçlendirdiği bir ruh ve bedenle daha da neşeli davrandı, daha da neşeli konuştu, Margaret'in dönüşünü sevinçle bekledi, o zaman eski şekline kavuşacak aile birliğinden, ortak mücadelelerinden ve neşeli arkadaşlıklarından dilemeye değer tek mutluluk olarak bahsetti.

"Hava düzeldiği ve sağlığıma kavuştuğum zaman," dedi, "her gün birlikte uzun yürüyüşlere çıkarız. Yamacın sonundaki çiftliğe yürürüz, çocuklar ne yapıyor, bakarız; Sir John'un Barton Kavşağı'ndaki yeni tarlalarına, sonra Abbeyland'e yürürüz; sık sık eski Priory harabelerine gider, eskiden gidilmiş dedikleri yere kadar temellerinin izini sürmeye çalışırız. Biliyorum, mutlu olacağız. Biliyorum, yaz mutlu geçecek. En geç altıda uyanmak niyetindeyim, o saatten ta akşam yemeğine kadar her anı müziğe ve okumaya ayıracağım. Planımı yaptım, ciddi bir çalışmaya başlamak konusunda kararlıyım. Kütüphanemizi iyi biliyorum, artık bana eğlence dışında bir şey veremez. Ama Park'ta okumaya değer pek çok kitap var; hatta Albay Brandon'dan ödünç alabileceğim daha modern başka kitaplar da var. Günde sadece altısaat okuyarak on iki ay içinde şimdi eksikliğini duyduğum büyük bir eğitim alırım."

Elinor böyle soylu bir sebeple ortaya çıkan planı için onu övdü; onu aşırı tembelliğe ve bencil tatminsizliğe götürmüş olan aynıistekli hayalin yine faaliyete geçip böyle akıllı uslu bir meşgale ve erdemli bir ağırbaşlılık tasarısına aşırılık kattığını görünce gülümsedi. Ama Willoughby'ye verdiği sözü henüz yerine getirmediğini hatırlayıp da Marianne'in dengesini yine bozabilecek, hiç olmazsa bir süre onun meşgul dinginlik umutlarını altüst edebilecek şeyler anlatacağından korktu ve gülümseyişi iç çekişe dönüştü. O meşum anı ertelemek isteğiyle kızkardeşinin sağlığı iyice yerine gelene kadar beklemeye karar verdi. Gelgelelim bu karar uzun süreli olmayacaktı.

Marianne hava onun gibi bir engellinin dışarı çıkmayı göze alabileceği kadar güzelleşene kadar iki üç gün evde kaldı. Ama sonunda yumuşak, sakin bir sabah oldu, kızın isteklerini, annenin cesareti artıracak şekilde; Elinor'un koluna yaslanan Marianne evin önündeki yolda yorulmadan yürüyebildiği kadar yürümek için izin aldı.

Kızkardeşler Marianne'in hastalığından beri denemediği bir alıştırma içinde zayıflığının gerektirdiği kadar yavaş adımlarla yürümeye başladılar; -evden sadece tepenin, arkadaki önemli tepenin tam bir görüntüsünü alacak kadar uzaklaşmışlardı ki, gözlerini tepeye çevirip duraksayan Marianne sakince şöyle dedi,

"Şurada, tam şurada" -bir eliyle işaret ederek, "şu tümsekte; -orada düştüm; ilk orada gördüm Willoughby'yi."

Sesi o kelimeyle birlikte söndü, ama hemen canlanarak ekledi

"O noktaya acı çekmeden bakabildiğim için şükrediyorum! -o konudan hiç bahsedecek miyiz Elinor?" -bunu tereddüt içinde söyledi. -"Yoksa yanlış mı olur? -Ben artık gerektiği gibi konuşabilirim sanırım."-

Elinor sevecen bir şekilde onu açık olmaya davet etti.

"Onunla ilgili olarak," dedi Marianne, "artık üzüntü duymuyorum. Sana onun için ne hissetmiştim, bunu anlatmayacağım; onun içinşimdi ne hissediyorum, bunu anlatacağım. -Şu an, eğer bir noktadan emin olabilsem, eğer inanabilsem ki baştan sona rol yapıyor değildi, baştan sona beni aldatıyor değildi; -ama en önemlisi, bazen sandığım kadar alçak biri değildi, hani şu talihsiz kız hikayesinden sonra-"

Durdu. -Elinor cevap verirken onun sözlerini sevinçle önemsedi.

"Bundan emin olabilsen için rahat edecek."

"Evet. İç huzurum iki bakımdan buna bağlı; -çünkü bir yandan benim için böyle önemli olmuş birinden öyle planlar nedeniyleşüphelenmek korkunç bir şey, -ama bir yandan da

ben kendi gözümde ne duruma düşerim? -Benimki gibi bir durumda, yüz kızartıcı bir şekilde ölçüsüz bir sevgi beni nelere maruz bırakabilirdi ""O halde," diye sordu ablası, "davranışınınasıl açıklıyorsun?"

"Bana kalırsa -ah, bana kalsa nasıl kolay olurdu, sadece maymun iştahlıydı, çok, çok maymun iştahlı."

Elinor başka bir şey demedi. Hikayesine hemen başlaması uygun olur mu, yoksa Marianne'in sağlığı iyice düzelene kadar beklesin mi, kendi içinde bunu tartışıyordu; -birkaç dakika sessizce ağır ağır yürüdüler.

"Onun için iyi şeyler dileyemiyorum," dedi Marianne sonunda, iç çekerek, "yeter ki gizli düşünceleri benimkilerden daha sevimsiz olmasın. Onların içinde yeterince acı çekecek."

"Senin davranışını onunkiyle mi karşılaştırıyorsun?"

"Hayır. Olması gerekenle karşılaştırıyorum; seninkiyle karşılaştırıyorum."

"Durumlarımız birbirine pek benzemiyordu."

"Sadece davranışlarımız benzemiyordu. -İnceliğin aklının kınadığışeyi savunmasın, sevgili Elinon Hastalığım düşünmemi sağladı -ciddi ciddi düşünmek için zaman ve dinginlik verdi. Konuşacak kadar iyileşmeden çok önce düşünebilecek kadar iyileşmiştim. Geçmişi düşündüm; geçen güz onunla tanışıklığımızın başından beri olan davranışlarımda kendime karşı bir dizi sağduyusuzluk, başkalarına karşı da nezaketsizlik dışında hiçbir şey görmedim. Kendi duygularımın kendi acılarımı hazırladığını, acılar karşısındaki dayanıksızlığımın beni neredeyse mezara götürdüğünü gördüm. Hastalığımı tümüyle kendi başıma kendimin açtığını anladım, çünkü kendi sağlığımı ihmal etmiştim, ki bunun yanlış olduğunu o zaman bile hissediyordum. Ölseydim, -kendi canıma kıymış olacaktım. Tehlike geçene kadar tehlikenin büyüklüğünü bilmiyordum; ama bu düşüncelerin bana verdiği

duygularla, iyileşmeme şaşıyorum, -Tanrı'ma ve sizlere kendimi affettirme fırsatım olsun diye duyduğum yaşama arzusunun büyüklüğü beni nasıl hemen öldürmedi, şaşıyorum. Ölseydim, -seni, hemşiremi, dostumu, ablamı ne ağır bir sefalet içinde bırakırdım! -Sen ki son günlerimin bütün nefret verici bencilliğini gördün; kalbimin tüm mırıltılarını dinledin! -Hafızanda nasıl yaşardım! -Ya annem! Onu nasıl teselli edebilirdin! -Kendimi nasıl hor gördüğümü anlatamam. -Ne zaman geçmişe doğru baksam bir görevin ihmal edildiğini ya da bir zaafa dalıp gidildiğini görüyorum. Herkesi yaralamışım gibi geliyor. Mrs Jennings'in iyiliğine, koşulsuz iyiliğire nankör bir küçümsemeyle karşılık vermişim. Middletonlar'a, Palmerlar'a, Steeleler'e, en sıradan tanıdığımıza karşı bile küstahlık ve haksızlık etmişim, hem de onların meziyetlerine karşı sertleşmiş bir kalple, onlarm ilgisinden rahatsız olan bir ruhla. -John'a, Fanny'ye, -evet, onlara bile, pek haketmeseler de, hakettiklerinden daha azını vermişim. Ama sen, -en çok da sen, annemden çok sen, benden kötü muamele gördün. Ben, sadece ben biliyordum senin kalbini ve hüznünü; ama beni etkiledi mi? -sana ya da bana faydası olacak hiçbir şefkat duygusu uyandırmadı. -Senin örneğin önümdeydi: ama ne işe yaradı? -Senin ve mutluluğun için daha fazla hassasiyet gösterdim mi? Senin metanetini taklit ettim mi ya da şimdiye kadar tek başına yerine getirmeye terkedildiğin o gündelik görevleri ya da özel yükümlülükleri paylaşarak yükünü azalttım mı? -Hayır -mutsuz olduğunu bildiğim zaman bile yapmadım rahat olduğuna inandığım zaınan zaten yapmadığım gibi; her türlü görev ya da dostluk çabasından kaçtım; benden başka kimseye hüzünlenme hakkı tanımadım, sadece beni terkeden, beni aldatan o kalbin ardından üzüldüm ve sınırsız bir sevgi beslediğim seni benim yüzümden sefil olmaya terkettim."

Kendini eleştiren aklının hızlı akışı burada kesildi; ona iltifat edemeyecek kadar dürüst olsa da onu yatıştırmak

için sabırsızlanan Elinor ona içtenliğinin ve pişmanlığının fazlasıyla hakettiği övgüyü ve desteği hemen verdi. Marianne elini sıktı ve şöyle dedi,

"Çok iyisin. -Gelecek kanıtım olacak. Planımı yaptım ve eğer uygulamayı başarabilirsem -duygularımı kontrol edecek, kişiliğimi geliştireceğim. Artık başkalarını üzmeyecek, kendime işkence etmeyeceğim. Artık sadece ailem için yaşayacağım. Sen, annem ve Margaret bundan böyle bütün dünyam olacaksınız; sevgimi tümüyle aranızda paylaşacaksınız. Sizden, evimden ayrılmak için bir daha en ufak bir dürtüye kapılmayacağım; başka insanlarm arasına karışırsam bu sadece artık alçakgönüllü olduğumu, ruhumun iyileştiğini, medeniyetin gereklerini, hayatın küçük vazifelerini nezaketle, metanetle yerine getirebildiğimi göstermek için olacak. Willoughby'ye gelince, -onu yakında unutacağımı ya da asla unutmayacağımı söylemek boşuna olur. Şartların ya da düşüncelerin değişmesiyle onun anısı unutulamaz. Ama dinin, aklın, sürekli meşguliyetin gereklerine göre idare edilip dizginlenecek."

Durdu -ve daha alçak bir sesle ekledi, "Onun gerçek durumunu bilebilseydim herşey daha kolay olurdu."

Bir süredir hikayesini çabucak anlatmanın uygun olup olmadığıüzerinde düşünmekte olan ve ikisine de karar veremeyen Elinor bunu duyunca tereddüt etmenin işe yaramadığını, kararlı olmak gerektiğini kavrayarak kendini gerçeği anlatırken buldu.

Hikayeyi, umduğu gibi, usturuplu bir şekilde anlattı; meraklıdinleyicisini ihtimamla hazırladı; Willoughby'nin özrüne temel aldığı ana noktaları basitçe ve dürüstçe anlattı; pişmanlığına itibar etti ve sadece şimdiki durumuyla ilgili hoşnutsuz ifadelerini yumuşattı. Marianne tek kelime söylemedi. -Titredi, gözleri yere dikildi kaldı, dudakları hastalığın bıraktığından daha fazla beyazladı. İçinde binlerce soru doğdu, ama hiçbirini ortaya çıkarmaya cesaret edemedi. Soluksuz bir merakla her heceyi yakaladı; eli farkında olmadan ablasının elini sıktı ve yanaklarınıgözyaşları kapladı.

Yorulmasından korkan Elinor onu eve yöneltti; kulübenin kapısına ulaşana kadar, soru sormaya yeltenmiyor olsa da ne kadar merak içinde olması gerektiğini kolayca tahmin ederek sadece Willoughby'den ve onunla yaptığı görüşmeden bahsetti; sözlerinin ve görünümünün her ayrıntısına titizlik gösterdi, ayrıntıtitizliğinin tehlikesiz olduğu yerlerde. Eve girer girmez Marianne bir minnet öpücüğü ve gözyaşlarının arasından zar zor söyleyebildiği şu iki kelimeyle, "Anneme anlat," ablasından ayrıldıve yavaşça merdivenden yukarı çıktı. Elinor şimdi ihtiyacı olan bu kadar makul bir yalnızlığı bozmaya kalkışmadı; sonucu endişeyle baştan ayarlamaya çalışarak, olur da Marianne ihmal ederse konuyu tekrar açma kararıyla, ayrılış anındaki vaadini yerine getirmek için oturma odasına yöneldi.

Mrs Dashwood eski gözdesinin savunmasını duygulanarak dinledi. Ona atfedilen suçun bir kısmından aklanmasına sevindi; -onun için üzüldü; -mutlu olmasını diledi. Ama geçmişin duyguları geri gelmiyordu. Hiçbir şey onu Marianne'e kırılmamış bir inançla -lekelenmemiş bir karakterle tekrar kavuşturamazdı. Onun yüzünden Marianne'in neler çektiğini hiçbir şey ona unutturamaz, Eliza'ya davranışındaki suçu hiçbir şey azaltamazdı. Hiçbir şey onu gözündeki eski yerine oturtamadığı gibi Albay Brandon'ın itibarını da zedeleyemezdi.

Mrs Dashvvood kızı gibi Willoughby'nin hikayesini kendisinden dinlemiş olsaydı -perişanlığına tanık olmuş, yüzünün ve davranışının etkisi altına girmiş olsaydı duyduğu acıma muhtemelen daha büyük olurdu. Ama dolaylı anlatımıyla başka birinde kendisinde uyanmış bu duyguları uyandırmak Elinor'un ne elinden gelirdi ne de içinden. Düşünmek yargılarına sakinlik vermiş, Willoughby'nin layığı konusundaki kendi görüşlerini daha ayık bir hale getirmişti; -o yüzden sadece basit gerçeği açıklamak, hayalgücünü alıp götürebilecek duygusal süsler katmadan karakterine gerçekten uygun olan ayrıntıları ortaya koymak istiyordu.

Akşamleyin hepsi bir araya geldikleri zaman Marianne kendi isteğiyle yine ondan bahsetmeye başladı; -ama bunu kolay yapamadığını bir süredir içinde oturmakta olduğu rahatsız, huzursuz dalgınlığı -konuşurken kızaran yüzü -ve titreyen sesi açıkça gösteriyordu.

"Emin olmanızı istiyorum," dedi, "herşeyi görmemi istediğiniz gibi görüyorum."

Mrs Dashvvood hemen olanca şefkatiyle onu susturacaktı ama kızkardeşinin tarafsız görüşünü gerçekten duymak isteyen Elinorısrarlı bir işaretle onu susturdu. Marianne yavaşça devam etti-

"Beni çok rahatlattı -Elinor'un bana bu sabah anlattıkları -tam duymak istediğim şeyleri duydum." -Birkaç saniye sesi kayboldu; ama kendini toparlayarak öncekinden daha büyük bir sakinlikle ekledi -"Şimdi son derece tatmin olmuş bulunuyorum. Hiçbirşeyin farklı olmasını istemezdim. Bütün bunları öğrendikten sonra, zaten er geç öğrenecektim, onunla asla mutlu olamazdım. -Ona güvenemez, saygı duyamazdım. -Hiçbir şey bunları bana unutturamazdı."

"Biliyorum -biliyorum," diye haykırdı annesi. "Sefih yaşantılarıolan bir adamla mutlu olunur mu! -En sevgili dostumuzu, dünyanın en iyi insanını böyle perişan eden biri! -Hayır -benim Marianne'imin böyle bir adam tarafından mutlu edilecek kalbi olmaz! Kocasının çekmiş olması gereken bütün vicdan azabınıonun vicdanı, onun o hassas vicdanı çekerdi."

Marianne içini çekti ve tekrar etti -"Hiçbir şeyin farklı olmasmıistemezdim."

"Meseleyi," dedi ElinorA "kesinlikle sağlıklı bir ruhun ve sağlam bir aklın düşünmesi gerektiği gibi düşünüyorsun; tahmin ediyorum sen de benim kadar iyi görüyorsun, sadece bu olayda değil, başka birçok durumda da evliliğinin seni pek çok derde ve sıkıntıya sokacağına, o zaman onun sevgisinin seni ayakta tutmaya yetmeyeceğine inanmak için yeterli sebep var. Evlenseydin her zaman yoksul olacaktın. Uçarılığını kendisi de kabul ediyor; her davranışı ölçülülüğün onun tarafından bilinmeyen bir kelime olduğunu gösteriyor. Küçük, çok küçük bir gelirle onun talepleri ve senin deneyimsizliğin birleşince daha önce hiç bilmediğin, düşünmediğin için daha az acı verici olmayacak sıkıntılar yaşatırdısana. Senin namus ve şeref anlayışın, biliyorum, durumunun farkına vardığın zaman, seni mümkün gördüğün her şekilde iktisat etmeye yöneltirdi; tutumluluğun sadece kendi rahatından feragat ettiğin sürece belki makul olurdu, ama bunun ötesinde -hem tek başına idare etsen bile ne faydası olurdu ki sen evlenmeden önce başlamış bir iflası durdurmaya? -Bunun ötesinde, onun zevklerinden biraz kesintiye gitmeye kalksan, bunu kabul edemeyecek kadar bencil duyguları ikna etmek yerine onun kalbi üzerindeki etkinin azalmasından ve onu bu sıkıntılara sokan evlilikten pişmanlık duymasından korkmak gerekmez miydi?"

Marianne'in dudakları titredi ve "gerçekten bencil olduğunu mu düşünüyorsun?" demeye çalışan bir sesle "Bencil?" kelimesini tekrarladı.

"Baştan sona," diye cevapladı Elinor, "bütün davranışı bencillik üzerine kuruluydu. Önce senin duygularınla oynaması bencillikten ötürüydü; sonra aşık olduğu zaman aynı nedenle itirafınıgeciktirdi, sonunda da Barton'dan gitti. Kendi zevki, kendi rahatıher ayrıntıda onun temel ilkesiydi."

"Bu doğru. Benim mutluluğumu hiç önemsemedi."

"Şimdi de," diye devam etti Elinor, "yaptığından pişman. Peki niye pişman? -Çünkü beklediğini bulamadığını gördü. Bu onu mutlu etmedi. Şimdi koşulları rahat -o tür bir sıkıntısı yok; sadece senden daha az sevimli bir kadınla evlendiğini düşünüyor. Ama bundan seninle evlenseydi mutlu olurdu sonucu mu çıkıyor? -Rahatsızlıklar farklı olurdu sadece. O zaman da geçim sıkıntısından muzdarip olurdu, ama şimdi geçim sıkıntısı yok ya, önemli değilmiş gibi yapıyor. Kişiliğinden şikayet etmeyeceği bir karısı olurdu, ama her zaman parasızlık çekerdi -her zaman yoksul olurdu ve muhtemelen temiz bir servetin ve iyi bir gelirin sayısız ayrıcalığını evdeki mutluluktan, karısının kişiliğinden daha üstün tutmayı çabucak öğrenmiş olurdu."

"Bundan şüphem yok," dedi Marianne; "üzüldüğüm bir şey de yok -kendi şapşallığım dışında."

"Daha ziyade annenin dikkatsizliği de, yavrum," dedi Mrs Dashwood; "annenin hesap vermesi lazım."

Marianne devam etmesine izin vermedi; -her ikisinin de kendi hatalarını farkettiklerini gören Elinor kızkardeşinin canınısıkabilecek geçmiş muhasebesinden kaçınmak istedi; o yüzden ilk konuya dönerek hemen sözlerine devam etti,

"Bütün hikayeden, sanırım, tek bir sonuç çıkarılabilir -Willoughby'nin tüm sıkıntıları Eliza Williams'a olan davranışında işlediği namus suçundan kaynaklanıyor. Bu suç daha küçük diğer suçların ve şimdiki mutsuzluğunun kaynağı oldu."

Marianne bu görüşe içtenlikle katıldı; annesi buradan lafı alıp Albay Brandon'ın acılarının ve meziyetlerinin tespitine getirdi, dostluk ve tasarının el ele yarattığı bir sıcaklıkla. Gelgelelim, kızısöylediklerinin çoğunu duymuş gibi görünmedi.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro