ABİS: BÖLÜM 6
"Tenin, tenime değdiğinde tutuşurdu benliğim. Gözlerinden kayıp giderdi ruhum, dudaklarında demlenirdi nefesim. Sevgilim, silikleşmiş şehrimin arasına ayraç oldu ellerim."
Bir kadeh ne kadar kırıksa o kadar kırıktı. Bir şarap ne kadar tatlıysa o kadar sertti. Bir plağa ne kadar çok yakışıyorsa o ses, bir o kadar da can alıcıydı. Masa boş, duvarlar doluydu. Çerçevelere sığdırılmış çehrelere, mutlu simalar tatlı intikamlar sığmıştı. Masallara kanan Süveyda, büyümüştü.
O gün, o saat ve dakikada. Saniyeler tepe tepe dizilirken.
"Konuşmuyor duvarlarım." dedi Süveyda içlice. Devam etti, "Sensiz, nefessiz... buruk!"
Göz yaşları akıp gidiyordu sicim sicim. Acı her teninde. Yavaşça koydu boş masasına başını. Yere koyduğu kadehine ulaşacak gücü yoktu. İçindeki kırmızı sıvı sinirlerini bozmuştu. Ayağıyla itti... Yayılan sıvıya gülümsedi.
"Benim gibi!"
Yutkundu.
"Yayılıyor, silsem geçmiyor lekem." dedi fısıldayarak.
Sâhi! Kaç yıl geçti? Bir, iki? Kocaman altı yılı devirdi Süveyda. Aldatılışın üzerine yıllar, ruhunu kanatan cümlelerin üzerine aylar geçti. Süveyda iyileşemedi. Artık neşeli şarkılarını söylerken gülümsemiyordu yüzü. Başı boş sokaklarda onu izleyenler de artık yoktu. Parmakla sayılırdı izleyenler. Yoktu onu saracak ruhu. Üşüyordu. Hazan'ın yaprakları üzerini kapatmıyordu. Yağmurlar gizleyemiyordu göz yaşlarını. Defterindeki sayfalar da tükenmişti kalemi gibi.
"Gelsene, okşa saçlarımı. Bak gözlerime. Yüzünü ezberlememe izin ver. Deysin parmaklarım tenine. Ruhum karışsın ruhuna. Sayfalarında huysuz bir çocuk gibi olayım. Okumama izin ver seni. Boğulsun nefesim harelerinde. Devâm ol. Gel, özledim maviliğim. Hasretine büründüm, çırpınır oldum sahillerinde. Beklerim uzaklarda. Uzatırım ellerimi. İttirirsin yine , düşerim kayalık uçurumlarından, usanmam. Derinleşir yaralarım. Dizginlenmez hislerim. İlişirim yanına. Güler gözlerim. Dön. Yağmurum ol. Dön... Güneşim ol. Dön... kavuşsun ellerim. Üşüdü bedenim."
Mısraların sesi kısıktı Süveyda'ya göre. Acaba ismi neydi? Kızı mı olmuştu yoksa oğlu mu? Kime benziyordu... Onun gözlerini andırıyor muydu?
Süveyda istemsizce parmaklarını karnının üstünde gezdirdi. Tanrı, ona bu lütfu armağan edememişti...
Ya etseydi? Ya karnında ikisinin ruhu buluşup bir canı tamamlasaydı?
Rahme konan bir hücreden bu zamanlara gelirdik hepimiz. Süveyda ellerini geleceğe uzatmak istercesine yumdu gözlerini. Rahmine konan bir hücrenin adımlarını takip etti, düştüğünde elinden tuttuğunu, sesini, kokusunu... Canından can, sevdiğinden bir ruh hâyal etti o saat Süveyda. Acısını dindirdi.
"Bana 'anne' deyişlerin çınlatır kulaklarımı. Eteklerimi çekiştirişin gelir gözlerimin önüne. Seninle mırıldanacağımız şarkıları seçip getir dizlerime. O masalları anlatırdım belki sana. Belki de bizim masalımızı..."
Devamını getiremedi Süveyda, mürekkebi temelli bitmişti... kelimelerinin ise çığlıkları.
...
En masum olduğumuz anlarımızdan biri de o göz yaşları içinde kurduğumuz düşlerdi. O fırtınada kanatlarını çırpmaya çalışan bir kuştuk. Süveyda o zamanlarını atlatamıyordu. Pes etmek ve etmemek arasında kayboluyordu o duvarların arasında. Adsız ise, Süveyda'nın haykırışlarını alıp götüremediği zamanlara yalvarıyordu o sokağın köşesinde sessizce. Onu da duyan yoktu. İki aşık, sevdiklerine kavuşmak için Tanrı'ya yalvarıyordu. Lâkin bildikleri ve inkar etmek istedikleri bir gerçek vardı ki Tanrı, kaderin ağlarını birleştirmişti. Ne bir peri gelir o sihirli tozlarını saçabilirdi ne de bir başka insan hayatlarına girebilirdi. Onlar göz yaşlarına mühürlenmeyi seçmiş, hayallerle uyumayı kabullenmişlerdi her şeyi silip.
Silmişlerdi, belki de onları bekleyen bambaşka bir dünyayı.
Silmişlerdi, hayatlarını, en büyük hayallerini...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro