19
Albay Brandon'ın dönmesinin beklenebileceği zaman artık yaklaşıyordu. Saat onda ya da az daha sonra annesinin onlara doğru seyahat ederken içinde olduğu korkunç şüpheden kurtulabileceğine inanıyordu. Albay'ın da! -o da daha az acınacak bir halde değildi! -Onları hala habersiz tutan zaman nasıl da yavaşilerliyordu!
Saat yedide, Marianne'i hala tatlı tatlı uyurken bırakıp oturma odasında çay içen Mrs Jennings'e katıldı. Korkuları kahvaltıda, tam tersi duygular da akşam yemeğinde doğru dürüst bir şey yemesine izin vermemişti; -o yüzden şimdi huzur içinde olunca, bir şeyler atıştırmak gayet hoşuna gitti. Mrs Jennings çayın sonunda onu annesi gelmeden önce biraz dinlenmeye ve Marianne'in yanındaki yerini kendisine bırakmaya ikna etmeye çalıştı; ama Elinor kendini yorgun hissetmiyordu, o an üstünde uyuyabilecek gibi bir duygu yoktu ve gereksiz yere bir an bile kızkardeşinin yanından ayrılmak istemiyordu. Bunun üzerine Mrs Jennings üst kata, hasta odasına kadar ona eşlik etti, herşeyin yolunda gittiği konusunda kendini rahatlattı, onu yine orada vazifesi ve düşünceleriyle baş başa bıraktı ve mektup yazıp uyumak için kendi odasına çekildi.
325
Gece soğuk ve fırtınalıydı. Rüzgar evin çevresinde kükrüyor, yağmur pencereleri dövüyordu: ama içi mutluluk dolu olan Elinor buna aldırmıyordu. Marianne gökgürültüsüne rağmen uyudu; yolculara gelince -o an çekmekte oldukları her sıkıntı karşılığında onları bekleyen büyük bir ödül vardı.
Saat sekizi vurdu. Onu vurmuş olsa, Elinor o sırada eve bir arabanın yanaştığını duyduğuna inanacaktı; ama duyduğu inancıöyle güçlüydü ki, henüz gelmiş olmaları neredeyse imkansız da olsa gerçeği görmek için bitişikteki giysi odasına geçip pencerenin bir kanadını açtı. Kulaklarının onu yanıltmadığını o an gördü. Arabanın parıldayan lambaları o an ortaya çıktı. Kararsızışıklarına bakılırsa dört atlı bir arabaydı; bu da annesinin duyduğu telaşın ölçüsünü anlatırken beklenmedik hızlarını da açıklıyordu.
Sakin olmak Elinor'a hayatında hiç o anki kadar zor gelmemişti. Araba kapıda durunca annesinin neler hissediyor olabileceğini -kuşkusunu, korkusunu -belki umutsuzluğunu! -ve Elinor'un söyleyeceklerini!düşününce sakin olmak imkansızdı. Yapılacak tekşey acele etmekti; o yüzden, sadece kızkardeşini Mrs Jennings'in hizmetçisine bırakabilinceye kadar bekleyip çabucak aşağı indi.
İç koridor boyunca ilerlerken holdeki telaşı duyunca çoktan içeri girdiklerini anladı. Oturma odasına doğru seğirtti, -içeri girdi, -ve sadece Willoughby'yi gördü.
Onu görünce dehşet içinde irkilen Elinor kalbinin ilk tepkisini dinleyip hemen odadan çıkmak için döndü; eli tam kilitteydi ki hareketi yarıda kaldı: Willoughby aceleyle ilerleyerek ricadan çok emre yakın bir sesle şöyle dedi,
"Miss Dashwood, yarım saat -on dakika -yalvarırım kalın."
"Hayır, beyefendi," diye cevapladı Elinor kararlılıkla, "kalmayacağım. İşiniz benimle olamaz. Hizmetçiler sanırım Mr Palmer'ın evde olmadığını size söylemeyi unuttular."
"Mr Palmer'la bütün akrabalarının şeytan kesildiğini söyleseler bile," dedi Willoughby hışımla, "yine de kapıdan dönmezdim. İşim sizinle, sadece sizinle."
"Benimle!" -büyük bir hayretle -"peki, beyefendi -çabuk olun -ve mümkünse daha nazik olun."
"Oturun, ikisine de peki."
Elinor tereddüt etti; ne yapacağını bilmiyordu. Albay Brandon'ın gelip onu orada bulma ihtimali aklına geldi. Ama onu dinlemeye söz vermişti ve şeref duygusu kadar merakı da işe karışmıştı. Bunun üzerine, bir an düşündükten sonra sağduyunun meselenin bir an önce sonuca ulaştırılmasırn gerektirdiğine ve bunu sağlamanın yolunun da rıza göstermesi olduğuna karar vererek sessizce masaya doğru yürüdü ve oturdu. Willoughby karşısındaki sandalyeye geçti ve yarım dakika boyunca ikisi de tek kelime etmedi.
"Lütfen acele edin, beyefendi" -dedi Elinor sabırsızca -"Ayıracak zamanım yok."
Willoughby derin düşünce hali içinde oturuyordu; onu duymamışgibiydi.
"Kızkardeşiniz," dedi aniden, bir an sonra -"tehlikeyi atlatmış. Hizmetçiden duydum. Tanrıya şükür! -Ama doğru mu? -gerçekten doğru mu?"
Elinor konuşmadı. Willoughby soruyu daha büyük bir ısrarla tekrarladı.
"Tanrı aşkına söyleyin bana, tehlikeyi atlattı, değil mi?"
"Atlattığını umuyoruz."
Willoughby ayağa kalktı ve odada dolaşmaya başladı.
"Yarım saat önce bunu bilseydim -Ama buraya geldiğimden beri" -sandalyesine dönerken zorlama bir canlılıkla konuşarak -"ne anlamı var? -Bir kez olsun, Miss Dashwood -son kez olacak, belki -birlikte neşeli olalım. -Sevinmeye hazır bir ruh halindeyim. -Bana dürüstçe söyleyin" -yanaklarına daha derin bir kızarıklık yayılarak -"benim bir alçak, bir düzenbaz olduğumu mu düşünüyorsunuz?"
Elinor her zamankinden daha da büyük bir hayretle ona baktı. Sarhoş olması gerektiğini düşündü; -böyle bir ziyaretin, bu davranışların tuhaflığı başka şekilde anlaşılır görünmüyordu ve bu izlenimle hemen yerinden kalkarak şöyle dedi,
"Mr Willoughby, size şimdi Combe Magna'ya dönmenizi tavsiye ederim. -Sizinle daha fazla kalma imkanına sahip değilim. -Benimle işiniz her ne ise yarın daha iyi düşünülür, daha iyi izah edilir."
"Sizi anlıyorum," diye cevapladı Willoughby, anlamlı bir gülümseyişle ve gayet sakin bir sesle, "evet, 0k sarhoşum. -Marlborough'da soğuk etle bir bardak bira beni altüst etmeye yetti."
"Marlborough'da!" -diye haykırdı Elinor, nereye varmaya çalıştığıkonusunda daha da şaşırarak.
"Evet -bu sabah sekizde Londra'dan ayrıldım; o vakitten beri arabamın dışında geçirdiğim yegane on dakika içinde Marlborough'da bir şeyler atıştırdım."
Davranışının sakinliği ve konuşurken gözlerindeki ışık Elinor'u, onu Cleveland'a hangi affedilmez ahmaklık getirmiş olursa olsun, akıl bulanıklığının getirmediğine ikna etti; Elinor bir an düşündükten sonra şöyle dedi,
"Mr Willoughby, olanlardan sonra buraya bu şekilde gelmeniz, kendinizi bana zorla kabul ettirmeniz, anlamalısınız ki, bana öyle geliyor ki, çok özel bir mazeret gerektiriyor. Nedir ve bununla ne demek istiyorsunuz?"
"İstediğim" -dedi Willoughby, ciddi bir enerjiyle -"becerebilirsem, benden şu andakinden biraz daha az nefret etmenizi sağlamak. Geçmiş için bir tür açıklama yapmak, bir tür özür dilemek, bütün kalbimi size açmak ve sizi her zaman kafasız biri olsam da her zaman alçak biri olmadığıma ikna ederek Mar -kızkardeşiniz tarafından biraz olsun affedilmek istiyorum."
"Gelişinizin gerçek sebebi bu mu?"
"Yemin ederim," -oldu cevabı, tüm eski Willoughby'yi hatırına getiren bir sıcaklıkla ve istemese de samimi olduğuna inanmak zorunda kalarak.
"Hepsi buysa, istediğiniz zaten oldu, -Marianne sizi çoktan affetti."
"Öyle mi!" -diye haykırdı, aynı ısrarlı sesle. "O zaman beni vaktinden önce affetmiş. Ama beni tekrar affedecek, hem de daha makul sebeplerle. -Şimdi beni dinleyecek misiniz?"
Elinor isteğine boyun eğdi.
"Kızkardeşinize davranışımı," dedi Willoughby, Elinor'un beklenti, kendisinin düşünce içinde geçirdiği bir sessizlikten sonra, "nasıl açıkladınız, bana nasıl bir şeytani dürtü atfettiniz, bilmiyorum. -Belki hakkımda daha iyi bir fikriniz olmayacak, -yine de denemeye değer; o yüzden herşeyi öğreneceksiniz. -Ailenizle Hk yakınlaştığım zaman, Devonshire'de geçirmek zorunda olduğum zamanı hoş geçirecek, hatta daha önceki seferlerden daha hoşgeçirecek tanışıklıklar kurmaktan başka bir niyetim yoktu. Kızkardeşinizin güzelliği ve ilginç tavırları çok hoşuma gitti; daha en baştan bana olan davranışı öyleydi ki -nasıl olduğunu, onunnasıl olduğunu düşününce kalbimin bu kadar duyarlıksız olmasınışaşırtıcı buluyorum! -Ama önce itiraf etmeliyim ki gururum epeyce okşandı. Onun mutluluğuna aldırmadan, sadece kendi keyfimi düşünerek, her zaman dalıp gitmeye alışkın olduğum duygulara kendimi bırakarak elimden geldiğince kendimi ona beğendirmeye çalıştım, sevgisine karşılık vermeyi aklıma getirmeksizin."
Miss Dashwood bu noktada öfkeli bir küçümsemeyle gözlerini ona çevirerek şu sözlerle onu durdurdu,
"Mr Willoughby artık anlatmanıza da, dinlememe de değmez. Böyle bir başlangıcın gerisi gelemez. -Bu konuda başka bir şey söyleyerek bana eziyet etmeyin."
"Tamamını dinlemeniz konusunda ısrar ediyorum," diye cevapladıWilloughby. "Servetim fazla değildi, her zaman büyük masraflarım ve benden daha yüksek gelirli insanlarla haşır neşir olma alışkanlığım oldu. Reşit olduğumdan, hatta daha öncesinden beri her yıl borçlarım daha da arttı; yaşlı kuzenim Mrs Smith'in vefatıyla özgür kalacaktım gerçi, ama o olay kesin olmadığı, hatta epey uzak olduğu için, bir süredir varlıklı bir kadınla evlenerek durumumu düzeltme düşüncesindeydim. Kızkardeşinize bağlanmak, o yüzden, düşünülecek bir şey değildi; -ve adice, bencilce, zalimce -o kadar ki, hiçbir hor gören, hiçbir küçümseyen bakış, hatta sizinki bile Miss Dashwood, yeterince kınayamaz -buşekilde davranıyordum, sevgisini kazanmaya çalışıyordum, karşılık vermeyi aklıma bile getirmeden. Ama o dehşet verici bencilce kibir hali içinde bile benim için söylenebilecek tek şey, sebep olduğum ızdırabın boyutlarını bilmiyordum, çünkü o zaman aşkın ne olduğunu bilmiyordum. Aşkı hiç tanıdım mı? -Bundanşüphe edilebilir; çünkü gerçekten sevseydim, duygularımı kibire, açgözlülüğe kurban edebilir miydim? -hatta dahası, onun duygularını kurban edebilir miydim? -Ama ettim. Onun sevgisinin ve arkadaşlığının tüm korkularından arındıracağı daha yoksul bir hayattan kaçmak için zenginliğe adım atarak o hayatı cennete çevirebilecek herşeyi kaybettim."
"O halde," dedi Elinor, biraz yumuşayıp, "bir vakitler ona bağlandığınıza inanıyorsunuz."
"Böyle bir cazibeye direnmek, böyle bir sevecenliğe karşı koymak! -Hayatta bunu başarabilecek bir insan var mı! -Evet, usul usul, ona içtenlikle bağlandığımı gördüm; hayatımın en mutlu saatleri onunla birlikte geçirdiklerimdi, düşüncelerimin namuslu, duygularımın lekesiz olduğu saatler. Ama o zaman bile, ona kendimi ifade etmeye kesin kararlı olduğum zaman bile bunu yapma anını bir günden diğerine akıl almaz biçimde erteliyordum,şartlarım öylesine rahatsızken evliliğe girmek istemediğim için. Burada akıl yürütmeyeceğim -şeref gereği zaten bağlı olduğum bir yere inancımı da vermekten kaçınmanın beter saçmalığı üzerinesizin de yorum yapmanıza izin vermeyeceğim. Olaylar ortaya çıkardı ki kurnaz bir aptalmışım, büyük bir titizlikle kendimi ilelebet düşük ve sefil biri yapma fırsatı arıyormuşum. Sonunda kararımı verdim; onu yalnız bulur bulmaz ona sürekli olarak gösterdiğim ilgiyi haklı çıkaracak, göstermek için çabalayıp durduğum sevgimi açıkça söyleyecektim. Ama o arada -onunla özel olarak konuşma fırsatı bulmama kadar geçecek olan birkaç saat içinde -öyle bir şey oldu ki -talihsiz bir olay bütün kararlılığımı yıktı, yanısıra bütün huzurumu da. Bir şey duyuldu," -burada duraklayıp başını önüne eğdi. -"Mrs Smith bir şekilde öğrenmiş, herhalde bir uzak akrabasından filan, beni onun gözünden düşürmekte çıkarı olan birinden, bir ilişkimi, bir beraberliğimi -ama daha fazla açıklamama gerek yok," diye ekledi, yüzünün rengi koyulaşarak ve soru dolu gözlerle ona bakarak, "belli bir arkadaşınız -muhtemelen bütün hikayeyi çok önce duymuşsunuzdur."
"Duydum," diye karşılık verdi Elinor, aynı şekilde kızararak ve ona acımamak için kalbini tekrar katılaştırarak, "hepsini duydum. Ve bu korkunç olaydaki suçunuzu nasıl geçiştireceksiniz, itiraf ederim aklım almıyor."
"Hikayeyi," dive haykırdı Willoughby, "kimden dinlediğinizi unutmayın. Tarafsız anlatılmış olabilir mi? Eliza'nın konumuna ve kişiliğine saygı göstermem gerekirdi, biliyorum. Kendimi haklıçıkarmaya çalışmıyorum, ama aynı zamanda hiçbir savunmam olmadığını düşünmenize de izin veremem -yani o yaralı olduğu için suçlanamaz oluyor, ben çapkın olduğum için o azize oluyor. Eğer tutkusunun şiddeti, aklının zayıflığı -yine de tabii kendimi savunmaya çalışmıyorum. Bana olan sevgisi daha iyi muamele edilmeyi hakediyordu; ben de sık sık, çok kısa bir süre için de olsa karşılık alacak kadar güçlü olan o sevgiyi büyük bir pişmanlıkla hatırlıyorum. Keşke -keşke hiç olmasaydı. Ama onun kendisinden daha fazlasını yaraladım; öyle birini yaraladım ki, bana olan sevgisi -(söyleyebilir miyim?) onunkinden hiç de daha az sıcak değildi; hele aklı -ah çok daha üstündü!"-
"Yine de o talihsiz kıza karşı kayıtsızlığınız -söylemeliyim ki böyle bir konunun tartışılması benim için çok sevimsiz -kayıtsızlığınız onu zalimce ihmal etmeniz için özür olamaz. Onun zayıflığı, akıl yoksunluğu sizin bu kadar aşikar zalimliğinizi mazur gösteriyor sanmayın. Siz Devonshire'de yeni planlar peşinde, neşeli, mutlu keyif çatarken onun en ağır yoksulluğa mahkum olduğunu biliyordunuz."
"Yemin ederim bilmiyordum," diye cevapladı Willoughby; "ona adresimi vermeyi ihmal etmiş olabileceğim hiç aklıma gelmedi; birazcık sağduyu nasıl bulacağını ona söylerdi."
"Peki beyefendi, Mrs Smith ne dedi?"
"Hemen cezayı kesti; nasıl sarsıldığımı tahmin edebilirsiniz. Onun hayatının saflığı, fikirlerinin resmiyeti, dünyanın cehaleti -herşey bana karşıydı. Meselenin kendisi inkar edilemezdi, yumuşatma çabası da boşuna olurdu. Zaten sanırım, genel olarak davranışlarımın ahlaklılığından şüphe etme eğilimindeydi, ayrıca bu ziyaretimde ona az ilgi göstermeme, az zaman ayırmama da içerlemişti. Kısaca, sonuçta yollarımız ayrıldı. Kendimi kurtarabilmemin tek yolu vardı. Eliza'yla evlenirsem, namus damarı kabarmış iyi yürekli kadın geçmişi affedeceğini söyledi. Ama bu mümkün değildi -ben de lütfundan ve evinden resmen kovuldum. Bu meseleyi takip eden geceyi -ertesi sabah gidecektimgelecekteki tavrımın ne olması gerektiğini düşünerek geçirdim. Mücadele büyüktü -ama çok çabuk bitti. Marianne'e olan sevgim, onun bana olan bağlılığına sonsuz inancım -hiçbiri yoksulluk korkusunu yenmeye ya da lüks ihtiyacı konusundaki yanlış fikirleri altetmeye yetmedi, ki bu ihtiyacı duymaya doğal olarak eğilimliydim ve pahalı hayat süren insanlar arasındaki hayatım bu ihtiyacı artırmıştı. Kendimi şimdiki karımla ilgili güvende hissetmek için sebeplerim vardı, tabii ona evlenme teklif edersem; böylece benim için yapacak başka hiçbir şey kalmadığına karar verdim. Bununla beraber, Devonshire'den ayrılmadan önce beni ağır bir olay bekliyormuş; -o gün sizinle yemek yeme sözüm vardı; dolayısıyla sözümden döndüğüm için özür dilemem gerekiyordu. Ama bu özrü yazsam mı, bizzat mı dile getirsem uzun bir kararsızlık geçirdim. Marianne'i görmenin korkunç olacağınıhissettim, hatta onu tekrar görebileceğimden ve kararıma bağlıkalacağımdan bile kuşkuluydum. Ne var ki o noktada kendi asaletimi hafife almışım, olayın da gösterdiği gibi; çünkü gittim, onu gördüm, sefil olduğunu gördüm ve onu sefil halde bıraktım -ve onu bir daha görmemeyi umarak ondan ayrıldım."
"Neden geldiniz, Mr Willoughby?" dedi Elinor, hoşnutsuzca; "bir not yazsanız her bakımdan yeterli olurdu. -Gelmeniz neden gerekti?"
"Kendi onurum için gerekliydi. Köyden sizi ya da civardaki diğer insanları Mrs Smith'le aramda gerçekte neler geçtiği konusundaşüphe içinde bırakabilecek bir tarzda ayrılamazdım -o yüzden Honiton'a giderken kulübeye uğramaya kararlıydım. Ama sevgili kızkardeşinizin görüntüsü gerçekten feciydi ve meseleyi daha da zorlaştıracak şekilde onu yalnız buldum. Sizler bilmiyorum nereye gitmiştiniz. Onu daha önceki gece doğru şeyi yaptığıma öyle inançlı, öyle kararlı bir şekilde bırakmıştım ki! Birkaç saat daha geçse benimle ilelebet sözlenmiş olacaktı; kulübeden Allenham'a yürürken nasıl mutlu, nasıl neşeli olduğumu hatırlıyorum, kendimden nasıl memnun, herkesten nasıl hoşnuttum! Ama bunda, son arkadaşça görüşmemizde ona tüm gizleme yeteneğimi elimden alan bir suçluluk duygusu içinde yaklaştım. Devonshire'den hemen ayrılmak zorunda olduğumu söylediğim zamanki hüznü, hayal kırıklığı, derin kederi -hiç unutmayacağımbana duyduğu o güvenle, o inançla birleşince! -Ah Tanrım!ne kalpsiz bir eşektim!"
Birkaç saniye ikisi de sustular. Önce Elinor konuştu.
"Ona yakında döneceğinizi söylediniz mi?"
"Ona ne söylediğimi bilmiyorum," diye cevapladı Willoughby, sabırsızca; "ama geçmişin gerektirdiğinden daha azını, kuşkusuz, ve elbette geleceğin haklı çıkardığından daha fazlasını. Düşünemiyorum. -Olmuyor. -Sonra bana bütün nezaketi ve güveniyle daha fazla işkence etmek üzere sevgili anneniz geldi. Tanrıya şükür! bana işkence oldu. Sefil oldum. Miss Dashwood, kendi sefaletimi hatırlamanın beni nasıl rahatlattığını tahmin edemezsiniz. Kalbimin ahmaklığı, rezilce salaklığı yüzünden kendimden öyle nefret ediyorum ki, bu yüzden geçmişte tüm çektiklerim şimdi bana sadece zafer ve haz gibi görünüyor. Neyse, gittim, sevdiğim herşeyi arkada bıraktım ve kendilerine karşı olsa olsa kayıtsız olduğum kişilere gittim. Şehre yaptığım yolculuk -kendi atlarımla gidiyordum, o yüzden çok sıkıcıydı -konuşacak kimse yoktu -kendi düşüncelerim öyle neşeliydi ki -önüme baktığım zaman herşey öyle davetkardı ki! -dönüp Barton'a baktığım zaman, manzara öyle huzur verici! -ne mutlu bir yolculuktu!"
Durdu.
"Peki, beyefendi," dedi Elinor, ona acısa da gitmesi için sabırsızlanmaya başlamıştı, "hepsi bu mu?"
"Hepsi mi! -hayır, -şehirde olanları unuttunuz mu? -O rezil mektubu -Size gösterdi mi?"
"Evet, her kelimesini gördüm."
"Onun ilk mektubu elime geçtiği zaman, (hemen elime geçti, çünkü hep şehirdeydim,) hissettiklerim -hani hep denir ya, ifade edilebilecek gibi değil; daha basit bir deyişle -belki kimseyi etkileyemeyecek kadar basit -duygularım çok, çok ızdıraplıydı. -Her satır, her kelime -burada olsa o sevgili yazarın men edeceği basmakalıp bir metaforlakalbime saplanan birer hançer gibiydi. Marianne'in şehirde olduğunu bilmek -aynı lisanlaşimşek çarpması gibiydi. -Şimşekler ve hançerler! -nasıl da azarlardı beni! -onun zevki, onun fikirleri -onları kendiminkilerden daha iyi tanıdığıma inanıyorum, -ve onlardan çok daha değerli olduklarınıbiliyorum."
Bu olağandışı konuşmanın akışında birçok değişiklik geçiren Elinor'un kalbi şimdi tekrar yumuşadı; -yine de muhatabının bu fikirlerini kontrol altında tutmayı görev bildi.
"Bu doğru değil, Mr Willoughby. -Evli olduğunuzu unutmayın. -Vicdanmızda neyi bilmem gerektiğini düşünüyorsanız sadece onu anlatın."
"Marianne'in haftalar boyu ayrı kalmış olsak da onun için hala eski günlerdeki kadar değerli olduğumu, kendi duygularının hala aynı olduğunu, benim duygularımın da değişmediğine inandığınısöyleyen mektubu bütün vicdan azabımı uyandırdı. Uyandırdıdiyorum, çünkü zaman ve Londra, iş güç ve sefahat bunu bir ölçüde dindirmişti ve ben sıkı bir taşlaşmış alçak olmaktaydım, kendimi ona karşı kayıtsız sanıyor, onun da bana karşı kayıtsız olması gerektiğini düşünmeyi tercih ediyordum; kendime geçmişteki yakınlığımızın sıradan, önemsiz bir iş olduğunu söylüyor, öyle olduğuna inanmak için omuz silkiyor, her azarlamayı susturuyor, her tereddütün üstesinden geliyor ve bunun için arada bir şöyle diyordum, "Onun iyi bir evlilik yaptığınıduyunca gerçekten sevinç duyacağım." -Ama bu mektup bana kendimi daha iyi tanıttı. Benim için dünyadaki tüm kadınlardan daha değerli olduğunu, ona alçakça davrandığımı hissettim. Ama o sıra Miss Grey'le aramdaki herşey artık halledilmişti. Geri çekilmek imkansızdı. Tüm yapabildiğim ikinizden de kaçmak oldu. Marianne'e cevap yazmadım, bu şekilde kendimi onun ilgisinden korumayı düşünüyordum; bir süre hatta Berkeley street'e uğramamaya bile karar verdim; -ama sonunda, başka bir şeydense kayıtsız, sıradan bir tanıdık tavrı takınmanın daha akıllıca olacağına karar verdim ve bir sabah hepinizin evden çıkışınıseyrettikten sonra adımı bıraktım."
"Evden çıkışımızı mı seyrettiniz!"
"Öyle. Ne kadar sık sizi seyrettiğimi, ne kadar sık karşınıza çıkma noktasına geldiğimi duysanız şaşarsınız. Araba yanımdan geçerken size görünmemek için dükkanlara girdim durdum. Bond street'te kalıyordum ya, birinizin ya da diğerinizin gözüme takılmadığı hemen tek bir gün geçmedi; gözünüze görünmemek için değişmez bir kararlılıkla sürekli tetikte olmaktan başka hiçbirşey bizi o kadar uzun süre ayrı tutamazdı. Middletonlar'dan olabildiğince kaçındım, ortak tanıdığımız çıkabilecek başka herkesten de öyle. Ama şehirde olduklarını bilmiyordum, Sir John'a rastladım, herhalde gelişinin ilk günü, Mrs Jennings'e uğradığımın da ertesi günü. Beni akşamleyin evindeki bir partiye, dansa davet etti. Beni teşvik etmek için sizin ve kızkardeşinizin de orada olacağınızı söylemeseydi bile ona sormaya gerek duymadan tahmin ederdim. Ertesi sabah Marianne'den kısa bir mektup daha geldi -yine sevgi dolu, açık yürekli, yapmacıksız, inançlı -benim davranışımı tiksinti verici gösterecek herşey, kısaca. Cevap yazamadım. Denedim -ama tek bir cümle bile kuramadım. Ama günün her anı onu düşündüğümü biliyorum. Eğer bana acıyacaksınız, Miss Dashwood, o zamanki halime acıyın. Aklım ve kalbim kızkardeşinizle doluyken başka bir kadına mutlu aşık rolü oynamak zorunda kalıyordum! -O üç dört hafta en kötüsüydü. Sonunda, söylememe gerek yok, karşıma çıktınız; ne de güzel numara yaptım! -ne acı dolu bir akşamdı! -bir yanda Marianne, melek kadar güzel, öyle bir sesle bana Willoughby diye sesleniyor! -ah Tanrım! —elini bana uzatıyor, o konuşan, endişe içinde yüzüme dikilmiş, o büyüleyici gözlerle benden açıklama bekliyor! -ve öte yanda Sofia, şeytan kadar kıskanç, her bakışı -neyse, önemi yok, artık geçti. -Öyle bir akşam! -İlk fırsatta sizden kaçtım; ama Marianne'in güzel yüzünün ölüm kadar beyaz olduğunu görmemeyi başaramadım. -Bu onun bende kalan son bakışı oldu; -aklımda kalan son görüntüsü. Korkunç bir görüntüydü! Ama bugün onun gerçekten ölmekte olduğunu düşününce onu bu dünyada en son görenlere nasıl görüneceğini bildiğimi hayal etmek benim için bir tür teselli oldu. Yolda giderken önümdeydi, hep önümde, aynı görüntü ve aynı renk içinde."
İkisinin de düşünceye daldıkları kısa bir sessizlik oldu. Willoughby daha önce toparlanarak sessizliği bozdu:
"Neyse, acele edip bir an önce gideyim. Kızkardeşiniz herhalde daha iyi, herhalde tehlikeyi atlattı değil mi?"
"Bundan eminiz."
"Zavallı anneniz de! -Marianne'e o kadar düşkündü ki."
"Peki mektup, Mr Willoughby, sizin mektubunuz; o konuda söyleyeceğiniz bir şey var mı?"
"Evet tabii, bilhassa o var. Kızkardeşiniz hemen ertesi sabah bana tekrar yazdı, biliyorsunuz. Ne dediğini gördünüz. Ben Elisonlar'da kahvaltı ediyordum, -mektubu ötekilerle birlikte evimden oraya getirilip bana verildi. Mektubu ben görmeden önce Sofia görüverdi -ebadı, kağıdın zarafeti, elyazısı filan onu hemen şüphelendirdi. Devonshire'de bir genç bayanla ilişkim olduğu yolunda önceden hafif bir şeyler duymuş; önceki akşam gözlerinin önünde olanlar da genç bayanın kim olduğunu ortaya çıkarmış, kıskançlığını iyice artırmıştı. İnsanın sadece sevdiği kadında hoşuna giden oyun oynuyormuş gibi bir hava yaratıp mektubu hemen açtı ve okudu. Densizliğinin ödülünü iyi aldı. Okudukları onu sersefil yaptı. Sefaletine dayanabilirdim, ama hırsı -kötülüğüne olursa olsun yatıştırılmak zorundadır. Kısaca -karımın mektup yazma üslubu hakkında ne düşünüyorsunuz? -narin -sevecen -alabildiğine kadınsı -değil mi?"
"Karınız mı! -Mektup sizin elyazınızla yazılmıştı."
"Evet, ama sadece, adımı koymaya utandığım o cümleleri kölece kağıda dökme ayrıcalığına sahip oldum. Aslını o yazdı -kendi özgün düşünceleri ve zarif ifadesiyle. Ama ne yapabilirdim? -nişanlıydık, bütün hazırlıklar yapılıyordu, gün bile belirlenmişti -Ama bir aptal gibi konuşuyorum. Hazırlık! -gün! -Doğrusu, onun parasına ihtiyacım vardı ve benimki gibi bir durumda ayrılmamak için ne olsa yapılır. Hem Marianne'le yakınlarının gözünde karakterime nasıl bir katkısı olacaktı ki cevabımın hangi lisanda kaleme alındığının? -Tek bir amaca hizmet edecekti. İşim kendimi alçak ilan etmekti, bunu davul çalarak mı yapmışım, sessizce mi, pek önemi yoktu. -'Onların gözünde ilelebet bittim -dedim kendi kendime -meclislerinden ilelebet kovuldum, beni zaten karaktersiz bir adam olarak görüyorlar, bu mektuptan sonra iyice aşağılık biri olacağım onlar için.' Böyle şeyler düşünerek, umutsuz bir aldırışsızlık içinde kağıda döktüm karımın sözlerini ve Marianne'in son emanetlerinden ayrıldım.
Onun üç mektubu -ne yazık ki hepsi not defterimin içindeydiler, yoksa varlıklarını inkar eder ve hayat boyu saklardım -onları da çıkarmak zorunda kaldım ve öpmeye bile fırsatım olmadı. Ve saç lülesi -onu da hep aynı defterin içinde taşırdım; Madam pek sevimli bir öfke içinde defteri de aradı, -o sevgili saç -hepsi, her hatıra benden koparıldı."
"Hata ediyorsunuz, Mr Willoughby, yanlış davranıyorsunuz," dedi Elinor; sesi, elinde olmadan, duyduğu acımayı belli etti; "buşekilde konuşmamalısınız, hem Mrs Willoughby hem de kızkardeşim hakkında. Siz seçiminizi yaptınız. Kimse sizi zorlamadı. Eşinizin sizden nezaket görmeye hakkı var, en azından saygı görmeye hakkı var. Sizi seviyor olmalı, yoksa sizinle evlenmezdi. Ona kaba davranmak, ondan küçümseyerek bahsetmek Marianne için hiçbir şeyi telafi etmez -ben de bunun kendi vicdanınızı rahatlatacağını sanmıyorum."
"Bana eşimden bahsetmeyin," dedi Willoughby ağır bir iç çekişle. -"Sizin acımanızı haketmiyor. -Evlendiğimiz zaman onu önemsemediğimi biliyordu. -Neyse, evlendik işte ve mutlu olmaya Combe Magna'ya geldik, sonra da eğlenmeye şehre döndük. -Şimdi bana acıyor musunuz, Miss Dashvvood? -yoksa bunlarıboşu boşuna mı anlattım? -Beni -bir derece de olsa -daha az suçlu görüyor musunuz? -Niyetim hep kötü değildi. Suçumun herhangi bir kısmını izah edebildim mi?"
"Evet, elbette bir şeyleri giderdiniz -pek az, ama. Sandığımdan daha az kusurlu olduğunuzu gösterdiniz. İçinizin o kadar kötü -hiç de kötü olmadığını ortaya koydunuz. Ama pek bilmiyorum -sebep olduğunuz yıkım -daha kötüsü nasıl olurdu pek bilmiyorum."
"İyileştiği zaman size anlattıklarımı kızkardeşinize anlatır mısınız? -Sizin görüşünüz kadar onunki konusunda da içim biraz rahat olsun. Beni çoktan affettiğini söylediniz. Halimi ve şimdiki duygularımı daha iyi bilirse beni daha kendiliğinden, daha doğal, daha az gururlu bir şekilde affedebilir diye hayal etmek istiyorum. Ona çektiğim sefaleti ve azabı anlatın -kalbimin ona hiç ihanet etmediğini, ve lütfen, şu an benim için her zamankinden daha değerli olduğunu anlatın."
"Ona sizi anlayabilmesi için gerekli olabilecek herşeyi anlatacağım. Ama bana şimdi gelişinizin nedenini de açıklamadınız, hastalığınınasıl duyduğunuzu da."
"Dün gece Drury-lane tiyatrosunun lobisinde Sir John Middleton'a rastladım; kim olduğumu gördüğü zaman -son iki aydır ilk kezbenimle konuştu. Evlendiğimden beri beni kesmişti, biliyordum, şaşırmamış, gücenmemiştim. Ama şimdi, bana karşıöfke, kızkardeşiniz için endişe dolu iyi niyetli, dürüst, saf aklı beni kahredeceğini bildiği -ama belki de bilmediğişeyi söyleme kışkırtısına karşı koyamadı. Lafı hiç dolandırmadan bana Marianne'in Cleveland'da bulaşıcı ateşten ölmekte olduğunu söyledi -o sabah Mrs Jennings'den aldığı mektup tehlikenin çok yakın olduğunu söylüyormuş -Palmerlar korkup gitmişler filan. -O kaba saba Sir John'un gözüne bile kayıtsız görünemeyecek kadar sarsılmıştım. Acı çektiğimi görünce kalbi yumuşadı, düşmanlığının çoğu kayboldu, o kadar ki ayrıldığımız zaman neredeyse elimi sıkıp bana puanter yavrusuyla ilgili ona verdiğim eski bir sözü hatırlattı. Kızkardeşinizin ölmekte olduğunu -hem de benim dünyanın en büyük alçağı olduğuma inanarak, son anlarında bile benden nefret ederek ölmekte olduğunu duyunca neler hissettiğimi -yani ne bileyim, insanın aklına ne kötü ihtimaller gelmiyor ki? -Bir kişinin beni herşeyi yapabilecek biri olarak tanıdığını biliyordum -Korkunç şeyler hissettim! -Çabuk karar verdim ve bu sabah saat sekizde arabama binmiştim. Artık hepsini biliyorsunuz."
Elinor cevap vermedi. Sessizce durmuş, çok erken bir bağımsızlığın ve sonuçtaki aylaklık, sefahat ve lüks alışkanlığının, açık ve dürüst bir kişiliği duygulu, sevecen bir kalple birleştirmiş, görüntüsü ve yetenekleriyle birçok üstünlüğü olan bir adamın aklına, karakterine ve mutluluğuna verdiği telafisi imkansız zararıdüşünüyordu. Dünya onu müsrif ve gösteriş düşkünü yapmıştı -Müsriflik ve kibir onu soğuk kalpli ve bencil yapmıştı. Başka nitelikleri yok ederek kendi suçlu zaferini ilan etmeye çalışan kibir onu gerçek bir beraberliğe yöneltmiş, o zaman da müsrifliğin ya da müsrifliğin ürünü olan ihtiyacın feda edilmesini gerektirmişti. Onu kötü sona götüren her kusurlu istek, aynı şekilde cezaya da götürmüştü. Dürüstlüğü, duyguları, mutluluk fırsatını çiğneyerek kendini fiilen kopardığı beraberlik, artık elinde olmadığı zaman, bütün aklına hükmediyordu; uğruna hiç tereddütsüz kızkardeşini yıkıma terkettiği evlilik onun için çok daha tedavi edilmez tabiatlıbir mutsuzluk kaynağı olup çıkacaktı. Birkaç saniye sonra bu düşüncelerden onu Willoughby çekip çıkardı; Willoughby kendini de en az o kadar acı dolu düşüncelerden çekip çıkarmış, gitmeye hazırlanarak şöyle dedi,
"Burada kalmanın faydası yok; gitmeliyim."
"Şehre mi dönüyorsunuz?"
"Hayır -Combe Magna'ya. İşim var, bir iki gün içinde oradan şehre giderim. Hoşçakalın."
Elini uzattı. Elinor ona elini uzatmazlık edemezdi; Willoughby sevgiyle elini sıktı.
"Hakkımda eskisinden daha iyi düşünüyor musunuz?" -dedi, elini bırakırken, gitmek üzere olduğunu unutmuş gibi şömine pervazına yaslanarak.
Elinor onu düşündüğüne temin etti; -onu affettiğine, ona acıdığına, ona esenlikler dilediğine -hatta mutluluğuyla bile ilgilendiğine -ve bunu sağlama ihtimali olan davranışlar konusunda birkaç nazik tavsiyede bulundu. Willoughby'nin cevabıpek umut verici değildi.
"O konuda," dedi, "elimden geldiğince yaşayıp gideceğim işte. Aile mutluluğu söz konusu değil. Ama eğer siz ve yakınlarınızın benim kaderim ve hareketlerimle ilgilendiğinizi düşünme iznim olursa belki bu sayede -yani beni kendime getirebilir -en azından uğrunda yaşayacak bir şey olur. Marianne'i artık ilelebet kaybettim. Kısmet olsa da tekrar özgür kalsam bile-"
Elinor onu azarlayarak durdurdu.
"Pekala" -diye cevap verdi Willoughby -"tekrar hoşçakalın. Artık gidip o olayın dehşeti içinde yaşayacağım."
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Kızkardeşinizin evliliği."
"Yanılıyorsunuz. Onu şimdi olduğundan daha fazla kaybedemezsiniz."
"Ama onu başka biri kazanacak. Eğer o biri de başka herkes içinde en az dayanabileceğim o kişi olursa -Ama daha fazla kalıp, en çok acıya neden olduğum yerde en masum olan benmişim gibi yaparak kendimi tüm hoşgörünüzden yoksun bırakmayacağım. Hoşçakalın, -Tanrı sizi korusun!"
Ve bu sözlerle neredeyse koşarak odadan çıktı.
Elinor o gittikten sonra bir süre, hatta arabasının sesi solup gittikten sonra bir süre kendi aralarında alabildiğine çelişen, ama ortak sonuçları hüzün olan bir düşünceler kalabalığı içinde sıkıştıkaldı, o kadar ki kızkardeşini bile düşünemedi.
Daha yarım saat önce dünyanın en alçak adamı diye aşağıladığıWilloughby bütün kusurlarına rağmen, kusurları yüzünden çektiğiızdıraplar için onda belli bir acıma duygusu uyandırmıştı: şimdi onu ailesinden ilelebet koparılmış biri olarak düşünüyordu meziyetlerinden çok hayalleriyle orantılı olduğunu hemen farkettiği bir sevecenlik ve üzüntüyle. Onun kendisi üzerinde bıraktığı duygunun aslında etkileyici olmaması gereken şartlar nedeniyle arttığını hissediyordu; -meziyet sayılmayacak o olağandışı fiziksel cazibe, o açık, duygulu, neşeli tavırlar ve üzerinde durulması bile masumca olmayan, Marianne'e duyduğu o hala tutkulu aşk sebebiyle. Ama bunun böyle olduğunu Wilioughby'nin etkisi azaldıktan çok, çok sonra hissetti.
Nihayet herşeyden habersiz uyuyan Marianne'in yanına döndüğü zaman onun umut ettiği kadar uzun ve tatlı bir uykuyla tazelenmiş, uyanmakta olduğunu gördü. Elinor'un bütün duyguları ayaklandı. Geçmiş, bugün, gelecek, Willoughby'nin ziyareti, Marianne'in sağlığı ve annesinin beklenen gelişi, hepsi birden onu öyle bir heyecana sürükledi ki, tüm yorgunluk belirtileri kayboldu ve içinde sadece kızkardeşine açık verme korkusu kaldı. Öte yandan, bu korkunun onu etkilemesine zaman kalmadı, çünkü Willoughby'nin gidişinin üstünden bir saat bile geçmemişti ki bir başka araba sesi onu tekrar aşağıya çağırdı. -Annesine o dehşeti gereksiz yere bir an daha yaşatmamak için hemen hole koştu ve dış kapıya tam annesini içeri girerken karşılayacak ve rahatlatacak zamanda ulaştı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro