Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

2; lightning

 Sabah uyandığımda bir süre yatakta kalmak ve bakışlarımı duvarlarımda gezdirip kendi düşüncelerimde boğulmak sevdiğim bir alışkanlığımdı, yatağım penceremin olduğu duvara yaslı olduğu için perdeden zorlukla sızan gün ışığı az da olsa canlı hissetmeme yardımcı olurdu. Bu sabah öyle olmamıştı, dün başlayan sağanak yağmur fırtınası varlığını sürdürmeye devam ediyordu ve güneşin birkaç saat daha görünürlerde olmayacağına emindim. Odanın içi geceye göre aydınlık, beklenen sabaha göre karanlıktı. Düşüncelerim beni boğmaya çalıştığında başı metalin çirkin kokusu çekiyordu, kalbimin korkuyla hızlanmaya başladığını hissedince yatakta hızla doğruldum.

Başım dönüyordu, yorganım kucağımda toplanmıştı. Ani hareketim kedim Chimmy'yi rahatsız etmiş olmalıydı, gök gürültüsünden rahatsız olduğu için bütün gece uyanıp durmuştu zaten. Miyavlamaları kesileli birkaç saat olmuş olmalıydı. Yeniden mızmızlandı ve bana arkasını dönüp uyuklamaya kaldığı yerden devam etti, dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Canım kızım, şu gezegende nefes almayı bana zevkli kılan tek varlığım olmalıydı.

Onu rahatsız etmemeye çalışarak yataktan yavaşça kalktım, Namjoon-ie hyung'un gece yanımdaki komodine bıraktığı dev su bardağına uzandı parmaklarım. Chimmy'nin ağlamalarıyla beni uyandırdığını fark edince yanına almayı teklif etmişti ama bunu söylerken bile ne kadar komik bir soru sorduğunu biliyordu. Chimmy benim dışımda kimseye gitmez, sevdirmeyi bırakın olduğu tarafa baktırmazdı bile. Onu henüz bir yavruyken sahiplendiğim gün yanımda olan Jungkook'a bile az kan kusturmamıştı; zavallımı öyle tırmalamıştı ki Taehyung dayanamayıp onunla tartışmaya başlamıştı. Chimmy onu da tırmalayıp ağlatmıştı ve ben de kahkaha atmıştım falan filan.

Pijamamın üstüne ince bir ceket geçirip odadan çıktım ve mutfaktan önce salonu kontrol ettim. Namjoon-ie hyung hala koltukta uyuyordu, battaniyesinin yarısı yerdeydi ve üşümüş görünüyordu. Beklemeden koltuğa yaklaşıp yerde sürünen battaniyeyi yeniden üzerine örtmeye çalıştım, hyung bu sırada uzandığı yerde zıplayarak uyanmıştı. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırıp etrafına bakındı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı, burada ilk kalışı değildi ama her seferinde aynı tepkiyi veriyordu. Bakışları beni buldu ve gülümsememe takıldı.

Evet, bir de bu konu vardı.

"Jimin-ie?" dedi uyuşuk sabah sesiyle. "Saat kaç?"

Battaniyesini omuzlarına kadar örtüp doğruldum. "Dokuzu henüz geçti, hyung. Uyumaya devam edebilirsin."

Saati duyduğu an dirseklerini koltuğa yaslayıp üst bedenini hafifçe kaldırdı, bakışları az da olsa endişe doluydu şimdi. "Hastaneye geç kalmadın mı?"

Gülümseyerek iki yana salladım başımı, hyung'un bu endişeli halleri çok hoşuma gidiyordu. İlgisine cevabımı bildiği için sınırını asla geçmiyordu. "Nöbetçiyim bugün, akşam gideceğim."

"Oh."

"Hıhım." Adımlarım salonun çıkışına yöneldi. "Sen biraz daha dinlen, ben de kahve yapayım. Kahvaltı ister misin?" Dinlenmesini söylediğim halde battaniyesini tekmeleyerek açmış ve bacaklarını koltuktan sarkıtarak oturur pozisyona gelmişti. Salondan çıkarken elini kaldırıp saçlarını karıştırdığını görmüştüm en son.

Namjoon-ie hyung'un yakışıklı olduğunu yıllar önce kabullenmiştim zaten, yine de sabah uyandığındaki o doğal güzelliğine hiçbir zaman alışamamıştım. Bir defasında sarhoş olup bu gerçeği ağzımdan kaçırdığımda bana sevgiyle gülümsemiş ve yanağımı okşamış, "Ben sana bakmaya bile alışamadım." demişti. Normalde böyle şeyler söylemesinden hoşlanmıyordum çünkü anında kızarıyordum, bastıramadığım bir gülüş dudaklarımda yerini alıyordu. O geceden sonra sarhoş olduğum için hatırlamıyorum ayağına yatmam kolay olmuştu, hyung da çizgiyi aştığını hatırlamadığıma sevinerek konuyu hemen rafa kaldırmıştı. Şimdi büyük ellerinden biri kahve kupasının etrafını sararken bakışları masaya bıraktığı telefonunun ekranındaydı ve beni ona hayran hayran bakarken yakaladığında aklına o gecenin geldiğini çok iyi biliyordum.

"Daha iyi misin?" diye sordu.

Dün Taehyung onu arayıp gelmesini söylediğinde hyung uğraştığı ne varsa bırakıp gelmişti. Benim için. Eş arkadaşlarım gittiğinde bile yanımda kalmıştı, gece uyanıp yine korkudan aklımı kaybedersem diye de benim evimde sabahlamıştı. Ona nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyordum ama Namjoon-ie hyung da ona teşekkür etmemden hoşlanmıyordu zaten.

Senin için yapmıyorum, Park Jimin. Kendim için yapıyorum.

"Sanırım silahtan çok Suga'yla olan benzerliği korkuttu beni, biliyor musun?" dedim gülerek, tek amacım işi biraz da olsa şakaya vurmaktı. Aklımdaki ciddiyetini bozmadığım sürece beni rahatsız edeceğini biliyordum çünkü.

Yabancının yıllar boyu hayal ettiğim Suga'ya ne kadar da benzediğini Taehyung ve Jungkook'a söylememiştim. Şok anındayken fark etmemiş ve onlar evden ayrılıp krizim Namjoon-ie hyung tarafından bastırıldığında idrak edebilmiştim bu gerçeği ama; Taehyung ve Jungkook'u hyung'dan çok daha uzun bir süredir tanıyor olduğum halde onlarla her şeyimi paylaşamıyordum. Onların birbirine eş, benimse pilheu olmamdan kaynaklanan bir koruma mekanizmasıydı bu. Yıllar boyunca, istemsizce, onlarla arama çizdiğim çirkin bir sınır vardı. Bu sınırı aştığım takdirde ilişkilerine karışacak, yerimi unutup onları rahatsız edecekmiş gibi hissediyordum. Namjoon-ie hyung da bir pilheu olduğu için bu derdimi ona kolaylıkla açabilmiştim ve o da bunun pilheular arasında çok yaygın olduğunu söylemişti.

Toplumdan uzaklaşıp bu yüzden düşüyorduk çukurlara.

"Suga olduğunu iddia etmesi çok garip değil mi?" diye sordu düşünceli bir ses tonuyla, vücudumdaki bütün tüylerin diken diken olduğunu hissettim. Evet, o olduğunu iddia etmesi garipti ama daha da garip olan şey kafamdaki Suga taslağına birebir uyuyor oluşuydu. Polisler ifademi alırken onu o kadar net ve ayrıntılı bir şekilde tasvir etmiştim ki; arkadaşlarım bir süre elinde rehin kaldığımı falan düşünmüştü. Halbuki yalnızca birkaç saniye kalmıştık yüz yüze.

Namjoon-ie hyung'un bir cevap beklediğini fark edince kahvemden bir yudum alarak omuz silkmiştim. "Naamkahu." diye devam etti hyung. "Burayı tapınak falan mı sandı acaba?"

Namjoon-ie hyung Suga'nın etki etmediği sayılı insanlardandı, kitapları yalnızca bir defalığına, sırf okumuş olmak için okumuştu; bu yüzden serinin sonunu hatırlamamasını yadırgamamıştım. O, spektrumun Harry Potter tarafında kalıyordu, elden ne gelirdi ki? "Beşinci kitabın sonunda, Suga Naamkahu'ya gittiğini düşündüğü bir portal bulmuştu." diye açıklamaya başladım.

"Hatırlıyor gibiyim."

Dünü baştan sona bir film gibi sardı zihnim. "Portalın göz yakıcı bir parlaklığı olduğunu ve canının acıdığını biliyoruz, yanında da iki kitap önce eline geçirdiği melek silahı vardı yalnızca." Kaşlarımın hafifçe çatıldığını hissettim. Melek silahının yanında olduğu kitapta yazıyordu, kabzasında gül işlemeli bir tabanca. Ama portalın parlaklığıyla ilgili bir veri yoktu elimizde, nereden uydurmuştum bunu? Kendime gelme amacıyla kahvemden bir yudum aldım, neyse ki hyung Suga'nın hayranı değildi de seriyle ilgili kırdığım potu fark etmemişti. Birisi Agust D serisiyle ilgili bilgilerimi sorgularsa kan akıtırdım çünkü. "Portaldan çıkıp Naamkahu'ya ulaşmış gibi bir tavrı vardı, bana melek diye hitap etti hatta."

Hyung'un kaşları şaşkınlıkla havalanmıştı, bu durumun onun ilgisini oldukça çektiğini görebiliyordum. "Bu bölgeye yıldırım düştüğüyle ilgili ihbar geldiğini biliyor muydun?"

Sorgularcasına kırpıştırdım gözlerimi. "Ne?"

Hyung heyecanla salladı başını. "Yıldırım düştüğüyle ilgili birden fazla ihbar geldi ama yetkililer bunun yalan olduğunu düşünüyor çünkü gereken bulgular elde edilemedi. Millet çıldırıp itfaiyeyi bile aramış."

"Sen nereden biliyorsun bunları?"

Namjoon-ie hyung sinsi bir gülümsemeyle bakışlarını kaçırdığında derin bir nefes alıp oflamıştım. "Hyung! Yakalanacaksın bir gün!"

"Hyung'a sesini yükseltme." dedi ama hala gülüyordu. Namjoon-ie hyung bir yazılım mühendisiydi ama kariyerini zirve noktasındayken elinin tersiyle bir kenara itip evinin garajında yasal olmayan işlere bulaşmıştı. O kadar para kazanmıştı ki bir süre sonra satın aldığı o pahalı Mercedes yüzünden stüdyosunu garajından taşımak zorunda kalmıştı; bu sırada ehliyeti bile olmadığı gerçeğini de atlamadan edemem elbette. "İnan ben girip de devletin erişiminde olan hiçbir şeyi kontrol etmiyorum." dedi omuz silkerek, kahve kupasını keyifli bir tavırla dudaklarına götürmüştü. Parmaklarına kadar uzanan kazağın yeni bile çatılı kaşlarımı normal hale getirememişti. "Bildirim geliyor."

"Hyung, bu ciddi."

"Ciddi olsaydı ram'i 12 gb olan bir bilgisayarda okumazdım bu haberleri." dedi ve kendini daha fazla tutamayarak deli bir gülmeye başladı. Gözleri kısılmıştı, gamzeleri hemen bulmuştu yerlerini. "Biz bu sistem tarafından yönetiliyoruz bir de, o kadar komik ki!"

"Bilgisayarlarla bu kadar haşır neşir olup 12 kullanan bir sen kaldın herhalde."

"Ne varsa eskide var, Jimin-ie." dedi anlamlı anlamlı ama ben hiçbir şey anlamamıştım. "Ne varsa."

**

Kapımın tıklatılmasıyla bakışlarımı önümdeki belgelerden ayırıp içeriye girene baktım. Namjoon-ie hyung öğleden sonra gittiğinde hastaneye gelmeden önce beş saat daha uyumuştum ama yine de köşeye kıvrılıp uyuyasım vardı. Çıkışını yaptığım birkaç hastanın belgelerini kontrol ederek bilincimi açık tutmaya çalışıyordum Taehyung odama girdiğinde, gece olaysız geçiyordu. "Tae?" dedim şaşkınlıkla.

İfademe gülümserken kapıyı tek eliyle kapatmıştı arkasından. Onun üzerinde inanılmaz güzel durup onu olduğundan da yakışıklı gösteren beyaz önlük, benim neredeyse boyum kadar olduğu için tüm karizmamı yerle bir ediyordu. "Ne işin var burada?" diye devam ettim. Patentli tedavi yöntemim yüzünden ben acilde sık sık çalışırdım ama Taehyung muayenehanesinde yaşamaya alışmış bir çocuk doktoruydu. Şimdiyse yalnızca acil serviste değil, acil servis nöbetindeydi. Zira saat sabahın üçüydü.

"Senin için endişelenince nöbete yazıldım." diye açıkladı masama yaklaşırken. "Bongjae büyük bir istekle kabul etti teklifimi."

"Bu fırtınada eşini evde tek mi bıraktın?" dedim yalandan bir azarlamayla, halbuki yaptığı şey çok hoşuma gitmişti.

Kurduğum cümleye gözlerini devirdi. "Yah, sanki sokakta bıraktım! Evde kim bilir kaçıncı rüyasını görüyordur..." Görüntü aklına gelmiş gibi saf saf gülümsedi. "...bebeğim."

Gözlerimi devirerek kalktım oturduğum yerden. "Hadi kantine gidip sıcak bir şeyler alalım."

Teklifimi hemen kabul etti, Jungkook'un hayali dikkatini dağıtmasaydı onun da asıl amacının beni bir şeyler içmeye çağırmak olacağını biliyordum. Koridorda yürürken ellerimi önlüğümün ceplerine soktum, Taehyung'sa konuşurken bir yandan da omuzlarından sarkan stetoskopla oynuyordu. "Nasılsın Jimin?"

"İyiyim, merak etme." dedim dürüstçe. Ağrı sebebiyle gelen ayakta hastalar kantinde sıra bekliyordu, en sona geçtik. Namjoon-ie hyung'la durum değerlendirmesi yapmak cidden moralimi yerine getirmişti ve ironik bir biçimde silahı unutmuş, yabancının Suga'yla olan benzerliğinden başka bir şey düşünemez olmuştum. "Hyung topladı beni."

"Keşke sen de toplasan hyung'u." dedi imalı imalı, yeniden gözlerimi devirirken göğsüm derin iç çekişimle yükselmişti. Yaşadıkları onca şeyden sonra Taehyung'un da Jungkook'un da Namjoon-ie hyung'u bana pazarlamaları çok komiğime geliyordu. "Yaşın geçiyor."

"Ben mutluyum." Normal şartlarda biri eşli biri pilheu olan arkadaş ikilileri, bu konuyu böyle bir noktada sonlandırıp rafa kaldırmazdı. Normal şartlarda pilheular ruh eşim yok, deyip depresyona da girmezdi; zaten içlerinde bunun yokluğuyla doğdukları için bir eksiklik olduğunun bilincinde olmazdı hiçbiri. En azından, eş derslerimizde öğrendiğim yalanlardan biri buydu. Kendim dışında yakınımda olan tek pilheu Namjoon-ie hyung olduğu için bu söylenene kolayca inanmıştım; daha önce çukurda olduğum gerçeğini kolayca göz ardı etmişti beynim. Kim Taehyung'sa dünya üzerindeki tek defolu mala, yani bana denk gelmiş, en yakın arkadaşım olma gafletine düşmüştü. Ona sorsanız benden başkasını istemezdi ama ben çoğu zaman ona yük olduğumu düşünürdüm. Ben eksik olduğumu biliyordum çünkü, ben aldığım her nefeste olmayan yarımı özlüyordum.

Kurduğum cümle üzerine Taehyung bir şey dememişti, sıranın da bize gelmesiyle konuştuğumuz şeyi hemen unutuvermiştik. İkimiz de birer çay alıp kafeteryanın boş bir köşesine geçtik, Taehyung yanımda bir şeylerden bahsederken benim bakışlarım duvara sabitlenen lcd televizyondaydı. Yağmur hala durmamıştı, ekrandaki spikerse bununla ilgili uyarıda bulunuyordu.

"Jimin? Dinliyor musun?"

"Ha?" Gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı ona çevirmiştim ki stajyer doktorlardan biri ismimi seslenerek kafeteryaya dalmıştı. "Sunbae-nim!" dedi beni gördüğü an, az da olsa rahatlayarak. "Yaralı hasta getiriyorlar, size ulaşamamışlar."

Kafeteryada bulunan hastalar uğultu yaratarak konuşmaya başladığında Taehyung'la bardaklarımızı en yakındaki masaya bırakmış ve koşar adımlarla stajyere ulaşmıştık. Odadan ayrılmamam gerekiyordu, bu yüzden aramalarını yanıtlayamamıştım işte. "Durumu ne?" diye sordum koridorda koşarken.

Taehyung hemen yanımda, belki bir adım önümde olduğu halde stajyer birkaç metre gerideydi. Patentimi aldığımdan beri hastaneye benim istemediğim bir hiyerarşi hakim olmuştu ve ne yazıktı ki bu düzenin diktatörü bendim. Taehyung istemeden elde ettiğim bu güce sikerim seni, diye yanıt verse de örnekte de görüldüğü gibi, diğer çalışanlar benimle aynı hızda koşmaya bile çekinir olmuştu. "Kanaması var, kaç saattir devam ettiğini bilmiyorlar." dedi stajyer. "Kimlik ve harita da bulunmamış üzerinde."

"Siktir." dedi Taehyung nefesinin altından. Eşli olduğu için bunun nasıl hissettirdiğini biliyor olmalıydı.

Ambulans birkaç dakika içerisinde hastaneye varmıştı, acilin dev kapılarının önünde getirdikleri hastayı sedyeye almalarını bekliyordum. "Vücudu şoka giriyor!" diye bağırmıştı görevlilerden biri, sedyeyi hızla içeriye sürdüler. Elimle hastayı götürmeleri gereken ameliyathaneyi işaret ederken rüzgar yüzünden içeri giren yağmur damlalarından nasibimi almıştım ama umurumda değildi. Sedyenin yanında koşmaya başlamadan önce bakışlarım hastayı buldu.

Yabancı, onu son görüşümün bin katı ıslak bir vaziyette sedyede yatıyordu.

Ama aklımdan geçen kelime yabancı değil, Suga olmuştu. 

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro