34; 불타오르네
yazım yanlışlarını yarın kontrol edeceğim, iyi okumalar, mika out
"Jungkook," diyerek arkamdan çıkıp eşine doğru ilerledi Taehyung, Jungkook'u gerçekliğe getiren de onun endişeli sesi oldu. Kocaman açtığı gözleriyle bedenini bize çevirdi, dudakları titriyordu. "Hoseok-ie hyung." kelimeleri döküldü dudaklarından. "Hoseok-ie hyung burada."
Eve korkunç bir sessizlik çöktü, Taehyung'un Jungkook'a doğru attığı adımlar kesilmişti. İki arkadaşımın da bakışları bana dönmüştü, durumun ciddiyetini kavrayamayan tek kişi Yoongi'ydi o an için. Hoseok-ie hyung lisedeyken hepimizin arkadaşıydı ve Taehyung öyle olmadığını iddia etse de arkadaş grubumuzdan benim yüzünden ayrıldığını içten içe hepimiz biliyorduk. Perde Jungkook'un parmaklarından ayrılıp yeniden örtüldü, kapı yine kibar bir vuruşla çalındı.
"Dans eden arkadaşın," diye başladı sorusuna Yoongi, şüpheli bir sesle. "...değil mi?"
Tae ve Jungkook bakışlarını kısa bir an için de olsa ona çevirmişlerdi, Hoseok-ie hyung'dan Yoongi'ye bahsetmiş olmam onlara garip gelmiş olmalıydı. Ben bahsedeli çok olmuştu, o muhabbetin üstüne neler yaşamıştık ama Yoongi yine de hatırlıyordu. "O gece dışarı çıkmanı istemeyen?" diye üsteledi benden bir cevap alamayınca.
"Evet," diye yanıtladım, sesim çatlayınca boğazımı temizlemiş ve "Evet." diye yenilemiştim cümlemi. "O gece dışarı çıkmamı istemeyen." Yoongi'yle konuşmak beni kendime getirmişti, bana yakın olan Taehyung'u yakaladığım gibi geriye çekmiş ve beklemeden Jungkook'a uzanmıştım. "Hyung!" diye karşı çıkmıştı küçüğüm, ben onu Taehyung ve Yoongi'nin bulunduğu yere sürüklerken. "Hoseok-ie hyung!"
"Değil." dedim, konuşurken yüzlerine bakamıyordum çünkü bakışlarındaki soru işaretleriyle yüzleşmeye hazır değildim. Yoongi bana yardımcı olmak istiyormuş gibi ikisini de kollarından tutmuş ve temasıyla şaşırmalarından faydalanarak biraz daha geriye çekmişti. "Hoseok-ie hyung olmasına imkan yok."
"Ay meleklerinden biri olabilir mi?" diye sordu Yoongi. "Hatırlıyor musun, bilmiyorum ama Tsuki'nin kümesi aydı. İnsanların yüzlerini yansıtabiliyor."
"Grubundaki diğer kişi deprem yaratıyordu?" dedim soru sorarcasına, Taehyung ve Jungkook başka bir dilde konuşuyormuşuz gibi bakıyorlardı. "Ayrıca melek olsaydı kapıyı çalamazdı."
Bakışları bir an için omzumun üzerinden tıklanmaya devam eden kapıya odaklandı ve ahşap olduğunu görünce çaresizce iç geçirdi. Karşı taraftan bir melek o kapıya dokunduğu an alevlere karışırdı ve bunu ikimiz de biliyorduk. "Çok güçlü olmalı," diye fısıldadı Yoongi, yüzünü huzursuz bir ifade kaplamıştı. "Silahı arama sebebim en başında buydu, gülün etkisi her melekte aynı deği- Jimin!"
O konuşmaya devam ederken bir anda kapıya yönelmiş ve az önce Jungkook'un açtığı perdeyi aralamıştım, neler olduğunu anlamayan arkadaşlarım Yoongi'nin endişe fışkıran sesiyle beraber "Jimin!" ve "Hyung!" diye bağırmışlardı panik içinde.
Göz göze geldik, ona baktığımı görünce parmak boğumları kan içinde kalmış elini yavaşça kapıdan uzaklaştırmıştı; dudakları, canının acıdığını gizleyemediği, kırık bir gülümsemeye kucak açmıştı. Karşımdaki adam Hoseok-ie hyung'u son görüşümün üzerinden geçen yılları taşıyordu, onu öyle görünce fark etmiştim ki Hoseok-ie hyung gerçekten de bu yaşında böyle güzel görünürdü. O gece ona bağırıp dışarı çıktığım zamanki o kırık gülüşüyse on sekiz yaşında sıkışıp kalmış gibiydi dudaklarına. Gerçekten de güçlü bir melek olmalıydı, çünkü kapıyı açıp ağlayarak ona sarılmamak için kendimi zor tutuyordum. Yoongi'nin bana seslenmesiyle kendime gelip perdeyi bırakmış ve gözlerimi kırpıştırarak bedenimi arkamda kalan üçlüye çevirmiştim. "Hoseok-ie hyung." dedi Jungkook, kapıdaki meleği gören yalnızca ikimiz olduğumuz için benimle konuşuyordu. "Öyle olduğunu biliyorsun."
"Jimin?" diye mırıldandı Yoongi melekten nasıl da etkilendiğimi fark ederek. Bana doğru çekingen bir adım attı. "İyi misin?"
"Hyung olması imkansız." dedi Taehyung ve tam o an kapının arka tarafından ufak bir çocuk sesi "Hyung?" diye seslendi, Yoongi'nin gözleri duyduğu şeyin etkisiyle irileşirken Taehyung ve Jungkook şaşkınlıkla birbirlerine dönmüşlerdi. "Hyung," diye tekrarladı çocuk, sesi korku doluydu. "Beni bırakma."
"Hobi!" Hiçbirimiz ne olduğunu anlamamıştık ki Yoongi kendini kapıya fırlatmıştı, peşinden koşup kapıyı açmasını son anda engellemiş ve bedenini zorla da olsa geriye doğru sürüklemiştim. "Jimin, bırak!" diye kükredi, uzun parmakları beline sardığım kollarıma gömüldü. "Hope!" diye yırtındı kapıya uzanmaya çalışarak. "Buradayım, Hobi!"
"O Hope değil!" diye bağırdım onu zorlukla tutmaya devam ederken, daha önce bu kadar güç sergileyebildiğine şahit olmamıştım. "Kendin söyledin, insanların yüzlerini yansıtabiliyor!"
Söylediğimi umursamadan son bir güçle kollarımdan kurtulmaya çalıştı, ellerim çözülürken canımın acımasıyla beraber dudaklarımın arasından kısık sesli bir inleme kaçırmıştım. İyi ki de kaçırmıştım, kapıyla arasında santimler kalmışken Yoongi'yi durduran şey benim sesim olmuştu. Hızla çevirdi bedenini, bana bakarken dehşet içindeydi. "Jimin?" diyerek bana doğru bir adım atmıştı ki bize yaklaştığını fark etmediğimiz Taehyung beni yakaladığı gibi uzaklaştırdı Yoongi'den, Yoongi'nin endişeli bakışlarına öfke bulaşırken başı yavaşça en yakın arkadaşıma doğru döndü. "Git," dedi Taehyung acımadan. "Bu kadar yırtacaksan kendini, git. Jimin kalıyor."
Yoongi'yi ilk defa böyle görüyordum, cehennemden gelip cennete vardığını iddia eden biri için öylesine arafta kalmış görünüyordu ki... Gitmek istemediğini biliyordum, Hope'a ulaşmak istediğini ama beni bırakmak istemediğini görebiliyordum ve onun o kırık haline daha fazla dayanamadım. İçinde ateş taşıyan biri için son nefesini yangına teslim etmek dünyanın en büyük ihaneti olmalıydı, Yoongi'yi kendi alevleriyle baş başa bırakamazdım. Taehyung'u hafifçe iterek kurtuldum kollarından, asıl amacı Yoongi'yi kendine getirmek olduğu için beni kolayca serbest bırakmıştı. Yoongi ona uzattığım ellerimi havada yakalayıp sarılışıma karşılık verdi, kapının ardındaki çocuk konuşmaya devam ederken sevgilimin başı omzumla buluşmuştu. Kolları sıkıca kucakladı gövdemi, avuç içlerimi sırtına yasladım. "Özür dilerim," diye mırıldandım sadece onun duyabileceği bir sesle, ağlamak istediğini biliyordum ama yanımızda yabancılar olduğu için kendini sıkıyordu. "Çok üzgünüm."
"Hyung, söz vermiştin." dedi çocuk ve Yoongi kendini tutamayıp hıçkırmaya başladı.
Gül dalından yapılmış bir kapıya dokunurken bile yok olmayacak kadar güçlü bir meleği nasıl yenerdim? Etkilendiğini fark etmiştim, kapıya dokunduğu noktaları kan içinde kalmıştı ama Yoongi'nin de söylediği gibi, silahımız olmadan onu yenmemiz imkansızdı. Kendimi ilk defa böylesine güçsüz hissediyordum çünkü hayatta başıma gelen hiçbir şey o an Yoongi'yi koruyabilmem için hazırlamamıştı beni. Parmaklarım saçlarına karıştı, onu elimden geldiğince rahatlatmaya çalıştım ama imkanı yoktu. Kapının ardındaki ses kesilmiş olsa da melek Yoongi'nin üzerinde istediği etkiyi yaratmıştı, içinde bulunduğumuz anda Yoongi hayatta kalsa da kazanamamıştı.
"Hyung," Jungkook'un sesiyle bakışlarımı önünde dikildiğimiz kapıdan ayırıp ona baktım, küçüğümse şimdi yere eğilerek kapının altından yollandığını tahmin ettiğim bir kağıt parçasını parmaklarının arasına alıyordu. Konuşmaya devam etmeden önce perdeyi son kez aralayıp dışarıyı kontrol etmişti. "Gitti." dedi kısık sesle, Yoongi'yse Jungkook'u duyar duymaz benden ayrılıp yüzünü silmeye başladı.
Ona istediği yalnızlığı verip ilgiyi üzerinden çektim, Jungkook'un uzattığı kağıdı alırken tüylerim diken dikendi. Beyaz zeminin üzerine siyah mürekkeple yazılmış harfler Osaka'daki bir adresi bildiriyordu, Derevo'nun misafirden kastını şimdi anlıyordum. Az önce Hoseok-ie hyung kılığında gelen melek büyük ihtimalle bizim tarafımızdaydı ve dışarı çıkmamızı sağlamak için böyle bir yola başvurmuştu. Yolculuğumuzun son durağı, parmaklarımın arasındaki adresti. Final bizi bekliyordu.
"Az önce neler olduğunu biri bana açıklayabilir mi?" diye sordu Taehyung.
**
Koltuğun nelere şahit olduğunu eşi gibi Taehyung da çözmüştü, Yoongi ve ben yan yana oturmuşken Jungkook ve Tae tam karşımda, bağdaş kurdukları zeminde oturuyorlardı. Şömine neredeyse bitmişti, üşümeye başladığımı hissedebiliyordum. "Dalga geçmeyip beni sonuna kadar dinleyeceğine söz ver."
Yoongi parmaklarının arasındaki kağıda bakıyordu, adres hakkındaki teorimi ona anlatmamın ardından dudaklarının arasından tek bir kelime bile çıkmamıştı. İçimde bana ait olmayan ses, bu kadar yol gelip bu kadar şey atlatmışken Yoongi'nin finalle yüzleşmekten korktuğunu söylüyordu ama önümde çok daha mühim bir mesele varken Yoongi'yi yola çıkmaya ikna etmekle vakit harcayamazdım.
"Bunu sekizinci söyleyişin, Jimin." diye iç geçirdi Taehyung. "Söz veriyorum, anlat artık."
Derin bir nefes alarak bakışlarımı tavana çevirdim, yanımda oturan adamın Suga olduğuna ben bile hemen inanmamıştım, şimdi serinin hayranı olmayan iki arkadaşıma bunca şeyi nasıl açıklayacaktım?
"Jimin?" diye seslendi Taehyung. "Yemin ederim."
Yutkunarak bakışlarımı yeniden onlara çevirdim, Yoongi meleğin etkisinden çıkamadığı için bütün sorumluluk benim üzerimdeydi. "Agust D'yi biliyorsunuz..." diye başladım konuşmaya, Yoongi'nin en sonunda başını o kağıt parçasından kaldırıp bana baktığını hissettim. "Yazarının ismi Min Borin."
"Uzun süredir kayıp olduğunu söylüyordun," diye lafıma karıştı Jungkook, yardımcı olmak istercesine. Konuşurken ne kadar da zorlandığımı fark etmiş olmalıydı. "Ama geçenlerde yeni kitabın çıkacağını duydum, hyung."
"Şey, evet." İç geçirerek elimi enseme attım, Yoongi bu sırada ayaklanarak mutfak olduğunu öğrendiğimiz yere doğru yürümeye başlamıştı. "Yazarın kayıp olma sebebi hükümet tarafından ev hapsine alınmış olmasıydı." Bir an için duraksadım, alt dudağımı ısırdığımı gören Taehyung destek verircesine gülümsedi. "Namjoon-ie hyung kayıtlara ulaştığı için ifşa oldu."
Hyung'un ismi salonun ortasına bir bomba gibi düştü, Taehyung da Jungkook da şimdi olup biten her şeyi kavrıyor ve Kim Namjoon'un sırf bu yüzden öldüğünü idrak ediyorlardı. Jungkook titremeye başladı, parmaklarını kenetlerken Taehyung onun şakağına ufak bir öpücük bırakmıştı. "Devam et."
"Agust D'yi benim zorumla okumuştunuz, çok da ilginizi çekmediğini biliyorum ama aslında hükümetin bütün açıklarını ortaya seren bir seri, son kitap dünyanın bütün düzenini yerle bir edebilir- ki büyük ihtimalle, edecek de." diye açıkladım ve beklemeden devam ettim. "Seul'de Namjoon-ie hyung'la ilgisi olan sadece ikiniz kalmıştınız, sizi güvene alması gerekiyordu."
Yoongi, elinde bir bardak suyla salona geri döndü, yeniden koltukta yanıma çöktü ve en sonunda bütün ilgisini konuşulan konuya verebildi. "Sizi korumak için kendini ölü gösterdi-" dedim ve ben cümlemi bitiremeden Jungkook dudaklarının arasından kaçırdığı bir dehşet nidasıyla yüzünü avuçladı. Taehyung kocaman açtığı gözleriyle bana bakıyordu, dudakları aralıktı.
Ben Namjoon-ie hyung'un ölü olduğuna yalnızca birkaç saatliğine inanmıştım ama benim bile ömrümden ömür gitmişti; karşımdaki iki arkadaşımsa günlerdir onu öldü biliyordu ve Namjoon-ie hyung'la aralarında olan bağ bizim aramızdakinden kat kat büyüktü, neler yaşadıklarını tahmin bile edemezdim. "Yaşıyor." dedim sesim çatlarken, arkadaşlarım inanamaz bir halde ağlamaya başlarken canım acıyordu. "Kaçak, ama yaşıyor. Nerede olduğunu bilmiyorum, dün gece telefonda konuştuk. Onun için endişelenmememizi söyledi."
"Arayabilir miyiz?" diye sordu Taehyung kekeleyerek. "Jimin, yalan söylemiyorsun, değil mi?"
"Yemin ederim." dedim buruk bir gülümsemeyle. "Sürekli kullandığı bir numarası yok, beni yeniden aradığında sizinle de konuşur ama şu an ona ulaşabilmemizin bir yolu yok."
"Aman tanrım..."
"Durumun ciddiyetini kavrayabildiniz mi?" Yoongi derinden gelen pürüzlü sesiyle konuştuğunda üçümüzün de bakışları ona dönmüştü, sinirli olacağını düşünmüştüm ama fazlasıyla yorgun görünüyordu.
Taehyung onu umursamadan bana çevirdi bakışlarını. "Hükümetin böylesine gizlemeye çalıştığı şey ne?"
"Aaaa.. şöyle ki-" Derin bir nefes alıp ellerimi yanaklarıma çarptım. Paralel evren dediğim an onlarla dalga geçtiğimi düşünüp kavga çıkarırlardı. "Eş enerjisinin aktifleşemediği bir yer var." diye kurtardı beni Yoongi, gözlerimi yumdum. "Eşlerden biri oraya gittiğinde geride kalan eş bir pilheu gibi fonksiyon gösteri-"
"Mingi!" Taehyung heyecanla yükseldi dizlerinin üzerinde, kaşları havalanmıştı. "Eş birimlerine olup biteni anlattığımızda üstünü örttüler, demek bu yüzdendi!"
Yoongi'nin bana doğru eğildiğini hissettim, yalnızca bir saniye sonra dudakları kulağıma yaslanmıştı. "Bu kadar kolay kabullenmesi normal mi?"
"En sonunda bir cevabı var," diye, aynı kısık ses tonuyla cevapladım sorusunu, başımı hafifçe ona çevirdiğimde dudakları yanağıma sürtünmüştü. "Taehyung pilheu değil, başına gelen şeylerden sonra kafayı yememesi bile mucize." Yoongi'nin kanamasını durduramadığımız, yarasını bir türlü kapatamadığımız o gün, Taehyung durumu eş birimlerine bildirmemizi söylerken ben Yoongi'yi hastaneden kaçırmıştım. Taehyung'un zaten bir eşi vardı, başımıza gelen olağan dışı durumlar onun için sadece bir yanlış olmanın ötesine geçmiyorken benim gibi, ufacık da olsa bir umut ışığına ihtiyaç duyan insanlar için bir yanlıştan çok, bir olasılıktı.
"Sorun ne?" Jungkook'un sesiyle beraber ikimiz de gözlerimizi kırpıştırdık, bir an için o saniyeye sıkışıp kendi dünyamıza hapsolmuştuk; ben gerçek hayattan sık sık kopardım ama Yoongi bile diğer ikisinin varlığını unutup dudaklarımı izlemeye dalmıştı. Küçüğümün sesini duyunca kızararak başka bir yöne çevirdi başını.
"Bu kitap çıkınca..." Boğazımı temizleyerek ben de konuşmaya devam eden Jungkook'a döndüm. "Eşlerin durumu düzelecek mi?"
Başımı sallayarak onayladım sorusunu. "Şu anda anlatamayacağım, sürüsüyle şey var. Kitap çıktığında okuyup her şeyi öğreneceksiniz, söz veriyorum. Ama şimdilik-"
"Hoseok-ie hyung?" Bu sefer lafımı keserken Jungkook'un kaşları çatılıydı, anlatması asıl zor olan yere geldiğimizi fark edince başımı geriye atıp inledim. Buraya kadar az da olsa açıklama yapabilmiştim ama... melekler?
"Kitaplardaki melekleri hatırlıyor musunuz?" diye sordu Yoongi. İkisini de ilk defa insan yerine koyuyordu, Taehyung onunla telefonda konuşmuş olduğu için Jungkook kadar şaşırmamıştı ama bugüne kadar Yoongi'nin ağzından tek kelime alamayan küçüğüm şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibiydi. Başını sallayarak onayladı Yoongi'yi, o an hatırlamıyorduysa bile Yoongi konuşmaya devam etsin diye her dediğini yapabilecekmiş gibi görünüyordu. "İşte o melekler gerçek."
"Yoongi!" dedim gözlerim dehşet içinde irileşirken. Bu öyle bir anda söyleyip de inanmalarını bekleyebileceğimiz bir şey değildi ama Yoongi beni umursamadı. "Asıl ismim Suga." diye devam etti, parmaklarımı koluna sardım ama gerçekten de dayanamıyormuş gibi bir hali vardı. Dakikalar önce her şeyi ağırdan alan adam şimdi her şeye bir nokta koymak istiyormuş gibiydi. "Kitaplar da gerçek."
"Siktir." Korkarak Taehyung'a çevirdim bakışlarımı, en yakın arkadaşım bana verdiği sözü tutamıyor oluşunun getirdiği üzüntüyle bana bakıyordu. Üst üste koyduğum bütün tuğlalar yıkılmıştı işte, ben duvar örmeye çalışırken Yoongi bir anda dikmişti binayı ama ne Taehyung ne de Jungkook inşaatın altında kalacak insanlardı. Örümcek Adam gerçek desem inanırlardı ama konu tanrıyı devirmek için yola çıkmış bir adam olduğunda... "Jimin, bu adam iyi değil."
"Buraya kadar geldim, şimdi sen inanmıyorsun diye pes etmeyeceğim." Elindeki bardağı koltuğun dibine bırakarak ayaklandı Yoongi, ben ne olduğunu anlamadan arkadaşlarımla arama girmiş ve tutmam için o büyük ellerinden birini uzatmıştı. "Hadi, Jimin."
"Ne?" diye sordum şaşkınlıktan kekeleyerek.
"Gidelim." dedi Yoongi, gözlerinin kenarlarında kararlılığının doğurduğu kırışıklıklar belirmişti. "Eşyaları burada bırakırız, nasılsa ev güvenli-"
Yoongi cümlesini bitiremeden Taehyung öfkeyle ayaklanmış, neler olduğunu hala idrak edememiş olan Jungkook da onu taklit etmişti. Beynim patlayacakmış gibi hissediyordum. En sevdiğim insanların kavga etmesi şu an için istediğim en son şey bile değildi. "Sen iki aydır bu deliyle mi berabersin?" diye sordu Taehyung, o kadar yargılayıcı bir ses tonuyla konuşuyordu ki başım dönüyordu. Jungkook elini onun koluna koyarak eşini sakinleştirmeye çalıştı, Yoongi'yse gözünü bile kırpmadan bana bakıyor, elini tutmamı bekliyordu.
"Taehyung, Bongjae'yi Suga'nın geldiği yere yolladılar." dedim salonda bağıran diğerlerinin aksine, sakin bir sesle. Meslektaşının adını anmamla bakışları titremişti ama dudaklarındaki öfkeli bükülmeyi bozmadı. "Mingi-"
"Söylediğin şeyleri senin aklın alıyor mu?" diye bağırdı, onun yükselen sesiyle beraber Yoongi bedenini ona çevirmişti, aramıza girip beni korumak istediğini biliyordum ama o an bana bağırırken aslında Taehyung da beni korumak istiyordu ve konu ben olduğumda Taehyung kimsenin aramıza girmesine müsaade etmezdi. Jungkook ve ben çığlık atarken en yakın arkadaşım yumruğunu Yoongi'nin sol gözüne indirmişti.
"Yoongi!" Koltuktan fırlayıp yumruğun etkisiyle geriye doğru sendeleyen Yoongi'yi yakaladım. "Taehyung, kendine gel!"
Çığlığım evin duvarlarında yankılanırken Jungkook korkmuş olmalıydı ki eşiyle beraber gerilemişti, ikisi de irice açtıkları gözleriyle, inanamaz bir halde bana bakıyorlardı. "Seni manipülatif piç," dedi Taehyung tükürürcesine, tiksintiyle. "Kahramanını kullanıp onu kandırdın, değil mi?" Jungkook'un tutuşundan kurtulup yeniden Yoongi'nin üzerine yürümeye kalkmıştı ki "Kanıtlayacağım!" diye bağırarak durmasını sağlamıştım.
"Park Jimin-"
Sol elinin avuç içini gözüne yaslamış olan Yoongi'nin koltuğa oturmasına yardımcı oldum, Taehyung'a bilerek karşılık vermiyordu çünkü nasıl arada kaldığımı görebiliyordu. "Kanıtlayacağım." diye tekrarladım ve Yoongi'nin rahat bir pozisyonda oturduğundan emin olduktan sonra da eğilip koltuğun dibine bıraktığı su dolu bardağı parmaklarımın arasına aldım.
Taehyung derin bir nefes alıp oflayarak dışarıya verdi, aynı anda hem sinirli hem de üzgün olduğunu biliyordum ama bu işi saldırıya geçmeden çözmem gerekiyordu. Taehyung normalde böyle coşkulu tepkiler verip karşısındakine saldıran biri değildi, onun da sinirleri en az benimkiler kadar gerilmiş olmalıydı.
"Kanıtlayacağını söyledi." diye mırıldandı Jungkook, Taehyung'un kolunu okşuyordu. "Göstermesine izin verelim."
"Sen de mi?" diye sordu Taehyung somurtarak. Daha fazla beklememek adına, bir elimin parmakları bardağı sıkıca kavramışken boştaki elimi hafifçe havaya kaldırdım ve bardağın içindeki su elimin hareketiyle beraber, tek bir kütle halinde bardaktan çıkıp havadaki elimle aynı hizaya yükseldi.
Taehyung da, Jungkook da, heykel gibi durup öylece yaptığıma baktılar. Elimi yumruk yaptım, kütle mükemmel bir küre halini aldı. Parmaklarımı açtım, su onlarca ufak damlaya ayrıldı. "Hoseok-ie hyung sandığımız kişinin de böyle bir yeteneği var." diye mırıldandım yavaşça, o kadar tepkisiz duruyorlardı ki ne yapacağımı şaşırmıştım. "Birebir bu yetenek değil, ama o da- Taehyung!"
Önce gözleri geriye kaymış, ardından da bedeni yere yığılmıştı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutan Jungkook onu son anda yakaladı ama irileşmiş gözleri Taehyung'un değil, benim üzerimdeydi. "Jungkook?" dedim soru sorarcasına.
"İmkansız..." diye fısıldadı sadece.
Ağlayacakmış gibi hissediyordum. "Jungkook, hiçbir şey sandığımız gibi değil."
Yutkunarak dudaklarını ağzının içine çekti, kafasının içinde dönen çarkları olduğum yerden bile duyabiliyordum sanki, gördüklerine bir mantık yüklemeye çalışıyordu. İzlediği onca film ve animeden sonra bana inanmayı onun için bu kadar zor kılan neydi, bilmiyordum, o an sadece içinden çıkamayacağım bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordum. Bakışları Taehyung'u buldu. "Yataklı odalardan birine taşımama yardım eder misin?" diye sordu kısık sesle.
**
Jungkook ve Taehyung kendilerini evin içindeki odalardan birine kapatmıştı, Lizzie güvenli ev derken şaka yapmamış olmalıydı çünkü ev bizim geliyor oluşumuza uygun bir şekilde hazırlanmıştı. "Jimin?" diye mırıldanarak önümde dikildi Yoongi, belimi mutfak tezgahına yaslamış, öylece yeri izliyordum. "Hm?" diyerek kaldırdım başımı, sol gözünün etrafındaki ezilmiş et renk değiştirmeye başlamıştı. İç geçirdim. "Sana buz bulalım." diye mırıldandım belimi tezgahtan çekip buzdolabına yönelirken.
Bileğimi yakalayıp beni yeniden tezgahla arasına aldı. "Acımıyor şu an, sorun değil."
"Özür dilerim." diye mırıldandım kollarımı etrafına sararken, o da zaten ona sarılmamı bekliyormuş gibi bir tavırla kucaklamıştı beni. "Çok üzgünüm."
"Onları bırakıp gitmek istemiyorsun, değil mi?" diye sordu, parmakları saçlarıma karışmış, kafa derime rahatlatıcı bir masaj yapmaya başlamıştı. "Jungkook'un gözlerini gördün mü?" diye sordum, sesim çatlamıştı ama umursamadan devam ettim. "Benden korkuyor."
Birkaç saniye boyunca sessiz kalıp masaj yapmaya devam etmişti. "Sen her şeyi yaşayarak gördün ama ondan tek seferde kabullenmesini bekliyorsun." diye mırıldandı. "Onlar senin arkadaşın, her şey düzelecek." Başını hafifçe geriye çekip yüz yüze gelmemizi sağladı, gözlerimi bulmadan önce bakışlarını tüm suratımda gezdirmişti. Başımı yavaşça sallayarak onayladım söylediklerini, dudaklarına buruk bir gülümseme yayıldı.
Tam o sırada Jungkook mutfağa girmiş, bizi sarmaş dolaş görünce olduğu yerde durmuştu. Yoongi mesajı alarak birkaç adım gerileyip beni bıraktı, ben de bedenimin tamamını Jungkook'a çevirip soru sorarcasına gözlerine baktım. "Küçük?"
"Taehyung seni çağırıyor." dedi sadece, başımı sallayıp Yoongi'ye son kez baktım ve Jungkook'un yanından geçip mutfaktan çıktım. Taehyung'u yatırdığımız odaya girmeden önce derin bir nefes almam gerekmişti, çoktan uyanmış olmalıydı ve Jungkook'la oturup uzun bir durum değerlendirmesi yaptıklarına emindim. Bir karara varmış olmalılardı, şimdi de bunu konuşmak için çağırıyordu beni yanına.
İçeriye doğru bir adım attım, yatakta oturan en yakın arkadaşım beni görünce "Gel," diyerek yanındaki bir noktaya sürtmüştü elini. O benim en yakın arkadaşımdı, ne kadar kavga edersek edelim ben Taehyung olmadan yaşayamazdım. Şimdi beni bırakıp Seul'e dönecek, belki de bir daha asla görüşmek istemediğini söyleyecekti. Kitap çıktığında alıp okursa belki fikri değişirdi ama o zamana kadar... yarın doğum günüydü, yarın en yakın arkadaşımın doğum günüydü ve ben onun yeni yaşını ikinci defa kaçıracaktım. Belki de sonsuza dek kaçıracaktım.
"İçeride yaptığın şey çok havalıydı." dedi o yumuşak sesiyle. Çabalıyordu, gerçekten de beni kırmamaya uğraşıyordu.
"O yüzden mi bayıldın?" diye sordum.
"Yah," dedi ama yine yükselmemişti sesi, yine karşısında on yedi yaşındaki Jimin varmış gibi davranıyordu. O zamandan farklı olan tek şey şimdi bir diğerimizi bırakıp gidecek olanın kendisi olmasıydı. "Söylediklerini bir anda sindirmem çok zor, ve Yoongi hyung'a beni öldürsen de Suga demem. Ama..." Derin bir nefes aldı. "Sana güveniyorum."
Oturduğum yerde bakışlarımı kucağımda oynadığım parmaklarımdan ayırıp ona çevirdim. Aynı anda o da bana doğru dönmüştü. "Sen benim kardeşimsin." dedi kesin, şüphe duyulmayan bir sesle. Dudaklarımın büzülmesine engel olamadım, o da ağlayacakmış gibi görünüyordu. "Şimdilik her şeyin bir rüya olduğuna inanacağım ama seni o kadar özledim ki uyanmamaya hazırım, Jimin."
"Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Sesimin tamamını kullansaydım büyük ihtimalle ağlamaya başlardım, o da bunu fark edip elini sırtıma atmış ve desteklercesine ovuşturmuştu. "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu. "O, kapıdaki kişi..."
"En başından beri yazarı arıyorduk." diye karşılık verdim. "Verdiği adrese gideceğiz, artık her şey bitiyor."
Derin bir nefes alarak başını salladı. "İsterseniz siz burada kalın." diye devam ettim. "Ev güvenli, sorun çıkmaz."
"Geleceğiz." dedi sadece. "Bunca zaman yanında olamadım, şimdi izin ver."
"Tamam." Boğazımı temizleyip yerimde hafifçe doğruldum, elini çekip benim gibi kucağına aldı. "Tamam, nasıl istersen."
"Jimin?"
"Hm?"
İri gözlerindeki endişe parıltılarını gizlemeden baktı bana. "Onunla mutlu musun?"
Konuşmadan önce dudaklarımı ıslattım ama Taehyung bana fırsat vermeden devam etmişti. "Dün, telefonda... Jimin, çok korktum."
"Sadece bir yanlış anlaşılmaydı." dedim hemen. Daegu'dayken, telefonla konuştuğumuz sırada Yoongi'yi bırakmamamı söyleyip beni desteklemişti ama dünkü rezaletten sonra bu düşüncesini gözden geçirdiğini görebiliyordum. Bunca yıldır nasıl da kırık olduğumu biliyordu, şimdi kalbimi açmaya karar vermişken iyice parçalanmamdan korkuyordu. "Her şeyi konuştuk. Benimle kalmasını istediğimi de söyledim. Tüm bu olaylar bittikten sonra, geldiği yere dönmeyecek."
"Bongjae?" dedi soru sorarcasına. "Bongjae buraya geri gelebilecek mi?"
"Bilmiyorum." dedim dürüstçe. "Şimdi bize verilen adrese gittiğimizde ne olacak, onu da bilmiyorum. Sandığından daha büyük bir mesele, olayın içinde sadece Yoongi ve ben yokuz. Hükümet işin içinde, Hujanlık aynı şekilde. Yoongi'nin bahsettiği yere yollanan tek kişi Bongjae değil."
Bir şey demeden söylediklerimi sindirmeye çalıştı, modern dünyaya uygun konuştuğum içindi belki de ama, gücümü gördüğünde verdiği gibi büyük bir tepki vermemişti. Zaten o bir şey diyemeden kapının kenarında Jungkook belirmiş, çoktan açık olan kapıyı hafifçe tıklatmıştı. "Her şey yolunda mı?" diye sordu.
Taehyung'la aynı anda yolunda olduğunu söyledik, küçüğümün dudaklarına ufak bir gülümseme yayıldı. "Markete gitmek istiyorum, yiyecek bir şeyler hazırlayalım. Ocak çalışıyor, kontrol ettim."
"Siz gidin." dedi Taehyung, gözlerim irileşirken bakışlarımı Jungkook'tan ayırıp ona döndüm. "Sorun yok, Yoongi hyung'a saldırmayacağım." Hala endişeli olduğumu görünce iç çekerek ayaklanmış ve odadan çıkarken bana gülümsemişti. "Söz veriyorum, hadi."
"Pekala," Taehyung salona geçmeden önce Jungkook'u öpmüş ve bana son kez bakıp koridorda kaybolmuştu. "Hadi, hyung." dedi Jungkook elini uzatarak, beklemeden birleştirdim parmaklarımızı.
"Jimin?" Taehyung ortalarda görünmüyordu, Yoongi'yse mutfaktan çıkmış ve montumu ararken bana seslenmişti. "Hyung?" diye karşılık verdim.
"Nereye?"
"Markete gidiyoruz." dedim işaret parmağımı Jungkook'la aramda gezdirerek. "İstediğin bir şey var mı?"
Başını iki yana sallayarak yanıma geldi ve Jungkook'un odada olmasını umursamadan yüzümü avuçlayıp dudaklarımızı birleştirdi. Başta şaşırsam da gözlerimi kapatmış ve öpücüğüne kolayca ayak uydurmuştum. "Ben de odun bulayım," diyerek ayrıldı en sonunda. Üşüdüğüm için gülümseyerek salladım başımı. "Bahçede ufak bir yer görmüştüm, yakacaklar orada olmalı."
"Tamam." dedim montumu giyinirken. "Kapının şifresi 2427, dışarıda kalma."
Söylediğim şeyle beraber olduğu yerde buz kesmiş, az da olsa irileşen gözleriyle bana öylece bakakalmıştı. "Ne oldu?" diye sordum endişeyle.
"Şifre ne dedin?"
Jungkook'la bakıştık. "2427." diye tekrarladım. "Sorun ne?"
Taehyung koridordan çıkıp yanımıza geldi, yüzünü yıkamış olmalıydı. "Hala gitmediniz mi?" diye sordu şaşkınlıkla. "Çıkıyoruz şimdi." diye karşılık verdi Jungkook. "Jimin-ie hyung, hadi."
Yoongi'nin cevap vermeyeceğini fark edince endişeyle de olsa Jungkook'la beraber çıktım kapıdan. Yağmur çoktan durmuştu ama hava buz gibiydi, ellerimizi montlarımızın ceplerine tıkıp hızlı adımlarla yürümeye başladık. Osaka'da çok fazla Koreli olduğu için yemek yapmamıza gerekli olan malzemeleri alabileceğimiz bir market bulmamız zor olmamıştı, Jungkook'sa bu süre zarfında tek kelime etmemiş, acaba her şey gerçekten de yolunda mı, sorusunun beynimde yankılanmasına sebep olmuştu.
"Senin gibi olan başka insanlarla tanıştın mı?" diye sordu reyonların arasında gezindiğimiz sırada. Konuşurken bana değil, ürünlere bakıyordu.
"Benim gibi mi?"
"Suyu kontrol edebilen." dedi kısık sesle, marketin içindeki diğer insanların onu duymasından çekindiğini görebiliyordum ve aslında yaptığı şey doğru bir hareket olduğu halde kalbimin kırıldığını hissettim. Taehyung geçmişimi yüzüme çarparken Jungkook her zaman ikinci şansı veren olmuştu, şimdiyse rol değiştirmiş gibilerdi ve ben küçüğümün bana karşı böyle mesafeli olmasına dayanamıyordum. "Suyu kontrol edebilen sadece ben varım." diye mırıldandım, onun gibi ürünlerle ilgilenirken. "Tanıştığım insanlar diğer kümelerdendi."
"Altını kontrol eden biriyle tanıştın yani." diye karşılık verdi. Soru sormuyordu, suçlarcasına da konuşmuyordu ama yine de söylediği şey bakışlarımı raftaki keklerden çekip ona çevirmeme sebep olmuştu. "İsmi neydi?"
Yutkundum. "Akio."
Dudaklarının benim tarafımda kalan köşesi hafifçe, alaylı bir gülüşle kıvrıldı. "Bana hep seni hatırlatırdı." diye devam ettim panik içinde, kendimi savunmak istercesine. "Benden küçüktü zaten-"
"Senden küçüktü." diye tekrarladı söylediğimi, gittikçe battığımı hissediyordum. "Jungkook," dedim üzüntüyle.
"İsmi Akio olduğuna göre Koreli değil," dedi gülüşünü silmeden, raftaki keklerden birine uzandı, çilekli bir taneyi alıp içeri girerken aldığımız alışveriş sepetine bıraktı, Taehyung için almış olmalıydı. "Sen zorla hyung dedirtmişsindir kendine, tabi."
"Dedirtmedim."
"Ama Akio senin şu iki ayda ne yaptığını biliyordu, değil mi?" diye sordu, işte şimdi suçluyordu, gülüşü kaybolurken bakışları bana dönmüştü. Olduğum yerde, baştan aşağı titredim. "İstifa ettiğini falan sonradan, başkalarından öğrenmemiştir mesela."
"Jungk-"
"İstediğin bir şey var mı?" Lafımı ağzıma tıkıp reyonda yürümeye kaldığı yerden devam etti. "Ramyeon yapalım bence, basit hem."
"Jungkook, istifa ettiğimi kimse bilmiyor." dedim benden uzakta olmasını umursamadan, sesimi yükselterek. "Yoongi de bilmiyor. Namjoon-ie hyung da bilmiyor."
"Erişteler burada!" diye seslendi başka bir reyona geçerken, söylediğimi umursamadan. Hızlı adımlarla takıldım peşine. "Jungkook, hiçbir şey anlatmadığım için özür dilerim." dedim yalvarırcasına. Aşık olduğu Taehyung'a bile aylarca küs kalmıştı, beni gözden çıkarması çok kolaydı ve ben gerçekten buna dayanamazdım. "Gerçekten fırsatım olmadı. Başıma neler geldi, bir bil-"
"Bilmiyorum." dedi gülerek. İstediği erişte paketini alabilmek için alttaki raflardan birine eğilmişti. "Sorun o zaten."
"Jungkook, arayıp sana telefonda saldırıya uğradığımı mı söyleseydim?" diye sordum yavaşça, gözlerim yanmaya başlamıştı. "Kaçırıldığımı? Yoongi'nin neredeyse boğulduğunu? Ne yapabilirdin ki? Endişelenmeni, günlük hayatını mahvetmeni sağlamaktan başka neye yarardı bunları sana söylemem?"
"Endişelendim." dedi doğrularak, şimdi konuşurken bana bakıyordu. "Günlük hayatım mahvoldu."
"Jungkook, lütfen-" Bu sefer lafımı kesen şey Jungkook değil, telefonu olmuştu. Sepeti tek eline alırken diğerini cebine atıp telefonu çıkarmıştı, cihazı kulağına yaslamadan önce ekranda Taehyung'un ismini görmüştüm. "Efendim?" Bir süre karşı tarafı dinlemiş, Taehyung her ne söylediyse bakışları garip bir hale bürünerek beni bulmuştu. Kaşlarımı çattım. "Tamam," dedi Jungkook. "Tamam, geliyoruz şimdi."
"Ne oldu?" diye sordum.
"Çabuk gelmemizi söyledi." dedi tavırlı halini bir kenara bırakarak ve bu, benim iyice şüphelenmeme sebep oldu. "Yoongi'ye bir şey mi olmuş?" diye sordum korkuyla, koluma girip beni başka bir reyona çekiştirirken sorumu reddetmişti. "Sadece çabuk gelmemizi söyledi, hyung, kötü bir şey yok. Sen kimçi bul, ben de diğer malzemeleri tamamlayayım."
Marketteki işlerimizi çabucak hallettik, Jungkook bir sorun olmadığını söylese de adımları benimkilerden hızlıydı; eve, markete gelirken harcadığımızın yarısı kadar bir sürede varmıştık. Kapının şifresini ben Yoongi'ye söylerken duyduğu için hemen açıp içeriye girmişti, bense panik olduğum için bağcıklarımı açmak yerine iyice düğümlemiş ve kapının önüne çökmüştüm. "Jimin-ah?" diyerek yanımda belirdi Yoongi, bağcıklarıma sinirli olduğum için kızaran suratımı ona çevirdim. Ne yaptığımı görünce hemen önüme diz çökmüş, ellerimi nazikçe iterek düğüm ettiğim bağcıklarımı açmaya koyulmuştu. "İyi misin?" diye sordum endişeyle.
"İyiyim, güzelim." dedi gülümseyerek ama bana bakmıyordu. Bana bakmıyordu, çünkü yalan söylüyordu.
"Yoongi." dedim korkulu bir sesle. Maceramız biter bitmez bu anksiyetem yüzünden bir kliniğe yatmam gerekecekti. "Ne oldu?"
Bağcıklarımı kolayca halledip ellerimi tuttu ve ayaklandık, beni yine nazikçe içeri çekmiş ve kapıyı kapatmıştı. Birkaç dakikadır açık olduğu için dışarının soğuğu salona dolmuştu ama Yoongi'nin yeniden ateşe verdiği şöminenin ısısı oldukça hissediliyordu, salonun kısa süre içinde eskisi gibi sıcak olacağına şüphe yoktu. Beni koltuğa çekiştirmeden önce montumu çıkardı, bu kadar nazik olmasına alışık olmadığım için – kaba olduğunu iddia etmiyordum ama yalnızca üzgün olduğu zamanlarda benimle bu kadar yakından ilgilenirdi – korkuyla kaldırdım kaşlarımı. Bir şey olmuştu, Yoongi'nin gülümseyerek bile saklayamayacağı kadar üzücü bir şey olmuştu.
"Gel bakalım." Taehyung'un bulduğuna emin olduğum bir çarşaf koltuğun üzerine serilmişti, en yakın arkadaşımsa oturmuş, suratında Yoongi'ninki gibi bir gülümsemeyle beni izliyordu. "Hoş geldiniz," dedi yumuşak bir sesle, siktir, o da nazikti, siktir, siktir, siktir.
Jungkook mutfaktan çıkıp yanımıza geldi, poşetleri bırakmış olmalıydı, montunu çıkarıyordu. "Ne oldu?" diye sordum yeniden, yalvarırcasına. Yoongi beni Taehyung'un yanına oturtmuş, yerde, tam önümde diz çökerek ellerimi tutmuştu. "Az önce, Taehyung telefonuyla uğraşıyordu." diye başladı konuşmaya, korkumu yatıştırmak istiyormuş gibi tane tane konuşuyordu. Kalbimin, az da olsa dindiğini, yavaş yavaş ritmini kazandığını hissettim. Yoongi'nin korkumu yok etmek gibi bir yeteneği vardı çünkü, bu gücünü hayatıma girdiği günden beri kullanmaktan çekinmemişti.
"İnternete bakıyordum," diye ekledi Taehyung.
"Ne oldu?" Bakışlarım üçünün arasında gezindi. "Ne gördünüz?"
"Hyuk hükümetin seninle ilgili bir planı olduğunu söylemişti, hatırlıyor musun?" diye sordu Yoongi kısık bir sesle.
Ayrıca, hükümetin yeni planı ilgiyi Jimin'e yönlendirmek. Artık hayatın eskisi gibi olmayacak, sokağa yüzünü göstererek çıkamayacaksın. En iyi olasılık bu, en azından. Ailenle görüşmeyi de unut. Ha, bir de, arkadaşın vardı, değil mi? Neydi ismi? Taehyung?
"Hatırlıyorum." diye fısıldadım.
Yoongi'nin gülümsemesi yavaş yavaş silindi dudaklarından, irislerine dökülen üzüntü bütün sahneyi doldurdu. "O planı uygulamaya geçirmişler."
Görüşüm bir an için bulanıklaştı, Yoongi'nin ellerimi tutuşu sıkılaşırken bakışlarım Taehyung'u bulmuştu. "Şükürler olsun," dedim derin bir nefes alarak, Jungkook'a baktım sonra. "İkiniz de buradasınız." Yoongi'nin başparmağı elimin üzerine daireler çizmeye başlayınca yeniden ona baktım. "Jimin," dedi üzüntüyle. "Ailen..."
Gözlerim irileşti, kalbim yalnızca bir kere teklemiş ama korkunç bir acının göğsüme yayılmasına sebep olmuştu. Yüzümü acılı bir ifade kaplayınca Yoongi bir elimi bırakıp korkuyla kalbimin üzerine kapattı avucunu. "Zarar vermemişler, ama üçünü de içeri almışlar."
"Jimin." dedi Taehyung endişeyle.
"Şuradaki çantayı getirir misin?" diye sordu Yoongi Taehyung'a, bir yeri işaret ederek. Arkadaşım koltuktan kalkınca da bacaklarımı yakalayıp bedenimin tamamını koltuğa aldı ve uzanmamı sağladı, bacaklarımı hafifçe yukarıda tutuyordu. Taehyung çantayı getirince Yoongi'yle el değiştirmişlerdi, Yoongi çantanın içinde ilacımı bulup su almak için mutfağa koştu.
"Hyung?" Jungkook koltuğun başına gelip endişeyle üzerime eğildi. Dilimin altı uyuşuyordu, bakışlarım tavanda bir noktayı seçip oraya sabitlenmişti. Yoongi yanımıza geri döndüğünde Taehyung bacaklarımı bıraktı, bakışlarımı zorlukla onlara çevirdiğimde ilaç kutusunu Yoongi'nin elinden çekip aldığını gördüm. İrileşen gözleri beni buldu, ne olduğunu anlamıştı.
Yoongi ilacı geri almak için onun eline uzandığında Taehyung elini geriye çekerek ona engel olmuştu, yine bir kavga patlak verecek sandım ve dudaklarımdan korkulu bir inleme döküldü; sesimle beraber hepsinin ilgisi yeniden üzerimde toplanmıştı. Taehyung ilacı yere düşürüp yanıma geldi, kazağımın eteklerini tutmuş ve ben engel olmak istesem de "Hadi, Jimin," diyerek üzerimden çıkarmıştı, yakasını çıkardıktan sonra başımı yavaşça koltuğa geri bıraktı. "Ne yapıyorsun?" diye sordu Yoongi panik içinde.
"Endişelenecek bir şey yok." diye cevap verdi Taehyung ona bakmadan, bakışları gövdemde gezinmişti, üzgünce iç geçirirken avuç içini göğsüme yaslayıp ovmaya başladı. Diğer elini göz hizamda havaya kaldırmış, parmaklarını şıklatıyordu. "Jimin, buraya bak."
"İyiyim ben." diye mırıldandım söylediğini yaparken. Uzun parmakları bir süre havada kalıp bilincimi tek bir noktada uyanık tuttu. "Jungkook, pencereleri aç." dedi ciddi bir sesle, sonra da havadaki elini yüzüme indirip burnumu sıkarak burun deliklerimi kapattı. Dudaklarım istemsizce aralanırken "Öksür bakalım." demişti. Birkaç kere öksürdüm, salona dolan soğuk cildime yapışırken Taehyung'un elinin burnumdan uzaklaşmasıyla taze oksijen ciğerlerime dolmuştu. Göğsümdeki eli tenimde gezinmeye devam ediyordu, yanağımı avuçlayıp dudaklarını alnıma bastırdı. "İyi mi?" diye sordu Yoongi, ses tonundan buram buram damlıyordu endişesi. Taehyung'un yanağımdaki eli bileğime kaydı, nabzımı sayarken dudakları sessizce oynuyordu.
"İyiyim, Taehyung." diye tekrarladım. Bir anda doktor kişiliğine bürünmesini anlıyordum ama ben de doktordum, gerçekten de böylesine endişelenmesini gerektirecek bir şey yoktu. Gözlerimi yumdum. "İyiyim."
"Uyumak yok." dedi ellerini üzerimden çekerken.
"Tamam." Taehyung'un geriye çekilmesiyle göğsümdeki boşluğu Yoongi'in dev avucu kaplamıştı, dokunuşu beni anında rahatlatırken gölgesi göz kapaklarımın üzerine düştü. "Çok eğilme," diye uyardığını duydum Taehyung'un, Yoongi hemen geriye çekti başını. "Nefes alsın."
Bir süre kimseden ses çıkmadı, en sonunda konuşan Jungkook olmuştu. "Vücuduna ne oldu?"
"Dün duvara çarptı." dedi Yoongi.
"O morluklar en az bir haftalık." diye karşılık verdi Taehyung, onaylamaz bir sesle. "Çoktan iyileşmişler zaten, dikkatli bakmayınca görünmüyor."
"Dün çarptı." diye tekrarladı Yoongi.
"Yüksek onurla mezun oldum." dedi Taehyung, sonra konu kapandı. "Daha iyi misin?"
"İyiyim." diye tekrarladım belki de bininci defa, gözlerimi yavaşça açarken. "Kalp krizi geçirmişim gibi davranmayı bırak."
Cevap vermedi ama bakışlarımız buluştuğunda bana o ilacın hesabını soracağını fark etmiştim, derin bir nefes alarak hemen yanımda, yerde oturan Yoongi'ye döndüm. Hala gövdemi ovuyordu. "Hey," diye fısıldadı ona baktığımı görünce, gülümseyerek. "Odaya geçmek ister misin? Yoksa burada kalalım mı?"
Yoongi benimle konuşurken muhabbet özellikle ikimizin arasında kalsın diye çabalamıştı ama onun söylediklerini duyan arkadaşlarım yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğumuzu düşünerek hemen salondan ayrıldılar. "Burası iyi," diye mırıldandım. "Sıcak."
"Tamam." dedi, sonra da yanağıma kokumu içine çektiği bir öpücük bırakıp geriye çekildi. "Her şey düzelecek, sana söz veriyorum."
"Sorun değil," diye karşılık verdim yavaşça. "Hyuk söylediğinde kendimi hazırlamıştım zaten. Bir anda duyunca korktum, hepsi bu." Hyuk o gece bana hükümetin benimle ilgili planları olduğunu söylediğinde ben Yoongi ertesi gün istemediği bir videoyu çekecek diye endişelenmiş ve Hyuk'a kendi ailemin, arkadaşlarımın değil de Yoongi'nin özgürlüğünün hesabını sormuştum.
"Yarın bitiyor." dedi Yoongi. "Yarın her şey bitiyor. Aileni kurtaracağız, anlaştık mı?"
Gözlerimi kapatıp açarak onayladım söylediğini.
**
Kısa sürede ayaklanmıştım, durumum gerçekten de abarttıkları gibi değildi ama Taehyung hiçbir şeyi riske atmıyordu, o bir doktor olduğu için de Yoongi o ne derse evet diyordu. Akşam yemeğinden sonra arkadaşlarım yataklı odaya geçip bizi salonda yalnız bıraktılar, yarın sabah bize verilen adrese gidecektik ve yaşanılan her şey tam anlamıyla çözümlenmediği için Yoongi'nin yanında gerçekten de rahat hissetmediklerini görebiliyordum.
Koltukta sarmaş dolaş uzanıyorduk, telefonumda Yoongi'nin isteği üzerine Radio March'ın frekansını açmış ve ortamda kısık sesli bir şarkının duyulmasını sağlamıştım. Salonu aydınlatan tek şey şöminenin ateşiydi, içerisi sıcacıktı, Yoongi beni göğsüne çekmiş, saçlarımla oynuyordu. Bir anda Tae ve Jungkook'un olduğu odadan gülüşme sesleri duyuldu, Taehyung "Kook!" diye mızmızlandı; Yoongi başını kaldırıp şüpheyle kısılmış gözlerini sesin geldiği yöne çevirdi. "Ne oluyor?" diye fısıldayarak sordu sonra da.
Telefonu yerden alıp saati kontrol ettim, gece yarısını henüz geçmiştik. "Taehyung'un doğum gününe girdik." diye mırıldandım. "Jungkook kek almıştı, onu görünce erimiştir."
Söylediğim şeyle beraber kıkırdayarak başını yeniden koltuğa koydu ve saçlarımla oynama işine geri döndü. "Ben de kek istiyorum." dedim bir anda. Yoongi horlamaya başlayınca dirseğimle dürttüm karnını. Dışarı çıkmak istemediği için uyuyor rolü yapıyordu şimdi de. "Hadi gidip kek alalım."
Yüzünü saçlarıma gömüp homurdandı, bu soğukta ben de dışarı çıkmak istemiyordum ama biraz da olsa kendime gelmem lazımdı. Yarın her şey bitiyor, cümlesi aklımdan çıkmıyordu; kötü bir şey olacakmış hissimin önüne geçemiyordum. Kollarından kurtulup kalktım ayağa, çantamdan yeni bir kazak buldum. "Hadi, hyung. Kalk."
"Kapalıdır her yer." diye son kez çabaladı. Kazağın yakasını başımdan geçirip eteklerini aşağı indirdim, pijama altımı değiştirmeyecektim. "Her yer açık, hadi."
Ağlıyormuş gibi bir ses çıkarıp koltukta oturur pozisyona geçti, çantadan yeni bir kazak alıp yüzüne fırlattım. "Yah!"
Kıkırdayarak montumu giyinmeye başladım, Yoongi üstünü giyerken telefonu yerden alıp şarkıyı kapattım. Şarkı kesilince iyice mızmızlandı, onu beklemeden ayakkabılarımı giyip açtım kapıyı.
Gözlerim irileşti, etraf bembeyazdı ve kar yağmaya devam ediyordu. Saatlerdir dışarı çıkmıyorduk, karın yağmaya başladığını bile fark etmemiştim. "Yoongi," dedim heyecanla, Yoongi ayaklarını sürte sürte yanıma gelirken. "Kar yağıyor."
Yüzü aydınlanırken adım atmayı kesmişti. "Ne?"
Gülerek çıktım dışarıya, merdivenden inerken hafifçe kaymış, son anda korkuluklara tutunmuştum. Yoongi de birkaç saniye içinde kapıyı arkasından örterek geldi yanıma, etrafa bakarak gülümsüyordu. Bahçeye iner inmez yerden topladığım karı top yapmaya bile uğraşmadan fırlattım üstüne, saf gülümsemesi saldırımla beraber silinmiş, yüzünü tehlikeli bir ifade kaplamıştı. "Siktir."
Saatin geç olmasını umursamadan, çığlık ata ata koşmaya başladım; Yoongi bu sırada yerden aldığı karları pes etmeden üstüme yolluyordu. Klasik bir Park Jimin hareketiyle kendi ayağıma takılıp yere düştüm, sırtüsü döndüğüm an Yoongi üzerime çullanmıştı. Gülerek beni kafesledi kollarının arasına, ben de kahkaha atarak kurtulmaya çalıştım yalandan. Yerden bir parça kar alıp avuç içimde biçimlendirdim ve Taehyung'un morarttığı gözüne bastırdım. Dişlerini sıkıp tısladığı an gülüşüm az da olsa sönmüştü. Kar yağmasını çok istemişti ve imkansız olduğu halde her yer bembeyazdı şimdi. "Keşke başka bir şey dileseymişsin." dedim, gülümseyerek.
Bileğimi yakalayıp elimi ve avucumdaki karı yüzünden uzaklaştırdı. Bakışları yüzümde gezinmiş ve konuşmadan önce derin bir nefes almıştı, burnunun ucu çoktan kızarmıştı. "Daha ne dileyeyim?" diye sordu yavaşça.
Dudakları dudaklarımı buldu, bileklerimi ensesinde çaprazlayıp avucumda kalan karı mont ve kazağının yakasından içeri attım. Küfrederek ısırdı alt dudağımı, gülerek yerlerimizi değiştirdim. "Çok kötüsün." diye mızmızlanıyordu ki yeniden birleştirmiştim dudaklarımızı, bu halimiz kısa sürede bir oyuna dönüşmüş ve birbirimizi sürekli alta almaya çalışmamızla bahçe boyunca yuvarlanmamıza sebep olmuştu. En sonunda başımın basamaklara çarpmasıyla durduk. Yoongi'nin altında acıyla inlediğim sırada o "Jimin!" demişti panik içinde. "İyi misin?"
"İyiyim." diye mırıldandım, zemin zaten kar olduğu için başımı yere koymam acının dinmesini sağlıyordu. Ellerimi yanaklarına yaslayıp yüzünü kendiminkine çektim ve en sonunda, gerçek bir öpüşme için dudaklarımızı buluşturdum. Gözlerimi yumdum, bu soğuk havada bile dudaklarındaki ateş tenimi kül edebiliyordu. Üzerimde hafifçe hareket edip dirseğini yere bastırdı, diğer eli başımla zeminin altına girmiş, parmakları saçlarıma karışmıştı. "Jimin," diye mırıldandı öpüşlerinin arasında, nefes nefese. "Jimin, daha ne dileyeyim?"
"Yoongi," Başımı hafifçe yana eğip öpücüğü derinleştirdim, dudaklarından akan ölümsüzlük iksiri yudum yudum akıyordu dilime sanki. İçim sıcacıktı, Yoongi'nin dokunduğu her yer sıcacıktı. Dakikalarca öpüştük öylece, normal şartlarda soğuktan titremesi gerekirken şimdi sesini bile çıkarmıyordu. En sonunda, altında kıvranmama dayanamayarak ayırmıştı dudaklarımızı, evde yalnız değildik, bu kadar ileri gitmemiz bile riskliydi. Yine de o geriye çekilirken istemsiz bir şekilde dudaklarına yükselmeme engel olamamıştım, tembel bir gülümseme yer edindi yüzünde. Dudakları kızarıp şişmişti, elini başımın altından çekip soğuk parmaklarını benim dudaklarımda gezdirdi, dokunuşlarının altında sızlanarak yükseldim zeminden. "Her şey yoluna girecek," diye fısıldadı saatlerdir içimi yeyip beni bitiren gerginliğin farkında olduğunu bağırırcasına. "Yarın her şey bitecek, ama biz beraber kalacağız, tamam mı?"
Başımı sallayarak onayladım söylediğini. Üzerimden kalkıp ellerimden tutmuş ve ayaklanmama yardımcı olmuştu, merdivenlerden kaya kaya, zorlukla çıkıp; bu sırada da bolca gülüşüp eve geri girdik. Kek aklımdan uçup gitmişti.
**
Sabah Taehyung'un doğum gününü kutladım, bana sıkıca sarılıp kısık sesle teşekkür etti ve sonra da gerekli şeyleri alıp evden çıktık hep birlikte. Çantaları bırakmıştık, Yoongi kendi çantasından Hyuk'un verdiğini söylediği gül şeklindeki yüzüğü çıkarmış ve işaret parmağına geçirmişti.
Adres fazlasıyla yakındı, bindiğimiz taksi bizi on dakika içinde varmamız gereken yere getirmişti. Deniz kenarında, terk edildiği belli olan bir fabrikaya benziyordu, bina gerçekten de kocamandı. Taksici de zaten neden buraya gelmek istediğimizi sorgularcasına bizi izlemiş, uzaklaşırken sık sık arkasına bakıp ne yaptığımızı kontrol etmişti. Araç gözden kaybolana kadar hareket etmedik, kar hafif de olsa yağmaya devam ediyordu. Bizim girmemiz gereken bina denize bakıyordu, önündeki arazi bomboştu.
"Neden burası?" diye mırıldandım kendi kendime.
"Jimin!" Taehyung'un panik dolu sesini duyunca ona döndüm, Yoongi de benim gibi çevirmişti bedenini. Tae ve Jungkook'un baktığı yerde gülümseyen bir melek vardı; ve maalesef bizim tarafımızda olmadığını o an meleklere inanmayan iki arkadaşım bile anlamıştı. "Şurada da var!" diye bağırdı Jungkook başka bir köşeyi işaret ederek. Biz ne olduğunu anlamadan etrafımız çevrelenmiş, Yoongi'yle beraber diğer ikisini arkamıza almaya çalışsak da sayıları artan melekler yüzünden çabalarımız boşa gitmişti. "Jimin, bunlar kim?" diye sordu Taehyung korkuyla, Jungkook'un elini sımsıkı tutmuştu. "Ne oluyor?"
"Suyu kullanabilirim," dedim Yoongi'ye, Taehyung'u umursamadan. Bana umutsuz bir bakış attı, yanımızda bir gül olmadığı için suyu kullanmamın bir anlamı yoktu. Denize bakarak iç geçirdim, acilen bir kurtuluş yolu bulmam gerekiyordu.
"Özür dilerim." dedi Yoongi kısık sesle. Bakışlarım yeniden ona döndü, şimdi Taehyung ve Jungkook da ona bakıyordu. Yüzüklü elini kalbinin hizasına kaldırıp, avuç içi göğsüne doğru olacak şekilde durdu. Diğer eli montunun cebinden ona aldığım hanımeli desenli çakmağı çıkarmış, yüzüğüyle aynı seviyeye kaldırmıştı. "Yoongi?" dedim soru sorarcasına.
"Kulaklarınızı kapatın." dedi sadece, diğer ikisi sorgusuz bir şekilde söylediğini yaparken ben neler olup bittiğini anlamak istercesine Yoongi'yi izliyordum. Çakmağı tek seferde yaktı, yüzüklü elini ateşin üzerinde savurdu ve metale dokunan ateş bir anda korkunç, devasa bir şekle büründü. Gözlerim irileşirken geriye doğru bir adım attım, Yoongi'nin yarattığı yangın etrafımızı çevirmiş, melekleri birer birer ele geçirip çığlıklarının havaya yayılmasına sebep olmuştu.
Jungkook da, Taehyung da, kulaklarını kapatsalar da acıyla çöktüler yere, çığlıkları mutlaka duymuş olmalılardı. Yoongi yüzüklü elini havada gezdirip ateşi kontrol ederken orkestrayı yöneten bir şef gibi görünüyordu, yalnızca birkaç saniye sonra bakışları beni bulmuş, kulaklarımı kapatmadığımı görünce olduğu yerde duraksamıştı. Ellerim iki yanımda duruyordu, canımın acısından hareket bile edemiyordum ama ne olursa olsun bakışlarımı Yoongi'den ayıramıyordum. Eğer özür dilemeseydi yaptığı şeyin yüzükten kaynaklandığını düşünürdüm, salağa yatardım ama gerçekten bunu düşünürdüm. Ama özür dilemişti, özür dilemişti çünkü bana söylememişti.
Yoongi ateşi kontrol edebiliyordu, ve bunu bana söylememişti. Lizzie'nin mektubunda bahsettiği güç buydu. Lizzie Yoongi'nin bir gücü olduğunu biliyordu. Ben bilmiyordum.
Bana doğru bir adım attı ama beklemeden ona arkamı döndüm, elimin tek hareketiyle denizin karaya vuran dalgaları öfkeli bir halde cevap vermişti çağrıma. Başta korkunç bir tsunami gibi görünse de asıl amacım iki gün önce kendi acımı dindirdiğim gibi yardımcı olmaktı arkadaşlarıma. Su önce beni buldu, tüm vücudum şeffaf bir tabakanın altında kalıp sızılarımı dindirdi ve ardından yerde, iki büklüm uzanan arkadaşlarımı yöneldi. Onlara da bana geldiği gibi iyi gelmesini umdum.
Ateş kayboldu, meleklerin hepsi yok olmuştu ve Yoongi gözyaşları içinde, öylece duruyordu dikildiği yerde. Ateşin ısısıyla, havadayken eriyen karlar yağmur gibi düşüyordu üzerimize, dalgaların bir kısmını Yoongi'ye yönlendirdim ama istemediğini belli edercesine, geriye doğru bir adım attı. Acı içinde olmalıydı, acıdan kavruluyor olmalıydı; ama yine de yardımımı istememişti.
Taehyung ve Jungkook yavaşça ayaklandılar. İlk tepkileri birbirlerine sarılmak olmuştu, sonraysa dehşet içinde bize çevirmişlerdi bakışlarını. Suyu geri yolladım denize, arazinin üzerindeki bütün kar erimiş, geriye çamurdan bir zemin bırakmıştı. "Jimin, az önce ne oldu?"
"Siz gidin," dedim binayı işaret ederek. "Biz geliyoruz."
Yoongi'nin yutkunduğunu gördüm, Jungkook onun için fazlasıyla endişelenmişe benziyordu ama sözümü dinleyip eşini çekiştirmiş ve birlikte binaya doğru koşmaya başlamışlardı. Yeterince uzaklaştıklarından emin olduktan sonra, bana yaklaşan Yoongi'ye baktım. "Jimin-" diyerek uzattı ellerini, geriye çekildim.
"Hyuk da biliyordu," dedim alayla gülerken. "Yüzüğü o yüzden verdi, değil mi?"
"Jimin, söyleyemezdim-"
"Ateş olduğunu düşünüyorum, dedikçe güldün bana, değil mi!?" diye bağırdım, ellerini saçlarına atıp telleri çekiştirmeye başladı. "Yalvarırım dinle!" dedi ağlamaya devam ederken. Benim için ağlamıyordu ama, meleklerin çığlıkları yüzünden ağlıyordu. "Beni bırakacaksın diye günlerdir-"
Yoongi'nin cümlesini ben kesmedim.
Yoongi'nin cümlesini, binayla aramızda metreler olmasına rağmen kulaklarımıza ulaşan çığlık kesti.
Jungkook'un çığlığı.
"Jungkook!"
"Jimin, bekle!"
Yoongi'yi umursamadan, deli gibi koşmaya başladım. Kalbime düşen korkunun önüne geçemiyordum, ne diye o ikisini önden yollamıştım sanki? Jungkook bir kere bağırmış ve bir daha ne onun, ne de Taehyung'un sesi duyulmuştu. İçeriye girdim, holün ilerisinde, asıl salona açıldığını düşündüğüm kapının pervazına omzunu yaslamış, gelişimi izleyen figürü görünce yürümeyi kesmiş, olduğum yerde donakalmıştım.
"Jimin!" diye yetişti Yoongi bana saniyeler sonra, nefes nefese. Sonra bakışları benimkilerle aynı yere odaklandı.
Namjoon-ie hyung dudaklarında insanın içini ürperten bir gülümsemeyle bize bakıyordu. "Hoş geldiniz." dedi o korkutucu güzellikteki gülüşü genişlerken. "Sonunda, hoş geldiniz."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro