Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

22; kırık kalp(ler)


şu bölümü yazabilmek için gıda zehirlenmesi geçirip okula gidememem gerekti, gerçekten hayat çok zor. hatalarım varsa bu bölümlük affediverin olur mu, midem çığlık çığlığa şu an.

kurban olduğum yarimin de doğum günü, onun için çok daha güzel bir bölüm yazabilmek isterdim ama imkanlar...

ayrıca unutmadan, burn the stage'in Türkiye'de vizyona girebilmesi için bighit'in verdiği burnthestagethemovie.com linkine sign up etmemiz gerekiyormuş, arz talep meselesi anlayacağınız. linki elden ele yayalım lütfen sinemada army bomb sallamak istiyorum ben ya uf

ay acaba bölümü yayınlayınca link görünecek mi ki

midem:(

iyi okumalar, mika out!!

_____________

Dün Min Borin'in evinde izlediğimiz videoda, yazar Yoongi'ye, bana güvenmesini söylemişti. Yoongi'nin bana karşılaştığımız ilk andan beri güvenmiyor olduğunu biliyordu çünkü. Banaysa ona güvenmem hakkında tek kelime etmemişti çünkü söylemesine gerek yoktu, sahip olduğum her şeyle, tüm benliğimle ona güvendiğimi bilmemek için aptal olmak gerekiyordu.

Ve ben Yoongi'nin bunu kullanacağını daha önce hiç düşünmemiştim.

"Merhaba, Jimin." Kahve dükkanının loş ışığının altında parlayan siyah saçlarından ayrılan parmakları usulca önündeki masaya konmuştu. Karşısında oturup herkesin donmasına sebep olan kadın yavaşça ayaklandı, ikisi de bana gülümsemeye devam ediyordu. Sandalyesinden ayrılıp bulunduğum yere doğru bir adım attı ve topuklu ayakkabısının zeminde çıkardığı ses tüm duyularımı harekete geçirirken ikinci defa düşünmeden Yoongi'nin önüne geçerek bedenimi siper ettim. Bu onun macerasıydı. Ben yalnızca ona yardım eden bir hayrandım, Yoongi için buraya gelmiş olmalılardı. Aksine o kadar inanamıyordum ki, adam açık bir şekilde benim adımı söylediği halde Yoongi'ye zarar verirler korkusuyla masanın dibinden ayrılamıyordum.

"Ah, saf çocuk." dedi kadın gülüşünü bozmadan, yüz ifadesi bir annenin çocuğuna karşı duyduğu şefkate ev sahipliği yapıyordu sanki. "Seni toy, saf çocuk."

Adam da onun gibi ayaklandı. Kadının yanındaki yerini alırken geriye doğru ufacık da olsa bir adım atıp Yoongi'ye yaklaştım. Galiba kadın insanları dondurduğu sırada nefes alışverişlerini etkilememişti çünkü üstümdeki kalın kumaşa rağmen Yoongi'nin nefesini sırtımda hissedebiliyordum.

"Suga'yı vermem." dedim.

Adamın gırtlağından gülüyormuş gibi bir ses çıktı. "Suga'yı versen de almam."

Benim için geldiklerine inanmamı engelleyecek gerekçeler listem hızla tükeniyordu. Ellerimin vücudumun iki yanında yumruk haline geldiklerini hissettim. "Sana zarar vermeyeceğiz," dedi kadın gülümsemesini korurken. "Yalnızca bir şeyi öğrenmek istiyoruz, küçüğüm. Hepsi bu."

Bakışlarım asıl konuşacak olan kişinin o olduğunu biliyormuşçasına adama doğru kaydı. "Dünden beri peşindeyiz, hiç fark etmedin mi?" diye sorarak konuşmasına devam etti kadın ama ben onu umursamadan adamı ve yüzündeki gülümsemeyi, kusursuz bir şekilde parlayan siyah saçlarını izliyordum.

"Etmemiş." dedi adam, kadına ithafen, yine de konuşurken bakışlarıma karşılık veriyordu. "Suga'nın aksine."

Bedenimin baştan aşağı buz kestiğini hissettim, yumruk yaptığım ellerim çözülmüştü iki yanımda, yere yığılacakmış gibi hissediyordum. Yoongi böyle büyük bir meseleyi benden saklamış olamazdı. Yarım saat önce, buradayken fark etmişti izlendiğimizi. O yüzden bana öyle yakın davranmıştı, o yüzden rol-

"Benim küçük Jimin'im," dedi kadın yüzümdeki ifadeyi görünce. Ne halde olduğumu bilmiyordum ama her nasıl görünüyorduysam onun yüzündeki gülümsemeyi söküp atmayı başarabilmiştim. "Ne çabuk vermişsin kalbini..."

"Derevo." Adam uyaran bir ses tonuyla konuştu, bakışları benimle kadın arasında gidip gelince ayakta zor durduğumu fark edip kendime gelmiş ve Yoongi'nin önünde hareketsiz bir şekilde durmaya devam etmiştim. Bir açıklaması vardı. Bütün gün konuşmamıştık ki, söyleyecek fırsatı olmamış olmalı-

"Yapma." dedi adam. "Yapma, Jimin."

"Ne istiyorsan söyle ve git." dedim tıslarcasına ve sohbetimizin en başındayken söylediğim şeyi tekrarladım. "Suga'yı vermem."

Kadın iç geçirip bana doğru bir adım daha attı, sonra bir adım daha ve bir adım daha... Yavaş yavaş, gelişini sindirmemi istercesine yürüyordu. "Derevo." dedi adam yeniden ve kadın durdu. "Ne?" diye sordu sonra da. "Nasıl kırmış kalbini, baksana!"

Adam gözlerini devirdi. "Buraya gel, Derevo."

İsminin Derevo olduğunu anladığım kadın omuzları çökmüş bir halde adamın yanına döndü, ona karşı neden bu kadar savunmasız olduğunu merak etsem de bununla ilgili bir şey söylemedim. "Jimin," diyerek dikkatimi üzerinde topladı adam. "Gücünü kullandın mı?"

Bilmediğim bir dilde konuşuyormuş gibi suratına bakakaldım, kadın inanamıyormuş gibi bir ses çıkarırken adamın yüzünde anlayışlı bir gülümseme vardı. Dün karşılaştığım meleklere benzemiyorlardı, en az onlar kadar güzellerdi ama onlara kıyasla o kadar... medeni duruyorlardı ki. Günlük hayatın içinde kamufle olmaları çok kolaydı.

Ve bu da akla diğer binlerce soruyu getiriyordu. Melekler Suga'nın dünyasında olduğu gibi bu dünyada da günlük yaşantımızın bir parçası mıydılar? Kaahujangi toplulukları arasında bununla ilgili bir bilgi var mıydı? Neden daha önce varlıklarına dair bir şey duymamıştım?

"Ona olan sevgin gücünü açar sanmıştım." dedi adam düşünceli bir sesle. Ona olan sevgin. Gözlerim anlam veremediğim bir şekilde dolmaya başlarken kadın "Ah," dedi üzüntüyle.

"Sanırım bir hayranlığın ötesine geçmiyormuş." diye devam etti adam.

Bu sefer kontrolü eline alan kişi Derevo olmuştu. "Voda," dedi uyaran bir ses tonuyla, bakışlarımı görünce. Sinirleniyordum, karşı koyamadığım bir şekilde sinirleniyordum. Ellerim yeniden yumruk biçimini almıştı. "Ne istiyorsunuz?" diye sordum, sesimin titremesini kontrol edemiyordum ama bu, korkudan kaynaklanmıyordu. Ona olan sevgin. "İnsanlara ne yaptınız?" Nasıl yapmışlardı bilmiyordum ama telefondaki Taehyung bile konuşmasını cümlenin ortasında kesip sessizliğe bürünmüştü.

"Sevgin yetersizse öfkeni kullanabiliriz..." dedi adam düşünceli bir sesle. Kadınla bir an için bakıştılar, aralarında sessiz bir anlaşma yaşandı ve yeniden bana döndüklerinde ikisinin de yüzünde acıyan, buruk gülümsemeler vardı. "Jimin," dedi adam. "Suga hakkında..."

"Küçüğüm, ondan uzaklaşmak isteyebilirsin." diye ekledi kadın.

Dudaklarımın arasından kaçan alaylı sese engel olamadım. Ona olan sevgin. "Dakikalardır buradayız ve ikinizin de ağzından tek bir mantıklı kelime çıkmadı." dedim öfkeyle. "İnsanları rahat bırakın. Bizi rahat bırakın."

"Jimin, Suga'yı korumaya çalışmana gerek yok." dedi kadın söylediklerimi umursamadan ve sonra da beni mahvedecek cümleyi kurdu: "Suga'yı dondurmadım."

Söylediği şeyle beraber ben dondum, tüm vücudum baştan aşağı buz keserken Voda isimli adam canı acıyormuş gibi buruşturmuştu yüzünü. Sırtıma konan ufak baskıyla Yoongi'nin hareket ettiğini anlamıştım. İç geçirdiğini duydum, sonra da sadece benim duyabileceğim bir sesle "Jimin..." diye mırıldandı. Zaten dolu dolu olan gözlerimden intihar eden birkaç damla yaşa engel olamadım. Yavaşça, ne yaptığımı bilmeden uzaklaştım ondan. Meleklerin arkamda olup bana zarar verebilecek oluşlarını umursamadan bedenimi ona çevirdim, üzgün gözleriyle yüz yüze geldim. Dakikalardır donuk taklidi yapıyor, bana yalnız olduğumu düşündürüyordu. Dakikalardır ona bir şey yapacaklarını düşünmeme izin veriyordu.

Seni toy, saf çocuk.

"Buraya gel, Jimin." Voda'nın konuştuğunu duydum, içimde yavaş yavaş büyüyen Yoongi'den kaçma hissine su döküyordu sesi. Adımlarım geriye doğruydu, Yoongi'yle aramızdaki mesafe her an biraz daha açılıyordu. "Gel, küçüğüm." diye destekledi Voda'yı Derevo.

Mesafe taraflar arasında eşitlenirken, dükkanın tam ortasına vardığım an Yoongi "Jimin." dedi. "Gitme."

Ayaklarım olduğum yere çakıldı, ben gitmek istesem de bacaklarım sözümü dinlemiyorlardı. İsmimi kullandığı sürece bana her türlü büyüyü yapabileceğini düşündüm, belki de tüm bu olaylar yaşanmadan yalnızca birkaç dakika önce bana ilk defa Jimin demiş olması da bundan kaynaklanıyordu. Beni yem diye ortaya atmış, başına bir şey geleceği düşüncesiyle acı çekmeme izin vermişti.

Ne çabuk vermişsin kalbini...

"Jimin, hissediyor musun?" Adam neyden bahsediyordu bilmiyordum ama göğsümü yarıp da dışarıya taşmak isteyen dalgaları hissedebiliyordum. Beni, kendi evini boğmaya çalışan duygularımı hissedebiliyordum. Ölecekmiş gibi hissediyordum. Voda'nın bambaşka bir şeyden bahsettiği gün gibi ortadaydı, güç dediği şeyi kullanıp kullanmayacağımı merak ediyordu ama o an Yoongi'ye bakmak dışında bir şey yapamıyordum. Bunca zaman ne de güzel kapatmıştı gözlerimi.

"Jimin-ah." Titredim, ne zaman ismim dillense insanlar kelimeyi onun sesiyle duysun istedim. Dünyadaki en güzel şarkı gibi hissettiriyordu ismim onun ağzından çıkınca, şimdiye kadar yazılmış en güzel şiir gibi geliyordu kulağıma.

Saf çocuk.

"Jimin, ihtiyacın olan bilgiler bizde." Arkamdan gelen ayak sesiyle gözlerim irileşti, Yoongi'nin sesinde kaybolurken arkamda kalan iki meleği unutmuştum. "Artık bir şeyleri öğrenmeyi hak ediyorsun. Gel, Jimin."

Yoongi elini uzattı.

Hyung, ben senden kaçmam ki.

Saniyelerdir açmaya çalıştığım mesafeyi öne doğru bir adım atarak kapatmaya, Yoongi'ye ulaşmaya yeltendim ama ben bu kararı verir vermez arkamdan insanı dehşete düşürecek kadar korkunç bir çığlık yükseldi. Benim aksime Yoongi hızlıydı. Öne doğru atılıp aramızdaki mesafeyi birkaç adımda kapattı, bir kolu bedenimi sarıp beni kendine çekerken diğeri omzumun üzerinden uzanmış ve son seferde benim yapıp da kendime zarar verdiğim şekilde Vado isimli meleğe yumruğu indirmişti. Kollarım hayattaki tek işlevi buymuş gibi sarıldı omuzlarına, belimdeki tutuşu sıkılaşırken acıyla çığlık atan kişi Yoongi değil de melek olmuştu ama her şey o kadar ağır bir şekilde biniyordu ki zihnime dönüp neler olduğunu bile kontrol edemiyordum.

"Vado!" Duyduğum son şey Derevo isimli meleğin çığlığı oldu, sonrasında da etraf karanlığa gömüldü zaten.

**

Uyanma anım oldukça sancılı olmuştu. Bilincimi kaybederken kalbim de durmuştu sanki, kendime geldiğim sırada her şey yalnızca bir saniye önce yaşanıyormuş gibi korkuyla büzülmüştü göğsümde. Yoongi. Yoongi meleği yumruklamıştı. Kendimde olmadığım için o ikisiyle tek başına kavga-

Yatakta sıçrayarak sayıkladığımı, belime dolanan kollarla fark ettim. Normal şartlarda karanlık bir odada, olmamanız gereken bir yerde bir çift kol belinizi sarsa çığlık atardınız ama garip bir şekilde bu kolların sahibini biliyordum ve o an için gerçekten de Yoongi'nin kollarının arası dışında olmak istediğim hiçbir yer yoktu. Sırtım göğsüne yaslandı, kokusunun etrafımı sarıp beni rahatlatmasına izin verdim. Çünkü saf bir çocuktum. Aptal, küçücük, hayranlıkla dolu bir oğlan çocuğuydum.

"Özür dilerim." dedi Yoongi. Hiçbir şey demeden kollarının arasında uzanmaya, başımı yastığa gömmeye devam ettim. Çenesi omzuma yaslıydı, karanlık da olsa eğilerek yüzümü görmeye çalıştığını biliyordum. Kalbim onun kalbinin ritmine uyana kadar derin nefesler alıp kendime gelmeye çalıştım.

Bir tepki vermem dakikalar sürmüştü, Yoongi tüm bu süre zarfında sessiz kalıp bana sarılmaya devam etmişti. Ağlayarak ayrıldım kollarından, meleklerle yalnızca yarım saat konuşmuştum ama duyduklarım bana öyle ağır gelmişti ki sindiremiyordum. Beni nasıl öyle bir tehlikenin ortasında bırakabilmişti? Kahramanım dediğim adam nasıl olmuştu da ben korkudan ölürken arkama saklanabilmişti?

"Jimin..." Yataktan kalktığım sırada elimi tutmaya çalıştı ama ondan kolaylıkla kaçtım, üstü kitaplarla dolu olan kendi yatağıma oturdum. Avuç içlerim yüzüme kapandı, karanlık da olsa beni görebilmesini riske atamazdım. Hıçkırarak ağlıyor, olup bitenlere bir anlam vermeye çalışıyordum. Karşılıksız değil demişti. Yaptıklarımın karşılıksız olmadığını söylemişti.

Ben onu böyle sevip ona böyle değer verirken beni tehlikenin ortasında bırakmıştı.

Söyledikleriyle yaptıkları uyuşmuyordu. Onu öpmem için bana yalvaran iç sesim şimdi on yedi yaşındaki Jimin'in arkasına saklanmıştı. Ona güven, diye fısıldadığını işitiyor ama sahip olduğumu düşündüğüm tüm irademle onu duymazlıktan geliyordum. Jimin, o Yoongi.

O Yoongi, diye onayladı on yedi yaşındaki Jimin.

Ağlayışım şiddetleniyordu, oturduğum yerde sarsılıyor, hıçkırıklarımın nefesimi kesmesine izin veriyordum ve Yoongi bununla ilgili hiçbir şey yapmıyordu. On sekiz yaşındaki Jimin geldi bir anda, yanındaki küçüğün aksine daha zayıf ve daha olgun duruyordu. Bir açıklaması vardır, dedi.

Yirmi bir yaşındaki Jimin peydahlandı zihnimin ortasına. Üzerinde beyaz bir önlük vardı. Hayatta kalıp kazanamıyordun, dedi yüzünde buruk bir gülümsemeyle. Yalnızca beş sene önceki halimdi ama öyle genç görünüyordu ki... Hayat kurtarmayı seçtin, diye devam etti konuşmaya.

Neden, biliyor musun, diye konuşmaya katıldı yirmi üç yaşındaki Jimin. Çünkü Suga sana aynısını yaptı.

"Jimin?" Büyük elleri narin bir tutuşla kavradı bileklerimi. Ellerimi yüzümden yavaş yavaş uzaklaştırdı. "Konuşsam?" dedi soru sorarcasına, derinden gelen o pürüzlü sesine hüzün kırıntıları bulaşırken. "Dinlesen?"

"Hiç konuşmasak?" dedim hıçkırıklarım yüzünden kekeleyerek. "Söylediğin her yalana inanıyorum, hiç dinlemesem?"

Onunla bu kadar açık konuşmamı beklemiyor olmalıydı, elleri bir anlık boşluğunda tutuşunu gevşetmiş ve bileklerimi parmaklarından kurtarmama izin vermişti. Yatağımda gerileyip kitaplara çarpmamaya çalışarak cenin pozisyonu aldım ve ağlamaya devam ettim. Biriktirdiğim her şeyi atıyordum ve söylediklerimden sonra da Yoongi bunu bilerek bana izin veriyordu.

Yorganımın üzerine kıvrıldığım için üşümüş olmalıydım, Yoongi kendi yorganını alıp benim üstümü örtene kadar farkında değildim. Ne yaptığını sorgularcasına yüzüne baktım, gözyaşlarım yüzünden bulanık görünüyordu ama yine de bana bakmadığını seçebiliyordum. Dudakları acı çekiyormuş gibi büzülmüştü, yorganı çenemin altına kadar çekip ellerimin arasına sıkıştırdı. İç geçirdiğini duydum, birkaç saniye boyunca tepkisiz kalıp ağlayışımı dinlemiş, en sonunda parmakları dokunmaya kıyamıyormuş gibi saçlarıma konmuştu. "Özür dilerim." dedi yeniden, sonra da saçlarımdaki elini yanağıma kaydırıp gözyaşlarımı silmeye çalıştı ama ne yaparsa yapsın yenileri eklendiği için pes etmiş ve yataktan uzaklaşarak kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Maske taktığını gördüm, montunu üstüne geçirdi.

Gitme, demek istedim ama sustum. O da gitme, dememi bekledi ama en sonunda kapıdan çıkıp gitti.

**

1 okunmamış mesaj: Jungkook-ie
hyung, tae iyi. sen endişelenme, bir şey olursa ben sana haber veririm.

Yoongi sabaha kadar gelmemişti, ağlarken bir yandan da onu beklediğimi uyuyakalıp da uyandığım an kullandığım ilk kelime onun ismi olunca fark etmiştim. "Yoongi." dedim, en başından beri ona hyung diyordum ve garip bir şekilde ismini söyleyebilmek istemiştim.

Elimi yüzümü yıkadım, Yoongi yoktu. Kahvaltıya indim, hala gelmemişti. Biraz çorba içtim, yeniden odaya çıktım ve Min Borin'in kitaplarından birini okumaya giriştim. Geldiğinde konuşmak isterse Yoongi'yi dinleyecektim. Kurtardığı Jiminlerin, Jimin'in kurtarmasına fırsat verdiği insanların hatırına dinleyecektim.

Okuduğum kitap daha önce karşılaştıklarımdan farklıydı, haberimin olmadığı birkaç paragrafla yüzleşirken nefesimi öyle tutmuştum ki telefonumun çaldığını çok geç fark ettim. Tanımadığım bir numaraydı, neden bilmiyordum ama Yoongi olabileceğini düşünerek, heyecanla açmıştım telefonu. "Hyung?" dedim hevesle.

Hattın diğer tarafında duyduğum kıkırtıyla duvara çarpmışım gibi hissederken "Birileri aramamı bekliyormuş sanırım?" diye konuşmuştu Namjoon-ie hyung. "Wah, özlenmek harika."

"Hyung," diye mırıldandım, hayal kırıklığına uğradığımı düşünmesine izin veremezdim. Ayrıca, Yoongi'nin aramasını beklemem aptalcaydı. Öte yandan Namjoon-ie hyung'un hayatında neler olup bittiğini öğrenmem gerekiyordu. Benim yüzümden başına gelmeyen kalmamıştı. "Nasılsın?"

"İyiyim, Jimin-ie." dedi hyung, konuşurken gülümsediğini hissedebiliyordum. "Sen nasılsın?"

Aptal, saf ve toyum. "Aynı..."

Muhabbet devam etmedi, nasıl oldu bilmiyorum ama Namjoon-ie hyung'un benimle ilgili bir şeylerin değiştiğini hissettiğine emindim. "Jimin," dedi asırlar gibi hissettiren bir sessizliğin ardından, Yoongi dışında biri adımı söyledi diye saçma bir şekilde sinirlendiğimi hissettim. "Senin için yapabileceğim bir şey var mı?"

Gözlerimi sımsıkı yumdum. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın biz hep bu kapıya çıkıyorduk. "Yok." diye mırıldandım. Benim bile kendim için yapabileceğim bir şey yoktu, artık Namjoon-ie hyung'a bağlı yaşamaya devam edemezdim. "Hiçbir şey yok, hyung."

Hat yine sessizliğe büründü. Önce hangimizin konuşacağını merak ediyordum, bir daha beni arayıp aramayacağından da emin değildim. Namjoon-ie hyung'dan uzaklaşıyordum. Namjoon-ie hyung'a aslında hiçbir zaman yakın olmadığımı yıllar sonra fark ediyordum. Kendimi sevmeyi unutup kalbimi kapatmamın ardından Taehyung'a karşı bile eskisi gibi değildim. Hayatımı bıraktığım yerde bulamamak, insanları bıraktığım yerde bulamamak beni mahvetmişti. Yıllar sonra hayatımla ilgili bir seçim yapıp Yoongi'nin peşine takılmış ve en sonunda kalbimin göğsümün duvarını nasıl da dövdüğünü hissetmiştim.

Kazanamamıştım, ama Yoongi gelene kadar sanki hayatta bile kalmamıştım.

"Ben kapatayım." dedi Namjoon-ie hyung.

"Hyung-" Odanın kapısı tıklatılınca kalbimin teklediğini hissettim, Yoongi gelmişti. Telefon kulağımda, yataktan hızla kalktım. Namjoon-ie hyung bu sırada bir şey söylediyse de duymadım.

Kapıyı açtım ve işte, karşımdaydı. Kızarmış gözleriyle bana bakıyor, çökmüş omuzlarıyla onu içeri almamı bekliyordu. Yüzümde nasıl bir ifade vardı, bilmiyordum ama şaşkınlıkla "Jimin?" diye seslendiğinde, en sonunda Namjoon-ie hyung'u duyabilmiştim. "Ah," demişti hyung. "Anladım."

Geriye doğru bir adım atarken telefonu iki elimle tutmuş ve "Hyung," demiştim, suçluluk duygumun önüne geçemiyordum. "Hyung, lütfen."

"Jimin, sorun değil," dedi, bunu söylerken bile dudaklarında buruk bir gülümsemenin yer edindiğini biliyordum. "İyi olduğunu bildiğim sürece sorun değil."

Boğazımda oluşmaya başlayan yumruyla beraber Yoongi'ye sırtımı dönmüş, yavaş yavaş da olsa dolan gözlerimi ondan saklamak istemiştim. "Ben iyiyim, sen de bunu bil." diye devam etti Namjoon-ie hyung güven vermek istercesine. "Aksini söylemediğim sürece iyiyim, tamam mı? Taehyung'un seni sürekli doldurduğunu biliyorum, bana hiçbir zaman başkalarının lafıyla gelmeni istemedim zaten."

"Bunlar telefonda-"

"Jimin, bir daha seni görebilir miyim, bilmiyorum." Gerçeklerin yüzüme çarpılmasıyla beraber dizlerimin üzerine çöktüm, arkamda kalan Yoongi'nin endişeli nidasını duymuş ama herhangi bir tepki vermemiştim. "O yüzden bu söylediklerimi iyi dinle, tamam mı? Taehyung sana üzülüp mahvolduğumu söylemiş olsa da hayır, senin yanındayken asla üzülüp mahvolmadım ben." Duraksadı. "Ben iyiyim. Sen de iyi ol."

"Sen iyiysen ben de iyiyim." dedim.

Kıkırdadı. "Haberleri izlememeye devam ediyoruz sanırım?"

Başımı önüme eğerken Namjoon-ie hyung karşımdaymış gibi kızarıyordum. "Hepsi yalan haber zaten, boşver." diye devam etti konuşmaya. "Haberlere inanma, iyiyim ben."

"Tamam..."

"Hoşça kal." Ve başka bir şey daha söylememe izin vermeden telefonu yüzüme kapattı. Birkaç saniye boyunca çöktüğüm yerde durup söylediklerini, bu kadar kısa sürede başımıza gelip ilişkimizi bu yönde şekillendiren etmenleri düşündüm.

Listemin ilk maddesi hemen arkamda duruyordu.

Telefonu tutmayan elimin tersiyle yanaklarımı silerken ayaklanmış ve bedenimi kapıda dikilmeye devam eden Yoongi'ye çevirmiştim. "Kalbimi kıracaksan konuşma." dedim, sesimin sert çıkmamasına özen göstermiştim ama Yoongi onu göğsünden bıçaklamışım gibi bakıyordu yüzüme. Dayanacak gücüm yoktu, bana gelip de beni nasıl yem olarak kullandığını anlatmasını istemiyordum. Olaylar bundan ibaret değildiyse anlatmalıydı, beni sahip olduğum bu karanlık güvensizlikten çekip çıkarmalı ve ben seni bırakmadım, demeliydi.

Ama Yoongi konuşmadı.

Odaya girmesine izin verdim, kapıyı arkasından kapatıp yatağıma geri döndüm ve onun gibi kokan yorgana sarılıp kitabı okumaya kaldığım yerden devam ettim. Kaahujangi'nin Afrika'da başlayıp da nasıl yayıldığını konu olan bölümdeydim, kitabın devamı ilgimi fazlasıyla çekeceğe benziyordu. En sonunda ayrıntıları atlamadan güzel bir özet çıkarmayı ve Yoongi'yle bu konu hakkında tartışıp elimizdeki bilgileri tartmayı umut ediyordum.

Ben her şeyi çok çabuk unutuyordum.

Seni toy, saf çocuk.

"Japonya'ya direkt uçuş yoktu. Yağmur fırtınası yüzünden neredeyse bütün uçuşlar iptal edilmiş zaten."

Sesini duyunca bakışlarımı kitaptan ayırıp şaşkınlıkla ona döndüm, havaalanına mı gitmişti yani? "Böyle olacağını tahmin etmiştim, o yüzden geçen gün resepsiyondaki adama çevre illerden birine nasıl gidebileceğimizi sordum. Belki Japonya uçuşu bulabiliriz, diye. Otobüs falan dedi."

Eşimi araba tutuyor.

"Aklında bir plan var mı?" diye sordu.

Yağmur bizi gittiğimiz her yerde takip ediyordu, sorun çevre illere giderek çözülebilecek bir şey değildi. "Gemiyle gideriz." dedim en sonunda, daha iyi bir fikrim yoktu çünkü. "Jeju üzerinden gitmenin bir yolunu buluruz diye tahmin ediyorum."

Sessizlik geri dönünce ilgimi yeniden kitaba vermiştim, Yoongi de bir süre sonra dayanamıyormuş gibi iç çekerek ayaklanmış ve hızlı adımlarıyla banyoya yönelmişti.

Ne çabuk vermişsin kalbini...

Kitabı okurken yeniden ağlamaya başlamıştım. Şu son birkaç günde o kadar gözyaşı dökmüştüm ki vücudumun su dengesi şaşmıştı. Sessiz sessiz, kendime bile belli etmeden ağlıyordum. Ah, Jimin, dedi iç sesim. Bir kapı uzağında.

Sayfayı çevirirken yutkundum. Bir kapı uzağımda, aktığını duyduğum suyun altındaydı.

"Ah, Jimin," diye düşündüm sesli bir şekilde. "Bir kapı uzağımda kalbim."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro