Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

14

Dashwoodlar Middletonlar'dan öyle müthiş zevk aldılar ki, pek bir şey verme adetleri olmadığı halde onlara akşam yemeği vermeye karar verdiler; tanışıklıkları başladıktan hemen sonra onları üç ay önce çok iyi bir ev almış oldukları Harley street'e davet ettiler. Kızkardeşleri ve Mrs Jennings de davet edildi; John Dashwood Albay Brandon'ı da çağırmayı ihmal etmedi; her zaman Miss Dashwoodlar'ın yanında olmaktan hoşlanan Albay onun ısrarlı davetini biraz şaşkınlıkla, ama büyük bir memnuniyetle karşıladı. Mrs Ferrars'la tanışacaklardı; ama Elinor oğulları davette olacak mı, öğrenemedi. Bununla beraber onu görme umudu Elinor'un davete ilgi duyması için yeterliydi; çünkü artık Edward'in annesiyle bir zamanlar böyle bir takdime eşlik edecek olan, kendisi hakkında ne düşüneceğine dair o büyük korku olmaksızın tanışabilirdiyse de Mrs Ferrars'ın huzurunda olma arzusu, onun neye benzediğini görme merakı her zamanki kadar canlıydı.

Toplantıyı beklerkenki ilgisi çok geçmeden Miss Steeleler'in de orada olacağını duyduğu zaman daha sevinçli değilse de daha güçlü bir biçimde arttı.

Kendilerini Lady Middleton'a öyle sevdirmişler, hizmetleriyle öyle gözüne girmişlerdi ki, Lucy pek az zarif sayılabileceği, ablası ise kibar bile olmadığı halde, Lady Middleton onları Conduit street'te bir iki hafta kalmaya davet etmek konusunda Sir John kadar istekli davranmıştı; Dashwoodlar'in daveti öğrenilince Miss Steeleler'in işleri öyle denk düşüverdi ki ziyaretlerine toplantıdan birkaç gün önce başlayıverdiler.

Yıllarca kardeşine bakmış beyefendinin yeğenleri olarak Mrs John Dashwood'dan ilgi görecekleri inancı onun masasında yer bulmaları konusunda pek işe yaramazdı gerçi, ama Lady Middleton'ın konukları olarak buyur edildiler; uzun zamandır kendini şahsen aileye tanıtmak, aile üyelerini ve bu arada kendi önündeki zorlukları da yakından görmek ve onların hoşuna gitmek için çaba gösterme fırsatı isteyen Lucy hayatında hiç Mrs John Dashwood'un davetiyesini aldığı zamankinden daha mutlu olmamıştı.

Davetin Elinor üstündeki etkisi çok farklıydı. Elinor hemen annesiyle yaşayan Edward'in ablası tarafından verilen bir partiye annesiyle beraber çağrılacağını ve onu olan biten onca şeyden sonra ilk kez göreceğini düşündü, hem de Lucy'nin yanında! -buna nasıl dayanabilir, bilmiyordu!

Bu endişeler belki büsbütün akla dayalı değildi ve besbelli gerçeklere dayalı da değildi. Yine de bunlardan kendi hatırlayışı yoluyla değil, Lucy'nin iyi niyeti sayesinde kurtuldu; Lucy ona salı günü Edward'in Harley street'te olmayacağını söylediği zaman Elinor'a şiddetli bir darbe indirdiğini sanıyor ve hatta Edward'ın ona olan müthiş sevgisi yüzünden, birlikte olurlarsa sevgisini saklayamaz diye korktuğu için gelmeyeceğini de anlatarak açtığı yarayı iyice kanırttığını sanıyordu.

İki genç hanımı bu korkutucu kayınvalideye takdim edecek önemli salı geldi.

"Acıyın bana, sevgili Miss Dashwood!" dedi Lucy, birlikte merdivene yürürlerken -çünkü Middletonlar Mrs Jennings'in ardından öyle çabuk gelmişlerdi ki, hepsi aynı anda uşağı takip ediyorlardı"Burada sizden başka hiç kimsem yok. -İnanın ayakta zor duruyorum. Aman Tanrım! -Birazdan bütün mutluluğumu elinde tutan kişiyi göreceğim -annem olacak kişiyi!" —

Elinor görmek üzere oldukları kişinin onun annesi değil de daha çok Miss Morton'ın annesi olma ihtimalinden söz ederek onu hemencecik rahatlatabilirdi, ama bunun yerine, büyük bir içtenlikle, ona acıyacağına söz verdi, -kendisi gerçekten rahatsız olsa da en azından Elinor için bastırılmaz bir kıskançlık nesnesi olmayı umut eden Lucy şaşırdı kaldı.

Mrs Ferrars ufak tefek, ince bir kadındı, resmiyet derecesinde dik bir duruşu, ciddi, hatta ekşi bakışları vardı. Teni soluk sarıydı; burnu ve ağzı küçük, güzellikten yoksun ve doğal olarak ifadeden de yoksundu; ama alnının şanslı gerginliği yüzüne güçlü bir gurur ve huysuzluk görüntüsü vererek yüzünü silikliğin utancından kurtarmıştı. Konuşkan bir kadm değildi: çoğu insanın aksine, sözlerini fikirlerinin sayısıyla orantılıyordu; her şartta nefret etmeye kesin kararlı olduğu Miss Dashwood'un payma ağzmdan çıkan birkaç heceden bir tanesi bile düşmedi.

Elinor artık onun davranışlarından mutsuz olamazdı. -Birkaç ay önce bu onu son derece üzerdi; ama artık onu bununla üzmek Mrs Ferrars'ın elinden gelmezdi; -hele Miss Steeleler'e olan davranışının farklılığı, ki onu daha fazla küçük düşürmek için maksatlı olarak yapılıyor gibiydi, Elinor'u eğlendirdiğiyle kaldı. Hem annenin hem de kızının aynı kişiye -çünkü Lucy herkesten ayrı tutuluyordukarşı cömertliğini görünce gülümsemeden edemedi, çünkü eğer Elinor kadar çok şey bilseler, onu çiğ çiğ yerlerdi; bu şurada Elinor onları yaralayacak güçten nispeten yoksun, her ikisi tarafından da alenen görmezden gelinerek oturdu. Ama böyle yanlış hedefe yönelmiş bir cömertliğe gülümserken bu cömertliğin geldiği basit ruhlu ahmaklık üzerine düşünemediği gibi Miss Steeleler'in bu cömertliğin devamı için çanak tuttukları çalışılmış ilgi gösterilerini de gözlemleyemedi.

Lucy böyle şerefli bir şekilde ayrı tutulmaktan sarhoş olmuştu; Miss Steele'in de son derece mutlu olmak için tek eksiği Dr Davies'le ilgili taciz edilmekti.

Zengin bir sofra hazırlanmıştı, çok sayıda uşak vardı ve herşey Hanımefendi'nin gösteriş merakını ve Beyefendi'nin buna para yetiştirebilme imkanını ortaya koyuyordu. Norland mülküne yapılmakta olan genişletme ve ilavelere karşın ve sahibinin bir zamanlar orayı birkaç bin pounda sıkıştığı için satacak hale gelmiş olmasına karşın, oraya mal etmeye çalıştığı fakirliğin hiçbir işareti görülmüyordu; -aklı başında konuşma yeteneği dışında hiçbir yoksulluk görülmüyordu -ama burada da eksiklik had safhadaydı. John Dashvvood'un kendi adına söyleyebileceği ve işitmeye değecek pek bir şeyi yoktu, karısınınsa hiçbir şeyi yoktu. Ama bu da utanılacak bir şey değildi, çünkü konuklarının çoğunun durumu aynıydı; hemen hepsi sevimli olmak için o ya da bu yeteneksizlik altında debeleniyorlardı -Akılsızlık, ya doğuştan ya da edinilmiş -zarafetsizlik -ruhsuzluk -ya da karaktersizlik.

Hanımlar yemekten sonra oturma odasına çekildikleri zaman bu yoksulluk bilhassa belirgin hale geldi, çünkü sohbeti biraz çeşitlilik içinde erkekler ayakta tutmuştu -politika, araziyi çevirmek, atları terbiye etmekama sonra hepsi bitti; kahve gelene kadar hanımları tek bir konu meşgul etti, bu da aşağı yukarı aynı yaşta olan Harry Dashwood'la Lady Middleton'ın ikinci oğlu William'ın boyları arasındaki farktı.

Her iki çocuk da orada olsalardı mesele ikisinin de boyları ölçülerek kolayca çözülebilirdi; ama sadece Harry orada olduğu için her iki taraf da sadece tahminde bulunabildi; üstelik herkesin kendi görüşünde eşit ölçüde ısrarlı olmaya ve görüşünü dilediği kadar tekrar etmeye hakkı vardı.

Taraflar şöyle oluştu:

İki anne, her biri kendi oğlunun daha uzun olduğuna gerçekten inansa da, kibarca diğerinin lehine görüş bildirdiler.

İki büyükanne, daha az taraftarlık içinde değilse de daha samimi bir şekilde, ısrarla kendi torunlarını desteklediler

Bir anneyi diğerinden daha fazla memnun etmek için kıvranan Lucy çocukların yaşlarına göre gayet uzun olduklarını düşünüyor aralarında zerrece fark göremiyordu; Miss Steele de olanca süratiyle her ikisi lehine konuştu.

Bir kez William'dan yana görüşünü söyleyen ve Mrs Ferrars'la Fanny'yi daha da gücendiren Elinor görüşünde ısrar etmenin gereği olmadığını gördü; Marianne ise görüşü sorulduğu zaman hiç düşünmediğini, bir görüşü olmadığını söylediği zaman hepsini birden gücendirdi.

Norland'dan ayrılmazdan önce Elinor yengesi için çok güzel bir çift şömine siperliği boyamıştı; bunlar şimdi eve getirilip yerlerine takılmış, şimdiki odasmı süslüyordu: diğer beylerin ardından odaya girdiği zaman bu siperlikler John Dashwood'un gözüne takıldı, o da bir işgüzarlık yapıp onları aldı ve baksın diye Albay Brandon'a uzattı.

"Bunları büyük kızkardeşim yaptı," dedi; "siz de zevk sahibi bir adam olarak tahmin ederim beğenirsiniz. Onun resimlerini daha önce gördünüz mü bilmiyorum, ama genellikle fevkalade güzel resim yaptığı kabul edilir."

Albay tüm uzmanlık imalarını reddettikten sonra Miss Dashvvood tarafından yapılmış her resme hayran olacağı gibi siperliklere de içtenlikle hayran oldu; tabii diğerlerinin merakı da uyandı ve siperlikler herkesin incelemesi için elden ele dolaştı. Elinor'un işi olduklarını farketmeyen Mrs Ferrars onlara bakmayı bilhassa istedi; Lady Middleton'ın beğenisinin gurur verici kanıtını da aldıktan sonra Fanny onları annesine takdim etti, bir yandan Miss Dashvvood tarafından yapıldıklarını söylemeyi ihmal etmeden.

"Hm" -dedi Mrs Ferrars"çok güzel," ve bir kez olsun bakmadan onları kızına geri verdi.

Belki Fanny bir an annesinin fazla kaba davrandığmı düşündü, -çünkü biraz yüzü kızardı ve hemen şöyle dedi,

"Çok güzeller, anne -değil mi?" Ama hemen sonra, muhtemelen bu sefer de fazla kibar, fazla cesaret verici olduğundan korkup ekledi,

"Bunlarda biraz Miss Morton'un üslubunu sezmiyor musunuz, anne? -Kendisi harikulade resim yapar! -Son peyzajı ne kadar güzel yapmıştı!"

"Güzeldi gerçekten! Ama o herşeyi güzel yapar." Marianne bu kadarına dayanamadı. -Zaten Mrs Ferrars'dan hiç hoşlanmamıştı; Elinor'un yüzüne karşı başkasının böyle yersizce methedilmesi, tam ne kastedildiği hakkında hiçbir fikri olmasa da, onu hemen kışkırttı; hararetle şöyle dedi,

"Bu da pek tuhaf bir hayranlık türü! -Miss Morton'dan bize ne? -kim tanıyor kimin umurunda? -biz burada Elinor'dan bahsediyoruz."

Böyle dedi ve bakılmayı hakettiklerine inandığı gibi bakmak üzere siperlikleri yengesinin elinden aldı.

Mrs Ferrars son derece kızmış gibiydi; kendini her zamankinden daha katı bir şekilde dikleştirip şu acı sözleri söyledi, "Miss Morton Lord Morton'ın kızıdır"

Fanny de çok kızgın görünüyordu; kocası ise kızkardeşinin küstahlığından dehşete düşmüş gibiydi. Elinor, Marianne'in hararetine o hararete yol açan şeylerden fazla gücenmişti; ama Albay Brandon'm gözleri, Marianne üzerinde sabitlendikleri süre boyunca, sadece bu hareketteki hayranlık verici olan şeyi, ablasının zerrece küçümsendiğini görmeye katlanamayan sevgi dolu kalbi gördüğünü söylüyordu.

Marianne'in duyguları orada durmadı. Mrs Ferrars'ın ablasına yönelik genel tavrındaki soğuk küstahlık ona göre Elinor'un önündeki güçlükleri ve sıkıntıları haber veriyordu, kendi yaralı kalbinin ona dehşet içinde düşünmeyi öğrettiği üzere; sevecen duyarlılığının güçlü bir kıvılcımıyla harekete geçip hemen sonra kalktı, ablasının yanma gitti, bir kolunu boynuna doladı, bir yanağını yanağına yanaştırdı ve alçak ama cesur bir sesle şöyle dedi,

"Elinor, güzelim, bunlara aldırma. Bunların seni mutsuz etmesine izin verme."

Daha fazla konuşamadı; ruhu iyice çökmüştü ve yüzünü Elinor'un omzuna saklayarak gözyaşlarına boğuldu. -Herkes birden dikkat kesildi ve herkes endişelenmiş gibi oldu. -Albay Brandon yerinden kalktı ve ne yaptığını bilmeden yanlarına gitti. -Mrs Jennings pek bilge bir "Ah zavallıcık!" eşliğinde ona kolonyasını verdi; Sir John bu sinir krizinin yaratıcısına karşı öyle sert bir öfke duydu ki, o an koltuğunu değiştirip Lucy Steele'in yanma geçti ve ona bütün sarsıcı hadisenin kısa bir özetini verdi.

Yine de birkaç dakika içinde Marianne telaşa son verecek kadar iyileşti ve diğerleriyle bir arada oturdu; ama ruhu olup bitenlerin izini bütün akşam boyu taşıdı.

"Zavallı Marianne!" dedi ağabeyi Albay Brandon'a, alçak bir sesle, onun dikkatini çekmeyi başarınca, -"Sağlığı ablası kadar iyi değil, -çok asabi, -onda Elinor'un dirayeti yok; -kabul etmek lazım ki, vaktiyle güzel olan bir genç kadının kişisel cazibesini kaybetmesi zor bir şey. İnanmazsmız belki ama Marianne birkaç ay önce son derece güzeldi; hem de Elinor kadar güzeldi. -Ama görüyorsunuz artık güzellik filan kalmadı."

Elinor'un Mrs Ferrars konusundaki merakı giderildi. -Kadının herşeyi aileler arasmda daha ileri bir akrabalık kurma ihtimalini arzu edilmez kılıyordu. -Kibrini, bayağılığını, ona olan kararlı önyargısmı yeterince görmüş, Edvvard zaten özgür olsa bile onunla beraberliğini karmaşık hale getirecek, evliliğini geciktirecek tüm zorlukları kavramıştı; -daha büyük bir engelin Mrs Ferrars'ın yarattığı engeller altında acı çekmesini önlediğini, onu kadmm kaprislerine bağımlı olmaktan ya da kendini ona beğendirme mecburiyetinden koruduğunu kendi iyiliği adına şükredecek kadar görmüştü. En azından, Edward'ın Lucy'yle sözlü olduğuna sevinmek pek içinden gelmese bile, Lucy daha iyi biri olsa sevinmesi gerekirdi diye düşündü.

Lucy'nin Mrs Ferrars'ın ilgisi karşısında o kadar keyiflenebilmesine şaşırıyordu; -çıkarcılığı ve gösteriş düşkünlüğü onu sadece Elinor olmadığı için ilgi gördüğü gerçeğine bu kadar kör etsin, bunu kendisine yönelik bir iltifat saysın -ya da ona sadece gerçek durumu bilinmediği için bahşedilen bir ayrıcalıktan cesaret bulmayı kabul etsin, şaşırıyordu. Ama durumun bu olduğu sadece o sırada Lucy'nin gözlerinden okunuyor değildi; ertesi sabah daha açıkça tekrar tekrar ilan edildi, çünkü Lady Middleton onu özel arzusu üzerine Berkeley street'e bıraktı, Elinor'u yalnız bulursa ona ne kadar mutlu olduğunu söylemek üzere.

Şansı yaver gitti; onun hemen arkasından Mrs Palmer'dan gelen bir mesaj Mrs Jennings'i evden çıkardı.

"Sevgili arkadaşım," diye haykırdı Lucy yalnız kaldıkları an, "size mutluluğumdan bahsetmeye geldim. Mrs Ferrars'ın bana dünkü davranışları kadar gurur okşayıcı bir şey olabilir mi? Acayip cana yakındı! -Biliyorsunuz, onu görme düşüncesinden nasıl korkuyordum; -ama tam takdim edildiğim an davranışında öyle bir cana yakınlık vardı ki, sanki gerçekten bana çok içinin ısındığını söylüyordu. Öyle değil miydi? -Hepsini gördünüz; siz de olanlardan etkilenmediniz mi?"

"Size karşı gerçekten kibar davrandı."

"Kibar mı! -Kibarlıktan başka bir şey görmediniz mi? -Ben çok daha fazlasmı gördüm. Benden başka kimsenin payına böyle kibarlık düşmedi! -Kibir yok, gösteriş yok, yengeniz de aynı -Bu kadar tatlılık, bu kadar cana yakınlık olur!"

Elinor başka şeylerden bahsetmek istedi, ama Lucy mutlu olmak için sebebi olduğunu kabul etmesinde diretti; Elinor devam etmek zorunda kaldı-

"Şüphesiz, sözlü olduğunuzu bilselerdi," dedi, "hiçbir şey size gösterdikleri davranıştan daha gurur okşayıcı olamazdı; -ama hâl böyle olmadığı için"-

"Böyle diyeceğinizi biliyordum" -diye cevapladı Lucy çabucak"Mrs Ferrars'ın benden hoşlanmadığı halde hoşlanıyor görünmesi için hiçbir sebep yoktu; benden hoşlanması çok şey ifade ediyor Sözlerinizle sevincimi azaltamazsınız. Eminim herşeyin sonu iyi olacak, hiç zorluk çıkmayacak, düşündüğüm konuda. Mrs Ferrars çekici bir kadın, yengeniz de öyle. İkisi de keyifli kadmlar cidden! -Nedense sizden hiç duyamıyorum Mrs Dashvvood'un ne kadar hoş bir kadın olduğunu!"

Buna Elinor'un vereceği bir cevap yoktu, vermeye de çalışmadı.

"Hasta mısınız, Miss Dashwood? -keyifsiz görünüyorsunuz -konuşmuyorsunuz; -tabii, iyi değilsiniz."

"Hiç daha iyi olmamıştım."

"Buna bütün kalbimle sevindim, ama cidden iyi görünmüyorsunuz. Sizi hasta görmek beni üzüyor. Siz ki şu dünyada en büyük desteğim oldunuz! -Tanrı bilir ne yapardım dostluğunuz olmasa. "-

Elinor kibar bir cevap vermeye çalıştı, becerebileceğinden emin olmasa da. Ama Lucy tatmin olmuş gibiydi, çünkü hemen şöyle karşılık verdi,

"Elbette beni sevdiğinizden eminim, bu da Edward'in sevgisinden sonra en büyük güvencem. -Zavallı Edward!Ama şimdi bir iyi şey var artık buluşabileceğiz, hatta sık sık buluşabileceğiz, çünkü Lady Middleton Mrs Dashwood'u beğendi, o yüzden epeyce Harley street'e gideceğiz sanırım; Edward da yarı zamanını ablasıyla geçiriyor -üstelik Lady Middleton'la Mrs Ferrars ziyarete gelecekler şimdi; -Mrs Ferrars da, yengeniz de o kadar iyiler ki, defalarca dediler seni görmekten her zaman mutlu oluruz diye. -Nasıl cazibeli kadınlar! -inanın yengenize onun hakkındaki düşüncelerimi söyleyecek olsanız öve öve bitiremezsiniz."

Ama Elinor yengesine bir şey söyleyeceğini umut etmesi için ona cesaret vermedi. Lucy devam etti.

"Mrs Ferrars benden hoşlanmasa bunu o an farkederdim eminim. Bana sadece resmi bir selam vermiş olsa, mesela tek kelime etmeden, sonra da bana hiç bakmamış olsa, hatta bana hoş bir şekilde bakmamış olsa -yani biliyorsunuz işte, o tür soğuk bir şekilde davranmış olsa bana, umutsuzluk içinde herşeyden vazgeçerdim. Buna dayanamazdım. Çünkü biliyorum, hoşlanmadığı zaman fırtınalar estirir."

Elinor bu kibar zafere cevap vermekten o sırada kapının açılmasıyla alıkondu; uşak Mr Ferrars'ı haber verdi ve hemen arkasından Edward girdi.

Çok tuhaf bir an oldu; tuhaflık her birinin yüzünden okundu. Hepsi son derece afallamış görünüyordu; Edward odaya daha da girmek yerine tekrar dışına çıkmak istiyor gibiydi. Tek tek her birinin en çok kaçınmak isteyeceği o durum en sevimsiz şekliyle başlarına gelmişti -Sadece üçü birlikte olmakla kalmıyorlardı, yanlarında başka kişilerin vereceği rahatlıktan yoksun olarak birlikteydiler. Önce hanımlar kendilerini toparladılar. Lucy'ye kendini öne çıkarmak düşmezdi; gizlilik görüntüsü hala sürdürülmeliydi. O yüzden tüm yapabildiği şirinliğini takınmak oldu; ona karşılık verdikten sonra başka bir şey demedi.

Ama Elinor'un yapacak daha çok şeyi vardı; Edward için de kendisi için de yapması gerekeni iyi yapmayı öyle çok istiyordu ki, kendini zorladı ve bir anlık bir çabadan sonra rahat ve açık sayılabilecek bir bakış ve tavırla onu buyur etti; az daha mücadele edip az daha gayret edince daha da rahatladı. Lucy'nin varlığının ya da kendisine haksızlık yapıldığı düşüncesinin onu gördüğüne sevindiğini, Berkeley street'e daha önce uğradığında evde olmadığı için çok üzüldüğünü söylemesine engel olmasına izin vermeyecekti. Ona bir dost ve hemen hemen bir akraba olarak görmeyi hakettiği yakınlığı göstermekten Lucy'nin takipçi gözleri orada diye korkmayacaktı, hemen sonra Lucy'nin yan yan onları izlediğini farkettiği halde.

Davranışı Edward'a biraz cesaret verdi; oturmayı göze alabildi; ama rahatsızlığı hanımlarınkine oranla hala çok fazlaydı ki, duruma bakılırsa bu da normaldi, cinsiyetine pek uymadığı halde; çünkü ne kalbinde Lucy'nin kayıtsızlığı, ne de vicdanında Elinor'un rahatlığı vardı.

Lucy, uysal ve sakin bir havayla, başkalarının rahatına katkıda bulunmamaya kararlı görünüyordu ve tek kelime etmedi; söylenen her söz, annesinin sağlığı, şehre gelişleri filan gibi, Edward'in sorması gereken ama sormadığı sorulara etraflıca cevap vermeye gönüllü olmak zorunda kalan Elinor'dan geldi.

Çabaları bununla da kalmadı; hemen sonra Marianne'i getirme bahanesiyle kendini diğerlerini yalnız bırakmak için kahramanca bir karar vermeye meyilli hissetti ve öyle yaptı, hem de gayet şık bir şekilde, çünkü kızkardeşine gitmeden önce soylu bir kararlılıkla sahanlıkta birkaç dakika oyalandı. Gelgelelim, bundan sonra Edward'in sevincinin sona erme zamanı geldi; çünkü Marianne'in neşesi onu da hemen oturma odasına sürükledi. Marianne'in onu gördüğü zamanki neşesi diğer tüm duyguları gibiydi, kendi içinde güçlü, ifadesi de güçlü. Onun karşısına tutulmayı bekleyen bir el uzatarak ve kardeş sevgisi dolu bir sesle çıktı.

"Sevgili Edward!" diye haykırdı, "bu çok mutlu bir an! -Bu hemen herşeyi unutturuyor!"

Edward onu ilgisine hakettiği gibi karşılık vermeye çalıştı, ama böylesi tanıkların önünde gerçekte hissettiğinin yarısını bile söyleyemedi. Tekrar hep beraber oturdular ve bir iki dakika hepsi sustular; Marianne en ifade dolu sevecenlikle bir Edward'a bir Elinor'a bakarken birbirlerinden alacakları mutluluğun Lucy'nin lüzumsuz varlığıyla engellenmesine içerledi. ilk konuşan Edward oldu, Marianne'in değişen görünümüne dikkat çekip galiba Londra'yı gönlüne göre bulmadığını söyledi.

"Yo! Beni düşünme!" diye cevapladı Marianne, neşeli bir sesle, oysa konuşurken gözleri yaşarıyordu, "Benim sağlığımı düşünme. Elinor iyi, görüyorsun. Bu ikimiz için de yeterli olmalı."

Bu söz Edward'i ya da Elinor'u daha rahatlatması hesaplanarak söylenmediği gibi, hiç de iyilik dolu olmayan bir ifadeyle başını kaldırıp ona bakan Lucy'yi çileden çıkartmak için de söylenmemişti.

"Londra'yı sevdiniz mi?" dedi Edward, başka bir konu açabilecek bir şey söyleme isteğiyle.

"Hiç sevmedim. Çok eğleneceğimi umuyordum ama hiçbir eğlence bulamadım. Seni görmek Edward, Londra'nın verdiği tek mutluluk bu oldu; Tanrıya şükür! Eskiden nasılsan aynı öylesin!"

Sustu -kimse konuşmadı.

"Herhalde Elinor," diye ekledi sonra, "Barton'a dönerken bize göz kulak olsun diye Edward'i alırız. Bir iki hafta içinde, sanırım gideceğiz; umarım Edward bu göreve çok itiraz etmez."

Zavallı Edward bir şeyler mırıldandı, ama kimse anlamadı, hatta kendisi bile. Ama onun heyecanını gören, nedenini de kendisini en çok ne hoşnut edecekse ona yoran Marianne gayet memnun oldu ve hemen başka bir şeyden bahsetmeye başladı.

"Dün Harley street'te öyle bir gün geçirdik ki Edward! Öyle sıkıcı, öyle sefilce sıkıcı! -O konuda sana anlatacak çok şeyim var, ama şimdi anlatamam."

Ve bu hayranlık verici iradeyle ortak akrabalarını her zamankinden beter sevimsiz bulduğunu, bilhassa annesinden hiç hazzetmediğini anlatmayı daha baş başa oldukları bir zamana erteledi.

"Peki sen niye yoktun Edward? -Niye gelmedin?"

"Başka bir sözüm vardı."

"Söz mü! -Ama ne olurdu ki, böyle arkadaşlarla buluşmak varken?"

"Belki, Miss Marianne," diye haykırdı Lucy, ondan intikam alma hırsıyla, "siz genç erkeklerin asla sözlerini tutmadıklarını sanıyorsunuz, nasılsa önemli önemsiz demeden sözlerini tutmaya niyetleri yok diye."

Elinor çok kızdı, ama Marianne iğneyi hiç de farketmemiş gibiydi, çünkü şöyle cevap verdi,

"Yo, cidden; çünkü ciddi söylüyorum, bence Edward'i Harley street'ten uzak tutan şey sadece vicdanıdır. Gerçekten inanıyorum ki, onda dünyanın en hassas vicdanı var; küçük de olsa, hoşuna gitmese ya da işine gelmese de her sözünü yerine getirmek konusunda son derece titizdir. Tanıdığım herkes içinde acı vermekten, beklentiyi boşa çıkarmaktan en çok korkan, bencil olmayı en beceremeyen odur. Öyle Edward, söyleyeceğim işte. Ne yani, methedildiğini hiç duymayacak mısın! -Öyleyse benim arkadaşım olamazsın; çünkü benim sevgimi, saygımı hakedenler benim açık övgülerime boyun eğmek zorundadırlar."

Ne var ki o an övgülerinin doğası dinleyicilerinin üçte ikisinin duygularına gayet uygunsuz düşüverdi, hatta Edward'in öyle canını sıktı ki, az sonra gitmek üzere kalktı.

"Bu kadar çabuk mu gidiyorsun!" dedi Marianne; "sevgili Edward, olamaz."

Ve onu az bir şey kenara çekip Lucy'nin daha fazla kalamayacağına inandığını fısıldadı. Ama bu cesaret verme girişimi bile işe yaramadı, çünkü Edward gitti; ziyareti iki saat bile sürse ondan uzun kalacak olan Lucy de az sonra arkasından gitti.

"Bunu buraya bu kadar sık ne getiriyor olabilir!" dedi Marianne, Lucy gidince. "Gitsin istediğimizi göremiyor mu! -Edward için ne kadar sıkıcı!"

"Niye! -hepimiz onun arkadaşlarıyız; hatta Lucy onu herkesten eski tanıyor. Bizim kadar onu görmek istemesi gayet doğal."

Marianne dikkatle ona bakıp şöyle dedi, "Biliyorsun Elinor, bu hiç dayanamadığını bir konuşma tarzı. Eğer sadece iddiana itiraz edilsin istiyorsan, ki bence durum öyle, benim dünyada bunu yapacak son kişi olduğumu hatırlamalısın. Gerçekten gerekmedikçe inandığım şeyden hileyle vazgeçirilmem mümkün değil."

Sonra odadan çıktı; Elinor daha fazlasını söylemek için arkasından gitmeye cesaret edemedi; Lucy'ye verdiği gizlilik sözü elini kolunu bağladığı için Marianne'i inandıracak hiçbir açıklama yapamazdı; hala hata ediyor olma ihtimalinin sonuçları acı verici de olsa sözüne uymak zorundaydı. Tüm umabildiği, Edward'm onu ya da kendisini

Marianne'in yanlış ilgisini dinleme sıkıntısına ve son karşılaşmalarına sinen acının başka bir şekilde tekrarına sık sık maruz bırakmaması oldu -bunu ummak için de her nedeni vardı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro