0.9
Medya; Anneme Instagram DM'yi gösterdiğimde akrabaların gözünde ben;
Herkese Adeleden Hello!
Ek NOT: ÜÇÜNCÜ KISIMDA ISPANYOLCA OLAN YERLER EĞIK YAZILMIŞTIR.
Türkce yazacağım. Niyeeee?! Bilin bakalım kim ispanyolca bilmiyor?
Neredeyse 2 haftadır yokum. Biri demiş öldü, şimdi de desinler kral geri döndü.
1.5 haftalık bir tatile çıktım. Ben tatile gitmeden önce 100 yılın sıcağı vardı. Tatile gittim sağanak başladı amk
Ithaf halaycekenornitorenk hikayemendes kitapgamzekitap
Her zamanki gibi en çok yorum yapan ithafi alır.
Neyse.
İyi okumalar 💥
***
''Ardal..." Ardal bir bana bir de elimle ovuşturduğum karnıma bakıyordu. Duymamış olmasını dileyerek gözlerimi yumdum. Anlarsa ben biterdim.
Aslında bitmem için bir neden yoktu ama nedense onun önünde kendimi kötü hissetmiştim.
"Hallo Liya." (Selam Liya.) Bunu demesiyle birlikte alayla güldüm ister istemez. Onda beni boydan boya süzdü.
"Hallo." diye mırıldandım kendi kendime. Bir an önce gitmeliydi aksi takdirde doktor randevusuna geç kalacaktık.
"Seitdem wir uns nicht gesehen haben, hast du zugenommen." (Görüşmeyeli kilo almışsın Liya .) Bunu söylemesiyle az da olsa rahatlamıştım. Normal bir zamanda söylese dayak yerdi. Bir kadına bunu söylemek büyük bir cesaret isterdi ama o çok rahat bir şekilde söylemişti. Benim de ona kızmaya hakkım yoktu. Kızarsam muhtemelen ağzımdan gerçeği kaçıracaktım ve rengimi belli edecektim.
"Ich hab kein Zeit für dich. Ich muss gehen." (Seninle uğraşamam, gitmem gerek.) Sinirli bir şekilde söylediğim şeye karşılık güldü ve kollarını birbirine bağladı. Bana bir adım daha yaklaştı, ben de geri bir adım attım.
"Einverstanden. Nur eine Minute." (Tamam. Sadece bir dakika.) dedi ve saatine baktı. Ardal ciddi anlamda dakik biriydi. Bir dakika derken bir konuşmayı gerçekten bir dakikaya sığdıracak biri olduğunu biliyordum. Ve bu huyundan nedret ederdim. "Oh bevor ich es vergesse, wollte ich dich an unsere Abkommen erinnern." ( Ha bir de anlaşmamızı hatırlatmak istedim.)
Merakla kaşlarımı çattım. Ukala bir şekilde söylediği şey beni sinirlendirdi. Kafamı karıştırmak için aptal aptal şeyler yapıyordu. "Welches Abkommen?" (Ne anlaşması?) diyerek sinirle soludum.
"Solange du einen Lebenspartner hast, bekommst du keinen Unterhalt von mir. Das kannst du nicht vergessen haben?" (Senin bir hayat arkadaşın olduğu sürece sana nafaka vermeyeceğim. Unutmuş olamazsın?) Yavaşça bana yaklaşarak kulağıma fısıldadığı şeyler beni sinirlendirdi. İş yemeğine gittiğimiz gün, bunu söylemek istemişti ama Erim gelince yarım kalmıştı. Buna adım kadar emindim. Ardal bazı şeylere bir anda karar verecek birisi değildi. Bunu bir süre içinde tutup söylediğine emindim.
"Jedenfalls, pass gut auf dich auf!" ( Her neyse .Kendine iyi bak.) Saatine bakarak gülümsedi. Daha sonra hızlı adımlarla arabasına yöneldi. Resmen lafı sokup sokup gidiyordu. Kim bilir hamile olduğumu öğrense beni nasıl rezil ederdi?
Derin bir nefes verdim ve düşünmemeyi umut ettim.
***
"Erim yürüsene!" dedim onu arkadan ittirerek. Bugün bir garip görünüyordu, bu gözümden kaçmamıştı. Kaçacak gibi de değildi. Tereddütlü görünüyordu.
"Liya ben gelmesem mi?" Vereceğim cevaptan korkarmış gibi sorduğu soruya karşılık omzuna vurdum. Koluna girip onu doktorun odasına doğru sürüklemeye devam ettim.
Yoksa çocuğu istemiyor muydu?!
"Erim kapat çeneni! Türk bir doktor bulmak için ne kadar uğraştın. Şimdi şu dediğine bak! Pü! Erim'lik bitmiş." Hızlı bir şekilde söylediğim şeylere karşılık olarak cevap vermedi. Neden boyle yaptığına bir anlam verememiştim.
"Ben gelmeyeceğim demiyorum ki. Kapıda beklerim." Böyle ısrar etmesi beni üzüyordu. Gerçekten kötü hissetmeye başlamıştım. Sert bir şekilde kolunu bıraktım ve koridorda ilerlemeye başladım. Madem öyle, benim de ona ihtiyacım yoktu. Arkamdan seslenişini duyuyordum ama umursamadım.
Tanımadığın bir adamdan çocuk yaparsan olacağı bu Liya Hanım!
"Liya beklesene!" Arkadan gelip omzuma dokunduğunda hızlı bir şekilde omzumdaki elini ittim. "Tamam Erim gelme. Ben tek başına bakarım çocuğuma. Sen de otur şu koltuğa, kıçını yay anca. Ardal da sen de aynı boksun." Sinirle mırıldandığım şeyler onda az da olsa etki yaratmış olacaktı ki derin bir nefes verdi.
"Ben onun gibi değilim." Bu dediğine alayla güldüm. Doktorun odasına geldiğimizde fazla uzatmak istemediğimi farkettim.
"Geliyor musun? Ama söyleyeyim, şimdi gelmezsen bir daha asla gelemezsin.'' Bunu dedikten sonra içimde 'yallah' diye bağırma isteği olmuştu ama bulunduğumuz ortamı hatırlayıp vazgeçtim.
"Geliyorum." dedi ve önüme geçti. Odaya girdiğimizde hâlâ içimdeki duyguyu atamamıştım. Neydi bu? Heyecan mı, korku mu? Bence kesinlikle heyecandı. Umudumu görmek için sabırsızlanıyordum.
"Merhaba. Deniz ben. Sizler de Erim Bey ve Liya Hanım olmalısınız. Türk bir hasta gelmeyeli uzun zaman olmuştu." İkimizle de el sıkışmıştı ama Erim biraz şaşkın gibiydi. Deniz Bey benim yatmamı istediği yere yönlendirirken aynı zamanda form dolduruyordu.
"Kaç yaşındasınız?" diye sorduğunda cevap verdim. O da hasta bilgilerini kayıt ediyor olmalıydı.
"Yirmi dört." Başıyla onayladı. "Sigara içer miydiniz?" diye sordu bu sefer.
"Hamile olduğumdan beri içmiyorum." dediğimde yine başıyla onayladı. O bana böyle sorular sorarken Erim'in üzerinde olan stresi hâlâ görebiliyordum. Her zaman rahat ve umursamaz olan adamın bu gerginliği beni de geriyordu.
"Pekâlâ. Bebeği bir kontrol edelim o zaman." dediğinde tişörtümü biraz yukarıya çektim. Karnıma şeffaf bir jel sürdü. Onun soğukluğu ile tüylerim diken diken olsa bile içimdeki heyecan beni yeyip bitiriyordu.
"Deniz deyince kadın sanan aklıma tüküreyim." Erim'in mırıldanışı komiğime gittiği için kıkırdamıştım. Bunu duyduğumu farketmiş olacaktı ki başını farklı yöne çevirmişti.
"İşte, tam şurada. Henüz çok küçük olduğu için görmekte zorluk yaşayabilirsiniz." Ben heyecanla ekrana bakarken, Erim'in de donmuş vaziyette ekrana baktığını farkettim. Şu an otuz iki diş güldüğüme yemin edebilirdim. İstemsiz bir şekilde gözlerim doldu.
"Kalp atışlarını duymak ister misiniz?" Deniz Bey'in sorduğu soruyu onaylayacaktım ki kararlı bir ses duymuştum.
"Hayır." Erim hiç kimse ile göz teması kurmadan, bir kez olsun düşünmeden reddetmişti. Bu aksiliğin nedenleri, daha doğrusu olasılıkları beni mahvediyordu. Cidden istemiyor muydu?
"Bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz?" Deniz Bey'e mahcubiyet ile baktığımda anlayışla başını salladı. Erim ise başını yere eğmiş oturuyordu. Doktir gittiğinde sinirle gözlerimi yumdum.
"Erim şu jeli ağzına sokacağım şimdi! Ne oluyor?!" Sinirli bir şekilde sorduğum soruya karşılık olarak yine bir cevap alamamıştım. Cidden ağzına jel sokacaktım! Aptal herif!
"Bana cevap ver!" dedim ve yanımda oturan Erim'in çenesini sıkıca tutarak kaldırdım. Başını kaldırdığında öfkemin yok olduğunu hissettim. Mavi gözleri lacivert olurken, maviliklerinin etrafında yüzen kırmızılıklar vardı. Ona baktığımda dudaklarımda istemsiz bir tebessüm olmuştu. Iki aydır tanıdık olmamıza rağmen sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissetmem normal değildi.
Gülmemek için sıktığım dudaklarım beni ele veriyordu. Aniden odayı dolduran kahkaha sesimle kaşlarını çattı. "Komik değil!" dediğinde intikam alırmışçasına daha çok güldüm.
"Sabahtan beri bebeği isteyip istemediğini düşünüyordum..." Gülüşlerimin arasından söylediğim cümle yarım kaldı ve tekrar ona baktım. "Aklımdan her türlü şey geçti ama duygulanmış olduğun geçmedi." diyerek devam ettirdim cümlemi.
İtiraz edercesine baktı. "Ben ağlamıyordum!" dediğinde omuz silktim.
"Kimse sana ağladığını söylemedi. Az önce itiraf ettin." deyip gülmeye devam ettim. Bunu duyunca o da gülmeye başladı. Pes etmiş gibi görünüyordu. Gülünce kısılan gözleri onu daha da çekici yapıyordu.
Ben bunu neden söylemiştim?! Bana ne çekici yapıyorsa?!
"Sadece biraz duygulandım. Çok az." dediğinde küçük bir çocuk misali alayla başımı salladım.
"Şu an canıgönülden inanıyorum sana." diye mırıldandım.
***
"Günaydın Liya Hanım. Erim Bey sizi toplantı odasında bekliyor." dediğinde başımla onayladım. Mine Hanım'ın artık benimle Türkçe konuşmasını ben istemiştim. O da memnuniyetle kabul etmişti. İlk başlarda ondan pek hazetmesem de artık bu şirketteki herkese alışıyordum.
"Günaydın!" diyerek danışmada bulunanları selamladım. Daha fazla vakit kaybetmeden koridorun sonundaki asansöre yöneldim. Hangi akla hizmet şu topuklu ayakkabıları giydim, bilmiyorum. Ama şimdiden beni fazla rahatsız etmeye başlamıştı.
Çıkacağım katın düğmesine bastığımda beklemeye başladım. Önüme döndüğümde aklıma gelen şeyle yanaklarıma kan pompalandığına emindim.
"Allah'ım bu anıyı aklımdan silmek için ne tür bir sevap istiyorsun?" diye mırıldandım kendi kendime. Cidden aklıma geldikçe hem Erim'e sinir oluyordum, hem de utanıyordum. O an sanki dün yaşanmış gibi aklıma gelince, ellerimle başımın üzerinde oluşan düşünce baloncuğunu yok ettim. Umarım asansörde kamera yoktur, aksi takdirde deli olduğumu düşünecekler.
Toplantı odasının olduğu kata gelince asansörün kapısı açıldı. Derin bir nefes verip ilerlemeye başladım. Karşıdaki odadan çıkan Erim ise saatine bakıyordu. Bugün gayet ciddi giyinmişti. Aslına bakarsanız Erim benimle bukuştuğu zamanlar hep spor giyinirdi, sadece iş yerinde böyle takım elbise giyiniyordu. Ama bilin bakalım kim onu hiçbir haliye tabii ki ciddiye almıyor?
Dün karşımda ağlayan adam olmasa ciddiye alacaktım.
İtiraf etmek gerekirse ben hariç herkese bu kadar ciddi olması hoşuma gidiyordu. Erim beni görünce gülümsedi ve bana doğru yürümeye başladı. Siyah takım elbisesi, gümüş kol düğmeleri ve kravat iğnesi ile gayet şık duruyordu. Kolunda ise Xoxo Des şirketinin özel tasarım bir saati vardı.
"On dakika içinde burada olurlar. Misafirlerim İtalya'dan. İspanyolca biliyor. Senin çevirine güveniyorum." dediğinde başımla onayladım. Daha sonra beni baştan sona süzdü. İlk başta beğenmiş gibi mırıldansa da sonradan sinirlenmişe benziyordu. Üzerimde siyah bir kalem etek, ona uyumlu desenli bir bluz vardı. Saçlarımı hafiften dalgalandırıp, perçemlerimi yana doğru tokayla tutturmuştum.
"Bu ayakkabılardan hoşlanmadım. En kısa sürede gardrobuna el atmam gerek." Ben de onun gibi kaşlarımı çattım ve alayla ona baktım. "Ne sıfatla?"
"Bebeğimi-" Beni sinir etmek için sinirle konuşmaya başladığında hızlı bir şekilde elimi ağzına kapattım. Gözlerimi pörtlettim ve bakışlarımı ona diktim. Buradaki çalışanlar duyarsa benim için iyi olmazdı.
"Şş! Birisi duyacak." dediğimde güldü ve ellerini yakalanmışçasına iki yana açtı.
"Umarım ne sıfatla olduğunu anlamışsındır. Toplantı odasına bekliyorum" dedi ve yürümeye başladı. Beni sinir eden haklı olmasıydı! Ne olursa olsun diğer kadınlar, şirketteki diğer kızlar gibi ben de giymek istiyordum! Ama Erim bunu anlayamazdı.
Topuklarımı onun inadına vura vura toplantı odasına gittim. Erim cidden gelen misafirleri için çok heyecanlıydı. İki gündür misafirlerinden bahsedip duruyordu. Gelecek olan adam önemli bir tasarımcıymış ve Erim onunla irtibatta kalmak için çok uğraşmış. Toplantı odasına geldigimde beyaz kapıyı açarak içeriye bir göz attım.
Erim masanın etrafında bulunan siyah koltuklardan birine oturmuş, bir kadınla el sıkışıyordu. Tam vaktinde geldiğimi anlayarak yanlarına gittim. Sarı, düz ve kısa saçları, bronz teni ve güzel fiziği adeta bir puzzle gibi birbirini tamamlayan, güzel bir kadın karşımda duruyordu.
(Yazar ispanyolca bilmiyor. Ispanyolca olan yerler eğik yazılacak)
"Merhaba. Benim adım Sabin. Aberto Rossi'nin kızıyım." dedi isminin Sabin olduğunu öğrendigim kadın Erim'e bakarak. Ben de buradayım diye bağırmak istesem de sustum. Erim'e bakarak. Ben İtalyanca bilmediğim için İspanyolca konuşacaktık anlaşılan. Dediklerini tercüme etmeye başladım.
"İsmi Sabin'miş. Aberto Rossi'nin kızıymış." Erim başıyla onayladı ve otuz iki diş gülümsedi. Daha sonra bana baktı. "Beni tanıtabilir misiniz Liya Hanım?" Sahte gülümsemesi içimde tuhaf bir his oluşturmuştu. Neden ilk önce bana bakıp karşımdaki kadına bakmamıştı.
Neden en son bana bakmıştı?!
"Erim Ayvaz. Xoxo Des şirketinin yöneticisi. Böyle genç durduğuma bakma moruğun tekiyim." İstemsiz bir şekilde Erim'in ifadesini takındım yüzüme ve Erim'in dediklerini tercüme etmeye başladım.
Ben ne yapıyordum böyle?! Resmen dediklerini yanlış çeviriyordum ve bu ağzımdan istemsiz çıkıyordu!
"Uhm... Anladım. Oldukça bakımlı ve yakışıklı duruyor. Sadece şaşırdım." deyip gülmeye başladı Sabin. Daha sonra konuşmasına devam etti. "Babam malesef biraz hastalandı ve buraya tek başıma geldim. Selamlarını iletti."
Erim'in dediklerini değiştirmeme rağmen kadın buna zerre aldanmamış, yine itiraf etmeye başlamıştı. Peki bu içimdeki sinir de neydi? Bu hamilelik hormonlarının kazandırdığı şeylerden biri miydi?
"Babası hastalanmış ve onun yerine gelmiş. Sen de hiç umduğu gibi değilmişsin. Seni daha yakışıklı ve bakımlı beklermiş. Babası da selamlarını iletmiş." Büyük bir ciddiyetle Erim'e bunu söylemiştim. Eğer yalan söylediğim anlaşılırsa biterdim. Erim sesli bir şekilde güldü.
"İtalyan kadınlarının bu kadar dürüst olduklarını bilmiyordum." dedi bana bakarak. İçimdeki siniri dışarı atarcasına konuştum.
"Çok İtalyan kadını ile tanıştınız galiba Erim Bey." Resmiyetten ödün vermezken, yanımızda duran kadını umursamadan kavga edebilecek bir durumdaydık.
"Ne sıfatla merak ettiniz Liya Hanım?" Benim taklidimi yaparak aklı sıra benimle alay ediyordu. Sabin denen kadın ise araya girmeye çekinmiş gibiydi.
"Ispanyolca dile getirmemi ister miydiniz Erim Bey?" diye sordum. Adeta bakışlarımla meydan okuyan fişek bir kadındım.
"İstemem Liya Hanım. Misafirimle ilgilenin lütfen." Bu dedikleri beni bir hayli sinirlendirirken onun canına okuma isteğim artıyordu. "Liya Hanım, Sabin Hanım'a benim yerime tasarımlarını çok beğendiğimi söyler misiniz?" İçten içe birbirine söven bir ikiliydik. Karşımızdaki zavallı kadın ise bizi dayanışma içinde zannediyordu. Halbuki Türkçe bilse hepten sıçtık.
"Bayan Rossi. Erim Bey tasarımlarınızı detaylı bir şekilde incelemiş. Çok fazla kusur bulduğu için yeni proje için tereddüte kalmış."
Söylediklerim resmen beni bile şok içinde bırakmıştı. Ben neler diyordum böyle?! Daha doğrusu bunu neden yapıyordum? Bu yaptığımı on yaşında bir çocuk bile yapmazdı.
"Erim Bey bana yanlışlarımı gösterirse çok daha iyi olacağına eminim." Sabin denen kadında resmen peygamber sabrı vardı. Erim'in tüm bloklarını ortaya dökmeme rağmen oldukça nazikti. Bir an kendi yaptığımdan utanmadım desem yalan söylemiş olurdum.
"Sabin Hanım ne diyor Liya Hanım?" Gülmemek için kendini zor tutan Erim'in neden bu kadar eğlendiğini anlamamıştım. Yakında çıkar kokusu diyerek boş verdim. "Senin aksine tasarımlarını hiç beğenmemiş." Erim şaşırmış gibi yaptı. "Kendisine iyi yolculuklar dileyin Liya Hanım. Sabin Hanım'ın uçağına bir saat kaldı." dedi ve saatine baktı.
Resmen adamın ekmek parasıyla oynamıştım. Peki ya umurumda mıydı?
Hayır.
Sabin denen kadın gitmek için ayağa kalktığında derin bir nefes verdim. Çok şükür ki foyam ortaya çıkmamıştı. Sabin benimle el sıkıştı, daha sonra Erim'le.
"İyi yolculuklar Bayan Rossi." Erim'in akıcı bir İspanyolca ile karşısındaki kadına fısıldadığı sözler vücuduma ok misali girmişti.
Korktuğum başıma gelmişti. Sabin çantasını alıp uzaklaşırken Erim bana öyle bir bakmıştı ki. Yerin dibine girmeyi yeğlemiştim. Resmen her dediğimi anlamış, benden bile daha iyi Ispanyolca konuşan bir Erim vardı.
"Sanırım birileri beni kıskanmış." Beni utandırmak için İspanyolca konuşyordu benimle. Ben ise yaptığım hata yüzünden ona bakamıyordum.
"Ben seni kıskanmadım." Ellerini pantalonunun cebine sıkıştırdı ve gülmeye başladı. Komik bir şey yokken gülmesini sevmiyordum. Bana doğru yaklaşıyordu. O yaklaştıkça ben geriye gidiyordum. Em sonunda sırtım soguk duvara değdiğinde yutkundum. Fazla yakın duruyorduk ve bu bana asansörü hatırlatıyordu. Aman aman Allah korusun!
"Bir anne yalan söylememeli." Tabii ya! Bu işten annelik duygularımla sıyrılabilirdim. Zeytinyağı misali üste çıkma planım umarım işe yarardı.
"Bir baba da anneden bir şey saklamamalı!" dediğimde o güzel tebessümü gizledi. Kollarını beni sıkıştırırcasına duvara sabitledi. O kolların arasında kalmış olan ben, resmen kaskatı kesilmiştim.
"O kadın evli ve iki çocuğu var." dediğinse utançla başımı yere eğdim. O kadına cidden bir özür borçluydum. Kendi bencilliğimin için bunu yaptığıma inanamıyordum. Hamilelik beni çok değiştirmişti.
"Ş-Şey... Ben şey için yaptım" O dakikalarda kendimde bir bahane arıyordum. Niye yaptığımı ben de bikmiyordum. Ona ne diyebilirdim ki?
"Sen düşünme, ben senin yerine de düşünürüm. Beni kıskandın." Bu ihtimal beni düşündürse de bunu ona belli etmemeliydim.
"Saçmalama Erim! Ben ne kıskanacağım seni. Ben sadece İspanyolca konuşmayı unutmuşum!" Aklıma gelen ilk şey ağzımdan çıkarken geriye çekilip büyük bir kahkaha attı. Pek göstermediği beyaz dişlerini bilmem kaçıncı görüşümdü.
"Ne gülüyorsun?" diyerek sinirle kızıştım. Benim de bu dediğime gülesim geliyordu ama yapamıyordum. Eğer yaparsam cidden onu haklı çıkaracaktım.
B-Ben onu kıskanmış olabilir miydim sahiden?
"Senin gözünde bir moruk olabilirim ama bu moruk bu yalana inanacak kadar yaşlı değil." dedi ve tekrar aramızdaki mesafeyi kapattı. Boğuk çıkan sesi beni etkilerken ister istemez gözlerimi kapattım. Burunlarımızın birbirine değdiğini hissettiğimde beni yine öpeceğini anladım.
Ve ona karşı koyamadım.
Dakikaların geçmediği o anda büyük bir gürültüyle açılan kapı beni korkutmuştu. Erim ise bakışlarını benden çekip kapıya doğru baktı.
Resmen basılmıştık.
***
Eveeeeeet.
Bölümü beğenenler?
Bir adet Erim yolla diyenler?
Liya sizce kıskandı mı yoksa hepsi hormanların suçu mu 🤣?
Gelen kim/ kimler?
Ardal'a kafa atmak isteyenler?
Bayyysss.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro