Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7; equanimity

 Onu sakinleştirip karşıma oturtalı birkaç saniye olmuştu, suratıma beklentiyle bakmaya devam ediyordu. Neler söyleyeceğimi biliyordum ama bunları hangi sıralamayla dillendireceğime hala karar verememiştim. İşim kolay değildi ve tek dileğim bu işi ona zarar vermeden halletmekti.

"Konuşacak mısın artık?"

Yutkundum, hemen konuşmaya başlamazsam koltuktan kalkıp gidecekmiş gibi bir hali vardı ve şu kapıdan çıkıp gittiği takdirde ne yapardım, hiçbir fikrim yoktu. Ona saldıranların polisler olduğunu söylemişti, bünyesi aç ve zayıftı, ayrıca yağmur yağmaya devam ediyordu. Onun anlayacağı şekilde, kabullenmesinin en kolay olduğunu düşündüğüm yolu seçtim.

Onun kalesine oynadım. "Portaldan geçip geldiğin yere, trenle iki saatte ulaşamazsın, hyung." diye başladım açıklamaya, bakışları şüpheli bir hal almıştı ama soru sormadan devam etmemi bekledi. "Burası... senin bildiğin Seul değil."

Söylediğim şeyi sindirebilmesi için birkaç saniye tanıdım ona, benim kabullenmem kolaydı çünkü ben ona zaten bağlıydım ama o? Bunca zorluktan geçmiş ve asla pes etmemişti, en sonunda tanımadığı bir adamın evine varmak için miydi tüm bunlar? "Seul demiştin." dedi en sonunda.

"Seul," diye onayladım ve bakışlarımı gözlerinden ayırmadan, her bir tepkisini dikkatle izleyerek konuşmaya devam ettim. "Ama başka bir Seul."

Anlamayacağını, suratıma şaşkınlıkla bakıp devam etmemi talep edeceğini düşünmüştüm. Verdiğim cevaptan ne anlamıştı bilmiyordum ama imkansız bir şeyden bahsediyormuşum algısı oluşmamıştı aramızda; aksine, söylediklerim her gün karşılaştığı durumları yansıtıyormuş gibi ilgili bir ifade oluşmuştu yüzünde. "Şerefsiz." kelimesi döküldü pembe dudaklarından, cildi beyaz olduğu için renkleri normalden koyu görünüyordu. Ses tonu bir fısıltının ötesine geçmemişti ve komik bir şekilde hakaretinin hedefinde olmadığımı biliyordum.

Naamkahu'dan bahsediyordu.

"Anlatmaya devam et." deyişiyle düşüncelerimden sıyrılıp kendime geldim. Koltukta hafifçe kayarak aramızdaki mesafeyi azaltmıştı.

Ani hareketiyle sebebini bilmeden panik olmuştum, onun amacı mesafeyi azaltmak olsa da ben soluyacak oksijen kalmamış gibi geriye çektim kendimi. Nefesim kesilmişti.

Suga tavrımdan gözle görülür bir şekilde rahatsız olmuştu ama bununla ilgili hiçbir şey söylemedi. Tek yaptığı eski yerine geri dönmek ve aramızı öncekine kıyasla daha da açmak olmuştu. "Şey," Ne diyeceğimi bilemeden yutkundum. Kitap işine hemen dalmalı mıydım? Önceliğim güvenini kazanmaktı, duş almasını ve midesine yiyecek bir şeyler girmesini sağlamak zorundaydım. "Portal seni olduğun yerden ayırdı ve yeni bir yere getirdi, buraya kadar her şey doğru."

"Ama?"

Derin bir nefes aldım. Başaramadın Suga. Hayatta kaldın ama kazanamadın. "Burası cennet değil."

Bakışları alaylı bir tavır aldı. Ama... nasıl anlatacağımı bilemiyordum, yalan söylediğimi ima eden bir alay değildi irislerinde parlayan. Daha çok, olup bitenden habersiz oluşumu yüzüme çarpan bir kimyası vardı. Hafif bir acıma bulaşmıştı dudaklarındaki gülüşe şimdi. Duyacağımı umursamadan "Masum." diye mırıldandı. Kendi kendine konuşuyor olsa da bu seferki mimiklerin hedefinde ben vardım.

"Burası cennet değil." diye tekrarladım inatla, bu gerçeği en başta kabullenmesi gerekiyordu. Naamkahu burada olsaydı Suga'yı beklemeden ben çökerdim gırtlağına. "Seul, ama daha önce gidip Han'da canavar avladığın Seul değil. Burada canavarlar yok."

Bu sefer ortama çöken sessizlik çok farklıydı, söylediklerim düşündüğü şeyleri onaylamış gibi bir ifadeyle bakıyordu yüzüme. Verdiğim bunca haber karşısında sakinliğini öyle başarılı bir şekilde koruyordu ki ona yeniden hayran olmadan edememiştim; tam şu anda ben ondan daha şaşkın ve panik doluydum. Çok büyük bir stresin altında olmasına rağmen çökük omuzları dışında hiçbir şekilde düşünce ve hislerini dışarı vurmuyordu. "Hyung?" dedim soru sorarcasına, bir şeyler söylemesine ihtiyacım vardı.

"Bunu da atlatırım." diye mırıldandı sakin ses tonuyla, göğsü derin bir iç çekişle yükselip alçalmıştı. Konuşmamızın burada bitmemesi gerektiğini, ona açıklamam gereken tonlarca şey olduğunu biliyordum ama hazır ortam sakinken duşa girmesini sağlayabileceğimi düşünüyordum. Önerimi sunmak için dudaklarımı araladığım an benden önce davranmış, gözleri bir şey bulmuş gibi parlarken oturduğu yerde hafifçe dikleşmişti. "Bilgisayarını kullanabilir miyim?"

**

"Hyung?" Jungkook koltukta yanıma çökerken bakışlarımı yavaşça ona çevirdim, ilgim dizlerinin üzerindeki bilgisayarla ilgilenen Suga'dan zorlukla ayrılmıştı. Normalde bilgisayarla haşır neşir olan biri olmadığım için hastanede kullandığım bana yetiyordu, yaşadığım sitede internet bağlantısı olduğu için telefonum da evdeki ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Suga'nın isteği üzerine Jungkook'tan kendi bilgisayarını benim eve getirmesini rica etmiştim.

Ve Suga, bilgisayarların taşınabilir olmasını gayet normal karşılamıştı.

Son yirmi dört saattir kabullendiğim şey çiçek dolu bir bahçeydi de şimdi şüpheler zehirli otlar gibi sarıyordu renk cümbüşünü. İlk kitap 1993 yılında yayımlanmıştı, Suga nasıl oluyordu da dizüstü bilgisayarlarla büyümüş gibi davranabiliyordu? Neden o portal sayesinde paralel bir evrene geçtiği gerçeğini bu kadar kolay sindirip sakin sakin duşa girmişti? Şimdi Jungkook'un dizüstü bilgisayarının klavyesinde gezinen parmakları bir an için bile olsun titremezken ben kalbime iğne gibi batan şüpheler yüzünden kafayı sıyırmak üzereydim. Suga değil miydi? Ama şarkı... Kafam patlamak üzereydi. "İyi misin?" diye sordu Jungkook.

Küçüğüm okuldan çıkar çıkmaz, eve bile uğramadan buraya gelmişti. Taehyung'un haberi var mıydı bilmiyordum ama dün geceden sonra onu bir daha görmek isteyip istemeyeceğimden emin değildim. Tatile ihtiyacım vardı, şöyle uzun bir tatile ihtiyacım vardı. "Değilim." diye mırıldandım ona, cevap olarak. İçinde bulunduğum durumu kiminle paylaşabilirdim ki? Kim yargılamadan, dalga geçmeden dinlerdi beni? Agust D serisini sevmeyip Suga'yı evime aldığım için ortalığı birbirine katan Namjoon-ie hyung mu; yoksa inandıkları tanrıyı öldürmek üzere yola çıkmış olan adamı yatağıma yatırdığım Taehyung ve Jungkook mu? "Hastalığı atlatamadım." diye yalan söyledim. Jungkook Suga'nın varlığını sorgulamadan bana tam anlamıyla güvenen tek arkadaşımdı ve şu anda olup bitenleri açıklayarak onu da kaybetmeyi göze alamazdım. "Üniteyi Duri teyzeye götürürken ıslandım yine, o yüzden sanırım."

"Taehyung da hiç dikkat etmiyor kendine." dedi kaşlarını hafifçe çatarak. "Bir de doktor olacaksınız, pes."

Taehyung'un nasıl olduğunu sormak üzere dudaklarımı aralayacaktım ki karşı koltuktan "Melek?" diye bir sesleniş yükseldi. Jungkook'la aynı anda Suga'ya baktık, kıstığı gözleriyle bilgisayarın parlak ekranına bakmaya devam ederken benimle konuşuyordu. Ve evet, ona bana melek dememesini söylediğim halde Jungkook'un yanında böyle büyük bir hata yapmıştı, küçüğün bakışlarını profilimde hissedebiliyordum. "Hyung?" diye karşılık verdim.

"Erişim yasağı mı var?" Başını kaldırıp bana baktı, kaşları havalanmıştı. Porno siteleri dışında hiçbir siteye erişim yasağı olmadığı için şaşkınlıkla ona bakakaldım, paralel bir evrene geldiğini öğrendiği an yapmak istediği ilk şey bu muydu yani? Min Borin'in okurlarından gizlediği çok fazla gece olmuş olmalıydı.

"Hangi siteye girmek istiyorsun?" Jungkook ona yardım etmek amacıyla, ilgiyle ayaklanmıştı ama Suga'nın bakışları bendeydi; Jungkook'tan özellikle uzak durduğunu fark etmiştim. Dün akşam da, Jungkook ona yemek yemesini söylediğinde ilgisiz bir şekilde oturmayı sürdürmüştü.

Küçüğüm bilgisayarı almak amacıyla elini uzattığında avuç içindeki desen gün yüzüne çıkmıştı ve Suga olduğu yerde rahatsızca kıpırdanarak kendini geriye çekti; bilgisayarı oldukça riskli bir şekilde Jungkook'un parmaklarına bırakmıştı. "Melek." diye seslendi inatla, tavrına az da olsa dehşet bulaşmıştı şimdi. Jungkook gibi birinden nasıl olurdu da böylesine korkup çekinebilirdi, aklım almıyordu. Durumu daha fazla uzatmamak amacıyla koltuktan kalkıp yanlarına yaklaştım. "Hangi site?" diye tekrarladım Jungkook'un sorduğu soruyu.

"Kütüphaneye erişimin olduğu herhangi bir site." diye karşılık verdi Suga. Gözlerim kısılırken bakışlarım yavaşça Jungkook'u buldu, o da anlamadığını belli eden surat ifadesiyle bana bakıyordu. "Vikipedi'yi mi kastediyor?" diye sordu fısıldayarak, Suga'nın ona karşı sahip olduğu tavrı fark etmişti ve duymasından çekiniyormuş gibi bir hali vardı. "Naver'da her şey var aslında?"

Yeniden Suga'ya baktım. "Neye bakacaktın?"

"Kıptilerin farklı gerçeklikler teorisine." Korece konuşmuyormuş gibi bakakaldık suratına, benim cahilliğimden öylesine korkmuştu ki pes edercesine Jungkook'a dönen bakışları aynı oranda karşılaştığı cehaletin ardından şok içinde irileşmişti. "Bilmiyor musun?" diye sordu bana.

Jungkook bilgisayarını tek eliyle desteklerken diğer elinin parmakları klavyesinde geziniyordu, Suga'nın söylediği şeyi araştırdığını biliyordum. Başımı iki yana sallayarak yanıtladım koltukta oturan kahramanımı, neyden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama bugünkü sakinliğini sözü geçen teoriye borçlu olduğumu hissediyordum.

"Hyung..." Jungkook elindeki bilgisayarı hafifçe bana çevirdiğinde ekrandaki yazılarla göz göze gelmiştim, idrak yeteneğim ömrünün en yavaş dakikalarını yaşarken Suga oturduğu koltuktan sabırsız bir şekilde ayaklanmıştı. "Melek." dedi yaramaz bir çocuk gibi.

Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. "Kütüphane." kelimesi çıktı dudaklarımdan ve konuşmaya devam edemedim, Jungkook da en az benim kadar şaşkın bir şekilde ona bakıyor olmalıydı. "Hyung," dedi bana hitaben, Suga'ya bakarken. "Min hyung'un derdi ne?"

Evet, akıl sağlığını sorgulama sırası Jungkook'taydı şimdi ve ona hak vermeden edemiyordum. Suga'nınkinin yanı sıra kendi akıl sağlığımın da ipin ucunda sallandığını hissedebiliyordum. "Kütüphane." diye tekrarladım. İskenderiye Kütüphanesi.

Suratımı birkaç saniye izledikten sonra bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmiş olmalı ki, suratı neler olup bittiğini anlamaya çalıştığını belli eden bir ifadeye ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Bir yanıt ararcasına irileşmiş gözlerime bakıyordu, bense hareket dahi etmeden onu izliyordum. Onun geldiği dünyada, kütüphane yanmamış mıydı? Başka bir dünyaya geçmiş olmasına şaşırmama sebebi, bunun zaten normal olması mıydı? Bilgisayar görünce şaşırmıyordu çünkü insanlık buradakinden çok daha ileriye gitmişti yani, öyle mi?

"Sikerler," dedim öfkeyle, göğsüm yırtılıp hapsettiği havayı bırakmak istercesine kabarmıştı. Bu adamın orta çağ mitlerinden kalma yaratıklarla savaştığını okumuştum ben, şimdi karşıma geçmiş, hangi akla hizmet, kütüphaneye erişim yok mu, diye sorabiliyordu? Ne yaptığımın farkında değildim ama Jungkook boştaki eliyle beni yakalamamış olsaydı büyük ihtimalle Suga'yı bir güzel benzetmiş olurdum, korkulu suratıyla benimkinin arasında birkaç santim vardı şimdi. "Hyung!" diyordu Jungkook panik içinde ama ben dip dibe olduğum kahramanım dışında hiçbir şeye odaklanamıyordum. Hiç beklemediğim bir unsur, hiç beklemediğim şu anda, duvara çarpmışım gibi kesmişti nefesimi.

Kokusu.

"Melek?"

"Hyung?"

Aynı anda konuşmuş ve kendime gelmeme sebep olmuşlardı, beni transtan çıkaran şey büyük ihtimalle Suga'nın sen tonuna bulaşan endişeydi zira hyung kelimesini son birkaç dakikadır tekrarlayan Jungkook'a tepki vermemiştim. "Jungkook-ah," Bedenimi ona çevirerek omuzlarına tutundum, gözleri şaşkınlıkla irileşmişti ve ortamdaki yanlışlık hissinin yanı sıra hasta olmamdan endişelendiğini de biliyordum. Bu gerçeği nasıl atlamıştım? Namjoon-ie hyung'u bu kadar rahatsız eden şey de bu olmalıydı, Taehyung'un sinir krizleri, Jungkook'un korkulu yüz ifadesi... Belki de polislerin saldırma eğilimi bile bundan kaynaklanıyordu. Bildiğim hiçbir teori yoktu ama emin olduğum tek bir gerçek vardı: Suga'nın burada olmaması gerekiyordu. Bu dünyada attığı her adım, aldığı her nefes yanlıştı. Ben her ne kadar bana gelmiş olduğu gerçeğiyle kendimi kandırıp mutlu ediyor olsam da onun bana gelmemiş olması gerekiyordu. O portalın cidden işe yaraması, onu kafasına koyduğu konuma ulaştırması gerekiyordu.

Belki de kanamaları bu yüzden olması gerektiği gibi anında durmuyor, vücudu uygulanan tedavilere gereken tepkiyi vermiyordu. Eşi yoktu, şimdi bir de evsiz kalmıştı. Buralı değildi ve evrendeki her şey bu yanlışlığın, buradaki fazlalığın ve belki de oradaki eksikliğin farkındaydı. Var olan tüm enerji, olup biteni yoluna koymaya uğraşıyor olmalıydı. Ve bu uğurda Suga'yı gözden çıkarıp çıkarmayacağının garantisi yoktu.

Ne düşündüğümü biliyormuş gibi – ki bu, imkansızdı – aralandı dudakları, yüzünde hüzünlü bir ifade oluşmuştu. Kütüphanenin yandığını bilmiyordu ama erişimin olmadığını kabullenmiş gibiydi, Jungkook'un yanı başımızda olmasını umursamadan "Söz verdin." dedi.

Ona yardım edeceğime söz vermiştim, evet; ama bu, evrenin onu yok etmeye çalıştığını fark etmemden önceydi. Nasıl yeterdi gücüm? İşimde iyi olsam da ben yalnızca bir doktordum. İki buçuk dil biliyordum, elim her yere uzanmıyordu ve her türlü kaynağa sahip olmayı bırakın, evimde bir bilgisayar bile bulunmuyordu. Ben onu nasıl kurtarırdım? Ben kendimi kurtaramamış, onun sayesinde hayatta kalmıştım. Ona bir şey olduğu takdirde, ben ne yapardım?

Ben galiba ölüyorum. O da biliyordu, burada olmaması gerektiğini, evrenin onun sebep olduğu yanlışlığı düzeltmeye çalıştığını o da biliyordu. Kanaması durmadığında, bu yüzden o cümleyi kurmuştu. Bir kitap karakteri, benim en sevdiğim kitap karakteri olduğunu bilmeden; Suga olduğuna inandırmak için yapmamıştı bunu. Replik kullandığını bile bilmiyordu, o an için gerçekten de öldüğünü düşünmüştü.

"Yah," Nasıl dramatik bir halde çöktüysem yere, Jungkook panik içinde bilgisayarı koltuğa bırakıp bana uzanmıştı ama Suga olduğu yerde durmuş bana bakmaya devam ediyordu. Ona aşağıdan baktığım için saçlarının yüzüne düşürdüğü gölgeyi görebiliyordum, Jungkook kendime gelmem için beni hafifçe sarsarken ben Suga'nın dudaklarından dökülen o masum yah deyişine takılı kalmıştım. "Sorun değil," diye devam etmişti konuşmaya, en sonunda fark ettiğimi anlamış olmalıydı. Bu yüzden sabahtan beri bu kadar huysuzdu, bu yüzden duşa girmeyi de yemek yemeyi de reddetmişti. Yok oluyordu, mola verecek vakti yoktu. Ben galiba ölüyorum.

"Sorun değil," diye tekrarladı kahramanım, dudaklarında buruk bir gülüşle. "Baksana. Hala ölmedim." 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro