18
John Dashwood Berkeley street'e uğrayalı bir haftadan fazla olmuştu; o zamandan beri karısının rahatsızlığı konusunda sözlü bir girişim dışında hiçbir bilgi almadıkları için Elinor onu ziyaret etmeyi gerekli görmeye başladı. -Gelgelelim bu sadece içinden gelmiyor değildi, aynı zamanda arkadaşlarından hiçbiri tarafından da desteklenmiyordu. Marianne sadece kendisi asla gitmemekle yetinmiyor, ablasının gitmesini de engellemeye çalışıyordu; arabası her zaman Elinor'un emrinde olsa da Mrs Jennings Mrs John Dashvvood'a öyle sinir oluyordu ki, son keşiften sonra nasıl göründüğünü görme merakı da, Edward'ın tarafmı tutarak onu kızdırma arzusu da tekrar onun meclisinde olma konusundaki isteksizliğinin üstesinden gelemedi. Sonuçta Elinor ziyareti kendi başma yapmaya karar verdi; bu ziyareti yapmak ve diğer ikisinin haklı olarak hazzetmedikleri bir kadınla baş başa sohbet etme riskine girmek için kimse ondan daha isteksiz olamazdı.
Mrs Dashvvood yok dendi; ama araba evden ayrılmazdan önce, kocası kazaen dışarı çıktı. Elinor'a rastladığı için çok sevindiğini söyledi; o da zaten Berkeley street'e ziyarete gelecekmiş; Fanny'nin onu görmekten çok mutlu olacağını söyleyerek onu içeri buyur etti.
Üst kata, oturma odasına çıktılar. -Orada kimse yoktu"Fanny kendi odasındadır herhalde," dedi; -"Hemen yanına gideyim, çünkü eminim seni görmeye asla itiraz etmez. -Alakası yok tabii. Hele şimdi asla -ama mamafih, sen ve Marianne her zaman onun gözdesi oldunuz. -Marianne neden gelmedi?"-
Elinor onun adına bir mazeret uydurdu.
"Seni yalnız gördüğüme üzülmedim," diye cevapladı, "çünkü sana söyleyeceğim çok şey var. Albay Brandon'ın kilisesi -bu doğru olabilir mi? -cidden Edvvard'a mı verdi? Dün raslantıyla öğrendim ve aslını sormak için sana geliyordum."
"Kesinlikle doğru. -Albay Brandon Delaford Kilisesi'ni Edward'a verdi."
"Cidden mi! -Çok şaşırtıcı doğrusu! -ne alaka ki! -aralarında hiçbir akrabalık yok! -artık kiliseler de epey para getiriyor! -bunun değeri neymiş?"
"Yılda iki yüz kadar."
"İyiymiş -o değerde bir kilisenin ikinci satışı için -eski rahibin ihtiyar ve hasta biri olduğunu ve kısa zamanda orayı boşaltacağıdüşünülürse -eline bin dört yüz pound geçmiş olmalı. Sonra nasıl oldu da meseleyi bu kişinin ölümünden önce halletti? -Şimdi tabii artık çok geç orayı satmak için, hem de Albay Brandon kadar akıllıbir adam! Böyle olağan, böyle doğal bir mesele üzerinde böyle basiretsiz olmasına şaşıyorum! -Valla, hemen her insan karakterinde büyük bir tutarsızlık var bana kalırsa. Ama sanırım -aklıma geldi debelki olay şöyledir. Edward kiliseye Albay Brandon'ın satışı gerçekten yaptığı kişi orayı alacak yaşa gelinceye kadar sahip olacaktır. -Evet evet, böyledir, kesin."
Elinor buna gayet olumlu bir biçimde itiraz etti; teklifi Albay Brandon'dan Edward'a iletme görevinin kendisine verildiğini, dolayısıyla kilisenin verilme şartlarını bildiğini söyleyerek onu kendi yetkinliğine boyun eğmeye zorladı.
"Gerçekten şaşırtıcı!" -diye haykırdı John Dashwood, anlattıklarını duyunca -"Albay'ın ne gibi bir sebebi olabilir?"
"Çok basit bir sebep -Mr Ferrars'a faydalı olmak."
"Pekala, pekala; Albay Brandon nasıl biri olursa olsun Edward çokşanslı bir adam! -Meseleyi Fanny'ye anlatmayın, gerçi ben çıtlattım, o da gayet metanetle karşıladı, -ama fazla bahsedildiğini işitmek hoşuna gitmeyecektin"
Elinor'un burada, kardeşi onun ya da çocuğunun yoksullaşmasına yol açmayacak bir servet kazandığı için Fanny elbette metanet gösterir, diyesi geldi ama zor da olsa kendini tuttu.
"Mrs Ferrars," diye ekledi John Dashwood, sesini önemli bir konuya geçiyormuş gibi alçaltarak, "henüz bunları bilmiyor; bence en iyisi ondan olabildiğince saklamak. -Nikah kıyıldığı zaman, korkarım hepsini zaten öğrenmek zorunda kalacak."
"Ama bu kadar tedbirli olmak niye? -Oğlunun yaşayacak kadar para kazandığını bilmek onu zerrece memnun etmeyebilir, -bu besbelli söz konusu bile değil; -ama son davranışından sonra niye bir şey hissetsin ki? -oğlunu reddetti, ilelebet kaldırıp attı ve üzerlerinde etki sahibi olduğu insanları da aynı şeyi yapmaya zorladı. Bunları yaptıktan sonra onun adına üzüntü ya da neşe duyması elbette beklenemez -onun başına gelen hiçbir şey onu ilgilendiremez. Bir çocuğun bütün imkanlarını yok ettikten sonra hala bir annenin endişelerini taşıyacak kadar zayıf biri olamaz!"
"Ah Elinor," dedi John, "akıl yürütme şeklin pek iyi, ama insan doğası konusunda büyük bir cehalet üzerine kurulu. Edward'ın mutsuz evliliği gerçekleştiği zaman eminim annesi yine onu gözden çıkarmamış gibi duygulanacak; o yüzden o esef verici hadiseyi hızlandırabilecek her şey ondan olabildiğince saklanmak zorunda. Mrs Ferrars, Edvvard'ın oğlu olduğunu asla unutamaz."
"Beni şaşırtıyorsunuz; şimdiye kadar çoktan hafızasından silinmiştir diye düşünürdüm."
"Onu son derece yanlış tanıyorsun. -Mrs Ferrars dünyadaki en sevgi dolu annelerden biridir."
Elinor sustu.
"Biz şimdi," -dedi Mr Dashwood, kısa bir duraksamadan sonra,"Robert'in Miss Morton'la evlenmesini düşünüyoruz."
Ağabeyinin ses tonundaki ciddi ve kesin önemlilik duygusuna gülümseyen Elinor sakince cevap verdi,
"Sanırım hanımefendinin bu konuda seçme şansı yok."
"Seçmek mi! -ne demek istiyorsun?"-
"Sadece şunu demek istiyorum, konuşma tarzınızdan anladığım kadarıyla Edvvard'la mı, yoksa Robert'le mi evlendiği Miss Morton için farketmez."
"Kesinlikle, ne fark olacak; Robert şimdi her bakımdan en büyük oğul sayılıyor; -başka açılardan, ikisi de gayet hoş delikanlılardır, bence biri diğerinden üstün değildir."
Elinor başka bir şey demedi; John da kısa bir süre sessiz kaldı. -Tespitleri şöyle sona erdi.
"Bir konuda, sevgili kardeşim," dedi elini tutarak ve müthiş bir fısıltıyla konuşarak, "seni temin edebilirim; -ve edeceğim, çünkü sana gurur vereceğini biliyorum. -Şunu düşünmek için iyi sebeplerim var -hatta en yetkili ağızdan duydum, yoksa tekrar etmezdim, çünkü aksi takdirde bu konuda bir şey söylemek çok yanlış olurdu -yo, Mrs Ferrars'ın kendisinin söylediğini duymuşdeğilim -ama kızı söyledi ve ben de ondan duydum -Yani şu, belli bir şeye karşı -belli bir beraberliğe karşı -beni anlıyorsun -nasıl itirazlar olursa olsun ona çok daha yeğ tutulurdu, bu işin verdiği üzüntünün yarısını vermezdi. Mrs Ferrars'ın konuyu bu ışık altında değerlendirdiğini işitmekten son derecek memnun oldum -hepimiz için gurur verici bir durum. 'Kıyas kabul etmez,' dedi, 'kötünün iyisi; daha beteri olmasın diye şimdi seve seve razı olur.' Ama mamafih, bunlar bahis mevzuu değil -ne düşünülüp ne sözü edilir -birleşmek yani -olamazdı -geçti gitti. Ama sana bunu anlatıvereyim dedim, çünkü ne kadar hoşuna gideceği biliyorum. Pişmanlık duyman için bir sebep yok, sevgili Elinor. Şüphesiz gayet iyi bir evlilik yapacaksın -o kadar iyi, hatta daha iyi, belki, etraflıca bakıldığında. Albay Brandon son zamanlarda seninle oldu mu?"
Elinor yeterince duymuştu, gururunu okşayacak, kendi gözündeki önemini artıracak kadar değilse de sinirlerini bozup aklına takılacak kadar; -o yüzden Mr Robert Ferrars'ın girişiyle doğru dürüst cevap verme mecburiyetinden de, ağabeyinden daha fazlasını işitme tehlikesinden de kurtulduğuna sevindi. Birkaç dakika lafladıktan sonra John Dashwood Fanny'nin kızkardeşinin orada olduğundan haberi olmadığını hatırlayıp onu aramak için odadan çıktı ve Elinor, Robert'le tanışıklığını ilerletmeye terkedildi; Robert davranışlarındaki neşeli umursamazlık ve mutlu rahatlıkla annesinin sevgisi ve cömertliğinden bedelini sürgün edilmiş ağabeyinin ödediği ve sadece kendi sefih hayat tarzı sayesinde haksız bir pay almanın keyfini çıkarırken Elinor'un onun aklı ve ruhu hakkındaki en olumsuz görüşlerini doğrulamaya devam etti.
Baş başa kalalı iki dakika olmuştu ki Robert, Edward'dan bahsetmeye başladı; kiliseyi o da duymuştu ve konuyu çok merak ediyordu. Elinor ayrıntıları John'a anlattığı gibi ona da tekrarladı; bunların Robert üzerindeki etkisi farklı olmakla birlikte, John üzerinde olduğundan daha az dikkat çekici olmadı. Hemen güldü. Edward'in din adamı olması ve küçük bir rahip lojmanında yaşaması fikri onu fazlasıyla eğlendirdi; -buna Edward'in beyaz bir cübbe içinde vaaz vermesi ve John Smith'le Mary Brown arasındaki evlilik ilamını yayınlaması görüntüsü de eklenince, dünyada bundan komik şey olmazmış.
Elinor sessizce ve ağır bir ciddiyetle bu ahmaklığın sona ermesini beklerken gözlerinin duyduğu bütün küçümsemeyi gösteren bir bakışla onun üzerinde sabitlenmesini engelleyemedi. Bununla beraber, gayet amacına ulaşan bir bakıştı, çünkü hem kendi içini rahatlattı hem de ona malzeme vermedi. Robert şakadan ciddiyete geçti, Elinor'un azarlayan bakışları sayesinde değil, kendi heyecanısayesinde.
"Şaka tabii," dedi sonunda, o anın eşsiz neşesini bir hayli uzatan sahte kahkahasından toparlanıp -"ama gerçekten çok ciddi bir mesele. Zavallı Edward! Hayatı kaydı. Fevkalade üzgünüm -çünkü çok iyi huylu biri olduğunu biliyorum; son derece iyi niyetli bir insandır. Kısa tanışıklığınıza dayanarak yargılamayın onu, Miss Dashwood. -Zavallı Edward! -Davranış itibariyle dünyanın en mutlu kişisi değildir -Ama bilirsiniz hepimiz aynı yeteneklerle -aynı meziyetlerle doğmayız. -Zavallıcık! -onu yabancı insanlar arasında görünce! -cidden acınacak gibiydi! -ama gerçekten krallığın en iyi kalpli insanı olduğuna inanıyorum; size açıkça söylüyorum ki, hayatımda hiç bunlar ortaya çıktığı zamanki kadarşaşırmadım. -İnanamadım yani. -Bana ilk annem söyledi, ben de kendimi kararlılıkla hareket etmek mecburiyetinde hissedip ona hemen dedim ki, 'Sevgili hanımefendi, bu durum karşısından ne yapmak niyetindesiniz bilmiyorum, ama bana gelince, belirtmeliyim ki, eğer Edward bu genç kadınla evlenirse bir daha hayatta yüzüne bakmam.' Aynen böyle dedim o an, -yani cidden fevkalade şaşırmıştım! -Zavallı Edward! -kendini ilelebet bitirdi! -tüm düzgün insanlardan mahrum etti kendini! -ama anneme doğrudan söylediğim gibi, benim için hiç de sürpriz olmadı; onun eğitim tarzından böylesi beklenirdi yani. Zavallı annem neredeyse kendini kaybetti."
"Hanımı gördünüz mü?"
"Evet, bir kez, bu evde kalırken on dakikalığına bir uğramıştım; yeterince gördüm. En sıradan feci bir taşra kızı, stil yok, zarafet yok, doğru dürüst güzellik yok. -Onu gayet iyi hatırlıyorum. Tam zavallı Edward'i elde edebilir dediğim türden bir kız. Annem meseleyi bana anlatır anlatmaz hemen Edward'la kendim konuşmayı ve onu evlilikten vazgeçirmeye çalışmayı teklif ettim; ama artık bir şey yapmak için çok geç olduğunu öğrendim, çünkü maalesef ilk başta ortalarda değildim ve meseleyi öğrendiğimde zaten kopmuşlardı, o zaman da karışmak bana düşmezdi. Ama birkaç saat önce haberim olsaydı -muhtemelen bir sonuç alınabilirdi. Durumu Edward'a gayet net bir şekilde izah ederdim. 'Bak dostum,' derdim, 'ne yaptığını iyi düşün. Gayet yüz kızartıcıbir evlilik yapıyorsun ve ailen oy birliğiyle buna karşı.' Yani bir yol bulunurdu diye düşünmeden edemiyorum. Ama artık çok geç. Açlığa mahkum; -burası belli; kesin açlığa mahkum."
Bu noktayı büyük ciddiyetle açıklığa kavuşturmuştu ki, Mrs John Dashwood'un girişi konuya nokta koydu. Mrs Dashwood konuyu ailesinin dışında kimseyle konuşmuyorduysa da Elinor konunun onun üzerindeki etkisini görebiliyordu, odaya girdiği sırada yüzünde bulunan sıkıntı ifadesinden ve ona davranışındaki kibarlık çabasından. Elinor'la kızkardeşinin yakında şehirden ayrılacaklarını öğrendiğine üzülecek, çünkü onları daha çok görmeyi umduğunu söyleyecek kadar ileri götürdü ilgisini; -onu odaya getiren ve konuşmasını hayranlıkla izleyen kocası onun bu çabasının büyük bir sevecenlik ve zarafetle dolu olduğunu düşünüyor gibiydi.
Harley street'e kısa bir veda ziyareti daha yapıldı; bu ziyarette Elinor ta Barton'a kadar hiç masraf etmeden gittikleri, bir iki gün içinde Albay Brandon da arkalarından Cleveand'a gideceği için ağabeyinin tebriklerini kabul etti ve şehirdeki ağabey kardeşsohbetini tamamladı; -Fanny de ne zaman yolları düşerse, ki düşmesi mümkün değildi, Norland'a gelmeleri için belli belirsiz bir davet yaptı, John da Elinor'a daha sıcak ama daha alçak sesle onu çok yakında Delaford'da görmeye geleceği sözünü verdi ve böylece şehir dışındaki tüm görüşme ihtimalleri belirlenmiş oldu.
Tüm yakınlarının onu Delaford'a göndermeye kararlı olduğunu görmek Elinor'u eğlendirdi; -dünyada artık ziyaret etmeyi de, yerleşmeyi de en az isteyeceği yerdi; çünkü sadece ağabeyi ve Mrs Jennings tarafından gelecekteki evi olarak görülmekle kalmıyor, aynı zamanda Lucy bile ayrılırlarken onu ısrarla davet ediyordu orada misafiri olmaya.
Nisan ayının hemen başında, sabah erkenden, Hanover square'den ve Berkeley street'den iki grup sözleştikleri gibi yolda buluşmak üzere evlerinden çıktılar. Charlotte'la çocuğunun rahat etmesi için yolda iki günden fazla kalacaklardı; Albay Brandon'la birlikte daha hızlı seyahat eden Mr Palmer varışlarından hemen sonra Cleveland'da onlara katılacaktı.
Londra'da tek bir huzurlu saat geçirmemiş olan ve uzun zamandır gitmek isteyen Marianne gitme vakti geldiğinde Willoughby'yle ilgili artık ilelebet sönmüş olan umutlarını ve inancını son kez hissettiği eve büyük bir acı duymadan veda edemedi. Willoughby'nin onun yer almadığı yeni bağlantılar ve yeni planlar peşinde yaşamaya devam ettiği yeri de epey bir gözyaşı dökmeden terk edemedi.
Elinor'un ayrılış anındaki duygulan daha olumluydu. Başıboşdüşüncelerinin üzerinde sabitlenip kalacağı hiçbir nesne yoktu, arkasında ilelebet ayrıldığı için bir an kederleneceği hiç kimseyi bırakmıyordu, Lucy'nin arkadaşlığının işkencesinden kurtulduğu için seviniyordu, kızkardeşini evlendiğinden beri Willoughby'ye göstermeden uzaklaştırdığı için mutluydu ve Barton'daki birkaç sakin ayın Marianne'in huzurunu yerine getireceği, kendi huzurunu da sağlamlaştıracağı umuduyla geleceğe bakıyordu.
Yolculuk sağ salim tamamlandı. İkinci gün Marianne'in hayalgücünün değişimine göre bir sevgili, bir yasaklı olan Somerset vilayetine geldiler; üçüncü gün öğleye doğru Cleveland'daydılar.
Cleveland geniş, modern görünüşlü bir evdi, eğimli bir çayıra kurulmuştu. Parkı yoktu, ama eğlence alanları gayet genişti; aynıönem derecesine sahip diğer yerler gibi açık fundalığı ve daha kapalı, ağaçlık bir yürüyüş yolu, bir tarlanın etrafından ön tarafa dolaşan çakıllı bir yolu vardı; çayırın orasında burasında ağaçlar vardı; evin kendisi çam, meşe ve akasya ağacının korumasıaltındaydı ve hepsi birden, içlerinde uzun kara kavaklar bulunan kalın bir perde halinde çalışma mekanlarını gizliyordu.
Marianne eve Barton'dan sadece seksen mil, Combe Magna'dan da en fazla otuz mil uzakta olduğunu bilmenin heyecanıyla dolu bir ruh hali içinde girdi; evin duvarları arasına gireli beş dakika olmamıştı ki, diğerleri Charlotte'un çocuğunu kahyaya göstermesine yardım etmekle meşgulken tekrar dışarı çıktı, henüz güzelleşmeye başlamış dolambaçlı fundalıkların içinden yürüdü uzak bir yüksekliğe ulaşmak için; oradan, Grek üslubundaki bir tapınaktan, güney doğuya doğru geniş arazi parçası üzerinde gezinen gözleri ufuktaki tepelerin en uzak sırtında özlemle sabidendi ve o zirvelerden Combe Magna'nın görülebileceğini hayal etti.
Böyle değerli, böyle paha biçilmez hüzün anlarında Cleveland'da olduğu için ızdıraplı gözyaşları içinde kendinden geçti; farklı bir çember çizerek eve dönerken, kır özgürlüğünün, oradan oraya zengin bir yalnızlık içinde sürüklenmenin tüm mutlu ayrıcalığınıhissederken, Palmerlar'la kaldığı her günün hemen her saatini böylesi yalnız gezintilerle geçirmeye karar verdi.
Geri döndüğünde tam da diğerleri etrafı gezmek üzere evden çıkıyorlardı, onlara katıldı ve sabahın kalan saatleri kolayca geçti, mutfak bahçesinde gezinerek, duvarlardaki çiçekleri inceleyerek, bahçevanın küf yüzünden vahlanmasını dinleyerek, -limonlukta oyalanırken, ihmal sonucu ayaz yemiş, yanmış sevdiği çiçekleri kaybettiğini görmek Charlotte'u güldürdü,kümesi gezerken, sütçü kızın tüneklerini terkeden ya da tilkinin götürdüğü tavuklar yüzünden ya da umut vaat eden bir genç damızlığın ani ölümü nedeniyle yıkılmış umutlarında yeni eğlence kaynakları buldu.
Sabahleyin hava açık ve yağışsızdı; Marianne çevreyi gezme planını yaparken Cleveland'daki konaklamaları sırasında hava değişimini hesaba katmamıştı. O yüzden, öğle yemeğinden sonra aralıksız bir yağmurun tekrar dışarı çıkmasını engellediğini büyük bir şaşkınlıkla gördü. Grek tapınağına alacakaranlık yürüyüşü yapmayı düşünmüştü, hatta belki bütün arazide; basit bir akşam soğuğu ya da nemi onu bundan alıkoyamazdı; ama o bile sert ve aralıksız bir yağmuru yürüyüş için kuru ya da hoş bir havayla bir tutamazdı.
Grup küçüktü; zaman sakin geçti. Mrs Palmer çocukla ilgilendi, Mrs Jennings de kilim işiyle; arkada bıraktıkları arkadaşlarından bahsettiler, Lady Middleton'ın sosyal faaliyetlerini düzenlediler ve Mr Palmer'la Albay Brandon'ın o gece Reading'den ileri gidip gidemeyeceklerini merak ettiler. Pek ilgi duymasa da Elinor da konuşmalarına katıldı; aile uzak dursa da her evde kütüphanenin yolunu bulma adetinde plan Marianne hemen kendine bir kitap edindi.
Kendilerini rahat hissetsinler diye Mrs Palmer her an dostça bir yakınlık göstermeyi ihmal etmedi. Davranışlarının açıklığı, candanlığı onu sık sık kibarlık kuralları bakımından kusurlu yapan hafıza ve zarafet eksikliğini telafi etmekten de fazlasını başardı; o kadar güzel bir yüzün desteklediği iyi kalpliliği cezbediciydi; aptallığı aşikar olsa da itici değildi, çünkü maksatlı değildi; Elinor kahkahası dışında herşeyini hoş görebiliyordu.
İki bey ertesi gün geç bir akşam yemeği saatinde geldiler; grubu hoş bir şekilde genişlettiler, dinmek bilmeyen aynı yağmurla geçen uzun bir sabahın iyice sönükleştirdiği sohbete gayet güzel bir renk kattılar.
Elinor, Mr Palmer'ı pek az görmüştü, gördüğü kadarında da kızkardeşine ve kendisine davranışı öyle tutarsızlık doluydu ki, onu kendi ailesinin içinde izlerken ne bulacağından emin değildi. Ne var ki onun tüm konuklarına karşı kusursuz bir beyefendi gibi, karısına ve kayınvalidesine karşı da sadece arada bir kaba davrandığını gördü; gayet hoş bir arkadaş olabileceğini ve her zaman öyle olmasının kendini genel olarak insanlardan çok üstün görme eğilimi tarafından engellendiğini farketti, ki kendini Charlotte'la Mrs Jennings'den çok üstün görmesi anlaşılır şeydi. Kişiliğinin ve alışkanlıklarının diğer yanları, Elinor'un görebildiği kadarıyla, cinsiyeti ve yaşı için olağandışı olmayan özelliklere sahipti. Kibarca yemek yiyordu, saatleri belirsizdi; önemsemiyormuş görünse de çocuğuna düşkündü; sabahlarıbilardoyla vakit geçiriyordu, ki işiyle ilgilenmesi gerekirdi. Elinor onu umduğundan daha çok beğendi ve içinden, onu daha fazla beğenemediği için üzülmedi; -onun zevk düşkünlüğünü, bencilliğini ve züppeliğini görmek kendisini Edward'ın cömert tabiatının, yalın zevkinin ve mahcup duygularmın anısı içinde huzur bulmaya sürüklediği için üzülmedi.
Edward'la ilgili ya da hiç olmazsa bazı işleriyle ilgili Albay Brandon'dan bilgi aldı; Albay geçenlerde Dorsetshire'e gitmişti; onu Mr Ferrars'ın uzak bir arkadaşı, kendisinin de bir tür sırdaşıolarak gördüğü için uzun uzun Delaford'daki rahip lojmanınıanlattı, eksiklerini saydı ve eksikleri gidermek için ne yapmayıplanladığını söyledi. -Bu konuda ve diğer her bakımdan ona davranışı, sadece on günlük bir ayrılıktan sonra onu tekrar görmekten duyduğu sevinç, onunla sohbet etmekteki istekliliği, görüşlerine verdiği önem Mrs Jennings'in ona aşık olduğu inancını kolaylıkla haklı çıkarabilirdi ve dahası, baştan beri onun gerçek gözdesinin hala Marianne olduğuna inanıyor olmasa, belki buna Elinor kendisi de inanabilirdi. Ama böyle bir düşünce Mrs Jennings'in imaları dışmda hiç aklına gelmemişti; -Mrs Jennings yalnızca davranışlarını düşünürken o onun gözlerini izliyordu; -Marianne'in başında ve boğazında ağır bir soğuk algınlığıbaşlangıcı hissetmesi karşısında endişeli bir yakınlık dolu gözlerle bakması, kelimelerle ifade edilmemiş olduğu için, hanımefendinin dikkatinden büsbütün kaçtı; ama Elinor o gözlerde bir aşığın hızlıduygularını ve gereksiz telaşını görebiliyordu.
Oradaki üçüncü ve dördüncü akşamında, sadece fundalığın kuru çakıl yolunda değil ama tüm arazide, bilhassa arazinin en uzak taraflarında, diğer yerlerden daha fazla yabanıllığın bulunduğu, ağaçların en eski, otların en uzun ve en ıslak olduğu yerlerde yaptığı iki keyifli alacakaranlık yürüyüşü -hele ıslak ayakkabılar ve çoraplarla oturma dikkatsizliği de ekleninceMarianne'de öyle bir soğuk algınlığı yarattı ki, bir iki gün önemsenmese ya da inkar edilse de, artan rahatsızlıklarla kendini herkese gösterdi, sonunda ona da kabul ettirdi. Her yandan reçete yağdı ve her zamanki gibi hepsi reddedildi. Halsiz ve ateşliydi, bacakları ağrıyordu, öksürüyordu, boğazı şişmişti, geceleyin iyi bir uyku hepsini iyi ederdi; Elinor yatarken en basit bir iki tedaviyi denemeye onu güçlükle ikna etti.
Marianne ertesi sabah her zamanki saatinde kalktı; her soruya daha iyi olduğu cevabını verdi ve gündelik işleriyle uğraşarak daha iyi olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Ama elinde okuyamadığı bir kitap, ateşin karşısında titreyerek ya da bir divanda bezgin ve bitap geçen bir günden sonra pek iyileştiğinden bahsedemez oldu; sonunda daha da takatsiz bir halde erkenden yattığı zaman Albay Brandon ablasının sakinliğine şaşırdı; Elinor, Marianne'in itirazlarına rağmen bütün gün ona baktıysa da, akşamleyin ilaçlarızorla içirdiyse de o da Marianne gibi uykunun etkisine güveniyor ve gerçek bir endişe duymuyordu.
Gelgelelim, çok rahatsız ve ateşli bir gece her ikisinin de umutlannı boşa çıkardı; Marianne kalkmakta direnip sonra ayakta kalamayacağını itiraf ederek kendiliğinden yatağa dönünce Elinor Mrs Jennings'in tavsiyesine uyarak Palmerlar'ın doktorunu çağırmaya karar verdi.
Doktor geldi, hastayı muayene etti ve Miss Dashvvood'a birkaç günde kızkardeşinin sağlığının düzeleceği yönünde umut vermekle birlikte hastalığın çürüme tabiatlı olduğunu söylerek "enfeksiyon" kelimesini telaffuz ediverdi ve bir anda Mrs Palmer'ı bebeği için telaşlandırdı. Marianne'in şikayetlerini daha en başta Elinor'dan daha fazla ciddiye alan Mrs Jennings şimdi Mr Harris'in raporu üzerine daha da
ciddileşti ve Charlotte'un korkularını ve telaşını paylaşarak çocukla birlikte derhal uzaklaşması gerektiğinde ısrar etti; Mr Palmer ikisinin endişesini hafife alsa da karısının korkusunun ve paniğinin karşı koyulamayacak kadar güçlü olduğunu gördü. Charlotte'un gitmesine karar verildi; Mr Harris geleli bir saat olmamıştı ki, Charlotte küçük oğlu ve bakıcısıyla Mr Palmer'ın Bath'ın birkaç mil diğer tarafında yaşayan bir yakın akrabasının evine gitmek üzere yola çıktı; hararetli ısrarı üzerine kocası da bir iki gün içinde ona katılmaya söz verdi; annesini de hemen hemen aynı ısrarla ona eşlik etmeye zorladı. Ne var ki Mrs Jennings, Elinor'a onu gerçekten sevdiren bir iyi kalplilikle Marianne hasta olduğu sürece Cleveland'dan bir yere kıpırdamayacağını ve titiz bakımıyla onun için kendi ayırdığı annesinin yerini tutmaya çalışacağını söyledi; ve Elinor onda her an tüm yorgunluğunu paylaşmaya gayret eden ve sık sık hasta bakımı tecrübesiyle önemli işler gören istekli ve faal bir yardımcı buldu.
Hastalığın doğal etkisiyle bitkin ve cansız olan, kendini tepeden tırnağa hasta hisseden zavallı Marianne ertesi güne iyileşme umudunu kaybetti; bu şanssız hastalık olmasa yarın neler neler olacağı düşüncesi her hastalık belirtisini daha da şiddetli yapıyordu; çünkü o gün evlerine döneceklerdi; bütün yol boyu Mrs Jennings'in hizmetçilerinden biri onlara eşlik edecek, ertesi gün öğleyin de annelerine sürpriz yapacaklardı. Söyleyebildiği tek tük sözler de bu kaçınılmaz gecikmeden duyduğu kederi anlatıyordu; yine de Elinor ona moral vermeye, o sıra kendisinin de inandığıgibi, onu gecikmenin çok kısa olacağına inandırmaya çalıştı.
Ertesi gün hastanın durumunda hemen hiçbir değişiklik yaratmadı; asla daha iyi değildi, ama düzelme olmaması dışında daha kötü de görünmüyordu. Grupları şimdi daha da küçülmüştü; Mr Palmer gerçek insanlıktan ve yardımseverlikten ötürü olduğu kadar, karısından korkuyor görünmekten de kaçındığı için hiç istemediği halde sonunda Albay
Brandon tarafından gitmeye ve karısına verdiği sözü tutmaya ikna edildi; o gitmeye hazırlanırken, Albay Brandon'ın kendisi de çok daha büyük bir gayretle gitmekten bahsetmeye başladı. -Burada, yalnız, Mrs Jennings'in iyi kalpliliği gayet faydalı bir şekilde duruma müdahale etti; çünkü aşığı kızkardeşi yüzünden onca sıkıntı içindeyken Albay'ı göndermek her ikisini de, diye düşündü, her tür rahatlıktan yoksun bırakmak olurdu; o yüzden, Cleveland'da kalmasının kendisi için elzem olduğunu, Miss Dashwood yukarıda kızkardeşiyle beraberken akşamleyin onunla piquet oynamasını istediğini filan söyledi ve onu kalmaya öylesine zorladı ki, kabul etmeyi herşeyden çok isteyen adamcağız tereddüt ediyormuş numarası bile yapamadı; ayrıca Mrs Jennings'in ısrarı, arkasında acil bir durumda Miss Dashwood'a yardım edebilecek ya da akıl verebilecek birini bırakarak içini rahatlatmak isteyen Mr Palmer tarafından da hararetle desteklendi.
Marianne elbette bu düzenlemelerden haberdar edilmedi. Cleveland'ın sahiplerini gelişlerinden yedi gün sonra evlerini terketmek zorunda bıraktığını bilmiyordu. Mrs Palmer'ıgörmemek onu şaşırtmadı; üstelik endişelendirmedi, o yüzden adını da anmadı.
Mr Palmer'in gidişinin üstünden iki gün geçti, durumu küçük değişikliklerle aynen devam etti. Her gün gelen Mr Harris hala hızla iyileşeceğinden bahsediyordu; Miss Dashwood da aynıölçüde iyimserdi; ama diğerlerinin beklentisi pek o kadar parlak değildi. Mrs Jennings hastalığın en başında Marianne'in bunu atlatamayacağına karar vermişti, başlıca faydası Mrs Jennings'in önsezilerini dinlemek olan Albay Brandon dinlediklerinin etkisine karşı koyacak ruh halinde değildi. Aklını kullanarak korkularınıatmaya çalışıyordu, çünkü doktorun farklı tespiti bunları gereksiz kılıyordu; ama her gün büsbütün yalnız kaldığı uzun saatler hüzünlü düşüncelerin kabul edilmesi için gayet elverişli oluyordu ve o zaman Marianne'i artık göremeyeceği inancını aklından atamıyordu.
Bununla beraber, üçüncü günün sabahında her ikisinin de kasvetli beklentileri hemen hemen geçersiz kaldı; Mr Harris geldiği zaman hastanın çok daha iyi olduğunu açıkladı. Nabzı çok daha güçlüydü; tüm bulgular önceki gelişinden çok daha iyiydi. Zaten hep umut dolu olan Elinor sevinçten çılgına döndü; annesine yazdığımektuplarda arkadaşının değil, kendi tahminine bağlı kalarak Cleveland'da gecikmelerine yol açan rahatsızlığı ciddiye almamışve Marianne'in seyahat edebileceği zamanı neredeyse belirlemişolduğu için kendisiyle gurur duydu.
Ama gün başladığı gibi parlak bitmedi. -Akşama doğru Marianne tekrar hastalandı, öncekinden daha ağır, daha rahatsız ve huzursuz bir hale geldi. Ablası hala iyimser olmakla birlikte, değişikliği yatağın yapılmasını beklerken ayakta kalmasının verdiği yorgunluğa bağlamaya eğilimliydi; reçetedeki şuruplarıdikkatle içirirken Marianne'in nihayet derin bir uykuya daldığınımemnuniyetle gördü; uykudan olumlu etkiler bekliyordu. Uykusu Elinor'un görmeyi arzu ettiği kadar sakin geçmediyse de epey bir zaman sürdü; uykunun sonucunu bizzat görmek isteyen Elinor bütün o sürede başında beklemeye karar verdi. Hastada herhangi bir değişiklik beklemeyen Mrs Jennings her zamankinden daha erken yattı; baş hemşirelerden biri olan hizmetçisi kahyanın odasında yemeğini yiyordu; Elinor, Marianne'le baş başa kaldı.
Marianne'in istirahati giderek daha rahatsız bir hal aldı; gözünü kırpmadan onun yatışını değiştirip durmasını takip eden ablasıdudaklarından dökülen ısrarlı ama anlaşılmaz yakınma seslerini dinledi ve az kalsın onu böyle ızdıraplı bir uykudan uyandırmayıdüşünüyordu ki, evdeki rasgele bir gürültüden ansızın uyanan Marianne telaşla sıçradı ve ateşli bir yabanilikle bağırdı,-
"Annem geliyor mu?-"
"Henüz değil," diye cevapladı Elinor, duyduğu korkuyu saklamaya çalışarak ve Marianne'in tekrar uzanmasına yardım ederek, "ama çok geçmeden gelir sanırım. Buradan Barton'a çok yol var biliyorsun."
"Ama Londra üstünden gelmemeli," diye haykırdı Marianne, aynıheyecan içinde, "Londra üstünden gelirse onu hiç göremem."
Elinor dehşet içinde anladı o sırada kendinde olmadığını; onu yatıştırmaya çalışırken endişeyle nabzını ölçtü. Her zamankinden daha düşük ve daha hızlıydı; Marianne hala vahşice annesinden bahsederken korkusu bir anda öyle arttı ki, hemen Mr Harris'i çağırtmaya ve annesi için Barton'a haberci yollamaya karar verdi. Kararı verdikten hemen sonra haberci yollamanın en iyi yolunun ne olabileceği konusunda Albay Brandon'a danışmayı düşündü; zili çalıp kızkardeşinin yanındaki yerini hizmetçiye bıraktı ve aceleyle yemek odasına indi; Albay'ın daha geç saatlerde bile genellikle orada bulunduğunu biliyordu.
Tereddüt edecek zaman değildi. Korkusunu ve güçlüklerini hemen önüne serdi. Albay Brandon'ın onun korkularını gidermeye çalışacak cesareti, güveni yoktu; -bunları sessiz bir üzüntü içinde dinledi; -ama güçlüklerini hemen giderdi, fırsat bekliyor görünen bir çabuklukla; verilecek hizmeti aklında tasarladı ve Mrs Dashvvood'u getirecek habercinin kendisi olmasını teklif etti. Elinor kolayca üstesinden gelinemeyecek bir itirazda bulunmadı. Kısa ama heyecanlı bir minnettarlıkla ona teşekkür etti; Albay Brandon uşağını hemen Mr Harris'e göndermeye ve araba atlarınıemretmeye giderken Elinor da annesine birkaç satır mektup yazdı.
O anda Albay Brandon gibi bir dosta sahip olmanın, -annesi için öyle bir yol arkadaşı olmasının verdiği huzur -bunu nasıl da minnetle hissetti Elinor! -annesini aklıyla yönlendirecek, ilgisiyle rahatlatacak, dostluğuyla yatıştıracak bir yol arkadaşı! -böyle bir çağrı karşısında geçireceği şoku hafifletmek mümkünse bunu onun varlığı, onun davranışları, onun yardımı başaracaktı.
Albay Brandon, bu arada, ne hissediyor olursa olsun, ne yaptığınıbilen bir aklın bütün kararlılığıyla hareket etti, gerekli her ayarlamayı müthiş bir beceriyle yaptı, geri dönüşünü bekleyebileceği saati bile hesapladı. Hiçbir gecikme yüzünden zaman kaybedilmedi. Atlar beklenenden de önce geldi ve Albay Brandon ağırbaşlı bir ifadeyle Elinor'un sadece elini sıktı, kulağına ulaşamayacak kadar alçak sesle birkaç kelime söyledi ve apar topar arabaya bindi. O sırada saat on iki sularıydı; Elinor doktoru beklemek ve gecenin geri kalanı boyunca yanında durmak için kızkardeşinin odasına döndü. Her ikisi için de hemen hemen aynıderecede ızdırap dolu bir gece oldu. Mr Harris gelinceye kadar saatler birbiri ardına Marianne için uykusuz acı ve sayıklamalar, Elinor için zalim bir endişe içinde geçti. Korkuları bir kez doğunca, daha önce içi rahat olduğu için misliyle geldiler; Mrs Jennings'in çağrılmasına izin vermediği için onunla birlikte kalan hizmetçi hanımının tespitlerine dair ipuçları vererek ona daha fazla işkence etmekten başka işe yaramadı.
Marianne'in aklı hala aralıklı olarak tutarsızca annesi üzerinde sabitlenmişti; ne zaman adını ansa hastalıkla geçen onca günü hafife aldığı için kendini suçlayan Elinor'un yüreğine bir sancısaplanıyor, hemen bir çare bulmak için çırpınıyor yakında tüm çarelerin boşuna olabileceğinden, herşeyin çok fazla geciktirildiğinden korkuyor ve ızdıraplı annesinin sevgili evladınıgörmek için ya da aklı başında görmek için çok geç kalacağınıdüşünüyordu.
Tekrar Mr Harris'i, eğer o gelemezse başka birini çağırmak üzereydi ki Mr Harris geldi -ama saat beşten sonra. Bununla beraber, görüşleri gecikmesini biraz olsun telafi etti, çünkü hastasında hiç beklenmedik ve arzu edilmeyen bir değişiklik olduğunu kabul etse de tehlikenin önemli olduğu kanaatinde değildi ve yeni bir tedavi şeklinin sağlaması gereken iyileşmeden cesaretle bahsetti ki, bu cesaretin bir kısmı Elinor'a da geçti. Mr Harris üç dört saat sonra tekrar uğramaya söz verdi ve hem hastayı hem de endişeli bakıcısını bulduğundan daha sakin bir halde bıraktı.
Mrs Jennings güçlü bir endişeyle ve yardıma çağırmadıkları için epeyce sitemle ertesi sabah olanları öğrendi. Daha haklı bir nedenle geri gelen eski korkuları olaya dair içinde hiçbir kuşku bırakmadı; -Elinor'a rahatlatıcı sözler söylemeye çalıştıysa da kızkardeşinin tehlikede olduğu inancı umut verici konuşmasına izin vermedi. İçi kan ağlıyordu. Marianne kadar genç, güzel bir kızın hızlı çöküşü, erken ölümü daha ilgisiz birini bile üzüntüye boğardı. Mrs Jennings'in vicdanında başka etkiler de yapıyordu. Üç ay ona can yoldaşlığı yapmıştı, hala ona emanetti, ağır bir yara aldığı ve uzun zamandır mutsuz olduğu biliniyordu. Ayrı bir sevgi duyduğu ablasının üzüntüsü de gözlerinin önündeydi; -annelerine gelince; Mrs Jennings, Charlotte onun için neyse Marianne'in de annesi için o olduğunu düşündü, annelerinin ızdırabını yüreğinde duydu.
Mr Harris ikinci ziyaretinde dakikti; -ama son ziyaretin yaratacağıumutlar konusunda hayal kırıklığına uğradı. İlaçları işe yaramamıştı; -ateş düşmemişti; Marianne sadece daha sakindi -daha kendinde değil -ve ağır bir baygınlık içindeydi. Bir an içinde doktorun tüm korkularını ve daha fazlasını farkeden Elinor başkalarına da danışmayı teklif etti. Ama doktor bunu gereksiz buldu; deneyeceği hala bazı şeyler vardı, bazı yeni uygulamalar, ki başarılarından en az sonuncusu kadar emindi ve ziyareti Miss Dashwood'un kulağına gelen ama kalbine gidemeyen cesaret verici ifadelerle sona erdi. Annesini düşündüğü zamanlar dışında sakindi, ama en az o kadar umutsuzdu; bu halde öğlene kadar devam etti, kızkardeşinin yanından bir an bile kıpırdamadan, düşünceleri bir acı görüntüsünden diğerine, bir yas tutan dosttan bir başkasına giderek; bu krizin şiddetini ve tehlikesini Marianne'in hayal kırıklığının yol açtığı ve haftalardır süren üzüntüye veren Mrs Jennings'in konuşmaları hepten içini kararttı. Elinor bu fikrin doğru olduğunu hissetti ve düşüncelerine yeni bir dert katıldı.
Yine de öğleye doğru, kızkardeşinin nabzında hafif bir değişiklik bulacağını hayal ve umut etmeye başladı -ihtiyatla -hayal kırıklığına uğramaktan korkarak, o kadar ki bir süre arkadaşına karşı bile sessiz kaldı; -bekledi, izledi ve tekrar tekrar baktı; -sonunda dış görünüşündeki sakinliğin altına saklaması daha önceki tüm sıkıntılardan daha zor olan bir heyecanla umutlarınıdile getirmeye kalkıştı. Mrs Jennings hastayı muayene edince geçici bir düzelme olduğunu kabul etse de genç arkadaşını bunun devam edeceği düşüncesine kapılmaktan alıkoymaya çalıştı; -her tür şüphe uyarısını ciddiye alan Elinor da kendine aynı şekilde umutlanmamasını söyledi. Ama artık çok geçti. Umut bir kez doğmuştu; umudun tüm ısrarlı çırpınışlarını hissederek onu izlemek için kızkardeşinin üzerine eğildi -ne görmeyi umarak, bilmeden. Yarım saat geçti, olumlu işaret hala yerindeydi. Onu güçlendirecek başka işaretler de çıktı. Nefesi, teni, dudakları, hepsi Elinor'a düzelme belirtileriyle sevinç verdiler ve Marianne gözlerini bitkin de olsa kendinde bir bakışla ona dikti. Sonra endişe ve umut onu eşit ölçüde gerginleştirdi, ona bir an bile rahatlık vermedi, ta ki Mr Harris saat dörtte gelinceye kadar; -Mr Harris kızkardeşinin iyileşme belirtilerinin beklentilerini bile geçtiğini söyleyerek ona cesaret ve huzur verdi, onu sevinç gözyaşları içinde bıraktı.
Marianne her bakımdan çok daha iyiydi; Mr Harris tehlikenin tümüyle geçtiğini söyledi. Belki son korkuları içindeki kötü hislerinin kısmen haklı çıkmış olmasıyla yetinen Mrs Jennings, Mr Harris'in görüşlerine güvenmeye razı oldu ve yapmacıksız bir neşeyle, az sonra apaçık bir sevinçle eksiksiz bir iyileşme ihtimalini kabul etti.
Elinor sevinç duyamıyordu. Onun neşesi başka türlüydü ve hafiflikten daha başka bir şeye uzanıyordu. Marianne'in hayata dönmesi, sağlığına, dostlarına ve şefkatli annesine ka-
vuşması düşüncesi kalbini sonsuz bir huzurla doldurdu ve tutkulu bir minnettarlık içinde güçlendirdi; -ama dışarıya karşı hiçbir neşe gösterisi, hiçbir kelime, hiçbir gülücük yaratmadı. Elinor'un içindeki tek şey sevinçti, sessiz ve güçlü.
Bütün öğleden sonra kızkardeşinin yanından hemen hiç ayrılmadı, zayıf ruhunun her korkusunu yatıştırdı, her sorusuna karşılık verdi, her sıkıntısına yetişti ve hemen her bakışını ve her nefesini izledi. Tekrar kendinden geçme ihtimali elbette bazen aklına gelip ona korkunun ne olduğunu hatırlatıyordu -ama sık sık ve titizce yaptığı muayenelerde iyileşmenin her belirtisinin devam ettiğini gördüğü zaman, nihayet saat altıda Marianne'in sakin, düzenli ve her bakımdan rahat bir uykuya daldığını gördüğü zaman tüm kuşkuları aklından attı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro